Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Kitap Ve Sünnet Işığında Sahih Ilmihal

!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
KİTAP VE SÜNNET IŞIĞINDA
SAHİH İLMİHAL

EBU MUAZ SEYFULLAH ERDOĞMUŞ



بســـــم الله الرحمن الرحيم
MUKADDİME
Şüphesiz hamd yalnız Allah'adır. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da kimse doğru yola iletemez.
Şehadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed Allah'ın kulu ve Rasûlüdür.
"Ey iman edenler! Âllah'tan nasıl korkmak gerekirse öyle korkun ve siz ancak müslümanlar olarak ölünüz." (Al-i İmran; 3/103)
"Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan ve ondan da eşini var eden, her ikisinden birçok erkek ve kadın türeten Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını kesmekten de sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde tam bir gözetleyicidir." (en-Nisâ; 4/1),
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve dosdoğru söz söyleyin. O da amellerinizi lehinize olmak üzere düzeltsin, günahlarınızı da mağfiret etsin. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşla kurtulmuş olur." (el-Ahzâb; 33/70-71)
Bundan sonra,
Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın Kelam’ı, yolların en hayırlısı Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan şey bid’attir ve her bid’at sapıklıktır. Her sapıklık ta ateştedir.
Allah’ın Kitabı ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sahih hadislerine dayalı bir fıkıh kitabına olan ihtiyaçtan dolayı bu ilmihali hazırlamaya karar verdim. Kitabın hazırlanışında kaynak Hadis, fıkıh ve tefsir eserlerinin yanı sıra, son devrin alimlerinden Sıddîk Hasen Han’ın; Ravzatun Nediyye, Huseyn Bin Avde el Avayşe’nin; “El Mevsuatul Fıkhiyyetil Müyessere”, Seyyid Sabık’ın; “Fıkhus Sünne”, Şevkani’nin, San’ani’nin, Ebu Said Yarbuzi’nin, Nasıruddin Elbani’nin ve Ebu Emre Huseyin Alıcı’nın muhtelif eserlerinden büyük ölçüde istifade ettim. Allah onlara hayırlı mükafatlar versin. Kıymetli hadis alimi Muhammed Nasıruddin Elbani’nin Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in namaz kılma şekli adlı eserinin mukaddimesindeki önemli açıklamalardan alıntı ile başlamayı uygun gördük.
Muvaffak kılacak olan Allah Azze ve Celledir.
Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş
Çubuk/Ankara Kasım 2004

SÜNNETE TÂBİ OLMA VE ONA MUHALİF SÖZLERİ TERK ETME HAKKINDA İMAMLARIN SÖYLEDİKLERİ

Burada imamların sözlerinden vakıf olabildiklerimizi vermemiz faydalı olacaktır. Onları taklid edenlere, hatta mertebe bakımından onlardan alt derecede olanları körükörüne taklid edenlere ve onların sözlerine ve mezheplerine gökten inmiş gibi tutunmuş olanlara umulur ki bir nasihat ve hatırlatma olur. Allahu Teâlâ buyuruyor ki: “Size Rabbinizden indirilmiş olana tâbi olun. Onun dışında velilere (dostlara) tâbi olmayın. Ne de az hatırlıyorsunuz (öğüt alıyorsunuz).”
(Ebu Muaz der ki; İbni Mesud radıyallahu anh’ın şu sözünü de burada nakletmek uygun olur; “Sizden biriniz dininde bir kimseyi taklid etmesin! Zira o iman etmişse iman etmiş, küfretmişse küfretmiş olur. İlle de birine uyacaksanız ölmüş olan sahabelere uyunuz. Zira hayatta olanın fitneye düşmesinden emin olunamaz.”
Muaz Bin Cebel radıyallahu anh da dedi ki; “Şu üç şeyden sakının! Alimin sürçmesi, münafığın Kur’an ile (Kur’anı alet ederek) mücadelesi ve boyunlarınızı koparan dünya. Alimin sürçmesine gelince; hidayet üzere olsa bile onu dininizde taklid etmeyin! Lakin ondan ümidinizi de kesmeyin. Münafığın Kur’an ile mücadelesine gelince, şüphesiz Kur’an, yolu aydınlatan bir fener gibidir. Bildiğinizi alın, bilmediğinizi alimine havale edin. Boyunlarınızı koparan dünyaya gelince, Allah kimin kalbini zengin kılmışsa işte gerçek zengin odur!” )
1- Ebû Hanife
Bunların ilki İmam Ebû Hanife Numan b. Sabit'tir. Mezhebinden olanlar ondan çeşitli söz ve ifadeler nakletmişlerdir. Hepsi de tek bir şeye götürmektedir ki, o da şudur: “Hadisi esas almak, ona muhalif olan görüşleri terk etmek vaciptir.”
1. Hadis sahih olduğunda, benim mezhebim hadistir.
2. Bir kimsenin nereden aldığımızı bilmeden bizim sözümüzü alması (onunla amel etmesi) helal olmaz. Bir rivâyette de: “Benim delilimi bilmeyen bir kimsenin sözlerimle fetva vermesi haramdır.” “Çünkü biz beşeriz. Bugün bir söz söyler, yarın ondan geri dönebiliriz.”
Diğer bir rivâyette de: “Dikkatini çekerim ey Yakub (Ebû Yusuf)! Sakın ola ki, benden duyduğun her şeyi yazayım deme. Çünkü ben bugün bir kanaat bildirir, yarın ondan vazgeçebilirim. Yarın da bir kanaat bildirir, öbür gün vazgeçebilirim.
3. Allah'ın kitabına ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hadislerine muhalif bir söz söylersem, sözümü terkedin.
2- İmam Malik b. Enes
İmam Malik ise şöyle demektedir:
1. Ben bir beşerim, isabet eder, hata da ederim. Benim görüşlerime bakın; Kitap ve sünnete uyanları alın, Kitap ve sünnete uymayanların hepsini terkedin.
2. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dışında her insanın sözlerinin bir kısmı alınıp, bir kısmı terk edilebilir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ise müstesnadır.
3. İbn Vehb diyor ki: İmam Malik'e, abdest alırken ayak parmaklarının arasını tahlil (el parmaklarıyla arasına su ulaştırma) meselesi sorulduğunda şöyle dediğini duydum: “Bunu yapmak vacip değildir.” İnsanlar gidinceye kadar sustum. Sonra ona dedim ki: “Bu hususta elimizde varid olan bir sünnet var.” Dedi ki: “Nedir bu?” Dedim ki: “Bize Leys b. Sa'd, İbn Lehia ve Amr b. Haris anlattı ki, Yezid b. Amr el-Meafirî'den, (o da) Ebû Abdurrahman el-Habelî'den, (o da) el-Müstevrid b. Şeddat el-Kureşî'den dedi ki: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in serçe parmağıyla ayak parmaklarının arasını ovaladığını gördüm.” Dedi ki: “Bu güzel bir hadistir, şimdiye kadar da duymuş değilim.” Sonraları bu mesele tekrar sorulduğunda, insanlara böyle yapmalarını emrettiğini gördüm.
3- İmam Şafiî
İmam Şafiî'ye gelince bu hususta ondan nakledilenler daha çok ve daha da güzeldir. Şafiî mezhebine tâbi olanlar da bununla daha çok amel etmişlerdir. Bu sözlerden bazıları şunlardır:
1. Rasulullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem sünnetlerinden bazılarının ulaşmadığı veya kaybolmadığı hiç kimse yoktur. Söylediğim her söz ve koyduğum her asıl, şâyet Rasulullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem bir sünnetiyle aykırılık arzediyorsa, uyulacak Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sözüdür. O ayrıca benim de sözümdür.
2. Müslümanlar, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti ortaya çıktıktan sonra, bir kimsenin o sünneti başka birinin sözü için terketmesinin helal olmayacağı hususunda icma etmişlerdir.
3. Kitaplarımda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetine muhalif birşey bulursanız, Rasulullah’ın sünnetiyle amel edin benim sözlerimi terkedin. Başka bir rivâyette de: “Ona tâbi olun ve başka hiç kimsenin sözüne iltifat etmeyin.”
4. Hadis sahih olduğunda benim mezhebim o hadistir.
5. Sizler hadisleri ve ricali benden daha iyi bilirsiniz. Eğer hadis sahih olursa onu bana da söyleyin. Kufeliler, Basralılar ve Şamlılar rivâyet etsin farketmez, eğer sahih ise ben onlara giderim.
6. Nakil ehline göre (hadis âlimleri), hakkında Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den sahih hadis bulunan her meselede muhalif görüşlerimden hayatımda da, öldükten sonra da vaz geçmişimdir.”
7. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den sahih bir hadis olduğu halde benim ona muhalif bir söz söylediğimi görürseniz, bilin ki, aklım başımdan gitmiştir.
8. Ben bir söz söyler de, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sözüme muhalif sahih bir hadisi varsa, Rasulullah’ın hadisi (amel etmekte) evladır, beni taklid etmeyin.
9. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den gelen her hadis benim sözümdür, benden duymamış olsanız bile!...
4- İmam Ahmed b. Hanbel
İmam Ahmed'e gelince; imamlar arasında hadisleri daha çok toplayan ve bunlara bağlanan odur. Öyle ki “fer’î konuları ele alan kitapların telif edilmesini hoş görmezdi.” Bundan dolayı şöyle demektedir:
1- Beni taklid etmeyin, Malik’i de, Şafiî'yi de, Evzaî ve Sevrî'yi de taklid etmeyin. Onlar nereden aldılarsa siz de oradan alın.” Başka bir rivâyette: “Dininde bu kimselerden kimseyi taklid etme, Rasulullah ve sahâbîlerinden varid olan ne ise onu al. Sonrasındaki tabiînlerde ise kişi muhayyerdir.”
Bir defasında da şöyle demiştir: “İttiba, kişinin, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ve sahâbîlere tâbi olmasıdır. Ancak tabiînden sonra kişi muhayyerdir.”
2- Evzaî'nin görüşü, Malik'in görüşü, Ebû Hanife'nin görüşü... Bunların hepsi birer görüştür. Bana göre de hepsi eşittir. Delil ise ancak rivâyetler (hadisler)dir.
3. Kim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadisini reddederse, o helak olacağı bir uçurumun kenarındadır (demektir).
İşte, hadislere sarılmayı emretme, basiretsiz bir şekilde taklidi nehyetme hususunda imamların söyledikleri bunlar. Bunlar öyle açık ifadeler ki hiçbir tevil veya münakaşayı kaldırmaz. Kaldı ki sünnette sabit olana sarılan kişi, -imamların bazı sözlerine muhalif de olsa- onların mezheplerinden ve yollarından ayrılmış olmaz. Bilakis o hepsine tâbi olmuş, kopması mümkün olmayan sağlam kulpa tutunmuş olur. Ancak onların sözlerine muhalif olan sünnetleri terkeden kimse böyle değildir. Böyle biri onlara isyan etmekte ve biraz önce onlardan nakletmiş olduğumuz sözlerine muhalefet etmektedir. Allahu Teâlâ da buyuruyor ki:
“Rabbine yemin olsun ki, aralarındaki anlaşmazlıklarda seni hakem seçip sonra da verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamıyla boyun eğmedikçe, iman etmiş olmazlar.”
Yine buyuruyor ki: “Onun emrine muhalefet edenler başlarına bir musibet gelmesinden veya acı bir azaba uğramaktan sakınsınlar.”
Hafız İbn Receb (rah.a.) diyor ki: “Kendisine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin emrinin ulaştığı her kişinin yapması gereken; bunu ümmete beyan etmek, onlara nasihat edip bu emre tâbi olmaları için çalışmaktır. İsterse bu, ümmette büyük bir zatın görüşüne ters olsun. Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in emri, hata ederek muhalefet eden büyük bir zatın sünnete aykırı emrinden tazim edilmeye ve uyulmaya daha layıktır (hak sahibidir). İşte bu itibarla sahâbîler ve onlardan sonra gelenler sahih sünnetlere muhalefet edenleri tenkid etmişlerdir. Bazen belki de tenkidlerinde kaba ifadeler de kullanmışlardır. Ondan nefret ettikleri için değildir bu. O bilakis o sevdikleri ve saygı duydukları biridir. Ancak ne olursa olsun, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i daha çok sevmektedirler. Onun emri de bütün mahlukatın emrinin üstündedir. Eğer Rasulullah’ın emri ile bir başkasının emri çelişirse, Rasulullah’ın emri öne alınmalı ve ona tâbi olunmalıdır. Onun emrine muhalif olana duyulan saygı, Rasulullah’ın emrine tâbi olmaya engel teşkil edemez. Her ne kadar o kişi hatasında bağışlanmış olsa da. Kaldı ki, o bağışlanmış olan zat, Rasulullah’ın muhalif emri kendisine geldiğinde kendi görüşüne muhalefet edilmesine itiraz da etmez.
Derim ki: Buna nasıl edecekler ki?! Değil mi ki, onlar bunu tâbilerine emretmişler ve onlara sünnete muhalif sözlerini terketmeyi gerekli kılmışlardır. Hatta İmam Şafiî tâbilerine, kendisi onu almamış olsa bile sahih sünneti ona nispet etmelerini emretmiştir. Bu yüzden İbn Dakik el-İyd teker teker ve toplu olarak dört imamdan herbirinin sahih hadislere muhalif olan görüşlerini topladığı tek ciltlik büyük eserinin mukaddimesinde şöyle demiştir:
“Bu meseleleri müçtehid imamlara nispet etmek haramdır. Mukallid fakihlerin de bunları bilmeleri gerekir ki, bu görüşleri onlara nispet ederek, onlara iftira etmesinler.”
TÂBÎ OLANLARIN, İMAMLARININ SÖZLERİNİ BIRAKIP SÜNNETE UYMALARI
İşte bütün bu söylediklerimizden dolayı imamlara ittiba edenler, “onların çoğu evvelkilerden, birazı da sonrakilerden” olan imamlarının bütün sözlerini almamışlardır. Bilakis sünnete muhalif olduğu ortaya çıkınca çoğunluğunu bırakmışlardır. Hatta İmameyn (iki imam) -Muhammed b. Hasan ve Ebû Yusuf- hocaları Ebû Hanife'ye mezhebinin üçte birinde muhalefet etmişlerdir. Furu fıkıh kitapları bunlara şahittir. Aynı şey Şafiî’nin tâbilerinden Müzenî ve başkaları için de söylenebilir. Bunların örneklerini vermeye kalkışırsak sözü uzatacak ve hedefimiz olan özet bir kitap yazmanın dışına çıkmış olacağız. İki tane örnekle yetinelim:
1- İmam Muhammed, “Muvatta”ında diyor ki: (s.158) Muhammed dedi ki: “Ebû Hanife'ye gelince o, istiska (yağmur isteme) duası için namaz olmadığı görüşündeydi. Bize göre ise, imam insanlara iki rekat namaz kıldırır, ardından dua eder ve ridasını (cübbesini) tersine çevirir:
2- İsam b. Yusuf el-Belhî; İmam Muhammed'in talebelerinden ve ayrıca Ebû Yusuf'un derslerine devam edenlerdendi: “Çoğu zaman Ebû Hanife'nin sözlerinin tersine fetvalar verirdi. Çünkü delilini bilmiyordu. Başkalarının delilini görünce de ona göre fetva veriyordu.” Bu yüzden: “Rükûya giderken ve rükûdan kalkarken ellerini (tekbir alıyor gibi) kaldırırdı.”
Nitekim bu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den gelen mütevatir bir sünnettir. Bu yüzden imamının buna muhalif olması, sünnetle amel etmesine engel olmamıştır. Aslında her müslümanın yapması gereken -dört imamın ve başka âlimlerin de dediği gibi- işte budur.
Sözün özü: Umarım ki mukallidlerden hiç kimse kitabın metodunu tenkid edip, mezhebe muhalif olduğu iddiasıyla içindeki sünnetlerden faydalanmayı terk etmez. Bilakis ondan, imamların biraz önce aktardığımız, sünnetle amel etmenin vacip olduğuna ve sünnete muhalif görüşlerinin terkedilmesi gerektiğine dair sözlerini hatırlamasını ümid ediyorum. Şunu iyi bilsin ki, bu kitabın metoduna yapılan tenkid, hangisi olursa olsun, taklid ettiği imama yapılmış bir tenkittir. Biraz önce de aktardığımız gibi biz bu metodu onlardan aldık. Bu yolda onların yol göstericiliğinden sapan büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Çünkü bu, sünnetten yüz çevirmeyi doğurur. Halbuki anlaşmazlık esnasında sünnete dönüp, ona teslim olmamız emredilmiştir. Allahu Teâlâ buyuruyor ki: “Rabbine yemin olsun olsun ki, aralarındaki anlaşmazlıklarda seni hakem seçip, sonra da verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.”
Allah bizleri, haklarında şöyle buyurduğu kullarından eylesin: “Aralarında Peygamberin hükmetmesi için Allah'a ve Resûlü’ne dâvet edildikleri zaman mü'minlerin sözü ancak: “İşittik ve itaat ettik” olur. İşte bunlar kurtuluşa erenlerdir. Kim Allah'a ve Resûlü’ne itaat eder, Allah'tan korkar ve O’na sığınıp korunursa, işte kazananlar onlardır.”
BAZI ŞÜPHELERİN GİDERİLMESİ
1- Bazıları şunu söyledi: Dinî hususlarda Peygamberimizin emrine dönmemiz gerektiğinde şüphe yoktur. Özellikle mahza ibadet olup, rey ve içtihadın söz konusu olmadığı namaz gibi hususlarda. Ama hocalardan birinin bile bunu emrettiğini neredeyse görmemekteyiz. Hepsi de ihtilafın varlığını kabulleniyorlar, bunun ümmet için bir genişlik olduğunu iddia ediyorlar. Buna delil olarak da -bu tür münasebetlerde sünnet taraftarlarına karşı sıkça tekrar ettikleri- “ümmetimin ihtilafı rahmettir” hadisini zikrediyorlar. Bize öyle geliyor ki, bu hadis, senin bizi çağırdığın, kitabını da dayandırdığın metoda ters düşmektedir. Bu hadis hakkındaki görüşün nedir?
Cevap iki açıdan olacaktır: Birincisi: Bu hadis sahih değildir. Bilakis bâtıldır ve aslı yoktur. Allâme Sübkî diyor ki: “Sahih, zayıf veya mevzu olarak hiçbir senedine ulaşamadım.”
Derim ki: Bu şu lafızla rivâyet edilmiştir: “Ashâbımın ihtilafı sizin için rahmettir.” Bir de: “Ashâbım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidâyet bulursunuz.” Fakat ikisi de sahih değildir. Birincisi son derece zayıftır. İkincisi ise mevzudur (uydurma).
İkincisi: Hadis zayıf olmasının yanında Kur'an-ı Kerim'e de muhaliftir. Dinde ihtilaf etmeyi nehyeden ve ittifakı emreden âyetler zikredilmeye ihtiyaç olmayacak kadar meşhurdur. Ancak örnek olması için birkaçını verelim:
Allahu Teâlâ buyuruyor ki: “Birbirinizle çekişmeyin yoksa başarısızlığa düşer ve kuvvetiniz gider.” “...sakın dinlerini parça parça edip fırkalara ayrılan müşriklerden olmayın. Her fırka elinde olanlarla sevinir durur.” “...Onlar da durmadan ihtilaf etmektedirler. Ancak Rabbinin merhamet ettikleri müstesnadır.”
Eğer Rabbinin merhamet ettikleri ihtilaf etmiyorsa, sadece bâtıl ehli ihtilaf ediyorsa, ihtilaf nasıl olur da rahmet olur?!!
Buradan da, hadisin sened olarak da metin olarak da sahih olmadığı ortaya çıkar. O zaman da bunu, imamların da emri olan Kitap ve sünnetle amel etmekten geri durmak için bir şüphe olarak görmek caiz değildir.
2- Başka birileri de şunu söylemekte: “Eğer dinde ihtilaf etmek nehyedilen bir şeyse, sahâbeler ve onlardan sonra gelen imamların ihtilafı için ne diyeceksiniz? Ayrıca bunların ihtilafıyla müteahhir âlimlerin ihtilafı arasında bir fark var mıdır?
Cevap: Evet. İki ihtilaf arasında büyük bir fark vardır. Bu iki şeyde ortaya çıkar: Birincisi: Sebebinde, İkincisi: Sonucunda.
Sahâbenin ihtilafına gelince, zaruretten doğan, ayrıca (nassları) anlamakta ortaya çıkan tabiî bir ihtilaftı. Onlar isteyerek ihtilaf etmiyorlardı. Bunlara ek olarak, dönemlerinde mevcut olan ve ihtilaflarını gerektiren bazı durumlar mevcuttu. Ancak onlardan sonra bu gerekçeler ortadan kalktı. Bu tür ihtilaftan bütünüyle kurtulmak ise, mümkün değildir. Biraz önce geçen veya aynı mânada olan âyetlerdeki yergiler bunları kapsamaz. Çünkü kınama şartı olan kasıt ve süreklilik, tahakkuk etmiş değildir.
Mukallidler arasında meydana gelen ihtilafın ise, çoğu zaman gerekçesi yoktur. Çünkü bazıları Kitap ve sünnetteki delili görüp, başka bir mezhebin delili olduğunu anlayınca, sadece mezhebine muhalif olduğu için onunla amel etmeyi bırakır. Ona göre sanki, aslolan mezheptir veya Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in getirdiği din, sadece onun mezhebiyle sınırlıdır. Diğer mezhepler de neshedilmişdir.
Bunların dışında başka insanlar da var. Onlar da mezhepleri -aralarındaki geniş ihtilafa dayanarak- farklı şeriatler olarak değerlendirmektedirler. Nitekim müteahhirler-den bazıları bunu açık bir şekilde söylemiştir:
“Müslümanın bunlardan dilediğini alma, dilediğini bırakma hakkı vardır. Çünkü hepsi de şeriattir.” Bazen her iki grup, ihtilaflarına dayanak olarak, “ümmetimin ihtilafı rahmettir” bâtıl hadisini delil getirmekteler. Çoğu zaman bunu delil getirdiklerini de duyuyoruz.
Bazıları da hadisin söyleniş sebebini şöyle yorumlamaya çalışmaktadırlar: “İhtilafın rahmet olmasının sebebi, ümmete bir genişlik sağlamasındandır.” Bu yorum, biraz önce geçen âyetlerin açık ifadelerine, imamların da söylediği sözlerin muhtevasına muhalif olmasının beraberinde bazı âlimler tarafından da reddedilmiştir.
İbnü'l-Kasım diyor ki: “Leys ve Malik'in, Rasulullah’ın sahâbîlerinin ihtilafı hakkında şöyle dediklerini duydum: İnsanların dediği “bunda genişlik var” denemez. Hayır böyle değildir. Bilakis ihtilafın bir kısmı yanlış, bir kısmı da doğrudur.”
Eşheb de diyor ki: “Malik'e soruldu: Güvenilir ravilerin sahâbîlerden bir aktardıkları iki ayrı hadis ile amel eden kişinin durumunu genişlik olarak görür müsün?”
Dedi ki: Allah'a yemin olsun ki, hakka isabet etmedikçe hayır. Hak ancak bir tanedir. İki farklı görüşün ikisi de aynı zamanda doğru mu olacak?! Hayır! Doğru sadece bir tanedir.
İmam Şafiî'nin talebelerinden Müzenî de diyor ki: “Rasulullah’ın sahâbîleri de ihtilaf etmişler ve birbirlerinin hata ettiğini söylemişlerdir. Birbirlerinin sözlerine bakıp, tenkid etmişlerdir. Hepsinin söyledikleri doğru olsaydı, bu şekilde yapmazlardı. Ömer (r.a.) da Ubey b. Kâb ile İbn Mes’ud'un namazda tek bir elbiseyle namaz kılma hususundaki ihtilaflarına öfkelenmiştir. Ubey şöyle demişti: Tek elbiseyle namaz kılmak güzel bir şeydir. İbn Mesud ise şöyle demişti: “Bu, elbise azken böyleydi.” Bunun üzerine Ömer öfkeli bir şekilde şöyle dedi: “Rasulullah’ın sahâbîlerinden görüşlerine müracaat edilen iki kişi ihtilaf etmişlerdir. Bu konuda Ubey doğru söylemiştir. İbn Mesud ise hatalıdır. Ancak bundan sonra kimsenin bu meselede ihtilaf ettiğini duymayayım, yoksa ona şöyle şöyle yaparım.”
İmam Müzenî diyor ki: İhtilafı caiz gören iki âlim bir mesele hakkında içtihad eder de biri helal, diğeri de haram derse, her ikisinin de hakka isabet ettiğini iddia eden kişiye şöyle cevap verilir: “Bunu nassa dayanarak mı yoksa kıyasa dayanarak mı söyledin?” Eğer “Nassa dayanarak söylüyorum.” derse ona denilir ki: “Bunu nasıl nassa dayanarak söyleyebilirsin? Zira Kitap ihtilafı reddediyor. “Kıyasa dayanarak söyledim.” diyecek olursa bu kez ona denilir ki: “Kitap ve sünnet, ihtilafı reddederken sen nasıl ihtilafın caiz olmasını bunlara kıyas edersin. Âlim bir tarafa, akıllı insan bile bunu caiz görmez.”
Buna mukabil biri çıkıp şunu söyleyebilir: İmam Malik'ten hakkın bir olduğuna dair aktardığına, Üstad ez-Zerka'nın “el-Medhalü’l-fıkhî” kitabında naklettiği (1/89) şu rivâyet ters düşmektedir:
“Ebû Cafer el-Mansur, ardından Harun Reşid, İmam Malik'in mezhebi ve eseri “Muvatta”yı Abbasi Devleti’nin Kanunnamesi yapmak istediler. Ancak İmam Malik buna izin vermedi ve şöyle dedi:
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabı fer’î konularda ihtilaf ettiler ve farklı bölgelere dağıldılar. Herbirinin görüşü de isabetlidir.
Ona derim ki: Bu olayın, İmam Malik'ten nakli meşhurdur ve bilinen bir şeydir. Ancak rivâyetin sonunda gelen “Herbirinin görüşü de isabetlidir” kısmının, ulaşabildiğim kaynaklarda ve rivâyetlerde bir aslı mevcut değildir. Bir rivâyet müstesnadır. O da Ebû Nuaym'ın “el-Hilye” (6/332)'de tahric ettiği rivâyettir. Bu rivâyetin senedinde Mikdam b. Davud vardır ve Zehebi bu zatı zayıflar arasında zikretmiştir. Buna rağmen rivâyetin lafzı: “Herbiri kendine göre isabetlidir” şeklindedir. “Kendine göre” lafzı “el-Medhal”in rivâyetinin uydurma olduğunu göstermektedir. Nasıl böyle olmasın ki, bu rivâyet İmam Malik'ten güvenilir ravilerin rivâyet etmiş olduğu “Hak birdir, birden fazla olamaz” görüşüne muhaliftir. Nitekim sahâbî ve tâbiînin önde gelenleri ve dört imamın hepsi bu görüştedir.
İbn Abdilberr diyor ki: (2/88) “Şâyet bir meselenin zıt iki durumu da doğru olsaydı, selef âlimleri, içtihadlarında, hüküm ve fetvalarında birbirlerinin hatalı olduklarını söylemezlerdi. Mantık, bir şeyin hem kendisinin, hem de zıttının doğru olmasını asla kabul etmez. Şair ne kadar güzel söylemiştir:
Bir durumda iki zıttın varlığını ispat
İmkansız şeylerin en çirkin şeklidir
Şâyet denilecek olursa ki, İmam’dan (Malik) gelen bu rivâyet madem ki bâtıldır, o zaman İmam neden Mansur'un insanları Muvatta ile amel etmeye mecbur etmesi isteğine karşı çıkmış ve onun bu isteğini yerine getirmemiştir?
Derim ki: Bu hususta vakıf olduğum en güzel rivâyet İbn Kesir'in “Şerhu İhtisâr ulûmi'l-hadîs”te(s.31) zikretmiş olduğu rivâyettir. O da şudur: İmam Malik diyor ki: “İnsanlar hadisleri toplamışlardır. Bu yüzden, bizim ulaşmadığımız rivayetlere ulaşmış olabilirler.”
Bu söz İbn Kesir'in de dediği gibi, İmam’ın kâmil bir ilim ve insafa sahip olduğunun göstergesidir.
İhtilafın her türünün şer olduğu, rahmet olmadığı artık sabit olmuştur. Ancak insan ihtilafın bir kısmından dolayı kınanır ve ayıplanır. Mezhep mutaassıplarının ihtilafında olduğu gibi. Bir kısım ihtilaf da var ki, insan bundan dolayı kınanmaz. Sahâbîlerin ve onlara tâbi olan imamların ihtilafı da böyledir. Allah bizleri onlarla birlikte haşretsin ve bizi onlara tâbi olmaya muvaffak etsin.
Böylece sahâbenin ihtilafının mukallidlerin ihtilafından farklı olduğu ortaya çıkmıştır.
Özeti şu: Sahabeler zaruretten dolayı ihtilaf etmişlerdir. Fakat bununla beraber onlar ihtilafı reddediyorlar ve yol buldukça kaçınmaya çalışıyorlardı.
Mukallidler ise -büyük bir kısmında ihtilaftan kaçınma imkânları olmasına rağmen- ittifak etmiyorlar ve bu uğurda çabalamıyorlar. Bilakis ihtilafı onaylıyorlar. Halbuki, iki ihtilaf arasında çok büyük farklar vardır. Sebep açısından, iki ihtilaf arasındaki fark bu şekilde...
Sonucu açısından farklılığa gelince, bu daha açıktır. Nedeni şu, sahâbe -furu konularda bilinen ihtilaflarına rağmen- birlikteliğe, tek vücut görünmeye azami gayret sarfediyorlardı. Birlikteliklerini parçalayacak, saflarını gevşetecek her şeyden mümkün olduğunca uzak kalıyorlardı. Sahâbîler arasında besmelenin cehren okunmasını meşru görenler de vardı, görmeyenler de. Bazıları elleri (rukuya giderken ve rükûdan kalkarken) kaldırmayı müstehab görüyorlardı bazıları aynı kanaatte değildi. Kimisi kadına dokunmakla abdestin bozulacağını söylüyor, kimisi bozulmaz diyordu. Ama bütün bunlara rağmen hepsi bir imamın arkasında birlikte namaz kılıyorlar, mezhebî bir ihtilaftan dolayı hiçbiri o imamın arkasında namaz kılmaktan geri durmuyordu.
Mukallidlerin ise, ihtilafları bunun tam tersinedir. Bu ihtilafın sonucunda, müslümanlar kelime-i şahadetten sonra en büyük rükûnda ihtilaf ettiler. Bu rükûn da namazdır. Çünkü bu insanlar, bir imamın arkasında namaz kılmaya yanaşmıyorlardı. Delilleri de şuydu: “O imamın namazı, bağlı oldukları kendi mezheplerine göre bâtıldır veya en azından mekruhtur.” Bizler ve bizim dışımızdaki birçok kişi bunu görmüş ve duymuştur. Nasıl görmesin ki, bazı meşhur mezheplerin kitapları bunun bâtıl veya mekruh olduğunu açıkça belirtmiştir. Bunun neticesinde bir camide dört mihrabın yapıldığını gördük. Peşpeşe dört imam orada namaz kıldırmaktadır. Bir grup namaz kılarken, bazı insanların kendi imamlarını beklediklerini görmek mümkündür.
Hatta bazı mukallidler arasındaki ihtilaf bundan daha vahim bir hal aldı. Hanefî bir kişinin Şafiîlerden evlenemeyeceğine dair fetvalar verildi. Ardından Hanefîlerden meşhur bir zat (o da Müfti's-sakaleyn diye bilinen zattır) Hanefî kişilerin Şafiîlerden evlenebileceğine dair fetva verdi. Bunu da şu sözüyle izah etti: “Onları Ehl-i kitap olarak değerlendirebiliriz.” Bu sözün zıt anlamı şudur: “Bunun aksi, yani Şafiîlerden birinin Hanefî bir kızla evlenmesi caiz değildir.” Nitekim Ehl-i kitaptan biri müslüman bir kadınla evlenemez.
Bunlar birçok örnekten seçmiş olduğumuz iki örnektir. Bu örnekler akıllı insana, müteahhirlerin ihtilafının ve bunları ısrarla sürdürmelerinin kötü sonuçlarını açıkça göstermektedir. Selefin ihtilafı böyle değildi. Çünkü onun ümmete yönelik hiçbir kötü sonucu olmamıştır. Bu yüzden onlar ihtilafı nehyeden âyetlerin kapsamının dışındadırlar. Müteahhirler ise bu durumda değildir. Allah hepimizi sırat-ı müstakimine hidâyet etsin!
Keşke bu ihtilaflarının zararı sadece onlarla sınırlı kalsaydı da Ümmet-i dâvetten hiçkimseye bulaşmasaydı. O zaman zorluklar az da olsa kolaylaşırdı. Ancak bu ihtilaf -maalesef- birçok ülkede kafirlere de ulaşmıştır. Bu ihtilaf, onların grup grup Allah'ın dinine girmelerine engel olmuştur. Üstad Muhammed Gazali'nin “Zalâmün mine’l-ğarb”(s. 200) adlı kitabında şöyle bir olay geçer:
“Amerika'da Brinston Üniversitesi’nde yapılan konferansta konuşmacılardan biri, İslâmî meselelerle meşgul olanlarla müsteşrikler arasında çokça yaygın olan şu soruyu tartışmaya açtı: “Müslümanlar dâvet ettikleri İslâm’ı hangi ilkelerle tanımlıyorlar ve dünyaya açılıyorlar?
İslâm’ı, Sünnîlerin anladığı şekilde mi yoksa İmamiye ve Zeydiye'den oluşan Şia’nın anladığı şekilde mi tanıtacaklar?”
Sonra bunların herbiri de kendi aralarında ihtilaf etmişlerdir. Bazen bunlardan bir grup bir mesele hakkında reformcu ve açık düşünürken, başka bir grup geri ve katı bir çerçevede düşünebilmektedirler.
Özetle, İslâm’a dâvet edenler, dâvet ettikleri insanları şaşkın bir hâlde bırakmaktalar. Çünkü bizzat kendileri de şaşırmış durumdalar.
Allâme Muhammed Sultan el-Masumî'nin “Hediyyetü's-sultan ilâ bilâd-i müslimî el-yabân” risalesinin mukaddimesinde de şöyle bir olay geçmektedir:
“Japonya'nın Tokyo ve Osaka kentlerinde yaşayan müslümanlardan bana şöyle bir soru geldi: Özetle diyorlardı ki:
“İslâm dininin gerçeği (özü) nedir? Mezhep ne mânaya geliyor? İslâmla şeref bulan birinin dört mezhepten birini takip etme mecburiyeti var mıdır? Yani Malikî, Hanefî, Şafiî veya başkaları yoksa yok mudur?
Çünkü burada büyük ve vahim bir ihtilaf meydana geldi. Olayın meydana gelişi şöyle oldu: Japonya’nın aydınlarından bir grup İslâm dinine girmek ve imanla şereflenmek üzere Tokyo'da bulunan müslümanların bir teşkilatına bunu teklif ettiklerinde; Hindistan'lı bir grup şöyle dedi: Bunların Ebû Hanife'nin mezhebini seçmeleri gerekir. Çünkü o ümmetin kandilidir. Endonezyalı bir grupta şöyle dedi: Hayır Şafiî olmaları gerekir.
Japonlar bunu duyunca çok şaşırdılar. Bu mezhep ihtilafı onların müslüman olmalarına engel oldu.
3- Bazıları da şu iddiada bulunmaktalar: Sizin dâvet etmiş olduğunuz sünnete tâbi olmak ve imamların muhalif sözlerini almamak; onların bütün sözlerini bırakmak ve içtihad ve görüşlerinden istifade etmemek mânasına gelmektedir.
Bunlara diyorum ki: Bu iddia doğrudan çok uzaktır. Hatta bu iddia açıkça bâtıldır. Nitekim biraz önceki sözlerimizden bu açıkça görünmektedir. Çünkü bu sözlerimizin hepsi bu iddiaların tersini söylemektedir. Bizim dâvet ettiğimiz tek şey, mezhepleri birer din edinmemek ve onları Kur’an ve sünnetin yerine ikame etmemektir.
Anlaşmazlığa düşüldüğünde veya yeni meydana gelen olayların hükümlerini belirlemekte, günümüzde kendini fakih zannedenlerin yaptığı gibi, sadece mezheplere müracaat etmeyelim. Halbuki onlar Medeni Hukuk’la ilgili hükümleri belirlemekte Kitap ve sünnete müracaat etmeden mezheplerden yola çıkarak doğruyu-yanlışı öğrenmeye çalışmaktadırlar. Bu husustaki metodları şudur: “İhtilaf rahmettir” hadisini ve ruhsatları, maslahatları ve kolay hükümleri almaktır.
Süleyman et-Teymî'nin şu sözü ne kadar güzeldir: “Her âlimin ruhsatını almaya kalkışırsan, şerrin hepsi sende toplanır.” Bunu İbn Abdilberr (2/91-92) rivâyet etmiş, ardından şöyle demiştir: “Bunda icma vardır, hakkında ihtilaf olduğunu bilmiyorum.”
Bizim tenkid ettiğimiz şey, gördüğün gibi icmaya muvafıktır. Onların görüşlerine müracaat edip, onlardan istifade etmek, ayrıca hakkında Kitap ve sünnet nassının bulunmadığı ihtilaflı veya izaha ihtiyaç duyulan konularda bu görüşlerden yardım alıp, hakkı bulmaya çalışmak ise, inkar etmediğimiz bir durumdur. Aksine bunu emrediyoruz ve buna teşvik ediyoruz. Kitab ve sünnetle hidâyet bulma yolunu tutanlara faydalı olacağını umuyoruz.
Allâme İbn Abdilberr diyor ki (2/172): “Sevgili kardeşim asılları muhafaza edip onlarla ilgilenmeye özen göster. Şunu iyice bil ki, Kur'an ve sünneti muhafaza etmekle meşgul olan, fukahanın sözlerine bakıp, bunları içtihadlarına yardımcı, tetkik yollarına anahtar, birçok mânaya yorumlanabilen kapalı ifadelere tefsir olarak gören, mutlaka bağlanılması gereken sünnetleri taklid edercesine imamlardan herhangi birini üzerinde hiç düşünmeksizin taklid etmeyen, âlimlerin meşgul olduğu sünnetleri ezber ve anlama işinden uzak kalmayan, araştırma ve anlamalarda onları takip eden, yaptıkları çalışmalardan dolayı onlara şükranlarını sunan, çoğunluğu oluşturan doğru görüşlerden dolayı da onları takdir eden, ancak kendilerini görmedikleri gibi onları da hatalardan uzak görmeyen kişi, selef-i salihîn yoluna tutunmuş, doğru yolu bulmuş ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine ve sahâbîlerin yoluna tâbi olmuştur.”
Ancak kendini araştırmalardan uzak tutarak, söylediklerimizden yüz çeviren, sünnetlere muhalif davranan, kendi bakış açısıyla bunları değerlendirmeye çalışan hem kendi sapmış, hem de başkalarını saptırmıştır. Bütün bunları bilmeden fetvaya kalkışan kişi ise, daha kör, yolca daha sapıktır.
4- Sonra mukallidler arasında yaygın olan bir vehim daha var. Bu da onların, mezheplerinin muhalif olduğu sünnetlere tâbi olmalarına engel olmaktadır. Bu vehim; sünnete tâbi olmak, mezhep sahibinin hatalı olmasını gerektirir şeklindeki zanlarıdır. Hatalı olmak da -onlara göre- imamı tân (tenkid) etmek mânasına gelir. Eğer müslümanların bir ferdini tân etmek caiz değilse, onların imamları nasıl tân edilebilir?!
Cevabı şu: Bu düşünce bâtıldır. Sebebi de sünnet fıkhından uzak durmaktır. Yoksa akıllı bir müslüman nasıl böyle bir söz söyler? Kaldı ki, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
“Hakim hüküm verirken içtihad eder de isabet ederse, ona iki ecir vardır. Hüküm verirken içtihad eder de hata ederse, ona bir ecir vardır.” Bu hadis, bu düşünceyi reddetmekte ve açık bir şekilde şunu ifade etmektedir: Birinin “filan kişi hata etti” sözünün şer'î mânası “bir sevap aldı” demektir. Kendisini hatalı gören kişiye göre, o ecir almış oluyorsa, onu hatalı görmekle ona tân ettiği nasıl vehmedilebilir? Şüphe yok ki bu vehim bâtıldır ve bu düşüncenin sahibi kişi, bunu hemen terketmelidir. Yoksa müslümanları tân eden o olur. Hem de herhangi bir ferdi değil, sahâbîleri, tabiîni ve ondan sonra gelen büyük imamları... Çünkü biz yakînen biliyoruz ki bu yüce zatlar, birbirlerini hatalı görüyor, birbirlerinin görüşlerini reddediyorlardı. Şimdi aklı başında olan şunu söyleyebilir mi: Onlar birbirlerini tân ediyorlardı? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ebû Bekir'in bir rüyaya yaptığı yorumda hatalı olduğunu söyleyip şöyle demiştir: “Bazı yorumlarında isabet ettin, bazılarında ise hata ettin.” Peki, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu sözüyle Ebû Bekir'i tân etmiş mi oluyor?
Bunun kötü neticelerinden biri de, bu düşüncedeki insanları mezheplerine muhalif olan sünnetlere tâbi olmaktan alıkoymuş olmasıdır. Çünkü onlara göre sünnete tâbi olmak imamı tân etmek demektir. Halbuki sünnete muhalif de olsa ona tâbi olmak; ona saygı duymak ve ihtiram göstermek demektir. Bu yüzden bu vehmî tândan kaçınmak için imamlarını taklit etmekte ısrar ediyorlar.
Bunlar bu vehim sebebiyle, kaçmış oldukları durumdan daha kötüsüne düştüklerini unutmuşlardır (unutmazlıktan geldiler demiyorum). Çünkü biri kalkıp, onlara şunu söylese: “Eğer birine tâbi olmak ona saygı göstermek, ona muhalefet etmek de tân etmek anlamına geliyorsa, Rasulullah’a muhalefet etmeyi, sünnete muhalif konularda imama tâbi olmayı nasıl caiz görebilirsiniz?! Halbuki o (imam) masum olmadığı gibi, onu tân etmek küfür de değil. Eğer imama muhalefet, onun tân edildiğini ifade ediyorsa, Rasulullah’a muhalefet onun tân edildiğini daha açık ifade etmektedir. Bilakis bu -Allah korusun- küfrün ta kendisidir.” Evet, biri bunu kalkıp söylese, verecek cevapları olmayacaktır. Verdikleri tek cevap -çoğu zamanda onlardan duyduğumuz- söyledikleri şu sözdür:
“Bizim sünneti bırakmamız, imama duyduğumuz güvene ve sünneti bizden daha iyi bildiği kanaatine dayanmaktadır.” Bu söze, çeşitli yönlerden cevap verecek olursak, sözü çok uzatırız. Bu yüzden bir yönüne cevap vermekle yetineceğiz. İnşaallah da yeterli cevap olacaktır. Şunu söylüyorum:
Sünneti sizden daha iyi bilen sadece sizin mezhep imamınız değil, ortada sünneti sizlerden daha iyi bilen onlarca hatta yüzlerce imam mevcuttur. Eğer sahih sünnet mezhebinize muhalif olarak gelir ve o imamlardan biri bu sünneti alırsa, böyle bir durumda o sünneti almak size göre vaciptir ve kat’i bir husustur. Çünkü biraz önce söylediğiniz söz burada geçerli değildir. Ayrıca size muhalif olan kimse itiraz ederek şöyle diyecektir: “Biz bu sünneti, bunu alan imama güvendiğimizden dolayı aldık.” Ona tâbi olmak, sünnete muhalif olan imama tâbi olmaktan evladır. Bu da herkesin anlayacağı açık bir şeydir.
Allahu Teâlâ da buyuruyor ki: “Ey iman edenler! Allah'ın Resûlü sizi, size hayat verecek şeylere dâvet ettiği zaman, hemen Allah'ın ve Resûlü’nün dâvetini kabul edin. Bilin ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer. O'nun huzurunda toplanacaksınız.”
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Bu bölüm Şeyh Nasıruddin el Albani’nin Sıfatu Salatin Nebi sallallahu aleyhi ve sellem adlı eserinin Mehmet Peker tarafından yapılan tercemesinden alınmıştır.
A'raf 3
Taberani(9/152) ricali sahih ile rivayet etmiştir; Mecmauz Zevaid(1/180) Beyhaki(10/116) Lalkai İtikadı Ehlis Sunne(1/93) İbni Hazm el İhkam(6/255) Hilye(1/136) Safvetus Safve(1/421)
sahihtir. Lalkai İtikad(1/116-117) Taberani Evsat(8/307) Darekutni İlel(6/81) İbni Hazm el İhkam(6/236) Ebu Nuaym Hilye(5/97) İbni Asakir(58/438) Mecmauz Zevaid(1/186)
İbn Abidin, Hâşiye (1/63), Resmul-Müfti (İbn Abidin'in risalelerinden biridir) 1/4'te, Şeyh Salih el-Fellâni İkaz'ul-Himem (s.62)'de nakletmişlerdir. Ayrıca İbn Abidin Şerhu'l-Hidaye'de İbnu'l-Humam'ın hocası İbnu'-Şahna el-Kebir'den şunu nakleder: "Eğer hadis sahih olur da, mezhebe muhalif olursa hadisle amel edilir. Bu da onun mezhebi olur. Hadisle amel etmekle de kişi Hanefi olmaktan çıkmaz. Çünkü Ebu Hanife'nin "Hadis sahih olursa benim mezhebim odur (hadistir)" sözü sahih bir yolla gelmiştir. "Nitekim İbn Abdilberr bunu Ebu Hanife ve başka alimlerden rivayet etmiştir." Derim ki: Bu, ilimlerinin ve takvalarının kamil olmasının bir sonucudur. Çünkü burada bütün sünneti kuşatamadıklarına işaret etmişlerdir. Daha sonra geleceği üzere İmam Şafii bunu açık bir şekilde ifade etmiştir. Yani, bazen onlar kendilerine ulaşmamış bir sünnete muhalif görüş serdedebilirler. Böyle bir durumda bizlere, sünnete tabi olmayı ve bunu onların mezhebi olarak kabul etmeyi emretmişlerdir. Allah hepsine rahmet eylesin.
İbn Abdilberr, el-İntika fi fedaili's-selaseti'l-eimmeti'l-fukaha s. 145 İbnu'l-Kayyim İ'lamu'l-Muvakkıîn (2/309). İbn Abidin el-Bahru'r-Raik'in Haşiyesi (6/293). Resmu'l-Müfti (s. 29, 32). Şarani el-Mizan 1/55'de ikinci rivayetle. Üçüncü rivayeti ise: Abbas ed-Dûrî İbn Main'in Tarihinde (6/77/1) İmam Züfer'den sahih bir senedle rivayet etmiştir. Bunun benzeri sözlerde Ebu Hanife'nin talebeleri Ebu Yusuf, İmam Züfer, Afiye b. Yezid'den rivayet edilmiştir. (el-İkaz s. 52) İbnu'l-Kayyim, Ebu Yusuf'tan gelen rivayetin sahih olduğunu söylemiştir. (2/344). Ayrıca el-İkaz'ın ziyadelerinde (s.65) İbni Abdil-Berr ve İbnu'l-Kayyim'den rivayet edilmiştir. Derim ki: Delillerini bilmeyenler hakkında söyledikleri bu ise, sözlerinin delile muhalif olduğunu bildiği halde delile muhalif fetva verenlerin durumu nedir acaba! Bu sözü iyice düşün. Çünkü bu tek başına körü körüne taklidi yıkmaya yeterlidir. Bundan dolayı bazı mukallidler Ebu Hanife'nin delilini bilmeden onun sözüyle fetva veremeyeceğini söylediğimde bunun Ebu Hanife'ye ait olduğunu reddetmektedir.
Derim ki: Bunun sebebi İmam çoğu zaman görüşlerini kıyasa dayandırmaktadır. Daha sonra daha güçlü bir kıyasa vakıf olur yahut Rasulullahtan konu hakkında bir hadis ona ulaşır, bunun üzerine onu alır ve eski görüşünü terkederdi. Şarani "el-Mizan" (1/62)'de özetle şunu söyler: "İmam Ebu Hanife hakkında bizim gibi her insaflının kanaati şudur: Şayet o, şeriat tedvin edildikten hafızların şeriati toplamak üzere yaptıkları rihleler bittikten sonra yaşamış olsaydı ve bunlara ulaşsaydı, bunları esas alır yapmış olduğu her kıyası da terkederdi. O zamanda diğer mezheplerde az olduğu gibi kıyas, onun mezhebinde de az olurdu. Ancak onun döneminde şeriat tabiinler ve etbau't-tabiin arasında köylerde ve şehirlerde dağınık bir halde olunca, mezhebinde kıyas diğer mezheplere oranlara -zarureten- daha çok olmuştur. Çünkü kıyas yaptığı meselede nass mevcut değildi. Diğer imamlar ise bundan farklıdır. Çünkü onların dönemlerinde hafızlar hadisleri cem işini bitirmişler ve onları tedvin etmişlerdi. Böylece hadisler birbirlerinin cevabı olmuşlardı. İşte kıyasın onun mezhebinde çok, diğerlerinin mezheplerinde az olmasının sebebi budur." Bunun büyük bir kısmını Ebu'l-Hasenât en-Nafiu'l-Kebir s. 135'te nakletmiş ona izah eder ve destekler mahiyette talik yapmıştır. Dileyen oraya bakabilir. Derim ki: Eğer bu Ebu Hanife'nin bazı sahih hadislere muhalefet etmiş olmadaki mazereti ise -kaldı ki bu kesinlikle geçerli bir mazerettir- o zaman bazı cahillerin yaptığı gibi ona ta'n etmek (tenkid edip eleştirmek ve eleştiride aşırı gitmek) caiz değildir. Bilakis ona karşı edepli olmak lazım gelir. Çünkü dinin korumasını yapan imamlardan bir imamdır. Dinin fer'i konuları hakkında ondan nice görüşler elimize ulaşmıştır. Ayrıca hata da etse, isabet de etse her halukarda ecrini alacaktır. Bunun yanında ona saygı duyanların, onun sahih hadislerle muhalif görüşlerine bağlı kalmaları da caiz değildir. Çünkü sözlerinde de beyan edildiği gibi bunlar onun mezhebi değildir. Bunlar bir vadide, diğerleri de bir başka vadidedir. Hak ise ikisinin arasındadır: "Rabbimiz bizlere ve iman etmede bizden önce gelen kardeşlerimize mağfiret et. Kalbimizde mü'min olanlara karşı en ufak bir kin bırakma. Rabbimiz sen raufsun, rahîmsin."
el-Fellâni, el-İkaz s.50. Ayrıca bunu İmam Muhammed'e de nispet etmiştir. Ardından şöyle demiştir: "Bu ve benzeri sözler tabi ki müçtehid için değildir. Çünkü bu hususta onların sözlerine ihtiyacı yoktur. Bilakis bu mukallid için geçerlidir." Derim ki: Şa'rani el-Mizan'da (1/26) bu söze binaen şunları söyler: "Şayet imamın vefat ettikten sonra sahih olduğu ve bunlarla amel etmediği ortaya çıkan hadisleri ne yapayım? dersen, cevabım şudur: Yapman gereken hadislerle amel etmektir. Çünkü imanım bunlara ulaşsaydı ve ona göre sahih olsaydı, belki bunlarla amel etmeyi sana emrederdi. Çünkü imamların hepsi şeriatin esiridir. Bunu yapan da iki eliyle hayrı kucaklamış olur. Kimde; "İmamım onunla amel etmedikçe bir hadisle amel etmem" derse hayrın çoğunu elinden kaçırır. Nitekim mezhep mukallitlerinin çoğunluğunun durumu böyledir. Halbuki yapmaları gereken imamlarının vasiyetini yerine getirmek üzere ondan sonra sahih olduğu ortaya çıkan her hadisle amel etmekti. Çünkü bizlerin onlar hakkındaki kanaatimiz şudur: Şayet onlar yaşasalardı ve onlardan sonra sahih olduğu ortaya çıkan bu hadisleri elde etselerdi hadisleri esas alır ve onlarla amel ederlerdi. Yapmış oldukları bütün kıyasları da, söylemiş oldukları sözleri de terkederlerdi.
İbn Abdilberr, el-Câmi (2/32). Ondan da İbn Hazm Usulü'l-Ahkam (6/149), yine el-Fellâni(s.72)
Bu sözün İmam Malik'e nisbeti müteahhir alimler arasında meşhurdur. İbn Abdilhadi, İrsâdû's-Salik (1/227)'te sahih olduğunu söylemiştir. İbn Abdilberr el-Câmi (2/91)'de İbn Hazm Usulü'l-Ahkam (6/145, 179)'da el-Hakem b. Uteybe ve Mücahid'in sözü olarak rivayet etmişlerdir. Takıyuddin es-Subki de el-Fetava (1/147)'da İbni Abbas'tan rivayet etmiş ve çok güzel bir söz olduğunu belirtmiştir. Ardından şöyle demiştir: Bu sözü İbn Abbas'tan Mücahid, onlardan da İmam Malik almıştır ve ondan meşhur olmuştur. Derim ki: Onlardan da İmam Ahmed almıştır. Ebu Davud Mesailu'l-İmam Ahmed s. 276'da diyorki: Ahmed'in şöyle dediğini işittim: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dışındaki herkesin muhakkak sözlerinden alınır da, bırakılır da...
İbn Ebi Hatim, el-Cerh ve't-Tadil'in mukaddimesi s. 31,32. Ayrıca Beyhaki Sünen'de (1/81)'de rivayet etmiştir.
İbn Hazm (6/118) diyor ki: "Taklid edilen fukahanın kendileri taklidi reddetmişlerdir. Talebelerini taklidden nehyetmişlerdir. Bu hususta en titizleri İmam Şafii'ydi. Sahih hadislere tabi olmak ve delilin gerektirdiğiyle amel etmek hususunda başkalarından daha açık ifadelerde bulunmuştur. (Ayrıca) herşeyde taklid edilmekten de beri olduğunu belirtmiştir. Bunu da açık bir şekilde ifade etmiştir. Allah ecrini bol bol versin, bir çok hayrın sebebi olmuştu."
Hakim, İmam Şafiî'den kendi senediyle muttasıl olarak rivâyet etmiştir. İbn Asakir'in “Tarih-u Dımeşk”ında da böyledir. (15/1/3) “İ'lâmu'l-muvakkiîn” (2/363-364) ve “el-İkâz”, s.100)
İbnu'l-Kayyim 2/361, el-Fellani s.68)
el-Heravi Zemmü'l-Kelam 3/47/1, Hatib el-İhticac bi'ş-Şafii 8/2, İbn Asakir 15/9/1, Nevevi el-Mecmu' 1/63, İbnu'l-Kayyim 2/361, Fellani s.100 ikinci rivayeti ise Ebu Nuaym el-Hilye (9/107)'de, İbn Hibban sahihinde (3/284) sahih bir senedle rivayet etmiştir.
Nevevi, a.g.e. Şa'rani (1/57) (Hakim ve Beyhaki'ye nispet ederek) Cellani (s.107) (rivayet etmişlerdir). Şarani diyor ki: "İbn Hazm dedi ki: Yani ona veya başka alimlere göre sahih olursa"
Derim ki: Bundan sonra gelen sözünde bunu açık bir şekilde ifade etmiştir. Nevevi özetle şunu söyler: "Mezhep alimlerimiz bununla, tesvib hastalık özründen dolayı ihramdan çıkmayı şart koşmak meselelerinde amel etmişlerdir. Bu meseleler dışında başka meseleler vardır. Mezhep kitaplarında olduğu gibi... Mezhebimizden hadise dayanarak fetva verdiği nakledilenlerden bazıları: Ebu Yakub el-Buvayti, Ebu'l-Kasım ed-Dâreki...dir. Bunu kullanan muhaddis arkadaşlarımız da: İmam Ebu Bekr el-Beyhaki vb. dir. Mezhebimizin eski mensuplarından bazıları, bir meselede hadis bulurlarsa, Şafii'nin mezhebi de o hadise muhalif ise hadisle amel eder ve ona dayanarak fetva verirlerdi. Ek olarak şunu söylerlerdi: "Şafii'nin mezhebi hadise muvafık olan şeydir."
Şeyh Ebu Amr diyor ki: Şafiilerden biri mezhebine muhalif bir hadis görürse bakar: Eğer mutlak manada -veya o bab yahut meselede- içtihadi unsurları haiz ise bağımsız olarak o hadisle amel edebilir. İçtihadi unsurları haiz değilse ayrıca hadise muhalefet etmek ağrına gidiyorsa ve hadise muhalefet etmeye sadra şifa bir cevap bulamıyorsa, Şafii dışında bir imam o hadisle amel etmişse, o da onunla amel edebilir. Bu da ona imamının mezhebini bırakma da mazeret olur. Bu söylediği güzel bir şeydir. Allah doğrusunu bilir. Derim ki: Ortada İbnu's-Salah'ın değinmediği bir suret daha var. O da: Eğer hadisle amel eden kimseyi bulamazsa, böyle bir durumda ne yapar? Bu soruya Takıyyuddin es-Subki: Mana "Kavli'ş-Şafii... ize sahhel hadis" (c.3, s.102)’de şöyle cevap vermiştir:
"Bana göre evla olan hadise tabi olmaktır. Kişi kendini Rasulullahın huzurunda ve hadisi ondan işittiğini farzetsin, amel etmekten geri kalabilir mi? Allah'a yemin olsun ki hayır. Herke de anladığı miktarla mükelleftir. Bu konunun izahını ve tamamını İ'lamu'l-Muvakkiin (2/302,370), el-Fellâni'nin: "İkaz'ü Himemi Uli'l-Ebsar, liliktidâi bi-seyyidil-muhacirin ve'l-ensar ve tahzirihim ani'l-ibtidâi'ş-Şâi fi'l-kura ve'l-emsar min taklidi'l-mezahib maa'l-hamiyyeti ve'l-asabiyyeti beyne fukahai'l-emsar" adlı eserinde bulabilirsin. Bu kitap da konusunda eşsiz bir kitaptır. Hakkı seven her kişinin bunu anlayarak ve üzerinde titizlikle durarak okuması gerekir.
Burada hitap İmam Ahmed b. Hanbel'e yöneliktir. Bunu, İbn Ebi Hatim Adabü'ş-Şafii (s.94-95)'de Ebu Nuaym el-Hilye'de (9/106) Hatib el-İhticac biş-Şafii (1/8)'de, ondan da İbn Asakir (1/9/15) İbn Abdilberr el-İntikâ (s.75)'de İbnü'l-Cevzi Menakibu'l-İmam Ahmed (s.499)'de, Herevi (2/47)'de, -üç yoldan Abdullah b. Ahmed b. Hanbel'den o da babasından, Şafii ona şöyle dedi... şeklinde- rivayet etmişlerdir. Ondan geldiği sahihtir. Bu yüzden İbnu'l-Kayyim İ'lam (2/325) Fellani'de el-İkaz (s.152)'de bu nisbetin kesin olduğunu belirtmiştir. Ardından diyor ki: "Beyhaki diyor ki: Bu yüzden Şafii'nin hadisi esas alması çoktur. Yani o, Hicaz, Şam, Yemen ve Irak ehlinin ilmini cem etmiştir. Tolerans tanımadan ve kendi beldesinin ehlinin mezhebine uyana meyletmeden sahih gördüğü her hadisi almıştır. Hakkı her gördüğü yerde... Ondan önce gelenler arasında sadece beldesinin mezhebiyle yetinip, muhalif olan sahihleri öğrenmek için çalışmayanlar vardır. Allah bize de, ona da mağfiret etsin.
Ebu Nuaym el-Hilye 9/107, Harevi 1/47, İbnu'l-Kayyim, İ'lamu'l-Muvakkiin 2/363, Fellani s.104
İbn Ebi Hatim Adabu'ş-Şafii s. 93. Ebu'l-Kasım es-Semerkandi "el-Emali, Ebu Hafs el-Müeddip Münteka (1/234) Ebu Nuaym el-Hilye (9/106) İbn Asakir (1/10/15) de sahih senedle rivayet etmişlerdir.
İbn Ebi Hatim s.93 Ebu Nuaym ve İbn Asakir (2/9/15) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.
İbn Ebi Hatim s. 93-94
İbnu'l-Cevzi, el-Menakib s.192
el-Fellani s.113, İbnu'l-Kayyim, İ'lam 2/302
Ebu Davud, Mesailu'l-İmam Ahmed, s. 276-277
İbn Abdilberr, el-Câmi' 2/149
İbnu'l-Cevzi s.182
Nisa 65
Nur 63
Derim ki: Bunu hatta babalarına ve alimlerine karşı yapmışlardır. Nitekim Tahavi Şerh Meani'l-Asar (1/372), Ebu Ya'la Müsned'inde (3/1317) ricali sika olan ceyyid bir senedle Salim b. Abdillah b. Ömer'den rivayet ettiler ki (Salim) diyor ki: "Mescidde İbn Ömer'le otururken Şamlılardan bir adam geldi ve ona hac zamanına kadar umreden faydalanmayı sordu? İbn Ömer dedi ki: Bu güzel bir şeydir. Adam dedi ki: "Ancak baban bunu nehyediyordu." Adama şöyle dedi: "Yazıklar olsun sana! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bunu yapmışken babam bunu nehyetse, sen kimin Rasulullahın emrine mi, babamın nehyine mi uyarsın? Dedi ki: "Rasulullahın emrine." Adama dedi ki: "Hadi kalk, git." İmam Ahmed (no: 5700) benzerini rivayet etmiştir. Tirmizi de (2/82) sahih olduğunu söylemiştir. İbn Asakir (1/51/7), İbn Ebi Zib'den şunu rivayet eder. Dedi ki: Sa'd b. İbrahim (yani Abdurrahman b. Avf'ın oğlu) bir adam hakkında Rabia b. Ebi Abdirrahman'ın görüşüne dayanarak hüküm verdi. Ben de ona verdiği hükme muhalif Rasulullahın bir haberini aktardım. Bunun üzerine Sa'd, Rabia'ya dedi ki: Bu İbn Ebi Zi'b. Bana göre sika (güvenilir) biridir. Bana da Rasulullahtan verdiğim hükme muhalif bir haber naklediyor. Rabia ona dedi ki: Sen içtihad ettin ve hükmünü verdin. Sad ise cevaben şöyle dedi: "Ne acayib bir durum! Sad'ın hükmünü uygulayacağım da Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hükmünü uygulamayacağım. Hayır, hayır. Sad'ın hükmünü reddedecek, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hükmünü yerine getireceğim. Bu sefer Sad davayı yazdığı kararnameyi getirtti ve yırttı. Ardından adamın lehine hüküm verdi."
Derim ki: Bilakis ecir bile alacaktır. Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: "Hakim içtihad eder de isabet ederse ona iki ecir vardır. Hüküm verirken içtihad eder de hata ederse ona da bir ecir vardır. Buhari-Müslim rivayet etmişlerdir.
İkazu'l-Himem'in talikinde nakletmiştir. s.93
el-Fellani s. 99
Vakıa 13-14
İbn Abidin, Haşiye 1/62, Leknevi "en-Nafiu'l-Kebir" (s.93)'de Gazali'ye nisbet etmiştir.
İmam Şafii'nin el-Ümm adlı kitabının hamişinde (kenarında) basılan "muhtasar" da şöyle demektedir: "Bu kitabı Muhammed b. İdris eş-Şafii'nin ilminden ve sözlerinin manasından özetledim. Öğrenmek isteyene yaklaştırmak üzere... Şunu da söyleyeyim ki (Şafii) kendisini ve başkalarını taklid etmeyi nehyetmiştir. "Dini için buna baksın ve kendi içinde ihtiyatlı olsun diye."
İmamına yirmi meselede muhalefet ettiğini de açık bir şekilde söylemiştir. Kitaptaki yerleri şunlardır: 42, 44, 103, 120, 158, 169, 172, 173, 228, 230, 240, 244, 274, 275, 284, 314, 331, 338, 355, 356. et-Talik el-Mümecced ala Muvatta-i Muhammed
Talebelerden olduğunu İbn Abidin Haşiye (1/74)'sinde, Resmül-Müfti (1/17)'de zikretmiştir. Kureşi de el-Cevahir el-Mudiyye fi Ahbari'l-Hanefiyye (s. 347)'de zikretmiş ve şöyle demiştir: "Hadis ehli bir insandı, sağlamdı. O ve kardeşi İbrahim dönemlerinde Belh'in hocalarıydılar.
el-Fevaid el-Behiyye fi Teracim el-Hanefiyye s.116
el-Bahru'r-Raik 6/93. Resmü'l-Müfti (1/28)
el-Fevaid s. 116. Ardından buna çok güzel bir talik yaparak şöyle demiştir: Derim ki: Bununla, Mekhul'ün Ebu Hanife'den naklettiği: "Namazda ellerini kaldıranın namazı bozulur" rivayetinin bâtıl olduğu ortaya çıkmaktadır. Biraz önce biyografisinde geçtiği gibi Emir Katib el-Etkani bu rivayete aldanmıştır. Çünkü İsam b. Yusuf, Ebu Yusuf'un derslerine devam edenlerdendi ve ellerini kaldırırdı. Bu rivayetin bir aslı olsaydı Ebu Yusuf ve İsam bunu bilirlerdi. Diyor ki: Ayrıca şu da bilinir: Bir hanefi meselelerden birinde imamının mezhebini delil güçlü olduğu için bıraksa, taklid çemberinden çıkmış olmaz. Görüyorsun ki İsam b. Yusuf el kaldırmama hususunda Ebu Hanife'nin mezhebini bırakmasına rağmen Hanefiler arasında sayılmaktadır. Diyor ki: "Zamanımızın cahillerini Allah'a şikayet ediyorum. Çünkü onlar bir meselede delil güçlü olduğu için mezhep imamına taklidi bırakanı tenkid ediyorlar ve mukallitlerinin dışında bırakıyorlar. Aslında bunlara şaşılmazda, çünkü bunlar avamdır. Bilakis şaşılacak olanlar, alimlere benzemeye çalışıp davarlar gibi yürümelerini taklid edenlerdir.
Nisa 65
Nur 51-52
(Ümmetimin ihtilafı rahmettir); Bunun aslı yoktur. Muhaddisler bu rivayetin senedini bulmak için çokça gayret sarf etmelerine rağmen bunda muvaffak olamamışlar. Ayrıca rivayet, manâ olarak da, muhakkik alimler tarafından münker görülmüştür. İbn Hazm şöyle der; «Bu söylenen en kötü sözlerdendir, çünkü eğer ihtilaf rahmet olursa o zaman ittifak ta gazab olur. Hiç bir müslüman da bunu söylemez. Çünkü ya ittifak ya da ihtilaf veya rahmet ya da gazab vardır.» İhkâm 5/64 Bu rivayetin kötü izlerinden birisi de, bir çok müslümanın aslı olmayan bu hadis sebebiyle, dört mezheb arasındaki şiddetli ihtilafları kabul etmesidir. İhtilafa düştükleri konularda Kur’an ve sahih sünnet’e katiyen dönme çabasında bulunmazlar. Aslında imamları (Allah onlardan razı olsun), onlara Kur’an ve sahih sünnete dönmelerini emretmişlerdir. Ancak mukallidler dört mezhebi çeşitli şeriatlar şeklinde görmekteler. Böylece şeriat’a zıtlık nisbet etmiş olmaktalar! Bu durum bu tür ihtilafların Allah’tan olmadığını gösteren en büyük delildir. Allah’ın; (Eğer o, Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok ihtilâf (tutarsızlık) bulurlardı.)“ (Nisa 82) ayetini düşünselerdi bu tutarsızlığın, bu çelişkinin Allah’tan olmadığını anlarlardı. Sonra nasıl olurda mezheblerin aralarındaki birbirlerine zıt ihtilaflar uyulan bir şeriat ve indirilen bir rahmet olabilir?! Aslı olmayan bu hadis sebebiyle müslümanlar, dört mezheb imamından sonra günümüze kadar, bir çok itikadî ve amelî meselelerde ihtilaf etmeye devam etmişler. Eğer onlar, bir çok Kur’an ayetinin ve hadislerin kötülediği ve İbn Mesud’un da şer olarak vasfettiği ihtilafı kötü görselerdi elbette ittifaka koşarlar, çoğu konularda da doğruyu yanlıştan, hakkı da batıldan ayırırlardı. Sonra da aralarında olabilecek bazı ihtilaflardan dolayı da birbirlerini mazûr görürlerdi. Ancak niçin uğraşsınlar ki, zaten onlar ihtilafın rahmet, mezhebleri de bu ihtilaflı haliyle çeşitli şeriatler olduğunu görmekteler?! Sözün özü şudur; dinde ihtilaf kötülenmiştir. Ondan kurtulmaya çalışmak gerekmektedir. Çünkü ihtilaf, ümmetin zayıflamasına sebebtir. Allahu Teala’nın dediği gibi: (Birbirinizle çekişmeyin, sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider.) Enfâl 46 Çekişme, ihtilaf’a rızâ göstermek ve bunun rahmet olduğunu söylemek, ayeti kerim’e ile çatışmaktadır. Bu konuyla ilgili, aslı olmayan bu rivâyetten başka hiçbir dayanakları yoktur.
(Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidâyet bulursunuz) Bu hadis uydurmadır. (İbn Abdi’l Berr, Camiul- İlm (2/91), İbn Hazm, İhkâm (6/82) Ravilerinden olan Sellâm b. Suleym yalancı olup, İbn Hibban’ın da dediği gibi uydurma hadisler rivayet etmiştir. Diğer bir râvi olan Hâris b. Gusayn ise bilinmemektedir. Buna rağmen Şa’rânî şöyle der:« Bu hadis hakkında muhaddisler (zayıflığına dair) konuşmuş olsalar bile, keşf ehline göre sahihtir!» Mizân (1/28) Ancak Şa’rânî’nin bu sözü hiç şüphesiz batıldır! Çünkü keşf yoluyla hadislerin tashih edilmesi tasavvufi bir bid’attır. Bunu asıl kabul etmek, biraz önceki hadis gibi aslı olmayan batıl hadislerin sahih olduğunu kabule götürmesi demektir. Keşf, sahih olarak vukû bulur ise, en iyi durumda bile, rey ile aynı derecededir. Rey ise, hata da eder isabet de edebilir. Tabi ki buna heva karışmamış ise bu böyledir. Allah’ın rızası olmayan her şeyden selâmet dileriz. El-Hatib’in el Kifâye s.48’de rivayet ettiği daha uzun metinden oluşan diğer bir uydurma hadis hakkında es-Suyutî şöyle der: « Bu hadiste bazı faideler vardır, şöyle ki; Resûl (s.a.s)’in kendisinden sonra furu’da ki ihtilafları haber vermesi onun mucizelerindendir, çünkü bu gaybtan haber vermektir. Ve onun buna rızası ve onayı söz konusudur. Öyle ki bunu rahmet kılmış ve mükellefi istediğini almakta serbest bırakmıştır...»! Buna cevap olarak şöyle denir; önce es-Suyutî’nin rivayetin sahih olduğunu isbat etmesi gerekir ki, sonradan da o rivayetten hükümler çıkarabilsin. Bu rivayetin uydurma olduğuna bir başka delil de; nasıl olur da Peygamber (s.a.s) sahabeden olan her bir ferde uymamızı tavsiye edebilir? Kaldı ki sahabe arasında âlim olduğu gibi, ilimde orta seviyeli ve daha da aşağı olanlar vardı. Konuyla ilgili gelen rivayetlerin uydurma olduğunu söyleyen İbn Hazm şöyle devam eder: «Çünkü Allah Teala Peygamberi (s.a.s)’i (O, arzusuna göre konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir) (Necm 3-4) şeklinde nitelendiriyor ise, Peygamber (s.a.s.)’in şeria’ta dair bütün sözlerinin gerçek ve şüphesiz olarak Allah’tan geldiği anlaşılır. Allah’tan gelen şeyde de ihtilaf olmaz. Çünkü ayette (Eğer o (Kur’an), Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı)(Nisa 82) buyurulmuştur. Allah; (Birbirinizle çekişmeyin ) ayetiyle bizlere tefrika ve ihtilafı yasaklar. Dolayısıyla sahabeden her birine tâbî olmamızı Allah Resulu (s.a.s)’in bizlere emretmesi imkansızdır. Çünkü sahabenin içerisinde birisinin helal kıldığını haram kılan bulunabilmektedir. Eğer durum böyle olsaydı, Semure b. Cundup’a uyarak içkinin satışı helâl olurdu. Ebû Talha’ya uyarak ta oruçlunun dolu yemesi helâl olurdu (orucu bozulmazdı). Bunlar diğer sahabelere tâbî olunduğunda da haram oluyor. İbn Hazm Allah Resulu (s.a.s)’in ölümünden önce ve sonraki dönemde sahabe’den sadır olan sünnete isabet edemedikleri bazı görüşleri uzunca anlattıktan sonra şöyle der; «Nasıl olurda hem hata hem de isabet eden bir kavmi taklid etmemiz caiz olur »? Konuyla ilgili diğer bir uydurma rivayette: (Ehli beytim yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayet bulursunuz) Ravilerinden olan Ahmed b. Kâsım er-Reyyân hakkında ez-Zehebî, yalancı olduğunu söyler. Bu rivayet yalancı olan Ahmed b. Nubeyt nüshasındadır. Dolayısıyla İbn Arrâk Tezih eş-Şeria’da(2/419) rivayetin uydurma olduğunu beyan eder.
Enfal 46
Rum 31-32
Hud 118-119
Ayrıntılı bilgi isteyen bir önceki kaynağa bakabilir.
Bkz. Feydu'l-Kadir, el-Münavi (1/209) veya Silsiletu'l-Ahadisi'd-Daifa (1/76-77)
İbn Abdilberr, Câmiu Beyani'l-İlm 2/81-82)
a.g.e. 2/82-88-89
a.g.e. 2/83-84
a.g.e. 2/89
Bkz. el-İntika, İbn Abdilberr(41) Keşfu'l-Muğatta fi Fadli'l-Muvatta, Hafız İbn Asakir(s.6,7), Tezkiretü'l-Huffaz, Zehebi(1/195)
Bkz. Ma lâ yecuzu'l-hilafu fihî kitabının sekizinci bölümü.(s. 65-72) Orada işaret ettiğimiz konulara birçok örnek bulursun. Bazıları Ezher alimlerinden sadır olmuştur.
el-Bahru'r-Râik
Müslümanlar dışında İslama davet edilen sair ümmet
Şimdi ben de diyorum ki: Gazali'nin son dönemlerindeki çoğu kitabı, mesela "Fıkıhçılar ile Hadisçiler Arasında Sünnet" kitabı bizzat kendisininde "kendileri şaşkın duruma düşen" davetçilerden olduğunu göstermektedir. Daha önceleri de gerek bazı meseleler etrafında söylediği ve münakaşa ettiğimiz konuşmalarında gerekse telif ettiği kitaplarda bu şaşkınlığı seziyorduk. Sünnetten ayrılıp hadisleri tashih veya tad'if etmekte aklının hakemliğine başvurduğunu görmüştük. Bu konularda hadis ilimleri ve bu ilimde mütehassıs olan alimlere pek müracaat da etmezdi. Bilakis hoşuna giden hadislere zayıf da olsa sahih, hoşuna gitmeyene sahih ve müttefekun aleyh de olsa zayıf diyordu. Nitekim bunu kendisinin Fıkhu's-Sire kitabının tahricini yaptığım esnada yazmış olduğum mukaddimeye verdiği reddiyede açık bir şekilde görebilirsin. Tahric işini Ezherli bazı kardeşlerimizin vasıtasıyla onun isteği doğrultusunda yapmaya başladım. Bunu istemesinin sebebi sünnete ve sirete verdiği önemden ona, ondan olmayan şeylerin girmemesine gösterdiği titizlikten kaynaklanıyor zannediyordum. İşaret edilen reddiyede (adı: Bu kitabın hadislerine dair) yaptığım tahricden memnun olduğunu söylemesine rağmen, kendisinin neden zayıf hadisleri kabul ettiğini ayrıca neden sahih hadisleri reddettiğini beyan eden metodu hakkında izahatta bulunmuştu. Bunda sadece metne bakmayı esas alıyordu. Ancak kendisi bunu yapmakla ilmi tahriclerin kendisine göre bir kıymetinin olmadığını ifade etmekteydi. Çünkü hadis her halukarda mantıki tenkide açıktır. Ancak mantıki tenkid kişiden kişiye değişiklik arzeder. Şuna göre kabul gören, buna göre kabul görmeyebilir. Bunun aksi de sözkonusudur. Böylece din heva ve hevesten ibaret olur, şahsi bakış açısı dışında kaide ve kuralı olmaz. Halbuki bu bütün İslam alimlerinin ittifak ettikleri; "isnad (sened) dindendir. İsnad olmasaydı dileyen dilediğini söylerdi" kaidesine muhalif bir tutumdur. Gazali'nin de Siret'inin hadislerinin çoğunda yaptığı budur. Kitabında bulunan hadislerin büyük bir kısmı -yaptığım tahriçlerde açıkça görüldüğü üzere- mu'dal, mürsel, müsned olanları ise zayıf iken bu zikredilen başlığın altında kendini beğenmiş bir edayla şöyle diyor: "Dosdoğru metottan ayrılmamaya çaba gösterdim. Ayrıca saygın kaynaklara dayanmaya özen gösterdim. Bu alanda iyi bir derece yakaladığıma inanıyorum. Basiretli alimlerin nefsinin mutmain olduğu haberleri topladım zannediyorum." Dediği bu! Fakat ona sorulsa: Bu içtihadında (çabalarında) takip ettiğin kaide nedir? Bu kaide Nebevi Siret'te sahih rivayetin tespit edilebileceği tek yol olan Hadis Usulü ilmi mi? Vereceği tek cevap "şahsi bakış açısı"na dayanmak olacaktır. Bunun meydana getireceği fesada biraz önce işaret etmiştik. Delili de senedi sahih olmayan hadise sahih, senedi sahih olana -hatta Buhari, Müslim'in sahih dediğine- zayıf demesidir. Nitekim işaret ettiğim ve kitabın dördüncü baskısıyla basılan mukaddimede bunları izah ettim. Ancak daha sonraki Şam-Daru'l-Kalem baskısı ve başka baskılarda -maalesef- bunu kaldırmıştır. Onun bu yaptığı bazı kimselerin, bu isteğinin altında yatan kitabının, sünnete hizmet eden, onu koruyup şahsi bakış açılarıyla değil de, ilmi kaideler ışığında sahihi zayıfından temyiz eden alimlerin çabalarını takdir eden okuyucular arasında revac bulmasını sağlamak olduğunu zannetmelerine yol açmıştır. Nitekim Gazali bu kitabında ve son kitabı "Fıkıhçılar ve Hadisçiler Arasında Sünnet" kitabında böyle yapmıştır. İnsanlar açıkça anlamışlardır ki o metod olarak mutezile metoduna uymuştur. Ayrıca ona göre hadis alimlerinin hadislerin tashih ve taz'ifinde yıllar boyu harcadıkları çabaların hiçbir değeri yoktur. Buna ek olarak fıkıh imamlarının usul kaidelerini belirlerken ve bunlara fer'i konuları bina ederken yapmış olduklarının da bir değeri yoktur. Çünkü o, hiçbir kaide ve usule bağlı kalmadan istediğini almakta, istediğini de bırakmaktadır. Birçok faziletli alim -Allah onlardan razı olsun- ona reddiyeler verdiler, onun şaşkınlığı ve sapmalarını ayrıntılı bir şekilde izah ettiler. Bu alanda elime geçen en güzel reddiye, Dr. Rabi b. Hadi el-Medhali'nin Afganistan'da yayınlanan el-Mücahid, s. 9-11'de verdiği reddiye ile Salih b. Abdilaziz b. Muhammed Ale'ş-Şeyh'in "el-Mi'yar li-ilmi'l-Gazali (Gazali'nin ilminin ölçüsü)" adlı risalesidir.
Buhâri, İ'tisâm 21 Müslim(1716) Ebu Dâvud(3574) Tirmizi(1326) Nesâi(8/224).
Biraz önce geçen Müzeni ve İbn Receb'in sözlerine bakın
Buharî, Ta'bir 11, 47 Müslim(2269) Tirmizî(2294) Ebu Dâvud(4632) İbnu Mâce(3918) bkz. el-Ahadis-Sahiha 121
Enfal 24
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Sahih ilmihaldeki yanlışlar .....Kime göre hangsi sahih? Arkadaşlar şu ilmihal dışındaki şeyler sahih değildir ve amel edilemez gibi anlatım yapılması müellifin çokça sıkıştırdığı konudur.Dikkatli olmak lazım..Hemen örnekledireyim .....

Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş sahih İlmihal, yeni baskı S. 169. derki

Secdeye Giderken Ellerin Dizlerden Önce Yere Konucağı

Ebu Hureyre radiyallahu anh Şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Sizden biriniz secde ettiği vakit, devenin çöktüğü gibi çökmesin. Önce ellerini, sonra dizlerini koysun." (s.169)

DİZLERİ ELLERDEN ÖNCE KOYMA HADİSİNİN ZAYIF OLUŞU
Vail ibnu Hucr radiyallahu anh'dan: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem secdeye gittiği vakit, dizlerini ellerinden önce koyardı. (Secdeden kıyama) kalktığı zaman da ellerini dizlerinden önce kaldırırdı.671 Ebu Ġsa (et-Tirmizi) bu hadis hasen garib'dir. "ġerik "den bu hadisi baĢka birinin rivayet ettiğini bilmiyoruz dedi. Darekutni de Sünenin'de "ġerik" rivayetinde teferrüd ettiği zaman onun rivayeti zayıfdır dedi. Yukarıda görüldüğü gibi Vail'in hadisi isnad olarak zayıfdır. Ma'lum olduğu gibi zayıf hadisle amel etmek caiz değildir. Sahih olan Ebu Hureyre ve Ġbnu Ömer hadisleridir. ( Namaz Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş ; Kuran ve sünnet ışığında sahih İlmihal, yeni baskı S. 169.)


Oysa İbni Kayyim de şöyle söylemiştir:
"Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet edilen hadisi Buhari, Tirmizi ve Darekutni illetli (zayıf, senedi sağlam olmayan) bulmuşlardır." (eli'la (3/26-27)Şerhu's-Sunne (2/134-135) Cami'ul Usul(51378))


Ebu Davud, Ebu Hureyre (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir:
"Rasulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Biriniz secde ettiğinde devenin çökmesi gibi çökmesin. Ellerini dizle*rinden önce koysun."
Bir başka rivayete göre ise şöyle söylemiştir:
"Biriniz öne doğru gidip namazında devenin çökmesi gibi çöküyor."

"Ellerini dizlerinden önce koysun" ibaresinde emir sigasının kullanılması problem oluşturmaktadır. Çünkü deve çökerken ön ayaklarını arka ayakların*dan önce koymaktadır. Böyleyken nasıl önce deve gibi çökmekten nehyedilir de sonra öncelikle ellerin yere konması emredilir.
En doğrusunu Allah bilir de, bundan dolayı Cami'u'1-Usul müellifi cümleyi "koyar" ibaresiyle vermiştir.
Bu durumda yukarıdaki hadisin anlamı şöyle olur:
"Biriniz secde ettiğinde devenin çökmesi gibi çökmesin.
(Ebu Davud (1/222) Kitabu's-Salat, 140-Kişinin (namazda secdeye giderken) elleri*ni dizlerinden önce nasıl koyacağı babı. Nesai (21207) 12-Kitabu't-Tatbik, 38-Kişinin secdeye giderken yere ilk ulaşacak organının hangisi olduğu babı İsnadı hasendir.)
O ellerini dizlerinden yani ön ayaklarını arka ayaklarından önce koyar. Ancak bazılarının "devenin dizleri ellerindedir (yani ön ayaklanndadır)" demeleri de problemi çözmemektedir. Çünkü onların dedikleri gibi olsaydı (devenin çökmesi hakkında kullanılan "bereke" fiili kullanılarak:
"Devenin çökmesi gibi çöksun. Şüphesiz o yere ilk önce ellerini (yani ön ayaklarını) koyar" denirdi.

Tirmizi'nin haşiyesinde şöyle denmektedir:
"Bu hadisin baş tarafının son tarafına ters olduğu açıktır. Çünkü biri diz*lerinden önce ellerini yere koyunca devenin çöküşü gibi çökmüş olur. Bazılarının buradaki tersliği gidermek için söyledikleri, insanın dizlerinin ayaklarında, dört ayaklıların dizlerinin ise ellerinde (ön ayaklarında) olduğu sözünü Kamus müellifi Seferu's-Se'ade'de reddetmiş ve şöyle söylemiştir:
"Bu, tamamen yanlış bir iddiadır ve dil konusundaki Önderlerin açıkla*malarına terstir."



İnsanı hayrete düşüren ise Albani'nin İbni Kayyıma şu sözlerdir.
''Ancak İbn Kayyim bu açıklama için tuhaf bir değerlendirmede bulunmuş, şöyle demiştir:
“Bu, aklın almayacağı bir sözdür. Dilbilimciler bunu bu şekilde bilme*mektedirler.”
ardından Albani şu veciz cümleyi kurabilmektedir;Devenin muhalafeti şöyledir: O çökerken, ellerinden önce dizlerini ye*re koyar. Devenin ön ayakları onun elleri mesabesindedir. Lisanü’l-Arab vdğ. sözlüklerde bu şekilde açıklanmıştır

Deve görmeyen bir millet için ,Devenin önayakları elleri mesabesinde olduğunu kabul edip,ardından ellerinden önce dizlerini koymakla muhalefet etiğini söylemek nasıl bir zorakiliktir yorumu okuyucuya bırakıyorum.Sizce tuhaflık İbni Kayyımda mı? Yoksa deve gördüğüne inandığımız Albani'demi?


İşte size İbni Kayyım'ın akli ve nakli delilleri;

"Allah Rasûlu'nü (s.a.) gözetledim; secde ederken dizle*rini ellerinden önce yere koydu. Secdeden kalkarken de ellerini dizlerinden önce yerden kaldırdı. " ( Ebu Davud, 838; Tirmizî, 268;,Nesâî, 2/207; İbn Mâce, 882; İbn Hibbân, 487. Se-nedde geçen Şerîk, sadûk ise de çok hata yapan biridir. Hemmâm, Şerîk'e, Âsim yoluyla (Âsim'ın) babasından mürsel olarak rivayette bulunarak mütâbaat etmiştir. Dârakutnî, Hâkim (1/226) ve Beyhakî Enes'den rivayet eder ki: "Hz. Peygamber (s.a.) sonra tekbir alarak yere indi, dizleri ellerinden önce yere dokundu." Beyhakî: "Bu hadisi meçhul bir râvi olan el-Alâ b. İsmail el-Attâr tek başına rivayet etmiştir." diyor. Tirmizî ise Şerîk'in rivayet ettiği hadis hakkında diyor ki: Bu hadis hasen-garibtir. Şerîk'den başkasının rivayet ettiğini bilmiyoruz. Çoğunluk ilim adamının ameli bu hadis üzeredir, namaz kılan adam dizlerini ellerinden önce yere kor, görü*şündedirler.) Bunun aksini yaptığı nakledilmemiştir.(54)

Ebu Hureyre'nin Hz. Peygamber'den (s,a.) naklettiği: "Herhangi biri*niz secde edeceği zaman deve gibi çökmesin; ellerini dizlerinden Önce yere koysun" hadisinde (Ebu Davud, 840; Nesâî, 2/207; Ahmed, Müsned, 2/381. İsnadı sahihtir. Âlimler elleri ya da dizleri önce koyma konusunda fazlaca görüş ayrılığına düşmüşlerdir.
Evzâî ve Mâlik elleri dizlerden önce yere koymanın müstehab olduğunu savunmuşlar*dır. Muğnî sahibi İbn Kudâme'nin (1/514) kaydettiğine göre İmam Ahmed'den gelen bir rivayet de bu yoldadır. Pekçok muhaddis de bu görüşü paylaşmaktadırlar. îbn Ömer'in yapıp Hz. Peygamber'in (s.a.) de aynısını yaptığım haber verdiği sabitleş-mistir. Buharî, Sahth'inde (10/128) diyor ki: Nâfi: "İbn Ömer ellerini dizlerinden önce yere kordu" demiştir. İbn Huzeyme (627), Hâkim (1/226) ve Beyhakî (2/100), Buharî'nin ta'lîkan verdiği bu rivayeti muttasıl senedle ve sahih bir isnadla rivayet etmişlerdir. Şafiî ise secde ederken önce dizlerin, sonra ellerin konmasını müstehab saymaktadır. Tirmizî ve el-Hattâbî: "Âlimlerin çoğunluğu bu görüştedir" diyorlar. Kadı Ebu't-Tayyib, fakîhlerin umumunun bu görüşte olduğunu aktarır, İbnü'I-Münzir ise Hz. Ömer, en-Nehaî, Müslim b. Yesâr, Süfyân es-Sevrî, Ahmed, tshâk ve re'yci-lerin (Ebu Hanîfe ve arkadaşları) bu görüşte olduğunu kaydettikten sonra "Benim görüşüm de budur" der.
Allâme Ahmed Şâkir (r.h.), Tirmizî'ye yazdığı ta'lîkında (2/58,59) diyor ki: İki hadisin İlletlerinin gösteriminde âlimlerin söyledikleri sözlerden anlaşılan o ki; bu Ebu Hureyre hadisi, sahîh bir hadisdir. Vâil hadisinden daha sahihtir ve aynı zaman*da kavlî (= söz ile ifade edilmiş) bir hadis olup — usulcülerce en tercihe şayan görüşe göre— kavlî hadis fiilî hadise tercih edilir. Bk. Fethu'l-Bâri, 2/241; Tuhfetu'i-Ahvezî, 2/134, 140; Sübülü's-Selâm, 1/263, 265; Tirmizî, 2/58, 59 (Ahmed Şâkir tahkiklisi olan); Nevevî, Şerhu'l-Mühezzeb, 3/393,395.) —Allah en iyi bilir ya— râvilerden biri vehmetmiş (yanılmıştır). Çünkü hadisin başı sonuyla çelişmektedir. Zira ellerini dizle*rinden önce yere koyduğunda deve gibi çökmüş olur. Çünkü deve önce ellerini ( = ön ayaklarını) yere kor. Bu görüşü savunanlar durumu bildikle*rinden: "Devenin dizleri (arka) ayaklarında değil, ön ayaklarındadır. Deve yere çökerken Önce dizlerini yere kor. İşte hadiste yasaklanan fiil budur" demişlerdir.

Bu söz pek çok yönden sakattır:

1- Deve yere çökerken önce önayaklarını yere kor; arka ayaklan dik kalır. Kalkacağı zaman önce arka ayaklarını kaldırır; bu esnada ön ayakla*rı yerde kalır. İşte Hz. Peygamber'in (s.a.) yasakladığı ve aksini yaptığı şey budur.
Uzuvlarını yakınlık derecelerine göre —yere en yakın olan ilk dokuna*cak şekilde— yere indirirdi. Yerden kalkarken de yine en üstteki uzvu ilk kaldırmak suretiyle diğerlerini de sırasıyla kaldırırdı. Yere önce dizlerini, sonra ellerini daha sonra da alnını kordu. Kalkacağı zaman da önce başını, sonra ellerini, daha sonra da dizlerini kaldırırdı. Bu durum deve iniş ve kalkışının aksinedir.
Hz. Peygamber (s.a.) namazda hayvanlara benzemeyi yasaklamıştır. Böylece deve gibi çökmekten, tilki gibi sağa-sola bakmak*tan, canavar gibi kollan yere sermekten köpek gibi kaba etleri yere daya*yıp bacakları dikmekten, karga gibi gagalamaktan (yani secdeleri alelacele yapmaktan) (Ebu Davud (862), İbn Mâce (1429), Nesâî (2/214), Dârimî (1/303) ve Ahmed'in (3/428, 444) rivayetlerine göre "Allah Rasûlü (s.a.) karga gibi gagalamaktan, canavar gibi kollan yere yaymaktan ve bir kimsenin mescidde deve gibi yer tutmasından men etti." Hadisin senedinde yalnızca bir zayıf râvî vardır. Bu hadise şâhid bir hadisi Ah*med (5/447), Ebu Seleme'den rivayet ediyor. Ancak bu da zayıftır. Münzirî'nin isnadını sahîh saydığı ve Ahmed'in (2/265,311) rivayet ettiği bir hadisde Ebu Hureyre diyor ki: "Dostum (Hz. Peygamber) bana üç şeyi tavsiye etti ve beni üç şeyden yasakladı. Beni horoz gibi gagalamaktan, köpek gibi kaba etleri yere dayayıp bacakları dikmek*ten ve tilki gibi sağa-soia bakmaktan yasakladı,..".Buharî (2/249), Muslim (493),
Ebu Davud (897) ve Tirmizî (276) Enes'in şöyle dediğini rivayet ederler: Allah Rasûlu (s.a.): "Secdede itidal üzere olun. Herhangi biriniz kollarını köpek gibi yere yay*masın. " buyurdu.) ve selâm verirken elleri kötü huylu atlann diretirken kuyruklannı kaldırdıkları gibi kaldırmaktan menetmiştir. (Muslim, 430; Nesâî, 3/5.)
Şu halde namaz kılan kişinin hareketleri, hayvanların hareketlerine aykırı demektir.

2- "Devenin dizleri ön ayaklarındadır" demeleri ise makul bir söz de*ğildir. Hem lügat bilginleri de böyle bir tanım yapmamaktadırlar. (Aksine bir çok lügat bilgini bu şekilde tarif etmiştir. Lîsanu'l-Arab'da "r-k-b" mad*desinde: "Devenin dizi elinde (ön ayağında)dir... her dört ayaklı hayvanın dizleri ön ayaklanndadır." denilmektedir. Tahâvî'nin Şerhu Meâni'l-Âsar adlı eserinde (1/254) hadisi tesbit, tashih ve ondan imkânsızlığı gidermek sadedinde deniyor ki: Devenin dizleri —aynı şekilde diğer dört ayakiı hayvanlarınki de— ön ayaklarındadır. İnsanoğulununki böyle değildir. Bu yüzden: "Devenin ön ayaklanndaki dizleri üzerine çök*tüğü gibi namaz kılan kişi ayaklanndaki dizleri üzerine çökmesin. Önce kendilerinde diz bulunmayan ellerini, sonra dizlerini yere koysun. Böylece bu konuda devenin yaptığının aksini yapmış olur" buyurmuştur.
İmam Kasım b. Sabit es-Serakustî, Garîbu'I-Hadîs adlı eserinde (2/70) Ebu Hureyre'den sahih bir senedle "Hiç kimse serseri deve gibi çökmesin" hadisini rivayet eder ve der ki: "Bu secdededir. Demek istiyor ki, önce dizlerini yere koyan huysuz, serseri deve gibi kendini yere atmasın. Sakince iniş yapsın, önce ellerini sonra dizlerini yere koysun. Bu konuda açıklayıcı bir merfû hadis rivayet edilmiştir." Sonra İmâm bu hadisi kaydediyor)
' Diz yalnızca arka ayaklardadır. Devenin ön ayaklarındakilere diz adı verilmesi tağlîb (galib kılma) yoluyladır.


3- Onların dedikleri gibi olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.): "Deve gibi çoksun" buyururdu. Çünkü devenin yere ilk gelen kısmı elleridir.
Proble*min iç yüzü şudur: Kim devenin çöküş şeklini düşünür ve Hz. Peygamber'-in (s.a.) de deve gibi çökmeyi yasakladığını bilirse Vâil b. Hucr hadisinin doğru olduğunu da bilir. Allah en iyi bilendir.
Bana öyle geliyordu ki Ebu Hureyre'nin naklettiği hadis, daha önce de söylediğimiz gibi, metni ve aslı râvilerinden biri tarafından tersine çev*rilmiş (maklûb) bir hadistir. Her halde aslı: "Dizlerini ellerinden önce yere koysun" şeklindedir. Böyle râvileri tarafından tersine çevrilen bir kaç ha*disi örnek olarak zikredecek olursak:

a) Râvilerden biri İbn Ömer'den nakledilen:
"Bilâl gece ezan okur. Siz, İbn Ummi Mektûm ezan okuyuncaya kadar yeyin, için." hadisini ter*sine çevirip: "İbn Ummi Mektûm gece ezan okur. Siz, Bilâl ezan okuyun*caya kadar yeyin, için" şeklinde nakletmiştik (Hafız İbn Hacer, Fethu'i-Bârî (2/58) adlı eserinde diyor ki: İbn Abdilber ve bir)

b) Bazıları da "Cehennemlikler ahirette cehenneme atıldıkça, cehen*nem: Daha yok mu? diye soracak... Cennete gelince, Allah onun için yeni*den bir halk yaratır, onları cennete yerleştirir." (Buharı, 65/1; Muslim, 2846 (36). Maklûb rivayet de Buharî'dedir. Ebu'I-Hasen el-Kâbisî diyor ki: Burada bilinen, "Allah cennet için yeniden bir halk yaratır. Cehen*neme gelince, Allah ayağını onun için basar..." şeklinde olmasıdır. Bu (maklûb ha*dis) dışında hiçbir hadisde "Allah cehennem için yeniden bir halk yaratır" dendiğini bilmiyorum.) hadisini "Cehenneme gelince; Allah, onun için yeniden bir halk yaratır, onları, cehenneme yer*leştirir." şeklinde rivayet etmişlerdir.
Nitekim konumuz olan hadisi Ebu Bekir İbn Ebî Şeybe'nin aynen bu şekilde rivayet ettiğini gördüm:
İbn Ebî Şeybe, Muhammed b. Fudayl-Abdullah b. Saîd-dedesi-Ebu Hureyre senediyle Hz. Peygamber'in (s.a.) şöyle buyurduklarını nakleder:
"Herhangi biriniz secdeye gideceğinde ellerinden önce dizlerini yere koymakla secdeye başlasın. Erkek deve gibi çökmesin." (Hadis zayıftır. İkinci rivayeti Beyhakî, Sünen'inde (2/100) rivayet etmiştir ki, o da zayıftır.)
Esrem de bu hadisi, Sünen'inde Hz. Ebu Bekir'den aynı şekilde nakleder.

•Ebu Hureyre yoluyla Hz. Peygamber'den (s.a.) bunu doğrulayıcı ve Vâil b. Hucr hadisine muvafık bir hadis nakledilmiştir.
İbn Ebî Davud, Yusuf b. Adiy-Muhammed b. Fudayl-Abdullah b. Saîd-Dedesi-Ebu Hu*reyre senediyle rivayet eder ki Hz. Peygamber (s.a.) ellerinden önce dizleri*ni yere koyarak secdeye başlardı.
İbn Huzeyme, Sahih'inde Mus'ab b.Sa'd'ın, babası (Sa'd b.Ebî Vak-kâs)'dan şu sözleri duyduğunu nakleder:
Elleri dizlerden önce yere koyar*dık. Bize dizleri ellerden önce yere koyma emredildi (İbn Huzeyme, Sahîh, 628; Beyhakî, 2/100. Hadis zayıftır. Hafız İbn Hacer, Fethu'l-BârFde (2/241) diyor ki: İbn Huzeyme, Ebu Hureyre hadisinin bu Sa'd hadisi ile mensüh olduğunu iddia etmiştir. Hadîs sahih olsa tartışmayı keserdi. Ancak İbrahim b. İsmail b. Yahya b. Seleme b. KüheyPin, babasından, yalnız başına rivayet ettiği hadislerdendir. Hem o, hem de babası zayıf râvidirler)'
Buna göre Ebu grup âlim hadisin maklûb olduğunu ve'bölümdeki (Bilâl gece ezan okur...) hadisinin doğruluğunu iddia etmişlerdir. Hadisin, İbn Huzeyme'nin Sahih'inde iki ayrı senedle Hz. Âişe'den nakledildiğini ve bazı lafızlarında hata edilmiş olması ihtimalini azaltan şu sözleri görünceye kadar ben de bu görüşe meylederdim: "Amr'ın ezan okuması sizi aldatmasın; çünkü onun gözü kördür. Bilâl ezan okuyunca hiç kimse birşey ye*mesin."
Hureyre hadisi sağlam ulaştırılmış olsa bile mensuh demektir. Nitekim el-Muğnl sahibi (İbn Kudâme) ve bazı müelliflerin düşünceleri de bu yolda*dır. Ancak bu hadisin iki illeti var:

1- Naklettiği hadisler delil teşkil etmeyecek biri olan Yahya b. Seleme b. Küheyl tarafından nakledilmiştir. Onun hakkında en-Nesâî: "Metruk", İbn Hıbbân: "Cidden münkeru'l-hadistir. Naklettiği hadis delil olmaz" ve İbn Maîn "Hiçtir" demiştir.

2- Mus'ab b. Sa'd'ın babasından naklettiği sağlam yolla ulaştırılmış rivayet tatbîk (Tatbîk: Rukû ederken iki avucu birbirine yapıştırıp iki dizin arasına koymak) olayıdır; Sa'd'ın sözü de: "Biz böyle yapardık; ellerimizi dizler üzerine koymamız emredildi", şeklindedir.
el'Muğnî sahibinin Ebu Saîd'den naklettiği: "Elleri dizlerden önce ye*re koyardık. Bize dizleri ellerden önce yere koyma emredildi." sözü ise —doğrusunu en iyi Allah bilir ya— isimde bir yanılgıdır; Ebu Saîd değil, Sa'd olacaktır. Yukarıda geçtiği üzere metinde de yanılgı var; hadis konu*muz hakkında değil, tatbik hakkındadır. En iyi bilen Allah'tır.
Yukarıda geçen Ebu Hureyre hadisini Buharı, Tirmizî, ve Dârakutnî illetli saymışlardır. Buharî "Muhammed b. Abdullah b. Hasan'a mütabaat edilmez. Ebu'z-Zinâd'dan işitip işitmediğini de bilmiyorum." demiş. Tir*mizî ise: "Hadîs garibdir. Hadisin Ebu'z-Zinâd'dan bu yol dışında başka bir yoldan nakledildiğini bilmiyoruz." demiştir.
Dârakutnî de diyor ki: "Tek başına bu hadisi Abdulaziz ed-Derâverdî, Muhammed b. Abdullah b. Hasan el-Alevî yoluyla Ebu'z-Zinâd'dan nakletmiştir." Oysa en-Nesâî, Kuteybe - Abdulah b. Nâfi' - Muhammed b. Abdullah b. Hasan el-Alevî - Ebu'z-Zinâd - el-A'rac - Ebu Hureyre sene*diyle Hz. Peygamber'in (s.a.): "Biriniz namazına kastediyor, deve gibi çö*küyor!" buyurduğunu başka ilâve getirmeden nakletmiştir. (Tirmizî, 269; Ebu Davud, 841; Nesâî, 2/207. isnadı ceyyiddir)
Ebu Bekir b. Ebu Davud ise: "Bu sünneti yalnızca Medineliler nakletmiştir .Onlar da bu sünnetin iki senedine sahipler: Birisi, bu sened, diğeri de Ubeydullah-Nâfi'-îbn Ömer-Hz. Peygamber (s.a.) senedi."
Ben derim ki: (İkinci) hadisle, Esbağ b. Ferec-ed-Derâverdî-UbeyduIlah-Nâfi' senediyle nakledilen:
"îbn Ömer ellerini dizlerinden önce yere kor ve Hz. Peygamber'in (s.a.) de böyle yaptığım söylerdi." hadisini kastedi*yor.
Yine bu hadisi Hâkim, Mustedrek'inde Mihrez b. Seleme yoluyla ed-Derâverdî'den nakledip: "Muslim'in şartlarını taşıyor" demiştir. (Hâkim, Mustedrek, 1/226; Beyhakî, Sünen, 2/100; İbn Huzeyme, Sahih, 627. İsnadı sahihtir. Hâkim sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona katılmıştır)
Hâkim, Hafs b. Gıyâs-Âsim el-Ahvel senediyle Enes'in şöyle dediğini nakleder: "Al*lah Rasûlu'nü(s.a.) tekbir alıp secdeye inerken gördüm; dizleri ellerinden önce yere değdi!" Hakim: "Bu hadis Buhârî ve Muslim'in şartlarını taşı*yor. Hiçbir illetini bilmiyorum" diyor. (Hâkim, 1/226. Seneddeki el-Alâ b. ismail meçhuldür. Hafız Ibn Hacer, Lisanu'l-Mîzan'da. onun biyografisini anlatırken diyor ki: Bu hadisi Dârakutnî (1/345) rivayet etti. el-Alâ bu hadisin rivayetinde yalnız kalmıştır. Hafs b. Gıyâs'ın oğlu Ömer, ona muhalif rivayette bulunmuştur. Ömer ise babasının rivayetlerini en sağlam bilen in*sandır. Ömer, babası Hafs b. Gıyâs-el-A'meş-lbrahim-Alkame vs. kanalıyla Hz. Ömer'*in davranışı olarak (mevkuf) rivayet ederler. Mahfuz olan da budur)
Ben derim ki: Abdurrahman b. Ebu Hatim "Bu hadisi babama sor*dum. Bu hadis munkerdir, dedi" diyor. Ebu Hâtim'in hadisi münker say*ması —Allah daha iyi bilir ya— Hafs b. Gıyâs'dan el-Alâ b. İsmail el-Attâr'in nakletmiş olmasından kaynaklanıyor. Çünkü bu el-Alâ adlı zat Kutub-i Sitte'de adı geçmeyen meçhul bir zattır. Görüldüğü üzere her iki tarafın da (delil gösterdikleri) merfû hadisler bunlar.
Sahabeden nakledilen eserlere gelince; Abdurrezzak, İbnu'l-Munzir... vs.'nin naklettiklerine göre Ömer İbnu'l-Hattâb (r.a.) dizlerini ellerinden önce yere kordu. (Abdurrezzak, Musannef, 2955.)
İbn Mes'ûd'un (r.a.)'da böyle yaptığı nakledilmiştir. Tahâvî, Fehd-Ömer b. Hafs-babası Hafs-el-A'meş-İbrahim (en-Nehâî) yo*luyla Abdullah'ın (İbn Mes'ûd) öğrencileri olan Alkame ve el-Esved'in: "Öğrendiğimize göre Hz. Ömer, rukûdan sonra, devenin çöktüğü gibi diz*leri üzerine çöker; dizlerini ellerinden önce yere kordu" dediklerini naklet*tikten sonra el-Haccâc b.Ertât yoluyla İbrahim en-Nehâi'nin: "Nakledildi*ğine göre, Abdullah b. Mes'ûd'un dizleri, yere ellerinden önce dokunur*du." sözünü serdetmiştir. Ayrıca (Tahâvî), Ebu Merzûk-Vehb-Şu'be-Muğîre yoluyla şunu nakleder:
Muğîre diyor ki: "İbrahim'e, secde edeceği zaman ellerini dizlerinden önce yere koyan adamın durumunu sordum. Bunu ah*mak ya da deliden başka kim yapar! dedi".
İbnu'l-Munzir diyor ki:
Bu konuda ilim adamları görüş ayrılığına düştüler;

1- Dizlerini ellerinden önce yere kor diyenlerden bazıları şunlardır: Ömer Îbnu'l-Hattâb (r.a.), en-Nehaî, Muslim b. Yesâr, es-Sevrî, eş-Şâfiî, Ahmed, İshak, Ebu Hanîfe ve arkadaşları ile Kûfeli fakihler.

2- Bir grup ellerini dizlerinden Önce yere kor demişlerdir... Mâlik bu görüştedir. el-Evzâî: "Ulaştığımız insanlar ellerini dizlerinden önce koyarlardı" diyor. İbn Ebî Davud ise: "Bu görüş hadis ehlinin görüşü*dür." diyor.
Ben derim ki: Ebu Hureyre hadisi Beyhakî tarafından başka bir lafızla şu şekilde rivayet edilmiştir: "Herhangi biriniz secde edeceği zaman deve gibi çökmesin, ellerini dizlerinin üzerine koysun." (Beyhakî, es-Sunenu'l-Kübrâ, 2/100)
Beyhakî: "Bu hadis sağlam yolla rivayet edilmiş (mahfuz) ise secdeye inerken ellerin dizlerden önce yere konacağına delil olur" diyor.
Vâil b. Hucr hadisi, şu yönlerden tercihe şayandır: (Yukarıda geçen dipnotlara müracaat edildiğinde görülür ki, tercihe şayan olan müel*lifin görüşünün aksidir; Ebu Hureyre hadisi sahîh senedü olması bakımından Vâil hadisine tercih edilir. Bu hadisde muztariblik bulunduğu iddiası ise tztırâb bulunan bütün rivayetlerin zayıf olmasından dolayı ortadan kalkar.)

1- el-Hattâbî gibi bazı âlimlerin söyledikleri üzere Vâil hadisi, Ebu Hureyre hadisinden daha sağlamdır.

2- Yukarıda da geçtiği üzere Ebu Hureyre hadisi ,metni muztarib bir hadistir. Kimileri "Ellerini dizlerinden önce yere koysun" şeklinde rivayet ederken kimileri tam tersini rivayet etmiş; kimileri ise, "Ellerini dizlerinin üzerine koysun" şeklinde rivayet ederken kimileri de tamamen bu cümleyi kaldırmıştır.

3- Yukarıda geçtiği üzere Buharı, Dârakutnî, v.s. muhaddisier Ebu Hureyre hadisini illetli saymışlardır.

4- Ebu Hureyre hadisinin sabit olduğu kabul edilse bile, bir grup ilim adamı hadisin nesholunduğunu savunmuştur. îbnu'I-Munzir diyor ki: "Bazı arkadaşlarımız elleri dizlerden önce yere koymanın nesholunduğunu san*maktadırlar." Nitekim bu husus yukarıda geçmişti.

5- Ebu Hureyre hadisinin aksine, Vâil hadisi Hz. Peygamber'in (s.a.) namazda iken deve gibi çökme yasağına paralellik arzetmektedir.

6- Ömer İbnu'l-Hattâb, oğlu (Abdullah b.Ömer) ve Abdullah b. Mes'ud gibi sahabeden nakledilenlere de uygundur. Kendisinden gelen rivayet farklılığına rağmen yine de Hz. Ömer'i (r.a.) istisna edersek hiçbir sahabe*den Ebu Hureyre hadisine muvafık bir rivayet gelmemiştir.

7- Yukarıda geçtiği üzere İbn Ömer, Enes gibi sahabîlerden naklolu*nan şahid hadisler de mevcuttur. Ebu Hureyre hadisi için tek bir şâhid hadis yoktur. Her iki hadis birbirine karşı koyacak derecede olsa bile şa-hidlerinden dolayı Vâil b. Hucr hadisi yine öne alınır. Oysa yukarıda geçti*ği üzere Vâil hadisi daha güçlüdür!

8- Çoğunluğun görüşü de Vâil hadisi üzerinde birleşmektedir. Diğer görüş yalnız el-Evzâî ve Mâlik'ten naklolunmuştur.
İbn Ebî Davud'un: "Bu görüş hadis ehlinin görüşüdür." demesine gelince, İbn Ebî Davud bu sö*züyle onların .bir kısmını kasdetmiştir. Yoksa Ahmed, Şafiî ve İshâk(hadis ehlinden oldukları halde) o görüşün muhalifidirler.

9- Vâil hadisinde, Hz. Peygamber'in (s.a.) fiilini anlatmak için serdedilmiş hikâyesi olan bir olay geçmektedir. Bu yüzden sağlam naklolunmuş olması akla daha uygundur. Çünkü hadiste hikâye olunan bir olay bulun*ması onun sağlam naklolunduğunu gösterir.

10- Bu konuda naklolunan bütün fiiller başkaları tarafından'da sahih ve sağlam olarak naklolunmuştur. Bunlar bilinen sahih fiillerdir. Bu fiil de onlardan biridir. Buna da o fiillerin hükmü verilir. Çelişik olan ise buna karşı koyamaz. Şu halde Vâil hadisinin tercihe şayan olduğu belirginlik kazanmıştır. En iyi bilen Allahtır.


(İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 1/207-219.)
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Bu konuda ki Sahih rivayetler


حَدَّثَناَ سَعِيدُ بْنُ مَنْصُورٍ، ثَناَ عَبْدُ الْعَزِيزِ بْنُ مُحَمَّدٍ، حَدَّثَنِي مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللهِ بْنُ حَسَنٍ، عَنْ أَبِي الزِّناَدِ، عَنْ اْلأَعْرَجِ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ قاَلَ:
( قاَلَ رَسُولُ اللهِ : إِذا سَجَدَ أَحَدُكُمْ فَلاَ يَبْرُكْ كَماَ يَبْرُكُ الْبَعِيرُ، وَلْيَضَعْ يَدَيْهِ قَبْلَ رُكْبَتَيْهِ.)

Ebu Hüreyre (r.a)’ anlatıyor:Rasülullah (s.a.v) şöyle buyurdu: Sizden biriniz secdeye giderken devenin çöktüğü gibi çökmesin önce ellerini sonra dizlerini koysun(Bu hadisi üç imam tahriç etmiştir.

Bu hadis (Ebu Hureyre hadisi) dört imamım tahriç ettiği Vail b.Hucr (hadisinden) Hz Peygamberin secdeye giderken ellerinden önce dizlerini (yere) koyduğunu gördüm (Ebu Hüreyre hadisi Vail b.Hucr Hadisinden) daha kuvvetlidir.

Çünkü Birinci Hadisi İbn Ömer den rivayet edilen ve İbn Huzeyme’nin sahih olduğunu söylediği Buhari’nin ise muallak mevkuf olarak zikrettiği hadis teyit etmektedir(İbn Hacer el-Askalani Buluğu’l-Meram s 127no:306

Bu hadisi Ahmed Müsned (2/381 3/276 Ebu Davud (1/840) Temmam Feva’id (varak 108/1)Nesai Sunenu’s-Suğra (2/207 no:1091) Sunenu’s-Kubra (47/1) Tirmizi (269) Darimi (3/1327) Darekutni (1/345) Beyhaki (2/99) Buhari Tarih’inde (1/139) ve Ebu İshak el-Harbi sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

Abdulhak el-Ahkamu’l-Kubra adlı kitabı (54/1)’de hadisin sahih olduğunu söylemiştir Yine o et-Teheccüd adlı kitabı (54/1)’de şöyle demiştir:

Bu bir önceki hadisten (Zayıf hadisler bölümündeki Va’il (r.a) hadisinden) sened bakımından daha iyidir.

Seyfurrahman Mübarek Furi dipnotta şöyle der: Oysa Vail’in hadisi Şureyh tek başına Asım b.Kuleyb’ten rivayet etmiştir.Şureyk’in tek başına yaptığı rivayetler ise pek sağlam değildir Vail’in hadisini Enes’in hadisi teyit etmektedir.Ancak Enes’in hadisinde hadis alimlerince tanınmayan raviler bulunmaktadır.Dolayısıyla senedi bakımından Ebu Hüreyre hadisi daha sağlam ve daha tercih edilendir.Bu hadis anlam bakımından da doğrudur çünkü devenin dizleri ellerinde yani ön ayaklarında kabul edilir.Bilindiği üzere deve çökerken önce dizlerini büküp yere koyar sonra çöker oturur Görüldüğü üzere bu hadis anlam bakımından da tercih edilmektedir.(İbn Hacer el-Askalani.s.127 (dipnot)

Nâfi şöyle demiştir: "Abdullah İbn Ömer secdeye giderken yere önce ellerini sonra dizlerini koyardı (Sahih Buhari.s796)

Ebü İshak’tan Bera b.Azib (r.a) secdeleri şöyle vasfetti:

Önce avuçlarını yere koydu kabasını yerden kaldırdı kollarını açtı ve şöyle dedi: Nebi s a v işte böyle secde etti.Bu hadisi Ahmed Müsned (4/303 no:18607 trc.c./6.sy.11 no:667/1537’de rivayet etmiştir.

Ellerden önce dizlerin konulduğunu ifade eden zayıf hadisler


Ebu Hüreyre r a’dan İbn Ebi Şeybe I/235 No:838-2702 Ebu Yala XI/414 no:6540 Beyhaki II/100 İbn Hacer isnadının zayıf olduğunu belirtir.(Bk.Fethu’l-Bari II/291)

Ebu Yala daki rivayet: (6540)

حدثنا أبو بكر حدثنا بن فضيل عن عبد الله بن سعيد عن جده عن أبي هريرة عن النبي صلى الله عليه وسلم قال إذا سجد أحدكم فليبدأ بركبتيه قبل يديه ولا يبرك بروك الفحل

Vail b.Hucr’dan r a Ebu Davud Salat,383 no:838-839 Tirmizi Salat 48 no:268 (Hasen garip) Nesai es-Sünenü’l-Kübra I/229 no:676 İbn Mace İkame,19 no:882 İbn Huzeyme I/318 no:626) Darimi (1/330) Darekutni (132-132) Tahavi (1/150) İbn Hibban es-Sahih (487 Mevarid Hakim (1/226) ondan (Hakim’den) Beyhaki (2/98) rivayet etmişlerdir.

Ebu İsa (et-Tirmizi) bu hadis hasen gariptir.Şerik’ten bu hadisi başka birinin rivayet ettiğini bilmiyoruz dedi (Tirmizi (2/56) (2/268)

Darekutni’de Sunen’inde Şerik rivayetinde teferrüt ettiği (tek başına kaldığı) zaman onun rivayeti zayıf’tır dedi.

Ahmed Muhammed Şakir Tirmizi’ye yazdığı ta’liki (notu) (2/58-59)’da şöyle demektedir:İki hadisin illetlerinin gösteriminde alimlerin söyledikleri sözlerden anlaşılan o ki (Ellerin önce konulacağına dair) Ebu Hüreyre r a hadisi sahih bir hadistir (Dizlerin önce konulacağına dair zayıf hadisler bölümündeki) Va’il r a hadisinden daha sahihtir ve aynı zamanda kavli söz ile ifade edilmiş bir hadis olup-usülcülerce en tercihe şayan görüşe göre-kavli hadis fiili hadise tercih edilir (Ahmed Muhammed Şakir Tahkiki (2/58-59)

İbn Huzeyme’deki rivayet: (626)Bu rivayet’ Şerik’ibnu Abdillah Asım b Kuleybe’den o babasından o’da Vail b.Hucur’dan……………….

أنا أبو طاهر نا أبو بكر نا علي بن مسلم وأحمد بن سنان ومحمد بن يحيى ورجاء بن محمد العذري قالوا حدثنا يزيد بن هارون أخبرنا شريك بن عبد الله عن عاصم بن كليب عن أبيه عن وائل بن حجر أن رسول الله صلى الله عليه وسلم كان يضع ركبتيه قبل يديه إذا سجد وقال أحمد ورجاء رأيت النبي صلى الله عليه وسلم إذا سجد وضع ركبتيه قبل يديه


Ebu Hüreyre r a’dan Rasülullah s a v şöyle buyurdu: Biriniz secdeye vardığı zaman ellerinden önce dizleriyle başlasın (Beyhaki Sünen (2/100) İbn Ebi Şeybe (1/263) Ebu Yala XI/414 no:6540)

Ebu Yala’daki hadis (6540)

حدثنا أبو بكر حدثنا بن فضيل عن عبد الله بن سعيد عن جده عن أبي هريرة عن النبي صلى الله عليه وسلم قال إذا سجد أحدكم فليبدأ بركبتيه قبل يديه ولا يبرك بروك الفحل


İsnadındaki Abdullah b.Sa’id el-Mukburi İbn Hacer’e göre metruk (hadisi alınmayan) bir kişidir.Yahya el-Kattan ve diğer bazı alimler bu hadisin zayıf olduğunu söylerler Ahmed b.Hanbel el-Mukburi’nin rivayet ettiği hadisler münker olup kabul edilmez Yahya b. Ma’in Bu rivayet kabul edilmez ve bu raviden yazılmaz Ebu Zur’a Bu ravi zayıftır Ebu Hatim Bu ravinin hadisleri kuvvetli değildir demişlerdir. Bkz: Neylu’l-Evtar (2/25) Takrıbu’t-Tehzib (2/215)

( كُناَّ نَضَعُ الْيَدَيْنِ قَبْلَ الرُّكْبَتَيْنِ فَأُمِرْناَ بِالرُّكْبَتَيْنِ قَبْلَ الْيَدَيْنِ. )

Mus’ab b.Sa’d babası Sa’d r a ‘dan: Biz dizleri ellerden önce koyardık fakat dizleri ellerden önce koymamız emredildi.(İbn Huzeyme Sahih (no:628) Beyhaki Sunenu’l-Kubra (2/100)

İbn Huzeyme’deki rivayet (628)

أخبرنا أبو طاهر نا أبو بكر نا إبراهيم بن إسماعيل بن يحيى بن سلمة بن كهيل حدثني أبي عن أبيه عن سلمة عن مصعب بن سعد عن سعد قال كنا نضع اليدين قبل الركبتين فأمرنا بالركبتين قبل اليدين

Hafız İbn Hacer el-Askalani der ki: İbn Huzeyme Ebu Hüreyre r a hadisinin Sa’d r a hadisiyle nesh edildiğini iddia etmektedir.Eğer bu iddiası doğru olsaydı tartışma biterdi.Oysa Sa’d r a hadisinin ravileri arasında İbrahim b.İsmail b.Yahya b.Seleme b.Kuheyl ve babası bulunmaktadır her ikisi de hadis alimleri tarafından zayıf kabul edilmektedir.Bkz Hafız İbn Hacer el-Askalani ( (2/241) Takribu’t-Tehzib (1/83)

Enes b.Malik r a’dan. Rasülullah s a v tekbir getirerek secdeye gitti ellerinden önce dizlerini yere koydu:

Beyhaki (2/99) Darekutni (1/345) Hakim Müstedrek (1/226) Hakim dedi ki: Bu hadisin senedi Buhari ve Müslim’in şartlarına göre sahihtir ben bunun herhangi bir illetini bilmiyorum Buhari ve Müslim bunu tahriç etmemişlerdir Zehebi de Hakim’in bu görüşüne katılmıştır.

Beyhaki dedi ki: Bu hadisi meçhul bir ravi olan el-Ala b.İsmail el-Attar tek başına rivayet etmiştir.

Darekutni (1/345) el-Ala b.İsmail meçhul bir kişidir.İbn Hacer de et-Telhis’te aynı şeyi söylemiştir.İbn Ebi Hatim ise el-ilel’de (1/188) bu hadis münkerdir dedi.

Seyfurrahman Mübarek Furi de Buluğu’l-Meram dipnotta şöyle der: Vail’in hadisini Enes’in hadisi teyit etmektedir.Ancak Enes’in hadisinde hadis alimlerince tanınmayan raviler bulunmaktadır. İbn Hacer el-Askalani.s.127 (dipnot)

Görüldüğü gibi Sahih olan rivayet Ebu Hüreyre hadisidir: Biriniz secdeye giderken devenin çöktüğü gibi çökmesin önce ellerini sonra dizlerini koysun.

Diğer rivayetler ise yani: Dizlerin ilk önce konulacağına dair rivayetler ya zayıftır yada münkerdir Bizlere düşen ise zayıf ve münker rivayetleri bırakıp Sahih olan rivayetler ile amel etmektir….
 
E Çevrimdışı

Ehli_Hadis

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
İnsanı hayrete düşüren ise Albani'nin İbni Kayyıma şu sözlerdir.
''Ancak İbn Kayyim bu açıklama için tuhaf bir değerlendirmede bulunmuş, şöyle demiştir:
“Bu, aklın almayacağı bir sözdür. Dilbilimciler bunu bu şekilde bilme*mektedirler.”
ardından Albani şu veciz cümleyi kurabilmektedir; Devenin muhalafeti şöyledir: O çökerken, ellerinden önce dizlerini yere koyar. Devenin ön ayakları onun elleri mesabesindedir. Lisanü’l-Arab vdğ. sözlüklerde bu şekilde açıklanmıştır.

--------------------------------------------------------------------------------------
Devenin Dizleri Ön Ayaklarındadır

Dil bilginleri ve Âlimlerin Görüşleri Şöyledir:


‘Muhakkak ki devenin iki dizi, iki ön ayağındadır.’

Lisânu’l-‘Arab, r-k-b maddesinde şöyle denmektedir:

‘Devenin dizleri elinde (ön ayağında)dir… her dört ayaklı hayvanın dizleri ön ayaklarındadır.’

İmam Tahâvî, Şerhu’l-Me‘ânî’l-Āsâr (1/150 [1/254])’de şöyle demiştir:

‘Muhakkak ki devenin iki dizi, iki ön ayağındadır. Tıpkı diğer hayvanlarda olduğu gibi. Ama insanoğlu böyle değildir. İnsan, devenin ön ayaklarında olan dizleri üzerine çökmesi gibi kendi dizleri üzerine çökmez. Ama önce ellerini koyar, sonra dizlerini koyar. Böylece çökme işleminde yaptığı eylem deveninkinin aksidir.’

İmam Kasım b. Sâbit es-Serakustî, Garîbu’l-Hadis adlı eserin (2/70/1-2)’de Ebû Hureyre (radıyallahu anhu)’dan yukarıda naklettiğimiz sahih senedle gelen ‘sizden biriniz secde ettiği vakit, devenin çöktüğü gibi çökmesin’ hadisini rivayet eder ve der ki:

‘Bu oturuş secdede meydana gelmektedir. Demek istiyor ki: Namaz kılan kişi, önce dizlerini koyan huysuz, serseri deve gibi kendini yere atmasın. Sakince iniş yapsın, önce ellerini sonra dizlerini yere koysun. Bu konuda konuyu açıklayıcı merfu (Rasûlüllâh (sallallahu ‘aleyhi ve sellem)’e çıkan) bir hadis rivayet edilmiştir.’

Sayfiyyurrahman Mubarekfûrî, Bulugu’l-Meram’da (sy. 127 no: 306’nın dp) şöyle der:

‘Oysa Vail’in hadisi Şerik tek başına Asım b.Kuleyb’ten rivayet etmiştir. Şerik’in tek başına yaptığı rivayetler ise pek sağlam değildir Vail’in hadisini Enes’in hadisi teyit etmektedir. Ancak Enes’in hadisinde hadis âlimlerince tanınmayan raviler bulunmaktadır. Dolayısıyla senedi bakımından Ebu Hureyre hadisi daha sağlam ve daha tercih edilendir. Bu hadis anlam bakımından da doğrudur. Çünkü devenin dizleri ellerinde yani ön ayaklarında kabul edilir. Bilindiği üzere deve çökerken önce dizlerini büküp yere koyar sonra çöker oturur. Görüldüğü üzere bu hadis anlam bakımından da tercih edilmektedir.’
 
F Çevrimdışı

ferdiosman

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
O zaman devenin arka ayakları elleri mi oluyor?


1- el-Hattâbî gibi bazı âlimlerin söyledikleri üzere Vâil hadisi, Ebu Hureyre hadisinden daha sağlamdır.

2- Yukarıda da geçtiği üzere Ebu Hureyre hadisi ,metni muztarib bir hadistir. Kimileri "Ellerini dizlerinden önce yere koysun" şeklinde rivayet ederken kimileri tam tersini rivayet etmiş; kimileri ise, "Ellerini dizlerinin üzerine koysun" şeklinde rivayet ederken kimileri de tamamen bu cümleyi kaldırmıştır.

3- Yukarıda geçtiği üzere Buharı, Dârakutnî, v.s. muhaddisier Ebu Hureyre hadisini illetli saymışlardır.

4- Ebu Hureyre hadisinin sabit olduğu kabul edilse bile, bir grup ilim adamı hadisin nesholunduğunu savunmuştur. îbnu'I-Munzir diyor ki: "Bazı arkadaşlarımız elleri dizlerden önce yere koymanın nesholunduğunu san*maktadırlar." Nitekim bu husus yukarıda geçmişti.

5- Ebu Hureyre hadisinin aksine, Vâil hadisi Hz. Peygamber'in (s.a.) namazda iken deve gibi çökme yasağına paralellik arzetmektedir.

6- Ömer İbnu'l-Hattâb, oğlu (Abdullah b.Ömer) ve Abdullah b. Mes'ud gibi sahabeden nakledilenlere de uygundur. Kendisinden gelen rivayet farklılığına rağmen yine de Hz. Ömer'i (r.a.) istisna edersek hiçbir sahabe*den Ebu Hureyre hadisine muvafık bir rivayet gelmemiştir.

7- Yukarıda geçtiği üzere İbn Ömer, Enes gibi sahabîlerden naklolu*nan şahid hadisler de mevcuttur. Ebu Hureyre hadisi için tek bir şâhid hadis yoktur. Her iki hadis birbirine karşı koyacak derecede olsa bile şa-hidlerinden dolayı Vâil b. Hucr hadisi yine öne alınır. Oysa yukarıda geçti*ği üzere Vâil hadisi daha güçlüdür!

8- Çoğunluğun görüşü de Vâil hadisi üzerinde birleşmektedir. Diğer görüş yalnız el-Evzâî ve Mâlik'ten naklolunmuştur.
İbn Ebî Davud'un: "Bu görüş hadis ehlinin görüşüdür." demesine gelince, İbn Ebî Davud bu sö*züyle onların .bir kısmını kasdetmiştir. Yoksa Ahmed, Şafiî ve İshâk(hadis ehlinden oldukları halde) o görüşün muhalifidirler.

9- Vâil hadisinde, Hz. Peygamber'in (s.a.) fiilini anlatmak için serdedilmiş hikâyesi olan bir olay geçmektedir. Bu yüzden sağlam naklolunmuş olması akla daha uygundur. Çünkü hadiste hikâye olunan bir olay bulun*ması onun sağlam naklolunduğunu gösterir.

10- Bu konuda naklolunan bütün fiiller başkaları tarafından'da sahih ve sağlam olarak naklolunmuştur. Bunlar bilinen sahih fiillerdir. Bu fiil de onlardan biridir. Buna da o fiillerin hükmü verilir. Çelişik olan ise buna karşı koyamaz. Şu halde Vâil hadisinin tercihe şayan olduğu belirginlik kazanmıştır. En iyi bilen Allahtır.


(İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 1/207-219.)
 
boran el muvahhid Çevrimdışı

boran el muvahhid

Üye
İslam-TR Üyesi
Allah rahmet eylesin ibn kayyım burada yanılmıştır.
bunun delili ise her türlü namaz rukünlarını anlatan kitaplarda vardır.

hem konu farklı yerlere sürüklendi
hem de daha önemli konular öğrenilmesi gerekirken her zamanki gibi insanlar küçük ihtilafların altından kalkamadı...
 
E Çevrimdışı

Ebu El Fida

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
"SAHİH İLMİHAL" KİTABINI GENİŞ OLARAK İNCELEDİM;

ACİZANE OKUYACAK ARKADAŞLARA ŞÖYLE BİR TAVSİYEM OLACAK:

1-YAZAR TAMEMEN ŞEYH ALBANİYE TAASSUB ETTİĞİNDEN DOLAYI BİRÇOK YERDE ŞEYH ALBANİN DÜŞMÜŞ OLDUĞU HATALARA AYNEN

DÜŞMÜŞ...BELKİ BURADA BAZILARI ÇIKIP SENDE KİM OLUYORSUN Kİ ŞEYH ALBANİ GİBİ BİRİSİNİ ELEŞTİRİYORSUN DİYECEKTİR

ELBETTE. DİYORUM Kİ: BU BENİM FİKRİM DEĞİLDİR ARAPALRDA BİRÇOK DAVETÇİ VE ULEMA DA AYNI ŞEYH ALBANİNİ ŞAJ

VE ŞAJ GÖRÜŞLERİ BENİMSEMİŞTİR.
FETVALARIDNAN VE GÖRÜŞLERİNDEN HEP BAHSEDERLER DOLAYISIYLA BENDE ONLARDAN MESELEYİ ÖĞRENDİM DİYEBİLİRİM YOKSA

BİZLER T.C DE BİRŞEYİ GÖRDÜĞÜMÜZ YOKTU. ELH ALLAH TEALA BİRÇOK ARAP DİYARINDA RABBANİ ALİMLERİN KİTAPLARINI OKUMAYA MUVAFFAK KILDI BİZLERİ...


2-BİRÇOK YERDE ZAYIF HADİS VE RİVAYETLERİ DELİL GETİRMİŞTİR. OYSA DELİL GETİRMİŞ OLDUĞU KONUDA DAHA KUVVETLİ VE


ALBANİYE TAASSUBİYETİ, ALBANİNİN AYNI DÜŞTÜĞÜ HATALARA DÜŞÜRMÜŞ KENDİSİNİ MAAL ESEF...

DOLAYISIYLA ŞEYH ALBANİNİN ŞAJLIKLARINI BİLMEYEN KİMSELERİN BUNU OKUMASI İSABETLİ DEĞİLDİR.

İLK ETAPTA OKUNMASI TAVSİYE EDİLMEYEN BİR KİTAPTIR!
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Kardes dedigin seylere ben de katiliyorum ancak hangi görüslerin hatali oldugu konusunda insanlara daha detayli bilgi vermen gerekir, sayfa numarasi+görüsler ve bu görüslerin hatali oldugunu ispat etmen gerekir. Ebu muazi savundugum icin demiyorum,insanlarin bilgileri artik net sekilde almasi gerek.

Elestiri ve hatali oldugunu diyen cok ancak insanlara hatali olan görüslerin dogrusunu aktaran yok.
 
Üst Ana Sayfa Alt