İnsanlık hüsrânın tüm boyutlarını yaşıyor. Şirkin zulmü globalleşiyor. Çağ imaj, kandırma, vitrin, reklam, tüketme ve tükenme çağı. Çılgınlık, azgınlık ve isyan hiçbir sınır tanımıyor. Nice insan, İslâm’ı mükemmel yaşayanlara şâhit olamadığı için İslâm’ı alternatif olarak görmüyor; hatta kurtarıcısına düşman oluyor. Müslümanların da önemli bir kesimi müslümanlığı bilmiyor. Bilenlerin de yapabileceklerinin tümünü yaptıklarını iddia etmek zor. Bu ortamda, teknik imkânlarla donanan, devle(tle)şen, küreselleşen fitne, sadece yapanları değil; tüm insanlığı kemiriyor. Ülkeler, sokaklar, evler, beyinler, gönüller işgâle uğramış durumda. Müslüman olduğunu iddia edenlerin de büyük bölümü bilinçsizce şirkin kucağına atılıyor, kurtuluşu zâlimlerin safında, Amerika’yla işbirliğinde, Avrupa Birliğinde arayıp ifsâdı ıslah zannediyor. Unutmayalım Müslümanlar için temel referans, Ankara, Washington, Danimarka kriterleri değil; mutluluk çağının Mekke ve Medine ölçüleridir.
Batıdan gelen her türlü teknik aygıtın yan etkileri vardır. Kimi savunmacı ve uzlaşmacı insanlar şöyle derler: “Batılıların sadece tekniği alınmalı, ahlâk ve kültürü alınmamalıdır.” Düşünülmez ki, teknik ve teknolojik aygıtlar, dünya görüşü ve yaşama biçimiyle birlikte gelir. Zaten bunlar, belirli bir kültürün ürünüdür ve o arka plandan koparılamaz. TV, radyo, kasetçalar, bilgisayar, kendileriyle birlikte hangi kültür, oyun, anlayış ve ahlâkı da kaçınılmaz olarak getiriyor, düşünmek yetecektir.
Kur’an’dan yola çıkarak rahatlıkla diyebiliriz ki; imanın esası doğruluk; münâfıklığın esası da yalandır. Yalancılık, nifakın ve küfrün dışa yansımasıdır. Müminin temel özelliği, niyetlerinde, söz ve davranışlarında doğruluk; münâfık ve ikiyüzlü kâfirlerin temel özelliği de eğriliktir, yalandır, hile ve aldatmadır. Yalancılık, tabii ki sadece dille olmaz; bedenle, işaretle, yazıyla, internetle de olur. Yalan, fıtrata ters olduğu için, insan beyni başta olmak üzere birçok organın çalışma yapısı anormalleşir, yalan söylemek için daha anormal ve olağandışı efor sarfetmek zorunda kalır. Kalp ritimlerinde değişiklik, çeşitli salgılarda farklılık, heyecanın artması gibi sinir sisteminde anormallikler ortaya çıkar. Bu normal dışı davranışları tesbit eden “yalan makinesi” insanın yalan söylediğini büyük ihtimalle tesbit eder. Beden dili de yalanı çoğunlukla ele verir. Yalanı insan ruhu, vicdanı, psikolojik yapısı, fıtratı, hatta organları (vücut dili), özellikle de imanı kabul etmemektedir.
Günümüzdeki stres, rûhî bunalım ve sebepsiz sıkıntıların, suçluluk duygusu, intihar isteği gibi mânevî hastalıkların büyük bölümünün “yalan”la ilgisi olduğunu söylemek zor olmaz. Bunlar, yalancılara verilecek esas uhrevî cezânın küçük avanslarıdır; Yalandan kaçınan sâdıklar/doğrular ise, bütün bu acılardan ve vicdan azâbından emîn oldukları gibi bu doğruluklarının karşılığını esas olarak âhirette alacaklardır. Unutmamak lâzımdır ki, esas cezâ ve ödül yeri âhirettir.
Teknoloji, yalanı yaygınlaştırma ve yalan dünyayı sevdirme konusunda öyle imkânlar sunuyor ki… İnsancıklar, robotlar içinde robotlaşıyor, makineler arasında makineleşiyor. Kendisi de bir eşyaya, oyuncağa dönüşüyor insanımsı yaratık. Teknoloji, insan adlı varlığı gerçeklerden, haktan koparmak için oyunlar, oyuncaklar üretiyor; böylece insanat bahçesine döndürdükleri arenada insanlar da oyuncak haline geliyor. Oyuncaklaştırdığı insanlarla oynuyor Batı. Kurguluyor, kuruyor, pillerini takıyor, elindeki kumandasıyla yön veriyor; modern köle haline getiriyor. Kim demiş kölelik tarihe karıştı diye. En vahşicesi bu asırda uygulanıyor. Sadece bedenine hükmetmiyor, zihnini ve gönlünü de köleleştirerek Allah’ın kullarını teknoloji putuna tapınan uyuşuk esirler haline getiriyor. İnsan adlı muhteşem varlık, teknoloji sayesinde mutfakla tuvalet ve yatak odası arasında gidip gelen bir makineye, bilgisayar fişine kafasından bağlı uzaktan kumanda edilen bir aygıta dönüştürülüyor. Mâlâyani denilen faydasız şeyler, kulluğun önünü tıkıyor. Allah’sız, namazsız, dâvâsız yaşayabilen yeni gençlik; televizyonsuz, müziksiz, filmsiz, internetsiz, çetsiz ve cepsiz bir dünya düşünemiyor. Düşünemiyor, ne Yaratanını, ne kendini ve yaratılış amacını. Sanal bir dünya oluşturuyor teknoloji. Sanal, yani gerçek olmayan, hakikatten uzak, sahte bir dünya. Kullananları da matrixleştiren, sanallaştıran, giderek banallaştıran sahte bir âlem. Sanal, gerçekte aslı olmayıp zihinde tasarlanan, mevhum demek; banal da basit, âdi, bayağı, sıradan anlamına gelir. Hakikat adlı anneyle bağını koparan, fıtrat ve vicdan ne demek bilmeyen yeni nesil, sanalın kucağında teknolojinin sahte memelerinden hormonlu, uyuşturan ve zehirleyen süt emerek hayatını idame ettiriyor. Uyuşturucu ile, zehirle, aburcuburla nasıl hayat sürülürse öyle bir hayat; ha yat, ha bu zehri tat. Tat ve yat. Yat ve uyu. Uyu ve unut. unut uyuş.
Bir Müslüman, telefonla benden fetva sormuştu: “Piyasası şimdiden hazır olan çok kârlı bir ticaret var. Çin’de üretilen bir teknolojik âlet; telefonda ve internet ortamında erkek sesini kadın sesine çeviriyor; istenirse kadın sesini de erkek sesine. Bir erkeğin konuşmasını aynen kadın sesi olarak muhatabına ulaştırıyor. Bu aygıtı ithal edip toptancılığını yapmak istiyorum. Câiz midir?” İnsanların böyle bir araçla ne tür fesat ve fitneler, ne çeşit kandırma ve hileler peşine düşeceklerini, bu araç vasıtasıyla ne kadar yuva ve cennet yıkılabileceğini bilmek için sosyolog ve âlim olmaya gerek yok. Fetvamı değil (fetva makamında kendimi tabii ki görmem), ama cevabımı tahmin edersiniz. Bunun basite ve küçüğe alınabilecek herhangi bir günah değil, çeşitli haramlara götüren büyük ve doğurgan bir fitne aracı olduğunu, eğer böyle bir ithalat yapar ve piyasaya sunarsa, öldükten sonra bile amel defterinin kapanmayacağını, bu araçla yapılacak her günahtan kendisine pay verileceğini söyledim, sakıncalarından uzun uzun bahsettim. Vazgeçti(ğini söyledi) o kimse. İyi de, herkes fetva mı soruyor, ya de her isteyenin istediği gibi fetvayı o şahıstan değilse de başka bir şahıstan, ama mutlaka alacağı ortam mı yok? Hangi tür fetva istiyorsan söyle, o tür fetva verecek şahsı veya kurumu sana göstersinler. Kaldı ki, demokratik, laik, Atatürkçü, Batılı bir ülkede fetva da mı sorulur, bir şeyin helâlliğinden haramlığından mı bahsedilir? Böyle yapılırsa Atatürk çarpmaz mı vatandaşı? Bunun için mi kurdu Cumhuriyeti? Vergisini veriyorsa yaptığı iş, sakıncasızdır, hatta kutsaldır TC dinine göre. Kanunlar var, kanunlara uyar veya uydurur, miş gibi yaparsan, haram helâl kimin neyine? Haramları helâl kılan, yani serbest yapan, meşrû ilan eden rab taslakları (9/Tevbe, 31), inkâr edilmesi gerektiği halde (2/Bakara, 256) başta tutulan, destek verilen tâğutların yasasında (dininde) sadece resmî yasak vardır, suç vardır; ama “haram” kavramı yoktur.
İnsan gözüne, vücuduna ve diline kolay kolay yalan söyletemez; ama kaleme, bilgisayar klavyesine çok kolay şekilde yalan söyletebilir. Yalan adlı bulaşıcı ve çok tehlikeli virüs, bilgisayardan insanın diline, oradan gönlüne rahatça yerleşebilir. Bu virüs insanı yalancılardan yaparak dünyasını çirkinleştirip cennetini yok edebilir. (Bilgisayar kurbanları, koro halinde “olsun, ne var bunda!?” diye tuşlara küfrettiriyorlardır büyük ihtimalle.)
Alışkanlıkların kişinin iradesini zayıflattığı, insanı kendine bile söz geçiremez, özgüveni gittikçe yok olan, edilgen ve güçsüz hale getirdiği bir vakıadır. Tiryakilik, insanı esir eder. İnternet ve orada çetleşme, google, mail, MSN gibi tiryakilikleri, oyun, futbol ve dizi tutkunları, facebook gibi girip de zor çıkılacak sanal mekânlar, site site dolaşmalar, forum köşeleri, internet geyiklikleri, doğru ile yanlışın karıştığı din hakkında herkesin her şeyi tartıştığı alanlar, özetle bilgi kirliliği ve kirliliğin bin bir çeşidi, hep insanı ahtapot kollarıyla yakalayıp güzelliklerini sömüren bir canavardı ve tutsaklıktır. Tiryakilerin alıştığı zehiri bırakmak istemeyişleri, vücudun onu bir ihtiyaç gibi algılamasına benzer. İnternet tiryakiliği, bağımlılığı, tutsaklığı, hastalığı da böyledir. Google’ın dayanılmaz cazibesi, youtube’un büyüleyici daveti ve ekrandan yüzünü uzatıp dilini çıkaran şeytan…
“Hayâ imandandır.” (Buhârî, İman 4, 6, 16, Edeb 77; Müslim, İman 57-59; Nesâî, İman 16). İman ile ahlâkın yakın münasebeti, Hz. Peygamber'in hadislerinde billûrlaşmış olarak müşâhede edilir: “Mü'minlerin iman yönünden en mükemmel olanı, ahlâkı en güzel olanıdır.” (Ebû Dâvud, Sünnet 16, hadis no: 4682; Tirmizî, Radâ, h. no: 1162). O yüzden mükemmel bir ahlâka sahip olmayan kimsenin iman yönüyle kemâle ermesi, tam bir mü’min olması da söz konusu olamaz. “İnsanlığın ilk nübüvvetten (ilk peygamberden beri) aldığı öğüt şudur: ‘Eğer hayâ etmiyor, utanmıyorsan dilediğini yap.” (Buhârî, Enbiyâ 54, Edeb 78; Ebû Dâvud, Edeb 6)
Her şeyin aslı, gerçeği gitti; hormonlusu, sahtesi, sanalı geldi; İnsanın da öyle.
Komşuluklar, sohbetler gitti; yerine TV. ler, bilgisayarlar geldi.
Televizyon çıktı, “sizi”, “bizi” düşünenler gitti; yerine dizi dizi “dizi” geldi.
İnternet çıktı, cihat gitti; yerine chat geldi.
Gitmek bilmeyen arsız misafir gibi evlere giren teknolojik araçlar aracılığıyla özgürlük gitti; kölelik geldi. Esirlik; eşyaya, aygıtlara, hevâya, sömürü düzenine…
İnternetle evdeki yakınlıklar gitti; uzaktakilerle ve uzaklaşılması gerekenlerle yakınlık geldi.
Rabbe kulluk gitti; kula kulluk, tâğutlara, paraya, karıya, topa, popa kulluk, hevâya tapınma, emir kulluğu geldi.
Yardımlaşma gitti; bireycilik geldi. Huzur gitti; stres geldi. Saygı gitti, kaygı geldi.
Okumak gitti; bakmak geldi. Televizyon seyrederken "gözlerim kızarıyor" diyen birisine diğeri "Benim de yüzüm kızarıyor" demiş. Bir başkası da çıkıp “ancak yüzünün kızararak seyredebileceğin çirkinlikleri seyrediyorsun, öyleyse senin de yakıcı ateşte imanın kızarıyor” demesi gerekiyor. Gözlerin, yüzlerin ve imanların kızarmaması, âhirette de her tarafı kızartan kızgın demirlerle insanın dağlanmaması için bizi Allah’tan uzaklaştıranlardan uzaklaşmalı. Allah’a isyan edenlere isyan edilmeli. Lâ denilip uzlaşma kestirip atılmalı.
Ve böylece medya ve cahilî eğitim vasıtasıyla, kapitalizm ve tâğutlar tarafından zihinler ve gönüller işgal edildi. Bu işgalde internetin katkısını unutmamak gerek.
Çocuklar ve gençler için ev; internet demek, televizyon demektir, hayat oyun alanıdır, nefse hoş gelen özelliklerdir.
Unutmayalım; internette de Biri bizi gözlüyor. Hayatımızın her saniyesi, omzumuzdaki kameramanlar (Kirâmen Kâtibîn) tarafından videoya alınıyor. Müslüman olduğumuzu internet karşısında da unutmamalı ve ispatlamalıyız. Kalbimizden geçenleri bilen Rabbimiz internetin sanal âleminde ne yaptığımızı, kiminle nasıl konuşup yazıştığımızı, girişte güvenlik görevlisi olan veya olmadığı düşünülen hangi sitelere ne amaçla girdiğimizi de görüyor, biliyor. İnternet başında herhangi bir haram işlerken ölüm gelebilir. Ölüm gelmese de zerre kadar yaptığımız şerrin hesabı bizden sorulur.
Müslümanca yaşamak, her an Müslümanlığımızı unutmamak duasıyla…
Ahmed KALKAN Hoca'mızın Kalem'inden.
Batıdan gelen her türlü teknik aygıtın yan etkileri vardır. Kimi savunmacı ve uzlaşmacı insanlar şöyle derler: “Batılıların sadece tekniği alınmalı, ahlâk ve kültürü alınmamalıdır.” Düşünülmez ki, teknik ve teknolojik aygıtlar, dünya görüşü ve yaşama biçimiyle birlikte gelir. Zaten bunlar, belirli bir kültürün ürünüdür ve o arka plandan koparılamaz. TV, radyo, kasetçalar, bilgisayar, kendileriyle birlikte hangi kültür, oyun, anlayış ve ahlâkı da kaçınılmaz olarak getiriyor, düşünmek yetecektir.
Kur’an’dan yola çıkarak rahatlıkla diyebiliriz ki; imanın esası doğruluk; münâfıklığın esası da yalandır. Yalancılık, nifakın ve küfrün dışa yansımasıdır. Müminin temel özelliği, niyetlerinde, söz ve davranışlarında doğruluk; münâfık ve ikiyüzlü kâfirlerin temel özelliği de eğriliktir, yalandır, hile ve aldatmadır. Yalancılık, tabii ki sadece dille olmaz; bedenle, işaretle, yazıyla, internetle de olur. Yalan, fıtrata ters olduğu için, insan beyni başta olmak üzere birçok organın çalışma yapısı anormalleşir, yalan söylemek için daha anormal ve olağandışı efor sarfetmek zorunda kalır. Kalp ritimlerinde değişiklik, çeşitli salgılarda farklılık, heyecanın artması gibi sinir sisteminde anormallikler ortaya çıkar. Bu normal dışı davranışları tesbit eden “yalan makinesi” insanın yalan söylediğini büyük ihtimalle tesbit eder. Beden dili de yalanı çoğunlukla ele verir. Yalanı insan ruhu, vicdanı, psikolojik yapısı, fıtratı, hatta organları (vücut dili), özellikle de imanı kabul etmemektedir.
Günümüzdeki stres, rûhî bunalım ve sebepsiz sıkıntıların, suçluluk duygusu, intihar isteği gibi mânevî hastalıkların büyük bölümünün “yalan”la ilgisi olduğunu söylemek zor olmaz. Bunlar, yalancılara verilecek esas uhrevî cezânın küçük avanslarıdır; Yalandan kaçınan sâdıklar/doğrular ise, bütün bu acılardan ve vicdan azâbından emîn oldukları gibi bu doğruluklarının karşılığını esas olarak âhirette alacaklardır. Unutmamak lâzımdır ki, esas cezâ ve ödül yeri âhirettir.
Teknoloji, yalanı yaygınlaştırma ve yalan dünyayı sevdirme konusunda öyle imkânlar sunuyor ki… İnsancıklar, robotlar içinde robotlaşıyor, makineler arasında makineleşiyor. Kendisi de bir eşyaya, oyuncağa dönüşüyor insanımsı yaratık. Teknoloji, insan adlı varlığı gerçeklerden, haktan koparmak için oyunlar, oyuncaklar üretiyor; böylece insanat bahçesine döndürdükleri arenada insanlar da oyuncak haline geliyor. Oyuncaklaştırdığı insanlarla oynuyor Batı. Kurguluyor, kuruyor, pillerini takıyor, elindeki kumandasıyla yön veriyor; modern köle haline getiriyor. Kim demiş kölelik tarihe karıştı diye. En vahşicesi bu asırda uygulanıyor. Sadece bedenine hükmetmiyor, zihnini ve gönlünü de köleleştirerek Allah’ın kullarını teknoloji putuna tapınan uyuşuk esirler haline getiriyor. İnsan adlı muhteşem varlık, teknoloji sayesinde mutfakla tuvalet ve yatak odası arasında gidip gelen bir makineye, bilgisayar fişine kafasından bağlı uzaktan kumanda edilen bir aygıta dönüştürülüyor. Mâlâyani denilen faydasız şeyler, kulluğun önünü tıkıyor. Allah’sız, namazsız, dâvâsız yaşayabilen yeni gençlik; televizyonsuz, müziksiz, filmsiz, internetsiz, çetsiz ve cepsiz bir dünya düşünemiyor. Düşünemiyor, ne Yaratanını, ne kendini ve yaratılış amacını. Sanal bir dünya oluşturuyor teknoloji. Sanal, yani gerçek olmayan, hakikatten uzak, sahte bir dünya. Kullananları da matrixleştiren, sanallaştıran, giderek banallaştıran sahte bir âlem. Sanal, gerçekte aslı olmayıp zihinde tasarlanan, mevhum demek; banal da basit, âdi, bayağı, sıradan anlamına gelir. Hakikat adlı anneyle bağını koparan, fıtrat ve vicdan ne demek bilmeyen yeni nesil, sanalın kucağında teknolojinin sahte memelerinden hormonlu, uyuşturan ve zehirleyen süt emerek hayatını idame ettiriyor. Uyuşturucu ile, zehirle, aburcuburla nasıl hayat sürülürse öyle bir hayat; ha yat, ha bu zehri tat. Tat ve yat. Yat ve uyu. Uyu ve unut. unut uyuş.
Bir Müslüman, telefonla benden fetva sormuştu: “Piyasası şimdiden hazır olan çok kârlı bir ticaret var. Çin’de üretilen bir teknolojik âlet; telefonda ve internet ortamında erkek sesini kadın sesine çeviriyor; istenirse kadın sesini de erkek sesine. Bir erkeğin konuşmasını aynen kadın sesi olarak muhatabına ulaştırıyor. Bu aygıtı ithal edip toptancılığını yapmak istiyorum. Câiz midir?” İnsanların böyle bir araçla ne tür fesat ve fitneler, ne çeşit kandırma ve hileler peşine düşeceklerini, bu araç vasıtasıyla ne kadar yuva ve cennet yıkılabileceğini bilmek için sosyolog ve âlim olmaya gerek yok. Fetvamı değil (fetva makamında kendimi tabii ki görmem), ama cevabımı tahmin edersiniz. Bunun basite ve küçüğe alınabilecek herhangi bir günah değil, çeşitli haramlara götüren büyük ve doğurgan bir fitne aracı olduğunu, eğer böyle bir ithalat yapar ve piyasaya sunarsa, öldükten sonra bile amel defterinin kapanmayacağını, bu araçla yapılacak her günahtan kendisine pay verileceğini söyledim, sakıncalarından uzun uzun bahsettim. Vazgeçti(ğini söyledi) o kimse. İyi de, herkes fetva mı soruyor, ya de her isteyenin istediği gibi fetvayı o şahıstan değilse de başka bir şahıstan, ama mutlaka alacağı ortam mı yok? Hangi tür fetva istiyorsan söyle, o tür fetva verecek şahsı veya kurumu sana göstersinler. Kaldı ki, demokratik, laik, Atatürkçü, Batılı bir ülkede fetva da mı sorulur, bir şeyin helâlliğinden haramlığından mı bahsedilir? Böyle yapılırsa Atatürk çarpmaz mı vatandaşı? Bunun için mi kurdu Cumhuriyeti? Vergisini veriyorsa yaptığı iş, sakıncasızdır, hatta kutsaldır TC dinine göre. Kanunlar var, kanunlara uyar veya uydurur, miş gibi yaparsan, haram helâl kimin neyine? Haramları helâl kılan, yani serbest yapan, meşrû ilan eden rab taslakları (9/Tevbe, 31), inkâr edilmesi gerektiği halde (2/Bakara, 256) başta tutulan, destek verilen tâğutların yasasında (dininde) sadece resmî yasak vardır, suç vardır; ama “haram” kavramı yoktur.
İnsan gözüne, vücuduna ve diline kolay kolay yalan söyletemez; ama kaleme, bilgisayar klavyesine çok kolay şekilde yalan söyletebilir. Yalan adlı bulaşıcı ve çok tehlikeli virüs, bilgisayardan insanın diline, oradan gönlüne rahatça yerleşebilir. Bu virüs insanı yalancılardan yaparak dünyasını çirkinleştirip cennetini yok edebilir. (Bilgisayar kurbanları, koro halinde “olsun, ne var bunda!?” diye tuşlara küfrettiriyorlardır büyük ihtimalle.)
Alışkanlıkların kişinin iradesini zayıflattığı, insanı kendine bile söz geçiremez, özgüveni gittikçe yok olan, edilgen ve güçsüz hale getirdiği bir vakıadır. Tiryakilik, insanı esir eder. İnternet ve orada çetleşme, google, mail, MSN gibi tiryakilikleri, oyun, futbol ve dizi tutkunları, facebook gibi girip de zor çıkılacak sanal mekânlar, site site dolaşmalar, forum köşeleri, internet geyiklikleri, doğru ile yanlışın karıştığı din hakkında herkesin her şeyi tartıştığı alanlar, özetle bilgi kirliliği ve kirliliğin bin bir çeşidi, hep insanı ahtapot kollarıyla yakalayıp güzelliklerini sömüren bir canavardı ve tutsaklıktır. Tiryakilerin alıştığı zehiri bırakmak istemeyişleri, vücudun onu bir ihtiyaç gibi algılamasına benzer. İnternet tiryakiliği, bağımlılığı, tutsaklığı, hastalığı da böyledir. Google’ın dayanılmaz cazibesi, youtube’un büyüleyici daveti ve ekrandan yüzünü uzatıp dilini çıkaran şeytan…
“Hayâ imandandır.” (Buhârî, İman 4, 6, 16, Edeb 77; Müslim, İman 57-59; Nesâî, İman 16). İman ile ahlâkın yakın münasebeti, Hz. Peygamber'in hadislerinde billûrlaşmış olarak müşâhede edilir: “Mü'minlerin iman yönünden en mükemmel olanı, ahlâkı en güzel olanıdır.” (Ebû Dâvud, Sünnet 16, hadis no: 4682; Tirmizî, Radâ, h. no: 1162). O yüzden mükemmel bir ahlâka sahip olmayan kimsenin iman yönüyle kemâle ermesi, tam bir mü’min olması da söz konusu olamaz. “İnsanlığın ilk nübüvvetten (ilk peygamberden beri) aldığı öğüt şudur: ‘Eğer hayâ etmiyor, utanmıyorsan dilediğini yap.” (Buhârî, Enbiyâ 54, Edeb 78; Ebû Dâvud, Edeb 6)
Her şeyin aslı, gerçeği gitti; hormonlusu, sahtesi, sanalı geldi; İnsanın da öyle.
Komşuluklar, sohbetler gitti; yerine TV. ler, bilgisayarlar geldi.
Televizyon çıktı, “sizi”, “bizi” düşünenler gitti; yerine dizi dizi “dizi” geldi.
İnternet çıktı, cihat gitti; yerine chat geldi.
Gitmek bilmeyen arsız misafir gibi evlere giren teknolojik araçlar aracılığıyla özgürlük gitti; kölelik geldi. Esirlik; eşyaya, aygıtlara, hevâya, sömürü düzenine…
İnternetle evdeki yakınlıklar gitti; uzaktakilerle ve uzaklaşılması gerekenlerle yakınlık geldi.
Rabbe kulluk gitti; kula kulluk, tâğutlara, paraya, karıya, topa, popa kulluk, hevâya tapınma, emir kulluğu geldi.
Yardımlaşma gitti; bireycilik geldi. Huzur gitti; stres geldi. Saygı gitti, kaygı geldi.
Okumak gitti; bakmak geldi. Televizyon seyrederken "gözlerim kızarıyor" diyen birisine diğeri "Benim de yüzüm kızarıyor" demiş. Bir başkası da çıkıp “ancak yüzünün kızararak seyredebileceğin çirkinlikleri seyrediyorsun, öyleyse senin de yakıcı ateşte imanın kızarıyor” demesi gerekiyor. Gözlerin, yüzlerin ve imanların kızarmaması, âhirette de her tarafı kızartan kızgın demirlerle insanın dağlanmaması için bizi Allah’tan uzaklaştıranlardan uzaklaşmalı. Allah’a isyan edenlere isyan edilmeli. Lâ denilip uzlaşma kestirip atılmalı.
Ve böylece medya ve cahilî eğitim vasıtasıyla, kapitalizm ve tâğutlar tarafından zihinler ve gönüller işgal edildi. Bu işgalde internetin katkısını unutmamak gerek.
Çocuklar ve gençler için ev; internet demek, televizyon demektir, hayat oyun alanıdır, nefse hoş gelen özelliklerdir.
Unutmayalım; internette de Biri bizi gözlüyor. Hayatımızın her saniyesi, omzumuzdaki kameramanlar (Kirâmen Kâtibîn) tarafından videoya alınıyor. Müslüman olduğumuzu internet karşısında da unutmamalı ve ispatlamalıyız. Kalbimizden geçenleri bilen Rabbimiz internetin sanal âleminde ne yaptığımızı, kiminle nasıl konuşup yazıştığımızı, girişte güvenlik görevlisi olan veya olmadığı düşünülen hangi sitelere ne amaçla girdiğimizi de görüyor, biliyor. İnternet başında herhangi bir haram işlerken ölüm gelebilir. Ölüm gelmese de zerre kadar yaptığımız şerrin hesabı bizden sorulur.
Müslümanca yaşamak, her an Müslümanlığımızı unutmamak duasıyla…
Ahmed KALKAN Hoca'mızın Kalem'inden.