Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Kıyafet Meselesi- Mevdudi

hayalet Çevrimdışı

hayalet

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Kıyafet Meselesi

İctimai hayatta meydana gelen değişmeleri, refah seviyesinin yükselmesini ve lüks görüntüleri bir
tarafa, bırakacak ve insanoğlu için sırf bir ihtiyaç maddesi olması açısından bakacak olursak, elbise,
yaradılıştan gelen, haya duygusunun bir gereği olarak insan bedeninin belli uzuvlarını örten ve iklim
şartlarının etkisinden insanı koruyan bir şeydir. İnsanın bu iki ana ihtiyacını karşılayan her kıyafetin,
sade ve basit şekliyle bizatihi aynı olması icabeder. Çünkü bütün insanlar, aynı cins ve özellikte
bünyeye sahiptirler ve bu bünyeyi örtmek için akla ilk gelen şekil, birbirinin benzeri kıyafetlerdir.
Mevsimlere bağlı olarak havalarda meydana gelecek olan değişiklik sebebiyle giyim ve kuşamlarda
şekil ve çeşit bakımından olsa olsa şöyle bir farklılık ortaya çıkar:Hava sıcakken, yalnızca bedeni
örtecek şekilde ince bir elbise, soğuk ve sert iken de bedeni soğuktan azami derecede muhafaza
edecek surette kalın ve muhkem bir elbise giyilir.


Eski insanla ilgili olarak bize ulaşan tüm bilgiler şu gerçeği ifade etmektedir: İnsanın, yalnızca
ihtiyacının ve fıtratının gereği olarak giydiği elbiselerin şekil ve görüntülerinde fazlaca bir çeşitlilik
ve farklılık yoktu. Eğer bir farklılık olmuşsa, çoğu kez çeşitli ülkelerin iklim ve hava şartlarına bağlı
bir farklılık ve değişiklik olmuştur. Lakin, insan, duyguları yavaş yavaş olgunlaştıkça, medeniyet ve
uygarlıkta ilerleyip sinai gelişmeleri ve yeni keşifleri gerçekleştirdikçe ve nihayet tabiatında zevk
melekesi geliştikçe, temel ve ibtidai ihtiyaçları üzerindeki yeni birtakım ihtiyaçlara temayül etmeye
başlamıştır. Bu yeni tesirler, muhtelif ümmetlerde kemiyet ve keyfiyet bakımından çeşitli şekillerde
tezahür ettiği vakit, tabii ve ibtidai olan elbise ve kıyafetlerin kazandığı bu yeni ilave ve estetikler,
elbette ki, kemiyet ve şekillerindeki çeşitlilik ve nevi itibariyle her ümmette aynı ölçüde
meydana gelmemiştir.

Kılık ve kıyafetlerdeki çeşitlilik ve fırklılığı doğuran önemli ya da önemsiz müteaddid sebep
ve saikleri, kesin olarak tesbit ve tayin etmek bir bakıma imkansızdır. Zira, miletlerin ictimai
bünyelerini ve bu millet fertlerinin şahsi varlıklarını, binlerce yıl etki altında bulunduran iç ve
dış amilleri (faktörleri) kesin bir şekilde sayıp dökmek, tesbit ve tescil etmek mümkün değildir.
Hatta bu amillerden öyle ince ve gizli olanları vardır ki, bunları hissetmek ve duymak katiyen
mümkün değildir. Ancak biz, bu ayrıntıları ve cüziyyatı bir tarafa bırakarak, çeşitli millet ve
topluluklarda revaç bulmuş ve yaygınlık kazanmış olan, elbise ve kıyafet şekillerini oluşturan
bariz ve önemli amilleri tesbit etmek istersek, bunları şu, sekiz ana noktada toplayabiliriz.


KIYAFETİ HAZIRLAYAN VE OLUŞTURAN

AMİLLER VE KIYAFETİN TABİİ SEYRİ
1- Coğrafi Şartlar: Bu şartlar, belli bir yeryüzü bölgesinde oturan insanları, hususi bir kıyafet
ve özel bir hayat tarzına zorlamıştır.

2- Dini ve ahlaki Düşünceler: Dini ve ahlaki telakkilerin etkisiyle, her millete erkek ve
kadın kıyafetleri birbirinden ayrı olmuştur.

3- Fıtri Zevk: Bu zevk, her millette farklı şekillerde gelişmiş, bunun neticesi olarak da,
her milletin tercih ölçüsü ayrı ayrı olmuştur.

4- Hayat Tarzı: Her milletin hayat tarzı ve üslubu, o milletin, içinde bulunduğu coğrafi,
medeni iktisadi, fikri vemanevi şartlara uygun olarak özel bir biçimde gelişir ve neşv ü nema
bulur. Bunun içindir ki, her millet, kendi genel sosyal yaşayışına uygun düşen kıyafeti
benimser ve tercih eder.

5- İktisadi Durum: Bu her milletin, içerisinde bulunduğu umumi geçim imkanlar, iş, sanat,
zenginlik ve fakirliğe dayanan mali durumu demektir. Binaenaleyh, bir milletin kıyafeti,
içerisinde bulunduğu bu şartlara paralel gelişir ve bu şartların değişmesiyle kıyafeti de
tabii olarak değişir.

6- Medeniyet: Her millet, medeniyet konusunda muayyen bir seviyede bulunur, diğer
milletlerden medeniyetiyle arılır ve temayüz eder. Medeniyetinin ölçülerine göre kıyafetini
ayarlar ve bu ölçülere göre diğer milletlerin giyim kuşamlarından ayrılır.

7- Milli Örf ve Adetler: Her nesil, örf ve adetleri mucibince, kendinden önceki nesilden,
hususu bir yaşama tarzı ve kıyafet devralır; sonra bunları, bazı değişiklikler yaparak
kendinden sonrakilere bırakır. Realitedeki bu silsilevi hayat tezahürleri, bir milletin bekasının
kefili ve onun milli varlığının devamıdır. Bunun için, bu tezahürler, her milletçe aziz ve değerlidir.

8- Dış Amiller: Bir milletin düşüncesi ve hayat tarzı, o milletin başka milletlerle temasıyla
hükmen etkilenir. Ancak, ne ölçüde ve ne şekilde etkileneceği hususu, büyük ölçüde o
milletin içinde bulunduğu siyasi, fikri ve ahlaki şartlara bağlıdır.

İşte, milletlerin sadece giyim -kuşamları üzerinde değil, hatta tüm ictimai hayatları üzerinde
olanca kapsamı ve etkisi ile hüküm süren ve müessir olan mühim ve büyük amiller bunlardır.
Milletlerin kıyafetleri, işte bu önemli amillerle etkileşim sonucu meydana gelir. Bu incelememizin
ışığında milli kıyafetimiz konusuna eğildiğimiz zaman, şu iki ana gerçek gözümüze çarpar:

1- Elbise, sadece bedenin bazı uzuvlarını örtmeye yarayan harici bir araç ve vucudu hava
şartlarından koruyan bir şey değil, bilakis bunun ötesinde, milletlerin varlıklarına, medeniyet,
uygarlık, örf -adet ve diğer sosyal müesseselerine kök salmış bir nesnedir. Evet, kıyafet,
gerçekte bir milletin cesedine şekil veren bir ruhun tezahürü, milletine tercüman olan lisanı
ve o milletin ictimai varlığını dünyaya tanıtan bir görüntüsüdür.

2- Kıyafeti oluşturan ve onun gerisinde rol oynayan bütün amiller -coğrafi şartlar hariç -zaman
zaman hissedilmeyen bir hızla, değişmeye ve devrime maruzdur. Çünkü bu amiller içerisinde
durgun ve donuk hiçbir şey yoktur; bilakis bu amillerin hepsinin değişme istidadı vardır ve
bunların gelişme ve değişmeleri, fertlerin giyim ve kuşamlarını etkilemekle kalmaz; aynı zamanda
bu gelişmeler yavaş yavaş onların ictimai hayatlarına da tesir eder. Yükselmeye susamış ve
ilerlemeye azmetmiş bir milletin içinde ilim ve fen yaygınlaşıp fikirler aydınlandığında görüşler
açıldığında, sınaat ve ticaret dev adımlarla ilerlediğinde, ülkenin iktisadi durum refah ve zenginlik
seviyesine ulaştığında ve diğer milletlerle ilgi kurma fırsatını bularak onlardan ahlak mediniyet,
uygarlık ve benzeri değerleri aldığında, istese de istemese de, bu milletin ictmiai hayatında
tekamülcü bir hareket doğar. Duyguları değişir, zevki arınır. Hayat üslup ve tarzına güzellik
ve intizam girer.

Edebiyat ve kültür seviyesi yükselir. Yeni ihtiyaçları gidermek için çağdaş usulleri benimseme
eğilmi doğar. Daha önceki görüntülerden çok daha temiz bir şekilde milli örf ve adetlere karşı
hürmet meydana gelir. Elbette, hayatın diğer şubelerindeki bu kadameli ve tedrici yükselme
ile birlikte kıyafetinde de güzelleşme, tertip düzen, zinet ve hem maddesi hem de manzarası
itibarıyla sağlamlık görülür. Bunu sağlamak için millet, bu gelişme sürecinin herhangi bir
merhalesinde, fertlerinin kıyafetlerine hususi bir şekil ve biçim vermek için karar almak üzere
bir kongre veya kurultay toplama ihtiyacını duymaz. Bilakis, millet içinde revaç bulan ve
kabule şayan görülen yeni ıslahatlar, ictimai amillerin de ortaklaşa etkisiyle, eski kıyafet
şekillerinde birtakım değişiklikler yaparak onlara yeni şekiller kazandırır. Kısaca, bu milletin
zevki ve ictimai selikası, ondaki yeniyi kabul, eskiyi atma ve medeniyet kafilesine yetişme
kabiliyetine uygun gelecek biçimde kendi kıyafetini durmadan güzelleştirir ve intizama sokar.


ZORAKİ KIYAFET DEVRİMİ ve BUNUN TENKİDİ


İşte bu, milletin kıyafetinin doğması, gelişmesi ve değişmesinin tabii olan şeklidir. Bunun bir
de tersi, yani sun’i (yapay) şekilde olanı vardır ki o da, bir milletin kıyafetini zorla değiştirmek,
devrimler yoluyla bir başka milletin kıyafetini ona giydirmektir. Her iki surette de -yani tabii (doğal)
gelişmeler yoluyla ve devrimlerle zor kullanmak suretiyle -şüphesiz ki değişme vuku bulur.
Birinci şekildeki gelişme ve değişme, aynen bir ağacın yetişmesi ve büyümesi gibi tabiidir.
Şöyle ki, ağaç belli bir ölçüde büyür ve biter. Rengi, şekli, hacmi, meyvesi, yaprakları ve
dallarında, kendi özellik ve tabiatı üzere kalarak değişmeler olur. Mesela, eğer bu ağaç limon
ağacı ise, sonuna kadar limon ağacı olarak kalır. Yok eğer hint kirazı ise, ne kadar değişir ve
büyürse büyüsün, tüm tekamül merhalelerinde hint kirazı olarak kalır. Şüphesiz gıda ve
hayatiyetini, topraktan, havadan, sudan ve güneşten alır; lakin, aldığı her şeyi öylesine
değiştirir ve kendine maleder ki, bunu onun külli varlığından koparıp almak mümkün değildir.
İkinci tür değişikliğe gelince, bu şuna benzer: Bir, limon ağacı vardır. Buna hint kirazı ağacının
kabuğu giydirilmiş ve üzerine yine aynı ağacın dal, yaprak ve meyveleri takılmıştır. İmdi bu,
ne limon ağacıdır, ne de hint kirazı! Hem hint kirazı, hem limon!? Hakikatte, bu sun’i amillerle,
devamlı, sabit ve gerçek bir değişim meydana gelmez. Bununla ancak tabii tekamül ve gelişmeler
engellenmiş ve tökezletilmiş olur. Fakat sosyal meselelerden anlamayan ve hayatın problemlerine
sathi ve yüzeyden bakan basireti kapalı kimseler, bir çocuk saflığı ve aldanışı içerisinde,
bir milleti değiştirebilmelerinin, onu zahiri giyim -kuşamının şeklini ve hayat tarzını değiştirmekle
mümkün olacağını zannederler.

Kanun zoruyla bir milletin kıyafetini değiştirmenin normal ve doğru bir şey olduğu hakkında
şunları ileri sürerler: Kıyafet inkılabıyla, geri kalmış bir milletin düşünce hayatında değişmeler olur.
Durgunluk, donukluk ve meskenetin yerini hareket, canlılık ve faaliyet alır. Geri kalmışlık
elbisesinden soyunuvermekle, göz açıp kapayacak kadar kısa bir zaman içerisinde, maziden
kalma tüm zaafları üzerinden atar. Yeni kıyafeti giyivermekle -hele hele bu, medeni ve ileri bir
milletten alınmışsa -milletin varlığında ve hayat tarzında ani değişmeler olur ve artık kendisinin
ileri bir millet olduğu bilincine varır ve kendini gelişmiş milletler arasında görür. Hatta, dahası var,
diğer milletler kendisine takdir ve hürmet gözüyle bakmaya ve onu da kendilerinden saymaya
başlarlar. Yani o ileri milletlerin hayat tarzını benimsedi mi, yeniden canlanır silkinir ve arınır.
Ve bu milletler gibi, kendine güvenir, şahsiyetini tanır.

Delil diye ileri sürülen bu ve benzeri şeyler, insanların kıyafetlerini kanun kuvvetiyle değiştirme
siyasetinin meşru vegeçerli bir yol olduğu hususunda yaygın bir kanaat halini almıştır. Lakin,
bu deliller, aslında sathi ve kırık-dökük birtakım düşüncelerden ibaret olup, ciddi ve olgun bir
fikir sistematiğinden yoksundur. Onlar, bu siyasetlerinin doğruluğunu isbat için, büyük bildikleri,
fakat aslında fikir ve mantıkça pek kendilerinden farklı olmayan bazı şöhretlerinin adlarını verirler.
Halbuki bu meşhurlar da (!), -kendilerini büyüten taraftarları gibi- meseleye yine sathi bir
şekilde bakan cazip şöhretler olup, onların da kafalarında pek bir şey yoktur!

Zor ve çetin günlerde aldığı isabetli karar ve tedbirleriyle milletin felaketten kurtaran bir
askeri kahraman, şüphesiz ki, takdir, övgü ve saygıya layıktır. Fakat, gerçekte hakettiği
kadarıyla ve halkına hizmet ettiği askerlik ve kahramanlık alanlarında... Ama, bu yiğit insana,
çağın eşsiz kahramanı, devrin en büyük insanı, ümmetin ıslahçısı ve medeniyet kuran adam gibi
yakıştırmalar ve taltifler yapıldığında, bunu akıl kabul etmez! Bu askeri kahramanın durum, sellere
karşı sed çekerek şehri batmaktan kurtardığı için kendisine, en büyük düşünür ve en büyük kurtarıcı
gibi lakaplar tevcih ettiğimiz ve genel koruyucu hekimlik, eğitim ve öğretim alanlarında da kendisine
ülkede en büyük makamın ve şeref payesinin verilmesini istediğimiz, başarılı bir mühendisin
durumuna benzer!

Buraya kadar ki izahımız, aslında eskiye karşı devrim taraftarlarının ileri sürdükleri delillerin
temelden çürük olduğunu göstermeye kafidir. Ne var ki, modern akımların sürekli olarak etkisi
altında bulunan insanların kafalarına yerleşen bu yanlışlıkları, bu kadarcık bir izahla silmek
çok güçtür. Bu yüzden, kıyafet devrimi siyasetinin yanlışlığını belirten bazı delilleri aşağıya
sıralamak ve konuyu derinleştirmek ihtiyacını duyuyorum:

1- Kıyafetin şekli ve biçimi, kendi başına ve müstakil bir mesele olmayıp, bu ancak tabii ve
ictimai birçok amillerin neticesidir. Bunu bir hakikat olarak itiraf ettikten sonra, şu gerçeği de
itiraf etmeliyiz ki, bir milletin, bu amillerle etkileşim sonucu meydana gelmiş olan kıyafeti, o
millete göre fıtri (tabii) bir kıyafettir ve o millet bu kıyafetini, sözü edilen amillerle etkileşim
sonucu meydana gelmemiş yeni bir kıyafetle ansızın değiştirecek olursa, kainatta Allah’ın
yaratmış olduğu fıtrate uymayan bir davranış içine girmiş olur.

2- Her milletin kıyafeti, o milletin hayat tarzıyla sıkı sıkıya ilgilidir. Hayat tarzıyla sosyal
yaşayışı arasında da bir çok yönlerden ilgi ve bağlılıklar mevcuttur. Milletin kıyafet ve
hayat tarzı, tabii bir inkılab ve değişiklik geçirdiğinde, bütün bu ilgi ve bağlılıklar devam eder
ve baki kalır. Ama bu inkılap, gayr-i tabii, yani milletin hem kıyafet ve hem de hayat tarzına
zorla tatbik edilmek şeklinde olacak olursa, o vakit, bu milleti ictimai hayatında birtakım kopukluk
ve çözülmelerin vuku bulması kaçınılmazdır. Zira, millet hayatının öteki şube ve üniteleri bu
inkılaba ayak uyduramaz ve bunlarla kıyafet devrimi arasında herhangi bir ilgi, uyuşma, irtibat
ve bütünlük bulunmaz.

3- Aslında, kıyafetin güzelliği, ağırlığı ve gelişmekte olan şartlara uygunluğu, milletin toptan
ilerlemesine ve faal, canlı, kültürlü, medeni, zevk sahibi ve aydın fikirli olmasına bağlıdır ve
bu yolda yürüdüğü ölçüde milli kıyafet kendi kendine düzen ve tertibe girer. Çünkü, gelişen
ve değişen sosyal hayata paralel bir şekilde eski vaziyetinde fıtri olarak değişmeler olur.
Nitekim, bir başka millette kendi şartlarına ve ihtiyaçlarına uygun düşen yeni biçimler gördüğü
vakit onları alır, münasip ve fıtri tarzda kendisine tatbik eder. Ama, bu fıtri ilerleme ve yükselme
yolundan sapacak ve bir çırpıda kıyafetini değiştirme yoluna gidecek olursa, işte bu, bir halden
başka bir hale zıplamak ve sıçramak olur ki, bu tip sıçrayışların ictimai hayatta
kökleşemediği malumdur.

4- Bir milletin kıyafetini ve hayat tarzını, genel ictimai gelişme ve yükselme çerçevesi
dışında değiştirmek ve hakiki seviyesi üzerinde bir dereceye, ani bir devrimle çıkarmağa
çalışması, henüz büluğa ermemiş bir çocuğun, cinsi duyguları tahrik eden bir ortamda yaşayarak,
kuvvet macunları ve cinsi gücü ayağa kaldırıcı ilaçlarla, kısa yoldan (!) büluğa ermek için
çabalaması gibi bir şeydir. Zorla ve tepeden inme devrimlerle medenileştirilmek ve kalkındırılmak
istenen geri kalmış bir milletin sosyal bünyesinde ve fikri ahlaki vaziyetinde meydana gelecek
olan bu sarsıntı ve çözülmeler, sun’i yoldan büluğa erdirilmek istenen bu çocuğun bünye ve
fikir sisteminde meydana gelen şiddetli sarsıntı ve bozukluklara benzetilebilir.

5- Herhangi bir milletin iktisadi durumu, ancak kendine has bir kıyafet ve hayat tarzına
müsade ediyorsa, bu milleti kendi ekonomik seviyesinin çok üzerinde ve kaldıramayacağı
kadar ağır ve kıymetli kıyafeti ve hayat tarzına zorlamak zulümdür. Bu, o milleti helak
etmekten başka bir şey değildir. Çünkü bu hareket, yalnızca, zengin ve ileri milletlerin
kıyafet ve hayat tarzılarını alıvermekle kalmıyacak ve medeniyetin eritip yok edecek olan
o ileri zengin milletlerin görüş, nazariye ve ameli yaşayışlarını da beraberinde getirecektir.

6- Kıyafet dil ve alfabe, bir milletin şahsiyet ve istiklalini ayakta tutan temel direklerdendir.
Öyleki, bunların yıkılmasıyla, o milletin varlığı da inkıraza yüz tutar ve yavaş yavaş izleri
silinerek başka bir milletin milleti içerisinde kaybolur. Bugün tarihe malolmuş bulunan ve
eski milletler diye adlandırdığımız kavimlerin, yeryüzünden silinmelerinin yegane sebebi budur.
Bunların yokolmaları ve yeryüzünden silinmelerinin anlamı, o milletleri meydana getiren
fertlerin toptan yokolup, nesillerinin kesilmesi demek değildir; fakat bu yokoluş ve silinişin
manası, fertlerin kendi medeniyetlerine sahip çıkmamaları, milliyetlerinin direklerini bizzat
yıkarak onu inkıraza terketmeleri ve başka milletlerin kıyafet, dil, alfabe ve sosyal hayat
tarzlarını benimsemeleri sonunda, milliyetlerinni tamamen munkariz olmasıdır. Zamanımızda,
bu yolu yükselme ve ilerleme vesilesi zanneden taklitçi siyasi liderlerin plan ve proğramlarını
kabul etmiş olan milletler de bu akıbetten kendilerini kurtaramayacaklardır.

7- Bir milletin başka bir kavmin kıyafetini ve yaşama biçimini benimsemesi, o milletin içindeki
aşağılık duygusunu ilan etmesinden başka bir şey değildir. Bir başka ifadeyle, o millet kendisini,
iftihar edecek hiç bir değere sahip olmayan zelil bir topluluk olarak görmektedir ve atalarından
kendisine hiç çekinmeden sahip çıkabileceği üstün değerler kalmamıştır!Milli zevki ve kavmi
düşüncesi son derece basit ve cılızıdır. Diğer taraftan, kendisine üstün bir hayat tarzı ortaya
koyacak keşif ve icad kabiliyetinden de yoksundur. Bundan dolayı da, dünya milletlerine karşı
kendisini medeni ve kültürlü göstermek için her şeyini başkalarından alır ve medeniyet, eğitim,
tertip, düzen ve güzelliğin ancak ve ancak taklid etmekte olduğu milletlerin hayatlarında
olduğunu hiç utanmadan ve sıkılmadan bütün dünyaya ilan eder. Saadetin onlarda olduğuna
ve her türlü üstünlük ve ilerlemenin hakiki ölçüsünün o milletlerin yaşayışlarında olduğuna inanır.
Kendisi, binlerce yıl, yeryüzünde ot gibi yaşar; fakat değerli hiçbir şey ortaya koyamaz.
Hakka yemin olsun ki, gayret ve zeka sahibi hiçbir millet, kendi kendisini böylesine bir zillet
ve perişanlığa mahkum etmez!Tarih şahittir ki, hatta asrımızda gözlerimizle gördüğümüz
hadiseler şehadet etmektedir ki, bir millet böylesi bir zillet ve alçaklığı ancak şu iki
durumda kabullenir:

a- Ya hayatın tüm alanlarında diğer dünya milletleri karşısında hezimetten hezimete
uğrar ve sonunda kudretten düşer, gücü kırılır ve mağlub olur. Hindistan, Türkiye,
İran, Mısır ve benzeri ülkelerde olduğu gibi...

b- Yahut da, mazisinde, iftiharla sarılıp baş tacı edeceği kıymetleri, örf ve adetleri
bulunmaz ve maziden kalma üstün bir medeniyetle ilgi kuramaz. Ve dünya milletleri
arasında bu konuda başlangıç noktasında bulunan bir mübtedi durumunda kalır.
Japonya gibi...

8- Eğer bu konuda, bir milletin başka milletlerden olması lazım gelen ve almaya hak
kazandığı bir şey varsa o da, ilmi araştırma sonuçları, fikri gayretlerin meyveleri, keşifler,
icatlar ve üstünlüğe ulaştıran çalışma proğramlarıdır. Yeryüzünde herhangi bir milletin tarihinde,
sosyal nizamında ahlakında faydalı taraflar mevcutsa bunları almamız gereklidir. Bu durumda
bize düşen, o milletin yükseliş sebeplerini büyük bir dikkat ve titizlikle incelemek ve bunlardan
kendi bünyemize ve şartlarımıza uygun gördüklerimizi almaktır.Zira, böylesi şeyler tüm insanlığın
ortak mirasıdır. Bunlara gereken değeri vermemek ve milliyetçilik taassubuyla bunları almakta
tereddüt göstermek, koyu bir cehalettir. Lakin bu özleri bırakıp da, batılı milletleri kıyafet,
yaşayış tarzı ve yeme-içme şekillerini, onları başarıya ulaştıran temel faktörler diye almaya
kalkıştık mı, işte bu ancak ve ancak, bizim geri zekalı, aptal ve düşüncesiz olduğumuza
delalet eder!Aklı başında bir insan, Batı’nın hayatın tüm alanlarında kazandığı başarılarını
ceket, pantolon, kıravat ve şapkasıyla elde ettiğine inanabilir mi? Veya, yemeğini bıçak ve
çatalla yemesi mi ona bunca ilerlemeyi sağlamıştır? YoksaAvrupa, makyaj takımlarıyla, ojesi
ve manikürüyle mi bugünkü medeni ve teknik seviyiyi ulaştı? Eğer durum böyle değilse -ki böyle
olmadığı aşikardır- ne diye bizdeki ileriler ve ıslahat lafazanları, özü bırakarak bu zahiri
görüntülere koşarlar? Onlar Avrupadaki şu sözler alıcı güzelliğin ve akılları hayrete düşüren
teknolojinin bir asır süren ciddi ve sürekli gayretlerin bir sonucu ve meyvesi olduğunu ve
hangi millet olursa olsun yükselmek için Avrupa’nın yaptığı gibi durmadan -dinlenmeden,
azim ve sabırla çalıştıktan sonra, gözler kamaştıran ve akıllar durduran bu medeniyet
sevyisine ulaşabileceğini niçin anlamıyorlar?

Serdettiğimiz bu delillerden anlaşılmıştır ki, herhangi bir miletin, başkalarının kıyafet ve
yaşayış tarzını alması ve benimsemesi anormal bir haldir ve hiçbir şekilde makul bir hareket
değildir. Çünkü, insan normal şartlarda kendi toplumunda hakim bulunan yaşama tarzını
bırakmayı ve yabancıların hayat tarzlarını almayı düşünme ihtiyacını duymaz. Böyle bir şeyi
düşünmek, daima anormal ve gayr-i tabii şartlarda olur. Bu aynen, bazı kadınların
hamileliklerinde toprak yemeyi arzulamalarına veya gözü şaşı olan bir insanın, her
şeyi olduğundan başka şekillerde görmesine benzer.


MESELENİN ŞERİAT NAZARINDAKİ DURUMU


Buraya kadar ki açıklamalarımız sosyolojik açıdan idi. Şimdi de meseleyi şer’i
açıdan ele alacağız.

İslam fıtrat dinidir. Bundan ötürü O, hayatın hiçbir nitesinde akl-ı selim ve fıtrat-ı
selimenin yolu dışına çıkmaz. Bizler eğer gözlerimizdeki renkli gözlükleri çıkarıp, hayata
olduğu fıri hali üzere bakacak olursak, bu bakışla İslamın vardığı aynı sonuca varırız.
İslam, insan için hususi bir kılık-kıyafet ve özel bir yaşama biçimi karalaştırmamıştır.
Bilakis, fıtratın arı seyri içerisinde gelişip değiştiği sürece her türlü kıyafet ve hayat
biçimini meşru görmüştür. Ancak, ahlaki ve ictimai bir dizi esaslar ve prensipler koymuş,
giyiminde kuşamında ve yaşama tarzında ıslahat ve düzenleme yapmak isteyen her
milletin bu temel esaslara uymasını istemiştir:

1- Bu temel esasların ilki olarak İslam, erkekler ve kadınlar için avret yerlerini örtme
hududu çizmiş ve kararlaştırmıştır. Buna göre, erkeklerin göbekleriyle dizkapakları arasındaki
kısmı kapatmaları, kadınların da elleri, yüzleri ve ayaklarının tabanları dışında bütün
vücutlarını örtmeleri gerekir.

Bir milletin libası (kıyafeti) bu şartları taşımıyorsa, İslam o milletten bu şartlara uygun
olarak kıyafetini düzeltmesini ister. Bu millet, eğer İslamın istediği bu şartalara göre
kıyafetini düzeltmişse, İslamın istediğini yerine getirmiş olur. Artık bunun ötesinde İslam,
bu milletin erkek ve kadınlarının giydikleri herhangi bir elbise şekil ve çeşidine karşı çıkmaz.

2- İslamın, kıyafet konusunda getirdiği ikinci mühim düzenleme şudur: Eğer giyiminizde
kuşamınızda, İslamın dışındaki dini zümrelerin takındıkları alamet ve şiarlar bulunuyorsa
-mesela haç, zünnar, resim gibi-, bunları çıkarmanız ve kıyafetinizi bu kabil şeylerden
temizlemeniz icabeder.

3- Bu ahlaki ve medeni ıslahat ve düzenlemeler yanında İslam, müslümanların
giyim-kuşamlarında, onları gayr-i müslimlerden ayırdedici bir belirtinin bulunmasını da ister.
Ki böylelikle onlar, gayr-i müslimlere benzeyerek, şahsiyetleri onlarınkinde kaybolmasın;
müslümanlar birbirleriyle tanışmakta güçlük çekmeyip, aralarındaki ictimai hayat,
güçlü ve sağlam bir şekilde devam etsin... Ancak, bu gayenin gerçekleşmesi için İslam
hususi bir kıyafet ve belli bir alamet ileri sürmeyip, bu vaziyetin ayarlanmasını ve
düzenlenmesini umumi örfe bırakır.

Arabistan’da İslami hareket başladığı zaman, Peygamber (s.a.v.) ve diğer müslümanların
giyim-kuşamları, o bölgenin umumi kıyafetiydi. Ancak, Peygamber (s.a.v.), müslümanlara,
onları başkalarından ayırdetmek için, başlarına giymekte oldukları takkeler sarık sarmalarını
emretti. Çünkü, müşrik arapların umumu, ya sadece sarık sarıyorlar, yahut da, yalnızca
takke giyiyorlardı. Bundan dolayı, başa giyilen külahlar üzerine sarık dolama
müslümanların bir şiarı anlamına geldi. Rasulullah (s.a.v.), İslami hareketin ilk tabilerini,
oranın müşrik ahalisinden ayırdetmek için bu kadarcık bir şiarla yetindi. Lakin, arap
yarımadasındaki ahali tümden müslüman olup islamın dışındaki tek bir fert kalmayınca,
ayırdedici bir şiara ihtiyaç kalmadı. Zira, artık Arab kıyafeti islami kıyafet haline gelmiş
ve Arap kıyafeti giyen kimse kalmamıştı. İran ve müslümanların fethettikleri diğer ülkelerde
de durum böyle olmuştur. Yeni müslüman olanların, başlangıçta yaarap kıyafetine
girmelerine yahut da kendi milli kıyafetlerine -sarık veya özel dikilmiş bir aba gibi-
İslami şiar olarak yeni bir şey ilave etmelerine ihtiyaç hasıl olmuştur. Çünkü, yeni
müslüman olanların o günkü kıyafetleri, gayr-i müslimlerin kıyafetiydi, Fakat, o topraklarda
yaşayan ahalinin çoğu İslama girdikten ve milli kıyafetlerinde yukarıda söylediğimiz
ahlaki ve medeni hususlar icra edildikten sonra, onların çeşitli şekillerdeki milli
giyim-kuşamları İslami kıyafetler haline gelmiş oldu. Aynı şekilde günümüzde, halkının
hepsi veya çoğu müslüman olan ülkelerde yaşayanların, çeşitli şekillerdeki giyinişleri de
İslami kıyafetlerdir. Müslümanların, gayr-i müslimlerle karışık olarak yaşadıkları
memleketlerde ise, müslümanları gayr-i müslimlerden ayıran her giyim, İslami kıyafettir.
Gayr-i müslimlerin yaşadıkları ülkelere gelince, oralarda eğleşen müslümanların, kendilerini
oradaki gayr-i müslim ahaliden ayırdedecek bir şeyi kıyafetlerinde bulundurmaları gerekir.

BAŞKALARINA BENZEME (TEŞEBBÜH) KONUSU


Bahsimizin burasında teşebbüh meselesine de gelince temas etmemiz iyi olacaktır.
Teşebbüh lugatta, insanın bir başkasının özellliğini taşımak ve ona benzemek istemesidir.
Bu manası nazar-ı itibara alındığında, teşebbüh dört şekilde olur. Bunların her birini
İslami açıdan açıklayacağız:

1- Cinsi Teşebbüh: Erkeklerin kadınlara, kadınların da erkeklere benzemeleridir. Bu çirkin
fiil, fıtrattan sapmak olduğu ve fesada uğramıştır bir düşünceye delalet ettiği içindir ki,
İslam kendi mensuplarına bunu yasaklamıştır. Rasulullah (s.a.v.), kadın kıyafetine giren
erkekleri ve erkek kıyafeti giyen kadınları açıkça lanetlemiştir. Tabiatı ve mayası sağlam,
zihni dumura uğramamış herkes, bu meseleye ancak Rasulullah’ın baktığı gibi bakar. Her
ne şekilde olursa olsun, bir kadının erkekleşmesi veya bir erkeğin kadınlaşması, insan
aklının ve fırtatnın tiksindiği bir şenaet değil midir?

2- Bir milletin Başka Bir Millette Teşebbühü: Bu da aklın ve fıtratin kabul edemiyeceği
bir anormallik olup, çöküntü ve hayasızlık illetine tutulan bir millette zuhur eder. Bundan
dolayı islam bunu da mubah görmez. Malumdur ki, Ashab-ı Kiram kendi dönemlerinde bu
nevi teşebbühe karşı çıkmışlar ve fethettikleri ülkeler ahalisinin, kılık ve kıyafetlerinde
Araplara benzemek istemelerine mani olmuşlardır. Şüphesiz bu, bizzat İslamın ruhunun
bir gereğidir.

3- Ferdi Teşebbüh: Bir milletin fertlerinin, başka bir milletin fertlerine benzemeleridir.
Aslında bu hal, kişisel bir za’fiyetin eseridir. Hayatlarında buna kapılmış olan kişiler,
kararsızlık ve televün-i mizaç hastalığına tutulmuş olduklarını bizzat kendileri belgelerler.
Böylelerinin hayatları, zikzaklı ve kararsızdır. Bunlar, içinde bulundukları kabın şeklini alan
sıvı cisimlere benzerler. Bunun da ötesinde, teşabbühün bu çeşidi, çirkin bir fiildir. Bunu
yapan kişi, kendisi babasından başkasına nisbet eden kimse gibidir. Malumdur ki, kendisini
babasından başkasına ait kılan kimse, hakiki babasına mensubiyetten sıkılıp ar duyduğu
içindir ki, düşük ve karaktersiz bir kişidir. Bir millet içinde doğan fakat aşağılık kompleksine
kapılarak bir başka millete benzeyen kimse de böyledir; ayıplanmaya layıktır. Zira o bununla,
içinde doğup büyüdüğü millete mensup olmaktan sıkıntı ve ar duymakta, kendisini bir başka
milletten saymakla şeref duymaktadır. Böyleleri, içinde doğup büyüdükleri milletten de
değildirler; Kendisine mensup olmakla şeref duydukları milletten de değildirler.

“Ne onlardan, ne de berikilerden... İkisi arasında bocalarlar.” (Nisa: 4/143)

İşte bu sebeplerden dolayı, Ashab-ı Kiram, bilhassa Hz. Ömer ve Hz. Ali (r.a.),
yeni fethedilen topraklara yerleştikten sonra, Arap kıyafetini bırakarak, Bizans ve
iran medeniyetlerinin etkisinde kalarak, İran ve Bizans kıyafetini benimseyenleri,
şiddetle azarlarlardı.

4- Kafirlere Benzemek: Müslümanın, müslüman olmayana benzemesi demek olan bu
teşebbüh, İslam cemaatinin birliği için son derece zararlıdır. Çünkü, bu yüzden
müslümanlar aralarındaki tecanüs ve uyum bozulur; inananlar birbirlerinden kopar
ve uzaklaşırlar. İslamın, müslümanlar arasında bulunmasını istediği karşılıklı yardımlaşma
ve dayanışmadan eser kalmaz. Bu çirkin fiil, kendisini buna kaptıran kimsenin
-müslümanlığına rağmen- gayr-i müslimlere olan eğilimini de gösterir. Siyasi yönden
de çirkin ve tehlikeli bir fiildir bu! Çünkü, bu fiilin gerisinde büyük tehlikeler gizlidir.
Şöyle ki, kafirlere benzeyen kimseye müslümanlar, kafirlere yaptıkları muameleyi
yaparlar. Bütün bu sebeplerden ötürü, Rasulullah (s.a.v.) bu teşebbühü şiddetle
reddetmiş ve müslümanları defalarca bundan nehyetmiştir. Rasulullah (s.a.v.) in,
hadis-i şerfilerinde bir çok kereler şu sözleri yeralmıştır:

“Yahudi ve Hıristiyanlara muhalefet ediniz.

Müşriklere muhalefet ediniz.”
Mecusilere muhalefet ediniz. Rasulullah (s.a.v.), bu ve benzeri sözleriyle, bir müslümanın
diğer müslüman kardeşini tanımakta güçlük çekmemesini ve ona müslüman muamelesi
yapmasını istemiştir. “Kim bir kavme benzerse onlardandır.” Hadis-i şerifinde kasdettiği
de budur. Çünkü, kim kafirler gibi yaşar, hayatını onlarınkine benzetirse, müslümanların
o kimseyi kafir zannetmeleri ve ona, kafirlere yaptıkları muameleyi yapmaları kaçınılmaz bir sonuçtur.
 
A Çevrimdışı

Anti-Siyonist

Üye
İslam-TR Üyesi
Allah Razı Olsun!.. Şeyh Mevdudi Hakkında..
_________________________________________________
74.gif



Şeyh Ebu'l A'la El-Mevdudi Hindistan Haydarabad'da H.1321 (1903) yılında dünyaya geldi.

Babasından Arapça, Kur'an, Hadis ve Fıkıh dersi almıştır. Şeyhin ailesi, fazilet ve ilim sahibi bir aile idi. Şeyh H.1337 (1919)'de gazeteci olarak çalışmaya başladı ve "Tercüman'ul Kur’an" dergisini H.1351(1933)’de çıkardı. Bu dergi ise hala günümüzde çıkmaktadır.

"Cemaatü’l İslamiyye"yi H. 1360 (1942) yılında Hindistan'da kurup, 30 yıl liderliğini yaptı. Sonra sağlık sorunları nedeni ile cemaatin emirliğini H.1392 (1972) yılında bıraktı ve kendini kitap telif etmeye verdi.

Pakistan'da 3 kez tutuklandı ve H.1373 (1955) yılında idam cezasına mahkum edildi. Daha sonra idam cezası müebbet hapis cezası ile hafifletildi.

Şeyh Mevdudi, meşru fikre sahip olup, Medine-i Münevvere'de kurulacak olan İslam Üniversitesi'ni inşa etti. İnşasından sonra üniversite camiasının üyesi oldu. İslam alemi ile olan bağlantısı için bu meclisin kurucu üyesi idi.

Mevdudi 60'ı aşkın kitap telif etmiştir. Şeyh 31 Zül'kade 1399 (25 Eylül 1979)'da vefat etmiştir. Lahor kentinde medfundur.
 
awesome Çevrimdışı

awesome

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
sağol hazal abla emeğine saglık çok güzel bi konu .yalnız kanımca zaman zaman testturun, örtünün çağa ve kültüre göre değişme meselesi yanlış anlaşılıyor islami kesimde .Mesela hindistandaki bayanlar içerde yabancı erkeklerin yanında dahi kolları dirseklere kadar acarak yada göbek kısmı açık kıyafetlerle ve saçları açık bi şekilde dolaşırken dışarda çarşaf giyiyorlar(müslüman olduğunu söyleyen kesim )çarşafın arkasından her ne kadar saçları görünüyor olsada.Genel olarak ıslami kesim hindistanda böyle diye yada çinde ki insanların sadece ayaklara dikkat ettiklerini ve ayakların onlara cazibeli geldiğini söyleyerek sadece ayağı örtmek yada hindistanda herkes böyle burdaki örtü kültürü farklı diyerek yola çıkarsak yanlış yaparız ki böyle düşünenlerde var .Örtü evet eskilerden bu yana vardı ama buna gelenek diyemeyiz bu ancak islami bir gelenek olarak algılanabilir iffet ve örtü birbirinden ayrılmaz bi bütündür ,örtünün amacıysa; hür ile cariyeyi birbirinden ayırmakla birlikte bayanı ve erkeği korumaktır temiz bir toplum oluşturmaktır.Örtünün çerçevesi bellidir şekil değişebilir (kültüre göre)ama çerçeveler dahilinde olmalıdır.
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
pakistan hindistanlı müslümanların, özgürlüklerini bağımsızlıklarını kazanmaları amacı ile kurulmuş bir ülkedir. awesome kardeşin bahsettiği hindistanlı kadunların giyim tarzıdır. müslümanların giyim tarzı değil, hindistanın yerel kıyafetidir. hindistanlı müslüman bacılarımızda islamın öngördüğü usül ile örtünürler. mevdüdi hicap isimli kitabında olması gerekeni ve olnanı bizlere anlatmıştır. pakistandaki giyim ve örtünme şekilleri türkiyedekinden farklı değildir.
 
awesome Çevrimdışı

awesome

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Genel olarak ifadesini kullandım zaten orda herkes tabikine oyle değildir burdaki maksadım hindistan yada farklı bi ülke hiç farketmez, kültüre göre kıyafetin değişebileceği fakat asla tesettür çerçevesinin değişemeyeceği .Maksat hindistanlı müslümanlara laf atmak değildir Ebul al a el Mevdudinin hicab adlı eseriyle ilgili ise ağzımı açmış değilim böyle bişeye zaten teşebbüs bilem etmem .
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
tamım. kısma... islami örtünme ölçülerinin hiç bir yerde değişmediğini zaten vurguladın. mevdüdi ve pakistan ile alakalı nilgileri konudan sebep verdim. senle bir alakası yok.
 
hebbit kerrih Çevrimdışı

hebbit kerrih

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
mesela bazı kitaplarında şirk ifadeleri olduğu söyleniyor fakat kitapta şirk ifadeleri önce yazıp sonra bu ifadelere cevap vevrmiştir.

yani

x şahsı şöyle şöyle diyor diye yazıyor mevdudi onu küçük düşürmek isteyenler kitabından sayfa ile o kısmı gosterip sanki mevdudi öyle demiş gibi gösteriyorlar.

alparslan hoca mevdudiye atılan iftiraları cevaplıyor.



not: bakın kardeşler bu adamlar buyuk adamlar mevdudi de büyük maturi de eşari de ibn-i teymiyye de bu adamlar bir sürü alim tarafından doğru adamlar denmiş kişilerdir eğer gerçekten öğrenmek istiyorsanız bu adamları alın tüm kitaplarını okuyun. selametle.
 
Üst Ana Sayfa Alt