KIYAS


Cumhur, kıyasın huccet olduğuna dair Kur'an, Sünnet, İcmâ ve makul'den olmak üzere dört delil getirdiler (Keşfu'l-Esrar. 2/995. el-İhkam, Âmidî: 3/76, İrşadu'l-Fuhûl: s. 176.)

Cumhur, kıyasın huccet olduğuna dair Kur'an, Sünnet, İcmâ ve makul'den olmak üzere dört delil getirdiler (Keşfu'l-Esrar. 2/995. el-İhkam, Âmidî: 3/76, İrşadu'l-Fuhûl: s. 176.)
Fıkıh usulü alimleri, iki türlü kıyasın söz konusu olduğunu beyan etmişlerdir.
1. Gerçek anlamda kıyas. Bu, Allah Teala'nın koyduğu kıyastır ve eşit olma anlamınadır. İster muctehidin dikkatini çeksin, ister çekmesin bu şer'i bir delildir.
2. Mecazi anlamda kıyas. Bu, şer'î hükümler çıkarmak için muctehidlerin başvurdukları kıyastır. Manası, açıklamak ve ortaya çıkarmaktır.
Bunun tarifi şöyledir: Hükmü belli olmayan bir meselenin hükmünü, hükmü belli olan bir meselenin hükmüne, zor anlaşılan hüküm illetinde ortak oldukları için benzetmektir.
Tariften de anlaşıldığı gibi kıyas, yeni bir hüküm koymak değil, kapalı olan bir hükmü ortaya çıkarmaktır. Ancak kıyasın "illeti" sadece kelimelerden anlaşılabilecek kadar kolay değildir. Çaba harcamaya, aklı kullanmaya ve delilleri incelemeye muhtaçtır. Bu itibarla kıyas, ictihad erbabının yapacağı bir iştir.
Kendisine vasiyet edeni öldüren kişiyi, mirasçısını öldürene benzeterek mirastan mahrum etmek, kıyasa bir misaldir.
Kıyasın Unsurları:
Kıyasın dört unsuru vardır. Bunlar:
1. Asıl Mesele:
Hakkında hüküm bulunan ve kendisine benzetilendir. Verilen misaldeki "mirasçısını öldüren kişi" gibi. Bunun hükmü bellidir, hadisle açıklanmıştır. O da mirastan mahrum edilmiştir.
2. Tâli Mesele:
Hakkında hüküm bulunmayan, hükmü bulunana benzetilmesi istenen meseledir. Misaldeki "kendisine vasiyet edeni öldüren" gibi. Bunun hükmü hakkında herhangi bir nas yoktur.
3. Aslın Hükmü:
Mevcut olan ve hükmü belli olmayan meseleye yansıtılması istenen hükümdür. "Mirastan mahrum olma hükmü" gibi.
4. Sabit İllet:
Bu da asıl meselenin hükmünün temel sebebi ve iki meselenin benzeşme yönüdür. Misalde, "kendisine mal bırakacak şahsı öldürüp yakınlık bağını koparma" hususu gibi.
Kıyasın Sahih Olmasının Şartları:
Kıyasın sahih olması için aslın hükmünde, tâli meselede ve sabit illette bazı şartların bulunması gereklidir.
(Not: Bu şartları usulu fıkıh kitaplarında bulabilirsiniz. Uzamaması sebebiyle aktarmıyorum)
Kıyasın Sahası:
1. Şafii dahil bir kısım alimler, kıyasın bütün şer'î hükümlerde hatta cezalarda, keffaretlerde, diyetlerde ve istisnai hükümlerde dahi geçerli olduğu görüşündedir.
Bu alimler, kıyasın şer'î dayanak olduğunu ortaya koyan delillerin hükümler arasında fark belirtmediklerini söylemişlerdir. Bu itibarla, livata (eşcinsellik) yapanı zina yapana kıyaslayarak buna zina edenin cezasının uygulanacağını, kefen soyanları hırsızlara kıyaslayarak bunlara el kesme cezasının uygulanacağını, kasden birini öldüreni, hata ile birini öldürene kıyaslayarak, kısasın veli tarafından affedilmesi halinde, kasıtlı katile de keffare tin gerektiğini söylemişlerdir.
Yine hurma ağaçlarının üzerinde bulunan hurmaların miktarı tahmin edilerek ağaçlardan toplanıp elde edilen hurma karşılığında satılabileceği, nasla sabit olan istisnai bir hükümdür. Zira ağaçlar üzerinde bulunan hurmaların miktarı belli değildir. Fakat bu alimler, bütün ağaçların üzerinde bulunan meyvelerin, toplanmış olan aynı meyveler mukabilinde miktarı tahmin edilerek satılabileceğini, hurmalara kıyaslayarak caiz görmüşlerdir.
(Bu hususta umumi kaide şudur:
Aynı cinsten olan şeyler birbirleriyle bizzat ölçülüp tartılması neticesinde eşit olarak satılabilirler. Aksi takdirde Riba el fadl'a (fazlalık faize) gireceğinden yasaktır. Ancak, Peygamber, insanların ihtiyaçları sebebiyle ağaçlar üzerindeki yaş hurmaların miktarı tahmin edilerek mevcut olan hurma karşılığında satılabilıııesine izin vermiştir. Bu sebeple, istisnaî bir hükümdür. Haneliler, buna kıyasın caiz olmadığını belirtirken, Şafii ve diğer alimler buna kıyası caiz görmüşlerdir.)
2. Hanefiler ise şu hükümlerde kıyas yapılamayacağını söylemişlerdir:
a. Cezalarda kıyas yapılamaz.
Çünkü cezalar, bekâr olarak zina edene yüz sopa, zina İftirasında bulunana seksen sopa vurulması gibi sayısal ölçüler İhtiva etmektedir ve bu ölçüleri sadece akıl ile idrak etmek mümkün değildir.
Diğer yandan Aişe (r.anha) Peygamber efendimiz (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Gücünüzün yettiği ölçüde müslümanlardan cezaları düşürün. Şayet bir çıkar yolu varsa suçluyu serbest bırakın. Çünkü, imamın afvetmede hata etmesi, ceza vermesinde hata etmesinden daha hayırlıdır.” (Tirmizî, Kit. Hudud, Bab: 2, Hadis no: 1424)
Hadisten de anlaşıldığı gibi, şubheli durumlarda cezalar düşürülür. Kıyasla sabit olan bir hükmün şubheden uzak olmadığı muhakkaktır. Çünkü böyle bir hüküm zan yoluyla tesbit edilir. Binaenaleyh, kesin delillerle tesbit edilen cezaların kıyasa saha olmayacakları şubhesizdir.
Buna mukabil "tâzir" cezasında, asgarî ve azami sınırları belli olmasına rağmen, hakime miktarı takdirde geniş selahiyet tanındığı için, bu tür cezalarda kıyasa başvurulabilir.
b. İstisna sayılan ruhsatlarda da kıyas işlemez.
Çünkü bunlar Allah tarafından verilmiş özel musaadelerdir. Bu müsaadeler başka hükümlere yansıtılamaz. Ağaçlar üzerindeki yaş hurmaları tahmini bir takdirle, elde bulunan hurma karşılığında satma bu özel müsaadelerden biridir. Her ağacın üzerinde bulunan meyve, hurmaya kıyaslanamaz.
c. Keffaretlerde kıyas yapılmaz.
Çünkü, kefaretler de ceza gibidir.
d. Aklın, tek başına hüküm ve teferruat mı idrak edemeyeceği meselelerde de kıyas yapılmaz.
Çünkü Allah Teala'nın belirtmediği bir husus, dine sokulmuş olabilir. Mesela, Haceru'l Esved'e kıyaslanarak herhangi bir kabrin taşı öpülemez.
e. İbadetlerde de kıyasın çemberi genişletilemez.
Mevcut olan bir ibadete kıyaslayarak yeni bir ibadet ortaya çıkarmak doğru değildir.
Kıyasın Delil Oluşu:
Kıyasın şer'î delil olup olmadığı hakkında tam bir ittifak yoktur.
1. Kıyası Kabul Eden Ulema:
Cumhur ulema, kıyasın delil olduğunu kabul etmiş ve şunları dayanak olarak göstermiştir:
KIYAS'A, KUR'AN-I KERİM'den Deliller :
Kur'anda kıyasın huccet olduğuna dair pek çok ayet-i kerime vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
1-Ey akıl sahibleri! İbret alın" (Haşr: 2),
Allah (c.c.) Benî Nadîr yahudilerinin inkârlarından, Rasûlullah'a ve mûminlere verdikleri sıkıntılardan dolayı başlarına gelenleri haber verdikten sonra "ibret alın" buyurmuştur.
Yani "kendinizi onlarla kıyaslayın, onların başına gelen şeyin benzerinin, benzeri bir cezanın sizin başınıza da gelebileceğini unutmayın, çünkü siz de onların yaptıklarının benzerini yaptınız" demektir.
2-Bir şeyde, andlaşmazlığa düşerseniz onu Allah'a ve Rasûlune havale edin" (Nisa: 94).
Hakkında nass bulunmayan meseleyi, hükmün illetinde eşit olmaları sebebiyle hakkında nass buluna meseleye ilhak etmek onu Allah'a ve Rasûlullah'a havale etmektir ki kıyasın manası da işte budur.
3-De ki, anları ilk defa yaratmış olan diriltir" (Yasin:79)
Allah (c.c.) bu manayı bizim daha iyi kavramamız için, mahlukatın tamamen yok olduktan sonra tekrar yaratılmasını onun ilk defa yaratılmasına kıyas etti. Çünkü onu yoktan yaratmaya kadir olan öldükten sonra diriltmeye elbette kadir olur, bilakis bu daha kolaydır. İşte bu bir kıyastır.
4- İslâm şeriatının gayelerinden biri de, insanların hayatını düzenlemek, fertlerin ve cemiyetin birbirleriyle olan munasebetlerini tanzim etmek, meşru menfaatlerini gerçekleştirmek ve aralarına fitne-fesadın girmesine engel olmaktır.
Bu sebeble İslâm şeriatının hükümleri bir takım hikmetlere dayanmaktadır. Bazen anlaşılması güç olan bu illet, muctehidler tarafından idrak edilir de benzeri meselelere çözüm getirilirse, yüce İslâm şeriatının gayesi gerçekleşmiş olur. Nitekim Allah Teala, Kur'an-ı Kerim'in bazı yerlerinde gönderdiği hükümlerin hikmetini açıklamıştır.
Mesela, kısas cezasının hikmetini açıklayarak şöyle buyurur:
"Ey akıl sahibleri, kısasta sizin için hayat vardır. Gerekir ki, Allah'tan korkasınız." (Bakara 179)
Saldırganlara karşı savaşmanın hikmetini beyan ederek şöyle buyurur:
"Artık saldırıya uğrayan mûminlere, zulmedildîkleri için cihad etme izni verildi. Şubhesiz ki, Allah onlara yardım etmeye elbette kadirdir." (Hacc 39)
Diğer bir kısım yerlerde ise, böyle bir açıklama yoktur. Muctehid, bütün çabasını harcar da hükmün, illetine nufuz ederse, bunun önünü tıkamanın hiçbir faydası yoktur. Aksine zararı vardır.
5. Kur'an'da kıyasın yapıldığı bir gerçektir. İnsanları ikna etme, verilen delilleri kabullendirme, hükümleri açıklama, birbirine benzeyen şeylerden birinin hükmünün diğeri için de geçerli olduğunu tesbit etme, birbirine benzemeyen şeylerin hükümlerinin ayrı olduğunu açıklama hususunda bizzat Kur'an-ı Kerim'de kıyas yapıldığını görmekteyiz.
Mesela, Kur'an-ı Kerim, öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlere dirilmenin muhakkak gerçekleşeceğini açıklayarak şöyle buyuruyor;
"... İnsan "çürümüş kemikleri kim diriltecekmîş" der. Ey Muhammed şöyle de: Onları ilk defa yaratan diriltecektir."(Yasin 78 - 79)
Burada Allah Teala, tekrar diriltmeyi ilk yaratılışa kıyaslamaktadır.
Benzerlerin hükmünün birbirleri için geçerli olduğunu tesbit sadedinde de şöyle buyurmaktadır:
"Onlar yeryüzünde dolaşıp kendilerinden önce geçmiş milletlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmazlar mı? Allah onları helak etmiştir. Kâfirler için de aynı akibet vardır." (Muhammed 10)
Âyetle, yaşamakta olan insanların daha önce yaşayan ümmetlere benzedikleri ve onların akibetinin bunlar İçin de geçerli olacağı beyan edilmiştir.
Birbirlerinden değişik oİan şeylerin hükümlerinin farklı olacağı hususunda da şöyle buyurmaktadır:
"Yoksa kötülükleri İşleyenler, hayat ve ölümlerinde tam eşit olarak, iman edip salih amel İşleyenlerle kendilerini bir tutacağımızı mı sanırlar? Ne kötü hüküm veriyorlar." (Casiye 21)
Burada kötülük işleyenin, iyilik işleyene benzemediği, bu itibarla herbirinin farklı akıbeti olacağı beyan edilmektedir.
KIYAS'A, Hadis - Sünnetten Deliller:
Sünnette hem kavlî hem amelî olarak kıyasa delâlet eden deliller vardır.
Kavlî delili:
Rasûlullah (s.a.v.) in kıyasla amel etmeyi tasvip etmesidir. Peygamber (s.a.v), Muaz İbn Cebel'i Yemen'e gönderirken aralarında şöyle bir konuşma geçmişti:
حدثنا هناد حدثنا وكيع عن شعبة عن أبي عون الثقفي عن الحرث بن عمرو عن رجال من أصحاب معاذ : أن رسول الله صلى الله عليه وسلم بعث معاذا إلى اليمن فقال كيف تقضي فقال أقضي بما في كتاب الله قال فإن لم يكن في كتاب الله قال فبسنة رسول الله صلى الله عليه وسلم قال فإن لم يكن في سنة رسول الله صلى الله عليه وسلم قال أجتهد رأيي قال الحمد لله الذي وفق رسول رسول الله صلى الله عليه وسلم
قال الشيخ الألباني : ضعيف
حدثنا محمد بن بشار حدثنا محمد بن جعفر وعبد الرحمن بن مهدي قالا حدثنا شعبة عن أبي عون عن الحرث بن عمرو بن أخ للمغيرة بن شعبة عن أناس من أهل حمص عن معاذ عن النبي صلى الله عليه وسلم : نحوه قال أبو عيسى هذا حديث لا نعرفه إلا من هذا الوجه وليس إسناده عندي بمتصل وأبو عون الثقفي اسمه محمد بن عبيد الله
قال الترمذي : حديث لا نعرفه
- "Sana bir mesele arzedildiğinde ne yaparsın?" قال الشيخ الألباني : ضعيف
حدثنا محمد بن بشار حدثنا محمد بن جعفر وعبد الرحمن بن مهدي قالا حدثنا شعبة عن أبي عون عن الحرث بن عمرو بن أخ للمغيرة بن شعبة عن أناس من أهل حمص عن معاذ عن النبي صلى الله عليه وسلم : نحوه قال أبو عيسى هذا حديث لا نعرفه إلا من هذا الوجه وليس إسناده عندي بمتصل وأبو عون الثقفي اسمه محمد بن عبيد الله
قال الترمذي : حديث لا نعرفه
Muaz: - "'Allah'ın Kitabındakiyle hüküm veririm."
Rasulullah: - "Ya Allah'ın Kitabında yoksa?"
Muaz: - "Rasulullah'ın sünnetiyle hüküm veririm."
Rasulullah: - "Rasulullah'ın sünnetinde de yoksa?"
Muaz: - "Kendi görüşümle ictihad ederim. Elimden geleni yapmada geri durmam" demiştir.
Muaz der ki: "Rasulullah göğsüme vurdu ve şöyle buyurdu:
- "Allah'ın elçisinin elçisini Allah'ın ve Rasulu'nün radı olacağı hususa muvaffak kılan Allah'a hamd olsun."
(Ebû Dâvûd, Kit. Akdiye, bab: 11. hn: 3592; Tirmizî, Kit. Ahkam, bab: 3, hn: 1327.)
Görüşüyle ictihad etmek kıyası da şamildir.
Bu hadis-i şerifte Peygamber, Muaz'ın görüşüne dayanarak ictihad etmesini kabul ediyor.
Kıyas ise, görüşe dayanılarak yapılan İçtihadın en belirginidir. Dolayısıyla kıyas şer'î bir huccettir.
Sahih olarak gelen amelî sünnete gelince:
Rasûlullah (s.a.v.) pek çok meselede kıyas yapmıştır, bazıları şunlardır:
1-Sünnet-i seniyyede de kıyasın işletildiği görülmektedir. Mesela, Has'am kabilesinden bir kadın, Peygamber'e gelerek şunları söyledi: "Annem haccetmeyi adadı ve haccetmeden öldü. Onun yerine hac yapayım mı?"
Peygamber: "Evet. Onun yerine hac yap. Annenin bir borcu olsaydı onu öder miydin?" buyurdu.
Kadın: "Evet" dedi.
Bunun üzerine Peygamber: "Alacaklının hakkını öde. Çünkü hakkı ödenmeye Allah Teala daha lâyıktır" buyurdu.
(Buharı, Kit. İnsanı, bab: 12; Muslim, Kil. Siyam, bab: 157, lın: 1149; Tirmizî, Kit. Hacc, bab: 85, hn: 929; Nesaî, Kir. Hac, bab: 7; Darimî, Kil. Savnı, bab: 49; Musned, İmam Ahıııed, c: 1, Sh: 239, 240)
Bu, borcun ödenmesinin vâcib olduğu hususunda Rasûlullah'tan sadır olan Allah'a olan borcu kul borcuna benzeten bir kıyastır.
Burada haccetme, borçlara kıyaslanmıştır.
Diğer bir hadis-i şerifte şunlar beyan edilmiştir.
Sahabeler, Rasulullah (s.a.v.)'a şunu sordular: "Nasıl olur da bizden birimiz meşru yolda şehvetini giderince hem şehvetini gidermiş olur, hem de sevab alır?"
Peygamber de onlara şunu sordu: "Harama düşseydi günahkâr olur muydu?"
Onlar "evet" dediler.
Bunun üzerine Peygamber: "Harama düştüğünde günahı olduğu gibi, helal yolla şehvetini giderdiğinde de sevabı vardır" buyurmuştur.
(Muslim, Kit. Zekat, bab: 53, hadis no: 1006; Musned, imanı Ahmed, c: 5, Sh: 167.)
Burada Rasulullah, iyi amelin sevaba sebep olacağını, kötü amelin günaha sebeb olacağına kıyaslamıştır.
2- Ömer oruçlu kişinin inzal/boşalma olmadan hanımını öpmesinin hükmünü sordu. Rasûlullah (s.a.v.) ona "Ne dersin, oruçlu iken su ile ağzını çalkalasan" diye sordu. O da "Bir şey olmaz" dedi.
Rasûlullah O'na "O halde bu telaş niye" buyurdular.
İşte bu, cinsî temasın başlangıcı olan öpmenin su içmenin bir başlangıcı olan ağıza su alma üzerine yapılan bir kıyastır. Zira bunlar herbiri asıl fiile götüren ve orucu bozmayan hareketler almaları bakımından aralarında benzerlik vardır.
3- Fezar kabilesinden bir adam hanımı siyahı bir çocuk doğurunca çocuğu reddetti. Rasûlullah onu ikna için şöyle buyurdu: "Senin develerin var mı?"
Adam "Evet" dedi.
Rasûlullah "Renkleri nedir?" diye sordu.
Adam "Kırmızı" dedi.
Rasûlullah "İçlerinde boz renkli de var mı?" diye sordu.
Adam "Evet" dedi.
Rasûlullah "Peki bu nereden geldi?" deyince,
Adam "Belki bir damar çekmiştir" diye cevap verdi.
Rasûlullah o zaman "belki bu çocuk da çekmiştir" buyurdular.
4- Allah Teala bir âyeti celilede, ibret alınmasını emrederek şöyle buyuruyor:
"Kitab ehlinden inkâr edenleri ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Oysa siz onların çıkacaklarını sanmıyordunuz. Onlar da kalelerinin kendilerini Allah'ın azabından koruyacağını sanmışlardı. Ama hiç beklemedikleri bir yerden Allah'ın azabı onları yakalayıverdi. Allah onların kalblerine bir korku saldı da, evlerini bizzat kendi elleriyle ve mûminlerin elleriyle yıkıyorlardı. Ey akıl sahibleri bundan ibret alın."(Haşr 2)
Bu âyeti celilede Allah, yaptıkları yüzünden Beni Nadir kabilesinin bir cezaya uğradıklarını beyan etmekte ve mûminlerin bundan ibret almalarını emretmektedir. Böylece mûminlerin Beni Nadir kabilesi gibi davrandıkları vakit, aynı cezaya uğrayacaklarını bildirmekle kıyasın şer'î delil kabul edileceğine işaret etmekledir.
5- Allah Teala, diğer bir âyet-i kerimede şöyle buyurur:
"Ey iman edenler, Allah'a itaat edin. Peygambere itaat edin ve sizden olan idarecilere de. Eğer Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız aranızda herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düştüğünüz zaman onun hükmünü Allah'a ve Peygambere havale edin. Bu daha hayırlıdır ve netice bakımından da daha güzeldir." (Nisa 59)
Bu âyet-i kerimede Cenab-ı Hak, anlaşmazlık konusu olan meselenin hükmünün Allah'a ve Rasulu'ne havale edilmesini emretmektedir. Şubhesizki, hükmü belli olmayan bir meseleyi Allah ve Rasulu tarafından hükmü belirlenen benzeri bir meseleye kıyaslamak, işi Allah'a ve Rasulu'ne havale etmek demektir.
İcmâya gelince:
Sahabe tarafından defalarca kıyasla amel edilmiş ve hiç kimseden itiraz gelmemiştir ki bu haber manevî tevaturle sabittir. Dolayısıyla onların bu fiili, kıyasın amel edilmesi vâcib olan bir huccet olduğu üzerinde icmâ ettiklerini gösterir.
Meselâ onlar Ebubekir'e biat etmek için hilâfeti namazdaki imamete kıyas ederek şöyle dediler: "Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'den dinimiz için radı oldu, biz dünyamız için radı olmayacak mıyız?".
(Esnevî, c: 4, Sh: 16)
Bir kişiyi öldüren bir gurubun hepsine kısas yapılır hükmünü verirken bunu, ortaklaşa bir hırsızlık yapanları hepsinin elinin kesilmesine kıyas ettiler.
Ebu Bekir "kelâle" yi çocuk ve babanın dışındaki mirasçılar diye tefsir etti. Çünkü "kelâle" lugatte "yan yol" manasınadır; "kelâle" de bunun gibidir.
Osman (r.anh), ölen bir kişinin geride dedesi ve kardeşleri kalması halinde kardeşlere miras verilip verilmemesi konusunda Ömer'e şöyle demişti:
"Kendi görüşünle amel eder, dede kardeşleri hacbeder" dersen doğrudur, kendinden öncekilerin görüşlerine tabi olur kardeşleri dedeye ortak edersen... bu ne güzel görüştür.
Ali: "Aklı başında insanlar nazarında hak mukayese ile bilinir." demiştir.
Ömer, içki içen adam hakkında istişarede bulunduğu zaman, Ali (r.anh), içki içeni fuhuş iftirasında bulunana kıyaslayarak şöyle buyurmuştur:
"Kişi içtiğinde sarhoş olur. Sarhoş olunca pervasızca konuşur. Pervasızca konuşunca iftirada bulunur. Dolayısıyla bu kişiye zina iftirasında bulunanın cezası gerekir." (Muvattâ, Kit. Eşribe, bab: 1, h: 2)
Ömer (r.anh), Ebu Musa el-Eş'ari'yi Basra'ya vâli tayin ettiğinde O'na şunları söylemiştir:
"Allah'ın Kitabı ve Rasulullah'ın sünnetinden sana delili gelmeyen meseleler, içini tırmaladığında üzerinde iyice düşün ve anla! Birbirine benzeyen veya birbirinin aynı oian meseleleri iyi tanı. Aralarında kıyas yap."
(Muberrid, el-Kâmil c. 1, sh. 7; Suyutî, İcazu'l-Kur'an, sh. 117; İmam Ebu Yusuf, Kitabu'l-Harac Sh. 140)
İbni Abbas, dedenin ölen kişinin kardeşlerini hacbedip mirastan mahrum etmesi meselesini oğlun oğlunun onları hacbetmesine kıyas etmiş ve şöyle demiştir:
"Zeyd bin Sabit Allah'tan korkmaz mı? Oğlun oğlunu oğul kabul ediyor da babanın babasını baba kabul etmiyor."
Yani dedenin ve kardeşlerin her ikisinin de ölene bir vasıta ile bağlı olmaları konusunda birbirlerine benzediklerini kabul etmediğini ifade ediyor.
Ashabın büyüklerinden sadır olan bu ve benzeri meseleler kıyasın amel edilmesi vacib olan bir delil olduğunu göstermektedir.
Makulden delillere gelence, bunlar çoktur, en mühimleri şunlardır:
1-Dinin bütün hükümleri, aklen anlaşılır, "maslahata riayet" esasına bina edilmiş hükümlerdir. Hükümlerin konulmasındaki nihâî gaye insanların maslahatlarının gerçekleşmesidir. Meselâ iki hâdise mazınne-i maslahat (maslahatı gerçekleştirmesi muhtemel) olan hükmün illetinde eşit olurlarsa Cenabı Hakkın hüküm koymadaki maksadı olan maslahatın hasıl olması için hükümde de eşit olurlar.
Maslahatın hasıl olması konusunda muctehidin nazarındaki zannı galib yeterlidir ve o zanla amel etmek vâcib olur. İnsan aklının ve sağlığının muhafazası isteniyorsa sadece sarhoş edici şarabı haram kılıp da yine sarhoş edici nebîzi mubah kılmak makul değildir. Aynı şekilde insanların yiyecekleri ve eşyanın bedeli (para) ile oynanmasına mani olmak maksadiyle haram kılman faizi sadece altı sınıf (altın; gümüş, buğday, arpa, hurma, tuz) mala hasredip meselâ pirinç, darı ve bakla gibi benzerleri yiyeceklerde mubah kılmak makul değildir.
2- Vahiy sona erdiği için Kur'an-ı Kerîm ve Sünnet-i Nebeviyye'nin nas-ları mahduttur. Halbuki hadiseler sınırlı değildir. Sınırlı olan sınırsız olanı kuşatamaz. Hakkın da nass bulunan hükümlerin konulmasına sebep teşkil eden illetler anlaşılıp benzerlerine tatbik edilmedikçe sınırlı olan nasslar sınırsız hadiseleri kuşatamaz. İşte, ortaya çıkan yeni hadiselerin hükmünü öğreten, hüküm koymada bize kaynak olan kıyasın manası budur.
3- Fıtrat-ı selime, akıl ve mantık kıyasla amel edilmesini gerektirir. Zira insanların haksız yere malının yenmesine zulme ve hakka tecavüze sebep olduğu için bir fiili yasak eden insan, içinde zulüm ve haksızlık olan her şeyi o file kıyas eder. Meselâ kokmuş bir yiyeceğin yenmesi veya zehirli içeceğin içilmesi yasaklanmışsa, bundan zaruri olarak kokmuş olan her yiyeceği yemekten, her zehirli içeceği içmekten kaçınmak lazım geldiği anlaşılır. O takdirde şeriatın her zaman ve mekâna uygun olduğuna ve ebediyete kadar insanların ihtiyacına ve maslahatına cevab vereceğine teminat verebiliriz.
2. Kıyası Reddeden Ulema:
Mûtezile fırkasından Nazzam, Zahiriye mezhebi ve Şiiler'den bir fırka kıyasın şeri delil olmayacağını iddia etmişler ve şu fikirleri ortaya atmışlardır:
a. İslâm şeriatı kıyasa muhtaç değildir. Çünkü, naslar bazı şeylerin haram, mendup, mekruh, mubah veya farz olma hükümlerini açıkça beyan etmişlerdir. Açıkça hükümleri beyan edilmeyen şeylerin hükmü ise, Allah Teala'nın gönderdiği şu âyet-t kerimenin genel hükmüne tabi olarak mubahtır.
"Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan O'dur..." (Bakara 29)
Ayrıca nasların bütün hükümleri getirmediklerini söylemek şu âyeti celileye ters düşer:
"... Bugün dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım. Ve din olarak size İslâm'ı seçtim..."(Maide 3) Bu âyet, şeriatın tamamlanmış olduğunu ifade etmektedir. "Kıyasa ihtiyaç vardır" sözü ise şeriatın tamamlanmadığını ve kıyasa muhtaç olduğunu ifade eder.
Görüldüğü gibi kıyası inkâr edenlerin ortaya attığı şubhelerden birincisi budur. Hiçbir müslüman, şeriatın tamamlanmamış olduğunu iddia etmemektedir.
Dinin tamamlanmış olması Zahirîlerin İddia ettikleri gibi, bütün teferruatlı hükümlerin naslar yoluyla açıklanmasını gerektirmez.
Naslar genel hükümleri beyan ederler. Bunların illetlerini araştırarak ve delalet ettiği manaları İnceleyerek aynı illeti taşıyan çeşitli meselelere uygulamak şeriatın kemaline gölge düşürmez, bilakis kemal ve azametini ortaya koyar.
Buna mukabil, nasların illet ve hikmetini bilmeden sadece dış görünüş;lerine bakarak hüküm çıkarmak, şeriatın ve aklın kabul etmeyeceği neticelere sürükleyebilir. Nitekim Zahiriye fırkası bu tür bir hataya düşerek, domuzun artığı ve sidiği, köpeğin sidiği hakkında nas bulunmadığı için, temiz olduklarını, insanın sidiği hakkında nas bulunduğu için necis olduğunu, yine köpeğin sidiğinin temiz olmasına mukabil artığının necis olduğunu, çünkü artığı hakkında delil bulunduğunu, sidiği hakkında İse nas bulunmadığını söy-lemişlerdir. (İbn Hazm. el ihkam fi Usuli'l Ahkâm, c. 8, sh. 487 ve devamı.)
b. Kıyas, hükmün illetini tayin bakımından tahmine dayanır. Dolayısiyle kıyasa dayanılarak verilen hüküm de tahminidir, kesinlik ifade etmez. Halbuki Allah Teala:
"Kuru zan ise hakdan hiçbir şeyi ifade etmez. " (Necm 28)
"Ey İnsanoğlu, bilmediğin bir şeyin ardına düşme..." (İsra 36)
"... Bilmediğiniz şeyi Allah'a karşı söylemenizi haram kıldı..." (A'raf 33) buyurarak zannî şeylerle amel edilmesini yasaklamıştır.
Bu şüphe de tutarsızdır. Çünkü, zannî deliller, itikadı meselelerde yetersizdir. Fıkhı hükümlerde ise ağır basan zannın (Zann-ı Galibin) delil olduğu muhakkaktır. Zan İfade eden haber-i ahadların bu hususta delil sayıldığı malumdur. Kıyası, zanni bir delil olduğu gerekçesiyle reddedenler de bunları delil kabul etmektedir. Aksi takdirde bir çok şer'î hükümlerin tatbik edilmesi imkânsız olur.
Yine herhangi bir hakkın isbatında iki erkeğin veya bir erkek İki kadının şahitliği kâfidir. Bunun zan ifade ettiği muhakkaktır. Çünkü şahidlerin yalan söyleme ihtimali her zaman muhtemeldir. Keza, kıble aranırken ağır basan zanna uyarak yön tayin edilir. Bu ve benzeri misaller çoktur.
Zahiriye fırkası ve onlara katılanlar, bu zikredilen hususları kabul etmektedirler. Binaenaleyh kıyası, zanni olduğundan reddetmeleri bir çelişkidir.
c. Sahabe-i Kiram, şeriat hususunda kıyası reddetmişlerdir. Ebu Bekir'e, Nisa Sûresi'nin 12. âyetindeki "kelâle" kelimesinin manası sorulunca şu cevabı vermiştir:
"Allah'ın Kitabı hakkında kendi görüşüme göre konuşursam hangi gök beni altında gölgelendirir ve hangi yer beni üzerinde taşır?" (Bu hususta Darimî, Şâ'bi'den şunu rivâyet eder:
"Ebu Bekir'den keiale hakkında soruldu. O da şunları söyledi: Ben, o husus hakkında kendi görüşümü söyleyeceğim. Eğer doğru ise Allah'tan, yanlış İse benden ve şeytandandır. Bana göre kelale, çocuk ve babanın dışında kalandır. Ömer halife olunca: ben Ebu Bekir'in söylediği bir sözü reddetmeye utanırım, dedi. Darimî, Kit. Feraid, bab: 26)
Ömer (r.anh) ise şöyle buyurmuştur:
"Görüş sahiblerinden kaçının. Çünkü onlar sünnetlerin düşmanlarıdır. Onlar hadis ezberlemekten acizdirler. Dolayısıyle kendi görüşlerine göre konuşurlar. Hem kendileri sapar, hem de başkalarını saptırırlar."
Abdullah b. Abbas şöyle buyurur:
"Kurralarınız ve salih olanlarınız gider, İnsanlar, hükümleri görüşlerine göre birbirine kıyas eden bir kısım cahilleri önder edinirler."
Bu şüpheler de tutarsızdır. Şayet bu rivayetler doğru ise, İfadelerde geçen "görüş"ten maksat hevâ ve hevesten kaynaklanan görüşlerdir. Din hakkında delilsiz konuşmalardır veya fasid kıyaslara dayanmaktır. Ya da nassın varlığıyla beraber kıyasa başvurmaktır. Heva ve hevesten kaynaklanan görüşü, kıyasa benzetmek kıyas meal tanktır ve isabetsizdir.
d. Birbirine benzeyen meseleleri aynı hükme, birbirinden değişik olan şeyleri değişik hükümlere bağlamaya çalışan kıyasa dayanılarak hüküm koymak mümkün değildir. Çünkü, şeriatın koyucusu, bazen birbirine benzeyen meseleleri farklı hükümlere tabi tutmuş, buna mukabil farklı meselelere de aynı hükmü koyduğu olmuştur. Mesela, "hırsızlık edenin elini kesme" hükmünü koyarken, gasbeden için böyle bir hüküm koymamıştır. '"Çeyrek dinar" çalanın elinin kesilmesi emredilirken, el kesmenin diyetinin "beşyüz dinar" olduğu beyan edilmiştir.
Bir insana zina etti iftirasında bulunana, seksen sopa vurulması emredilirken, başkasını küfürle itham edene bu ceza koyulmamıştır. Erkeğin bir nikâh altında dört kadınla evlenmesine İzin verirken, kadına birden fazla evlenmesi yasaklanmıştır.
Diğer yandan, mâlen tazminat bakımından, hataen yapılan suçlarla kasden yapılan suçları aynı hükme bağlayarak birbirine muhalif olan meseleleri aynı hükme tâbi tutmuştur.
Cumhur Ulemadan Kıyası Reddedenlere Cevab:
Hırsızla gasbedenin hükümlerinin değişik oluşu, şer'î bir hikmete dayanmaktadır. O da hırsız malı gizli aldığı için kendisinden sakınmak mümkün değildir. Dolayısıyle ağır cezaya çarptırılmıştır. Buna mukabil, gasbeden malı İnsanların gözü önünde alır. Dolayısıyla, insanların kendisini yakalayarak mazlumun malını geri almaları veya hâkimin huzurunda şahidlik ederek malı ödettirmeleri mümkündür. Bu itibarla hırsızla gasbeden aynı değil farklı suçlulardır.
Çeyrek dinar çalanın elinin kesilmesine mukabil, el kesene beşyüz dinar diyet cezası verilmesi, malların ve organların muhafazası için alınan bir tedbirdir.
Çeyrek dinar çalanın eli kesilir ki, kimse hırsızlığa cesaret edemesin. El kesene beş yüz dinar diyet cezası verilir ki, kendisinde başkalarının bedenine saldırma cesareti bulamasın, böylece insanların organları emniyet içinde olsun.
Şimdi siz, hırsızla el keseni nasıl aynı şeyler kabul ediyorsunuz?.
Başkasına zina iftirasında bulunana seksen sopa vurulup, kâfirlik iftirasında bulunana bu cezanın verilmemesi ise, şu hikmete dayanmaktadır:
İnsanların, zina iftirasında bulunanın yalancı olduğunu bilmeleri güçtür. Çünkü zina gizlice yapılır. Böyle bir iftirada bulunan, iddiasını ispattan âciz kaldığı zaman iftira cezasına çarptırılır. Bu şekilde ırz ve namus korunmuş olur. Başkasını kâfirlikle itham edenin yalancı olduğunu tesbit ise, kolaydır. Çünkü küfür ile itham edilenin davranışları açık ve seçiktir.
Öyleki, bir günde veya bir vakit namazda odaya çıkabilir.
Erkeğe dört kadınla evlenme izni verilirken, kadına böyle bir hakkın tanınmaması son derece hikmetli bir hükümdür. Çünkü kadına böyle bir hak tanınacak olursa, soylar birbirine karıştırılacak, akrabalık bağlan kopacak, insanların birbiriyle boğuşmaları sürüp gidecektir.
Kasden yapılan suç ile hataen işlenen suçların ayrı şeyler olmalarına rağmen "mâlî tazminat" yönünden aynı hükme bağlanmaları hükmün illetinin aynı oluşundan kaynaklanmaktadır. O da, "mevcud olan bir şeyi telef etmektir." Fakat bunların günahlarının farklı olduğu muhakkaktır.