Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Kudsi Hadis -vahyi Gayri Metluv- Var mıdır ?

KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
2. Şafiî'ye Göre Sünnetin Kur'an'a Arzı


Şafiî'nin "benden size rivayet edilenleri Allah'ın kitabına arz edin, eğer ona uyuyorsa ben ona söylemiş; uymuyorsa söylememişimdir" anlamındaki rivayetle ilgili olarak:

"Herhangi bir konuda hadisi sahih olan hiçbir kimse rivayet etmemiştir", "...ayrıca bu, meçhul birinden nakledilen munkatı bir rivayettir. Biz bu gibi rivayetleri hiçbir konuda kabul etmeyiz" [842] tarzındaki sözlerini daha önce delil olarak kullanmış bulunuyoruz.

Şafiî, ayrıca Ebu Rafi'in rivayet ettiği:

"Sizden birinizi koltuğuna yaslanmış, kendisine bir emrim veya yasağım geliyor da, ben anlamam; biz Allah'ın kitabında bulduğumuzla amel ederiz, diyorken bulmayayım" hadisini "Resûlullah, Allah'ın Peygamber'e tabi olmayı farz kılmış olmasından dolayı, insanların kendi emrine karşı gelmelerini doğru bulmamıştır" [843] tarzında yorumlayarak bu konuda istidlalde bulunmuştur.

Sünnetin Kur'an'daki umumî bir lafzı tahsis edebileceğini ifade eden Şafiî, bununla ilgili olarak bazı misaller de zikretmiştir. Bunlardan biri "Size anneleriniz haram, bunların dışında kalanlar ise helal kılındı" [844] mealindeki âyeti "Bir kadınla halası veya teyzesi bir arada nikahlanmaz" [845] hadisinin tahsis etmesidir.

Şafiî'ye göre bu misalde iki hususa işaret edilmektedir:

a. Resûlullah'ın sünnetinin kesinlikle Allah'ın kitabına muhalif olmayacağı, aksine onun umum ve husus ifade eden lafızlarını açıklayıcı bir işlev yapacağı;

b. Sahabenin haber-i vahidi kabul etmiş oldukları [846].

Şafiî, İhtilâfü 'l-hadis adlı eserinde ise şöyle demektedir:

"Sünneti Kur'an'a arz ederiz. Eğer onun zahirî mânasına uyarsa onunla, aksi halde Kur'an'ın zahiri ile amel eder, hadisi terk ederiz" sözü bilgisizce söylenmiş bir sözdür. Çünkü Resûlullah'ın sünneti hiçbir yerde değişmeyip her yerde aynıdır..." [847].

Yukarıdaki ifadelerden şunu anlıyoruz:

Şafiî, hadisi Kur'an'a arzetmek suretiyle hadisi reddetmeyi kabul etmiyor. Bu tutumuna, hem sünnet hem de Kur'an'ı birlikte kabul etmeye delâlet eden Ebu Rafi' hadisi ile istidlal ettikten sonra, sünnetin hiçbir zaman Kur'an'a muhalif olmayacağını ve haber-i vahidin, Kur'an'ın umum ifade eden lafzını tahsis edebileceğini benimsiyor. İhtilâfü'l-hadis adlı eserinde açıkladığı üzere sünnetin Kur'an'a arzedileccğini ileri sürmenin bilgisizlik olduğunu ifade ediyor.

Şafiî'nin bu konudaki meşhur olarak rivayet edilen görüşü, bütün açıklığıyla bundan ibarettir. Ancak ben, onun el-Ümm adlı eserinde bunun tamamıyla zıddı olan bir görüşüne rastladım. Kendisi orada Resûlullah, Ali ve Ömer'den rivayet edilen bazı hadislere dayanarak hadisin Kur'an'a arz edileceğini ve Kur'an'a muhalif olan sünnetin ravileri rivayet etseler de, Hz. Peygamber'e nispet edilemeyeceğini ileri sürerek şöyle diyor:

"... Herkesin bildiği hadisleri kabul et. Şazlardan ise uzak dur. Zira İbn Ebu Kerime'nin Ebu Ca'fer'den bize anlattığına göre Resûlullah bir defasında Yahudileri çağırıp onlara sorular sormuştu. Yahudiler dinleri ile ilgili birtakım şeyler anlattılar ve sonunda işi Hz. İsa'ya iftiraya kadar götürdüler. Resûlullah bunun üzerine minbere çıkıp bir konuşma yaptı ve şöyle dedi:

“Benden bol miktarda hadis rivayet edilecek; eğer size rivayet edilenler Kur'an'a uyarsa o benim sözüm, uymazsa o benim sözüm değildir".

Şafiî ayrıca Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmektedir:

"Size Resûlullah'tan bir hadis rivayet edildiği zaman burada aslında yol gösterenin, sakındıran ve hayat verenin Allah olduğunu düşünün".

Ona göre Hz. Ömer ise şöyle demiştir:

"...Ancak siz, Kur'an'ı arı gibi vızıldayan kimselere gidiyorsunuz. Onun için onlara Resûlullah'tan az hadis rivayet ediniz...".

Şafiî devamla şöyle demektedir:

Ali b. Ebu Talib, metni uzun olduğu zaman hadisi kabul etmezdi. Kendisinin ve fıkıhçıların tanımadığı, kitap ve sünnete uymayan rivayetleri de aynı şekilde kabul etmezdi. Binaenaleyh, şaz hadisten sakın. Cemaatın kabul ettiği, fukahanın bildiği, kitap ve sünnete uyan hadislere sarıl. Diğerlerini de buna kıyas et. Zira Kur'an'a muhalif olan bir hadis, rivayet edilmiş olsa dahi, Resûlullah'a ait olmaz. Çünkü güvenilir kimselerin bize anlattıklarına göre, Resûlullah ölüm döşeğinde iken, "Şüphesiz ben, Allah'ın haram kıldığı şeyi haram kılar, helal kıldığını helal kılarım. Hiçbir kimse bana özel hususlarda beni taklide kalkışmasın" demiştir. Onun için sen Kur’an ve bilinen sünneti kendine rehber yap; ona tabi ol. Kur'an ve sünnette sana açıklanmayan bir şeyle karşılaşacak olursan, ona kıyas et" [848].

Şafiî'nin e/-Ümm'deki bu sözleri, Kur'an'a muhalif olan hadisin, rivayetlerde gelmiş olsa dahi, Resûlullah'a ait olamayacağını açıkça ifade etmektedir.

Ne var ki, bu görüşün Şafiî'nin ilk zamanlarına ait olduğu, önceleri bu tarzda düşünüyorken, daha sonra bu görüşünden döndüğü anlaşılmaktadır. Zira bugün elimizde bulunan er-Risâle adlı eseri, onun en son yazdığı kitabıdır. Nitekim Ahmed Muhammed Şakir, er-Risâle'ye yazdığı önsözde şöyle demektedir:

Kanaatime' göre İmam er-Risâle'sini el-Ümm isimli kitabındaki bölümlerin çoğunu te'lif ettikten sonra yazmış olmalıdır. Zira er-Risale''de sık sık el-Ümm'de yazdıklarına atıflar yapmaktadır. Meselâ bir yerde "daha önce bu hadisi açıklamış bulunuyorum" demekte ve el-Ümm'i işaret etmektedir [849].

Bu durumda sünnetin Kur'an'a arz edilmemesi görüşü, Şafiî'nin tercih ettiği veya son görüşü olmalıdır. İmam'ın birbirine zil iki görüşünü cem'etmek için bu uygun bir yorum olmalıdır. [850]



3. Mâlik'e Göre Sünnetin Kur'an'a Arzı


Ebu Zehra, İmam Mâlik'in, haber-i vahidi Kur'an'a arzetme konusunda Iraklı fakihlerinkine yakın bir görüşe sahip olduğunu ifade ederek şöyle demektedir:

"İmam Mâlik, Kur'an'ın âm lafızları konusunda, aynı görüşte olmasa bile, Iraklılar'a yakın bir tutum içindedir [851]. Zira o Kur'an'n zahirine muhalif olan haber-i vahid ile bazan Kur'an'ın umum ifade eden lafızlarını tahsis etmekte, bazan da Kur'an'ın zahirine dayanarak reddetmektedir. Mâlikîler, bu tutumundan hareketle İmam Mâlik'in, Kur'an'ın zahirini sünnetten önde tuttuğu sonucuna varmışlardır. Gerçekte o, bu konuda Ebu Hanife gibi düşünmektedir. Meğer ki, sünneti kıyas veya Medinelilerin uygulaması gibi başka bir şey desteklemiş olsun. İşte bu durumda sünnet, Kur'an'ın umum ifadesini mutlaka tahsis veya mutlakını takyid eder. Meselâ azı dişi olan yırtıcı hayvan etinin yenmesinin haram olması konusunda olduğu gibi sünneti Medine halkının uygulamasının desteklemesi halinde o, Kur'an'ın umum ifadesine muhalif olmasına rağmen, sünnetle amel etmiştir. Zira Medinelilerin tümünün uygulamaları böyledir. Şayet sünnet Medinelilerin uygulaması veya kıyas ile desteklenmeyecek olursa, bu durumda Kur'an, zahiri üzere bırakılır ve Kur'an'ın zahirine muhalif olan haher-i vahid reddedilir [852].

Ebu Zehra'nın bu sözlerinin hakikati yansıttığı anlaşılmaktadır. Çünkü Mâlik'in Kur'an'ın umumuna aykırı olduğu ve Medinelilerin uygulaması ile de desteklenmediği veya onların uygulamaları haber-i vahidi değil de Kur'an'ın zahirini desteklediği takdirde bazan haber-i vahid ile amel etmediği bilinmektedir.

Evlenme haramlığı doğuran süt emme sayısı, ölen kimsenin yerine hacca gitme ve köpeğin kaba ağzını daldırması gibi meseleler, Mâlik'in Kur'an’ın zahirini göz önünde bulundurarak haber-i vahid ile amel etmediği konulardan bazılarıdır.

Mâlik'in, emme sayısını belirleyen hadisi rivayet etmekle birlikte, mutlak emme hususunda Kur'an'ın bu konudaki umum ifade eden lafzı ile amel etmesi, aslında daha önce ileri sürülmüş bir görüştür. Nitekim daha önce sahabe ve tabiînden bazılarının [853] herhangi bir sayı sınırlaması yapmaksızın süt emmenin akrabalık doğurduğunu kabul ettikleri rivayet edilmiştir. Dolayısıyla Mâlik, haber-i vahidi sadece Kur'an'ın zahirini esas alarak terk etmemiş, aksine sahabeden rivayet edilen görüşlerin onu desteklemesi ve Medine halkının bu konudaki haber-i vahid ile amel etmemeleri sebebiyle terk etmiştir.

Ölmüş birinin yerine haccetme ve bunu caiz görmenin, Kur'an'ın insan ancak kendi yaptıklarının karşılığını görecektir tarzındaki umumi ifadesine aykırı düşmesi meselesine gelince, Mâlik, burada Kur'an'ın umum ifadesini esas almıştır. Ona göre kendiliğinden değil ama vasiyet etmiş olması halinde onun isteğini yerine getirmek için böyle bir hac yapmak caiz ise de aslında bizzat kendisinin de ifade ettiği gibi Medinelilerin uygulaması böyle değildir [854].

Köpeğin ağzını sokması halinde kabın yedi kez yıkanmaması meselesine gelince, zaten av âyeti onun avladığı hayvanın etinin helal olduğunu bildirmektedir. Mâlik'in bu görüşe sahip olduğunu nakletmiş olan Şatıbî yıkamayı buyuran haber-i vahidin biri av âyeti olmak üzere iki önemli esasa ters düştüğünü söylemektedir. İleride bu konuda geniş bilgi verilecektir. Ancak Allah bilir ama, biz söz konusu hadis ile âyet arasında bir çelişki olmadığı kanaatindeyiz. Zira onların her biri ayrı konu ile ilgili olup, her ikisi ile birden amel etmek mümkündür [855].


KAYNAKLAR


Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni ,Çeviren: Prof. Dr. İlyas Çelebi - Yard.Doç.Dr. Adil Bebek - A.Yücel Kitabevi Yayınları

[842] Şafiî, er-Risâle, s. 224-225.
[843] Şafiî, a.e., s. 226.
[844] Şafiî, a.e., s. 226-227.
[845] en-Nisa: 4/23-24.
[846] Şafiî, er-Risâle, s. 228.
[847] Şafiî, İhtilâfü'l-hadis bi-haşiyeti'l-Üm, VII, 45.
[848] Şafiî. El-Üm, Vll, 307-308.
[849] Şafiî, er-Risâle (naşirin önsözü), s. 12.
[850] Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 253-256.
[851] Ebu Zehra, İbn Hanbel, s. 251.
[852] Ebu Zehra, İbn Hanbel, s. 251-253.
[853] İlende geniş bir şekilde açıklanacaktır.
[854] Bk. bu bölüm, "ölen veya gücü yetmeyen kimse adına haccetmek" ile ilgili kısım.
[855] Bk. bu bölüm, "Köpek yalamasından dolayı kapların yedi kere yıkanması" ile ilgili kısım. Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 256-257.
 
M Çevrimdışı

mümkündür

Üye
İslam-TR Üyesi
Selamunaleykum..

akxim Onların hepsi Melaci değiller ki,Mealcilerin Ortak Manifestosu olan ''Haniflik Mezhebi''ni hep beraber zamanında sitemize gelip sapkın felsefesini bize anlatamaya gelen ''hanifmusluman'' adlı üyeye beraber ''RED'' diye yazmıştık hatırlamışsındır..

Hatta ben Onu TEKFİR etmiştim ''Başörtüsünü RED'' ediyor diye...Halada ''Başörtüsü'' Kur'andan değildir diyeni TEKFİR ederim..

5 Vakit Namazı 3 vakit olarak algılayan Zihniyette aynı Şirke girmişlerdir...

Ben Rasulullah'a atfedilen ''O Gaybı bilirdi.''- Kur'an Dışında Vahyler almıştır- demelerini kabul edemem,Kur'an bütün Rivayetlerin üzerindedir akxim...

Kudsi Hadisler Meselesini kabul edemiyorum,Kur'an'a bakınca Eski Alimler ve Yeni Alimler olarak hepsi Algıladıklarını yazmışlar..

Bütün Alimler Algıladığını yazmış,hiçbiri Mutlaklık ifade edemiyor..

Bu yüzden Vahy-i Gayri Metluv değil bu Hadisleri diğer Hadis Kategorisinde kabul ediyorum...

Kardeşine Dua et ben Sana ve Kardeşlerime hep Dua ediyorum..
kavlulfasl kardeşe selamlar ve ayrıca kardeş Resullullah kuran dışında vahiy almamıştır demeniz gerçekten vahim bir olay olduğu gibi sunduğunuz yazılarda ise kuran ve hadisler olmasına rağmen hiçbir ne akli nede nakli delili olmuş.

Evet gaybla ilgili konular doğrudur ama RESULULLAHIN KURANDIŞINDA VAHİY ALDIĞI AHZAB 37 DE NETTİR,AYRICA BAŞKA AYETLERDE VEREBİLİRİM.
Mevdudinin SÜNNETİN ANAYASAL NİTELİĞİ KİTABIN dada deyinmiş.

ayrıca SEYYİD KUTUBUN TEFSİRİNDEDEDE AHZAB.37 BAKIN ORDADA VARDIR.

saygılarımla.....
 
T Çevrimdışı

Tevhid-Dini

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi


Çok temel bazı hatalar yapıyor ve neticede çok fahiş bir hatanın içine düşüyorsunuz. Kuran'ı doğru ve sağlıklı anlamanın yolu sözün öncesine ve sonrasına bakmaktan geçer. Bir sözü bağlamından kopararak çekip alıyor ve yorum yaparken konu bütünlüğünü gözönünde bulundurmuyorsunuz.
İşte ayetlerin siyak ve sibakına bakmadan ayetleri makaslar ve kırparsanız büsbütün karıştırırsınız.

Bir ayeti incelerken öncesi ve sonrasına bakmak zorundayız. Sadece bu kadar mı? Hayır; ayet içindeki kilit kavramların başka ayetlerde hangi anlamda kullanıldığına da bakmak zorundayız. Sadece bunlar mı? Hayır; ayetin ele alındığı konuyu başka surelere de bakmak zorundayız. Ayetlerin nüzul sebebine de bakmak gerekiyor. Yani birçok hususu göz önünde bulundurmak zorundayız. Kuran okurken özellikle dikkatli ve sabırlı olmak gerekiyor.

Ama siz bütün bunları yapmadan bir ayeti alıyor ve hemen sonuca gitmeye çalışıyorsunuz. Bunun ne kadar yanlış olduğunu şimdi izah etmeye çalışacağım inş.

Şimdi;

"O, kendiliğinden konuşmamaktadır. O'nun konuşması ancak indirilen bir vahiy iledir" (Necm: 3, 4).

Ayet Mekkidir ve Mekkenin yanılmıyorsam 4. veya 5. yılında inmiştir. Ayetin öncesine ve sonrasına bakalım;

1- Kayan yıldız hakkı için.

2- Arkadaşınız Muhammed ne sapıttı ne de azıttı.

3- O havadan konuşmuyor.

4- Söyledikleri, kendisine indirilen bir vahiydir.

5- Bu vahyi O'na müthiş güçleri olan Cebrail öğretti.

6- O üstün yetenekli melek doğruldu.

7- Yüce ufuktayken.

8- Sonra yaklaştı, yere doğru uzandı.

9- Öyle ki, Peygamberle araları iki yay aralığı ya da daha yakın oldu.

10- O anda Allah dilediği mesajı Kul'una vahyetti.

11- O'nun gönlü, gözünün gördüğünü yalanlamadı.

12- Siz şimdi gözü ile gördükleri hakkında O'nunla tartışmaya mı girişiyorsunuz?

13- O, Cebrail'i bir başka inişinde de görmüştü.


Bakın Seyyid Kutup ne diyor ; Yani arkadaşınız Muhammed s.a.v akıllı bir insandır, şaşkın değildir; doğru yoldadır, sapık değildir; samimidir, kötü niyetli değildir; Hak'tan, yani Allah'tan aldığı gerçeği size duyuruyor. Kuruntulu, uydurmacı veya iftiracı değildir. Size mesaj iletirken havadan konuşmuyor. Söyledikleri, kendisine indirilmiş bir vahiydir. O doğru ve güvenilir bir aracı sıfatı ile kendisine gelen vahyi size duyurmaktadır.

Bu vahyin taşıyıcısı belli, hangi yoldan geldiği belli, nasıl bir çizgi izlediği bellidir. Peygamber bu vahyin izlediği yolu gözleri ile kalbi ile görmüştür. Bu konuda kuruntuya kapılmış ya da aldanmış, yanılgıya düşmüş değildir.

"Müthiş güçleri olan, üstün yetenekli melek" Cebrail'dir. Arkadaşınız Muhammed'in size duyurduğu mesajı O'na öğreten bu melektir. Vahiy yolu budur. Vahiy amaçlı gezi işte böyle gerçekleşmiştir. Olay bütün ayrıntıları ile gözler önündedir. O üstün yetenekli melek "yüce ufuktayken" doğruldu. Böylece Muhammed O'nu gördü.

Bu olay vahyin başlangıç aşamasında gerçekleşti. O sırada Muhammed, Cebrail'i aslında olduğu gibi, yüce Allah tarafından nasıl yaratılmış ise öyle gördü. Sonra Cebrail kendisine yaklaştı, O'na doğru uzandı, yere sadece iki yay uzunluğu kadar bir mesafe kaldı. Yani birbirlerine alabildiğine yaklaştılar. Arkasından yüce Allah, Kul'una "dilediği" mesajı indirdi. Görüldüğü gibi ilahi mesajdan sözeden ifade kısa, yüceltici ve görkem yükleyicidir.

Buna göre olay "vahiy" olayıdır. Ortada çıplak gözle gerçekleşen bir gözlem, yanılgısız bir görme, kuşku içermeyen bir kesinlik, dolaysız bir iletişim, güçlü bir bilgi, somut bir yoldaşlık, tüm ayrıntıları ve aşamaları ile gerçekleşmiş bir yolculuk vardır. Ey müşrikler, işte "arkadaşınız" Muhammed'in s.a.v size yönelttiği çağrı bu "kesinlik" temeline dayanıyor. Durum böyleyken, siz O'nun bu çağrısını reddediyor, yalanlıyorsunuz; O'na inen vahyin doğruluğundan kuşku duyuyorsunuz.

Oysa O, sizin öteden beri tanıdığınız, deneyden geçirdiğiniz eski bir arkadaşınızdır. Size yabancı biri değil ki, huyunu ve karakterini bilmemiş olasınız. Ayrıca Rabb'i de O'nu onaylıyor, doğru söylediğine yemin ediyor; O'na nasıl, hangi şartlar ortasında ve kimin eli ile vahiy indirdiğini, bu vahiy meleği ile nasıl buluştuğunu, onu nerede gördüğünü size ayrıntılı biçimde anlatıyor.

demek ki buradan Peygamberin konuşması da yani Sünneti de Vahiydir anlamı çıkmıyormuş. Müşriklerin deli, mecnun, ne dediğini bilmiyor şeklindeki itirazlarına "hayır onun size getirdiği anlattığı Allah'ın kendisine Cebrail vasıtasıyla indirdiği vahyidir" şeklindedir.
 
T Çevrimdışı

Tevhid-Dini

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Kutsi Hadis nedir, diğerlerinden farkı nedir ki kutsi, Rabbani, ilahi hadis diye isimlendirme yoluna gidilmiştir.
Zaten İlahi, kutsi, rabbani nitelemeleri de sonradan konduğuna dair en açık delilidir.
Diğer hadislerden ayrı zikredilmesi de bizi teyit etmektedir. Madem bunlar ilahi, rabbani ve kutsi o halde diğerleri neden değil? Değilse nedir?

Bir imamın kabul edip diğerinin reddettiği hadisler nasıl Vahiy olabilir?

Eğer bir meselede alimlerden bir kısmı hayır diyor, bir kısmı ise bu Vahiydir diyorsa nasıl Vahiy olduğu iddia edilebilir?

Madem Hadisler Vahiydir o halde cerh ve tadil ilmi de neyin nesi oluyor? Buhari'nin şartlarına göre sahih Müslim'in şartlarına göre değil de ne demek?
Madem Vahiydir o halde neden 150-200 yıl sonra tasnifleme yoluna gidilmiştir.
Madem Vahiydir İmam Buhari Sahihinde neden 650 bin hadis arasından seçtim demiştir.

O halde ;

Bilginin, özellikle de Allah hakkındaki bilginin, “zan” üzere olmasını eleştirir, inananından “yakîn” bilgisi ister.

Aksi halde kendi görüşlerini doğrulamak için kurnazca ve çıkarcı bir şekilde eğip bükenlerin önüne geçemeyiz ve geçemiyoruz. İşte ihtilaflara düşülmesinin en temel sebebi de budur. Birçok akım, cemaat her ne derseniz deyin hepsinin bilgilerinde temellendirme sorunları vardır ve tutarlı değillerdir.

Kuran evrensel ilahi mesaj, Nebevi sünnet ise onun uygulanmış örneğidir. Bu anlamda ayrılmaz ikilidirler. Kuraniyyun ya da mealcilik, ifrattır. Sünneti vahiyle eş görme de tefrit. İfrat ve tefrit, yani iki aşırı uçta gidip gelmek, insanoğluna ait en büyük zaaflardandır. Bunu her hususta görebiliriz. Rabbimiz bizleri sürekli bu aşırı uçlardan sakındırır ve orta yolu/sırat-ı mustakimi tavsiye eder.

İslam dininin kaynağı vahiydir/ Kur'an'dır.
Diğer bütün kaynaklar, bu esas kaynağın anlaşılması, tefsiri ve açılımı bağlamında bir değere sahiptirler.

Usullerimize göre din belirleyemeyiz kardeşler. Dinimize göre usul belirlemek zorundayız.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Ehl-i sunnet alimlerinin ittifak ettiği Kudsi hadis-i inkar eden, aşağılayan, aklınca eleştiren cahilin ta kendisidir!

Kudsi Hadisin Sıhhati ve Ameli Durumu


rasulullah02.jpg


KUDSİ HADİS (GAYRI METLUV HADİS)


Kudsi, İlahi , Rabbani de denilen bu hadis 'Yüce Allah'ın Peygamber Aleyhisselâm'a ilham ile veya uykuda manasım bildirdiği hadistir. Rasulullah Aleyhisselâm'da bu manayı, kendi sözü ile ifade etmiştir.


Kudsi Hadis Muhammed (s.a.v.)'den Rabbinden isnad yolu ile ahad olarak bize nakledilen hadistir. Kudsi Hadis, Allah'ın kelamından ona izafe edilen bir hadistir. Allah'a nisbet edilmesinin sebebi ilk önce onu konuşanın Allahu Teâla olduğundan dolayıdır. Nebi (s.a.v.)'e izafe edilmesinin sebebi ise Allahu Teâla'dan haber veren olmasından dolayıdır. Ancak Kur'an-ı Kerim gibi değildir. Çünkü o ancak Allahu Teâla'ya izafe edilmektedir.
Kur'an'dan bir ayet söyleneceği zaman "Allahu Teâla şöyle buyurdu" denilir. Hadisi Kudsi söylenmek istenildiğinde ise: "Rasulullah (s.a.v.) Rabbinden yaptığı rivayette şöyle buyurdu" denilir. Bir başka ifade ile de şöyle denilir. "Rasulullah (s.a.v.)'in Rabbinden rivayetle Allahu Teâla şöyle buyurdu" denilir. Her iki ifadenin anlattığı anlam ise tektir.

Kur'an ile Kudsi Hadis arasındaki fark şudur:

Kur'an'ın hem lafzı hem de manası Vahyi Celi ile Allahu Teâla'dandır.
Hadisi Kudsi ise; Lafzı Rasulullah (s.a.v.)'den manası ise ilham veya uyku yoluyla Allahu Teâla'dandır.
Kur'an, Cebrail vasıtasıyla indirilen mucize bir lafızdır. Hadisi kudsi ise mucize değildir ve Cebrail vasıtası ile de gelmemiştir.

Kur'an, Kudsi Hadis ve Kudsi olmayan hadis arasındaki fark şudur:
Kur'an, Cibril'in lafzen Nebi (s.a.v.)'e indirdiği sözlerdir. Hadisi Kudsi; Allahu Teâla'nın ilham veya uyku yoluyla Nebi (s.a.v.)'e verdiği bir haberi Nebi (s.a.v.) kendi ifadesi ile bildirdiği habere denir. Diğer hadisler de Kudsi Hadis gibi manası Allah'tan lafzı ise Rasulullah (s.a.v.)'dendir. Ancak Allahu Teâla'ya nisbet edilmiştir. Allahu Teâla'ya izafe edilen Kudsi Hadisi hadis diye isimlendirmek ıstılahi bir isimlendirmedir.

el-Munavî'nin bu konuyu, 'el-îthafatu's-Sunniye fî'l Ehadisi'l-Kudsiyye' kitabı sahibinin yaptığı açıklamalarla başlatmaktadır.
Muellif kitabının, 'Kudsî Hadis'in Manasının Şerhi' başlığını taşıyan sonuç bölümünde şöyle diyor:
Kuds, kelime anlamı itibariyle 'temizlik' demektir. Mukaddes toprak (el-Ardu'1-Mukaddese) ibaresi de "temiz toprak" anlamına gelir.

Beytu'l-makdis bilinmektedir. 'Tekaddesellah" ibaresi 'Allah şanına layık olmayan her türlü benzetmeden munezzehtir' anlamı taşır. Allahu Teala'mn isimlerinden biri de Kudus'tür. Kuds kelimesi, el-Misbah'da bu şekilde açıklanmaktadır.

Bazı hadislerin kudsî olarak adlandırılmasının sebebi ise, bu hadislerin anlamlarının yalnız Allahu Teala'ya nisbet edilmesi dolayısıyladır.


et-Tarifât'ta yazıldığına göre 'Hadis-i Kudsî':

'Yüce Allah'ın Peygamber Aleyhisselâm'a ilham ile veya uykuda manasım bildirdiği hadistir. Rasulullah Aleyhisselâm'da bu manayı, kendi sözü ile ifade etmiştir.
Kur'an-ı Kerim daha ulvî bir makama sahiptir, çünkü onun lafzı da vahy ile bildirilmiştir, yani Allahu Teala katından indirilmiştir.

Mevlâna Alî el-Karî Rahmetullah'da şöyle diyor:

"Hadis-i kudsî, Ravilerinin başı ve güvenirlerin kaynağı olan Rasulullah Aleyhisselâm'ın bazen Cibril vasıtasıyla, bazen vahy ile, bazen ilham ile veya uykuda kendisine bildirileni Allah Teala'dan rivayet etmesidir. Burada manayı Allahu Teala'dan almakta, o manayı kendi ifadesi ile istediği tarzda insanlara aktarmaktadır".

Bu, Yüce Kur'an'dan farklı bir özellik arzetmektedir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in indirilmesi Ruhu'l-Emîn olan Cebrail vasıtasıyla olmuştur. Ayrıca lafzı da lehv-i mahfuz'daki lafzı ile kayıtlıdır. İnsanlara aktarılması kesinlikle tevatur ile (kalabalık topluluklar vasıtasıyla ve her türlü şüpheden korunarak) olmuştur. Bu tevatur her dönem ve her anda gerçekleşmiştir.



"Kudsî hadis" ifadesindeki kudsiyet ifadesi veya bunların manalarının Allah'a ait olduğu yaklaşımı, söz konusu hadislerin mutlak olarak sahih oldukları veya Kur'an gibi değerlendirilecekleri sonucunu doğurmaz.


Sonuçta bunlar birer ahad rivayetlerdir ve hadisçilerin uygulayageldikleri her türlü kriter bu hadisler için de geçerlidir. Zayıfları da mevcuttur.

Misal olarakta :
'Sen olmasaydın, sen olmasaydın Ben alemi yaratmazdım` ve

'Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi murad ettim. Bilineyim diye mahlûkatı yarattım' sözünün zayıf olduğu verilmektedir.

İlim adamları Hadis-i Kudsî'nin çeşitli özelliklerinden söz etmişlerdir. Bunlardan meşhurları; şunlardır:


Hadis-i Kudsî ile kılınan namaz geçerli olmaz, Hadis-i Kudsî yazılı kitap veya kağıtlara cunub, hayızlı ya da lohusa birinin dokunması veya onu okuması haram değildir.

Hadis-i Kudsîde Kur'an lafızlarında olan i'caz mevcut değildir, Hadis-i Kudsîyi sıhhatinden şüphe ederek inkar eden bir kimse kafirlikle itham edilemez.

Kur'an-ı Kerîm ile Hadis-i Kudsî Arasındaki Fark Üzerine


el-Mevlâ el-Kirmânî, Kitabu's-Savm'ın baş kısmında şöyle diyor:
"Kur'an'ın lafzı i'caz özelliği taşır (yani bütün insanlar bir-araya gelse bile Kur'an'ın lafzına benzer, onun taşıdığı yüksek özellikleri taşıyan bir metin ortaya koyamazlar).
Cebrail Aleyhisselâm vasıtasıyla indirilmiştir. Bunun yanısıra i'caz özelliği taşımayan ve manası vasıtasız olarak bildirilmiş olan bilgi vardır ki, buna ilahî, rabbani, Kudsî Hadis adı verilir".

Sonra şöyle devam ediyor:

'Hakikatte bütün hadisler bu özelliğe sahiptir, nasıl olmaz ki, Rasulullah Aleyhisselâm, kendi hevasından bir şey konuşmaz' diye sorarsan şöyle derim:
'Aradaki fark şudur ki, Kudsî hadis Allah'a nisbet edilmektedir ve diğer hadislerdekinden farklı olarak Hakk Teala'dan rivayet edilmektedir.


Hadis-i Kudsinin Yüce Allah'ı tenzih ve O'nun Celal ve Cemal sıfatları konusuna girmemesi itibariyle de, Kur'an ile Kudsî Hadis arasındaki fark görülebilir.


et-Tayyibî şöyle diyor: Kur'an'ın lafzı Cebrail Aleyhissilâm'm Rasulullah Aleyhisselâm'a bildirdiği lafizdır. Kudsî Hadis ise Yüce Allah'ın ilham ile veya uykuda manasını Rasulullah Aleyhisselâm'a bildirdiği hadistir. Peygamber Aleyhisselâm, bu manayı kendi sözü ile Ümmetine bildirmiştir. Rasulullah Aleyhisselâm diğer hadislerini Allahu Teala'ya nisbet etmemiş O'ndan rivayet etmemiştir.
et-Taftazanî'nin torununun yazdığı el-Fevaid adlı kitapta da böyle denilmektedir.
(Buhari, Muslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 11-13.)



Kudsi ve Nebevi Hadis Farkı:


Mânâsı Allah'a, lâfızları Hz. Peygamber'e âit olan hadislere kudsi hadis; mânâ ve lâfzı Hz. Peygamber'e âit olan hadislere de nebevî hadis denir.
Diğer hadisler de Kudsi Hadis gibi manası Allah'tan lafzı ise Rasulullah (s.a.v.)'dendir. Ancak Allahu Teâla'ya nisbet edilmiştir. Allahu Teâla'ya izafe edilen Kudsi Hadisi, hadis diye isimlendirmek ıstılahi bir isimlendirmedir.

"İlâhî hadis" ve "Rabbânî hadis" diye de adlandırılan kudsî hadis:

Hz. Peygamber'in, anlam bakımından Allah'a dayandırdığı, başka bir deyişle O'ndan nakiller yaparak söylediği sözdür.

Kur'ân ile nebevî hadis arasında yeralan bu tür hadislerin "kutsal"lığı, mânâsının Allah'a âit olmasından; "hadis" diye adlandırılması ise, Hz. Peygamber tarafından dile getirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır.

Hz. Peygamber'in istediği ibare ile ifade etmek üzere bazen Cibril (a.s) vasıtasıyla ve bazen de vahiy, ilham ve rüya suretiyle Allah Teâlâ'dan rivâyet ettiği hadistir.

"Kudsi hadislerin, bir taraftan ilk kaynak olarak Allah Teâlâ'ya izafe edilmesi, diğer taraftan Hz. Peygamber'in hadisleri arasında ve hadis lafzıyla zikredilmesi, bunların bazı yönlerinden Hz. Peygamber'in hadislerine benzerliğini ortaya koymaktadır. Zira Kur'ân-ı Kerim Allah kelâmı olup Hz. Peygambere vahyolunmuştur; kudsî hadislerin de ilk kaynağı Allah Teâlâ olduğuna ve Hz. Peygamber tarafından ondan rivayet edildiğine göre, bunlar da vahiydir. Binaenaleyh, vahiy olmak bakımından Kur'ân-ı Kerim'le hadis-i kudsî arasında herhangi bir fark mevcut değildir.
Bununla beraber Kudsî hadisler Kur'an'dan sayılmazlar; "her ikisinin de kendilerine has özellikleri vardır ve bu özellikler ikisinin aynı şey olmalarına engel teşkil ederler" (Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 123-124)

Allah tarafından gelen vahiy olmaları bakımından, Kur'ân âyetleriyle kutsî hadisler arasında bir fark yoktur. Fakat Kur'ân hem anlamı, hem de lâfızları yönünden Allah'a âit iken, kutsî hadis, sadece mânâ açısından Allah'a âittir.

Kur'ân ile kudsî hadis arasındaki diğer farklar şunlardır:

a) Kudsî hadis, namazda okunmaz.
b) Abdestsiz olarak dokunulması câizdir.
c) Lâfzı Allah'a âit olmadığı için Kur'ân gibi mu'ciz değildir.
d) Lafzî rivâyeti şart olmayıp, sadece anlam olarak rivâyet edilmesi câizdir.

Kudsî hadîsin ilk kaynağı Allah olduğu ve esasen hitap O'ndan geldiği için, rivâyet edilirken başına, "Hz. Peygamber'in rivâyet ettiğine göre Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:..." veya "Rasûlullah (s.a.v), Rabbinden rivâyet ettiği hadiste şöyle buyurdu:..." şeklinde bir rivâyet lafzı getirilir.
Diğer hadislere göre kutsî hadislerin sayısı çok azdır. (İsmail lütfü Çakan, Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/289)


Bazı zamane akılcı ekoldan mealci profesörler, "bir kısım hadis-i kudsîlerle Ehl-i Kitab'ın kitapları arasında benzerlik bulunduğunu" söyleyerek, hadis-i kudsî diye anılan rivayetlerin aslında Ehl-i Kitap"tan alınmış şeyler olabileceğini ileri sürerek ilmi yetersiz kişilerin akıllarını karıştırmaktadırlar.


Merhum allame Abdulfettâh Ebû Gudde"nin öğrencisi Muhammed Avvâme hocanın bu hususta güzel bir tahkiki bulunduğunu ve kısmet olursa onu ayrı bir yazı konusu olarak işleyeceğimi belirterek konumuza dönecek olursak; hadis-i şerif ile hadis-i kudsî arasında ilk bakışka kafa karıştırıcı gibi görünen bu mahiyet benzeşmesi, iki kategori arasındaki şu farkı gözardı etmenin sonucudur:

Hadis-i şerifler, "kavlî", "fiilî" ve "takrirî" olmak üzere üç gruptan oluşur.
Hadis-i kudsî ise sadece "kavlî" hadisler ile bir ölçüde benzeştirilebilir. Yani hadis-i kudsîler arasında "fiilî" ve "takrirî" kategorisi mevcut değildir.

İkinci olarak hadis-i şeriflerin tamamının anlam olarak doğrudan Allah Teala"dan olduğunu söylemek isabetli değildir. Onlardan belli bir kısmı, vahiy tarafından, "sessiz kalınmak" suretiyle onaylanmış rivayetlerdir. Bir başka deyişle, hangi kategoride olursa olsun bir kısım hadis-i şeriflerin vahye dayanması, vahiy tarafından herhangi bir düzeltme/tağyire maruz kalmamaları dolayısıyla onaylanmış olmaları suretiyledir.
Nihayet hadis-i şerifler arasında "ilham" edilmiş olanlar vardır. Efendimiz (s.a.v)"in "Cibril-i Emin ruhuma şöyle ilka etti" diye başlayan hadislerinin bu kategoride olduğunu söyleyebiliriz.
Ayıca hadis-i kudsîler, Efendimiz (s.a.v)"in doğrudan Allah Teala"ya izafe ettiği, "Allah Teala buyurmuştur ki" gibi bir ifadeyle başlar. Hadis-i şeriflerde ise böyle bir hususiyet yoktur.
Sonuçta "hadis-i kudsî" "hadis-i nebevî" ayrımı teknik düzeyde bir ayrımdır ve Sünnet"in vahiy kaynaklı olduğu gerçeğini zedelemek için herhangi bir şekilde istismar edilmeye müsait bir zemin teşkil etmez.


Kudsî hadislerle Kur'an-ı Kerîm arasındaki fark konusunda İslâm âlimleri iki görüş beyan etmişlerdir:


A- Kudsî hadislerin manâsı ve sözleri Allah'tandır.

1. Bu hadisler Allah'a nisbet edilmiş ve "Kudsî", "ilâhî" ve "Rabbani" diye tavsif edilmiştir.
2. "Ey kullarım" gibi Allah'ı ifade eden birinci şahıs zamirleri kullanılmıştır.
3. Kudsî hadislerin ilk kaynağı Allah Teâlâ'dır, hitap O'nundur, Hz. Peygamber râvî durumundadır.

Nitekim bu tür hadislerin başında genellikle şu ibareler görülür:
"Rasûlullah Rabbinden rivâyet ettiği hadiste şöyle buyurdu..." veya "Rasûlullah'ın rivayet ettiği hadiste Allah Teâlâ şöyle buyurdu... "


Bununla beraber Kur'an-ı Kerîm'in özelliklerine sahip değillerdir. Zira; manâ ve lafız yönünden Kur'an-ı Kerîm'deki i'caz kudsî hadislerde yoktur. Kur'an tevâtur yoluyla, kudsî hadisler âhâd yolla nakledilmişlerdir.
Kur'an âyetlerinin manâ ile rivayeti câiz değildir. Kur'an âyetleri namazda okunur, cunub iken okunmaz ve abdestsiz dokunulmaz. Kudsî hadisler böyle değildir. (Muhammed Accâc el-Hatîb, es-Sünnetu Kable't-Tedvîn, Kâhire 1383/1963, s.22)

B- Âlimlerin çoğuna göre kudsî hadislerin manâsı Allah'a, lafzı Hz. Peygambere aittir. Allah'ın, vahiy, ilham ve rüyâ yoluyla kendisine bildirdiği ilâhî mesajları manâlarına uygun ifadelerle nakletmiştir.

Kudsî hadisler, Allah'ın kudret ve azametinden, rahmetinin genişliğinden, ihsanının bolluğundan (kısacası Allah’ın sıfatlarından) söz ederler. Helâl, haram şeklinde ahkâma taalluk etmezler.

Bu hadisler yüz adedi bulur. Bazı âlimler kudsî hadisleri ayrı eserlerde toplamışlardır. Bunlardan Abdurraûf el-Munâvî (1031/1622.), "el-İthâfâtu's-Seniyye bi'l-Ehâdîsi'l Kudsiyye" isimli eserinde alfabetik sırayla tasnif etmiştir.
(Kettânî, er-Risâletu'l-Mustatrafe, İstanbul 1986, s.81.
Abdurrauf el-Munavi’nin bu eseri Diyanet İşleri Eski Başkanı H. Hüsnü Erdem tarafından Kırk Kudsi Hadis ve İlahi Hadisler adıyla türkçeye çevrilmiş ve yayınlanmıştır. Kudsi hadisler konusunda Aliyyu’l-Kari’nin Ehadisu’l-Kudsiyye adlı eseri de vardır. (İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulu, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 115.))



Bazı kudsî hadisler:

Ebû Hureyre Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allah Teâlâ buyurdu ki; Adem oğlunun her ameli kendisi içindir, ancak oruç böyle değildir. Çünkü o, sırf benim rızam için yapılan bir ibadettir. Onun mükâfatını bizzat ben vereceğim."
(Muslim, Sıyâm: 161, 163.)

Yine Ebû Hureyre'nin Rasûl-u Ekrem'den rivayetine göre, Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Kulum bir iyilik yapmaya azmeder takat bir engelden dolayı onu yapamazsa, onun için bir hasene sevabı yazarım. Azmettiği iyiliği yaparsa on haseneden yediyüz misline kadar sevap yazarım. Bir kötülük yapmaya teşebbüs eder de vazgeçerse, ona hiçbir günah yazmam. Eğer niyetlendiği kötü işi yaparsa yalnız bu günah yazarım."
(Muslim, İman 204)

"Sâlih kullarım için Cennet'te, hiçbir gözün görmediği hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın düşünemediği birtakım nimetler hazırladım."
(Muslim, Kitâbu'l Cenne: 2-4 )


Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir gün ashabına (ra):
`Rabb`iniz ne buyuruyor biliyor musunuz?` diye sordu. Ashâb-ı Kirâm (ra): `Allah ve Rasûlu daha iyi bilir.` dediler. Rasul-u Ekrem Efendimiz (s.a.v.):

`Kim ki bütün erkân ve şartlarına riayet ederek namazı vaktinde kılarsa, Benim onun için bir ahdim vardır: Onu Cennete koyarım. Kim ki namazın erkân ve şartlarına riayet etmez ve namazı vaktinde kılmazsa Benim onun hakkında bir sözüm yoktur; dilersem cehenneme koyarım, dilersem cennete.`
(Dârimî, Salât, 24)


Ebû Hureyre`nin (ra) rivayetiyle, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurmuştur ki:
`Allah şöyle buyurdu: `Rahmetim gazabımı aştı.`

(Buhârî, Tevhid, 2182)

Ebû Hureyre (ra) rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
`Aziz ve Celil olan Allah buyuruyor ki: `Ben kulumun zannı üzereyim. (Beni anlayışına göre kulumla muamele yaparım.) Kulum beni andığı zaman, muhakkak onunla beraber olurum. O Beni gönlünde gizlice zikrederse, Ben de onu bu suretle anarım. Eğer o Beni bir topluluk içinde zikrederse, Ben de onu o topluluktan daha hayırlı bir cemiyet içinde anarım. Kulum Bana
bir karış yaklaşırsa, Ben ona bir arşın yaklaşırım. Kulum Bana bir arşın yaklaşırsa, Ben ona bir kulaç yaklaşırım. Eğer o Bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak varırım.`3
(Buhârî, Tevhid, 2183; Muslim, Tevbe, 1, 21)



Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: Aziz ve Celil olan Allah şöyle diyor:
`Kulum fena bir iş yapmak istediğinde hemen bu iradesini defterine kaydetmeyiniz. Ta ki gerçekleştirmedikçe. Eğer gerçekleştirirse, o yaptığı fenalığın bir mislini yazınız. Eğer benden çekinerek yapmaz ve bırakırsa, ona bir sevap yazınız. Fakat kulum bir iyilik yapmak isterse ve yapamazsa, ona bir sevap yazınız. Eğer yaparsa, on misli ile yedi yüz misline kadar sevap yazınız.`

(Buhârî, Tevhid, 2184)


Ebû Zer (ra) dedi ki: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: Aziz ve Celil olan Allah şöyle buyuruyor:
`Her kim bir iyilik ile gelirse, ona getirdiği iyiliğin on katı vardır, bir de Ben arttırırım. Her kim bir kötülükle gelirse, onun cezası kendi gibi bir günahtır. Ya da Ben onu bağışlarım. ...... Her kim yeryüzü dolusu günahlarla Bana gelirse, hiçbir şeyi Bana ortak koşmamış olduğu sürece, bir o kadar mağfiret ve bağışlama ile onu karşılarım.`

(Muslim, Tevbe, 22)


"Allah Teâlâ kıyamet günü buyurur: 'Ey Âdemoğlu! Hastalandım beni ziyaret etmedin.' Âdemoğlu 'Ya rab! Seni nasıl ziyaret edebilirim. Sen âlemlerin rabbisin.' diyecek. Allah ona 'Bilmiyor muydun, filan kulum hasta oldu, sen ise onu ziyaret etmedin. Bilmiyor muydun, onu ziyaret etmiş olsaydın, beni onun yanında bulurdun. Ey Âdemoğlu! Senden yiyecek istedim ama beni doyurmadın.' buyuracak. Âdemoğlu ise 'Ya rabbi! Seni nasıl doyurabilirdim ki? Sen âlemlerin rabbisin?' diyecek. Allah şöyle buyuracak: 'Bilmiyor musun, falan kulum senden yiyecek istedi de onu doyurmadın. Bilmiyor muydun ki, onu doyurmuş olsaydın, onu benim nezdimde bulacaktın. Ey Âdemoğlu! Senden su istedim, bana su ikram etmedin?' Âdemoğlu 'Ya rabbi! Sana nasıl su ikram edebilirdim ki? Sen âlemlerin rabbisin?' cevabını verir. Allah da ona şöyle buyurur: 'Falan kulum senden su istedi. Ancak sen ona su vermedin. Ona su ikram etmiş olsaydın, bunu benim nezdimde bulacaktın."
(Muslim, Birr, h. no: 43).


Kur'anın Haricinde Peygambere (s.a.v.)Vahyedildiğine Dair Kur'andan Deliller:


1- Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Medine’de bir müddet (17 ay kadar) Beyti Makdis’e doğru namaz kıldı.
Halbuki Kur’an’da böyle bir emir olmadığına göre bu emir vahyi gayri metluv (Hadis-i Kudsi) olan sünnet ile olmuştur. Zira namazda Rasulullah’ın ictihadı ile Kudüs’e yöneldiğini söylemek sahih olmaz. Kıblenin değiştirilmesinden bahseden;


“(Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini)görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, ehl-i kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.” (Bakara 144.) ayeti, daha önce Beytul Makdis’in kıble olmasının emredildiğini ifade eder.
Bu ayetten bir önceki ayette;
"Senin (arzulayıp da şu anda) yönelmediğin kıbleyi (Kâbe'yi) biz ancak Peygamber'e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırdetmemiz için kıble yaptık.
Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir
."(Bakara 143) buyrularak, önceki kıble tayini de Allah'a atfedilmektedir.


Ayet açıkça, beyti makdis'in ilk kıble yapılmasının Allah Azze ve Celle'nin emriyle olduğunu göstermektedir. Bu emir Kur'an'ın hiçbir yerinde yer almadığına göre vahy-i gayri metluv olan sünnet ile verilmiştir.
Demek ki, Peygamber (s.a.v.)'in emirlerinin Kur'an'da yer alıp almadığına bakılmaksızın Müslümanların Rasulullah (s.a.v.)'i takip edip etmeyeceklerini sınamak için bazen bu tür emirler verilmiştir.


2- Bir defasında Peygamber (s.a.v.), eşlerinden Hafsa (r.a.)'ya bir sır söyledi. O ise sırrı bir diğer şahsa ifşa etti. Rasulullah (s.a.v.) bu sırrın eşi tarafından ifşa edildiğini öğrenince ondan bir açıklama istedi.
Eşi, peygamber (s.a.v.)'e bunu kimin söylediğini sordu. Rasulullah (s.a.v.) bunun kendisine Allah tarafından haber verildiğini söyledi.
Bu hadise Kuran'da şöyle anlatılıyor;
Hani peygamber zevcelerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Bunun üzerine o zevce bunu haber verip Allah da ona bunu açıklayınca, (peygamber) bunun ancak bir kısmını bildirmiş, bir kısmından vazgeçmişti. Artık bunu kendi eşine söyleyince o zevce; “Bunu sana kim haber verdi?” dedi. Peygamber de; “her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan (Allah)haber verdi” dedi.” (Tahrim 3)

Kur’an’da, bu ayette geçen o hanımının ifşa ettiği haber açıklanmadığı gibi, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in söylediği söz de zikredilmemiştir. Şu halde o vahyi gayri metluv olan sünnet ile haberdar edilmiştir.

3- İslam'ın ilk yıllarında müslümanlar ramazan ayında iftardan sonra kısa süreliğine de uyurlardı. Bu esnada kişinin eşiyle cinsi münasebette bulunmasına müsaade edilmezdi. Bu sebeple bir kimse iftardan sonra kısa bir süre uyur, tekrar uyanırsa gece istirahati boyunca oruçlu olmamasına rağmen eşiyle cinsi münasebet fırsatını kaybederdi. Bu kural peygamber (s.a.v.) tarafından konulmuş olup Kuran-ı Kerim'de yer almıyordu.


Ancak bazı Müslümanların bu kuralı çiğnemeleri üzerine Allah Azze ve Celle bu kişileri önce azarlayan ayetleri indirdi, daha sonra da bu hüküm neshedilerek Müslümanlara iftardan sonra da eşleriyle cinsel münasebette bulunabileceklerine dair ruhsat verildi. Bu hadise şu ayette anlatılır;


"Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın..."(Bakara 187)


Bu ayet, Ramazan ayında geceleri kişinin eşiyle cinsi münasebette bulunmasının önceleri caiz olmadığını göstermekte, bu ayet nazil olmadan önce ramazan ayı gecelerinde cinsi münasebette bulunan kişilerin yaptıkları fiil "kendilerine kötülük" olarak tavsif edilerek ihtarda bulunulmakta, "O size acıdı ve tevbenizi kabul etti" ifadesi, onların bu fiillerinin günah olduğunu belirtmektedir…


Bütün bu hususlar şunu göstermektedir ki; ramazan gecelerinde cinsi münasebete ilişkin daha önceki yasak "yetkili biri" tarafından yürürlüğe konmuş olup, Müslümanların buna riayet etmesi mecburi idi. Halbuki Kuran-ı Kerim'de ilgili yasağa dair hiçbir ayet bulunmamaktadır. Bu yasak sadece Peygamber (s.a.v.) tarafından ortaya konmuştur.

4- Uhud savaşı münasebetiyle Bedir savaşında meydana gelen olayları hatırlatmak üzere bazı ayetler nazil oldu. Bu ayetlerde, Allah'ın mü'minlere nasıl yardım ettiği, onlara yardım için melekler göndermeyi vaad ettiği ve bunu fiilen ne şekilde yaptığı anlatılmaktaydı.

Bu ayetler ve meali şöyledir;
"Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir'de de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah'tan sakının ki O'na şükretmiş olasınız. O zaman sen, muminlere şöyle diyordun: İndirilen 3 bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir? Evet, siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder. Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır." (Al-i İmran 123-126)

Bu ayetlerdeki " Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı"



ifadesi meleklerin yardımıyla müjdelemeyi Allah'a atfetmektedir.


Demek ki, söz konusu yardım müjdesi bizatihi Allah tarafından verilmiştir. Ancak bedir savaşı esnasında verilen bu müjde Kur'an'da geçmemektedir…


Aynı şekilde Peygamber s.a.v'in sözü başka bir örnekte "Allah'ın sözü" olarak kabul edilmiştir. Peygamber (s.a.v.)'in diğer sözlerinden bu sözleri ayıran şey, onun Kuran'da yer almayan hususi bir vahiyle kendisine bildirilmiş olmasıdır. İşte buna vahy-i gayri metluv denilir.





5- Uhud savaşıyla ilgili başka bir duruma işaret edilerek Kuran-ı Kerim'de şöyle buyrulur;
"Hatırlayın ki, Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu; siz de kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve (Kureyş ordusunu yok ederek) kâfirlerin ardını kesmek istiyordu." (Enfal 7)

Bu ayette işaret edilen "iki taifeden biri" Ebu Sufyan'ın Suriye'den gelmekte olan ticaret kervanıydı. Diğer taife ise Mekke'li müşriklerden oluşan Ebu Cehil Komutasındaki orduydu. Üstteki ayetin ifadesine göre Allah, muminlere bu iki taifeden birine karşı zafer kazanacaklarını vaad etmişti.
Müslümanlar kervanı ele geçiremediler, fakat Ebu Cehil komutasındaki orduya karşı olan savaşı kazandılar. "Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu" ifadesindeki vaad Kur'anda geçmemektedir. Bu vaad, Müslümanlara peygamber (s.a.v.) tarafından herhangi bir ayete referansta bulunulmadan ifade edilmişti.



6- Nadir oğulları ile olan hadise esnasında –ki onlar Medine'de meşhur bir Yahudi kabilesi idi- bazı müslümanlar, onların kalelerinin çevresindeki hurma ağaçlarını, düşmanı teslim olmaya zorlamak amacıyla kesmişlerdi. Savaş sona erince bir kısım Yahudiler ağaçların kesilmesine itiraz ettiler. Kuran-ı Kerim onların itirazlarına şu ayetle cevap verdi;
"Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya olduğu gibi bırakmanız hep Allah'ın izniyledir ve O'nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir."(Haşr 5)

Bu ayette müslmanların, ağaçları "Allah'tan alınan bir izinle" kestikleri doğrudan ifade edilmiştir.
Fakat hiç kimse savaş esnasında ağaçların kesilmesine müsaade onucunda bu olayın olduğuna dair Kuran-ı Kerim'de geçen hiçbir ayet gösteremez.



7- Peygamber (s.a.v.)'in Zeyd Bin Harise'yi evlatlık olarak edindiği malumdur. Zeyd, Zeyneb binti Cahş'la evlendi. Bir süre sonra onların ilişkileri zorla yürümeye başladı. Nihayetinde Zeyd, Zeyneb'i boşadı.
Cahiliye döneminde evlatlık edinilen oğul, her bakımdan öz oğul gibi muamele görürdü. Kur'an-ı Kerim ise evlatlık kimsenin gerçek evlat gibi muamele göremeyeceğini ilan etti.
Allah, evlatlık hakkındaki cahiliye anlayışını yıkmak için Peygamber (s.a.v.)'e evlatlık edindiği Zeyd Bin Harise'nin Zeyneb'den boşanmasından sonra Zeyneb'le evlenmesini emretti. Rasulullah (s.a.v.) başlangıçta cari adetler sebebiyle biraz gönülsüzdü. Çünkü evlatlık edindiği birinin boşadığı eşiyle evlenmek utanılacak bir işti. Fakat Rasulullah (s.a.v.)Allah'tan hususi bir emir alınca Zeyneb'le evlendi.

Bu olay Kuran-ı Kerim'de şu şekilde ifade edilmiştir;


"(Rasûlum!) Hani Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah'tan kork! diyordun. Allah'ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah'tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde ( o kadınlarla evlenmek isterlerse) muminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir."(Ahzab 37)


Bu ayetteki "Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde gizliyorsun" ifadeleri, Zeyd'in boşanmasından onun Zeyneb'le evleneceğini Peygamber (s.a.v.)'e Allah'ın haber verdiğini göstermektedir…
Ancak bu bilgi Kur'an'da geçmemektedir ve bu, Rasulullah (s.a.v.)'e gayri metluv vahiy kanalıyla iletilmiştir. "Biz onu sana nikahladık" ifadesi de bu evliliğin Allah'ın emriyle gerçekleştiğini göstermekte, bu emir de Kur'an'da yer almamaktadır. Bu da bir başka delildir.


8- Kur'an-ı Kerim'de Müslümanlara namaz kılmayı ve namazda sabit olmayı tekrar tekrar emretmiştir. Aşağıdaki ayette aynı emir tekrar edildikten sonra, Kuran-ı Kerim Müslümanlara özel bir imtiyaz verir. Buna göre savaş durumunda müslümanlar, düşmanlarının saldırısından korktuklarında namazı nasıl mümkün olursa öyle, ister at veya deve üzerinde, ister yürürken kılabileceklerdir. Ancak düşman tehlikesi sona ermesi halinde, müslümanlar namazı normal şekilde kılmakla emrolundular. Bu prensip aşağıdaki ayette şöyle ortaya konmuştur;
"Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah'a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın. Eğer (herhangi bir şeyden) korkarsanız (namazlarınızı) yürüyerek yahut binmiş olarak (kılın). Güvene kavuştuğunuz zaman, siz bilmezken Allah'ın size öğrettiği şekilde O'nu anın (namaz kılın)."(Bakara 238-239)

Ayet, müslümanlar üzerine farz olan birden fazla namazdan bahsetmekte, ancak namazların tam sayısı Kuran'ın ne bu ayetinde ne de diğer surelerinde geçmemektedir. Farz namazların sayısı, yalnızca Peygamber (s.a.v.) tarafından beyan edilmiştir.

Kuran-ı Kerim; Namazlara devam edin" buyurarak, peygamber (s.a.v.)'in Müslümanlara bunu uygulamalı olarak gösterdiğini teyit etmiştir.
Yine bu ayet, "orta namaz"a özel bir önem atfetmekte, ancak (tam olarak) onun hangi namaz olduğunu belirtmemektedir. Orta namazın hangi namaz olduğunu açıklama işi Peygamber Sallallahu aleyhi ve sellem'e bırakılmıştır.

En önemli delil de; " Güvene kavuştuğunuz zaman, siz bilmezken Allah'ın size öğrettiği şekilde O'nu anın (namaz kılın)." cümlesidir.
Ayetin siyak ve sibakı itibariyle burada "Allah'ı anma" ayette ifade edilmese de "namaz kılma" anlamındadır. Zira ayetin bağlamı başka bir manaya izin vermemektedir.


Şu halde Kuran-ı Kerim, Müslümanlara Allah'ın kendilerine öğrettiği şekilde namazı barış ortamında bilinen haliyle kılmalarını emreder. Ayeyin açık delaleti, namazın normal kılınış şeklinin Müslümanlara bizzat Allah tarafından öğretildiğidir. Ancak namazın kılınış şekli Kuran'ın hiçbir yerinde ifade edilmemektedir… namazın nasıl kılınacağını Müslümanlara öğreten peygamber (s.a.v.)'dir. Kuran-ı Kerim peygamber (s.a.v.)'in öğretmesini Allah'ın öğretmesi gibi kabul etmektedir."




9- Bazı munafıklar Hudeybiye seferine katılmayarak Peygamber (s.a.v.)'in yanında yer almamışlardı. Bunu müteakip müslümanlar Hayber savaşına çıkmaya karar verdiklerinde peygamber (s.a.v.), Hayber savaşına sadece Hudeybiye seferinde kendisiyle beraber bulunanların katılacaklarını ilan etti. Hudeybiye savaşına katılmamış olan münafıklar, şimdi Hayber savaşında menfaatleri gereği bulunmak istiyorlardı. Zira onların beklentilerine göre müslümanlar bu seferden büyük ganimet elde edeceklerdi. Münafıklar bu ganimetten pay almak istiyorlardı. Peygamber (s.a.v.) münafıkların taleplerine rağmen onların bu savaşa katılmalarına müsaade etmedi.
Kuran'da bu olaya şu şekilde işaret edilir;
"Siz ganimetleri almak için gittiğinizde seferden geri kalanlar: Bırakın, biz de arkanıza düşelim, diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: "Siz asla bizim peşimize düşmeyeceksiniz! Allah daha önce sizin için böyle buyurmuştur." Onlar size: Hayır, bizi kıskanıyorsunuz, diyeceklerdir. Bilâkis onlar, pek az anlayan kimselerdir." (Fetih 15)


Bu ayette Hayber savaşını Hudeybiye'ye iştirak edenlere hasredip, Hayber savaşına munafıkların katılmalarını istisna tutan Allah'ın evvelki bir sözünün olduğuna işaret edilmektedir. Fakat Kur'an'ın hiçbir yerinde böyle bir ifade geçmemektedir. Bu sadece peygambere ait bir emirdir.


Bununla beraber Allah bunu kendi sözü olarak nitelemektedir. Bunun sebebi, söz konusu emrin gayri metluv vahiy ile iletilmiş olmasıdır.



10- Peygamberliğin ilk günlerinde Rasulullah (s.a.v.), kendisine nazil olan Kuran ayetlerini unutmamak için onlar iner inmez okuma itiyadında idi. Bu kendisi için zor bir talimdi. Çünkü Peygamber (s.a.v.)'in vahyi işitmesi, doğru olarak anlayabilmesi, vahyi ezberleyebilmesi ve bunların aynı zamanda olması kendisine çok zor gelmekteydi. Allah şu ayeti indirerek onu bu meşakkatten kurtardı;

"(Rasûlum!) onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma. Şüphesiz onu, toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir. O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasınki, onu açıklamak da bize aittir."(Kıyame 16-19)


Fetih suresinin 19. ayetinde Allah, Rasulullah (s.a.v.)'e Kur'an ayetlerini açıklamayı vaad etti. Bu açıklamanın bizatihi Kuran-ı Kerim ayetlerinden ayrı olacağı açıktır. O, Kur'an'a dahil olmayıp ya onun bir izahı, ya da tefsiridir. Bu bakımdan bu beyan, Kuran-ı Kerim'in sözlerinden farklı, biraz değişik bir şekilde olmalıdır. Bu ise tam olarak gayrı metluv vahiyle ifade edilen şeydir. Ama bu vahyin iki türü de, her ne kadar farklı biçimde olsalar bile, Peygambere Allah tarafından indirilmiş olup, müslümanlar her ikisine de inanıp itaat etmelidirler.



11- Kur'an, vahyin bu iki farklı çeşidini şu ayette

"Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yücedir, hakîmdir." (Şura 51)

Şu halde bu iki şeklin dışında Kuran-ı Kerim'in inzali, üçüncü bir vasıtayla, yani ayette elçi olarak tayin edilen melek (Cebrail a.s.) aracılığıyla gerçekleşmiştir. Bu durum başka bir ayette açıkça belirtilir;

"De ki: Cebrail'e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve muminler için de müjdeci olarak o indirmiştir."(Bakara 97)

"Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir. (Rasûlum!) Onu Rûhu'l-emîn (Cebrail) uyarıcılardan olman için Apaçık Arapça bir dille Senin kalbine indirdi."(Şuara 192-195)

Bu ayetlerde Kuran'ın bir melek vasıtasıyla indirildiği gayet açıktır. Sözü edilen bu melek, Bakara 97. ayetinde geçtiği üzere Cibril'dir. Aynı melek, Şuara 193. ayetinde "Ruhul emin" diye anılır. Ancak yukarıda iktibas edilen Şuura 51. ayeti, vahyin indirilişinin iki yolunun daha olduğunu belirtir.
Bu iki şekil de peygamber'le ilgili olarak kullanılmıştır. Şuura 51. ayeti, peygamber (s.a.v.)'e gönderilen vahyin Kuran-ı Kerim'le sınırlı olmayıp, Kuran'da yer almayan başka vahiylerin de bulunduğunu ifade eder. Bu vahiyler, "gayri metluv vahiy" olarak adlandırılır.


Peygamber efendimiz (s.a.v.)’in bütün sözleri, fiilleri ve tasarrufları Yüce Allah’ın kontrolü altındadır. Kendi ictihadıyla ortaya koyduğu dini söz ve fiillerinde yanılsa bile, bunlar da Allah Azze ve Celle tarafından düzeltilmiştir. Allah Teala Onun ictihadını kesinleştirdiği sırada onun ictihadı, hükmen vahiy olur. (Bikai Nazm(19/43) Ebu Zehv el-Hadis(s.13) Muhammed Süleyman Aşkar Ef’alir-Rasul(s.30))


Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki;
Bana verilen şey, sadece Allah’ın bana verdiği vahiydir.” (Buhari (fadailul Kur’an 1); Muslim(iman 239); Ahmed(2/341,451))


“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, hadislerini yazmak konusunda soran Abdullah Bin Amr (r.a.)’ya; “yaz, Allah’a yemin ederim ki benden hak sözden başkası çıkmaz” buyurmuştur. (Ebu Davud(ilim 3) Darimi(mukaddime 43) Ahmed(2/162,192))


Başka bir hadiste; “Cibril kalbime attı ki; hiçbir nefis, rızkını tamamlamadan ölmeyecektir. Öyleyse onu helal yollardan arayın” buyrulmuştur. (Muslim(munafıkun 64) Ahmed(3/50))

Yine “Haberiniz olsun! Bana Kitap (Kur’an) ve onunla birlikte , onun gibisi (sünnet) verilmiştir.” (Ebu Davud(sünnet 5, imare 33) Tirmizi (ilim 10) Ahmed(2/367, 4/132) )

Sahih hadisi ve bir çok benzer rivayetler de, sünnetin Allah tarafından verilmiş bir vahiy olduğunu ifade eder.



Sünnetin Delil Olmayacağını Söyleyen Hasta Kalpliler:


Peygamber efendimiz, hadislerle amel etmeyecek olan kişilerin nasıl İnsanlar olacaklarını bizlere tanıtmış ve bu gibi İnsanlardan uzak olmamızı beyan etmiştir.
Bu hususta Ebu Rafi (Ebu Rafı Rasulullah'ın azadlı kölesi olup, İsmi Eslem'dir)Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
"Sakın sizden birinizi koltuğuna yaslanmış otururken, kendisine emrettiğimiz veya yasakladığımız hususlardan bir husus geldiğinde "biz bunu bilmiyoruz. Biz Allah'ın Kitabında ne bulduksa ona tabi oluruz" diyen biri olarak görmeyeyim. "
(Ebû Dâvûd, Kit. Sünnet, bab: 6 hn: 4605; Tirmizî, Kit. İlim, bab: 10 hn: 2663; îbn Mace, Kit. Mukaddime, bab: 13.
Ebû Dâvûd, Kit. Sünnet, bab: 6 hn: 4605; Tirmizî, Kit. İlim, bab: 10 hn: 2663; îbn Mace, Kit. Mukaddime, bab: 13)


Mikdam b. Mâdi Kerib ise Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Dikkat edin! Bana kitap, bir de onun kadarı (vahyi gayri metluv) verilmiştir. Yakında karnı tok olan ve koltuğuna yaslanan bir kişi:
"Siz sadece bu Kur'an'a sarılın. Siz onda neyin helal olduğunu görürseniz onu helal sayın ve neyin de haram olduğunu görürseniz onu haram sayın" diyecektir. Dikkat edin! Ehlî eşeklerin etleri size helal değildir. Köpek dişi bulunan yırtıcı hayvanların etleri de helal değildir
."
( Ebû Dâvûd, Kit. Sünnet bab: 6, hn: 4604; Tirmizî, Kit. İlim, bab: 10 hn: 2664; İbn Mace, Kit. Mukaddime, bab: 12; Müsned, İmam Ahmed, c. IV, sh. 131.00 )


Diğer bir rivayette şöyledir.
"Dikkat edin olabilir ki, koltuğuna yaslanan bir kimseye benim hadisim ulaşır. O da der ki: "Bizimle sizin aranızda Allah'ın kitabı bulunmaktadır. Onda neyin helal olduğunu görürsek onu helal sayarız. Neyin de haram olduğunu görürsek onu haram sayarız." Dikkat edin. Allah'ın rasulunün haram kıldığı Allah'ın haram kıldığı gibidir. "
(Tirmizî, Kit. ilim: bab: 10 hn: 2664 )


Bütün bunlardan sonra Peygamberi hafife almayı ve onun sünnetini red etmeyi, bir modernlik sayan, kendilerinin de aydın ve İleri görüşlü oldukları vehmine kapılan bir kısım zayıf iradeli taklitçilere şunu hatırlatmada fayda vardır.
Sizler Rasulullah'ın sünnetini reddederek biryere varamazsınız?
İslâm'a hizmet etmeniz yerine ona şüpheler sokmuş oluyorsunuz. Rasulullah'ı devre dışı bırakarak, Kur'an'ı felsefi görüşleriyle açıklamaya çalışan şımarıklara zemin hazırlıyorsunuz. İçinizden kâfirlere şirin görünme hastalığına yakalananlar da şunu iyi bilsinler ki, bu halleriyle onlara yaranamazlar.
Müslüman olduğunuzu söylediğiniz müddetçe sizler onların nezdinde gericisiniz. Örümcek kafalısınız. Yobazsınız. Murtecisiniz. O halde nedir sizin bu haliniz? Kimlere hizmet ediyorsunuz?
İyi niyetli olmanız yeterli değildir. Biraz da kafanızı çalıştırıp bilgisizliğinizi anlayınız. Aczinizi itiraf ediniz. Allah'ın elçisinin önüne geçmekten haya ediniz ve şu âyetin sesine kulak veriniz:


"Ey iman edenler! Allah'ın ve Rasulunün önüne geçmeyin. Allah'dan korkun. Şüphesiz ki Allah, işiten ve bilendir." (Hucurat, 1)


Diğer yönden başka bir takım muminler de "Orta yolu tutalım. Hadisleri ne tamamen reddedelim. Ne de sahih denen her hadisi alalım. Hadislerin mutevatir olanlarını alalım. Diğerlerini yedek bir kaynak kabul edelim. Aklımıza ve mantığımıza uyarsa onları alırız. Şayet uymazlarsa almayız. Mutevatir hadisler de parmak sayılarım geçmez" şeklinde iddialarla ortaya çıkmaktadırlar.
Aslında bunlarla hadisleri tamamen reddedenler arasında pratikte pek fark yoktur. Çünkü bunlar da yalnız kendi ölçülerine göre mutevatir saydıkları bir kaç hadisi kayıtsız şartsız kabullenmekte, diğer sahih hadislerin kabullenilmesinde akıllarını hakem kılmaktadırlar.


Bunlara şunu sormak yerinde olur:
"Sizler mutevatir olmayan sahih hadislerin kabul edilip veya edilmeyeceği hususunda aklınızı hakem kılıyorsunuz. Ancak sizlerin her biriniz diğerinden farklı düşünüyorsunuz. Şimdi müslümanlar peygamberlerinin hadisini bırakıp da sizlerden hanginizin aklını esas alsınlar. Çünkü her biriniz kendi aklının daha üstün olduğunu iddia ediyor. Yoksa sizler, müslümanların ittifak içinde olmalarından rahatsız mı oluyorsunuz? Müslüman olmanız dolayısıyla hakkınızda böyle bir kanaate varmak İstemiyoruz. Fakat davranışlarınız İnsanları buna sürüklüyor. Bırakın bu meseleleri de akıllarınızın enerjilerini müslümanlara faydalı olacak meselelere harcayın. Zira İslâm dini, akılların mahsulü bir din değil, nakillerin ortaya koyduğu bir dindir. Akıllarınızı nasları anlamada kullanınız. Onları yargılamada kullanmayınız. Çünkü akıllarınız nasları yargılayacak güçte değildir.
Âyette buyurulduğu gibi: "Size İlimden sadece az bir pay verilmiştir. (İsra, 85)


Şeyh Hasan Karakaya ; usul-u Fıkıh




Hadisleri Kabul Etmeyen Şüphecilerin Vesveselerine Reddiye


Mealci geçinen hadis inkarcısı taifenin inkar edip reddetmek için Hadis olması yeterlidir.
Hadis Usulu alimlerince mutevatir sahih diye onaylanmasına rağmen, bu hadis inkarcıları "aklıma yatmıyor", Allah böyle dermi, hiç peygamber böyle yapar mı?, adalet mi? diyerek sahih, mutevatir, Buhari, Muslim vs. olmasını önemsemeden reddetmektedirler.
Evet Rasulullahın aktardığı hadislerin sahihi olabildiği gibi , hasen veya zayıfı da bulunmaktadır. Bu gayri metluv yani kudsi hadis için de geçerlidir. Kudsi hadisde zayıf hadis olumu diye komple kudsi hadisler inkar edilmektedir.
Bunlara misal verecek olursak Hayri Kırbaşoğlu'nu verebiliriz.


Kendi düşüncelerini şöyle savunmaktadırlar:

" Hadis usulcüleri sanıldığının aksine kudsi hadisin haseni de olur, zayıfı da olur, uydurması da olur diyorlar Aslında bir bakıma izahı da mümkün değil. "Sünnet vahiy kaynaklıdır" diyenlere göre izah edilemez. (Altını çizdiğimiz ifadesindeki bizim düşüncemizdir. Bunlara göre sünnet vahiy kaynaklı değilmiş(!)). Çünkü o zaman sünnet vahiyse, hadis-i kudsî de vahiyse aralarında ne fark var? O da vahiy, bu da vahiy. O zaman daha büyük çelişkiye düşülür.
Ama bazıları bunun şöyle bir izahını yapmışlar Mesela bir örnek vereyim. Biz ne diyoruz«Yahu kardeşim, Cenab-ı Hak Kur'an'da namazı emrediyor» diyoruz. Bu ifade Kur'an'da yok. Ama bu sözüm doğru mu benim? Doğru Tartışılan konular ibadetle ilgili değil. Bütün mezhepler mesela namazın rekatları konusunda müttefiktirler. Tartışma akaidle ilgili konulardan çıkıyor. Akaidle ilgili konularda ben şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Bir insan sadece Kur'an'da belirtilen iman esaslarıyla yetinse tamamdır o Sünnetle, Kur'an'da belirtilmeyen bir iman akidesi oluşturulamaz(!)



_ Hz Peygamber'e Kur'an dışında bîr vahiy geliyor muydu? Yani vahy-i gayri metluv vaki mi? Kur'an dışında kendisine gaybın haberleri veriliyor muydu?


- Kıyamet alametleri, Fiten gibi hadisleri kastediyorsanız, hadisçiler tarafından bu tür hadisler şüpheyle karşılanmıştır. Salih Akdemir Bey'in bana aktardığına göre rahmetli Tayyib Okiç bu türden hadislerin bir çoğunun şüpheli olduğunu söylermiş. Şimdi hadiste bazı kıyamet alametlerinden bahsediliyor. Bunlar zaten Kur'an'da da var. Şayet siyasi ve sosyal hadiselerle ilgili gayb haberleri varsa bunlar uydurmadır. Efendim, diyor ki “Horasan'dan siyah bayraklılar çıkacak. Onlar çıktı mı siz onlara tabi olun
Bu hadis kime işaret ediyor. Ebu Muslim Horasanî'ye Abbasiler hareketini başlatmıştır. Bayrakları da siyahtı. Emevilerin ki de beyazdı. Bunun Ebu Müslim Horasanî taraftarları tarafından uydurulduğu gayet açık ve net görülüyor. Zaten bunu hadisçiler uydurma olarak kabul etmişler. O halde bizim yapacağımız şudur:
1-Yaşayan sünneti bir tarafa bırakacak olursak bize kadar gelen rivayetler, sünnet veya hadis, bunlar bugün için zaten müteradif kabul ediliyor. Bunların içinde Hz. Peygamber modelini bize aktaran malzeme hiç yoktur diyebilir miyiz? Diyemeyiz
2- O halde mevcut kitaplardaki hadislerden gerçek Rasul modelini nasıl çıkarabiliriz? Bunu tartışabiliriz. Bu metodu da önemli olan bir metod dahilinde, bu metodun nasıl olacağını tartışabilmemiz. Bunu Kur'an'dan çıkartmamız gerekmez mi? Onu gelin tartışalım. Sen de ki; Kur'an, O desin ki; akıl Ama gelin tartışalım zaten Fazlurrahman'da böyle bir metod dahilinde, elimizdeki hadis malzemesinden peygamberin Sünnetini ortaya koyabiliriz diyor. Bu malzemelerin bir çoğunu ayıklayalayabiliriz. Bunun için bir metod geliştirebiliriz. Elimizdeki rivayetlerden Kur'an esas alınarak bir model çıkarabiliriz. Sünnet delil olur mu, olmaz mı tartışmasından ziyade bugün gerçek sünnet nelerdir, bunu ortaya koymak için bir metod geliştirmeliyiz? Tabii ki bu metodun birinci maddesi sünnetin Kur'an'la uyum içerisinde olması. Onun dışında tarihi olaylarla çelişmemesi, bilimsel verilerle tezat arzetmemesi. Bazı hadisçiler öyle önemli şartlar ileri sürmüş ki, Mesela hadiste sokak üslubu gibi ifadeler varsa veya ifadesi düşükse bu hadis kabul edilmez. Bunu nasıl bileceğiz. Çok mükemmel Arapça bileceksin, Arap edebiyatının zevkine dahi varacaksın ki, peygamber bunu söyleyebilir mi, söyleyemez mi bileceksin...."






Gördüğümüz gibi hadis usulu ilmine rağmen , o ilmin ve alimlerin aklını ve metodunu beğenmeyerek yeni metodlar çıkararak, aklına uygun olanların kabul edilmesini savunmaktadırlar.
Halbuki 1400 senedir İslam aleminde bu taifeden başka, hadislere şüphe katan, şüpheyle yaklaşılmasını sağlayan, ilim ehline itibar etmeyen kimse çıkmış mıdır?
Bu nefsi itham bugüne kadar ki ehli sünnet akaidinin sıhhatini ve doğruluğunu zan altında bırakmaktadır.
Hadis usulu alimleri ve hadis usulu ilmine göre hadislerin "sağlamlık, güvenilirlik kaydı" ilimle verilmekte, kimsenin nefsine, ırkına, çıkarına kayırma gözetilmeden incelenip, bildirildiği için ittifakla kabul edilmekte, amel edilmektedir.

Beyhaki şu hadisi zikreder:
Bizden işittiği hadisi işittiği gibi aynen rivayet edenin (c.c.) yüzünü ağartsın. Çünkü kendisine aktarılan bazı kimseler dinleyenden daha iyi beller

(İbnu Mace Mukaddime: 18; Darimi Mukaddime: 24; Tirmizi: 2657; Musned: 1/427; Ebu Davud: 3660)
İleride açıklayacağımız gibi bu hadis mutevatirdir.

İmam Şafii de şöyle der:
Rasulullah (s.a.v.) kendi sözünün dinlenip ezberlenmesi ve hakkıyla aktarılmasını (Risale, 402 ve Delailu’n Nübüvve 1/23’de ibare şöyledir: “Rasulullah (s.a.v.) kendi sözünün dinlenip ezberlenmesi ve hakkıyla aktarılmasını her ferde tavsiye edince..”) tavsiye etmiştir. Bu da onun ancak huccet olan şeyleri emrettiğinin delilidir. Çünkü (Çünkü diye başlayan kısım Delail’de yok) bu ya yerine getirilmesi gereken bir helaldir veya kaçınılması gereken bir haramdır veya da yerine getirilmesi gereken bir haddir veyahutta alınıp verilmesi gereken bir maldır veyahutta din ve dünya ile ilgili bir nasihattır.

(Risale, s. 403’de ibare şöyledir “..din ve dünya ile ilgili bir nasihattır. Bu da şunu gösterir. Fıkhi bilgiyi fakih olmayan da ezberleyebilir. Bu durumda onu ezberlenmiş olur. Fakih olmaz”)

Beyhaki daha sonra Ebu Rafi’in rivayet ettiği hadisi zikreder (Delail: 1/24.): Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular:
Sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak, kendisine emrettiğim veya nehyettiğim bir haber geldiğinde “bunu bilmiyorum”. Biz Kur’an’databi oluruz” derken bulmayayım
(Ebu Davud Sünnet: 4605; İbnu Mace Mukaddime: 2; Tirmizi İlim: 10.)


Beyhaki daha sonra da el-Mikdam b. ma’dikerib hadisini zikreder:
Rasulullah (s.a.v.) Hayber günü bazı şeyleri haram kıldı. Ehli eşek eti vb. bunlardandır. (Hadis Ebu Davud’da el-Mikdam b. Ma’dikerib’den şu lafızla rivayet edilmiştir: “Dikkat edin! Yırtıcı tırnaklı hayvan, ehli eşek ve zimminin malı haramdır...” Delailu’n Nubuvve: 1/24.)

Allah Rasulu (s.a.v.) daha sonra şöyle buyurdular:
Kişinin koltuğuna oturup, bir hadisimi naklederek şöyle demesi yakındır: “Bizimle sizin aranızda Allah’ın kitabı var (c.c.) Onda helal olarak bulduğumuzu helal sayar, haram olarak bulduğumuzu da haram sayarız” Dikat edin! Rasulullah’ın (s.a.v.) haram kıldığı da Allah’ın (c.c.) haram kıldığı gibidir



İmam Şafii şunu da der:
Allah Teala’nın Rasulullah’a tabi olunamasını farz kılışı Rasulullah’ı görenler ile onlardan sonra kıyamete kadar gelenleri kapsar.

Beyhaki bundan sonra senediyle beraber Meymun b. Mihran’ın “birşey hakkında ihtilafa düşerseniz, onu Allah’a ve Rasulune arz ediniz” (Şura: 42/52)
ayetiyle ilgili olarak şöyle dediğini rivayet eder:
- “Alimler şöyle demiştir: Allah’a (c.c) arz etmekten murad, kitabıdır. Rasulullah’a (s.a.v) arz etmekten murad, vefat ettikten sonra sünnetine arz edilmesidir.”


Beyhaki daha sonra Ebu Davud’un Ebu rafi’den rivayet ettiği hadisi zikreder: Rasulullah (sav) şöyle buyurdular:
Sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak, kendisine emrettiğim veya nehyettiğim bir haber geldiğinde “bunu bilmiyoruz. Biz Kuran’da bulunduğumuz tabi oluruz” derken bulmayayım.”


İmam Şafii de şöyle der:
Bu hadis, onunla ilgili Kuran’da bir ayet bulamasalar bile muminlerin Rasulullah’tan (s.a.v) gelen emre uymayanları bildirip, buna uymanın zaruri olduğunu ortaya koymaktadır.

Beyhaki daha sonra yine Ebu Davud’dan, el-İrbat b. Sariye’den gelen hadisi zikreder:
O an beraberinde bulunan ashabı da bulunduğu halde (fethetmek üzere) Rasulullah (s.a.v) ile birlikte Hayber’e geldik. Hayber’in başındaki adam da azılı bir kafirdi. Rasulullah’ın (s.a.v) gelip şöyle dedi:
-Ya Muhammed! Eşeklerimizi boğazlayıp, ürünlerimizi yiyip, kadınlarımıza da vurma hakkınız varmı?

Bu söz üzerine Rasulullah (s.a.v) celallendi ve şöyle buyurdu:
-İbnu Avf! Atına atla git te (ashabıma cennete sadece müminlerin gireceğini ve) namaza toplanmalarını söyle.

Onlar da toplandılar. Rasulullah namazı kıldırdıktan sonra ayağa kalkıp şöyle hitap etti:
- Sizden biriniz koltuğuna yaslanıp, Allah sadece Kur’an’da haram kıldığı şeyleri yasaklamıştır diye düşünerek böyle mi zanneder? Dikket eden! Vallahi ben de bazı şeyleri emrettim ve anlattım. Bazı şeyleri de yasakladım. Benim emirlerim ve yasaklarım da yanı Kur’an gibidir, belki de daha önceliklidir. (Bilesiniz ki) Allah Teala sizlere, izin verilmedikçe zimmilerin evine girmezinizi, kadınlarına vurmanızı ve gerekli öşrü verdileri takdirde ürünlerini yemenizi yasaklamıştır.

(Ebu Davud: 3050; Beyhaki Sunne: 9/204.)



Hadisleri Reddeden Bir Takım Kimselerin Delil Olarak Getirdikleri, Zayıf Şahısların Rivayete Olan “Sünnetin Kur’an’a Arz Edilmesi’ne Dair Ki Haberlerin Batıl Oluşu:


İmam Şafii şöyle der:
Rasulullah’tan gelen bazı hadisleri reddeden bir kimse bana şu hadisi delil olarak gösterdi:
Benden size gelen haberi Kur’an’a arz edin. Onu uyuyorsa, onu ben demişimdir. Kur’an’a uymuyorsa onu ben demedim

O kimseye şöyle dedim:
- Az çok rivayeti sahih olan hiçbir kimse bunu rivayet etmemiştir. Bu mechul bir kimseden gelen munkatı’ bir rivayetteri. Biz ise böyle rivayetleri herhangi bir konuda delil olarak kabul etmeyiz.


Beyhaki de şöyle der: İmam Şafii bu sözüyle Halid b. Ebi Kerime’nin Ebu Ca’fer tarikıyla Rasulullah’tan rivayet ettiği hadisi kastetmiştir.
Hadis şöyledir:
Rasululah yahudileri çağırır ve onlara sorular sorar. Onlarda anatırlar. Bu arada İsa’ya da iftirada bulunurlar. Bunun üzerine Rasulullah minbere çıkar ve insanlara hutbe irad eder:

“- Benden sonra hadisler yayılacaktır. Size Kur’an’a uygunu olarak gelen hadisler bendendir. Kur’an’a muhalif olarak sizlere gelen hadisler bendendir. Kur’an’a muhalif olarak sizlere gelen hadisler ise bana ait değildir
(Mecmue’z Zevaid: 1/170)

Beyhaki bu rivayet için şöyle der:
Hadisler Kur’an’a ters düşmez. Bilakis Rasulullah’ın hadisleri, Allah Teala’nın ayetle am mı has mı, nasih mi mensuh mu kastettiğini açıklar. Akabinde Rasululah’ın sünetiyle ortaya koyduğu(ve açıkladığı) farzlar insanlara mecburi olur. Allah Rasulu’nün emirlerini kabul eden kimse, Allah’ın emirlerini kabul etmiş olur.


Beyhaki de der ki:
Bu hadis hepsi de zayıf olan başka tariklerle de rivayet edilmiştir.


Beyhaki daha sonra İbnu Vehb, Amr b. el Haris, el Esteğ b. Muhammed b. Ebu Mansur tarikıyle şu hadisi rivayet eder:

Ebu Mansur’a ulaştığına göre Rasululah şöyle buyurmuştur:
“- Hadisler üç kısma ayrılır: Size benden gelen ve Allah’ın kitabında geçmesi sebebiyle bildiğiniz hadisleri kabul edin. Size benden gelen fakat Kur’an’da bulamadığınız ve yerini tesbit edemediğiniz hadisleri kabul etmeyin. Keza benden size gelen ve tüylerinizin diken diken olduğu, gönüllerinizin kırıldığı ve Kur’an’da onun aksini bulduğunuz bir rivayet gelince onu da reddedin


Beyhaki der ki: Bu mechul bir kimseden gelen munkatı’ bir rivayettir.
Beyhaki daha sonra Asım b. Ebi’n Necud (Asım b. Ebi’n Necud. Yedi kurradan biri. Adı Asım b. Behdele el-Kufi’dir. Benu Esed’in mevla’sıdır. Kıraata güvenilirdir. Hadiste ise daha alt seviyededir. Saduk’tur), Zirr b. Hubeyş, Ali b. Ebi Talib tarikıyla şu rivayeti nakleder:

“-Benden sonra raviler olacak, hadislerimi rivayet edecekler. Rivayet ettikleri hadisleri Kur’an’a arz edin. Kur’an’a muvafıksa rivayet edin, Kur’an’a muvafık değilse onu almayın


Beyhaki şöyle der: Darekutni demiştir ki:
- Bu hadiste vehm vardır. Doğrusu hadisin Asım tarikıyla Zeyd b. Ali’den munkatı’ olarak gelmiş olduğudur.


Beyhaki senedini de zikrederek Bişr b. Numeyr, Huseyin b. Abdillah tarikıyla onun bbasından onun da Ali’den naklettiği hadisi zikreder:
Rasulullah şöyle buyurmuşlardır:
- “Bazı insanlar olacak, benden hadis rivayet edecekler. Size bir kimse hadis rivayet ettiğinde bu Kur’an’a muvafıksa, onu ben dedim. Size bir kimse de hadis rivayet ettiğinde bu Kur’an’a muvafık değilse onu ben demedim

 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Kudsi hadisleri inkar edenlere cevab budur!
Sitede tek delikanlı sen misin ki, onlara "senden korkuyorlar da yazamıyor" diyorsun. Onlar korkuyor, yazamıyor da sen mi korkmadan yazıyorsun?
Burada kardeşlere iftiara ve hakaret etmeyi terk et. Yoksa kendin gibi olanlarla, başkalarını (en azından Beni) gıybet ettiğini deşifre ediyorsun.
Kendi adına herkes konuşabilir. Ehl-i sunneti batıl bulan anlayışlara hurmet göstermemi bekleme. Ben kimse ne diyor , diyecek diye kalem titretmem.


Ayrıca, sana önceki yazına diyeceğim şudur :

Seyyid Kutub (r.aleyh) Fi zilal'i, vahiyle korunmuş mudur? Üstelik kendisi sadece tek başına bir şahıstır, ki, son dönemde yaşamış, her ne kadar hakimiyet konusunda ve günümüzde cahili yönetimlere karşı muslumanların hareket yöntemi tebit etmesinde on numara olmakla beraber, zaman zaman ehl-i sunnetin anlayışına göre ters de düşmüştür.

Misal olarak , sahih hadislerde aktarılan Rasulullah (s.a.v.)e yapılan Büyüyü kabul etmemekte, ebabil kuşlarının attığı taşları inkar ederek, onların mikrop olduğunu söyleyebilmektedir. Tüm bunlar benden, kendisinin sevgisinden bir şey kaybettirmemektedir ki Alimlerin zelleleri olur ki bunlar da böyledir der geçeriz.
Fakat bahsi geçen meselede, Tefsirin babası İmam İbn cerir et Taberi, İbn Kesir, kurtubi, vb yuzyıllardır ummetin ittifak ettikleri hadislerin cumhurunun o konularda anlayışına da bakarız.
(seyyid Kutub ve Fizilal hakkında , yanlış anlaşılmasın, muslumanların hakimiyet ve hareket metoduyla ilgili mutlaka ama mutlaka okuması gereken kitapların başında gelir. Allah şehadetini kabul buyursun)

Gelelim gazaliye ki, İhyasında uydurma hadislerin sayısının çokluğuyla meşhur olduğunu hatırlatırım. Bu sebeble onun kitabından ihtilaflı bir meseleyi "nas" gibi alman sana yakışır!
 
Üst Ana Sayfa Alt