Küfre Düşmeyi Önleyen Mazeretler
Zorlama, te’vil etme ve cehalet, kişinin küfre düşmesine engel olabilir. Öyle ki kişinin, küfrü söylerken veya işlerken te’vil etmesi veya bunları zorlama sebebi ile yapması yahud bunların küfür olduğunu bilmeyerek işlemesi, kendisini mazur kılıp küfrüne engel olabilir. Bu nedenle bu mazeretleri teker teker incelemek gerekmektedir.
Birinci Mazeret: İkrah (zorlama)
Bütün âlimlerin ittifakı ile eğer kişi küfre bulaşmasını mubah kılacak bir zorlamaya maruz kalır da küfür sözünü söyler veya amelini yaparsa, kâfir olmaz ve mazur sayılır. Bunun delili şu naslardır:1. Ayetler:
“Kim iman ettikten sonra, Allah’ı inkâr eder, kalbini inkâra açık tutarsa, Allah’ın gadabı onların üzerinedir. Bunlara büyük bir azab da vardır. Ancak kalbi imanla mutmain olduğu halde inkâra zorlanan hariç.” Nahl, 106
“Mûminler, mûminleri bırakıp da kâfirleri dostlar edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah’dan bekleyeceği hiçbir şey yoktur. Ancak kâfirlerden çekinmeniz mustesnadır…” (Âl-i İmran 28)
2. Hadisler:
● Ebû Zerr el-Ğifari diyor ki: Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Şubhesiz ki Allah; Ummetimin hatasını, unutmasını ve kendisine zorla yaptırılanı affetmiştir.”
(İbni Mâce, Talâk, bab. 16, Hadis no: 2043)
● “…Abdullah b. Abbas (radıyallahu anh)da Rasûlullah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Şubhesiz ki Allah; Ummetimin hatasının, unutmasının ve ona zorla yaptırılanın sorumluluğunu kaldırmıştır.”
(İbni Mâce, Talâk, bab. 16, Hadis no: 2045 ; Beyhaki, es-Sunenu’l-Kubra, VII, 584, Hadis no: 15094; Hâkim, Mustedrak, II, 198 (Hâkim bu hadisin Buhârî ve Muslim’in şartlarına göre sahih olduğunu fakat onların bu hadisi zikretmediğini söylemiş Zehebi de Hâkim’e katılmıştır.)
Dârakutni, IV, 170-171 (Nuzur, Hadis no: 33) İbni Hıbban, IX, 174, Hadis no: 7175; Taberani, Mucemu’l-Kebir, XI, 133-134. (Hamdi Abdulmecid es-Selifi bu hadisin Sahih olduğunu söylemiştir. Telhisu’l-Habir, I, 281, el-Bedru’l-Munir, III, 83; Camiu’l-Ulumi ve’l-Hikem, 325); (Heysemî diyor ki: Bu hadisi Taberani Mucemu’l-Evsat’ta zikretmiştir. Hadisin senedinde Muhammed bin el-Musaffa bulunmaktadır. Ebu Hatim ve diğerleri bunun güvenilir biri olduğunu söylemişlerdir. Bunun hakkında konuşulmuştur ama buna zarar vermez)
3. Uygulamalar:
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde ve ondan sonraki Sahâbe-i Kiram döneminde, işkence gören sahabiler ve onlardan sonra gelen Müslümanlar, kendilerine zorla teklif edilenleri kabul etme mecburiyetinde kalmışlardır.
Bu hususta İbni İshâk diyor ki: Bana Hâkim b. Cubeyr ona da Said b. Cubeyr nakletmiştir ki,
Said b. Cubeyr şöyle dedi: “Ben Abdullah b. Abbas’a dedim ki: Muşrikler, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Sahâbîlerine dinlerini terk etmede kendilerini mazur kılacak derecede işkence ediyorlar mıydı?”
Abdullah b. Abbas: “Evet, öyle ki onlardan birini dövüyorlar, onu aç ve susuz bırakıyorlardı, onu dövmelerinin acısından dolayı doğrulup oturmaktan aciz kalıyordu. Sonunda işkence gören zat, onların istediği fitneyi kabul etme mecburiyetinde kalıyordu. Öyle ki, “Lat ve Uzza putları da Allah’tan başka senin ilahındır değil mi?” diyorlardı, işkence görenler de: “Evet” deme mecburiyetinde kalıyorlardı. Hatta onların yanından hamam böcekleri geçince onlardan birine “Bu böcek de Allah’tan başka senin ilahındır değil mi?” diyorlardı. O da: “Evet” deme zorunda kalıyordu. Bunlar bu sözleri kendilerine yapılan işkenceler sonucu uğradıkları bitkinliği gidermek için söylüyorlardı.”
(Siret-i İbni Hişam, I, 319; el-Bidaye, III, 59; Hayatu’s-Sahâbe, I, 300)
Evet, bu zorlamalara misal olarak şu hadiseleri zikretmek mümkündür:
a. Museylimetu’l-Kezzab hadisesi
Şöyle ki Museylimetu’l-Kezzab Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Sahâbelerinden birini kâfir olmaya zorlamış, o da korkusundan kâfir olduğunu söylemiştir. Bu kişi Rasûlullah’a dönünce durumunu ona arz etmiş, Rasûlullah da kâfir olmadığını beyan etmiştir.
Bu hususta Hasan Basrî diyor ki: “Peygamberlik iddia eden Museylime’nin gözcüleri, Müslümanlardan iki kişiyi yakalayıp Museylime’ye götürmüşler.
Museylime onlardan birine: ‘Muhammed’in Allah’ın peygamberi olduğuna şahidlik eder misin?’ demiş,
O da: ‘Evet’ cevabını vermiştir.
Museylime: ‘Benim Allah’ın peygamberi olduğuma şahidlik eder misin?’ deyince,
Yakalanan Müslüman Museylime’nin kulağına eğilerek ‘Ben sağırım’ cevabını vermiştir.
Museylime şöyle demiştir: ‘Ne oluyor sana? Benim Allah’ın peygamberi olduğuma şahidlik eder misin dediğimde ben sağırım diyorsun.’
Museylime onun öldürülmesini emretmiş ve o zat öldürülmüştür.
Yakalananlardan diğerine de: ‘Sen Muhammed’in Allah’ın peygamberi olduğuna şahidlik eder misin?’ diye sormuş,
Adam: ‘Evet’ demiş.
Museylime: ‘Benim de Allah’ın peygamberi olduğuma şahidlik eder misin?’ demiş,
Adam buna da ‘Evet’ demiş.
Bunun üzerine Museylime onu serbest bırakmıştır.
Serbest bırakılan bu zat Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in yanına gelmiş ve O’na : ‘Ey Allah’ın Rasûlu ben helak oldum’ demiştir.
Rasûlullah: Neyin var?’ diye sormuş,
Adam ona kendi olayını ve arkadaşının olayını anlatmıştır.
Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Arkadaşına gelince o imanı ile gitmiş. Sen de ruhsatı almışsın.”
(Musannef, İbni Ebi Şeybe, VI, 477, Hadis no: 33027; Kurtubi Tefsîri, I, 189, Ruhu’l-Meani Tefsîri, III, 122, XIV, 238; Serahsi’nin Mebsut adlı fıkıh kitabı, XXIV, 135)
b. Ammar b. Yasir hadisesi
Ebû Ubeyde b. Muhammed b. Ammar şunu rivayet etmiştir:
Muşrikler Ammar’ı yakaladılar. Onu Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e hakaret etmeden ve putlarını hayırla anmadan bırakmadılar.
Ammar, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e gelince Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) O'na: ‘Arkanda ne bıraktın’ diye sordu.
Ammar: ‘Ey Allah’ın Rasûlu, şer.’ diye cevab verdi. ‘Sana dil uzatmadan ve putlarını hayırla anmadan beni bırakmadılar.’ dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): ‘Sen kalbini nasıl hissediyorsun’ buyurdu.
Ammar: “Ben kalbimi imanla mutmain hissediyorum” dedi.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de: “Eğer tekrar buna dönerlerse, sen de bu haline dön” buyurdu.”
(Kurtubi Tefsîri, X, 180, Kahire, Daru’l-Kutup baskısı, 1967; Serahsi’nin Mebsut’u, XXIV, 43, Kahire, Saadet Matbaası baskısı; Ebu Nuaym’ın Hilye’si, I, 40; İbni Sad, III, 187; Hayatu’s-Sahâbe, I, 287)
Yani sana işkence ederlerse, sen de kalbin imanla mutmain olma haline devam et, demektir. Bunun manası “tekrar sana işkence ederlerse, sen de bana hakaret et ve putlarını hayırla an” demek değildir. Zira peygamberin böyle bir şeyi telkin etmesi imkânsızdır.
Başka bir rivayette şunlar zikredilmiştir. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ammar’la karşılaştı. Ammar ağlıyordu.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onun gözlerini siliyor ve şöyle buyuruyordu: “Seni kâfirler yakaladılar, suyun içine batırdılar, sen de şöyle şöyle dedin, eğer tekrar buna dönerlerse, sen de onlara bunu söyle."
(Musned, İmam Ahmed’in kenarında bulunan Kenzu’l-Ummal, I, 318; el-Muğni, İbni Kudame, VII, 119; Ebu Nuaym, Hilye, I, 140; Hayatu’s-Sahâbe, I, 287)
Evet, Ammar b. Yasir ve annesi Sumeyye, Allah yolunda ağır işkence görenlerdendir. Annesi sabredip şehâdet şerbetini tattı. Ammar henüz şehâdet vakti gelmediğinden ruhsatlara dayanarak müşriklerin istedikleri sözleri söyledi. Ancak kalbi her zaman imanla mutmain ve doyum halinde idi. Nahl Suresi’nin yüz altıncı ayetinin Ammar hakkında nazil olduğu rivayet edilmektedir. (Siretu İbni Hişam, I, 261)
c. Abdullah b. Huzâfe’nin Roma İmparatoru’nun isteğini kabul etmesi
Ebû Rafi’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ömer (r.anh) döneminde şöyle bir olay vuku bulmuştu:
Ebû Rafi diyor ki: “Ömer b. Hattab (radıyallahu anh) Roma İmparatorluğu ile savaşmak üzere asker gönderdi. Ordunun içinde Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Sahâbelerinden olan Abdullah b. Huzafe es-Sehmi de bulunuyordu. Rumlar bunları esir ettiler ve Abdullah b. Huzafe’yi alıp krallarına götürdüler.
Ona: “Bu Muhammed’in arkadaşlarından biridir.” dediler.
Azgın kral, Abdullah’a: “Hristiyan ol, seni tahtıma ve tacıma ortak ederim” dedi.
Abdullah da ona: “Sen bana bütün sahib olduğun şeyleri ve Arabların sahib oldukları her şeyi versen de Muhammed (s.a.v.)’in dininden bir göz kırpma anı kadar dahi olsa dönmem” cevabını verdi.
Kral ona: “Öyleyse seni öldüreceğim” dedi.
Abdullah: “Bildiğini yap” dedi.
Kral Abdullah’ın yüksek bir yere bağlanmasını emretti.
Okçularına: “Bunun el ve ayaklarının yanlarına oklar atın” dedi.
Durum böyle iken kral, sürekli Abdullah’a tekliflerde bulunuyordu. Abdullah bunları reddetti. Sonra kral, indirilmesini emretti. Abdullah indirildi. Kral bir kazan isteyip içine su doldurttu. Kaynayıncaya kadar altını yaktırdı. Sonra diğer Müslüman esirlerden iki kişiyi istedi. Onlardan birine Hristiyan olmasını teklif etti. Kahraman esir bunu reddetti. Sonra onu sıcak suyun içine koyup yaktı ve Abdullah’ın da o kazana atılmasını emretti. Abdullah getirilirken ağladı.
Krala: “Bu ağlıyor.” denildi.
Kral, Abdullah’ın sızlandığını zannederek: “Geri getirin” dedi.
Tekrar ona Hristiyan olmasını teklif etti. Abdullah reddetti.
Kral: “O halde niçin ağlıyorsun” dedi.
Abdullah ona şu cevabı verdi: “Beni ağlatan içimden geçirdiğim şu düşüncedir. Ben kendi kendime diyorum ki, sen bedenindeki tüyler sayısınca canının olmasını ve onları Allah yolunda vermeyi istiyordun. Hâlbuki şimdi kazana atılacak ve yok edileceksin.”
Tağut kral Abdullah’a: “Benim başımı öp, seni serbest bırakayım” dedi.
Abdullah “Bütün Müslüman esirleri de serbest bırakır mısın?” diye sorunca
Kral: “Bütün Müslüman esirleri de serbest bırakacağım” cevabını verdi.
Abdullah diyor ki: “Bu cevabdan sonra kendi kendime şöyle dedim: “Bu bir Allah düşmanı. Benim için o kadar önemli değil. Öpeyim başını da beni ve bütün Müslüman esirleri serbest bıraksın.”
Abdullah krala yaklaşıp başını öptü.
Kral bütün esirleri Abdullah’a teslim etti.
Abdullah esirlerle Ömer’e geldi ve durumu anlattı.
Bunun üzerine Ömer: ‘Abdullah b. Huzafe’nin başını her Müslüman öpmelidir. İlk ben öpüyorum’ dedi ve kalkıp Abdullah’ın başını öptü.”
(Kenzu’l-Ummal, VII, 62; el-İsabe, II, 297; Hayatu’s-Sahâbî, I, 299-300. Bu hadiseyi Hâkim de Mustedrak adlı kitabında özetle zikretmiştir. III, 630-631 Ayrıca bu hadiseyi Beyhaki ve İbn Asakir de nakletmişlerdir.)
Görüldüğü gibi, ayet-i kerîmeler, hadîs-i şerîfler ve Sahâbîlerin yaşadıkları hadiseler zorlama karşısında küfür sözünü söylemenin veya küfrü icab eden bir ameli yapmanın kişiyi dinden çıkarmadığını göstermektedirler. Ancak bu konuda şu iki hususa dikkat etmek gerekir.
Birinci husus:
Eğer bir kişi dinini değiştirmeye zorlanır da o da inancını kalbinden değiştirecek olursa kâfir olur. “Mecbur olup Hristiyanlığa girdim veya Yahudî oldum yahud putperest oldum” demesi onun için mazeret değildir. Cebir biter bitmez Müslüman olduğunu ilan etmesi gerekir. Aksi takdirde kâfir olur. Nitekim bir dönem Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in vahiy kâtipliğini yapan Abdullah b. Sad b. Ebî Sarh’ı müşrikler yakalamışlar, onu ve Ammar’ı dinden çıkmalarını ifade eden bazı sözleri söylemeye mecbur etmişlerdi. Ammar işkencelerden kurtulunca Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e varıp durumunu arz etmiş ve Müslümanlığına devam etmiştir. Fakat Abdullah b. Sad b. Ebî Sarh muşriklerle birlikte Mekke’nin fethine kadar muşrik olarak devam etmiştir. Ancak Mekke fethedildikten sonra Osman’a sığınmış Osman da onu Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e getirip kendisinden bey’at almasını teklif etmiş, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) uzun bir zaman sustuktan sonra biatını kabul etmiştir.
Bu hususta İbni İshak diyor ki,;
“Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ordu komutanlarına Mekke’ye girdikleri zaman kendileriyle savaşmayan herhangi bir kimseyi öldürmemelerini emretmiş, fakat isimlerini zikrederek belirlediği kişileri öldürmelerini emretmiştir. Velev ki onlar Kâbe’nin perdeleri altına sığınmış olsalar da. Bunlardan biri de Abdullah b. Sad b. Ebî Sarh idi. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in onun öldürülmesini emretmesinin sebebi şudur:
O daha önce Müslüman olmuştu. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e gelen vahiyleri yazıyordu. Ne var ki dinden döndü. Kurayşlilerin yanına gitti. Mekke’nin fethi esnasında sütkardeşi olan Osman’a sığındı. Osman bunu gizledi, insanların sükünete kavuşmasından sonra onu Rasûlullah’a getirip, onun için eman diledi.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) uzun zaman sustu. Sonra, “Evet” dedi.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in yanından Osman ayrılınca o çevresinde bulunan Sahâbîlerine şöyle dedi. “Ben sustum ki içinizden biri kalkıp onun boynunu vursun.”
Bunun üzerine Ensâr’dan bir adam: “Ey Allah’ın Rasûlu bana işaret etseydin ya” dedi.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) “Peygamber işaretle öldürmez” buyurdu.
(Siret-i İbni Hişam, II, 409, 1955 Kahire, babu’l-Halebi baskısı; Tarihi Taberi, III, 59, Mısır, Daru’l-Mearif baskısı)
Evet, zorlama esnasında kişinin kalbi imanla mutmain olursa imanı gitmez. Buna mukabil, kalben de kâfirliği kabul ederse dinden çıkar.
İkinci husus:
Âlimler, kişinin küfre düşmesine engel olacak zorlamanın ne olacağı hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir. Başka bir ifade ile hangi zorlama kişinin iradesini felç eder, küfür sözünü söylemesinde veya işini yapmasında onu mazur kılar da kâfir olmaz? Hangisi de iradesini felce uğratmaz ve kişiyi küfürden kurtarmaz, konusunda farklı izahlar yapmışlardır. Konuyla ilgili olarak, Sahâbîlerden ve onlardan sonra gelen âlimlerden, zorlamanın ne olacağı hakkında şu görüşler rivayet edilmiştir:
■ Ömer’in (radıyallahu anh) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
“Aç bıraktığın veya korkuttuğun yahud hapsettiğin kişi, güven içinde değildir.”
(Musannef, İbnu Ebi Şeybe, V, 490, hadis no: 28294; Kurtubi Tefsîri, X, 19; el-Muğni, İbni Kudame, VII, 119, VIII, 196; el-Mebsut, Serahsi, XXIV, 51)
Diğer bir rivayette: “Korkuttuğun veya bağladığın yahud dövdüğün kişi güven içinde değildir.”
(Musannef, İbnu Ebi Şeybe, V, 490, hadis no: 28294; Kurtubi Tefsîri, X, 19; el-Muğni, İbni Kudame, VII, 119, VIII, 196; el-Mebsut, Serahsi, XXIV, 51)
Başka bir rivayette: “Dövdüğün veya ansızın yakaladığın yahud aç bıraktığın kişi güven içinde değildır.” buyurmuştur.
(Musannef, İbnu Ebi Şeybe, V, 490, hadis no: 28294; Kurtubi Tefsîri, X, 19; el-Muğni, İbni Kudame, VII, 119, VIII, 196; el-Mebsut, Serahsi, XXIV, 51)
Bu rivayetler birleştirildiğinde, Ömer’in, insanı aç bırakmayı, dövmeyi, bağlamayı, tehdit etmeyi ve aniden yakalamayı ikrah (zorlama) kabul ettiği görülür.
■ Huzeyfe’nin (radıyallahu anh) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
“Kamçının işkencesinin içine düşürdüğü fitne, kılıcın işkencesinin içine düşürdüğü fitneden daha beterdir.” Bu nasıl olabilir? diye sorulunca şu cevabı vermiştir: “Kişi kamçıyla dövülerek kendisine ne yapılacağını açıkça bildiği halde idam sehpasına çıkar. (el-Mebsut, Serahsi, XXIV, 46) Evet, Huzeyfe’nin (radıyallahu anh) kişiyi, verdiği acı dolayısıyla idam sehpasına çıkaran kamçıdır, sözü, ikrahın öldürme tehdidiyle gerçekleşeceği gibi, ölümcül derecede dövme tehdidiyle de gerçekleşeceğini gösterir.
■ Cabir b. Abdullah’ın (radıyallahu anh) şöyle dediği rivayet edilmektedir:
“Beni itaat etmeye mecbur kılan bir zalime itaat etmemde, bir günah görmüyorum.” (el-Mebsut, Serahsi, XXIV, 45 - 47)
Cabir’in her türlü zorlamayı ikrah saydığı anlaşılmaktadır.
■ Şurayh “Kişiyi bağlamak ikrahtır. Tehdit etmek ikrahtır. Dövmek ikrahtır. Hapsetmek ikrahtır.” (Musannef, İbni Ebi Şeybe, V, 490, hn. 28293; el-Mebsut, Serahsi, XXIV, 51) demiştir.
Görüldüğü gibi, Ömer (r.anh) döneminden başlayarak Hicrî on sekiz ve yetmiş dokuzuncu yılları arasında Kûfe Şehri’nin kadılığını (hâkimliğini) yapan Şûreyh de, kişiyi bağlamanın, tehdit etmenin ve dövmenin ikrah sayıldığını söylemektedir.
■ Abdullah b. Mes’ud’un (radıyallahu anh) şöyle dediği rivayet edilmektedir: “Ben, benden bir veya iki kamçı vurmayı uzaklaştıracak her sözü söylerim.” (Musannef, İbni Ebi Şeybe, VI, 478, hn. 30336. Tefsîr, el-Kurtubi, X, 190; el-Mebsut, XXIV, 46-50)
Serahsî, bu sözü şöyle izah etmektedir: “Burada iki kamçı vurmaktan maksad, elem verici bir şekilde dövmektir. Velev ki bu dövmek iki kamçı vurmak şeklinde olsun. Yahud bu söz, sopadan dolayı öleceğinden korkana bir misaldir. Kişiye iki kamçı vurulur da o da sopa neticesinde helak olacağını hissederse, her sözü söyleme ruhsatına sahib olur. Yoksa Abdullah b. Mes’ud gibi bir Sahâbînin, tehlikeye sürüklemeyecek iki kamçı vurulması korkusuyla kişinin kâfir olmayı dili ile söyleyebileceğine izin vermesi imkânsızdır.” (el-Mebsut, XXIV, 50)
■ Tabiînden olup zamanın güvenilir müftüsü olan ve “Hadis Sarrafı” adı verilen İbrahim en-Nehaî de “Kişiyi bağlamak ikrahtır. Hapsetmek ikrahtır.” (Tefsîr, el-Kurtubi, X, 190) demiştir.
■ Abdullah b. Abbas (radıyallahu anhuma)“Takiyye ancak dil ile olur. Elle olmaz” (Musannef, İbni Ebi Şeybe, VI, 478, hn. 30333; el-Mebsut, Serahsi, XXIV, 46) demiştir. Aynı görüş Ebû’l Aliye’den de rivayet edilmiştir. (Musannef, İbni Ebi Şeybe, VI, 478, hadis no: 30334) Bunun manası; “Kişi zorlama karşısında, dili ile herhangi bir şeyi söyleyerek kendisini kurtarabilir. Fakat eliyle başka bir insanı öldürerek kendisini kurtaramaz. Kendi canını feda edip başka masum insanın canına kıymamalıdır” demektir.
■ Hasan el-Basrî: “Mûminin takiyye yapması kıyamete kadar câizdir. Fakat Allah Teâlâ başkasını öldürerek kendi canını kurtarma şeklindeki takiyyeye izin vermemiştir.” (Buhârî, İkrah, bab: 1; Musannef, İbni Ebi Şeybe, VI, 477, 478, hadis no: 30332; el-Mebsut, XXIV, 45-47; Tefsîr, el-Kurtubî, X, 190) demiştir.
Evet, Sahâbîlerden, Tabiînden ve diğer âlimlerden nakledilen bu görüşler birlikte mutalaa edilince, aç bırakmanın, korkutmanın, tehdit etmenin, bağlamanın, hapsetmenin ve dövmenin ikrah olduğu anlaşılmaktadır. Ancak kişinin iradesini tamamen felç edip küfür sözünü söyleyebileceğine veya amelini yapabileceğine ruhsat veren zorlamanın miktarı kesin olarak belirtilmemiştir. Bu nedenle saha, içtihad etmeye ve farklı görüşler serdetmeye musaittir. Bu da muçtehid âlimlerin, ikrahın miktarı ve niteliği hakkında farklı içtihadlar yapmalarına vesile olmuştur. Bu itibarla mezheblere göre ikrahı bilmek gerekmektedir. Bu hususta mezheb âlimlerinin görüşlerini şu şekilde özetlemek mümkündür:
1. Hanefî Âlimlerine Göre İkrah:
Bunlar ikrahı iki kısma ayırmaktadır:
a. Tam İkrah (İkrah-ı Mulcî):
Eğer mecbur edilen kişi, öldürülmekle veya bir organının koparılmasıyla yahud ölünceye kadar dövüleceğiyle ciddi bir şekilde tehdit edilirse ya da ölecek derecede aç bırakılırsa ikrah tamdır.
Tam İkrahın Hükmü:
Hanefîlere göre, tam ikraha maruz kalan kişinin dört şey hariç her türlü sözü söylemesine ve her çeşit ameli yapmasına ruhsat vardır, velev ki bu sözler ve fiiller küfre götürseler dahi. Tam ikrahın bulunmasına rağmen yapılmasına ruhsat bulunmayan dört şey ise şunlardır: Bir Müslümanı öldürmek, erkeğin zina etmesi, anne ve babayı dövmek ve bir Müslümanın herhangi bir azasını koparmak veya onu ölüme götürecek derecede dövmektir.
b. Eksik İkrah (İkrah-ı Gayri Mulcî):
Cebredilenin hapsedilmesi, bağlanması, ölüme sebeb olmayacak derecede dövülmesi veya tam ikrahta zikredilenler dışında herhangi bir işkenceye uğratılması halinde eksik ikrah gerçekleşmiş olur. Hanefîlere göre, katıksız hapsetmek tam ikrahtan sayılmamıştır. Eksik ikrahta hapis ve sopa için belli bir sayı söz konusu değildir. Kişiyi kedere düşürmesi yeterli görülmüştür.
Eksik İkrahın Hükmü:
Hanefîlere göre, eksik ikraha maruz kalan kişinin ruhsatlardan istifade etmesi oldukça sınırlıdır. Çoğu hallerde azimeti seçmek zorundadır. Bu tür ikrahla karşı karşıya kalan insan, herhangi bir küfür sözünü söyleyemez, kendisini küfre götürecek herhangi bir işi yapamaz, aksi takdirde kâfir olur. Diğer yandan bütün yaptıklarından sorumludur. (Bedai es-Sanai, IX, 4479-4515; el-Mebsut XXIV, 38-156; Ayrıca “Fıkıh Usulu” isimli eserimizin ikrah bölümü)
2. Şâfi`î Âlimlerine Göre İkrah:
Bu mezhebe göre ikrah, cebredilen kişiden kişiye değişeceği gibi, zorla yaptırılması istenilen husustan hususa da değişebilir.
Genellikle kişiyi ağır bir şekilde dövmek veya uzun zaman hapsetmek yahud malını imha etmeyle tehdit etmek, ikrahtır. Bununla beraber şahsiyetli insanları hafif bir şekilde dövmek veya hapsetmek yahud darlık içinde olan bir insanın az bir malını imha etmek ikrah sayılır.
Kısaca aklıselim sahibi bir insanın, tehdit edilen cezaya katlanmaktansa, kendisinden yapılması zorla istenilen işi yapmayı tercih ettiği her yerde ikrah mevcuttur.
Şâfi`î âlimlerine göre kişinin ana babası gibi usulünü veya oğlu, torunu gibi füruunu öldürme tehdidi de ikrahtır.
Bu mezhebte tercihe şayan olmayan diğer bir görüşe göre ise ikrah, kişinin öldürülmekle tehdit edilmesidir. Bunun dışındaki tehditler ikrah sayılmaz. Çünkü ancak bu tür bir tehdit kişinin düşünce ve iradesini felce uğratır ve sorumluluğunu düşürür. Tercih edilmeyen başka bir görüşe göre ise ikrah, kişinin öldürülmesiyle veya bir organının koparılmasıyla yahud ölüme sürükleyecek şekilde dövülmesiyle tehdit edilmesidir.
Diğer yandan bu mezhebde cebredilenin istenileni yapması mı yoksa diretmesi mi daha evladır, meselesi şöyledir: Eğer bir insan küfür bir sözü söylemeye veya ameli yapmaya zorlanır da onun kalbi imanla mutmain olursa, onun için efdal olan, küfür sözünü söylememesi, küfür amelini yapmaması ve zorlanana katlanmasıdır. Zayıf bir görüşe göre, canını koruması için yapması daha evladır. Başka bir zayıf görüşe göre eğer tehdit edilen kişi kendisine uyulan âlimlerden biri ise, onun için efdal olan tehdit edilen şeyi yapmayıp uygulanacak cezaya katlanmasıdır. Eğer böyle biri değilse, tersini yapması daha evladır.
Şâfi`î mezhebine göre, ikrah ne olursa olsun şu iki şeyi yapmaya ruhsat yoktur:
a. Masum bir insanı öldürmek: Şayet cebredilen, kendi canını kurtarmak için böyle bir suçu işlerse, bir görüşe göre ona kısas uygulanır. Diğer bir görüşe göre ise, kısas uygulanmaz. Fakat günahkâr olur.
b. Zina etmek: Şayet tehdit edilen kişi bu hayâsızlığı yaparsa, tehdit Şubhesi olduğu için zina cezasına çarptırılmaz. Zina edenin erkek veya kadın olması Şâfi`î mezhebine göre hükmü değiştirmez. (Muğni el-Muhtac, III, 289-290, IV, 9-10-137)
3. Maliki Mezhebine Göre İkrah:
Bir insanı korkutmak veya bağlamak yahud dövmek veya hapsetmek ikrahtır. İmam Malik’e göre, dövmede veya hapsetmede belli bir sayı söz konusu değildir. Dövmenin elem verici olması, hapsetmenin mağdura sıkıntı vermesi kâfidir. Herhangi bir şekilde cebredilene şiddetli bir acı vermek veya organını şiddetli bir şekilde ağrıtmak ikrahtır. Kişinin helak olacağından korkması şart değildir.
Eğer bir insan, küfre götürecek bir sözü söylemeye veya bir ameli işlemeye zorlanır da öldürüleceğinden korkacak olursa kalbi imanla mutmain olduğu takdirde bu kişinin küfür sözünü söylemesinde veya küfre götürecek bir ameli yapmasında bir günah yoktur. Şer’an dinden çıkma hükümlerinden herhangi biri buna uygulanmaz.
Ancak bu mezhebden olan muhakkik âlimler şunu söylemişlerdir:
“Bir Müslüman küfre götürecek bir sözü söylemeye zorlanacak olursa, onun kendisinden istenilen bu sözü açık bir şekilde söylemesi caiz değildir. Kendinden istenilene, başka bir manaya da gelebilen bir söz ile cevab verme mecburiyeti vardır.” Mesela “peygamberi inkâr et” denildiğinde “Ben elçiyi inkâr ediyorum”, “Allah’ı inkâr et” denildiğinde “Ben tapılanı inkâr ediyorum” demesi gerekir. Çünkü elçi peygamberin dışında insanların gönderdikleri elçileri de içerir. Zorlanan, insanların gönderdiklerini kastetmiş olur. Tapılan denilince, hak ile tapılan Yüce Mevlâ dışında batıl olarak tapılan putları da kapsadığından putları kastetmiş olur.
Bu mezhebe göre de, küfre cebredilenin kendisinden istenileni söylemeyip öldürülmesi daha efdaldir. Allah katında sevabı daha büyüktür. Zira Habbab b. el-Eret’in naklettiği hadis ve Museylime’nin öldürdüğü kişinin olayı bunu ifade etmektedir.
Maliki mezhebine göre de ikrah ne olursa olsun şu iki şeyi yapmaya ruhsat yoktur:
a. Tehdit sebebiyle başka bir insanı öldürmek veya döverek yahud benzeri şeyler yaparak şahsiyetini çiğnemek câiz değildir. Böyle bir imtihana düşenin canını verme pahasına da olsa sabretmesi gerekir.
b. Zina etmek. Şayet erkek zina ederse cezalandırılır, kadın zina ederse cezanın düşürülmesi gerekir. (Tefsîr, el-Kurtubi, X, 180-190)
4. Hanbelî Mezhebine Göre İkrah:
İkrah meselesinde İmam Ahmed b. Hanbel’den, birbirinden farklı olan iki görüş nakledilmiştir:
a. İmam Ahmed b. Hanbel’den nakledilen meşhur görüşe göre, sadece tehdit ikrahın gerçekleşmesi için yetmez. Zorlanılan kişinin dövülmesi veya boğazının sıkılması yahud bacağının bükülmesi veya kafasının suya sokulması gibi işkencelerin bir bölümüne fiilen maruz kalması şart koşulmuştur. Zira muşrikler, Ammar (r.anh)’a, suya sokma gibi, işkenceler yaptıktan sonra Ammar, onların istediğini söylemiş ve serbest bırakılmış, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de bu davranışı tasvib etmiştir. Kezâ Ömer (r.anh), ikrahı tarif ederken “Bir insanı aç bırakırsan veya döversen yahud bağlarsan artık o kişi güven içinde değildır.” buyurmuştur. Ömer’in söylediği şeyler fiilen yapılan işkencelerdir. Tehdit değildir.
b. İmam Ahmed’den nakledilen ikinci bir görüşe göre ise, tehditler de ikrahtan sayılmıştır. Bu görüşü İmam Ahmed’den İbn Mansur nakletmekte ve İmam Ahmed’in şöyle söylediğini bildirmektedir: “İkrah, kişinin öldürülmesinden veya ağır bir şekilde dövülmesinden korkması halinde gerçekleşir.”
Hanbelî mezhebine mensub olan âlimlerden İbn Kudâme, bu son görüşü tercih ederek diyor ki: “Fıkıh âlimlerinin çoğunluğu bu görüştedir. Ebû Hanîfe ve Şâfi`î de bu görüştedirler. Zira ikrah, aslında tehditle gerçekleşir. Çünkü yapılmış olan işkenceler, kişiyi kendinden istenilen şeyi yapmaya zorlayamaz. Zira işkenceler artık bitmiştir. Hâlbuki insanı bir şeyi yapmaya zorlayan etken, onun gelecekte uğratılmasından korktuğu işkencelerdir. Birinci görüş kabul edilirse, ölümle tehdit edilen kişiye ruhsat verilmez. Tehdit uygulanır da mağdur ölürse, artık bundan sonra ona ruhsat tanınmasının ne değeri kalır?
Ayrıca Ömer (r.anh)’in, tehditle hanımını boşayan adama tekrar karısını iade ettiği rivayet edilmektedir. (el-Muğni, VII, 119) Bu da sadece tehdidin ikrah sayıldığını gösterir.
Hanbelî mezhebine göre, ağır bir şekilde dövmek, uzun vadeli hapsetmek veya bağlı tutmak, cana kıymak ikrah sayılmış, buna mukabil sövmek, az miktarda mal almak ikrah sayılmamıştır.
Zarar vermek ise, aldırış etmeyen insan için ikrah sayılmamış, fakat az da olsa zararla kederlenecek veya teşhir edilecek bir insan için ikrah sayılmıştır. (el-Muğni, VII, 120)
Bu mezhebe göre bir insan küfre zorlanır da, o da küfür sözünü söyler veya küfre götürecek ameli işleyecek olursa, zorlama bulunduğundan kâfir olmaz. Ancak kendinden zorlama kalktıktan sonra ona Müslüman olduğunu ilan etmesi emredilir. İlan ederse, Müslümanlığı devam eder, küfrünü ilan ederse küfrüne hüküm verilir. Diğer yandan bir insan küfür sözü söylemeye cebredilirse, onun için efdal olan sabretmesi ve bu sözü söylememesidir. Velev ki bu canına malolsa dahi. Zira Habbab b. el-Eret (r.anh)’in naklettiği hadis, Ashab-ı Uhdûd olayı bunu ifade etmektedir. (el-Muğni, VIII, 145-146)
İkrahın tahakkuku için aranan şartlar
İkrahın şartları hususunda da âlimler şunları zikretmişlerdir:
1. Zorlayanın, tehdit ettiği cezayı yapabilme gücünde olması gerekir. Zorlayanın âkil ve baliğ olması şart değildir. Çocuğun ve delinin tehdidi de ciddi olması şartıyla geçerlidir.
Yalnız Ebû Hanîfe, zorlayanın devlet yetkililerinden biri olmasını şart koşmuş ve devlet adamı dışındaki insanların zorlamaları devletten yardım istenilerek telafi edilebilir, fakat devletin zorlamasında böyle bir imkân yoktur, demiştir.
Ebû Hanîfe’nin talebeleri, Ebû Yusuf ve Muhammed zorlayanın mutlaka devlet adamı olmasını şart koşmamışlar, her gücü yetenin zorlamasını ikrah saymışlardır.
2. Mecbur edilen kişinin, kendisinden istenileni yapmadığı takdirde, tehdit edilen cezanın yapılacağına dair zann-ı galible kanaat getirmesi gerekir.
3. Tehdit edilen cezanın ise,
a. Hanefîlere göre; Tam ikrahta bu cezanın öldürücü veya kişinin organlarından birini koparıcı yahud ölüme sürükleyici mahiyette olması gerekir. Binaenaleyh bu tür zorlamalarla tehdit edilmeyen kişi, herhangi bir küfür sözünü veya amelini yaparsa dinden çıkar, kâfir olur. (l-Mebsut, Serahsî, XXIV, 49-51, Bedaî es-Sanaî, IX, 4489-4515)
b. Şâfi`îlere göre, tehdit edilen cezanın miktarı ve çeşidi kişiden kişiye değişebileceği gibi yapılması istenilen amele göre de değişebilir. Mesela: Her türlü hapsetmek ikrah sayılmış, fakat dövmenin kişiden kişiye değişebileceği, şahsiyetli insanlar için az bir dövmenin de ikrah sayılacağı söylenmiştir. Yine imha edilecek malın, mal sahibini sıkıntıya düşürmezse ikrah sayılmayacağı, düşürürse sayılacağı söylenmiştir. (Muğni el-Muhtac, IV, 9-10)
c. Malikilere göre, tehdit edilen cezanın elem verici ve mecbur edilen kişiyi kederlendirici mahiyette olması gerekir. (Tefsîr, el-Kurtubi, X, 180-190)
d. Hanbelîlere göre, tehdit edilen cezanın büyük bir zarar verici mahiyette olması gereklidir. Mesela öldürme, ağır bir şekilde dövme, uzun zaman hapsetme veya bağlama ikrahın gerçekleşmesi için yeterli sebeblerdir. Buna mukabil, sövmek veya tahkir etmek ikrah sayılmayacağı gibi, az bir miktar malı almak da ikrah sayılmaz. Kezâ az bir zarar vermek de aldırış etmeyen insan için ikrah sayılmaz. Fakat az da olsa zarara uğramak kişinin şahsiyetine gölge düşürürse veya onu teşhir ederse böyle bir insan için ikrahtır. Yine çocuğunu dövme tehdidi de sahih olan görüşe göre, ikrah sayılmıştır. (el-Muğni, VII, 120)