Allah Tealâ Kur'anda şöyle buyurmaktadır: 'Her kim zerre kadar bir iyilik işlerse karşılığını görecektir. Faydası kendinedir. Her kim de zerre kadar bir kötülük, şer işlerse karşılığını görecektir. Zararı kendinedir'.
Tüm Müslümanların şeriatın haram dediği şeylerden kaçınmaları gerekmektedir. Helâlin de haramın da dereceleri vardır. Hepsi aynı değildir. Bazı şey helâldir, bazısı helâl ve güzeldir, bazısı daha da güzeldir. Haramların ise bazısı çok fena, bir kısmı ise az fenadır. Hastalığın da dereceleri çeşitlidir. Tatlılıkta bal ile şeker de bir değildir. Meselâ birinin malını toplum içinde istemek, gönlü rızası ile satın almak haramdır. Fakat zorla gasp etmek daha haramdır. Yetimden, fakirden almak ise daha şiddetli haramdır. Evet, haramlık bakımından hepsi haramdır. Haramın şiddeti ne kadar fazla ise, cezası da o kadar çok olur. Affedilmek olasılığı da o kadar az olur. Bu bakımdan kul, dünyada nefsine karşı ne kadar titiz davranırsa, ahirette yükü o nisbette hafifler ve köprüden o nisbette hızlı geçer ve yine terazinin günah kefesinin sevaplar kefesine ağır basmasından o nisbette uzak olur. Zalimlerin cehennemdeki derecelerinin habasete dalmak bakımından haram derecelerine göre ayarlandığı gibi... Emrin hakikatini bildiğin zaman, artık seçme sana aittir. İstersen daha fazla ihtiyatlı davran, istersen de ruhsatlara kaç! Fazla ihtiyatlı davranman da senin içindir, ruhsatları kullanman da...
Ömer (r.a.) buyurdu ki: 'Bizler, harama düşmek korkusuyla, helâllerin onda dokuzundan kaçındık.'Bunun içindir ki yüz dirhem gümüş alacağı olan bir kimse, doksan dokuz dirhem alır. Ağır gelmek korkusundan hepsini almazdı. Ali bin Mâbed diyor ki: 'Bir evde kiracı idim. Bir gün birisine mektup yazmıştım. Mektubu, duvarın tozu ile kurutmak hatırıma geldi. Sonra dedim ki, bu duvar, benim malım değildir, Nasıl olur da toprağını alabilirim? Fakat kendi kendime şöyle dedim, 'Bu kadarcık şeyin bir zararı olmaz. Duvardan aldığın toprağın değeri nedir ki ondan sakınıyorsun' ve ihtiyacım kadar toprak aldım. O gece bir rüya gördüm; rüyamda yanı başımda duran bir şahıs şöyle diyordu: 'Ey Mâbed'in oğlu! Duvardan alınanın değeri nedir?' diyen, yakında (Kıyamet günü) onu bilecektir.
Bu derecede olanlar en küçük şeyden sakınırlar. Belki bu şey, büyük şeylere yol açar, derler. Veya ahirette müttekilerin derecesinden düşmemek için sakınırlar. Bunun içindir ki Hasan ibn Ali (r.a) çocuk iken zekât malından, ağzına bir hurma koymuştu. Resûlullah (s.a.v.), 'Pis, pis, onu at' buyurmuştu. Halife İbn Abdülaziz'in yanına ganimet eşyasından misk getirdiler. Burnunu tıkadı ve 'Bunun faydası kokusudur. Bu ise Müslümanların hakkıdır', dedi. Büyüklerden biri bir gece bir hastanın başında bekliyordu. Hasta ölünce kandili söndürdü ve 'Kandilin yağı, şimdi vârislerin hakkı oldu', dedi. Halife Ömer (r.a.), ganimet malından bir parça misk evine bırakmıştı. Bir gün eve gelince ailesinin baş örtüsünde misk kokusu duydu ve sordu. Miski yerine koyuyordum, elim koktu, elimi başörtüme sürdüm, deyince Ömer (r.a.) baş örtüsünü alıp iyice yıkadı. Kokusu kalmayınca geri verdi.
Ahmet İbn Hanbel'e sordular ki, sultan malından buhur yanan camide bir kimse durabilir mi? Buyurdu ki: 'Kokusu elbisesine sinmemesi için dışarı çıkmalıdır. Harama yakındır, Ruhsat yeri değildir'. Tekrar kendisine sordular ki, hadis-i şerif yazılı bir kâğıt bulan kimse, sahibine sormadan, bunun kopyasını alabilir mi? Cevabında: hayır, buyurdu.
Helâle haram karışma ihtimali bulunması dolayısıyle Bişr-i Hâfi sultanların yaptırdığı çeşmelerden su içmezdi. Bazıları, hacca giderken sultanların yaptırdığı su kanallarından sulanmış bağların üzümlerini yemezdi. Bir köle sultandan gelen bir kandil yaktı, Hâne sahibi kandili yere vurup kırdı. Birinin yolda nalını kopmuştu. Sultan geçiyordu. Gece onun ışığı ile nalınını bağlamadı. Bir kadın iplik eğiriyordu. Sultan geçti. İpliğini sultanın ışığı ile bükmemek için, sultan geçinceye kadar işlemedi. Ömer (r.a.)'ın sevdiği bir hanımı vardı. Halife olunca hanımını boşadı. Nedeni de, herhangi bir işde kendisine iltimas etmesini söyler de, onu kıramaz korkusu idi. Selef-i sâlihîn ince elbisenin giyilmesini kerih görmüş ve 'Elbisesi ince olanın dini de incedir' demişlerdir.
Dünya niyeti ile bir mübahı terketmek, yine dünyadandır. Böyle işlerle uğraşırsa başka şeylere düşer. Hattâ helâlden çok yiyen, müttekilerin derecesine eremez. Çünkü helâl ile doyunca, şehvet harekete gelir. Câiz olmayan şeyler yapabilir. Kadınlara, kızlara bakmak tehlikesi doğurabilir. Dünya ehlinin malına, servetine, bağ ve apartmanlarına imrenerek bakmak da, dünya hırsını harekete getirir. Onlar gibi olmak ister ve haram toplamaya başlar. Bunun içindir ki, Resûlullah (sav), 'Dünya sevgisi, bütün günahların başıdır'. Buyurdu. Yani mübah olan şeylere düşkün olmak, kalbi dünyaya çevirir. Bunu da günah işlemeden yapamaz. Süfyân-ı Sevri, gayet süslü bir evin kapısı önünden geçiyordu. Yanında birisi vardı. O, eve baktı. Süfyân-ı Servi, bakma dedi ve 'Eğer siz buna bakmasaydınız, onlar bu kadar masraf etmezlerdi. Bunun israf günahına siz de ortak oluyorsunuz' buyurdu.
Seriyyü's-Sekâti buyurur: 'Bir gün sahrada bir ot gördüm. Bunu yiyeyim, eğer helâl istiyorsam, bundan iyi helâl olmaz, dedim. Bir ses duydum: 'Seni buraya getiren kuvvet nereden geldi', diyordu. Bunu duyunca pişman oldum ve istiğfar eyledim'. Zünnûn-i Mısrî'yi (r.a.) hapsetmişlerdi. Günlerce aç kalmıştı. Müridlerinden olan bir kadın iplik parası ile hazırladığı yemekten gönderdi, yemedi. Kadın gücenip, 'Helâl para ile hazırladığımı biliyorsunuz, niçin yemediniz?', dedi. 'Evet, yemek helâl idi, fakat zâlimin tabağı içinde getirdiler', buyurdu. Yemeği zindancıların tabağında getirmişlerdi. Bundan sakınmasının nedeni, bir zâlim eli ile kendisine vermeleri idi. O elin kuvveti haramdan gelmiş olabilirdi.
Seleften nakledilmiştir ki: Ebu Abdullah et-Tûsî et-Turugandî'nin bir koyunu vardı. Onu her gün omzuna alıp sahraya götürür ve orada otlatır; kendisi de namaz kılardı. Onun sütünden içerdi. Bir gün koyunu unuttu. Koyun bir bostanın kenarında bulunan bağların yapraklarından yedi. Bunun üzerine Ebu Abdullah koyunu orada bıraktı ve götürmeyi helâl görmedi. Ebubekir (r.a) sddîk içtiği (kölesinin fal açarak kazandığı) sütü geri çıkarmıştır. Bunu da o sütün kendisinde herhangi bir enerji meydana getirmesinden korktuğu için yapmıştır. Oysa o sütü, bilmeden içtiği için dinen onu geri çıkarmak da kendine farz değildi. Fakat karnını pislikten temizlemek sıddıkların takvâsındandır.
Bunun içindir ki Hz. Peygamber, kendisine bir şey getirildiği zaman, onun sadaka mı, hediye mi olduğu hususunda şüphelendiğinde, hangisinden olduğunu öğrenmek için sorardı. Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber bir gün sabaha kadar uyuyamaz. O gece hücresinde kaldığı hanımının 'Ey Allah'ın resulü! Bu gece niçin uyumadın? Diye sorması üzerine de şöyle buyurur: 'Evde bir hurma bulmuştum. Onun sadaka hurmalarından olmasından korktuğum için uyuyamadım. Başka bir rivâyette : 'Bulduğum o hurmayı yedim; sonra da onun sadaka hurmalarından olmasından korktum.' Hz. Peygamber 'Kim, içersinde haramdan gelen bir dirhemin de bulunduğu on dirheme bir elbise satın alırsa, sırtında o elbiseden bir şey kaldıkça, Allah Tealâ onun hiçbir namazını kabul etmez. Hadisi nakleden İbn Ömer, iki parmağını, iki kulağına tıkayıp 'Eğer ben, bunu Hz. Peygamberden dinlememişsem bunlar sağır olsunlar' demiştir. Hz. Peygamber, Vâbise'ye şöyle demişti: 'Sana fetvâ verseler de, fetva verseler de, fetva verseler de sen yine kalbinden fetvâ iste'.Bunun böyle olduğu, günah, kalplerin elem duymasıdır' sözleriyle de bilinir. Müridin göğsünde şüphe uyandıran her şey, bu sebeplerdendir. Eğer mürid, kalbinin elem duyduğu şeye yeltenirse, ondan zarar görmüş olur ve kalbi de hissettiği elem kadar kararır.
Yahya bin Muaz'dan anlatırlar. İlâç içmişti. Ailesi, odada biraz dolaş dedi. 'Gezmeye bir sebep göremiyorum. Otuz senedir hesap ediyorum. Allah rızası için olmayan bir harekette bulunmadım', dedi. Bunlar, din için niyet etmedikçe, hareket etmezler. Yemekleri ibadete lâzım olan aklı ve kuvveti bulmaları niyeti iledir. Her sözleri Allah içindir. Başka niyetleri haram bilirlerdi. Bunları bildirmekten maksadımız, bunları okuyarak, duyarak, kendimizi ve zavallılığımızı anlayalım. Müslümanların yapması gereken ve kötü, şer işlerden (fasıklıktan) insanı kurtaran birinci dereceden de uzağız. Lâfa gelince, durmadan söyleriz. Meleklerden, göklerden, Kıyametin nasıl olacağından, Allahü Tealâ'nın sıfatlarından sorarız, konuşuruz. Helâle, harama, şeriatin emirlerine gelince susarız. Aklımızın eremediği yüksek şeylerden konuşmak isteriz. Hadis-i şerifte, 'İnsanların en kötüsü, ni'metler, çeşitli yemekler, renkli elbiseler içinde, boş oturup, herkese hoş gelen lüzumsuz sözlerle vakit geçirenlerdir' buyruldu. Allah Tealâ kerem ve tevfîki ile bizi bu fitne ve belâdan korusun.
Tüm Müslümanların şeriatın haram dediği şeylerden kaçınmaları gerekmektedir. Helâlin de haramın da dereceleri vardır. Hepsi aynı değildir. Bazı şey helâldir, bazısı helâl ve güzeldir, bazısı daha da güzeldir. Haramların ise bazısı çok fena, bir kısmı ise az fenadır. Hastalığın da dereceleri çeşitlidir. Tatlılıkta bal ile şeker de bir değildir. Meselâ birinin malını toplum içinde istemek, gönlü rızası ile satın almak haramdır. Fakat zorla gasp etmek daha haramdır. Yetimden, fakirden almak ise daha şiddetli haramdır. Evet, haramlık bakımından hepsi haramdır. Haramın şiddeti ne kadar fazla ise, cezası da o kadar çok olur. Affedilmek olasılığı da o kadar az olur. Bu bakımdan kul, dünyada nefsine karşı ne kadar titiz davranırsa, ahirette yükü o nisbette hafifler ve köprüden o nisbette hızlı geçer ve yine terazinin günah kefesinin sevaplar kefesine ağır basmasından o nisbette uzak olur. Zalimlerin cehennemdeki derecelerinin habasete dalmak bakımından haram derecelerine göre ayarlandığı gibi... Emrin hakikatini bildiğin zaman, artık seçme sana aittir. İstersen daha fazla ihtiyatlı davran, istersen de ruhsatlara kaç! Fazla ihtiyatlı davranman da senin içindir, ruhsatları kullanman da...
Ömer (r.a.) buyurdu ki: 'Bizler, harama düşmek korkusuyla, helâllerin onda dokuzundan kaçındık.'Bunun içindir ki yüz dirhem gümüş alacağı olan bir kimse, doksan dokuz dirhem alır. Ağır gelmek korkusundan hepsini almazdı. Ali bin Mâbed diyor ki: 'Bir evde kiracı idim. Bir gün birisine mektup yazmıştım. Mektubu, duvarın tozu ile kurutmak hatırıma geldi. Sonra dedim ki, bu duvar, benim malım değildir, Nasıl olur da toprağını alabilirim? Fakat kendi kendime şöyle dedim, 'Bu kadarcık şeyin bir zararı olmaz. Duvardan aldığın toprağın değeri nedir ki ondan sakınıyorsun' ve ihtiyacım kadar toprak aldım. O gece bir rüya gördüm; rüyamda yanı başımda duran bir şahıs şöyle diyordu: 'Ey Mâbed'in oğlu! Duvardan alınanın değeri nedir?' diyen, yakında (Kıyamet günü) onu bilecektir.
Bu derecede olanlar en küçük şeyden sakınırlar. Belki bu şey, büyük şeylere yol açar, derler. Veya ahirette müttekilerin derecesinden düşmemek için sakınırlar. Bunun içindir ki Hasan ibn Ali (r.a) çocuk iken zekât malından, ağzına bir hurma koymuştu. Resûlullah (s.a.v.), 'Pis, pis, onu at' buyurmuştu. Halife İbn Abdülaziz'in yanına ganimet eşyasından misk getirdiler. Burnunu tıkadı ve 'Bunun faydası kokusudur. Bu ise Müslümanların hakkıdır', dedi. Büyüklerden biri bir gece bir hastanın başında bekliyordu. Hasta ölünce kandili söndürdü ve 'Kandilin yağı, şimdi vârislerin hakkı oldu', dedi. Halife Ömer (r.a.), ganimet malından bir parça misk evine bırakmıştı. Bir gün eve gelince ailesinin baş örtüsünde misk kokusu duydu ve sordu. Miski yerine koyuyordum, elim koktu, elimi başörtüme sürdüm, deyince Ömer (r.a.) baş örtüsünü alıp iyice yıkadı. Kokusu kalmayınca geri verdi.
Ahmet İbn Hanbel'e sordular ki, sultan malından buhur yanan camide bir kimse durabilir mi? Buyurdu ki: 'Kokusu elbisesine sinmemesi için dışarı çıkmalıdır. Harama yakındır, Ruhsat yeri değildir'. Tekrar kendisine sordular ki, hadis-i şerif yazılı bir kâğıt bulan kimse, sahibine sormadan, bunun kopyasını alabilir mi? Cevabında: hayır, buyurdu.
Helâle haram karışma ihtimali bulunması dolayısıyle Bişr-i Hâfi sultanların yaptırdığı çeşmelerden su içmezdi. Bazıları, hacca giderken sultanların yaptırdığı su kanallarından sulanmış bağların üzümlerini yemezdi. Bir köle sultandan gelen bir kandil yaktı, Hâne sahibi kandili yere vurup kırdı. Birinin yolda nalını kopmuştu. Sultan geçiyordu. Gece onun ışığı ile nalınını bağlamadı. Bir kadın iplik eğiriyordu. Sultan geçti. İpliğini sultanın ışığı ile bükmemek için, sultan geçinceye kadar işlemedi. Ömer (r.a.)'ın sevdiği bir hanımı vardı. Halife olunca hanımını boşadı. Nedeni de, herhangi bir işde kendisine iltimas etmesini söyler de, onu kıramaz korkusu idi. Selef-i sâlihîn ince elbisenin giyilmesini kerih görmüş ve 'Elbisesi ince olanın dini de incedir' demişlerdir.
Dünya niyeti ile bir mübahı terketmek, yine dünyadandır. Böyle işlerle uğraşırsa başka şeylere düşer. Hattâ helâlden çok yiyen, müttekilerin derecesine eremez. Çünkü helâl ile doyunca, şehvet harekete gelir. Câiz olmayan şeyler yapabilir. Kadınlara, kızlara bakmak tehlikesi doğurabilir. Dünya ehlinin malına, servetine, bağ ve apartmanlarına imrenerek bakmak da, dünya hırsını harekete getirir. Onlar gibi olmak ister ve haram toplamaya başlar. Bunun içindir ki, Resûlullah (sav), 'Dünya sevgisi, bütün günahların başıdır'. Buyurdu. Yani mübah olan şeylere düşkün olmak, kalbi dünyaya çevirir. Bunu da günah işlemeden yapamaz. Süfyân-ı Sevri, gayet süslü bir evin kapısı önünden geçiyordu. Yanında birisi vardı. O, eve baktı. Süfyân-ı Servi, bakma dedi ve 'Eğer siz buna bakmasaydınız, onlar bu kadar masraf etmezlerdi. Bunun israf günahına siz de ortak oluyorsunuz' buyurdu.
Seriyyü's-Sekâti buyurur: 'Bir gün sahrada bir ot gördüm. Bunu yiyeyim, eğer helâl istiyorsam, bundan iyi helâl olmaz, dedim. Bir ses duydum: 'Seni buraya getiren kuvvet nereden geldi', diyordu. Bunu duyunca pişman oldum ve istiğfar eyledim'. Zünnûn-i Mısrî'yi (r.a.) hapsetmişlerdi. Günlerce aç kalmıştı. Müridlerinden olan bir kadın iplik parası ile hazırladığı yemekten gönderdi, yemedi. Kadın gücenip, 'Helâl para ile hazırladığımı biliyorsunuz, niçin yemediniz?', dedi. 'Evet, yemek helâl idi, fakat zâlimin tabağı içinde getirdiler', buyurdu. Yemeği zindancıların tabağında getirmişlerdi. Bundan sakınmasının nedeni, bir zâlim eli ile kendisine vermeleri idi. O elin kuvveti haramdan gelmiş olabilirdi.
Seleften nakledilmiştir ki: Ebu Abdullah et-Tûsî et-Turugandî'nin bir koyunu vardı. Onu her gün omzuna alıp sahraya götürür ve orada otlatır; kendisi de namaz kılardı. Onun sütünden içerdi. Bir gün koyunu unuttu. Koyun bir bostanın kenarında bulunan bağların yapraklarından yedi. Bunun üzerine Ebu Abdullah koyunu orada bıraktı ve götürmeyi helâl görmedi. Ebubekir (r.a) sddîk içtiği (kölesinin fal açarak kazandığı) sütü geri çıkarmıştır. Bunu da o sütün kendisinde herhangi bir enerji meydana getirmesinden korktuğu için yapmıştır. Oysa o sütü, bilmeden içtiği için dinen onu geri çıkarmak da kendine farz değildi. Fakat karnını pislikten temizlemek sıddıkların takvâsındandır.
Bunun içindir ki Hz. Peygamber, kendisine bir şey getirildiği zaman, onun sadaka mı, hediye mi olduğu hususunda şüphelendiğinde, hangisinden olduğunu öğrenmek için sorardı. Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber bir gün sabaha kadar uyuyamaz. O gece hücresinde kaldığı hanımının 'Ey Allah'ın resulü! Bu gece niçin uyumadın? Diye sorması üzerine de şöyle buyurur: 'Evde bir hurma bulmuştum. Onun sadaka hurmalarından olmasından korktuğum için uyuyamadım. Başka bir rivâyette : 'Bulduğum o hurmayı yedim; sonra da onun sadaka hurmalarından olmasından korktum.' Hz. Peygamber 'Kim, içersinde haramdan gelen bir dirhemin de bulunduğu on dirheme bir elbise satın alırsa, sırtında o elbiseden bir şey kaldıkça, Allah Tealâ onun hiçbir namazını kabul etmez. Hadisi nakleden İbn Ömer, iki parmağını, iki kulağına tıkayıp 'Eğer ben, bunu Hz. Peygamberden dinlememişsem bunlar sağır olsunlar' demiştir. Hz. Peygamber, Vâbise'ye şöyle demişti: 'Sana fetvâ verseler de, fetva verseler de, fetva verseler de sen yine kalbinden fetvâ iste'.Bunun böyle olduğu, günah, kalplerin elem duymasıdır' sözleriyle de bilinir. Müridin göğsünde şüphe uyandıran her şey, bu sebeplerdendir. Eğer mürid, kalbinin elem duyduğu şeye yeltenirse, ondan zarar görmüş olur ve kalbi de hissettiği elem kadar kararır.
Yahya bin Muaz'dan anlatırlar. İlâç içmişti. Ailesi, odada biraz dolaş dedi. 'Gezmeye bir sebep göremiyorum. Otuz senedir hesap ediyorum. Allah rızası için olmayan bir harekette bulunmadım', dedi. Bunlar, din için niyet etmedikçe, hareket etmezler. Yemekleri ibadete lâzım olan aklı ve kuvveti bulmaları niyeti iledir. Her sözleri Allah içindir. Başka niyetleri haram bilirlerdi. Bunları bildirmekten maksadımız, bunları okuyarak, duyarak, kendimizi ve zavallılığımızı anlayalım. Müslümanların yapması gereken ve kötü, şer işlerden (fasıklıktan) insanı kurtaran birinci dereceden de uzağız. Lâfa gelince, durmadan söyleriz. Meleklerden, göklerden, Kıyametin nasıl olacağından, Allahü Tealâ'nın sıfatlarından sorarız, konuşuruz. Helâle, harama, şeriatin emirlerine gelince susarız. Aklımızın eremediği yüksek şeylerden konuşmak isteriz. Hadis-i şerifte, 'İnsanların en kötüsü, ni'metler, çeşitli yemekler, renkli elbiseler içinde, boş oturup, herkese hoş gelen lüzumsuz sözlerle vakit geçirenlerdir' buyruldu. Allah Tealâ kerem ve tevfîki ile bizi bu fitne ve belâdan korusun.