Kur'ân, Demokratik Hakimiyet Anlayışını Reddeder
Hakimiyet ya da egemenlik, insan hayatının her türlü meselesini ele alıp düzenleme ve hükme ya da kanuna bağlama hakkı olarak kabul edilir. Çünkü belirli bir alandaki herhangi bir sistemin düzenlemesi, ister istemez, beşer hayatının bütün alanlarında gerekli diğer düzenlemeleri kaçınılmaz kılmaktadır.
O halde siyasal hakimiyet aslında, diğer bütün alanlardaki hakimiyeti de zorunlu olarak gündeme getirecek ve bu hususa dair soruların cevaplandırılmasını gerektirecektir.
Buna göre, demokratik egemenlik anlayışı, Kur'an'ın egemenlik anlayışına uygun alarak yapılacak bir tasnifte; İlâhi Egemenliği esas kabul eden İslami anlayış ile, beşeri egemenliği esas kabul eden anlayış bölümlerinden ikincisi arasında yer almaktadır.
Bilindiği gibi el-Mâide, 5/50. âyette hâkimiyet (hüküm); cahiliyenin hükmü ile, Allah'ın hükmü olarak ikiye ayrılmakta ve iman edenler için Allah'tan daha iyi, daha güzel hüküm koyacak kimsenin olamayacağı, soru cümlesi halinde ifade edilmektedir. Çünkü böyle bir soru, cevabı tek ve belli olduğundan dolayı sorulmuştur.
Tıpkı ''Allah ile beraber başka bir ilâh mı var?'' (en-Neml, 27/61,62...) sorusu gibidir. Bu sorunun da cevabı tekdir ve bellidir:
Allah ile beraber başka bir ilah yoktur. Konumuz ile ilgili sorunun cevabı da tektir ve bellidir:
İman edenler için yani bizler için Hükmü Allah'tan daha güzel kimse olamaz. Daha güzel olmak şöyle dursun, onunla mukayese edilmeye, boy ölçüşmeye layık bir hüküm olamaz.
Tıpkı Allah'ın eşsiz ve benzersiz olması gibi, O'nun hükmünün de eşi ve benzeri yoktur.
Kur'ân-ı Kerim, genel olarak bütün beşeri hakimiyetleri her türlüsüyle redederken, bu hakimiyet anlayışlarının ortaya çıkardığı pratikleri kendisine konu edinerek red eder. Çünkü hakimiyet anlayışının pratiğe yansıyan yönü, düzenleyici bir takım hükümler koymaktır, bir takım değer yargıları belirlemektir.
O bakımdan Kur'ân-ı Kerim, genel olarak Allah'ın izin vermediği her türlü yasamayı, Allah'ın hükmüne karşı hükümler koymak yetkisine sahip Allah'a ortaklar koşmak olarak kabul eder. (eş-Şûrâ,42/21)
Çünkü yasa koymak, egemenlik anlayışının ve bu anlayışın kullanılmasının müşahhas ifadesidir. Dillerin yalan yere helal ve haram olarak hükümler koyarak eşyaya ilişkin nitelendirmelerini, hem yalan, hem de Allah'a bir iftira olarak değerlendirmektedir. (el- En'âm,6/138-140; en-Nahl,16/116)
Dolayısıyla beşerin bir takım kesimlerinin Allah'ın asla razı olmayacağı bir şekilde hüküm koymaları, meşruiyetlerine gösterdikleri gerekçeler ne olursa olsun, haksızca bir uygulamadır, gayrimeşru bir faaliyettir. O bakımdan hiçbir geçerliliği yoktur bu kanunlar Kur'an nazarında böyledir. Allah'ın izin vermediği şekilde bu egemenlik hakkı kullanılırken, ister putlara hizmet etmekten dolayı sahip olunduğu iddia olunan yetkiye dayanılsın ister şeflik ya da başkanlık yetkisine, ister ilâhi olarak böyle bir hak ve yetkiye, ister din adamı olmak sıfatıyla, ister çoğunluk tarafından seçilmiş olmak, ister belli bir sınıfin ya da kesimin hak ve çıkarlarını korumak için bu yetkiyi kullanmak zorunluluğundan ya da gereğinden söz edilsin... Bütün bunların hiçbirisi Kur'ân nazarında hakimiyet hakkına sahip olmanın ve hakları kullanmanın gerekçesi olmaz. Esasında meşru olmayan böyle bir yetkiyi kullanmak suretiyle ortaya konulan düzen, yasa ve prensipleri ya da bir takım hükümleri - hangi alanla ilgili olursa olsunlar- meşrulaştırmaya yeterli olamaz. Demokrasi ya da halkın hakimiyeti anlayışıda bu genel hükmün çerçevesi dışında görülemez.
Kaldı ki Kur'ân-ı Kerim demokrasinin en temel dayanağı ve demokratik düzenlerin kitlelerden prestij etmelerini istedikleri en büyük ''Put'' olan ''Halkın iradesi'' ni de halkın kendi kendisini idaresini de yani bunun için öngörülen çoğunluğun iradesini de hiçbir şekilde güvenilir olarak görmemektedir:
''Eğer sen yeryüzünde bulunanların çoğuna itaat edersen, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Çünkü onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar ancak asılsız tahminlerde bulunuyorlar.'' (el- En'âm, 6/116)
Gerçekten de demokratik sistemin, çoğunluğun kabulünden başka pratik bir dayanağı yoktur ve bu çoğunluk, seçime ya da oylamaya katılan ve tercihi istenen aday ya da alternetiflerin ikiden yukarıya çıkmaları halinde hemen hemen hiç bir şekilde mutlak amlamda elde edilemez. Belki birinin ötekinden daha çok oy alması anlamında nisbi bir çoğunluk elde etmekten söz edilebilir. Bundan ötesine kolay ulaşılamaz. Yani demokrasinin kabul ettiği pratikteki ilkesi olan çoğunluğun mutlak anlamda işleyişi, sadece tercihi istenen alternatiflerin iki olması haline munhasır hibidir.
Demek ki demokratik sist em içerisinde yapılan tercihlerin doğruluğunun tek bir dayanağı vardır, o da çoğunluktur. Peki, çoğunluğun gerçekten doğruyu seçtiğini kim ve nasıl belirleyecektir? Bu soru cevapsız kalmaktadır. Çünkü çoğunluk, eğer vahyi red etmişse, - ki egemenlik hakkının halka ait kabul edilmesi bu demektir - zandan ve delile dayalı olmayan tahminlerden başka hiç bir dayanağa sahip olamaz. İşte ayet-i kerimenin beirttiği gerçek de budur.
Buna göre müslüman için demokratik düzenin meşru bir düzen olmasının, öyle görülmesinin bir takım engelleri vardır.
Bu engeller de kısaca:
1- Allah'tan başka hiçbir kimsenin hüküm koyma hakkı yoktur. (el-En'am, 6/57; Yusuf,12/40, 67; el-Kasas,28/70,88 vs)
Anlaşmazlıklara dair hüküm vermek yetkisi yanlız Allah'ındır.(eş-Şûara, 42/10)
2- Allah'ın hükmü dışında kalan bütün hükümler cahili hükümlerdir ve bu hükümleri kabul etmek, hüküm koyanları Allah'a şirk koşmak ile aynı anlama gelir. (Bunu belirten ayetlerin bazısına baştarafda atıfta bulunuldu.)
3- Bu iki temel noktaya göre beşeri sistemler arasında yer alan demokrasi, ayrıca dayandığı çoğunluk prensibinin güçlü bir prensip olmamasından, dayanak olmaya elverişli bulunmamasından dolayı güvenilebilecek, kabul edilebilecek bir sistem olamaz.
Çünkü Kur'ân-ı Kerim'e göre yeryüzündeki çoğunluğun ortak özelliği hak üzere olmak değil, batıl üzere olmaktır. Onların doğruya götürmek diye bir fonksiyonları yoktur, aksine saptırıcı bir rol oynarlar
Hakimiyet ya da egemenlik, insan hayatının her türlü meselesini ele alıp düzenleme ve hükme ya da kanuna bağlama hakkı olarak kabul edilir. Çünkü belirli bir alandaki herhangi bir sistemin düzenlemesi, ister istemez, beşer hayatının bütün alanlarında gerekli diğer düzenlemeleri kaçınılmaz kılmaktadır.
O halde siyasal hakimiyet aslında, diğer bütün alanlardaki hakimiyeti de zorunlu olarak gündeme getirecek ve bu hususa dair soruların cevaplandırılmasını gerektirecektir.
Buna göre, demokratik egemenlik anlayışı, Kur'an'ın egemenlik anlayışına uygun alarak yapılacak bir tasnifte; İlâhi Egemenliği esas kabul eden İslami anlayış ile, beşeri egemenliği esas kabul eden anlayış bölümlerinden ikincisi arasında yer almaktadır.
Bilindiği gibi el-Mâide, 5/50. âyette hâkimiyet (hüküm); cahiliyenin hükmü ile, Allah'ın hükmü olarak ikiye ayrılmakta ve iman edenler için Allah'tan daha iyi, daha güzel hüküm koyacak kimsenin olamayacağı, soru cümlesi halinde ifade edilmektedir. Çünkü böyle bir soru, cevabı tek ve belli olduğundan dolayı sorulmuştur.
Tıpkı ''Allah ile beraber başka bir ilâh mı var?'' (en-Neml, 27/61,62...) sorusu gibidir. Bu sorunun da cevabı tekdir ve bellidir:
Allah ile beraber başka bir ilah yoktur. Konumuz ile ilgili sorunun cevabı da tektir ve bellidir:
İman edenler için yani bizler için Hükmü Allah'tan daha güzel kimse olamaz. Daha güzel olmak şöyle dursun, onunla mukayese edilmeye, boy ölçüşmeye layık bir hüküm olamaz.
Tıpkı Allah'ın eşsiz ve benzersiz olması gibi, O'nun hükmünün de eşi ve benzeri yoktur.
Kur'ân-ı Kerim, genel olarak bütün beşeri hakimiyetleri her türlüsüyle redederken, bu hakimiyet anlayışlarının ortaya çıkardığı pratikleri kendisine konu edinerek red eder. Çünkü hakimiyet anlayışının pratiğe yansıyan yönü, düzenleyici bir takım hükümler koymaktır, bir takım değer yargıları belirlemektir.
O bakımdan Kur'ân-ı Kerim, genel olarak Allah'ın izin vermediği her türlü yasamayı, Allah'ın hükmüne karşı hükümler koymak yetkisine sahip Allah'a ortaklar koşmak olarak kabul eder. (eş-Şûrâ,42/21)
Çünkü yasa koymak, egemenlik anlayışının ve bu anlayışın kullanılmasının müşahhas ifadesidir. Dillerin yalan yere helal ve haram olarak hükümler koyarak eşyaya ilişkin nitelendirmelerini, hem yalan, hem de Allah'a bir iftira olarak değerlendirmektedir. (el- En'âm,6/138-140; en-Nahl,16/116)
Dolayısıyla beşerin bir takım kesimlerinin Allah'ın asla razı olmayacağı bir şekilde hüküm koymaları, meşruiyetlerine gösterdikleri gerekçeler ne olursa olsun, haksızca bir uygulamadır, gayrimeşru bir faaliyettir. O bakımdan hiçbir geçerliliği yoktur bu kanunlar Kur'an nazarında böyledir. Allah'ın izin vermediği şekilde bu egemenlik hakkı kullanılırken, ister putlara hizmet etmekten dolayı sahip olunduğu iddia olunan yetkiye dayanılsın ister şeflik ya da başkanlık yetkisine, ister ilâhi olarak böyle bir hak ve yetkiye, ister din adamı olmak sıfatıyla, ister çoğunluk tarafından seçilmiş olmak, ister belli bir sınıfin ya da kesimin hak ve çıkarlarını korumak için bu yetkiyi kullanmak zorunluluğundan ya da gereğinden söz edilsin... Bütün bunların hiçbirisi Kur'ân nazarında hakimiyet hakkına sahip olmanın ve hakları kullanmanın gerekçesi olmaz. Esasında meşru olmayan böyle bir yetkiyi kullanmak suretiyle ortaya konulan düzen, yasa ve prensipleri ya da bir takım hükümleri - hangi alanla ilgili olursa olsunlar- meşrulaştırmaya yeterli olamaz. Demokrasi ya da halkın hakimiyeti anlayışıda bu genel hükmün çerçevesi dışında görülemez.
Kaldı ki Kur'ân-ı Kerim demokrasinin en temel dayanağı ve demokratik düzenlerin kitlelerden prestij etmelerini istedikleri en büyük ''Put'' olan ''Halkın iradesi'' ni de halkın kendi kendisini idaresini de yani bunun için öngörülen çoğunluğun iradesini de hiçbir şekilde güvenilir olarak görmemektedir:
''Eğer sen yeryüzünde bulunanların çoğuna itaat edersen, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Çünkü onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar ancak asılsız tahminlerde bulunuyorlar.'' (el- En'âm, 6/116)
Gerçekten de demokratik sistemin, çoğunluğun kabulünden başka pratik bir dayanağı yoktur ve bu çoğunluk, seçime ya da oylamaya katılan ve tercihi istenen aday ya da alternetiflerin ikiden yukarıya çıkmaları halinde hemen hemen hiç bir şekilde mutlak amlamda elde edilemez. Belki birinin ötekinden daha çok oy alması anlamında nisbi bir çoğunluk elde etmekten söz edilebilir. Bundan ötesine kolay ulaşılamaz. Yani demokrasinin kabul ettiği pratikteki ilkesi olan çoğunluğun mutlak anlamda işleyişi, sadece tercihi istenen alternatiflerin iki olması haline munhasır hibidir.
Demek ki demokratik sist em içerisinde yapılan tercihlerin doğruluğunun tek bir dayanağı vardır, o da çoğunluktur. Peki, çoğunluğun gerçekten doğruyu seçtiğini kim ve nasıl belirleyecektir? Bu soru cevapsız kalmaktadır. Çünkü çoğunluk, eğer vahyi red etmişse, - ki egemenlik hakkının halka ait kabul edilmesi bu demektir - zandan ve delile dayalı olmayan tahminlerden başka hiç bir dayanağa sahip olamaz. İşte ayet-i kerimenin beirttiği gerçek de budur.
Buna göre müslüman için demokratik düzenin meşru bir düzen olmasının, öyle görülmesinin bir takım engelleri vardır.
Bu engeller de kısaca:
1- Allah'tan başka hiçbir kimsenin hüküm koyma hakkı yoktur. (el-En'am, 6/57; Yusuf,12/40, 67; el-Kasas,28/70,88 vs)
Anlaşmazlıklara dair hüküm vermek yetkisi yanlız Allah'ındır.(eş-Şûara, 42/10)
2- Allah'ın hükmü dışında kalan bütün hükümler cahili hükümlerdir ve bu hükümleri kabul etmek, hüküm koyanları Allah'a şirk koşmak ile aynı anlama gelir. (Bunu belirten ayetlerin bazısına baştarafda atıfta bulunuldu.)
3- Bu iki temel noktaya göre beşeri sistemler arasında yer alan demokrasi, ayrıca dayandığı çoğunluk prensibinin güçlü bir prensip olmamasından, dayanak olmaya elverişli bulunmamasından dolayı güvenilebilecek, kabul edilebilecek bir sistem olamaz.
Çünkü Kur'ân-ı Kerim'e göre yeryüzündeki çoğunluğun ortak özelliği hak üzere olmak değil, batıl üzere olmaktır. Onların doğruya götürmek diye bir fonksiyonları yoktur, aksine saptırıcı bir rol oynarlar