Kur'an Mahluk Değil, Allah Kelamıdır!
Kur'an-ı Kerim, mushaflarda yazılıdır, kalblerde mahfuzdur, lisanlarda okunan kelamdır.
Burada Kur'an'dan maksat, Allah Teala'nın kelam-ı nefsisidir. Mushaflarda yazılan, kalblerde mahfuz bulunan ve lisanlarda okunan kelam bu nefsi kelama delalet eder.
Bu kelamın Allah'a nisbet edilmesi, Allah'ın sıfatı olmasıdır. Nisbetin gerçek manası, yani bu lafzı kelam, Allah'ın yaratıklarından olup yaratıkların telinlerinden değildir, demektir. Bu takdirde kelamı lafzi'yi Allah'tan nefyetmek sahih olmaz. Oysa munazara ve munakaşalar, yalnız Allah'ın kelamına karşı yapılmaktadır.
Bu icazı taşıyan da kelam-ı lafzidir. İşte bu sebeble abdestsiz ve cunub kimselerle hayız haldeki kadınların kelam-ı lafzı olan Kur'an-ı Kerim'e dokunmaları yasaktır.
Kur'an-ı Kerim, Peygamber sallellahu aleyhi vesellem üzerine indirilmiştir.
Kur'an-ı Kerim, Peygamber'e muhtelif durumlarda muhtelif şekillerde tek ve mürekkeb harfler vasıtasıyla indirilmiştir. Buna işareten Cenabı Hak şöyle buyuruyor:
“Rablerinden kendilerine gelen ihtarı, hep eğlenerek dinliyor.” (Enbiya: 2.)
Burada muhdes kelimesinden maksat, Kur'an ayetlerinin indirilmesidir. Allah'ın nefsi kelamı intikalden munezzehtir.
Bizim Kur'an'ı telaffuz edişimiz yaratılmıştır. Kur'an'ı yazmamız ve onu okumamız da yaratılmıştır.
Allah'ın Kelam-ı Nefsisi olan Kur'an Allah kelamıdır, yaratılmış değildir.
Zira emretmek, yasaklamak, bir şeyden haber vermek isteyen kişi önce içinden buna dair bir mana bulur, sonra bu manaya ibare ile yazı yahud işaret ile delalet eder.
Sonra bil ki Eş'ari'nin mezhebi şudur:
Allah’ın nefsi kelamının harikulade olarak işitilmesi caizdir. Nitekim Bakıllani de bu noktaya tenbih etmiştir, fakat bu görüşü Ebu İshak el-İsfirayini reddetmiştir. Şeyh Ebu Mansur el-Maturidi'nin tercih ettiği görüş budur. Cenab-ı Allah'ın:
“Eğer (taarruza uğrayan) muşriklerden biri aman dilerse, ona aman ver, ta ki Allah'ın kelamını dinlesin.”(Tevbe 6)
Burada Allah kelamını dinlesin sözünden maksat, Allah'ın nefsi kelamına delalet eden sözler demektir. Musa aleyhisselam, Allah'ın nefsi kelamına delalet eden ses işitmiştir. Fakat bir melek aracılığı olmaksızın ve yazılı bir vasıta bulunmaksızın harikulade bir şekilde meydana geldiği için, Musa aleyhisselam “Kelimullah Allah ile konuşan”adına tahsis edilmiştir. Nitekim Cenab-ı Hakk'ın şu kavli de buna delalet etmektedir.
“Nihayet oraya varınca, bereketli yerdeki vadinin sağ kıyısından, ağaç tarafından şöyle nida edildi: Ey Musa! Gerçekten ben alemlerin Rabb'i olan Allah'ım.” (Kasas: 30)
İmam Azam “El-Vasıyye” adlı kitabında şöyle diyor:
“Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın kelamı, sıfatı, vahyi ve O'nun indirmesi olduğunu, zatının ne aynı ne de gayrı olduğunu ikrar ederiz. Belki Kur'an-ı Kerim gerçekten mushaflarda yazılan, lisanlarda okunan, kalblerde mahfuz bulunan, fakat buralara hulul etmeyen bir sıfatıdır. Harfler, harekeler, kağıt, yazı bunların hepsi yaratılmıştır. Çünkü bunlar, kulların işleridir. Allah'ın kelamı ise yaratılmış değildir. Çünkü yazı, harfler, kelimeler ve ayetlerin hepsi kulların ihtiyacına binaen Kur'an okumaya birer alettir. Allah'ın kelamı ise kendi zatı ile kaimdir. Ancak Allah'ın kelamının manası ise bu ayetler vasıtasıyla anlaşılır. “Allah'ın kelamı yaratılmıştır” diyen kimse kafir-i billah'tır. Allah Teala, mabuddur. Yani kendisine ibadet edilendir, Allah'ın kelamı ise okunur, yazılır, Allah'ın zatından ayrılmadan ezberlenir."
Fahr'ul İslam demiştir ki; İmam Ebu Yusuf'un şöyle dediği sahih rivayetle sabittir:
Kur'an'ın yaratılması meselesinde İmam Azam Ebu Hanife ile munazara ettim, sonunda ikimizin görüşü şu noktada birleşti:
“Kur'an'ın yaratılmış olduğuna hükmeden kafirdir.”
Bu söz, İmam Muhammed'den de sahih bir rivayet olarak sabit olmuştur.
İlim adamları kelamullah konusunda ancak şöyle söylenebileceğini zikretmişlerdir:
“Kur'an, Allah'ın kelamıdır, yaratılmış değildir.”
Bizimle Mutezile arasındaki ihtilaf, Allah'ın kelam-i nefsisinin nefyi veya isbatı konusuna dönüyor. Yoksa biz, Kelamullah'ın sözlerinin ve harflerinin kadim olmasına hükmetmiyoruz. Onlar da Nefsi kelamın yaratılmış olduğuna hükmetmiyorlar. Bizim delilimiz daha önce geçtiği üzere; “Peygamberlerden tevatur yolu ile ve icma ile Allah'ın kelam sahibi olduğu sabit olmuştur. Bunun manası; Allah Teala'nın kelam sıfatı ile vasıflanmasından başka bir şey değildir. Yaratılmış olan Kelimullah'a ait sözlerin Allah'ın zatı ile kaim olması mümkün değildir. Öyle ise Allah'ın, kadim olan nefsi kelamı sabit olmuştur.
Mutezile'nin, Kur'an, Yaratılmışların sıfatı ile vasıflanmıştır; diyerek telifi, tanzimi, inmesi, indirilmesi, arabca olması, işitilmesi, fasih ve muciz olması gibi yaratılmış varlıkların sıfatları ile vasıflanmış olmasını ileri sürmeleri yukarıda belirtilen Hanbeliler aleyhine delil olur; bizi hiç ilgilendirmez. Çünkü biz Kur'an'ın nazmının hadis (yaratılmış) olduğu ile hükmediyoruz. Esas söz, kadim'in manasındadır. Mutezile için Allah'ın konuşucu olduğunu inkar etmek mümkün olmayınca, ses ve harfleri mahallinde kitabet şekillerini Levh-i Mahfuz'da yaratıcı manasında konuşur olduğuna meyletmişlerdir. Halbuki sen, hareketi yaratanın değil de hareket kendisi ile kaim olan kişinin muteharrik (hareket eden) olduğunu bilirsin.
Ancak bir ayette iki çeşit kıraat bulunsa, her bir okunuşun diğerinden farklı manası varsa, Allah Teala, iki mananın her ikisi ile de konuşandır. O iki kıraat, iki ayet yerine geçer. Eğer iki karaatın manaları,bir ise, o takdirde Cenabı Allah bu iki manadan biri ile konuşmuştur, fakat iki türlü okunmasını caiz görmüştür. Bu görüşü fakih Eb'ul-Leys es-Semerkandi de zikretmiştir.
Bil ki, şubhesiz Sahabe ve Tabiun ve diğer muctehidler (Allah onlardan razı olsun), Allah'ın sıfatlarından her birinin, zatının ne aynı ne de gayrı olduğunda ittifak etmişlerdir. Şarih de bunu bu şekilde zikretmiştir. Bunun manası şudur: Allah'ın sıfatları, zihindeki mefhum itibariyle Allah'ın aynı değildir; harici varlık itibariyle de Allah'ın zatının gayrı değildir. Zira sıfatın manası zatın manasının başkası değildir. Ancak, sıfatlar, kainattaki tezahürleri itibariyle Allah'ın zatına mugayir değildir.
Hulasa, Allah'ın kelamı, O'nun sıfatlarındandır. Allah da zatı ve sıfatları ile kadimdir. Kadim oluş, baki kalmayı gerektirir. Zira kâdim olduğu sabit olanın yok olması muhal olur. Nitekim bu mana Allah Teala'nın şu kavlinden de istifade edilmiştir. Allah Teala şöyle buyuruyor:
“O, evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır. O, her şeyi bilendir.” (Hadid 3)
“Ay için seyir menzilleri tayin ettik. Öyle ki, kurumuş eski hurma dalında olduğu gibi yay şeklini almıştır.” (Yasin 39)
Bu ayette “Urcun el-Kadim” yani eski hurma dalı şeklinden maksat, ikinci yay biçimindeki şeklini alınca evvelki eski oluyor, demektir. Yenisi bulununca eskisine kadim deniliyor. Yine Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
“Bir de kafirler, iman edenler hakkında şöyle dediler: Eğer o peygamber hayırlı olsaydı, bizden evvel (fakir ve biçareler) ona koşmazlardı demekle maksatlarına erişemeyince de şöyle diyecekler: Bu Kur'an eski bir yalandır.” (Ahkaf 11)
Yani zaman bakımından evveldir. Sonra şubhe yoktur ki, kadim, önce gelen manasında kullanıldığı zaman, yaratılmışlardan önce olan her şeyin başkalarından önce olması gerekir. Lakin Allah Teala'nın isimleri, Allah'ı medheden hususi bir manaya delalet eden Esma-i husnasıdır.
Tekaddum sözü lugat manasında mutlaktır, bütün yaratılmışlardan önce gelmek manasına tahsis, edilmiş değildir. O zaman Allah'ın Esma-i Husnasından olamaz. İşte bu sebeble Şeriat, Evvel, ismini zikretmiştir ki bu isim, kadim isminden daha güzeldir. Çünkü evvel ismi, sonradan gelenlerin ona döndüğünü, tabi olduğunu bildirir. Kadim sözü bunun aksidir. Ancak şu var ki. Cenabı Allah, evvel manasını şamil olan kadim manasında ekmel ve tek olunca, kelam alimleri kadim ismini Allah'a ad olarak vermişlerdir. Bu noktada düşün.
Sonra Kayyum sıfatı ezeli ve ebedi manasına delalet eder. Kadim sözü ise bu manaya delalet etmez. Kayyum sıfatı, yine Allah Teala'nın kendi kendine var olduğuna da delalet eder. İşte bu, Allah Teala'nın Vacib'ul-vucud olduğunun manasıdır. Bu ince manaları taşıdığı için “Hayyul-Kayyum” isminin ism-i Azam olduğu söyleniyor. Peygamber'den sahih olarak rivayet edilen şu hadis-i şerif de bu manayı takviye eder. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor:
“Cenab-ı Hakk'ın (Allahu La ilahe illa huvel-hayyul-kayyum) sözü Kur'an'daki ayetlerin en büyüğüdür”
Bu iki ismin Esma-i hüsna'nın medarı oldukları da ism-i azam olduklarını yine takviye eder. Bütün esma-i hüsna'nın manaları bu iki kelimeye dayanır. Zira hayat sıfatı, bütün kemal sıfatlarının varlığını gerektiriridir. Esma-i hüsna'dan hiçbiri Kemal sıfatının dışında kalmaz. Kalacak olsa bu ancak hayat sıfatının zayıflığı sebebiyle olması gerekir. Allah Teala'nın hayatı, hayatların en mükemmel ve tamamı olunca, onu isbat ederken bütün kemal sıfatlarını isbat etmek gerektir.
Kayyum ismi, Allah Teala'nın tam zengin olmasını, tam kudret sahibi bulunmasını ve gerek zatında, gerek sıfatında yaratma ve yardım etme bakımından bir isimdir. Şubhesiz Cenabı Allah, kendi zatı ile kaimdir, hiçbir suretle başkalarına benzemez. Başkalarını da ayakta tutan odur. Allah'ın kudreti olmadan hiçbir şey ayakta duramaz. İşte bu sebeble bu iki sıfat, en mükemmel bir tarzda kemal sıfatı olarak sayılmıştır. Bunların ikisinin İsm-i Azam olmaları uzak ihtimal değildir. Allah Teala en iyi bilendir.
Şevkânî, İrşâdu'l-Fuhûl adlı kitâbının el-Mahkûm aleyh bahsinde şunları söyler:
"Kelâmullâh meselesindeki ihtilâf, bu konunun te'sîr ve şumûlu uzayıp gitmiş, insanları birçok fırkalara bölmüş, ehl-i ilimden pek çoğu bu yüzden imtihân ve mihnete tâbi tutulmuş, bir kısım insanlar bunu dinin en mühim meselelerinden biri kabul etmiş olsalar bile, o kadar mühim ve faydalı bir mesele olmayıp faydasız ve fuzûlî bir ilimdir. Bu sebeble Cenâb-ı Hakk bu ümmetin selef zümresini teşkîl eden Sahâbe ve Tâbiîn'i bunun munâşakasından siyânet buyurmuştur."
Kur'an Kıssaları Allah Kelamıdır:
Cenabı Allah'ın (c.c.) Kur'an'da, Musa aleyhisselam'dan, diğer peygamberlerden, Firavun'dan ve şeytan'dan bahsettiği hususların hepsi Allah Teala'nın kelamıdır. Onlardan haber vermektedir.
Burada Musa aleyhisselam'ın tahsis edilmesinde, kelimullah olduğuna işaret vardır. Firavun'un iblis üzerine takdim edilmesinde de şeytanlık makamının şeytandan daha kuvvetli olduğuna işaret vardır.
Allah Teala'nın Kur'an'da yukarıda sayılan hususlardan haber vermesi, Levh-i Mahfuz'da, yerler, gökler ve ruhlar yaratılmadan bu manalara delalet eden kelimeler uygun olarak yapılmıştır. Musa, isa ve diğer peygamberlerle, Fravun, İblis, Haman, Karun ve sair düşmanlardan işitildiği zaman meydana gelen ilimden sonra yaratılmış bulunan kelam ile konuşmuş değildir. Böyle olsa o takdirde Allah Teala'nın, Tebbet Suresi, muharebe ayetleri ve benzeri kıssalar gibi hallerden ve esrardan bahsetmesi, haber vermesi ile kendi zatının sıfatlarından, kendi işlerinden, ve mahlukatı yaratmasından bahseden Ayet-el-Kursi, İhlas süresi ve benzeri ayetlerle kainatın yaratılışlarından ve nefislerin yaratılışından bahseden ayetler arasında her birinin kendi kelamı ve mukaddes sıfatı olması arasında bir fark kalmazdı.
Kur'an-ı Kerim'deki Mahluklara Ait Sözler Yaratılmıştır :
Allah Teala'nın kelamı yaratılmış değildir. Musa aleyhisselam ve diğer yaratıkların sözleri ise yaratılmıştır. Kur'an, Allah Teala'nın Kelamıdır, onların sözü değildir.
Mahlukatın sözleri, kendileri gibi yaratılmıştır. Zira sıfat mevsufuna, yani sahibine tabidir. Ancak şöyle denilebilir. İbranice tanzim edilen sözler Tevrat'tır. Arabca sözlerle tanzim edilen nazım da Kur'an'dır. Kur'an Allah Teala'nın kelamıdır. Çünkü Kur'an'ın kelimeleri, ayetleri Allah'ın kelamının delilleri ve maksadının alametleridir. Ve Kur'an'ın ibaresinin başlangıcı Allah Teala'ya dayanır. Görmüyor musun ki sen bir hadis-i şerif okuduğun zaman bu okuduğun hadis benim sözüm değildir, diyorsun. Belki Rasulullah sallellahu aleyhi vesellem'in sözüdür, diyorsun. Çünkü bu sözün başlangıcı Peygambere dayanıyor. Onu ilk söyleyen Peygamberdir. Aşağıdaki ayet-i kerimeler de bu manaya delalet etmektedir:
“Ey mûminler! Yahudilerin size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Halbuki onlardan bir zumre vardır ki, Allah kelamını (Tevratı) dinlerlerdi de gerçeği anladıktan sonra onu bile bile değiştirirlerdir.” (Bakara 75)
“Eğer muşriklerden biri aman dilerse ona aman ver, ta ki Allah'ın kelamını dinlesin. Sonra onu emin olduğu yere kadar ulaştır.” (Tevbe 6)
Bil ki İmam Azam ve diğer alimlerin sözlerinde geçen, Kur'an'ın yaratılmış olduğuna hükmedenin kâfir olacağı fetvası kufran-i nimet manasına hamledilmiştir. İslam milletinden, dinden ve imandan çıkmak manasında kafir demek değildir.
Mutezile bu meselede ise değişik düşünüyor. Belki doğrusu bu meselede bir çekişme bahis konusu değildir. Zira kelam-ı lafzi'nin yaratılmış olduğunda Ehl-i Sünnet'in ihtilafı yoktur. Kesin delil ile sabit olsa Kelam-ı Nefsi'nin kadim olduğunda da Mutezile'nin ihtilafı yoktur. Kur'anı yaratılmıştır, diyen kafir olur, sözü sabit değildir. Bu söz ahad yolu ile intikal etmiştir ve maksadını açıklamakta tevile ihtiyacı olan bir sözdür. Kur'an mahluktur diyen kafir olur, ifadesinde mahluk sözünden maksad, iftira, yalan manası kasdedildiğini söylesek de bununla beraber hiç bir kimse için, Kelam-i lafzi mahluktur, demek câiz değildir. Zira bu sözde küfrü gerektiren bir düşünce vardır.
Kur'an-ı Kerime ait bazı tabirler itibarı ile hadd-i zatında bu söz her ne kadar doğru olsa da, küfre sebeb olacak vehim ve düşünceyi bulundurduğu için, bir kimsenin, Kur'an'ın lafzı yaratılmıştır, demesi caiz değildir. Zira Kur'an sözü Kıraat için de söylenir. Mesela Sabah Kur'an'ı demek olan “Kur'an'ul-Fecr” sözünde olduğu gibi.
Mushaf içinde söylenir. “Kur'an'la düşman topraklarına sefer etmeyin” sözünde olduğu gibi. Bazen okunan kelama da söylenir, ki bu okunan, kelam O Allah'ın kadim olan kelamıdır.
Cenabı Allah bu konuda şöyle buyuruyor:
“Kur'an okuduğun zaman, Allah'ın rahmetinden kovulmuş bulunan şeytan'dan Allah'a sığın.” (Nahl 98)
Allah kelamı, hadis (Yaratılmış) olmaya delalet edecek bir karine ile zikredildiği zaman, Mesela, abdestsiz adamın Kur'an'a yapışmasının haram olması gibi bu söz mushafa dokunmak ve kıraat manasına hamledilir. Mutlak olarak zikredildiği zaman ezeli sıfat olan kelam manasına hamledilir. Mutlak olarak Kur'an yaratılmıştır, demek caiz değildir.
Musa (a.s.)'ın Allah (c.c.) ile Konuşması:
Musa aleyhisselam, Allah Teala'nın kelamını işitmiştir.
Bu konuda Cenabı Hak şöyle buyuruyor:
“Ve Allah Musa ile vasıtasız konuştu.” (Nisa 164)
Kelamı mecazi manaya hamletmek için bu ayette mastar olan Teklim kelimesini tekitli olarak getirdi. Yani Allah, Musa ile muhakkak konuştu ve ona kelamım musaddak (doğrulanmış) olarak işittirdi. Bu ayetin manası şöyledir:
Musa aleyhisselam, Rabbu'l-Alemin olan Allah Teala'nın kelamını vasıtasız olarak işitti. Ancak bu işitme olayı bir perde arkasından oldu. Bu sebebden Musa Aleyhisselam:
“Musa, kendisiyle konuşacağımızı vaad ettiğimiz vakitte gelince, rabbi ona kelamını söyledi. Musa şöyle dedi: Rabbim! Cemalini bana göster, sana bakayım.” (A'raf 143)
Bu konuda şöyle bir açıklama yapılmıştır:
Musa aleyhisselam, Allah kelamını bir bulut içinden işitiyordu. Bu bulut direk gibi idi. Bu. bulut, Musa aleyhisselam'ı kaplıyordu.
Musa aleyhisselam, çok kerre Allah kelamım ateşin içinden işitirdi. Yahut Cebrail aleyhisselam ve meleklerden başka elçiler göndermek suretiyle konuşurdu.
Son iki görüşte bozukluk vardır. Çünkü bu iki tarzda Allah kelamını dinlemekle Musa aleyhisselam için bir hususiyet hasıl olmamakta, diğer peygamberlere nazaran bir meziyete sahip bulunmamaktadır, Allah Teala, Musa aleyhisselam ile vasıtasız konuşmadan evvel, muhtelif vakitlerde, değişik durumlarda Allah Teala ile aralarında konuşma vaki olmuştur. Yoksa ilk vaki olan konuşma ancak Allah Teala'nın haber verdiği gibi, Musa'nın ateş zannettiği mubârak ağaçtan kendisine nida edilmiş değildir, O ağaç yalnız, nurların kaynağı, sırların menbaı, ağaçlardaki meyvelerin neticesi idi.
Musa aleyhisselam var olmadan evvel de Allah Teala, ezelde konuşma sıfatına sahib idi. Mahlukatı yaratmadan evvel de Cenabı Allah yaratıcı idi.
Mânası şudur:
Gerçekten Allah Teala, mahlukatı yaratmadan evvel de yaratıcı idi.
Bir nushada da şöyle yazılıdır: Allah Teala, mahlukatı yaratmadan evvel de gerçekten bizim yaratıcımız idi. Bu sıfat, yani yaratma sıfatı Allah Teala'da mecazi olarak değil hakikat olarak var idi demektir.
İbn-i Ebi Şerif Allah Teala'nın ezelde yaratıcılığının bilkuvve var olduğuna kail olanlardandı.
Bu görüş, Allahı Teala'nın yaratmasının imkan dahilinde olduğunu, zamanlar içinde vuku' bulma, yahut bulmama ihtimali içinde bulunduğunu hatıra getirir. Halbuki durum böyle değildir. Zira Cenabı Allah, yaratmaya başlamayı murad ettiği vakitte vukuu gerçekleşir. İlim adamlarına göre Kelam ve yaratılma işinin Musa'dan ve diğer yaratıklardan, sonraya kalışı kelamın sıhhatini ve yaratmanın Allah'tan nefyedilmesini gerektirmez. Zira her şey önce bil-kuvve olur, sonra kuvveden fiile çıkar. Fiil ise sonradan var olduğu için hadistir. Çünkü varlığı mümkün olan, kendi kendine var olmayan her varlık yaratılmıştır.
Yine yazı yazmaya gücü yettiği halde bu gücünü, yazmak istediği zamana kadar tehir eden kişi ile bilkuvve yazabildiği halde şimdiki halde yazmaktan aciz olan ve gelecek zamanlarda ise yazması muhtemel olan kişi arasında açık bir fark, görünen bir mesafe vardır.
Hulasa, İmanı Tahavi'nin de dediği gibi, Cenabı Allah, yaratıkları yarattığı zamandan beri yaratıcı, berayayı (mahlukatı) yarattığından beri Bari adını almış değildir. Merbub (Terbiye edilen yaratıklar) var olmadan Allah Rab, mahluk (Yaratılanlar) var olmadan Halık (Yaratıcı) idi. Allah ölüleri dirilttikten sonra Muhyi (Diriltici) adıyla isimlendiği gibi, ölüleri diriltmeden evvel de bu ad ile adlanmıştı. Bunun gibi yaratıkları yaratmadan evvel Allah Teala, Yaratıcı ismini almıştır. Çünkü Yüce Allah her şeye gücü yetendir, her şey Allah Teala'ya muhtaçtır ve her şey Allah için kolaydır.
Allah'a Hiç Bir Şey Benzemez:
Allah Teala'ya benzeyen hiçbir şey yoktur. Allah, işitici ve görücüdür.
Bu metinde “hiç bir şeye benzemez” sözü, Allah Teala'yı yaratıklara benzeten Muşebbihe taifesini red için söylenmiştir. İşitici vs görücüdür, sözü de Allah Teala'yı bir iş yapmamakla tatil eden “Muattıla” taifesine reddiye vardır.
Buhari'nin hocası Nuaym b. Hammad el-Huzai şöyle diyor:
“Zat veya sıfat bakımından herkim Allah Teala'yı yaratıklardan herhangi birine benzetirse kafirdir. Kim Allah Teala'nın kendisine vasfettiği sıfatlarını inkar ederse, yani Allah Teala'nın zati ve fili sıfatlarını inkar ederse yine kafirdir.”
Bu konuda İmam Tahavi de şöyle diyor:
“Kim sıfatları reddetme ve Allah'ı yaratıklara benzetme hastalığından korunmazsa doğru yoldan kayar ve Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih etmede isabet etmez.”
Sonra Cenabı Allah'ın:
“Hiçbir şey Allah gibi değildir.” (Şuara 11) buyuruğunun tefsiri konusunda ilim adamlarının söylediklerinin hulasası şudur:
Bu ayetle mubalağa kasdedilmiş değildir. Yani benzeri farz edilecek olsa Allah Teala'nın misli gibi bir misil yoktur. Nerde kaldı ki kendi benzeri olsun.
Sonradan olma varlıkların AllahTeala'nın ezeli ve ebedi olan zatı ile kaim olmasının muhal oluşu akli ve şer'i delillerle bilinmektedir. İşte bu sebeble Allah Teala'nın Kelam sıfatı kadimdir. Yaratma sıfatı da yine kadimdir. Fakat bu sıfatların taalluk ettikleri yaratıklar ise hadistir, kadim değildir.
Bir nushada “Allah mutekellim idi” sözü, “Allah Yaratıcı idi” sözünden sonradır. Yaratmaya taalluk eden cümle itiraziyedir. Musa aleyhisselamın yaratılmasının mahlukatı yaratma esnasında meydana geldiğini bildirmek içindir. Durum böyle olunca söz konusu durum nasıldır?
Cenabı Allah; Musa aleyhisselam ile konuşunca, ezelde kendisinin sıfatı olan Kelam ile konuşmuştur!
Yani Allah Teala, Musa aleyhisselam ile kadim, ezeli ve akdes olan kelamının mazmunu ile konuşmuştur. Nitekim buna dair kelimeleri Levh-i Mahfuz-i Enfes'te yerleri, gökleri ve canlıları yaratmadan evvel nakş etmiştir. Sonradan bu kelimelere uygun olarak onunla konuşmuştur. İşte sonradan meydana gelen bu yazılmış kelimeler ve Musa aleyhisselam'ın o meşhur ağaçtan işittiği sözler ise yaratılmıştır. Ancak bu sözler, Allah Teala'nın hakiki, ezeli sıfatı olan kelamının delilleridir.
“Akidet'ut-Tahavi” adlı kitabın şarihi şöyle diyor:
İmam Azam'ın: “Musa, kendisiyle konuşacağımızı vaad ettiğimiz zamanda gelince Rabbi ona kelamını söyledi.” (A'raf 143)
İmam Azam'ın yukarıdaki sözü, Allah'ın kelam sıfatının kendisi ile kaim bir mana olduğunu, Allah kelamının işitilmesinin tasavvur edilemiyeceği, Ebu Mansur el-Maturidi'nin de dediği gibi, Allah Teala ancak sesi havada yaratır, diyen arkadaşlarına red olduğu anlaşılmaktadır.
Yine imam Azam'ın: “Kelam sıfatı Allah Teala'nın sıfatlarındandır.” sözü Allah Teala, mutekellim sıfatı ile vasıflanmış değilken sonradan bu sıfat kendisi için meydana gelmiştir, diyenlere bir red cevabıdır.
Hulasa, Mutezile'nin delil olarak ileri sürdüğü Allah Teala'nm meşiet ve kudreti ilgili kelam üzerine delalet eden ve Allah dilediği zaman konuşur, zaman zaman konuşur, tarzında ileriye sürdüğü delil doğrudur; kabul edilmesi lazımdır; onunla hükmetmek gerekir. İşte her iki taifenin doğru olan ve şeriata da akla da uygun olan sözlerini kabul etmek lazımdır. Bu gerçek sözdür.
Peygamber (s.a.v.) şöyle duada bulunmuştur:
أَعُوذُ بِكَلِماَتِ اللهِ التَّامَّاتِ مِنْ شَرِّ ماَ خَلَقَ
“Yarattıklarının şerrinden, Allah’ın noksansız kelimelerine sığınırım.”(Muslim, 4 / 2080 , 2708 ; Tirmizi , 3437; Nesai , Kubra , 10394; İbn Mace, 3547; Ebu Davûd, Tıb, 19; Dârimî, İsti'zan, 48; Muvatta, İsti'zan, 34; Ahmed b. Hanbel, 4/430)
Halbuki Peygamber yaratılmış bir şeye sığınmamıştır. Belki o söz: “Senin rıdana sığınırım, Allah'ın izzet ve kudretine sığınırım.” sözü gibidir.
Hanefilere ait muteahhirin'in (sonradan gelen alimlerin) çoğunluğu, Kelam sıfatının tek bir mana olduğu, çoğunluğu, parçalanma ancak delaletlerde meydana geldiği, medlulda (manada) meydana gelmediği düşüncesindedirler. Bu ibareler yaratılmıştır. Bu ibarelere Allah kelamı adı verilmesinin sebebi, Allah kelamına delalet ettiği içindir. Allah kelamına delalet eden ibareler eğer Arabca ile ifade edilirse Kur'an'dır. İbranice ile anlatılırsa Tevrat'tır, ihtilaf ibarelerdedir, kelamın kendisinde değildir. Adı geçen alimler, bu ibarelere mecazi olarak Allah kelamı söylenir, demişlerdir. Bu söz ise yanlıştır. Çünkü bu sözün gereği şudur: Allah Teala'nın:
“Zinaya yaklaşmayın.” sözünün manası “Namazı dosdoğru kılın.” ayetinin manası olur; Ayet'el Kursi'nin manası da Mudayene ayetinin manası, İhlas suresinin manası ise Tebbet Yeda suresinin manası olması lazım gelir.
İmam Azam hazretleri sonra şöyle demiştir:
“Bir kimse, Mushaflarda yazılı olan sözlerin Allah kelamından ibaret olduğunu, yahut Allah kelamını hikaye ettiğini söyleyip Allah kelamı olmadığını söylerse Kitaba, Sünnet'e ve Selefe aykırı hareket etmiş olur. Tahavi'nin sözü, “Allah kelamı bir manadır, onu. Allah'tan işitmek tasavvur edilemez, işitilen, okunan ve yazılan sözler ise Allah kelamı değildir, ancak bir manadan ibarettir.” diyenlere reddiyedir.
Zira Tahavi diyor ki: “Allah'ın kelamı kendindendir, keyfiyetsiz başlamıştır. Yani Allah'ın nasıl konuştuğunu biz bilemeyiz.
Tahavi'nin dışındaki selefilerden bu şekilde söyleyenler de vardır:
Allah kelamı kendinden başlamıştır, kendine döner. Kendinden başlar tabirini kullanmalarnın sebebi şudur:
Mutezile taifesinden Cehmiye ve diğerleri şöyle diyorlar: “Allah Teala, kelamı bir yerde yaratmış, onu yine bu yerde takdir etmiştir. İşte bu sebeble Selef alimleri: “Kelam sıfatı Allah'dan başlamıştır” demişlerdir. Yani Allah Teala kelamı ile konuşur, kelamı kendinden başlamıştır, bazı yaratıklardan başlamış değildir. Nitekim Cenabı Hak bu konuda şöyle buyuruyor:
“Bu Kur'an, Rahman ve Rahim olan Allah tarafından indirilmiştir.” (Fussilet 2)
Kur'an Allah'a dönecektir, sözlerinin manası hadis-i şeriflerde de beyan buyurulduğu gibi, kalblerden ve mushaflardan kaldırılacaktır. Bana göre, doğrusu, Kur'an Allah'a dönecektir, sözünün manası şudur:
Kelamının keyfiyyetinin tafsilatı ile ilgili bilgi ona dönecektir; maksadının hakikatinin kunhu de ona dönecektir.
Musa aleyhisselam; Allah'ın kelamını işitmişse, O'nun hepsini, yahud bir kısmını duymuştur, şeklinde tasavvur edilemez.
Allah'ın Sıfatları Kullar Gibi Vasıtalı Değildir:
Allah'ın bütün sıfatları ezelde vardır. Yaratıkların sıfatları böyle değildir. Allah bilir, fakat bizim bilgimiz gibi değil. Allah'ın gücü yeter, fakat bizim gücümüz gibi değil. Allah görür, fakat bizim gördüğümüz gibi değil. Allah, konuşur, fakat bizim konuşmamız gibi değil. Bizler aletler, uzuvlar ve harfler yardımı ile konuşuruz. Allah Teala ise aletsiz ve harfsiz olarak konuşur. Harfler yaratılmıştır. Allah Kelamı ise yaratılmış değildir.
Allah Teala'nın bilgisi bizim bilgimiz gibi değildir. Bizler eşyayı aletler yardımıyla ve anladığımız kadarıyla zihinlerimizde meydana gelen şekilleri tasavvur etmek suretiyle biliriz. Allah Teala ise, eşyanın hakikatlerini bütünü ile, parçası ile, açığı ve gizlisi ile, zati olan samedi ve ebedi olan ilmi ile bilir. Allah Teala'nın kudreti bizim gücümüz gibi değildir. Çünkü Allah'ın kudreti kadimdir. Alet yardımı ve bir şeyin ortaklığı ile değildir. O, her şeye gücü yetendir. Bizler ise ancak bazı eşya üzerine muayyen bir ölçüde güç yetirebiliriz. Bu da yine aletler ve yardımcılar aracılığı ile oluyor. Amma Allah Teala, fail-i muhtardır (dilediğini yapandır.) Kadirdir, hakimdir, kudret ve ihtiyarı ile her şeyi yerli yerinde idare edendir.
Allah'ın görmesi bizim, görmemiz gibi değildir. İşitmesi de bizim işitmemiz gibi değildir. Zira bizler, muhtelif şekilleri ve renkleri, değişik kelimeleri, kendi fiilimiz olmaksızın, Allah'ın göstermesine uygun biçimde teşekkül ettirilmiş bulunan azalarda yaratılmış aletler aracılığı ile görürüz. O'nun göstermesi ile görürüz, işittirmesi ile işitiriz.
Nitekim bir duada da şöyle deniliyor: “Allahım! Bizi yaşattığın müddet, gözlerimizden ve kulaklarımızdan faydalandır.”
Cenabı Allah, şekil ve renkleri, muhtelif heyetleri kendi sıfatı olan görme kuvveti ile iktidar sıfatı füzerine görür; sesleri, gerek tek, gerekse mürekkeb kelimeleri kendi sıfatı olan işitmesi ile görür. Allah’ın görmesi herhangi bir alet yardımı ile, yahut kainattan başka bir varlığın ortaklığı ile değildir. Her ne kadar görülenler ve işitilenler yaratılmış ise de, Allah Teala'nın görülecekleri görmesi, işitilecekleri duyması bizzat kadimdir. Yukarıda da geçtiği üzere, sonradan yaratılan mutaallakın (yani sıfatın taalluk ettiği varlığın) sonradan meydana gelmesi kadim olan mutaallikin (sıfatın) önceden var olmasına aykırı değildir. Görmüyor musun ki; sen rüyanda dimağının kuvve-i batınesi ile çeşitli şekiller ve renkler görürsün, çeşitli sesler işitirsin! Halbuki esasta ne renk vardır, ne de şekil. Sonradan uyanık halde iken aradan zaman geçer. O renkleri ve şekilleri görürsün, işittiğin o sesleri işitirsin.
Sonra uykuda gördüğün ve işittiğin o ses ve renkleri aynen uyanıklık halinde de eksiksiz olarak, gelecekte görürsün. Bununla beraber, kemal sıfatları ile vasıflanmış, melik-i müteal olan Allah Teala'nın eşyayı yaratmadan, renk ve şekillerini nasıl gördüğü, seslerini nasıl işittiğini acayib karşılıyorsun; kelime ve sesleri nasıl işitir? diyorsun. Halbuki Allah uyku halinde iken sana o şekil ve renkleri gösteren, vukuundan önce o kelime ve sesleri işittiren yüce Allah'tır. Allah Teala'nın konuşması, boğaz, dil, dudak ve dişler yardımı ile değildir. Kelimeler ve sesler, harflerin mahreçlerine muhtaç değil.
Harfler ve sesler yaratılmıştır. Allah Teala'nın kelamı ise yaratılmış değildir, belki bizzat kadimdir.
İmam Tahavi diyor ki: “Kim Allah kelamını işitir de onun beşer sözü olduğuna inanırsa kafir olur. Allah Teala böylelerini Cehennem ateşi ile korkutmuştur.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Ben muhakkak onu Cehennem'e sokacağım.” (Muddesir 26)
Cenabı Allah, “Bu Kur'an, ancak bir beşer sözüdür.” (Muddesir 25) diyeni cehennem ateşi ile korkutunca, kesinlikle bildik ki Kur'an, beşerin yaratıcısının sözüdür. Dolayısıyla beşer sözüne benzemez.”
Kur'an Mahluk mudur ? Allah Kelamı mıdır?
Cehmiye, Mutezile Kur'an'ın mahluk olduğuna inanmakta ve bu konuda ehl-i sünnete muhalefet etmektedir.
Yüce Allah'ın ilmi ve kelamı hadistir. Bu konuda şöyle söylerler:
Allah'ın, herhangi bir şeyi yaratmadan önce bilmesi câiz değildir. Yani ilim ve yaratma onlarca eşittir. Çünkü, şayet Allah önce bilip sonra yaratsaydı, bu durumda Allah'ın ilmi ya olduğu üzere bâki olmuş olurdu, ya da olmazdı. Eğer olduğu üzere bâkî olmuş olursa, yani ilk olduğu, ilk hali üzere devam ederse ve herhangi bir ilâve olmamış olursa, Allah câhil olmuş olurdu. Çünkü, ilim sahibinin ilmi daima gelişmeli ve artmalıdır. Eğer olduğu gibi bâki olmamış olup, ilk hali üzere devam etmez ise o zaman da Allah'ın ilmi değişmiş demektir. Değişen şey ise mahluktur, kâdîm değildir, hâdisdir. Böylece Allah'ın ilmi hadis olmuş olur.
Bu izah Allah'ın ilmi için yapılmıştır. Kelâmı ise aynı şekilde bunlara göre hâdisdir. Dolayısıyla Kur'an mahluktur" derler.
Mûtezililerin (Cehmiyye, Cebriyye) Kur'an'ın yaratılmış olduğuna dair ileri sürdükleri deliller şu üç esasa dayanır:
1 — Allah'dan başka her şey mahluktur. Sonradan yaratılmıştır. Şubhesiz Kur'an da, Allah'dan başka bir şey olduğuna göre, o da ancak mahlûk olabilir.
2 — Kur'an, insanlar tarafından okunan (telaffuz edilen) harf ve kelimelerden meydana gelmiştir. Bu harf ve kelimeler olmaksızın Kur'an var olamaz. Bu da, onun ancak yaratılmış olduğunu gösterir. Çünkü hem okunurken, hem de yazılırken yaratılmış olan harf ve kelimelere dayanmaktadır.
3 — Kur'an'ın mahluk olmadığı farz edilince kadim olması gerekir. Çünkü yaratılmamış bir şeyin başlangıcı yoktur. Başlangıcı olmayan bir şey de, ancak kâdim olabilir. Kur'an'ın kâdim olduğu kabul edilirse kadim olan varlıklar birkaç tane olur. Bu da Hıristiyanların İsa (a.s.) hakkında ileri sürdükleri görüşe benzer.
İşte bu konuda Mûtezililerin, Cehmiyye'nin görüşleri bundan ibarettir. Öyleyse bu konuda Ahmed b. Hanbel'in görüşü nedir?
Allah (c.c.) Kur'ân'da: «Eğer muşriklerden birisi senden eman dilerse ona eman ver, ta ki Allah'ın kelamını dinlesin.» ve «Bilesiniz ki yaratma (halk) da, emir de O'na mahsustur.» buyurmuş ve emrin de, yaratmanın da kendisine ait bulunduğunu, emrin yaratmadan başka bir şey olduğunu haber vermiştir.!
İşte yukarıdaki mektupta yer alan bu ifadelere göre Ahmed b. Hanbel, yaratma ile emir arasında bir fark bulunduğunu, Kur'an'ın Allah'ın emrinden, kelam ve ilminden olduğunu, yaratmasından olmadığını göstermektedir. Buna göre Ahmed b. Hanbel, Kur'an'ı mahluk saymamaktadır.
Yine söz konusu mektupta şöyle denilmektedir:
«Geçmişlerimizin (selef) birçoğundan rivayet edildiğine göre onlar; Kur'an Allah kelâmıdır; mahlûk değildir, demişlerdir. Ben bu görüşe uyuyorum, kendimden bir şey söylemiyorum. Bu konuda konuşmayı lüzumsuz görüyorum. Ancak Allah'ın Kitabında, Peygamberin Hadisinde, Sahâbî ve Tabiîlerden nakledilen haberlerde ne varsa ben onları anlatıyorum. Bunların dışındaki meseleler üzerinde konuşmak hoş kaçmaz.»
Kur'an Kadim midir?, Değil midir?
Bu soruyu Kur'ân'ın 2 yönü üzerinde durarak cevaplayalım :
1 — Kur'an'ın manaları:
Bunlar, Allah'ın ezelî ilmine taalluk etmektedir. Yani Allah'ı» ilmine dahildir. Allah'ın ilmi de kadimdir.
2 — Kur’an'ın lafzı ve harfleri:
Bunları Allah, Peygamber'ine Ruhu'l-Emîn olan Cebrail vasıtasıyla vahyetmiştir. Cebrail, bunları Peygamber'e okumuş, Peygamber de sahabîlere okuyarak öğretmiştir. Sahabiler de, aynı şekilde onu tabiilere öğretmiştir. Böylere Kur'ân tevatur yoluyla okunup öğretilmiştir. İşte bize göre Kur'ân, bu yönüyle mahluktur.
Böyle bir anlayış Kur'an'ın Allah katından gönderilişine ve Peygamber (s.a.v.)'in bir mu'cizesi oluşuna aykırı düşmez. Kur'an, Peygamber'in öyle bir mu'cizesidir ki, bütün muşriklere meydan okumuş; eğer Kur'an, uydurma bir şeyse kendilerinin de onun bir mislini veya 10 suresini, yahut da bir tek suresini getirmelerini söylemiştir. Fakat muşrikler, bundan aciz kalmışlardır. (İslam’da Fıkhi Mezhebler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/383-387)
Ahmed b. Hanbel: "Kim Kur'an'ı okumanın yaratılmış olduğunu düşünürse o bir Cehmîdir ve Cehmî de bir kâfirdir" demiştir.
(İbn Ebî Ya'la, Tabakâtu'l-Hanâbile Kahire 1952, I,142)
Yine ilk devir âlimlerinden el-Âcurrî (ö. 360/970) ru'yet ile ilgili yazdığı eserini bir nevî Cehmiyye'ye cevap olarak ortaya koymuş ve bir yerde "Her kim kitab ve sünnete muhalefet eder, Cehm, Bişr el-Merîsî ve benzerlerinin görüşlerine razı olursa, o, kâfirdir" demekte ve bunu sık sık tekrarlamaktadır.
(el-Âcurrî, Tasdîku'n-Nazar bi'n-Nazar İlallâhi Teâla fi'l-Âhireti, Beyrut 1988, 34).
Kuran'a yine 2 farklı yönden bakacak olursak:
1- Kur’an'ın maddi ve mahluk olan yönü ki, şu anda elimizde mevcut olan Kur’an’ların kağıdı, mürekkebi, kabı, sesi, mahreci ve kılıfı gibi gözle görülüp, kulakla işitilen ve elle tutulan şeylerdir.
2- Kur’an'ın manevi ve İlahi bir sıfat olan Kelam ile ilgili olan yönü. Bu yönüyle kur’an mahluk değildir.
Çünkü madem Allah mahluk değil ve ezelidir. Elbette sıfatları dahi mahluk değildir. Sıfatlarından biri de kelam sıfatıdır. Ve Kur’ana biz “ kelamullah” deriz. Kelamullah yani Allah'ın(c.c.) kelamı bir sıfat-ı ilahidir. Bu yönüyle Kur’an mahluk değildir. Bir sıfat-ı ilahidir ve Allah'ın bizden isteklerini anlamak için tecelli etmiş Allah'ın bir lutfudur.
Kur’an-ı Kerim, Allah'u tealanın kelamıdır, mahluk yani, sonradan yaratılmış değildir.
Zat-ı ilahinin sıfatıdır. Kur’an-ı Kerim, bu kelimelerden, seslerden çıkan manalardır. Kelimeler, sesler, kelam-ı ilahi değildir. İnsanın kelamı da kalbdedir. Sözlerimiz bunu meydana çıkaran tercümandır.
Her dirinin kemali, üstünlüğü, kelam sıfatı iledir. Kelam sıfatı olmazsa, kusurlu olur. Allahu teala da, diri olduğu için, kelam sahibi olması gerekir.
Bütün peygamberler, bütün kitaplar, Allahu teâlânın kelam sıfatı vardır, dedi. Musa aleyhisselamın ağaçtan işittiği kelime ve ses, kelam-ı ilahi idi.
Hafızın sesi ise kelam-ı ilahi değildir. Bu sesin sadece manaları, kelam-ı ilahidir. Allahu teala, mahlukların sözünü harfsiz, sessiz işitir. Harfsiz, sessiz olan kendi kelamını, Arabi dil ile indirdi. Kelam-ı ilahide bir değişiklik olmadı. (Emali şerhi)
Mutezile şöyle demektedir: “İnsan, ihtiyari, yani istekli hareketlerini kendi yaratır. Allahu teâlâ, kullarına faydalı işler yapmaya mecburdur. İyilere sevab, kötülere azab vermesi gerekir. Allah’ın sıfatları yoktur. Kur’an, harf, kelime ve sestir. Bunlar ise, mahluk, sonradan yaratılmıştır. İnsan iyi, kötü, bütün işlerini kendi yaratır. Allahu teâlâ, kötü şeyleri, günahları yaratır demek, doğru değildir.”
Mutezilenin bu sözleri yanlıştır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
”Sizi de işlerinizi de yaratan Allahu teâlâdır.” [Saffat 96]
İş sahibi, işi yaratan değil, bu işi yapandır. İnsan mahluk olduğu gibi, küfrü, imanı, ibadeti ve isyanı da mahluktur. [Milel ve Nihal]
Bilindiği gibi Allah'ın kelamı, O'nun yüce sıfatlarından biridir ve kendisi (zatı) gibi bu sıfata da "yaratılmış" denemez.
İmâm Ahmed, Mûtasım zamanında 28 ay hapsedildi. Elleri bağlandı, kamçı ile dövüldü, en şiddetli eziyetler tatbîk edildi. Vâsık'ın devrinde de bu mihnette İmâmu Şâfiî'nin arkadaşı Yusuf İbnu Yahya el-Buveyti de eziyet ve işkenceye tâbî tutulanlardandır. Halîfe'nin, Bağdâd kadısı olan İbnu Ebî Dâvud, Mısır kadısına bunu imtihân etmesini yazmıştı.
Buveyti, Kurân'ın mahluk olduğunu söylemekten imtina etti ve: "Eğer Vâsık'ın huzûruna da çıksam doğruyu söyleyeceğini ve bu zincirlerin içerisinde öleceğim, tâ ki arkadan gelenler bilsin ki bu meselede zincirler arasında ölenler de olmuştur" dedi.
Mısır'dan Bağdad'a götürüldü. 231 yılında hapishânede zincirleri arasında öldü. Allah rahmet ve rıdâsını ondan esirgemesin.