A
Çevrimdışı
Bismillahirrahmanirrahim (Gündem Arşivi Adlı sitenin iddialarına cevaptır.)
Birinci iddia:
Kur’an’ın Kendi İçindeki Dinî Çelişkiler:
1- Hesap gününde Allah’tan başkası şefaat edebilir mi? Edemez / Bakara-48: Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korunun. Edebilir / Meryem-87: Rahman’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır. Edebilir diyen diğer Ayetler: Enam-51, İnfitar/ 18-19 Edemez diyen diğer ayetler: Bakara-123, Zuhruf-86, Secde-4
Cevap: Elmalılı Hamdi Yazır (r.h) Bakara suresinin 48.Ayetinde bizim görüşümüzün dışında fikirler söyleyen Mu'tezile mezhebine reddiye yapmakla beraber Kur'andaki çelişki iddiasına da aynı zamanda cevap vermiştir, Kendisi der ki: Mu'tezile (mezhebinde olanlar) bu âyete dayanarak, ahirette büyük günah işlemiş olanlara şefaat edilmeyi reddetmişlerdir. Fakat burada şefaatin kabul olunmaması özellikle kâfirler hakkındadır. Ve hitap küfürde ısrar edenlere mahsustur. Zira İsrailoğulları kendilerinin babaları ve dedeleri olan peygamberlerin her halde kendilerine şefaat edeceklerine inanıyorlardı. Bu âyet, bunu reddediyor. Yoksa diğer âyetler gelecektir ve hadisler de vardır ki, Allah'ın izniyle yine şefaat olur. Yasaklanmış olan şefaat herkesin kendiliğinden ve Allah'ın iznine bağlanmadan yapılacağı düşünülen şefaatlerdir. Şu halde kendiliklerinden şefaat edebilirler zanniyle peygamberlere ve velilere tapılmamalı, ancak Allah'a ibadet etmelidir ki, o istediğine her istediği zaman şefaat ettirir. Ve bununla beraber kıyametin başlangıcı öyle korkunçtur ki, o sırada şefaat da bahis konusu değildir. Herkes kazancıyla kalabilecektir ve bu âyet o zamanı anlatmaktadır. (Hak Dini Kur'an Dili, El-Bakara 2/48 Tefsiri) Bu cevap hem bize Ehli-Sünnet'in doğru yolda olduğunu, hem de Kurandaki Çelişki iddiasının bir iddiadan öteye gitmediğini göstermektedir. Daha fazla söze gerek yoktur.
İkinci iddia:
2- Kötülük Allah’tan mı gelir?
Nisa -78: Nerede olursaniz olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: “Bu Allah’tandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa “Bu, senin tarafındandır” derler. De ki: “Hepsi Allah’tandır”. Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?
Nisa-79: Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Seni insanlara peygamber gönderdik, şahid olarak Allah yeter.
Cevap: İbnu'l-Münzir,İbnu'l-Enbârî, Mesâhifde Mücâhid'den bildirir: Bu âyet Ubey b. Ka'b ile Abdullah b. Mes'ûd'un kıraatinde: “Sana ne iyilik gelirse Allah'tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Bunu ben sana yazmışımdır" şeklindedir. Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “...Onlara bir iyilik gelirse, "Bu, Allah'tandır" derler. Onlara bir kötülük gelirse, "Bu, senin yüzündendir" derler. De ki: “Hepsi Allah'tandır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Âyette nimet ile musibetlerden bahsedilmiş ve bunların hepsinin Allah'tan olduğu ifade edilmiştir." (Ed-DÜRRU’L-ME’SÛR fi-TEFSÎRİ bi’l- ME’SÛR, Abdurrahmân b. Kemâl Ebî Bekr b. Muhammed Celâlüddîn Es-Suyûtî, Nisâ' 4/79) Başımıza gelen kötülükler yaptığımız günahlar yüzündendir, Bunları takdir eden ve yaratan da Yüce Allahtır.
insanların başına ne gelirse gelsin, çevrelerinde iyi veya kötü ne olursa olsun bunların tamamı, hayrı-şerri, iyisi-kötüsü Allah’tandır; O takdir etmiş, murat eylemiş ve yaratmıştır, ancak olup biten şeylerde insanların katkısı, iyilik ile kötülük, hayırla şer bakımından –yine Allah böyle istediği için– farklı olmaktadır. Eğer iradelerine bırakılmış konularda iyi bir şeyle karşılaşır, bir nimete nâil olur, bir başarı elde ederlerse Allah’ın verdiği aklı, bilgiyi, iradeyi ve gücü doğru ve yerinde kullanmış oldukları anlaşılır. Allah böyle istediği, buna razı olduğu, verdiği kabiliyetleri bu sonucu elde etmek üzere kullansınlar diye verdiği için hayır, iyilik, başarı Allah’tandır. Yine insanların irade ve tercihlerine bırakılan konularda, alanlarda, işlerde insanlar akıl, bilgi, irade ve güçlerini –ki bunların hepsini veren Allah’tır– yerinde ve doğru kullanmazlar, bu yüzden O’nun razı olmadığı, kendilerinin de hoşlarına gitmeyen sonuçlar elde ederlerse bu sonuçlar (şer, kötülük) kendilerindendir; bunlara kendileri sebep olmuşlardır. İmkân verdi diye kötülük Allah’a yüklenemez, “O’ndandır” denemez, zira buna rızâsının bulunmadığını bildirmiştir (Hayrettin Karaman, Kur'an yolu, Nisâ' 78-79)
Üçüncü iddia:
3- Müslüman olmayanlar cennete gidebilir mi?
Gidebilir/ Bakara-62: Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah’a ve ahiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku ve üzüntü yoktur. (Ayrıca Maide-69 )
Gidemez/ Ali İmran-85: Kim İslam’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. (Ayrıca tevbe-30)
Cevap: (Bakara suresi 62.Ayette kimlerin bahsedildiği konusunda) İbn Abbas (r.â)'ın görüşüne göre, bundan murad, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilmezden önce, yahûdilik ve hristiyanlığın batıl itikadlarından berî olarak Hazret-i İsâ (aleyhisselâm)'ya inanmış olan kimselerdir. Meselâ, Kuss b. Sâide, Rahib Bahîrâ, Habibu'n-Neccâr, Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Varaka b. Nevfel, Selman-ı Fârisi, Ebu Zerr'il-Gifâri ve Necâşî'nin heyetindeki kimseler gibi...Buna göre sanki Hak teâlâ şöyle demektedir: "Hazret-i Muhammed peygamber olarak gön derilmeden önce yahûdilerin batıl dini üzere ve hristiyanların batıl dini üzere olanlardan, Hazret-i Muhammed, peygamber olarak gönderildikten sonra Allah'a, âhiret gününe ve Hazret-i Peygambere iman eden herkes için, Rab'leri katında mükafaat vardır." (TEFSİR-İ KEBİR MEFÂTÎHU’L-GAYB, Fahruddin Râzî, Ebu Abdillah Muhammed b. Ömer, Bakara 2/62). Âyet-i kerime’den (Âli imran 85) anlaşıldığı gibi, İslamın dışındaki Yahudilik ve Hristiyanlık gibi bütün dinlerin hükmü kaldırılmıştır. Bundan sonra kıyamete kadar bütün insanların tek dînî İslamdır. (TABERİ TEFSİRİ, Câmiu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân Ebû Ca’fer Muhammed ibn Cerîr et-Taberî, Âli imrân 85). Görüldüğü üzere, Âyetler arasında çelişki yoktur.
4. iddia:
Cennetin genişliği ne kadardır?
Göklerle yer kadar/ Ali İmran -133: Rabbinizin bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun.
Gökle yer kadar/ Hadid-21: Rabbinizden bir bağışlanmaya ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah’a ve Resulüne inananlar için hazırlanan cennete yarışırcasına koşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.
Cevap: Gök ve Yer Genişliğinin Anlamı
Ayetteki, "Genişliği yerle göğün eni kadar olan... cennete..."ifâdesine gelince, -ki Cenâb-ı Hakk, Âl-i İmrân Sûresi'nde de, "eni gökler ve yerin eni kadar olan cennete..." (Al-i İmrân, 133) buyurmuştur. Alimler bu hususta şu izahları yapmışlardır:
1) "Yedi kat gök ve yedi kat yer şayet, dümdüz bir levha haline getirilseler ve yanyana birbirine eklenseler. cennet, onun eni kadar olurdu" demektir. Bu, Mukâtil'in görüşüdür.
2) Atâ'nın İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre, İbn Abbas, Cenâb-ı Hakk'ın, bu ifâdeleri ile, itaat eden herkes için böylesi vasıfta bir cennetin olacağını kastettiğini söylemiştir.
3) Süddî şöyle demiştir: Allahü teâlâ, cennetin "enini", yedi kat yerin ve yedi kat göğün enine benzetmiştir. Halbuki, cennetin boyunun, eninden daha fazla olduğunda ise şüphe yoktur. Böylece Cenâb-ı Hakk, cennetin boyunun, bunun kat kat fazlası olduğuna dikkat çekmek için, "en"i zikretmiştir.
4) Bu, kullar için, onların düşünebilecekleri, kafa ve gönüllerine çıkabilecekleri şeye bir benzetmedir. Onların anlayışlarına göre, en büyük şey ise, göklerin ve yerin miktarıdır. Bu, Zeccâc'ın görüşüdür.
5) İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın tercih ettiği görüşe göre, cennetler dörttür. Çünkü Hak teâlâ, "Rabbisinin makamından korkan için iki cennet vardır" (Rahman, 46) ve "Bunların altında da iki cennet vardır" (Rahman, 62) buyurmuştur. O halde burada kastedilen, o cennetlerden tek birini, eni bakımından, yedi kat gök ile yedi kat yere TEŞBİHTİR.
(TEFSİR-İKEBİR MEFÂTÎHU’L-GAYB,Fahruddin Râzî)
5. İddia:
5- İlk müslüman kimdir?
Enam-163′e göre Muhammed.
Araf-143′e göre Musa.
Ali İmran-67′ye göre İbrahim.
Cevap: O (Hz.Muhammed aleyhissalâtu vesselam), kendi dinine tabi olan müslümanların ilkidir. Bu açıklama, İbnü'l-Arabî'ye aittir. Bu, Katade'nin ve başkalarının da görüşüdür.
"Ve ben îman edenlerin ilkiyim." Kavmimden îman edenlerin ilkiyim diye açıklandığı gibi, İsrail oğullarıarasından bu çağda îman edenlerin ilkiyim diye de açıklanmıştır. Ayrıca bu husustaki ezelî va'din dolayısıyla dünyada görülmeyeceğine îman edenlerin ilkiyim, diye de açıklanmıştır. (el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân,Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed,Endelüsî)
Âli imran 67'de de çelişen bir durum yoktur.
6. İddia:
6- Kur’an’daki Gaflar: (Allah’a ait olmadığı açık olan Ayetler.)
Hud-2: Allah’dan başkasına kulluk etmeyin. Ben size O’nun tarafından müjde vermek ve uyarmak için gönderilmiş gerçek bir peygamberim.
Şura-10: Hakkında ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte bu, Rabbim Allah’tır. Yalnız O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yöneliyorum.
Tevbe-30: Yahudiler, “Uzeyir Allah’ın oğlu” dediler, Hıristiyanlar da “Mesih Allah’ın oğlu”, dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkara sapmış olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da saptırıyorlar!
Zariyat-51: Allah ile beraber başka bir tanrı edinmeyin. Zira ben size O’nun tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
En’am-104: Rabbinizden size gerçekleri gösteren deliller geldi. Artık kim gözünü açar hakkı idrak ederse kendi yararına, kim de (hakkın karşısında) körlük ederse kendi zararınadır.Ben başınızda bekçi değilim.
En’am-114: Allah’tan başka bir hakem mi arayayım ki size, her muhtaç olduğunuz şeyi bildirip açıklayan kitabı, o indirmiştir. Kendilerine kitap verilenler de bilirler ki o, senin Rabbin tarafından gerçek olarak indirilmiş bir kitaptır; artık şüphe edenlerden olma.
Bu ayetlerden Kur’an’ı yazanın Muhammed olduğu açıkça belli oluyor. Hitap eden Allah değil, Muhammed. Belli ki gaf yapmış, “De ki” ekini unutmuş.
Cevap:
Hud 2, "Elif-lâm-ra. Bu, insanlara, Allah'tan başkasına ibadet etmemelerini emretmen ve onlara 'Ben, Allah katından size gelen bir nezir (uyarıcı) ve bir beşir (müjdeleyici peygamberim)' demen için, hakim ve habir (Allah) katından gönderilmiş, ayetleri muhkem kılınıp açıklanmış bir kitaptır." (Razi, Mefatih, ilgili ayetin tefsiri)
Hud sûresi, 2. âyette, birinci âyet olan “Elif, lam, ra! Bu, hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından muhkem kılınıp sonra da âyetleri açıklanmış bir kitaptır.” âyetinden sonra,"Şüphesiz ki ben O’nun tarafından size gönderilmiş bir uyarıcıyım ve müjdeleyiciyim.” âyetinde, konuşanın peygamberimiz olarak görülmesi iki türlü izah edilebilir: 1. Bir âyette Kur’an’da pek çok âyetin başında takdiren bulunan kul (de ki) ifadesi takdiri olarak vardır. Örneğin, Fatiha suresine başlarken okuduğumuz, "bismillahirrahmanirrahim" ve "elhamdulillah" ifadelerinin başında da bu ifade (kul / de ki) takdiridir. Çünkü bu ifadelerde de zahiren Peygamberimiz (asm) konuşuyor gibidir. Hakikatte ise konuşan Yüce Allah olduğu için bu ifade benzer âyetlerde -bir üslup özelliği olarak- takdiren (gizli olarak) bulunmaktadır.
2. Bu durum Kur’an’ın çok renkli, insanı bıktırmayan mucizeli üslup özelliklerindendir. Kur’an insanların alışageldikleri belli bir üslubu takip etmiyor. Olayları farklı zaman kipleriyle, kişileri farklı kiplerle anlatıyor. Örneğin Yüce Allah kendinden bahsederken bazen “Allah”, “Rahman” gibi isimlerini kullanırken, bazen zamirlerle “ben”, bazen “o”, bazen de mühim hadise ve kıyamet gibi inkılaplara gücünün yeteceğini ifade etmek için azamet ifadesi olarak “biz” zamirini kullanıyor. Âyetlerin öncesi ve sonrasına (siyak-sibak), konuya (makam) göre bazen gayb (III. Tekil şahıs) bazen muhatap kipiyle konuşulur. Örneğin, Fatiha suresinin ilk âyetlerinde gayb kipiyle Allah övüldükten sonra "iyyake" ifadesiyle birden muhatap kipine geçilir. Medhettiği Yüce Allah âdeta karşısındaymış gibi, ihsan makamındaki bir kimse gibi, O’na yalvarıp dua edilir. Yine, Kur’an’da kıyamet sahneleri anlatılırken çoğu kere cennet veya cehennemde yaşanacak bir durum, geçmiş zaman kipiyle ifade edilerek kesinliğine vurgu yapılır. Edebiyatta iltifat sanatı olarak isimlendirilen bu durumun Kur’an’daki örnekleri pek çoktur. Kur’an’dan bahseden bir âyette “O kerim bir elçinin sözüdür” ifadesinde Kur’an’ın kerim elçiye (Cebrail’e) nisbet edilmesi de bu konuda bir örnektir. Çünkü âyette Kur’an-ı Kerim'in elçiye nisbet edilmesi, ona ait bir söz olduğu için değil, Kur’an’ın güvenilir bir yolla Peygamberimize (asm) ulaştırıldığını ifade etmek içindir. İşte Hud suresi 2. âyette de Kur’an’ın bu çok zengin üslup özelliğinin bir yansıması olarak, “Sen onlara gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyicisin.” ifadesi yerine, muhataplar dikkate alınarak, “Ben size gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” ifadesi kullanılmıştır.
Şura 10,"Ayrılığa düştüğünüz bütün konularda (doğru) hüküm Allah'a aittir. İşte o Allah benim rabbimdir; yalnız O'na güvenip dayanmışımdır ve daima O'na yönelirim." (Şura, 42/10)
Ayetin asıl amacını şöyle özetlemek mümkündür:
Yüce Allah nasıl Resulünü inkarcıları iman etmeye zorlamaktan menetmişse, aynı şekilde müminlerin de onlarla çekişmelerini ve husumeti arttırmalarını yasaklamış, haklıların mükâfatının ve haksızların cezasının kendisi tarafından verileceğini bildirmiştir. Burada âyetin ilk cümlesi Hz. Peygamber' (asm)in sözü olarak kabul edilirse "İşte o Allah benim rabbimdir; yalnız O'na güvenip dayanmışımdır ve daima Ona yönelirim." anlamındaki sözler de bunun devamı olur; ilk cümle Cenâb-ı Allah'ın hitabı olarak kabul edildiğinde ise, devamında "Ey Muhammed! Şöyle de..." şeklinde bir hitap cümlesinin bulunduğu var sayılır. (bk. Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu: IV/631-632.) "İşte o Allah benim rabbimdir." Yani bu sıfatlara sahib olan bir ve tek olarak benim Rabbimdir. Bu buyrukta hazfedilmiş takdiri ifadeler de vardır. Yani "Ey Muhammed, onlara de ki: İşte Allah O'dur, ölülere hayat verendir. Anlaşmazlığa düşenler arasında hüküm verir O. O benim Rabbimdir." (bk. İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 15/376)
Tevbe 30, "Allah kahretsin” cümlesinin Arapçası, “katele” fiilidir. Bu fiilin asıl şekli, mazidir ve “Allah kahretti” anlamına gelir. Ancak görünürde mazi olmakla beraber, beddua etme manasına da gelir. Buna göre denilebilir ki, bu fiil cümlesi iki manayı içine almaktadır.
a) İnsanların anlayışına, âdetlerine yönelik manası “Allah kahretsin’” şeklinde bir bedduayı ifade eder.
b) Allah’a bakan ciheti itibariyle, geniş zaman kipi manasında “Allah onları kahreder.” şeklinde olur. Çünkü gerçekten Allah o kafirleri kahreder ve etmiştir.
Zariyat 51, Kur’an’ın mucizeliğinin en önemli yönlerinden biri onun îcazı (vecizliği) dir. Bu üslupta özellikle, az bir sözle çok manalar ifade etmek yanında, ifadede bir çok kelimeyi hazf ederek (kullanmayarak) bir konuyu açıklamak hususu kendini göstermektedir... İşte bu harika üslubun bir yansımasını da bu ayetlerde görüyoruz. Allah’ın kudretinin haşmetini gösteren 47-49. ayetlerden sonra, 50-51. ayetlerde “böyle sonsuz kudret sahibi bir zata karşı isyan bayrağı açılmaz, ona meydan okunmaz; insanlar için onunla barışmak, onun hoşnutluğunu kazanmak, ondan yine ona sığınmak, onun rahmet kucağına atılmaktan başka bir çarelerinin olmadığı” ifade edilmiştir. Fakat bir uyarı üslubu olan bu ayetlerde, tefennün yapılmış, farklı bir üslup benimsenmiş, önceki ayetlerde ilahî kudretin nakışları doğrudan Allah tarafından seslendirilmişken, bu son iki ayette elçinin lisanıyla çağrı yapılmıştır. Çünkü, farklı üslup ve farklı çağrı, farklı hitap kaynağından gelmesi daha tesirli, daha dikkat çekici olur. İşte bu ayetlerde, “Allah'a kaçın… Allah'la beraber başka bir tanrı uydurmayın.” çağrılarında veciz üslup kullanılmış ve “kul = De ki:” sözcüğü melhuz olarak hazf edilmiştir (varlığını çağrıştıracak bir konumda kullanılmamıştır). Ancak, kullanılmayan kelimenin “kul = De ki “ olduğunu çağrıştıran bir cümle olarak -mealen-: “ben size ondan gelen açık bir uyarıcıyım” ifadesine yer verilmiştir. (Kul takdiri için bk. Razî, İbn Aşur, ilgili ayetlerin tefsiri). Kur’an’da baştan sona kadar, ihtiyaç duyulan her yerde “Kul” kelimesi açıktan veya zımnen vardır. Bu işin ehli tarafından kabul edilen ilmî bir kuraldır.
En'âm 104, "Rabbinizden size gerçekleri gösteren deliller geldi. Artık kim gözünü açar hakkı idrak ederse kendi yararına, kim de (hakkın karşısında) körlük ederse kendi zararınadır. Ben başınızda bekçi değilim." ﴾Enam, 6/104﴿ Besâir kelimesi “kalbin nuru, kalpte hâsıl olan bilgi ve idrak” anlamına gelen basîretin çoğuludur. Beden gözüyle algılamaya basar, akıl ve zihin melekeleriyle algılamaya da basîret denir. Âyette, Allah tarafından geldiği bildirilen “basîretler”den maksat, hakka davet eden, kurtuluş yolunu gösteren âyetler ve özellikle yukarıda geçen tevhid akîdesinin ispatına dair âyetler ile –Râzî’ye göre– Cenâb-ı Hakk’ın insan fıtratına bahşettiği, küfrü terkedip imana yönelme istidadı yani bilgi ve düşünme melekesidir (XIII, 134).
Buna göre Hz. Peygamber (asm)’in hakka davetini doğru bir şekilde kavrayan, bununla ilgili delilleri akıl ve düşünme yeteneğini isabetle kullanarak değerlendiren ve bu sayede hidayeti bulan kimse kendine iyilik etmiş; gurur ve kibre kapılarak bunun aksine davranan da kendine kötülük etmiş olur. Âyetin son kısmı, Hz. Peygamber (asm)’in, bu şekilde basîretsizliği yüzünden helâke doğru gidenleri koruma ve engelleme imkânının bulunmadığını bildirmektedir. Bunun bizzat Hz. Peygamber (asm)’in ağzından ifade edilmesi, müfessirlerin çoğunluğuna göre, âyetin başında veya bu son cümlesinden önce Resûlullah’a hitaben “de ki” şeklinde bir zımnî emrin bulunduğunu gösterir.
En'âm 114, “(De ki) 'Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size kitabı açıklanmış olarak indiren O'dur.' Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçekten rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden olma!” (En'am, 6/114)
Fahreddin er-Râzî'ye göre ayet bir bakıma, Hz. Peygamber bir mucize getirirse, buna inanacaklarına dair yemin eden müşriklere (bk. Enam, 109. ayet) bir cevap teşkil etmektedir.
Esasen her ayetin başında ya açıktan ya da gizli olarak "De ki" anlamına gelen "Kul" emri vardır. Öncelikle bunu hatırlatmak isteriz.
Bu ayette özellikle Hz. Muhammed Efendimiz (asm)'in kendisiyle ilgili bir konunun söylenmesi Allah tarafından emrediliyor ve "Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size kitabı açıklanmış olarak indiren O'dur." demesi isteniyor.
Demek ki, her ayette olduğu gibi bu ayette geçen bu ifade de Allah’ın emridir ve Hz. Muhammed (asm) bu ifadeyi tekrar etmekle görevlidir. Bu nedenle ayetin mealini verirken konu daha iyi anlaşılsın diye "Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size kitabı açıklanmış olarak indiren O'dur." kısmını ayrıca tırnak içine aldık. Özetle "Allah'tan başka hakem mi arayacak mışım?" ifadesi şu demektir:"Ey Muhammed de ki: 'Sizler diğer mucizeleri talep etme konusunda ısrar edip işi yokuşa sürüyorsunuz... Aklen Allah'tan başka bir hakem talep etmek caiz midir? Çünkü herkes, bunun caiz olmadığını söyler.' Sonra sözüne devamla de ki: 'Mucize noktasına varan, kamil ve mufassal, iyice açıklanmış olan böyle bir kitabı bana has kılmış olduğu için de yine Allah, benim peygamberliğimin doğruluğuna hükmetmiştir.'" (Razi, Mefatih, ilgili yerin tefsiri) Buna göre Allah'ın, gerek fesahat ve belagatı, gerekse açık seçik muhtevasıyla gerçekliği apaçık olan Kur'an'ı indirmesi, başka bir mucizeye olduğu gibi, Hz. Peygamber (asm)'in doğruluğunu kanıtlamak için Allah'tan başka bir hakemin hükmüne de gerek bırakmamıştır. (Detaylı Bilgi kaynağı için: Mefahitul Gayb Fahreddin Razi, İslam Makaleleri, İslamicrophone, Sorularla İslâmiyet, Gaf konusu Hud 2, En'âm suresindeki ayetler...)
7.İddia:
İblis melek midir, cin midir?
Bakara-34′e göre melek, Kehf-50′ye göre ise cindir.
Bakara-34: Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.
Kehf-50: Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!
Cevap: [İblis Melek mi Cin mi?]
İblîs hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazıları onun meleklerden olduğunu, diğerleri ise olmadığını belirtmiştir. Sonuncu kanaat, Hasan-ı Basrî ve Ebû Bekir el-Esam’a ait olup fikirlerini birkaç şekilde ispat etmeye çalışmışlardır172: Birincisi, azîz ve celîl olan Allah’ın, “Onlar kendilerine emredilenler husûsunda Allah’a âsi olmazlar”173 meâlindeki beyanı ile meleklerin itaatkâr olduklarını zikretmesidir. Cenâb-ı Hak, aynı konuda şöyle de buyurmuştur: “Melekler O’ndan önce konuşmazlar ve emrine göre hareket ederler”174, “O’na ibadet etme husûsunda ne kibre kapılırlar ne de yorulurlar”175. Yüce Allah bu beyanlarında melekleri, kendisine olan itaatleri ve emirlerini yerine getirmeleriyle nitelemiştir. Şayet Allah’ın rahmetinden kovulmuş şeytan onlardan olsaydı, kendileriyle birlikte itaat ederdi. İkincisi, şu ilâhî beyandır: “Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın”176; halbuki melekler nurdan yaratılmıştır. Üçüncüsü, “O cinlerden idi”177 meâlindeki âyettir. Cenâb-ı Hak burada “meleklerdendi” dememiştir. İşte bu âyetler, İblîs’in meleklerden olmadığını göstermektedir. Sözü edilen görüşü benimseyen Hasan-ı Basrî “İblîs dışında herkes secde etti” meâlindeki ilâhî beyan için şöyle demektedir: İstisnâ edilenin kendisinden istisnâ edilen şey (müstesna minh) türünden olmaması mümkündür, “Kûfeliler şu eve girdi ancak Medine halkından biri müstesna” örneğinde olduğu gibi, bu husûs, dil açısından imkân dâhilinde bulunmaktadır. Âyette yer alan istisnâ ile secde emrinin orada bulunanların hepsine yönelik olduğuna istidlâl edilebilir. [§] Yani hem İblîs’e hem meleklere secde emri verilmiştir. “Sonra herkesin ilerlediği yerden siz de ilerleyin”178 meâlindeki âyette olduğu gibi, bu ilâhî beyandan hac ibadeti içinde yer alan Arafat’ta vakfeden sonra Müzdelife’ye gitme (...) emrinin, bütün insanlara yönelik olduğu anlaşılmaktadır. İblîs’le ilgili mesele de bunun gibidir179. Nihaî gerçeği bilen Allah’tır. (TE’VÎLÂTÜ’L-KUR’ÂN TERCÜMESİ, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâtürîdî es-Semerkandi (Ö. 333 / 944) Cilt: 1 Çeviren Prof. Dr. Bekir TOPALOĞLU
Editör Prof. Dr. Yusuf Şevki YAVUZ, Bakara 33-34)
8.İddia: İslam’da Vasiyet geçerli midir?
Bakara-180′de ölümü yaklaşanlar için vasiyet etmek şart koşulmuşken, Nisa/ 11-12 ayetleriyle vasiyetin bir hükmü
kalmamış, miras taksimi zorunlu kılınmıştır.
Bakara-180: Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı.
Ayete ilaveten, Muhammed’in Veda Hutbesinde şöyle dediği yazılıdır:
“Mirasçı için ayrıca vasiyet etmeye gerek yoktur."
Cevap: Âyet neshedilmiştir. "Bu haber bize her ne kadar ahad yollarla gelmiş ise de bir mirasçıya vasiyet etmenin câiz olmadığına dair müslümanların icmaı da buna eklenmiş bulunmaktadır. Böylelikle miras alan yakın akrabaya vasiyette bulunma vücûbunun sünnet ile neshedilmiş olması ve bu sünnetin icma edenlerin dayanağı olduğu da ortaya çıkmıştır." (el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, İlgili ayet)
9.İddia: Allah’ın katına olan mesafe-zaman çelişkisi:
Secde 5: Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O’nun nezdine çıkar.
Mearic 4: Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar.
Bu çelişkiye bir de Allah katındaki zaman çelişkisini ekleyelim:
Hac-47: Senden çabucak azabı getirmeni istiyorlar. Allah, asla vaadinden caymaz. Doğrusu Rabbının katında bir gün; saydıklarınızdan bin yıl gibidir.
Cevap: Sonra bütün işler sizin hesabınıza göre bin yıl tutan bir günde O'nun katına çıkar. Müfessirlerin bir kısmı şöyle demiştir: Sonra O'nun katına çıkar. Melek dünya hayatına göre bir günde O'nun yüce katına çıkar. Bu gün sizin hesabınıza göre bin yıl tutan bir gündür. Çünkü gök ile yer arasındaki mesafe beş yüz yıl yürüme mesafesindedir. Beş yüz yıllık bir mesafeyi iner, beş yüz yıllık bir mesafeyi çıkar. Böylece bu dünya hayatına göre bir günde bin yıllık mesafe ölçüsündedir. Cenâb-ı Hak başka bir âyet-i kerîmede "elli bin yıl"" buyurmuştur. Bunun kıyamet gününe ilişkin bir niteleme olması da mümkündür. Dolayısıyla bu beyan bir sınırlama ve belirleme mânasında değil, söz konusu günün büyüklüğünü ifade etme ve insanların kalbindeki büyüklüğüne dair bir niteleme mânasına gelir. Bu niteleme Cenâb-ı Hakkın onu büyük olmakla nitelemesidir.(Maturidi, Te'vilatu'l Kur'an, c. 11, sf. 305. Doç. Dr. Fadıl AYĞAN, Prof. Dr. Yusuf Şevki YAVUZ)
10. İddia: 10- Allah herşeyi bilir mi? Gaybı bilen yalnızca Allah’tır” ayetlerine rağmen Enfal/ 65-66 da Allah’ın bir müslümanın kaç düşmana bedel olduğunu ancak savaştan sonra bilebildiği anlaşılıyor. Enfal-65: Ey Peygamber! Müminleri cihada teşvik eyle. Eğer sizden sabredecek yirmi kişi olursa ikiyüze galip gelirler ve eğer sizden yüz kişi olursa kafirlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar hakkı ve akıbeti düşünmeyen anlayışsız bir kavimdirler. Enfal-66: Şimdi Allah sizden yükü hafifletti ve sizde bir zaaf olduğunu bildi. O halde sizden sabredecek yüz kişi olursa ikiyüz düşmana galip gelirler, sizden bin kişi olursa Allah’ın izniyle ikibin düşmana galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.
Cevap:Arada çelişki yok, eğer ayetleri dikkatli okursanız Allah ayetlere bir şart/koşul yerleştirmiş. Yani iki farklı durum var. Enfal 66 ayetinde "sizde zayıflık olduğunu bildi" deniliyor. Allah'ın ayetlere yerleştirdiği koşul istenç zayıflığı yani "zaaf",Kısacası eğer zaaf göstermezseniz Enfal 65 ayetinde denildiği gibi 10 katınıza, zaaf gösterirseniz Enfal 66 ayetinde denildiği gibi 2 katınıza yetecek kadar gücünüz olur. Sonuç olarak İki ayet arasında bir çelişki yada bir birinin hükmünü kaldırması diye bir şey söz konusu değildir. (Bkz: İslamicrophone)
11.İddia: 11- Evlilikte Peygambere tanınan ayrıcalık: Ahzap-50: Ey peygamber! Biz bilhassa sana şunları helal kıldık: Mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak ihsan buyurduklarından sahip olduğun cariyeleri, amcalarının kızlarından, halalarının kızlarından, dayılarının kızlarından, teyzelerinin kızlarından seninle beraber hicret etmiş olanları, bir de mümin bir kadın kendini peygambere hibe ederse, peygamber nikah etmek istediği takdirde, onu başka müminlere değil de sadece sana mahsus olmak üzere helal kıldık. Onlara eşleri ve cariyeleri hakkında neyi farz kıldığımızı biliyoruz. Bunlar sana hiçbir darlık olmaması içindir. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. Cevap: Hz. Peygamber’in hiç olmazsa aile hayatında rahat olabilmesi, birden fazla eşiyle yaşarken sıkıntıya düşmemesi için kendisine özgü olmak üzere bahşedilen ruhsatlar, kolaylıklar bu âyetten itibaren bazı açıklamalarla birlikte şöyle sıralanmıştır: Dörtten fazla olan eşlerle evlenmesinin helâl olması, isteyen kadınlarla mehirsiz evlenmesinin câiz olması, kadınlarının yanlarında kalma sürelerini eşit tutma (buna fıkıh kitaplarında, paylaştırma mânasında kasm denilmektedir) mecburiyetinin bulunmaması, bu âyetler geldiğinde evli bulunduğu kadınlardan başka kadınla evlenmesinin ve bunlardan birini boşayarak yerine bir başka kadını almasının câiz olmaması, vefat ettiğinde veya boşadığında eşleriyle başkalarının evlenmesinin câiz olmaması ve eşlerinin bundan sonra yabancılara karşı daima perde arkasında bulunmaları. Birçok kadın, peygamber eşi olabilmek için mehirsiz olarak onunla evlenmek istemiştir (âyetin ifadesiyle kadınlar kendilerini ona bağışlamışlardır). Bu şartla evlenmesi âyete göre câiz olduğu halde kendisinin bu ruhsatı kullandığına dair örnek yoktur (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1559). Ayrıca kendisi, yirmi beş yaşında iken kırk yaşında dul bir hanımla evlenmiş, onunla yirmi beş yıl mutlu bir hayat yaşamış, çocuk sahibi olmuş, Hz. Hatice vefat edinceye kadar da başka bir hanımla evlenmemiştir. Şu halde daha sonra, on yıl gibi kısa bir zaman içinde birçok eşle evlenmesinin cinsel arzuyla izah edilemeyecek sebepleri ve hikmetleri olmalıdır. Fedakârlık eden bazı hanımların ödüllendirilmesi, evlilik yoluyla akrabalık (sıhriyet) bağı kurarak bazı fertleri ve grupları kazanmak, onlarla yakınlık ve dostluk oluşturmak ve bu suretle İslâm’a karşı olan cepheyi zayıflatmak, özel hayatı ve aile ilişkileri başta olmak üzere ümmetin bilmesini istediği hususların eksiksiz zaptedilip başkalarına anlatılmasını, bu amaçla toplumun peygamber hanımlarının bilgilerinden yararlanmalarını sağlamak bunlardan bazılarıdır. Hanımların da onunla evlenmek istemelerinde birinci saik, peygamber hanımı olarak yaşama ve ölme şerefine nâil olmaktır. Bu sebepledir ki, kendilerini, dünya nimetleri ile peygamberden birini seçmede serbest bıraktığında eşlerinin tamamı onu ve Allah rızâsını seçmişlerdir (Resûlullah’ın çok evliliğinin başlıca sebepleri konusunda daha fazla bilgi ve değerlendirme için bk. Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 10-17). (Hayrettin Karaman, Kur'an yolu...)
Fî Emânillâh...
Birinci iddia:
Kur’an’ın Kendi İçindeki Dinî Çelişkiler:
1- Hesap gününde Allah’tan başkası şefaat edebilir mi? Edemez / Bakara-48: Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korunun. Edebilir / Meryem-87: Rahman’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır. Edebilir diyen diğer Ayetler: Enam-51, İnfitar/ 18-19 Edemez diyen diğer ayetler: Bakara-123, Zuhruf-86, Secde-4
Cevap: Elmalılı Hamdi Yazır (r.h) Bakara suresinin 48.Ayetinde bizim görüşümüzün dışında fikirler söyleyen Mu'tezile mezhebine reddiye yapmakla beraber Kur'andaki çelişki iddiasına da aynı zamanda cevap vermiştir, Kendisi der ki: Mu'tezile (mezhebinde olanlar) bu âyete dayanarak, ahirette büyük günah işlemiş olanlara şefaat edilmeyi reddetmişlerdir. Fakat burada şefaatin kabul olunmaması özellikle kâfirler hakkındadır. Ve hitap küfürde ısrar edenlere mahsustur. Zira İsrailoğulları kendilerinin babaları ve dedeleri olan peygamberlerin her halde kendilerine şefaat edeceklerine inanıyorlardı. Bu âyet, bunu reddediyor. Yoksa diğer âyetler gelecektir ve hadisler de vardır ki, Allah'ın izniyle yine şefaat olur. Yasaklanmış olan şefaat herkesin kendiliğinden ve Allah'ın iznine bağlanmadan yapılacağı düşünülen şefaatlerdir. Şu halde kendiliklerinden şefaat edebilirler zanniyle peygamberlere ve velilere tapılmamalı, ancak Allah'a ibadet etmelidir ki, o istediğine her istediği zaman şefaat ettirir. Ve bununla beraber kıyametin başlangıcı öyle korkunçtur ki, o sırada şefaat da bahis konusu değildir. Herkes kazancıyla kalabilecektir ve bu âyet o zamanı anlatmaktadır. (Hak Dini Kur'an Dili, El-Bakara 2/48 Tefsiri) Bu cevap hem bize Ehli-Sünnet'in doğru yolda olduğunu, hem de Kurandaki Çelişki iddiasının bir iddiadan öteye gitmediğini göstermektedir. Daha fazla söze gerek yoktur.
İkinci iddia:
2- Kötülük Allah’tan mı gelir?
Nisa -78: Nerede olursaniz olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: “Bu Allah’tandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa “Bu, senin tarafındandır” derler. De ki: “Hepsi Allah’tandır”. Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?
Nisa-79: Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Seni insanlara peygamber gönderdik, şahid olarak Allah yeter.
Cevap: İbnu'l-Münzir,İbnu'l-Enbârî, Mesâhifde Mücâhid'den bildirir: Bu âyet Ubey b. Ka'b ile Abdullah b. Mes'ûd'un kıraatinde: “Sana ne iyilik gelirse Allah'tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Bunu ben sana yazmışımdır" şeklindedir. Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “...Onlara bir iyilik gelirse, "Bu, Allah'tandır" derler. Onlara bir kötülük gelirse, "Bu, senin yüzündendir" derler. De ki: “Hepsi Allah'tandır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Âyette nimet ile musibetlerden bahsedilmiş ve bunların hepsinin Allah'tan olduğu ifade edilmiştir." (Ed-DÜRRU’L-ME’SÛR fi-TEFSÎRİ bi’l- ME’SÛR, Abdurrahmân b. Kemâl Ebî Bekr b. Muhammed Celâlüddîn Es-Suyûtî, Nisâ' 4/79) Başımıza gelen kötülükler yaptığımız günahlar yüzündendir, Bunları takdir eden ve yaratan da Yüce Allahtır.
insanların başına ne gelirse gelsin, çevrelerinde iyi veya kötü ne olursa olsun bunların tamamı, hayrı-şerri, iyisi-kötüsü Allah’tandır; O takdir etmiş, murat eylemiş ve yaratmıştır, ancak olup biten şeylerde insanların katkısı, iyilik ile kötülük, hayırla şer bakımından –yine Allah böyle istediği için– farklı olmaktadır. Eğer iradelerine bırakılmış konularda iyi bir şeyle karşılaşır, bir nimete nâil olur, bir başarı elde ederlerse Allah’ın verdiği aklı, bilgiyi, iradeyi ve gücü doğru ve yerinde kullanmış oldukları anlaşılır. Allah böyle istediği, buna razı olduğu, verdiği kabiliyetleri bu sonucu elde etmek üzere kullansınlar diye verdiği için hayır, iyilik, başarı Allah’tandır. Yine insanların irade ve tercihlerine bırakılan konularda, alanlarda, işlerde insanlar akıl, bilgi, irade ve güçlerini –ki bunların hepsini veren Allah’tır– yerinde ve doğru kullanmazlar, bu yüzden O’nun razı olmadığı, kendilerinin de hoşlarına gitmeyen sonuçlar elde ederlerse bu sonuçlar (şer, kötülük) kendilerindendir; bunlara kendileri sebep olmuşlardır. İmkân verdi diye kötülük Allah’a yüklenemez, “O’ndandır” denemez, zira buna rızâsının bulunmadığını bildirmiştir (Hayrettin Karaman, Kur'an yolu, Nisâ' 78-79)
Üçüncü iddia:
3- Müslüman olmayanlar cennete gidebilir mi?
Gidebilir/ Bakara-62: Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah’a ve ahiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku ve üzüntü yoktur. (Ayrıca Maide-69 )
Gidemez/ Ali İmran-85: Kim İslam’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. (Ayrıca tevbe-30)
Cevap: (Bakara suresi 62.Ayette kimlerin bahsedildiği konusunda) İbn Abbas (r.â)'ın görüşüne göre, bundan murad, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilmezden önce, yahûdilik ve hristiyanlığın batıl itikadlarından berî olarak Hazret-i İsâ (aleyhisselâm)'ya inanmış olan kimselerdir. Meselâ, Kuss b. Sâide, Rahib Bahîrâ, Habibu'n-Neccâr, Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Varaka b. Nevfel, Selman-ı Fârisi, Ebu Zerr'il-Gifâri ve Necâşî'nin heyetindeki kimseler gibi...Buna göre sanki Hak teâlâ şöyle demektedir: "Hazret-i Muhammed peygamber olarak gön derilmeden önce yahûdilerin batıl dini üzere ve hristiyanların batıl dini üzere olanlardan, Hazret-i Muhammed, peygamber olarak gönderildikten sonra Allah'a, âhiret gününe ve Hazret-i Peygambere iman eden herkes için, Rab'leri katında mükafaat vardır." (TEFSİR-İ KEBİR MEFÂTÎHU’L-GAYB, Fahruddin Râzî, Ebu Abdillah Muhammed b. Ömer, Bakara 2/62). Âyet-i kerime’den (Âli imran 85) anlaşıldığı gibi, İslamın dışındaki Yahudilik ve Hristiyanlık gibi bütün dinlerin hükmü kaldırılmıştır. Bundan sonra kıyamete kadar bütün insanların tek dînî İslamdır. (TABERİ TEFSİRİ, Câmiu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân Ebû Ca’fer Muhammed ibn Cerîr et-Taberî, Âli imrân 85). Görüldüğü üzere, Âyetler arasında çelişki yoktur.
4. iddia:
Cennetin genişliği ne kadardır?
Göklerle yer kadar/ Ali İmran -133: Rabbinizin bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun.
Gökle yer kadar/ Hadid-21: Rabbinizden bir bağışlanmaya ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah’a ve Resulüne inananlar için hazırlanan cennete yarışırcasına koşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.
Cevap: Gök ve Yer Genişliğinin Anlamı
Ayetteki, "Genişliği yerle göğün eni kadar olan... cennete..."ifâdesine gelince, -ki Cenâb-ı Hakk, Âl-i İmrân Sûresi'nde de, "eni gökler ve yerin eni kadar olan cennete..." (Al-i İmrân, 133) buyurmuştur. Alimler bu hususta şu izahları yapmışlardır:
1) "Yedi kat gök ve yedi kat yer şayet, dümdüz bir levha haline getirilseler ve yanyana birbirine eklenseler. cennet, onun eni kadar olurdu" demektir. Bu, Mukâtil'in görüşüdür.
2) Atâ'nın İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre, İbn Abbas, Cenâb-ı Hakk'ın, bu ifâdeleri ile, itaat eden herkes için böylesi vasıfta bir cennetin olacağını kastettiğini söylemiştir.
3) Süddî şöyle demiştir: Allahü teâlâ, cennetin "enini", yedi kat yerin ve yedi kat göğün enine benzetmiştir. Halbuki, cennetin boyunun, eninden daha fazla olduğunda ise şüphe yoktur. Böylece Cenâb-ı Hakk, cennetin boyunun, bunun kat kat fazlası olduğuna dikkat çekmek için, "en"i zikretmiştir.
4) Bu, kullar için, onların düşünebilecekleri, kafa ve gönüllerine çıkabilecekleri şeye bir benzetmedir. Onların anlayışlarına göre, en büyük şey ise, göklerin ve yerin miktarıdır. Bu, Zeccâc'ın görüşüdür.
5) İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın tercih ettiği görüşe göre, cennetler dörttür. Çünkü Hak teâlâ, "Rabbisinin makamından korkan için iki cennet vardır" (Rahman, 46) ve "Bunların altında da iki cennet vardır" (Rahman, 62) buyurmuştur. O halde burada kastedilen, o cennetlerden tek birini, eni bakımından, yedi kat gök ile yedi kat yere TEŞBİHTİR.
(TEFSİR-İKEBİR MEFÂTÎHU’L-GAYB,Fahruddin Râzî)
5. İddia:
5- İlk müslüman kimdir?
Enam-163′e göre Muhammed.
Araf-143′e göre Musa.
Ali İmran-67′ye göre İbrahim.
Cevap: O (Hz.Muhammed aleyhissalâtu vesselam), kendi dinine tabi olan müslümanların ilkidir. Bu açıklama, İbnü'l-Arabî'ye aittir. Bu, Katade'nin ve başkalarının da görüşüdür.
"Ve ben îman edenlerin ilkiyim." Kavmimden îman edenlerin ilkiyim diye açıklandığı gibi, İsrail oğullarıarasından bu çağda îman edenlerin ilkiyim diye de açıklanmıştır. Ayrıca bu husustaki ezelî va'din dolayısıyla dünyada görülmeyeceğine îman edenlerin ilkiyim, diye de açıklanmıştır. (el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân,Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed,Endelüsî)
Âli imran 67'de de çelişen bir durum yoktur.
6. İddia:
6- Kur’an’daki Gaflar: (Allah’a ait olmadığı açık olan Ayetler.)
Hud-2: Allah’dan başkasına kulluk etmeyin. Ben size O’nun tarafından müjde vermek ve uyarmak için gönderilmiş gerçek bir peygamberim.
Şura-10: Hakkında ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte bu, Rabbim Allah’tır. Yalnız O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yöneliyorum.
Tevbe-30: Yahudiler, “Uzeyir Allah’ın oğlu” dediler, Hıristiyanlar da “Mesih Allah’ın oğlu”, dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkara sapmış olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da saptırıyorlar!
Zariyat-51: Allah ile beraber başka bir tanrı edinmeyin. Zira ben size O’nun tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
En’am-104: Rabbinizden size gerçekleri gösteren deliller geldi. Artık kim gözünü açar hakkı idrak ederse kendi yararına, kim de (hakkın karşısında) körlük ederse kendi zararınadır.Ben başınızda bekçi değilim.
En’am-114: Allah’tan başka bir hakem mi arayayım ki size, her muhtaç olduğunuz şeyi bildirip açıklayan kitabı, o indirmiştir. Kendilerine kitap verilenler de bilirler ki o, senin Rabbin tarafından gerçek olarak indirilmiş bir kitaptır; artık şüphe edenlerden olma.
Bu ayetlerden Kur’an’ı yazanın Muhammed olduğu açıkça belli oluyor. Hitap eden Allah değil, Muhammed. Belli ki gaf yapmış, “De ki” ekini unutmuş.
Cevap:
Hud 2, "Elif-lâm-ra. Bu, insanlara, Allah'tan başkasına ibadet etmemelerini emretmen ve onlara 'Ben, Allah katından size gelen bir nezir (uyarıcı) ve bir beşir (müjdeleyici peygamberim)' demen için, hakim ve habir (Allah) katından gönderilmiş, ayetleri muhkem kılınıp açıklanmış bir kitaptır." (Razi, Mefatih, ilgili ayetin tefsiri)
Hud sûresi, 2. âyette, birinci âyet olan “Elif, lam, ra! Bu, hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından muhkem kılınıp sonra da âyetleri açıklanmış bir kitaptır.” âyetinden sonra,"Şüphesiz ki ben O’nun tarafından size gönderilmiş bir uyarıcıyım ve müjdeleyiciyim.” âyetinde, konuşanın peygamberimiz olarak görülmesi iki türlü izah edilebilir: 1. Bir âyette Kur’an’da pek çok âyetin başında takdiren bulunan kul (de ki) ifadesi takdiri olarak vardır. Örneğin, Fatiha suresine başlarken okuduğumuz, "bismillahirrahmanirrahim" ve "elhamdulillah" ifadelerinin başında da bu ifade (kul / de ki) takdiridir. Çünkü bu ifadelerde de zahiren Peygamberimiz (asm) konuşuyor gibidir. Hakikatte ise konuşan Yüce Allah olduğu için bu ifade benzer âyetlerde -bir üslup özelliği olarak- takdiren (gizli olarak) bulunmaktadır.
2. Bu durum Kur’an’ın çok renkli, insanı bıktırmayan mucizeli üslup özelliklerindendir. Kur’an insanların alışageldikleri belli bir üslubu takip etmiyor. Olayları farklı zaman kipleriyle, kişileri farklı kiplerle anlatıyor. Örneğin Yüce Allah kendinden bahsederken bazen “Allah”, “Rahman” gibi isimlerini kullanırken, bazen zamirlerle “ben”, bazen “o”, bazen de mühim hadise ve kıyamet gibi inkılaplara gücünün yeteceğini ifade etmek için azamet ifadesi olarak “biz” zamirini kullanıyor. Âyetlerin öncesi ve sonrasına (siyak-sibak), konuya (makam) göre bazen gayb (III. Tekil şahıs) bazen muhatap kipiyle konuşulur. Örneğin, Fatiha suresinin ilk âyetlerinde gayb kipiyle Allah övüldükten sonra "iyyake" ifadesiyle birden muhatap kipine geçilir. Medhettiği Yüce Allah âdeta karşısındaymış gibi, ihsan makamındaki bir kimse gibi, O’na yalvarıp dua edilir. Yine, Kur’an’da kıyamet sahneleri anlatılırken çoğu kere cennet veya cehennemde yaşanacak bir durum, geçmiş zaman kipiyle ifade edilerek kesinliğine vurgu yapılır. Edebiyatta iltifat sanatı olarak isimlendirilen bu durumun Kur’an’daki örnekleri pek çoktur. Kur’an’dan bahseden bir âyette “O kerim bir elçinin sözüdür” ifadesinde Kur’an’ın kerim elçiye (Cebrail’e) nisbet edilmesi de bu konuda bir örnektir. Çünkü âyette Kur’an-ı Kerim'in elçiye nisbet edilmesi, ona ait bir söz olduğu için değil, Kur’an’ın güvenilir bir yolla Peygamberimize (asm) ulaştırıldığını ifade etmek içindir. İşte Hud suresi 2. âyette de Kur’an’ın bu çok zengin üslup özelliğinin bir yansıması olarak, “Sen onlara gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyicisin.” ifadesi yerine, muhataplar dikkate alınarak, “Ben size gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” ifadesi kullanılmıştır.
Şura 10,"Ayrılığa düştüğünüz bütün konularda (doğru) hüküm Allah'a aittir. İşte o Allah benim rabbimdir; yalnız O'na güvenip dayanmışımdır ve daima O'na yönelirim." (Şura, 42/10)
Ayetin asıl amacını şöyle özetlemek mümkündür:
Yüce Allah nasıl Resulünü inkarcıları iman etmeye zorlamaktan menetmişse, aynı şekilde müminlerin de onlarla çekişmelerini ve husumeti arttırmalarını yasaklamış, haklıların mükâfatının ve haksızların cezasının kendisi tarafından verileceğini bildirmiştir. Burada âyetin ilk cümlesi Hz. Peygamber' (asm)in sözü olarak kabul edilirse "İşte o Allah benim rabbimdir; yalnız O'na güvenip dayanmışımdır ve daima Ona yönelirim." anlamındaki sözler de bunun devamı olur; ilk cümle Cenâb-ı Allah'ın hitabı olarak kabul edildiğinde ise, devamında "Ey Muhammed! Şöyle de..." şeklinde bir hitap cümlesinin bulunduğu var sayılır. (bk. Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu: IV/631-632.) "İşte o Allah benim rabbimdir." Yani bu sıfatlara sahib olan bir ve tek olarak benim Rabbimdir. Bu buyrukta hazfedilmiş takdiri ifadeler de vardır. Yani "Ey Muhammed, onlara de ki: İşte Allah O'dur, ölülere hayat verendir. Anlaşmazlığa düşenler arasında hüküm verir O. O benim Rabbimdir." (bk. İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 15/376)
Tevbe 30, "Allah kahretsin” cümlesinin Arapçası, “katele” fiilidir. Bu fiilin asıl şekli, mazidir ve “Allah kahretti” anlamına gelir. Ancak görünürde mazi olmakla beraber, beddua etme manasına da gelir. Buna göre denilebilir ki, bu fiil cümlesi iki manayı içine almaktadır.
a) İnsanların anlayışına, âdetlerine yönelik manası “Allah kahretsin’” şeklinde bir bedduayı ifade eder.
b) Allah’a bakan ciheti itibariyle, geniş zaman kipi manasında “Allah onları kahreder.” şeklinde olur. Çünkü gerçekten Allah o kafirleri kahreder ve etmiştir.
Zariyat 51, Kur’an’ın mucizeliğinin en önemli yönlerinden biri onun îcazı (vecizliği) dir. Bu üslupta özellikle, az bir sözle çok manalar ifade etmek yanında, ifadede bir çok kelimeyi hazf ederek (kullanmayarak) bir konuyu açıklamak hususu kendini göstermektedir... İşte bu harika üslubun bir yansımasını da bu ayetlerde görüyoruz. Allah’ın kudretinin haşmetini gösteren 47-49. ayetlerden sonra, 50-51. ayetlerde “böyle sonsuz kudret sahibi bir zata karşı isyan bayrağı açılmaz, ona meydan okunmaz; insanlar için onunla barışmak, onun hoşnutluğunu kazanmak, ondan yine ona sığınmak, onun rahmet kucağına atılmaktan başka bir çarelerinin olmadığı” ifade edilmiştir. Fakat bir uyarı üslubu olan bu ayetlerde, tefennün yapılmış, farklı bir üslup benimsenmiş, önceki ayetlerde ilahî kudretin nakışları doğrudan Allah tarafından seslendirilmişken, bu son iki ayette elçinin lisanıyla çağrı yapılmıştır. Çünkü, farklı üslup ve farklı çağrı, farklı hitap kaynağından gelmesi daha tesirli, daha dikkat çekici olur. İşte bu ayetlerde, “Allah'a kaçın… Allah'la beraber başka bir tanrı uydurmayın.” çağrılarında veciz üslup kullanılmış ve “kul = De ki:” sözcüğü melhuz olarak hazf edilmiştir (varlığını çağrıştıracak bir konumda kullanılmamıştır). Ancak, kullanılmayan kelimenin “kul = De ki “ olduğunu çağrıştıran bir cümle olarak -mealen-: “ben size ondan gelen açık bir uyarıcıyım” ifadesine yer verilmiştir. (Kul takdiri için bk. Razî, İbn Aşur, ilgili ayetlerin tefsiri). Kur’an’da baştan sona kadar, ihtiyaç duyulan her yerde “Kul” kelimesi açıktan veya zımnen vardır. Bu işin ehli tarafından kabul edilen ilmî bir kuraldır.
En'âm 104, "Rabbinizden size gerçekleri gösteren deliller geldi. Artık kim gözünü açar hakkı idrak ederse kendi yararına, kim de (hakkın karşısında) körlük ederse kendi zararınadır. Ben başınızda bekçi değilim." ﴾Enam, 6/104﴿ Besâir kelimesi “kalbin nuru, kalpte hâsıl olan bilgi ve idrak” anlamına gelen basîretin çoğuludur. Beden gözüyle algılamaya basar, akıl ve zihin melekeleriyle algılamaya da basîret denir. Âyette, Allah tarafından geldiği bildirilen “basîretler”den maksat, hakka davet eden, kurtuluş yolunu gösteren âyetler ve özellikle yukarıda geçen tevhid akîdesinin ispatına dair âyetler ile –Râzî’ye göre– Cenâb-ı Hakk’ın insan fıtratına bahşettiği, küfrü terkedip imana yönelme istidadı yani bilgi ve düşünme melekesidir (XIII, 134).
Buna göre Hz. Peygamber (asm)’in hakka davetini doğru bir şekilde kavrayan, bununla ilgili delilleri akıl ve düşünme yeteneğini isabetle kullanarak değerlendiren ve bu sayede hidayeti bulan kimse kendine iyilik etmiş; gurur ve kibre kapılarak bunun aksine davranan da kendine kötülük etmiş olur. Âyetin son kısmı, Hz. Peygamber (asm)’in, bu şekilde basîretsizliği yüzünden helâke doğru gidenleri koruma ve engelleme imkânının bulunmadığını bildirmektedir. Bunun bizzat Hz. Peygamber (asm)’in ağzından ifade edilmesi, müfessirlerin çoğunluğuna göre, âyetin başında veya bu son cümlesinden önce Resûlullah’a hitaben “de ki” şeklinde bir zımnî emrin bulunduğunu gösterir.
En'âm 114, “(De ki) 'Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size kitabı açıklanmış olarak indiren O'dur.' Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçekten rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden olma!” (En'am, 6/114)
Fahreddin er-Râzî'ye göre ayet bir bakıma, Hz. Peygamber bir mucize getirirse, buna inanacaklarına dair yemin eden müşriklere (bk. Enam, 109. ayet) bir cevap teşkil etmektedir.
Esasen her ayetin başında ya açıktan ya da gizli olarak "De ki" anlamına gelen "Kul" emri vardır. Öncelikle bunu hatırlatmak isteriz.
Bu ayette özellikle Hz. Muhammed Efendimiz (asm)'in kendisiyle ilgili bir konunun söylenmesi Allah tarafından emrediliyor ve "Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size kitabı açıklanmış olarak indiren O'dur." demesi isteniyor.
Demek ki, her ayette olduğu gibi bu ayette geçen bu ifade de Allah’ın emridir ve Hz. Muhammed (asm) bu ifadeyi tekrar etmekle görevlidir. Bu nedenle ayetin mealini verirken konu daha iyi anlaşılsın diye "Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size kitabı açıklanmış olarak indiren O'dur." kısmını ayrıca tırnak içine aldık. Özetle "Allah'tan başka hakem mi arayacak mışım?" ifadesi şu demektir:"Ey Muhammed de ki: 'Sizler diğer mucizeleri talep etme konusunda ısrar edip işi yokuşa sürüyorsunuz... Aklen Allah'tan başka bir hakem talep etmek caiz midir? Çünkü herkes, bunun caiz olmadığını söyler.' Sonra sözüne devamla de ki: 'Mucize noktasına varan, kamil ve mufassal, iyice açıklanmış olan böyle bir kitabı bana has kılmış olduğu için de yine Allah, benim peygamberliğimin doğruluğuna hükmetmiştir.'" (Razi, Mefatih, ilgili yerin tefsiri) Buna göre Allah'ın, gerek fesahat ve belagatı, gerekse açık seçik muhtevasıyla gerçekliği apaçık olan Kur'an'ı indirmesi, başka bir mucizeye olduğu gibi, Hz. Peygamber (asm)'in doğruluğunu kanıtlamak için Allah'tan başka bir hakemin hükmüne de gerek bırakmamıştır. (Detaylı Bilgi kaynağı için: Mefahitul Gayb Fahreddin Razi, İslam Makaleleri, İslamicrophone, Sorularla İslâmiyet, Gaf konusu Hud 2, En'âm suresindeki ayetler...)
7.İddia:
İblis melek midir, cin midir?
Bakara-34′e göre melek, Kehf-50′ye göre ise cindir.
Bakara-34: Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.
Kehf-50: Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!
Cevap: [İblis Melek mi Cin mi?]
İblîs hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazıları onun meleklerden olduğunu, diğerleri ise olmadığını belirtmiştir. Sonuncu kanaat, Hasan-ı Basrî ve Ebû Bekir el-Esam’a ait olup fikirlerini birkaç şekilde ispat etmeye çalışmışlardır172: Birincisi, azîz ve celîl olan Allah’ın, “Onlar kendilerine emredilenler husûsunda Allah’a âsi olmazlar”173 meâlindeki beyanı ile meleklerin itaatkâr olduklarını zikretmesidir. Cenâb-ı Hak, aynı konuda şöyle de buyurmuştur: “Melekler O’ndan önce konuşmazlar ve emrine göre hareket ederler”174, “O’na ibadet etme husûsunda ne kibre kapılırlar ne de yorulurlar”175. Yüce Allah bu beyanlarında melekleri, kendisine olan itaatleri ve emirlerini yerine getirmeleriyle nitelemiştir. Şayet Allah’ın rahmetinden kovulmuş şeytan onlardan olsaydı, kendileriyle birlikte itaat ederdi. İkincisi, şu ilâhî beyandır: “Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın”176; halbuki melekler nurdan yaratılmıştır. Üçüncüsü, “O cinlerden idi”177 meâlindeki âyettir. Cenâb-ı Hak burada “meleklerdendi” dememiştir. İşte bu âyetler, İblîs’in meleklerden olmadığını göstermektedir. Sözü edilen görüşü benimseyen Hasan-ı Basrî “İblîs dışında herkes secde etti” meâlindeki ilâhî beyan için şöyle demektedir: İstisnâ edilenin kendisinden istisnâ edilen şey (müstesna minh) türünden olmaması mümkündür, “Kûfeliler şu eve girdi ancak Medine halkından biri müstesna” örneğinde olduğu gibi, bu husûs, dil açısından imkân dâhilinde bulunmaktadır. Âyette yer alan istisnâ ile secde emrinin orada bulunanların hepsine yönelik olduğuna istidlâl edilebilir. [§] Yani hem İblîs’e hem meleklere secde emri verilmiştir. “Sonra herkesin ilerlediği yerden siz de ilerleyin”178 meâlindeki âyette olduğu gibi, bu ilâhî beyandan hac ibadeti içinde yer alan Arafat’ta vakfeden sonra Müzdelife’ye gitme (...) emrinin, bütün insanlara yönelik olduğu anlaşılmaktadır. İblîs’le ilgili mesele de bunun gibidir179. Nihaî gerçeği bilen Allah’tır. (TE’VÎLÂTÜ’L-KUR’ÂN TERCÜMESİ, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâtürîdî es-Semerkandi (Ö. 333 / 944) Cilt: 1 Çeviren Prof. Dr. Bekir TOPALOĞLU
Editör Prof. Dr. Yusuf Şevki YAVUZ, Bakara 33-34)
8.İddia: İslam’da Vasiyet geçerli midir?
Bakara-180′de ölümü yaklaşanlar için vasiyet etmek şart koşulmuşken, Nisa/ 11-12 ayetleriyle vasiyetin bir hükmü
kalmamış, miras taksimi zorunlu kılınmıştır.
Bakara-180: Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı.
Ayete ilaveten, Muhammed’in Veda Hutbesinde şöyle dediği yazılıdır:
“Mirasçı için ayrıca vasiyet etmeye gerek yoktur."
Cevap: Âyet neshedilmiştir. "Bu haber bize her ne kadar ahad yollarla gelmiş ise de bir mirasçıya vasiyet etmenin câiz olmadığına dair müslümanların icmaı da buna eklenmiş bulunmaktadır. Böylelikle miras alan yakın akrabaya vasiyette bulunma vücûbunun sünnet ile neshedilmiş olması ve bu sünnetin icma edenlerin dayanağı olduğu da ortaya çıkmıştır." (el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, İlgili ayet)
9.İddia: Allah’ın katına olan mesafe-zaman çelişkisi:
Secde 5: Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O’nun nezdine çıkar.
Mearic 4: Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar.
Bu çelişkiye bir de Allah katındaki zaman çelişkisini ekleyelim:
Hac-47: Senden çabucak azabı getirmeni istiyorlar. Allah, asla vaadinden caymaz. Doğrusu Rabbının katında bir gün; saydıklarınızdan bin yıl gibidir.
Cevap: Sonra bütün işler sizin hesabınıza göre bin yıl tutan bir günde O'nun katına çıkar. Müfessirlerin bir kısmı şöyle demiştir: Sonra O'nun katına çıkar. Melek dünya hayatına göre bir günde O'nun yüce katına çıkar. Bu gün sizin hesabınıza göre bin yıl tutan bir gündür. Çünkü gök ile yer arasındaki mesafe beş yüz yıl yürüme mesafesindedir. Beş yüz yıllık bir mesafeyi iner, beş yüz yıllık bir mesafeyi çıkar. Böylece bu dünya hayatına göre bir günde bin yıllık mesafe ölçüsündedir. Cenâb-ı Hak başka bir âyet-i kerîmede "elli bin yıl"" buyurmuştur. Bunun kıyamet gününe ilişkin bir niteleme olması da mümkündür. Dolayısıyla bu beyan bir sınırlama ve belirleme mânasında değil, söz konusu günün büyüklüğünü ifade etme ve insanların kalbindeki büyüklüğüne dair bir niteleme mânasına gelir. Bu niteleme Cenâb-ı Hakkın onu büyük olmakla nitelemesidir.(Maturidi, Te'vilatu'l Kur'an, c. 11, sf. 305. Doç. Dr. Fadıl AYĞAN, Prof. Dr. Yusuf Şevki YAVUZ)
10. İddia: 10- Allah herşeyi bilir mi? Gaybı bilen yalnızca Allah’tır” ayetlerine rağmen Enfal/ 65-66 da Allah’ın bir müslümanın kaç düşmana bedel olduğunu ancak savaştan sonra bilebildiği anlaşılıyor. Enfal-65: Ey Peygamber! Müminleri cihada teşvik eyle. Eğer sizden sabredecek yirmi kişi olursa ikiyüze galip gelirler ve eğer sizden yüz kişi olursa kafirlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar hakkı ve akıbeti düşünmeyen anlayışsız bir kavimdirler. Enfal-66: Şimdi Allah sizden yükü hafifletti ve sizde bir zaaf olduğunu bildi. O halde sizden sabredecek yüz kişi olursa ikiyüz düşmana galip gelirler, sizden bin kişi olursa Allah’ın izniyle ikibin düşmana galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.
Cevap:Arada çelişki yok, eğer ayetleri dikkatli okursanız Allah ayetlere bir şart/koşul yerleştirmiş. Yani iki farklı durum var. Enfal 66 ayetinde "sizde zayıflık olduğunu bildi" deniliyor. Allah'ın ayetlere yerleştirdiği koşul istenç zayıflığı yani "zaaf",Kısacası eğer zaaf göstermezseniz Enfal 65 ayetinde denildiği gibi 10 katınıza, zaaf gösterirseniz Enfal 66 ayetinde denildiği gibi 2 katınıza yetecek kadar gücünüz olur. Sonuç olarak İki ayet arasında bir çelişki yada bir birinin hükmünü kaldırması diye bir şey söz konusu değildir. (Bkz: İslamicrophone)
11.İddia: 11- Evlilikte Peygambere tanınan ayrıcalık: Ahzap-50: Ey peygamber! Biz bilhassa sana şunları helal kıldık: Mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak ihsan buyurduklarından sahip olduğun cariyeleri, amcalarının kızlarından, halalarının kızlarından, dayılarının kızlarından, teyzelerinin kızlarından seninle beraber hicret etmiş olanları, bir de mümin bir kadın kendini peygambere hibe ederse, peygamber nikah etmek istediği takdirde, onu başka müminlere değil de sadece sana mahsus olmak üzere helal kıldık. Onlara eşleri ve cariyeleri hakkında neyi farz kıldığımızı biliyoruz. Bunlar sana hiçbir darlık olmaması içindir. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. Cevap: Hz. Peygamber’in hiç olmazsa aile hayatında rahat olabilmesi, birden fazla eşiyle yaşarken sıkıntıya düşmemesi için kendisine özgü olmak üzere bahşedilen ruhsatlar, kolaylıklar bu âyetten itibaren bazı açıklamalarla birlikte şöyle sıralanmıştır: Dörtten fazla olan eşlerle evlenmesinin helâl olması, isteyen kadınlarla mehirsiz evlenmesinin câiz olması, kadınlarının yanlarında kalma sürelerini eşit tutma (buna fıkıh kitaplarında, paylaştırma mânasında kasm denilmektedir) mecburiyetinin bulunmaması, bu âyetler geldiğinde evli bulunduğu kadınlardan başka kadınla evlenmesinin ve bunlardan birini boşayarak yerine bir başka kadını almasının câiz olmaması, vefat ettiğinde veya boşadığında eşleriyle başkalarının evlenmesinin câiz olmaması ve eşlerinin bundan sonra yabancılara karşı daima perde arkasında bulunmaları. Birçok kadın, peygamber eşi olabilmek için mehirsiz olarak onunla evlenmek istemiştir (âyetin ifadesiyle kadınlar kendilerini ona bağışlamışlardır). Bu şartla evlenmesi âyete göre câiz olduğu halde kendisinin bu ruhsatı kullandığına dair örnek yoktur (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1559). Ayrıca kendisi, yirmi beş yaşında iken kırk yaşında dul bir hanımla evlenmiş, onunla yirmi beş yıl mutlu bir hayat yaşamış, çocuk sahibi olmuş, Hz. Hatice vefat edinceye kadar da başka bir hanımla evlenmemiştir. Şu halde daha sonra, on yıl gibi kısa bir zaman içinde birçok eşle evlenmesinin cinsel arzuyla izah edilemeyecek sebepleri ve hikmetleri olmalıdır. Fedakârlık eden bazı hanımların ödüllendirilmesi, evlilik yoluyla akrabalık (sıhriyet) bağı kurarak bazı fertleri ve grupları kazanmak, onlarla yakınlık ve dostluk oluşturmak ve bu suretle İslâm’a karşı olan cepheyi zayıflatmak, özel hayatı ve aile ilişkileri başta olmak üzere ümmetin bilmesini istediği hususların eksiksiz zaptedilip başkalarına anlatılmasını, bu amaçla toplumun peygamber hanımlarının bilgilerinden yararlanmalarını sağlamak bunlardan bazılarıdır. Hanımların da onunla evlenmek istemelerinde birinci saik, peygamber hanımı olarak yaşama ve ölme şerefine nâil olmaktır. Bu sebepledir ki, kendilerini, dünya nimetleri ile peygamberden birini seçmede serbest bıraktığında eşlerinin tamamı onu ve Allah rızâsını seçmişlerdir (Resûlullah’ın çok evliliğinin başlıca sebepleri konusunda daha fazla bilgi ve değerlendirme için bk. Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 10-17). (Hayrettin Karaman, Kur'an yolu...)
Fî Emânillâh...