Üzümü rindlere verdiler yaratılır yaratılmaz. Kiraz ve elma sevgililere pay edildi. İncire yemin etmişti Yaradan, insanın macerasını anlattığı bir surede. Tur-i Sina yüceliğine erişmişti 'tin'. Kim uzanıp alabilirdi onu oradan? İnce kabuklarıyla, hoş tatlarıyla, usareleriyle bu meyveler birer simgeye dönüştüler. Şiire, gazellere, hikâyelere, kitaplara girdiler. Babaya ne uygun düşer diye düşündüm. Neyle anlatabiliriz onu? Sonunda bir gece yarısı cevizde karar kıldım. Büyük yaşam ağacına sımsıkı yapışan, bulunduğu yerden koparılması, özüne ulaşılması zor, o çetin meyvede.
İlk trajedinin babası
Ne çok baba kıssası, hikâyesi var Kur'an ayetlerinde. Önce insanlığın atasının hikâyesi. Yeryüzüne indirilmenin hüznü henüz sona ermemişken gelen büyük trajedi. Ne büyük bir imtihandı Rabbim iki oğulun çatışması. Babanın emeğiyle, duasıyla, nazarıyla büyüttüğü iki can paresinden biri karanlığa doğru yol alıyordu. Ve babanın hiçbir uyarısı, gayreti, yalvarışı kurtaramayacaktı Kabil'i. Durduramayacaktı sevdiği oğulcağızının kardeşi tarafından katlini. Bunca güçlü, hâkim, sözü dinlenir aile reisinin kader tarafından etkisinin geçersizleştirildiği o an.
Oğlu gemiye binmeyen babanın hikâyesi
O an hiç bitmedi, bitmeyecek. Çünkü Hz. Nuh da çağırıp durdu oğlunu. Tehlike su şeklinde gelip her yeri kuşatmışken. Oğul kulak vermedi babasına. Babasının yanan imanlı yüreğine. Tutkularına, gücüne, bildiklerinin doğruluğuna inanıp kayboldu o korkunç hengamede. Boğulup gitti zanlarının taşkınlığında. Kaç bin yıl geçti bu maceraların üstünden? Ama babalarını dinlemeyen oğulların, kızların hazin hikâyeleri hâlâ devam ediyor.
Bir oğul ve bir baba olarak sınanmak: İbrahim (a.s)
Bir de Hak yolunda yürümeye başlayan oğulun sesine kulak vermeyen babaların hikâyesi var. Hani İbrahim put yapıcısı Azer'i uyarmıştı. “Babacığım ben yıldızları, ayı ve güneşi aştım. Batmayan, yok olmayan hakikate ulaştım. Ne olur gel beraber yürüyelim, çıkalım bu karanlıklardan. Seni ve kavmimi aydınlığa çağırıyorum. Dinleyin sözümü. Yıkıldı sizin bu taptıklarınız bir balta darbesiyle.” demişti de makes bulmamıştı, o mühürlenmiş kalplerde 'suhuf'tan okudukları. İbrahim'i ateşe atan zalimlerle birlikte ebedî ateşi hak edenlerden olmuştu o baba.
Oğul olarak bu zorlukları geride bırakan Hz. İbrahim'in, baba olarak imtihanı başlayacaktı sonra. En sevdiğini kurban etmesi emredildi. Ferman büyüklerin büyüğünden, en büyükten. Bıçak bilendi. Şeytan aşıldı. Dağa çıkıldı. Her varlık ebkem kesildi. İmanın ve teslimiyetin ışığı kapladı her yanı. Zibh-i kebir dendi oğula. Peygamberlerin atası ve Halilurrahman dendi babaya. Kierkeggard'ın söyledikleri ne kadar yetersiz burada. Yani aklımız, havsalamız, kirlenen kalbimiz. Sadece İbrahim ve İsmail olan biliyor zamanın dürüldüğü bu bitmeyen anı.
Kaybedenlerin, bekleyenlerin, âşıkların sabırlı babası
Bir de Yakup var. Yusufunu Kenan illerinde kaybeden baba. Çocuklarını yitiren babaların, anaların, gözü yaşlıların, ah u enin edip yalvaranların babası. Az konuşan her baba onun öyküsüne sarılıyor. Onun ağzından dile getiriyor dertlerini. Yitirmiş olmanın, kaybetmiş olmanın acısını. Ona sarılıp bekliyor. Onun görmeyen gözlerinin feri, ışığı olmak istiyor. Çünkü biliyor Yakub'un bunamadığını. Yusuf'un kokusunu aldığını. Ve biraz sonra, yıllar geçse de biraz sonra Yusuf'un gömleğinin kendisine getirileceğini. Sevdiğini kaybetmiş olmanın en derin hikâyesidir Hz.Yakup. Özlemle ve sabırla yolu gözlenen, beklenen sevgilileri de kapsar bu hikâye. Bu yüzden âşıklar da girer bu 'kanlı gömlek'in içine. Gelip koklarlar Mısır'dan gelen bu armağanı. Gelip sevinirler yıllardır bekleyen ve aşkla kör olan babayla birlikte. Çünkü ancak sevgilinin can kokusu açabilir bu kör gözleri. Her şeye kör, O'na açık.
Nasihat kürsüsünde bir hekim baba: Lokman (a.s)
Nasihat kürsüsüne en yakışan babayı da yâd etmeliyiz her daim. Hani oğluna şöyle seslenmişti Lokman: Yavrucuğum şirkten kaçın, büyük bir zulümdür o. Diriliş gününe yüzün ak olarak çıkmak istersen; namazını kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındır. Başına gelenlere sabret. Yürüyüşün mutedil olsun. Çalımla ve kibirle yürüyenin vay haline! Sesini bu büyüklük kuruntusuyla yükseltip hakkı duymayanlar zamanın eşekleri gibidirler. Anırıp dururlar. Gizlediklerimizi ve açık ettiklerimizi Allah'tan daha iyi kim bilebilir?
Arındır bizi sözlerinle!
Var mı hâlâ böyle babalarımız? Çıkıp o mehabetli pederşahîlik tahtına, bir ruh hekimi zarifliğiyle toparlasa şöyle dağınıklığımızı, pespayeliğimizi. Bakışlarındaki yadsınamaz, inkâr edilemez ışık ışık sevgiyle yıkasa çağın kirlettiği akıllarımızı, kalplerimizi. Uzanıp öpsek o sert ellerinden. Oradan kalbine, özüne, içine ulaşsak. Oradan azimetin cennetine varsak. Ceviz ağacına.
İlm-i hal kitabı babalar
Babalarının az bildiğini düşünenler. Doğrudur belki de bu düşünce. Ama onun öz bilgisi ve rızası olmadan öyle eksik kalırız ki bu açığı kapatmak için kendimizi epey hırpalamamız gerekir. Babaların hikmetli sessizliğini anlamayanlar yeni bir bakış edinmeli. Çünkü onlar yaşam tecrübelerinin yazdığı ilm-i hal kitaplarıdır. Onları anlamayanlar, kitapların harfleri arasında koşuşturup dururlar hayatı anlamak için.
İlk trajedinin babası
Ne çok baba kıssası, hikâyesi var Kur'an ayetlerinde. Önce insanlığın atasının hikâyesi. Yeryüzüne indirilmenin hüznü henüz sona ermemişken gelen büyük trajedi. Ne büyük bir imtihandı Rabbim iki oğulun çatışması. Babanın emeğiyle, duasıyla, nazarıyla büyüttüğü iki can paresinden biri karanlığa doğru yol alıyordu. Ve babanın hiçbir uyarısı, gayreti, yalvarışı kurtaramayacaktı Kabil'i. Durduramayacaktı sevdiği oğulcağızının kardeşi tarafından katlini. Bunca güçlü, hâkim, sözü dinlenir aile reisinin kader tarafından etkisinin geçersizleştirildiği o an.
Oğlu gemiye binmeyen babanın hikâyesi
O an hiç bitmedi, bitmeyecek. Çünkü Hz. Nuh da çağırıp durdu oğlunu. Tehlike su şeklinde gelip her yeri kuşatmışken. Oğul kulak vermedi babasına. Babasının yanan imanlı yüreğine. Tutkularına, gücüne, bildiklerinin doğruluğuna inanıp kayboldu o korkunç hengamede. Boğulup gitti zanlarının taşkınlığında. Kaç bin yıl geçti bu maceraların üstünden? Ama babalarını dinlemeyen oğulların, kızların hazin hikâyeleri hâlâ devam ediyor.
Bir oğul ve bir baba olarak sınanmak: İbrahim (a.s)
Bir de Hak yolunda yürümeye başlayan oğulun sesine kulak vermeyen babaların hikâyesi var. Hani İbrahim put yapıcısı Azer'i uyarmıştı. “Babacığım ben yıldızları, ayı ve güneşi aştım. Batmayan, yok olmayan hakikate ulaştım. Ne olur gel beraber yürüyelim, çıkalım bu karanlıklardan. Seni ve kavmimi aydınlığa çağırıyorum. Dinleyin sözümü. Yıkıldı sizin bu taptıklarınız bir balta darbesiyle.” demişti de makes bulmamıştı, o mühürlenmiş kalplerde 'suhuf'tan okudukları. İbrahim'i ateşe atan zalimlerle birlikte ebedî ateşi hak edenlerden olmuştu o baba.
Oğul olarak bu zorlukları geride bırakan Hz. İbrahim'in, baba olarak imtihanı başlayacaktı sonra. En sevdiğini kurban etmesi emredildi. Ferman büyüklerin büyüğünden, en büyükten. Bıçak bilendi. Şeytan aşıldı. Dağa çıkıldı. Her varlık ebkem kesildi. İmanın ve teslimiyetin ışığı kapladı her yanı. Zibh-i kebir dendi oğula. Peygamberlerin atası ve Halilurrahman dendi babaya. Kierkeggard'ın söyledikleri ne kadar yetersiz burada. Yani aklımız, havsalamız, kirlenen kalbimiz. Sadece İbrahim ve İsmail olan biliyor zamanın dürüldüğü bu bitmeyen anı.
Kaybedenlerin, bekleyenlerin, âşıkların sabırlı babası
Bir de Yakup var. Yusufunu Kenan illerinde kaybeden baba. Çocuklarını yitiren babaların, anaların, gözü yaşlıların, ah u enin edip yalvaranların babası. Az konuşan her baba onun öyküsüne sarılıyor. Onun ağzından dile getiriyor dertlerini. Yitirmiş olmanın, kaybetmiş olmanın acısını. Ona sarılıp bekliyor. Onun görmeyen gözlerinin feri, ışığı olmak istiyor. Çünkü biliyor Yakub'un bunamadığını. Yusuf'un kokusunu aldığını. Ve biraz sonra, yıllar geçse de biraz sonra Yusuf'un gömleğinin kendisine getirileceğini. Sevdiğini kaybetmiş olmanın en derin hikâyesidir Hz.Yakup. Özlemle ve sabırla yolu gözlenen, beklenen sevgilileri de kapsar bu hikâye. Bu yüzden âşıklar da girer bu 'kanlı gömlek'in içine. Gelip koklarlar Mısır'dan gelen bu armağanı. Gelip sevinirler yıllardır bekleyen ve aşkla kör olan babayla birlikte. Çünkü ancak sevgilinin can kokusu açabilir bu kör gözleri. Her şeye kör, O'na açık.
Nasihat kürsüsünde bir hekim baba: Lokman (a.s)
Nasihat kürsüsüne en yakışan babayı da yâd etmeliyiz her daim. Hani oğluna şöyle seslenmişti Lokman: Yavrucuğum şirkten kaçın, büyük bir zulümdür o. Diriliş gününe yüzün ak olarak çıkmak istersen; namazını kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındır. Başına gelenlere sabret. Yürüyüşün mutedil olsun. Çalımla ve kibirle yürüyenin vay haline! Sesini bu büyüklük kuruntusuyla yükseltip hakkı duymayanlar zamanın eşekleri gibidirler. Anırıp dururlar. Gizlediklerimizi ve açık ettiklerimizi Allah'tan daha iyi kim bilebilir?
Arındır bizi sözlerinle!
Var mı hâlâ böyle babalarımız? Çıkıp o mehabetli pederşahîlik tahtına, bir ruh hekimi zarifliğiyle toparlasa şöyle dağınıklığımızı, pespayeliğimizi. Bakışlarındaki yadsınamaz, inkâr edilemez ışık ışık sevgiyle yıkasa çağın kirlettiği akıllarımızı, kalplerimizi. Uzanıp öpsek o sert ellerinden. Oradan kalbine, özüne, içine ulaşsak. Oradan azimetin cennetine varsak. Ceviz ağacına.
İlm-i hal kitabı babalar
Babalarının az bildiğini düşünenler. Doğrudur belki de bu düşünce. Ama onun öz bilgisi ve rızası olmadan öyle eksik kalırız ki bu açığı kapatmak için kendimizi epey hırpalamamız gerekir. Babaların hikmetli sessizliğini anlamayanlar yeni bir bakış edinmeli. Çünkü onlar yaşam tecrübelerinin yazdığı ilm-i hal kitaplarıdır. Onları anlamayanlar, kitapların harfleri arasında koşuşturup dururlar hayatı anlamak için.