selamun aleykum kardesler göndermis oldugum bu konunun önemle okunmasina rica ediyorum zira tekfir konusunda her müslüman icin önemli konu olup ama herkezin bilmedigi bir konu
buyrun okuyun ve birbirimze dua etmeyi eksik etmeyelim selamlarimla Allah.cc emanet olun kardesler.
Soru:Lazimul meseb leyse bi meseb nedir?
Cevap: Selamun Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu
Tekfirin en önemli kaidelerinden bir tanesi de sizin sorduğunuz "Lazimul Mezheb leyse bi mezhebin" "لازم المذهب ليس بمذهب" şeklinde ifade edilen kaidedir. Burada anlatılmak istenilen şudur:
Bir söz ya da amelin gereği ile o söz ve amelin kendisi aynı değildir. Örnek vererek açıklamak gerekirse şöyle diyebiliriz:
Örneğin bir adam hulul ve vahdeti vücud akidesine sahip olan Muhyiddin arabi'yi tekfir etmiyorsa onun bu sözü vahdeti vucud ve hulul akidesini benimsediğini göstermez. Yani siz "Madem bu adam Muhyiddin Arabi'yi tekfir etmiyor. O zaman bu adam hulul ve vahdeti vücud akidesine sahiptir" diyerek o kişiyi tekfir edemezsiniz. Belki o kişinin Muhyiddin Arabi'nin sözlerinden haberi yoktur ya da haberi varsa bile muteber bir tevil getirmektedir ya da tekfrin engellerini gözetiyor olabilir.
Bir başka örnek vermek gerekirse bir kafirin arkasında namaz kılan kimseyi gördüğünüz zaman "Bu o kafirin küfrünü meşru görüyor. Küfrünü benimsiyor ki bu yüzden arkasında namaz kılıyor" diyerek tekfir edemezsiniz. O kimsenin kafirin arkasında namaz kılmasının gereği aslında onun küfürlerini meşru görmesi ya da benimsemesi anlamına gelse de kişinin yaptığı fiil ile yaptığı fiilin herhangi bir manaya gelmesi farklıdır.
Bid'at ehli fırkanın bir çoğunun görüşleri Allah'ın isim ve sıfatlarını iptal manasına gelmektedir. Ancak selef bu kaide gereği bu fırkaları tekfir etmemiştir.
İbn Teymiye’ye Rahimehullah, kendisine, “Mezhebin gerektirdiği, bizzat mezhep midir?” diye sorulması üzerine şöyle cevap vermiştir: “Şüphesiz kişinin mezhebinin gerektirdikleri, o kişi bunları yerine getirip kabullenmedikçe mezhep değildir. Kişi bunları inkar ve red etmiş ise, bu mezhebinin gerektirdiği bu dolaylı sonuçlar ile kendisini sorumlu tutmak yalan ve iftira olur. Söylediğinin veya yaptığının gerektirdiği dolaylı sonuç ve manaları kabul etmiyor ve uygulamıyor ise, bu kişi çelişkiye düşmüş olur. Ancak bu kişi çelişkiye düşmüş olmasına rağmen, sözlerinin gerektirdiği dolaylı sonuçlardan olan küfür ve küfür ihtimali olan şeyleri kabullenmeyebilir. Bazıları birtakım sözler söylemekte ve kendisinin bu sözlerin gerektirdiği dolaylı sonuçlara iltizam etmediğini bildiği halde, söylediği bu sözün bu sonuçlara iltizam ettiğini bilmemektedir. Mezhebin gerektirdiği, bizzat mezhep olmuş olsaydı, Allahu Teala’nın istiva veya başka sıfatları hakkında, bu sıfatların hakikat değil, mecaz olduğunu söyleyenlerin tümünün kafir olması gerekirdi. Çünkü bu sözün gerektirdiği dolaylı olan sonuç, bu sıfatlardan hiçbirinin hakikat olmamasını gerektirir. Ancak bilmekteyiz ki bu sözü söyleyenlerin çoğu, söylediklerinin gerektirdiğini bilmemekte ve hatta bazıları hakikatin, yaratılmışların hakikatlerinden başka bir şey olmadığını tevehhüm etmektedir. Bunlar hakikat ve mecaz tanımları hakkında cahildirler ve yaptıkları bu tanımlar dile ve şeriata iftira niteliğindedir.” (Mecmuul Fetava: 20/121)
Şeyhu’l-İslam İbn-i Teymiye Rahimehullah başka bir yerde de şöyle der: “İnsanın söylediği sözün gerektirdiği dolaylı sonuç iki türlüdür: Birincisi; doğru olan sözün gerektirdiğidir ki kişinin buna iltizam etmesi gerekir. Çünkü doğrunun gerektirdiği de doğrudur. Açığa kavuşturulduğunda onu kabullenmekten imtina etmeyeceği halinden anlaşılıyorsa, sözünün gerektirdiğini kişiye izafe etmek caizdir.
İkincisi ise, kişinin doğru olmayan sözünün gerektirdiğidir ki böyle bir sözün gerektirdiği ile kişiyi sorumlu tutmak gerekmez. Çünkü böyle bir durumda olsa olsa kendi içinde çelişkiye düşmüş olur. Peygamberler dışında her alimin çelişkiye düşebileceği sabittir. Açığa kavuşturulduğunda kişinin onu kabullenmekten imtina etmeyeceği halinden anlaşılıyorsa, sözünün gerektirdiği kişiye izafe edilebilir. Ancak sözünün fasit olduğu kendisinde açık hale geldiğinde ona iltizam etmeyeceği belli olan kişiye, onu izafe etmek caiz olmaz. Çünkü böyle bir durumda kişi, kendisinin sorumlu tutulacağı bir sözü söylemiş olmasına rağmen, bu sözün fasit olduğundan ve gerektirdiği sonuçlardan habersizdir.
Bu açıklama insanların, mezhebin gerektirdiğinin, bizzat mezhep olup olmadığı konusundaki ihtilafıdır. Bu ihtilaf, bunlardan birisi üzerinde karar kılmalarından daha iyidir. Böylece söylediği açığa kavuşturulduktan sonra, sözünün gerektirdiği sonuçlardan razı olan kişiye bu sonuçlar izafe edilir. Ancak bu sonuçlardan razı değil ise, çelişkiye düşmüş olsa bile, bunlar o kişiye izafe edilmez.” (Mecmuul Fetava: 29/25-26)
İbn-i Teymiye’nin öğrencisi olan İbnu’l-Kayyim Rahimehumallah, “el-Kafiye” isimli kasidesinde şöyle der:
“Mananın gerektirdiği, onun bunları gerektirdiğini bilen için bağlayıcı olur.
Bunun dışında kişiye bunlar izafe edilemez ve bunun ona açıklanması gerekir.
Sözün gerektirdiği, kişi tarafından bilinmeyebilir veya kişi onu kesin olarak biliyor da olabilir.
Ancak unutkan ve dalgın olduğu için bu sonuçların bağlayıcılığını unutmuş olabilir.
Bu nedenle alimlerin mezhebinin gerektirdikleri, delil olmadan mezhep değildir.”
Ebu İshak el-Şatıbi Rahimehullah (790 hicri), “el-İtisam” isimli kitabında şöyle der: “Alimlerden duyduğumuza göre muhakkik usül ehlinin mezhebi şudur: "Meal yolu ile meydana gelen küfür, kişinin zahiri hali ile meydana gelen küfür gibi değildir." (İtisam: 292)
Yine şöyle der: “Mezhebin gerektirdiğinin, bizzat mezhep olup olmadığı meselesi, usül alimleri arasında ihtilaf konusudur. Mağrib ve Cubbai alimlerimizin kabul ettiği ve muhakkik alimlere dayandırdıkları görüş şudur: Mezhebin gerektirdiği, bizzat mezhep değildir." (İtisam: 292)
Sahavi, üstadı İbn-i Hacer’in şu görüşünü nakletmektedir: “Sözü açık küfür olan veya söylediği sözün gerektirdiği mananın küfür olduğu kendisine açıklandığında, bu manayı kabul eden kişi hakkında küfür ile hükmedilir. Ancak sözünün gerektirdiği manayı kabul etmeyip reddeden kişi hakkında, sözünün gerektirdiği mana küfür de olsa, küfrüne hükmedilmez.” (Fethul Mugis: 1/334)
Selam ve Dua ile...
buyrun okuyun ve birbirimze dua etmeyi eksik etmeyelim selamlarimla Allah.cc emanet olun kardesler.
Soru:Lazimul meseb leyse bi meseb nedir?
Cevap: Selamun Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu
Tekfirin en önemli kaidelerinden bir tanesi de sizin sorduğunuz "Lazimul Mezheb leyse bi mezhebin" "لازم المذهب ليس بمذهب" şeklinde ifade edilen kaidedir. Burada anlatılmak istenilen şudur:
Bir söz ya da amelin gereği ile o söz ve amelin kendisi aynı değildir. Örnek vererek açıklamak gerekirse şöyle diyebiliriz:
Örneğin bir adam hulul ve vahdeti vücud akidesine sahip olan Muhyiddin arabi'yi tekfir etmiyorsa onun bu sözü vahdeti vucud ve hulul akidesini benimsediğini göstermez. Yani siz "Madem bu adam Muhyiddin Arabi'yi tekfir etmiyor. O zaman bu adam hulul ve vahdeti vücud akidesine sahiptir" diyerek o kişiyi tekfir edemezsiniz. Belki o kişinin Muhyiddin Arabi'nin sözlerinden haberi yoktur ya da haberi varsa bile muteber bir tevil getirmektedir ya da tekfrin engellerini gözetiyor olabilir.
Bir başka örnek vermek gerekirse bir kafirin arkasında namaz kılan kimseyi gördüğünüz zaman "Bu o kafirin küfrünü meşru görüyor. Küfrünü benimsiyor ki bu yüzden arkasında namaz kılıyor" diyerek tekfir edemezsiniz. O kimsenin kafirin arkasında namaz kılmasının gereği aslında onun küfürlerini meşru görmesi ya da benimsemesi anlamına gelse de kişinin yaptığı fiil ile yaptığı fiilin herhangi bir manaya gelmesi farklıdır.
Bid'at ehli fırkanın bir çoğunun görüşleri Allah'ın isim ve sıfatlarını iptal manasına gelmektedir. Ancak selef bu kaide gereği bu fırkaları tekfir etmemiştir.
İbn Teymiye’ye Rahimehullah, kendisine, “Mezhebin gerektirdiği, bizzat mezhep midir?” diye sorulması üzerine şöyle cevap vermiştir: “Şüphesiz kişinin mezhebinin gerektirdikleri, o kişi bunları yerine getirip kabullenmedikçe mezhep değildir. Kişi bunları inkar ve red etmiş ise, bu mezhebinin gerektirdiği bu dolaylı sonuçlar ile kendisini sorumlu tutmak yalan ve iftira olur. Söylediğinin veya yaptığının gerektirdiği dolaylı sonuç ve manaları kabul etmiyor ve uygulamıyor ise, bu kişi çelişkiye düşmüş olur. Ancak bu kişi çelişkiye düşmüş olmasına rağmen, sözlerinin gerektirdiği dolaylı sonuçlardan olan küfür ve küfür ihtimali olan şeyleri kabullenmeyebilir. Bazıları birtakım sözler söylemekte ve kendisinin bu sözlerin gerektirdiği dolaylı sonuçlara iltizam etmediğini bildiği halde, söylediği bu sözün bu sonuçlara iltizam ettiğini bilmemektedir. Mezhebin gerektirdiği, bizzat mezhep olmuş olsaydı, Allahu Teala’nın istiva veya başka sıfatları hakkında, bu sıfatların hakikat değil, mecaz olduğunu söyleyenlerin tümünün kafir olması gerekirdi. Çünkü bu sözün gerektirdiği dolaylı olan sonuç, bu sıfatlardan hiçbirinin hakikat olmamasını gerektirir. Ancak bilmekteyiz ki bu sözü söyleyenlerin çoğu, söylediklerinin gerektirdiğini bilmemekte ve hatta bazıları hakikatin, yaratılmışların hakikatlerinden başka bir şey olmadığını tevehhüm etmektedir. Bunlar hakikat ve mecaz tanımları hakkında cahildirler ve yaptıkları bu tanımlar dile ve şeriata iftira niteliğindedir.” (Mecmuul Fetava: 20/121)
Şeyhu’l-İslam İbn-i Teymiye Rahimehullah başka bir yerde de şöyle der: “İnsanın söylediği sözün gerektirdiği dolaylı sonuç iki türlüdür: Birincisi; doğru olan sözün gerektirdiğidir ki kişinin buna iltizam etmesi gerekir. Çünkü doğrunun gerektirdiği de doğrudur. Açığa kavuşturulduğunda onu kabullenmekten imtina etmeyeceği halinden anlaşılıyorsa, sözünün gerektirdiğini kişiye izafe etmek caizdir.
İkincisi ise, kişinin doğru olmayan sözünün gerektirdiğidir ki böyle bir sözün gerektirdiği ile kişiyi sorumlu tutmak gerekmez. Çünkü böyle bir durumda olsa olsa kendi içinde çelişkiye düşmüş olur. Peygamberler dışında her alimin çelişkiye düşebileceği sabittir. Açığa kavuşturulduğunda kişinin onu kabullenmekten imtina etmeyeceği halinden anlaşılıyorsa, sözünün gerektirdiği kişiye izafe edilebilir. Ancak sözünün fasit olduğu kendisinde açık hale geldiğinde ona iltizam etmeyeceği belli olan kişiye, onu izafe etmek caiz olmaz. Çünkü böyle bir durumda kişi, kendisinin sorumlu tutulacağı bir sözü söylemiş olmasına rağmen, bu sözün fasit olduğundan ve gerektirdiği sonuçlardan habersizdir.
Bu açıklama insanların, mezhebin gerektirdiğinin, bizzat mezhep olup olmadığı konusundaki ihtilafıdır. Bu ihtilaf, bunlardan birisi üzerinde karar kılmalarından daha iyidir. Böylece söylediği açığa kavuşturulduktan sonra, sözünün gerektirdiği sonuçlardan razı olan kişiye bu sonuçlar izafe edilir. Ancak bu sonuçlardan razı değil ise, çelişkiye düşmüş olsa bile, bunlar o kişiye izafe edilmez.” (Mecmuul Fetava: 29/25-26)
İbn-i Teymiye’nin öğrencisi olan İbnu’l-Kayyim Rahimehumallah, “el-Kafiye” isimli kasidesinde şöyle der:
“Mananın gerektirdiği, onun bunları gerektirdiğini bilen için bağlayıcı olur.
Bunun dışında kişiye bunlar izafe edilemez ve bunun ona açıklanması gerekir.
Sözün gerektirdiği, kişi tarafından bilinmeyebilir veya kişi onu kesin olarak biliyor da olabilir.
Ancak unutkan ve dalgın olduğu için bu sonuçların bağlayıcılığını unutmuş olabilir.
Bu nedenle alimlerin mezhebinin gerektirdikleri, delil olmadan mezhep değildir.”
Ebu İshak el-Şatıbi Rahimehullah (790 hicri), “el-İtisam” isimli kitabında şöyle der: “Alimlerden duyduğumuza göre muhakkik usül ehlinin mezhebi şudur: "Meal yolu ile meydana gelen küfür, kişinin zahiri hali ile meydana gelen küfür gibi değildir." (İtisam: 292)
Yine şöyle der: “Mezhebin gerektirdiğinin, bizzat mezhep olup olmadığı meselesi, usül alimleri arasında ihtilaf konusudur. Mağrib ve Cubbai alimlerimizin kabul ettiği ve muhakkik alimlere dayandırdıkları görüş şudur: Mezhebin gerektirdiği, bizzat mezhep değildir." (İtisam: 292)
Sahavi, üstadı İbn-i Hacer’in şu görüşünü nakletmektedir: “Sözü açık küfür olan veya söylediği sözün gerektirdiği mananın küfür olduğu kendisine açıklandığında, bu manayı kabul eden kişi hakkında küfür ile hükmedilir. Ancak sözünün gerektirdiği manayı kabul etmeyip reddeden kişi hakkında, sözünün gerektirdiği mana küfür de olsa, küfrüne hükmedilmez.” (Fethul Mugis: 1/334)
Selam ve Dua ile...