Mearic suresi ayet 10
Dost dostun halini sormaz.
O gün hiçbir sıcak dost, hiçbir sıcak dosta kucak açmayacak, açamayacak. Kimse kimsenin hal ve hatırını sormayacak, soramayacak veya kimse kimsenin durumunu muhasebe edemeyecek. Kimse kimseye: “Yahu! Ne var, ne yok? Ne âlemdesiniz? Ne haldesiniz? Bir derdiniz var mı? Bir ihtiyacınız mı var?” diyemeyecek. Kimse kimseyle ilgilenemeyecek, kimse kimseyle ilgi kuramayacaktır o gün. Belki insanlar, dostlar, akrabalar, arkadaşlar, kadınlar, kocalar, evlâtlar, babalar birbirlerini görüp geçecekler veya görmezden gelecekler, hiç kimse kimsenin yakınlığını bile inceleyemeyecek. Anlayabildiğimiz kadarıyla bunun iki manası vardır.
1- İnsanlar, yakınlığı olanlar birbirlerini görecekler ama gör-mezden gelecekler, görmemiş, tanımıyormuş, tanışmıyorlarmış gibi davranacaklar. Neden? Aman bunun derdi de beni bulmasın diye. Aman bunun sebebiyle de karşıma bir hesap gelmesin diye. Aman bunun yüzünden de bana bir dosya açılmasın diye en yakınlarını ta-nımazdan gelecektir insanlar. Gerçekten çok müthiş bir manzara değil mi? Düşünebiliyor musunuz? Adam can-ciğer karısını görecek ama tanımazlıktan gelecek, kadın kocasını, evlât babasını, baba evlâ-dını, kardeş kardeşini, arkadaş arkadaşını görecek ama tanımazlık-tan gelecek, hiç tanımıyormuş gibi davranacak, geçip gidecek.
2- Adam akrabalarını, dostlarını, yakınlarını görecek ama ken-di derdinden, kendi sıkıntısından ötürü sanki görmemiş gibi olacaktır. Görecekler ama telaşlarından sanki görmemiş olacaklar. Kendisiyle uğraşmaktan kendi başının çaresini düşünmekten başka hiçbir hali kalmayacak. Abese sûresinde şöyle denir:
“O gün, kişi kardeşinden, annesinden babasından, karısından ve oğullarından kaçar. O gün, herkesin kendine yeter derdi vardır.”
(Abese 36,37)
O gün kişi kardeşinden, anasından, babasından, karısından, oğlundan, kızından kaçacak. Neden? Çünkü o gün herkesin başını aşkın derdi vardır. Herkesin kendine yetecek meşguliyeti vardır. Herkes kendi başının derdine düşmüştür. Kimsenin kimseyi düşünecek mecali de yoktur, zamanı da yoktur. O gün kimse kimsenin hatırını soramayacak, kimse kimseyle ilgilenemeyecektir. Herkes kendi başının derdine düşecektir.
Hattâ Rasulullah Efendimizin, “o gün herkes üryan haşr olacak” beyanına karşılık Ayşe annemizin: “Anam babam sana fedâ ol-sun ey Allah’ın Resûlü! Öyle de, biz o gün vücutlarımızı yabancı erkeklerden nasıl koruyacağız?” şeklindeki sorusuna Allah’ın Resûlü’-nün verdiği cevap gerçekten çok enteresandır: “Üzülme ey Hatice, o gün herkesin başını aşkın bir derdi olacak ve kimse kimsenin vücuduyla ilgilenemeyecektir,” buyurur.
O gün kimse kimseyi göremeyecek. Kimse kimseyle ilgilenemeyecek. Çünkü o gün herkesin başından aşkın bir işi ve derdi olacak. İnsanın sevdikleri bile ona yabancı olmuştur o gün.
Hani bazen çok üzgün, çok dertli, çok karmaşa, çok karışık bir ruh hali yaşadığınız dönemler sokakta yürürken en samimi bir arkadaşınızı, en candan bir dostunuzu görmeden geçtiğiniz olur değil mi? Belinizi büken, kalbinizi yakan, beyninizi sarmış bir üzüntü atmosferinde gezerken, tanıdığınız nice simâlara rastlarsınız da sanki hiç görmemiş gibi yanından geçip gittiğiniz olmuştur değil mi? Görürsünüz, ama sanki görmemiş gibi olursunuz. Bilirsiniz, ama sanki bilmemiş gibi olursunuz. Veya görürsünüz sanki görmezsiniz. Meselâ bir miting alanındasınız ve çok acil birini aramakla meşgulsünüz. Gözünüz onu aramakla meşgul. Böyle bir durumda bildiğiniz tanıdığınız nice simalar görürsünüz de, onların üzerinde hiç durmazsınız bile de-ğil mi? Hatta onları görmezsiniz bile. Niye? Birini aramaktasınız çünkü o anda. Onunla meşgulsünüz. İşte o gün de böyle olacak.
O gün insanlar böyle olacaklar. Peki görmeyecekler mi? Görecekler ama görmezden gelecekler, ya da görecekler ama sanki gör-memiş gibi olacaklar. Çünkü âyetin devamında diyor ki Rabbimiz:
Görecekler, görüşecekler, karşılaşacaklar, karşı karşıya gelecekler, birbirlerini görecekler, görüşecekler ama sanki karşılaşmamış olacaklar. O kadar meşguller ki, o kadar kendi kendilerine dönmüşler ki, sanki tanımazlıktan gelecekler. Çünkü gördükleri halde tanımayanlar, gördükleri halde tanımazlıktan gelenlerin elbette birbirlerine sıcak bir kucak açmaları, birbirleriyle sıcak bir ilgi kurmaları da mümkün olmayacaktır. Zaten dünyada birbirleriyle sıcak ilişki içinde bulunanlar, birbirleriyle dost olanlar, akraba olanlar, eğer orada böyle bir ilişkiyi kaybetmişlerse artık ha görmüş, ha görmemiş, ha tanımış ha tanımamış fark etmez olacaktır. Araya böyle bir soğukluk girmişse tanısa ne olur, tanımasa ne olur?
Dünyada da öyle olur bazen değil mi? Bir vakitler insanlar birbirleriyle o kadar sıcacık dost ki, birbirlerini o kadar seviyorlar ki, sanki bir saat bile görüşmeden edemiyorlardır. O kadar düşkündürler ki, birbirlerine sanki “Fe cismahüma cismani ve’r-ruhu vahid” olmuşlardı. Yani ikisi iki ayrı beden ama ruhları tek ruh olmuştur. Tek ruh tarafından yönetilen iki bedendirler. Sanki öyle yaşıyorlar. Gece beraberler, gündüz beraberler, evden çıkarlar beraber, eve dönerler beraber, sanki ruh dünyaları beraber, sevgileri beraber, nefretleri beraber, her şeyleri beraber. Ama mesâibu’d-dünya dediğimiz dünyanın hadiseleri ve şeytan aralarına öyle bir girer ki, dünyada da: Öyle bir küserler, öyle bir ayrılırlar, öyle bir sırt dönerler ki birbirlerine, sanki daha önce birbirlerini hiç tanımamışlar, hiç görüşmemişler gibi, uzaktan birbirlerini görürler ama sanki hiç görmemiş gibi geçip giderler. Dünyada da bazen bunu görürüz. Öyleyse yapılacak şey sadece ve sadece Allah’la beraber olmak, Allah’la bütünleşmek, Allah’la dostluğu pekiştirmek, Allah’a bel bağlamak, Allah-la yakın diyalog içinde olmaya çalışmaktır. Değilse dünya bu, işte dünyanın değeri, dünyanın kuralı budur işte. Allah’tan başkalarını aşı-rı derecede sevmeye, Allah’tan başkalarına bel bağlamaya gelmez. Arkadaşın olabilir, can-ciğer kardeşin olabilir, gözbebeği hanımın olabilir, oğlun, kızın olabilir veya tanıdığın, bildiğin olabilir ki, biraz sonra sayılacak onlar zaten, işte hepsinden ayrılmak zorunda olacağız. Hepsinden kaçmak zorunda kalacağız.
Öyleyse burada beraberliğimiz Allah için olsun, ayrılığımız da Allah için olsun. Yani karşımızdakinin bizim dünyamızda oluşu bizim İslâm’ımıza aykırı ise hemen ayrılalım ondan. Terk edelim onu. Sevmememiz gerektiğinde sevmeyelim. Küsmemiz gerektiğinde küselim. Ama onun bizim hayatımızdaki varlığı İslâm’ımız açısından güzelse o zaman da sevelim, beraber olalım onunla. Yani sevmemiz de küsmemiz de Allah için olsun. Dün İslâm için sevdiğimiz, Allah için sevdiğimiz, Allah sev dediği için sevdiklerimizi her zaman sevmeye devam edelim. Dün Allah sev dedi diye onu seviyorsak, bugün de aynı Allah aynı İslâm sev diyorsa, sevmeye devam edelim, onlarla küsmeyelim.
Rasulullah’la beraber sahâbeden biri oturuyorken birisi oradan geçer. Rasulullah’la oturan sahâbe der ki: “Ya Rasulullah ben şu giden kişiyi Allah için seviyorum.” Allah’ın Resûlü der ki: “Peki sen ona bu sevgini açtın mı? Ona sevdiğini söyledin mi?” “Hayır ya Rasulal-lah.” “Ama açman gerekirdi, ya da git ona kendisini sevdiğini söyle!” buyurur. Hemen adam onun peşinden gider, az ileride yakalar ve ona der ki: “Kardeşim! Ben seni Allah için seviyorum!” Karşıdaki de der ki: “Kardeşim beni kendisi için sevdiğin, kendi hatırına sevdiğin Allah da seni sevsin” der. Sevdiğimiz kişiye bu sevgimiz ihsas etmemiz gerekiyormuş, hadisten bunu anlıyoruz.
Dünyada birbirlerini sevenler, birbirlerini görmek için can atanlar, sevenler, sevilenler ya da sevdiğini iddia edenler orada eğer birbirlerinden kaçacaklarsa, sevgilerinde bir bozuk düzenlik vardır. Sevgilerinde bir terslik vardır ki, onu dünyada düzeltmemizi istiyor Rab-bimiz bu âyetinde. Rabbimiz bu âyetiyle: “Ey Müslümanlar! Dünyada çevrenizdekilerle ilişkilerinizi Allah’ın istediği biçimde ayarlayın ki, yarın onlardan köşe bucak kaçma pozisyonuyla karşı karşıya kalmayın. Hanımlarınızla ilişkilerinizi Allah’ın istediği gibi ayarlayın ki, yarın onlardan kaçmak zorunda kalmayın. Onlara karşı sorumluluklarınızı şimdiden yerine getirin ki, onlar karşısında rezil bir duruma düşmeyin. Tüm insanlara karşı Allah’ın istediği biçimde davranın ki, yarın onlara bakabilecek yüzünüz olsun. Sevdiklerinizi Allah için sevin, Allah’ın sev dediklerini sevin, Allah’ın sevmeyin dedikleriyle ilişkilerinizi sürdürmeyin” diyor.
Zuhruf sûresinde Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“O gün Allah’a karşı gelmekten sakınanlar dışında, dost olanlar birbirine düşman olurlar.”
(Zuhruf 67)
O gün aralarında su sızmayan dostlar, birbirlerini candan-ci-ğerden seven nice dostlar ve ahbaplar birbirlerine düşman olacaklar. Dostlukları, arkadaşlıkları düşmanlığa dönüşecektir. Ancak dostlukları Allah için olanlar müstesna. Ancak takva için olanlar, Allah hatırına Allah dininin ikamesi adına olanlar müstesnadır. Allah rızasına matuf olmayan tüm dostluklar, tüm bağlar, tüm arkadaşlıklar o gün düşmanlığa ve pişmanlığa dönüşecektir. Dünyada para, menfaat, makam-mansıp, protokol ve statü, ırkî özellikler için kurulan dostluklar, birliktelikler bitecektir. Bitmenin de ötesinde ayrıca düşmanlığa dönüşecektir. Önderler, önde gidenler, liderler ve kendilerine uyanlar birbirlerine diş bileyecekler. Aralarındaki tüm protokol bağları kopacak.
Aslında bu dostların düşmanlıkları, dostluklarının kaynağından gelmektedir. Yani onları dost kılan kaynaktan gelmektedir. Çünkü on-ların dünya hayatındaki dostlukları birbirlerini günaha teşvik etmek içindi. Günah konusunda birleşiyor ve birbirlerine yardımcı oluyorlardı. Böyle bir dostluğun orada devam etmesi mümkün değildir. Çünkü orada artık işledikleri bu günahların neticesini ayan beyan görmüşlerdir. İşte bunun için birbirlerine düşman kesiliyorlar. “Sen yaptın! Sen ettin! Sen demiştin! Sen istemiştin! Sen yol göstermiş, sen zorlamıştın!” diyerek birbirlerine diş bileyecekler. Ama muttakîler hayatlarını Allah’ın istediği gibi yaşayanların dostlukları böyle değildir. Onlar sevapta birleştikleri, birbirlerini hayra teşvik ettikleri için onlar da yaptıklarının neticesinin ne kadar hayırlı olduğunu görünce birbirlerinden memnun olacak ve birbirlerini tebrik edecekler. Öyleyse arkadaşlarımıza ve arkadaşlıklarımıza dikkat edelim. Arkadaşlarımızın cehennemine sebep olmadığımız gibi, cehennemimize sebep olacak kimselerle de arkadaşlık yapmamaya çalışalım inşallah.
Bakın bu konuda Resûlullah Efendimizin bir hadisini hatırlıyo-rum:
Kişi arkadaşının dini üzeredir. Öyleyse sizden biriniz kiminle arkadaşlık kurduğuna bir baksın”
Bir adam dost ve düşmanlarıyla hayatını yaşar. Hattâ cenaze namazı kılınacağı zaman sonunda değil de başında sorulur. “Bu adamı nasıl bilirsiniz” diye. Ama nereden çıkmış, nasıl gelişmiş bilmiyo-rum, şimdilerde namaz kılınıp bittikten sonra soruluyor. Önce ne idiği, nasıl olduğu bilinmeden kendisine rahmet okunuyor, namazı kılınıyor, sonra da deniliyor ki; “ey cemaat bu adamı nasıl bilirsiniz?” Bir ara bir cenaze için demişler ki iyi biliriz. O arada onun cenaze namazını kıl-dıran imam o kalabalığın arasından geçerken birisi demiş ki; ya bu adam o kadar iyi, o kadar hoş bir insandı ki hiç kimseyle küs değil di, herkesle barışıktı deyince, eyvah diyor hoca efendi. Ne var, ne oldu diyorlar. Eğer ben bu adamın böyle olduğunu önceden bilmiş olsaydım vallahi cenaze namazını kıldırmazdım diyor. Çünkü bir insanın dostu da olmalı elbette düşmanı da. Bir adamın herkesle arası iyi ola-maz.
Aslında sünnete göre o adamın cenaze namazı kılınmadan önce o adam hakkında cemaate sorular sorulmalıdır. Bu adamı nasıl bilirsiniz ey cemaat? Müslüman mıydı? Namaz kılar mıydı? Müslümanlarla beraber miydi? Şehadet eder misiniz bu adamın Müslümanlığına? Borcu var mı? Alacağı var mı? İnsanlarla bir hukuku var mı? Yâni buradaki insanların bu adamla bir sıkıntısı var mı? Küfrüne, şirkine, nifakına bir delil, bir şehadet var mı? Bir diyeceğiniz var mı? Bu-nu baştan sormalıyız. Hattâ Borçlu olan birinin cenaze namazını kılmayan Resûl-i Ekrem efendimizi hatırlayalım da bunu baştan sormayı âdet edinelim elbette. Ya öyle borçlu çıkarsa? O zaman oradakilerden birisi tekeffül eder ve iş biter.
Evet, demek ki insanların dostları da, düşmanları da olacak. Bakın hadislerinde Resûl aleyhisselâm buyurur ki; “Kişi dostunun di-nindedir. Öyleyse sizden biriniz dost edineceği kimseye dikkat etsin”
Kiminle dost olduğunuza, kiminle dostluk kurduğunuza bir bakıverin, bir nezaret ediverin.
Bu “Halil” kelimesinden dolayı İbrahim aleyhisselâmı hatırlamamak mümkün değildir. Halil mi önce İbrahim aleyhisselâm akla ge-lir. Kim halîl ittihaz edinmiş onu? Allah. Allah’ın Halil ittihaz edindiği İb-rahim aleyhisselâmı düşüneceksiniz. O zaman söyleyin, kendi kendinize söyleyin, hiç kimse yokken aynada kendi kendinize bakarak söyleyin, utanmadan, başınıza önünüze eğmeyerek söyleyin, mertçe söyleyin, hatanızı, yanlışınızı bilerek söyleyin, siz kimin dini üzeresiniz? En çok sevdiğiniz, darıltmaya kıyamadığınız, ayrılığına dayanamadığınız, üzerim diye titrediğiniz, tüm gayretinizi kendisini memnun etmeye teksif ettiğiniz halîliniz, dostunuz kim sizin? Yâni Allah’ın peygamberi bu manada size halil olmaya, dost olmaya yeterli değil miydi de başka dostlar edindiniz? Bacanağınız, enişteniz, damadınız, amca oğlunuz, müşteriniz, satıcınız, dost adam, can adam, baba adam dediğiniz insanlar mı? Dikkat edin, bilesiniz ki siz onların dini üzeresiniz. Söyleyin, sizin dininizle onlarınki aynı şeyler mi? Kim sizin halîliniz? Kimin dini üzeresiniz? Hakaret etmek için din anlatılmayacağını biliyorum. Ama siz o dostunuz gibi namaz kılıyorsunuz değil mi? O cami meraklısı olmadığı için siz de gitmemeye başladınız değil mi? Yâni namazda bile öyle değil mi? Sadece namaz, abdest değil, biliyorsunuz din, bir hayat programıdır. Peki siz giyim kuşam konusunda kime benziyorsunuz? Kim gibi davranıyorsunuz? Kiminle berabersiniz? Ye-me içme konusunda kimi dost edinmişsiniz? Veya kendinizin, çocuklarınızın, hanımlarınızın eğitimi konusunda kimin peşi sıra gitmeye ça-lışıyorsunuz?
Yâni eğer insanlar dostlarının, dost bildiklerinin dini üzereyse, eşya anlayışları, kazanma harcama anlayışları, ihtiyaç anlayışı, dert ve sıkıntı anlayışı, şifa ve arama anlayışı hepsi o dostunun mantığına göre olacaksa, peki o zaman siz kimi, kimleri dost edindiniz? Kime benzemeye, kimi örnek almaya çalışıyorsunuz? Bir bakıverin bakalım diyor efendimiz. Çünkü yarın bu konuda hesaba çekileceksiniz. Hani; “arkadaşını söyle, sana senin kim olduğunu söyleyeyim” diye bir söz vardır. Ben bu sözü buradan kaynaklanır anlamıyla kabul ediyorum. Öyle değil mi? Yâni insanlar arkadaşları gibi değiller mi? Peki ama benzemiyorlarsa? O namazsız, o ibadetsiz, o içkiden, o kumardan, o zinadan yanaysa o zaman neden senin arkadaşındır o? Ha, dini duyurmaya müşteri kabul ettiğin, bu anlamda dost bilip eğitmeye çalıştığın, kurtuluşunu kendine dert edindiğin birisiyse o zaman ona diyeceğim yoktur. Elbette o güzel olacaktır.