Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Mechul Mahkum

V Çevrimdışı

vuslatım

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Pekte uzak olmayan bir zamanda, Çin'de, Mareşal Eul Chann-Ming'in özel doktoru olarak bulunuyordum. Çok güvenini kazanmıştım. Bir yabancı olduğum halde
bana, karargâh içinde istediğim yere girme izni verilmişti.
Bununla beraber günlük politika işlerinden elimden geldiği kadar uzak kalmağa çalışmama rağmen, şehir baskınlarına, esir katliamlarına ve kitle halindeki
idamlara defalarca şahit oldum. Fakat, Çin'de geçirmiş olduğum beş yıllık zaman içinde, bana çok tesir eden en canlı hatıra, şu olmuştur:
Han-Cheou şehrindeydik. O gün 74 mahkûm kurşuna dizilecekti. Doktor olduğum için sabahın erken saatinde alana gittim. Ateş emrini verecek olan genç bir
subay da, takımıyla gelmiş bekliyordu. Sonunda tetiklerin her çekilişinde, doldurulmuş olan on iki tüfek birden ateş etmeğe başladı ve her ateş emrinden
sonra, bir çizgi halinde uzanan mahkûmlardan biri eksiliyordu.
Bu kargaşalık arasında, sondan ikinci, yani 73 üncü mahkûma gözüm ilişince, hayretimden dona kalmıştım. Zira bu zavallı, rahat tavırlarla ve kendini unutmuş
bir halde kitap okuyordu.
Evet evet, bir kitap okuyordu. Kendisine doğru yaklaşan ölüme aldırmaksızın, çevresini saran ve kendine yaklaşan faciayı bilmiyormuş gibi kitap okuyordu..
Bütün bu korkunç gürültüler, barutun genzi yakan, kanın mideyi bulandıran kokusu, onu rahatsız etmiyordu. Bu durumdaki bir insanı, böyle bir anda, çekebilen
kitabı çok merak etmiştim. Her şeye rağmen, onunla konuşmaktan kendimi alamadım:
-En son dakikalarınızda sizi teselli edecek, böyle bir kitap olabilir mi? Gözlerini okuduğu kitaptan ayırmadan, çok güzel bir İngilizce ile cevap verdi:
-Bütün ömür boyunca edinilmiş olan tecrübelerin, bir dakika içinde boş olduğu anlaşılabilir. Öyle ki ölüm yaklaşırken bile...
Bu cevaba, söyleyecek hiç bir şey bulamamıştım. Et ve kandan örülmüş böyle bir duvar karşısında, nasıl bu kadar sakin olabiliyordu? Çinlinin yanından ayrılamıyordum,
ama o benim yanı başında durduğumun farkında bile değildi.
Genç subayın kılıcı, her iniş kalkışta, yeni bir mahkûmun vücudu delik deşik oluyor ve korkunç bir şekilde yıkılıyordu. Bütün bunlara rağmen, bu esrar dolu
insan, kılını kıpırdatmaksızın okuyor ve başka bir âlem içinde yaşıyordu. En fazla otuzunda gözüken bu genç adamın, yüzü parlak, sıhhatli ve renkliydi.
Aynı sessizlikle elindeki kitabın sayfalarını çevirirken, kendimi tutamadım:
-Sizin için bir şey yapabilir miyim? Acaba son bir dileğimiz var mı? diye sordum. Hayatını kurtarabilmem için yalvarmasını bekliyordum. Ama o, başını kaldırarak,
alaycı bakışlarla beni süzdü. O zaman, derin bir uykuda olduğumu anladım. Dalgın ve sâkin bir sesle:
-Hepimizin ölüm saati önceden tespit edilmiştir. Üniformalı olan şu genç adam, eline hiçte yakışmayan kılıcıyla ölüme emir verdiğini sanıyor. Halbuki yanılıyor
doktorcuğum. Siz, Allah'ın huzuruna benden önce çağırılabilirsiniz. İnsanlara hayat vermek veya almak hakkını bunlara kim vermiş. Yanılıyorsunuz... Dedi
ve tekrar gözlerini elinde kitabına çevirerek okumaya devam etti.
Henüz 46 mahkûm öldürülmüştü... Birden bire genç teğmenin sendelediğini gördüm. Evet. Kılıcı elinden düşmüştü, dizleri kıvrıldı ve olduğu yere yıkıldı.
Ne olduğunu anlamak için yanına koştum. Ama yaptığım muayene hiç bir işe yaramadı. Kalbi artık çalışmıyordu. Anî bir ölümle karşı karşıyaydım; sebebi de
belirsizdi. Dehşet içinde kaldığımı, büyük bir ağırlık altında ezildiğimi duyuyordum...
Gözlerim kendiliğinden Çinliyi aradı, o aynı kayıtsızlıkla kitabını okumaya devam ediyordu... Alanda bulunan başka bir subay, yere düşen kılıcı eline alarak,
yarıda kalan işe devam etti. Mahkûmların sırası gittikçe küçülüyor ve ben soğuk soğuk terlediğimi seziyordum. Dizlerim titriyordu. Çinlinin ilk söylediği
gerçek olmuştu. Ya ikincisi!..
Benim gibi bir ilim adamına hiç de yakışmayan, bir duygusallıkla ile dehşet içinde kalmıştım. Evet, her şeye rağmen Çinlinin söylediklerine ben de inanmıştım.
Elimde olmadan hayatımdan da korkmaya başladım. O sırada, hükmün infaz edilişini kontrol etmek üzere Beyaz Rus kökenli bir Çin albayının atıyla yaklaşığını
gördüm. Çevreme bakınmaksızın, koşarak ona yaklaştım. Atın dizginlerine sarılarak kendisini durdurdum. Hayretle bana bakıyordu. Kendimi toplayarak sakin
bir sesle:
-Sayın albay, beni sevindirmek istemez misiniz? Diyebildim.
-Memnuniyetle doktor!... diye cevap verdi. Bunu içten söylüyordu, çünkü kısa bir zaman önce, mühim ve derin bir yarasını tedavi etmiştim. Umutsuz bir sesle:
-73. mahkumu bana bağışlayın. Yaşamak onun hakkıdır. Daha o kadar genç ki, diyebildim. Albay şaşırmıştı:
-Çok üzgünüm, ama olmayacak bir şey istiyorsunuz aziz doktor, diye cevap verdi. Mareşalin vermiş olduğu emirlerde ne kadar titiz olduğunu, benim kadar siz
de bilirsiniz.
Hakkı vardı. Soğukkanlılığımı kaybettiğim için, utanmıştım. Ortadan silinmek bütün olanları unutmak istiyordum. Ama o hâlâ kitabından gözlerini ayırmıyor,
böylece kendine yaklaşan ölüme meydan okuduğuna inanıyordu. Sıranın kendine gelmesi için ancak dört mahkûm kalmıştı...
Kalbim şiddetle çarpıyor, gözlerim ondan ayrılmıyordu. Birden bire, tiz bir boru sesi ile ateşkes işareti veren bir emir atlısı dörtnala, alana girdi. Albayın
yanına gelince, dizginleri o kadar şiddetle çekti ki hayvan arka ayakları üzerinde şaha kalktı.
Attan atlayan asker, albaya bir zarf uzattı. Bu esnada, meydanı dolduran cesetler arasında, sıralarını bekleyen sadece iki mahkûm kalmıştı. Namluların kendine
çevrileceği şu anda bile, o, hâlâ kitabını okuyordu.
Albay elindeki kağıda acele ile bir göz attıktan sonra, elini kaldırarak ateş kes emrini verdi. Ne olduğunu anlayamamıştım. Zihnim hep onu düşünüyordu.
Sonunda albayın bana işaret ettiğini gördüm, yanına gidince:
-Koruduğunuz adamın şansı varmış Doktor, gelen emir ona ait, dedi. Artık tek bir kelime söylenemezdi. Sevinç ve heyecanla ona doğru ilerledim. Sanki kurtulan
bendim. Bu müstesna insan, sarsılmaksızın, dimdik duruyor, kitabı elinden sarkarken, gözleriyle uzaklara, pek uzaklara bakıyordu. Sanki bu topraklardan
ötesini görmek istiyordu. Kıpırdamayan çehresinde, ne korku, ne de sevinç izleri seziliyordu. Çevremde her şey dönüyordu, sonunda gözlerimin önünden o
da silindi. Fazla bir şey hatırlayamıyorum. Kendime geldiğim zaman, kaybolmuştu. Kendisini tanımayı çok istediğim halde, onu hiç bir zaman göremedim. Halâ
yaşadığını sanıyorum, çünkü ben de yaşıyorum...
DR.SPRİNGER GALIBAN
 
Üst Ana Sayfa Alt