Yaptığı İslami akademik çalışmalarla bilinen Mehmet Emin Akın Hoca, sürekli gündeme gelen ve tartışmalara neden olan Hilal mevzusunu gündemine alarak sitemize analiz etti.
İşte Mehmet Emin Akın'ın mesajları:
HİLAL MESELESİ HAKKINDA
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ، قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ :
" صُومُوا لِرُؤْيَتِهِ ، وَأَفْطِرُوا لِرُؤْيَتِهِ فَإِنْ غُمَّ عَلَيْكُمْ فَأَكْمِلُوا الْعِدَّةَ ثَلاثِينَ "
Ebu Hureyre’den; Allah’ın Rasulü (sallalllahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
“Rü’yetiyle oruç tutun ve rüyetiyle iftar ediniz. Eğer Hilal bulut sebebiyle kaybolmuşsa iddeti (ayın günlerinin ) sayısını otuz-güne ikmal ediniz”
(Buharî, Müslim, Ebu Davud, İbn Mace, Müsned Ahmed İbn Hanbel)
Bu hadiste ister Şa’ban ayının 29. gününden sonraki gün (30. gün)olsun ister ramazanın 29. günü için olsun, Hilal bulutlar arasında kalır ve gökyüzü kapalı olursa izlememiz gereken yolu ve hükmü belirtiyor.
Rü’yet, Kur’an ve Sünnetle sabit taabbudi bir emirdir. Böyle olunca Hilal’in bugünkü ileri teknoloji sayesinde, gün batımından sonra tesbiti tıpkı onun ilk olarak yeryüzünde nereden doğduğu ve yeryüzünün her hangi bir yerinde ve hangi saatte doğup battığını da tesbit etmek çok daha kolaydır. Zaten dünyandaki ileri Rasathanelerin hemen hepsi ay hesabı yapmaktadırlar.
Rasulullah (sallalllahu aleyhi ve sellem) aynı zamanda “şek günü” oruç tutmamızı yasaklamış ve bugünde oruç tutanın Ebu’l-Kasım’a isyan ettiğini söylemiştir.
Ammar İbn Yasir hadisinde öyle buyurur:
"من صام اليوم الذي يشك فيه فقد عصى أبا القاسم صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ"
Şimdi böyle olunca, biz Ramazan’dan önce şek edilen günde oruç tutamayız. Fakat oruç söz konusu olduğunda 30. gün için şek günü ifadesini Rasulullah’ın kullanmadığını görüyoruz. Bunun cevabı zaten Ebu Hureyre hadisinde var.
Öyleyse mesele bu kadar açık ve seçikken ve bu konuda sahih nasslar mevcutken, neden Müslümanlar Rü’yet konusundan onlarca yıldır bir ihtilaf yaşıyor? Bunun sebebi; ne Hilal’dir ve ne de âlimlerin bu konudaki kasıdlı davranışları ve cehaletleridir.
Rü’yet meselesi tamamen İslamî ortak bir irade ve ilmî saygınlığın ve âlimlerin bilim adamları ve astronomi ilmiyle ilgilenen ilim ehli ve ve bu ilmin kurumlarıyla olan büyük kopukluğu ve belki de uzaklığı nedeniyle olduğu gibi aynı zaman da bu mesele doğrudan İslamî bir üst irade ve yetki makamının yokluğuyla ilgilidir.
Peki, en son dün ve bugün yaşamakta olduğumuz ihtilafın; birbirini seven kardeşler ve buna yıllardır dikkat gösterenler arasında bile tartışma sebebi olmasının hikmeti nedir?
Burada şunu hatırlatmakta fayda görüyoruz; Hilal’in teknolojik olarak dün Ankara’da Amerika ve diğer rasathanelerin tesbitlerine göre, saat 14.00 da kavuşma anından itibaren oluştuğu yönündedir. Buna itiraz etmemiz mümkün değil. Zira artık bu kurumların bu konudaki yetkinlikleri tevatür derecesinde bilinen bir vaka ve gerçektir. Bunun üzerinde zaten tartışmaya gerek kalmıyor.
Bu meseleyle yıllardır ilgilenen birisi olarak Türkiye’de defalarca Hilal görünmediği halde oruç tutulduğuna ve Hilal gökyüzünde ikinci gününe girdiği halde oruç olup da bayram edildiğine şahid olduk.
Bunun iki açık örneğini veriyorum. İlki 1994 yılında Diyanet İşleri Başkan yardımcısı Lütfi Şentürk’le olan telefon görüşmemdir.
Şu an tam tarihini hatırlamamakla birlikte Ramazan’ın sonlarıydı. Biz bir gün öncesinden Hilal’in görüldüğünü S.Arabistan ve bazı diğer Arap ülkelerinden gelen telefon ihbarları sayesinde öğrenmiştik ve buna uyarak 1 gün önceden bayram olduğu kararına uyduk.
Hatta bu meyanda Kanal 7,TGRT ve STV gibi dini hassasiyeti olan kurumları arayıp 2. günün Hilal’inin gökte açık seçik görülmesine rağmen insanları Hala oruç tuttuklarını, insanlara oruç tutturulduğunu söylediğim ve onların da bunu bilmesine rağmen ve hatta Kudüs’te Bayram namazı kılınmasını haber yaptıkları haberde bunu Müslümanlar 2 rekat namaz kılıp Camiden ayrıldılar diye haber yaptılar.
Hatta S.Arabistan’ın kör Müftüsünün nerede Hilali görmüştür diye kınayan ve aşağılayan Mi İslamoğlu’nu aradığımda, onun Şile’de bir iftarda olduğunu bana söylediler. Yani Hilal 2 günlük olduğu ve gökte herkesçe görüldüğü halde İslamoğlu da statükoya uyarak ve devletin kararları ve inadı yanında yer alarak Selam gazetesinde
Suudi Müftüsünü kınayan ve aşağılayan bir makale yazmıştı.
Tabii, biz bize doğru bir cevap verecek ve bunu haber yapacak hiçbir merci bulamayınca; mecburen Diyanet İşleri Başkanı M. Nuri Yılmaz’ı aramak zorunda kaldık. Onlar da beni evinde Lütfi Şentürk’e bağladılar. Kendisine ortadaki durumu ve Hilal’in gökte 2 günlük olup hala görülmeye devam ettiği halde -yanılmıyorsam- (13 Mart 1994 Pazar) Sayın Hocam dedim durum bundan ibaret, eğer balkonunuzdan bakarsanız siz de Hilal’in gökte kocaman olduğunu göreceksiniz. Müslümanlara haram günde oruç tutturuyorsunuz, lütfen buna artık bir son verinin bütün insanların vebali sizin omuzunuzdadır” demeye kalmadı;
“Beyefendi sizinle polemiğe giremem, bu Devlet Bakanlığı’nın bize emridir. Bizim bu konuda yapabileceğimiz herhangi bir şey yok”
dedi. Hatta 1997 yılımnda ki bir Ceviz kabuğu programında M. Nuri Yılmaz’a bu meseleyle ilgili sözleri üzerine gönderdiğim bir faksı da Hulki Cevizoğlu kendisine okudu ve o da cevap veremeyince tabii dedi siz bir devlet memurusunuz memurun amirlerin kararı hakkında bir şey söylemesi mümkün değildir diye bir de iğnelemede bulundu.
Hakeza o zaman M. Görmez Hoca henüz doktorasını çalışmakta idi. Onunla da bu Hilal meselesini defalarca görüp kendisine Elif Sitesinde oturduğumuz yıllarda en az iki kez Hilalin 2 günlük olmasına rağmen insanların bayram günü oruç tuttuklarını bizzat telefonla ve aynı zamanda şifahi olarak da görüşüp haber verdim. Hatta bir keresinde Londra’da kendilerinin Greenwich Rasathanesine gittiklerini ve İngilizlerin hilalin doğuşunu ve batışını atmosferin farkı yerlerinden nasıl gözlemlediklerini anlattı. Yani Kandil rasathanesinin yapmadığını veya yaptığı halde -ki orayı da aynı gün aramama rağmen cevap verecek hiçbir muhatap bulamamıştım-
Şimdi gelelim, bu yılki Ramazan orucu ve bayram ilanı meselesine; Hilal için defalarca toplantılar yapılmasına rağmen, hiçbir ülke ile bir diğeri bu konuda sabit ve herkesçe kararına uyulması gereken bir kara mekanizması ve mercii oluşturmadı veya oluşturamadı.
Özellike Ramazanların başlangıcı ve bitim ya da Bayram ilanı konusunda Türkiye uzun yıllar diğer İslam ülkelerinden bazısına muvafık hareket etmesine rağmen özellikle Ramazan Hilal konusunda Arabistan ile ayrı düşmüştür. Defalarca S.Arabistan, Nasa verilerine uymasına rağmen, Türkiye’den buna bir destek görmemiş ve Türkiye resmi tatillerle dini günlere dair Cumhuriyetin ilk yıllarında adeta yasalaşmış olan genelgeleri ğzleyerek bu meseleyi; devletin işlerini Dine göre tanzim ve düzenleme çerçevesinde el alıp bu konuda sert tutumunu hala sürdürmektedir. Gelen hiç bir Hükümet ne Erbakan ve ne Özal zamanında buna bir çözüm bulmadı. AKP döneminde dahi, ne yazık ki buna hala nasıl bir çözüm bulunacağına kimse akıl erdirip bir karar veremiyor.
En son yaşadığımız garabet ise, İstanbul’da Hilali tesbit ve ramazanlarla bayramları aynı günde icra etmek için yapılmış olan toplantıda hemen ilk senesinde anlamsız kalmıştır.
Burada kimin suçlu ve kimin bu hususta fitne çıkardığını konuşurken insanların aklına nedense, hiç kendilerini yöneten devletin ve idarenin bu konuda çıkardıkları fitne ve ifsaddan söz edemiyor. Türkiye’de devletin resmi hesabına uymayan fitneci oluyor, Suud da ise orada uymayanlar -ki buna dair hiçbir bilgimiz yok-
Diyanetin bu konuda yapabileceği bir şey olduğuna inanan kesinlikle hayal kırıklığına uğrar zira orası bir devlet dairesinin uymak zorunda olduğu bütün kanunlara genelge ve talimatlar uymak zorundadır.
Ne Diyanet ve ne de Türkiye de hükümet olanlar günlerden bir gün acaba biz mi hata yapıyoruz deyip Allah'tan korkup gerçekleri üzerinde kafa yoruyor ve hala despotça Cumhuriyetin ilk yıllarında valilere ve Mülkü amirlere terkedilen bayramları ilan ve dini günler genelgelerine ses çıkaramamaktadır.
Türkiye içerisinde sorun bununla ilgiliyken, Türkiye dışında sorunun bundan çok daha farklı sebeplere dayandığını söylemek sanırım zordur.
O halde sorunun kökeni dini ve teknik değil, tamamen siyasidir ve belki de bu ülkeleri aşan bir iradenin ve elin marifeti gizlidir bunda, bunu henüz tam olarak bilemiyoruz.
Uzun yıllardır Türkiye’de Diyanet ve ona paralel olarak Türkçü ve tasavvufçu dini cemaatler Türkiye’nin oruçve bayramlarla ve Hilalin tesbitiyle ilgili onlarca kez Nasa’nın verilerine ters düşmesine rağmen diğer ülkelere, özellikle
S.Arabistan bu verilere uyarken Türkiye bunu esas almazken bu camiaların tamamı Diyaneti bu yanlışında destekleyip S.Arabistan’a uyanı cahillikle kör bir müftünün kararına uymakla ve hatta Türkiye düşmanlığı ve sapıklıkla suçlayabilmişlerdir. Yukarııda M. İslamoğlu’nu Suud Müftüsüne hakaret ettiğine değinmiştim.
Bununla Türk dinci kamuoyu şunu demek istiyordu ve bunu açıkça da dillenlendiriyorlardı:
“Türkiye’de bir devletimiz var ve onun da tek ve yegane yetkili bir dini kurumu var o da Diyanet’tir herkesin ona uyması gerekir”
Peki, neden bu despotça ve diktatörce dayatma ve fikir ve tecrübe farklılıklarına tahammül edememe?
Almanya’da olduğum yıllarda uzun yıllar Milli Görül teşkilatları devlet ve Diyanete muhalefet esası üzerine hareket ediyordu. Çünkü zaman AMGT ile bazı Arap ülkeleri arasında maddî ve ekonomik ilişkiler vardı bunu ilişkiler adına Diyanet’e sürekli muhalefet ediliyordu ve bazen de tepede olanlar Diyanetle aynı günde namaz kılarken halka farklı günlerde namaz kıldırtabiliyorlardı.
1986- 88 yıllarında bu sert duruşu terk etmeye ve Alman makamlarının böyle olmaz, bir gün belirleyin ona göre size izin verelim demesiyle karşılaştılar. Tabiî bunun yanında Arap işçiler ve Arap ülkelerini vatandaşları olanlar da aynı sorunu yaşıyorlardı.
Şimdi durum tersine döndü; Cihadçı olan AMGT liberal ve devletçi milliyetçi ve Mücahidlerin düşmanı bir teşkilata dönüşmeye başlayınca bu konuda tavırları ve kararları da devletçi bir karakter almaya başladı; bunun bir diğer sebebi de AKP döneminde Diyanetin ( DİTİP) Avrupa’da çok daha etkin bir konuma gelmiş olması ve siyasi olarak konumun güçlenmiş olmasıdır. Yani birileri birilerini hizaya getirmiş oldu.
4 Temmuz akşamı bizim dünyanın en önde gelen rasathane ve gözlemevlerinin sayfalarında gördüğümüz gerçek şuydu:
Ankara’da Ay güneşle saat, 14:00 da kavuştu. 14:01 de yeni ay (teknik ve fiziki olarak başlamış oldu. Fakat ayın görünmesi bu durumda sadece sanal bir gerçeklik olarak vardır ve gözle görülmez.
Hilalin bu günün akşamında gözle görülmese bile bu uydu sistemlerin tesbit ve sonuçlarına göre güneşin batımından sonra görünmesi ve ortalama olarak 12,13 dakika gibi bir süre, Gökyüzünde görülmesi gerekmez miydi?
Şimdi bunun sabit olmamasına ve güneşin batımından 21 dakika önce Hilal’in kaybolup (Muhak döneminde olmasına ) Hilal’in 20.08’de- kaybolmasına rağmen, sahih hadis nasslarını bir tarafa bırakıp güneşten 21 dakika önce batıp gözle tesbit edilmeyen rü’yete göre nasıl Şevval Hilali göründü diyeceğiz?
Bu uydu sistemlerine göre yine bugün Ankara’da gün batımı 20:20 olarak gösterilmektedir.
Hilal’in batımı ise, 20:58 olarak gösteriliyor. Doğal ve bulutların olmamasına rağmen eğer bunun gerçekten Hilal güneşin batımından 58 dakika kadar gökyüzünde dururken ve biz de bunu görürsek- ki bu durumda Türkiye’nin tavrı dolayısıyla Diyanet’in aldığı karar delilden yoksun olmasına rağmen- bu da Hilalin ilk gününde güneşin batımından sonraki görülme ömrüdür- doğrudur demekle birlikte bunun bir gariplik olduğunu ve neden Hilalin 12 dakika veya 13 dakika gibi güneşten sonra hava açık olduğu halde görülmemesine ve uyduların da bunu güneşten 21 dakika önce batmış göstermesidir.
Biz bu kargaşa İçinde birbirimizle uğraşırken, bayram yapması gereken bizler-belki- yanlışlık yapıp oruç tuttuk, belki de diğerleri oruçlu olmaları gereken günde iftar ettiler. Diğer bir ifadeyle ne onlar Hilali gördüler ve ne de biz Hilali görmüş olan adil iki Müslüman şahidin rü’yetini ve şehadetini reddettik.
Buna rağmen S.Arabistan kendi hukuki işleyişi çerçevesinde ya adil ve Müslüman ikiden fazla şahide sahipse, bunu reddetmenin hükmü ne olacak? Türkiye’de buna dair sağlıklı ve güvenilir şehadeti olan birileri çıkıp bizler Hilali falan saatte ve falanca yerlerde gördük dediklerine dair de biz şey duymadık.
Müslümanlar fiziki olarak yeni ayın şevvalin başlamış olduğunu yine kesin bir şekilde -çünkü başka alternatifleri olmadı- teknolojik imkân ve sonuçlara göre kabul ettiler. Bugün oruç tutmuş olanlar da yine teknik olarak ayın güneşten önce batmış olmasından ötürü bunu en azından bir şüphe olarak değerlendirip oruç tutmuşlardır demek zorundayız. Üstelik hava açık olmasına rağmen, Hilal görünmemişse Ramazan’ı 30’a tamamlama konusunda sahih bir nassa uymuşlardır. O halde kavga neden? Bunu siyasi bir muhalefet ya da dini bir sapma olarak değerlendirmenin hiç bir manası yoktur. Dün Hilali şer’î nasslar dairesinde görmemiş olanlar bu durumda hangi hatayı ya da suçu işlemişlerdir.
Rüyetle ilgili hadiste emredilen; dün Müslümanların bazısınca bazı devletler de diyebiliriz, gerçekleşmişse neden biz buna uymayalım? Üstelik Müslüman ülkelerin hükümetleri arasında en azından diplomatik bir karşılıklı güven anlaşmaları olmalarına rağmen neden mesele Dini bir emre uymaya gelince birbirlerine güvenemiyor ve nerdeyse birbirlerine hıyanet etmiş gözüyle bakıyorlar?
S.Arabistan mademki kardeş ve dost ülke ve mademki bu ülkeye ve daha onlarcasıyla İslam Ordusu -dedikleri- bir ordu kurup 200 bin askerle Modern tarihimizde bir ilki gerçekleştirebiliyoruz, neden Diyanet Başkanı Görmez, bütün bu verileri eline alıp da siyasilerin kafasına bu gerçekleri çarp mıyor? Çarpmıyor onun neden ve sebebini kendileri bizden daha iyi bilir. Eğer Türkiye şer’î olarak haklı ise bunu alenen herkese ilan edebilmelidir.
Biz yıllardır Diyanetin ikircikli tavrını ve dehşet eksenli bir Din politikasına sahip olduğunu gördüğümüz için bunu yapabileceğine inanamıyoruz. Ne yazı ki bunu söylemek zorundayız.
Daha ne söyleyeyim, meseleyi akıl sahiplerin firasetine ve anlayışına bırakıyorum. Kimseyi de iknaya zorlamıyorum,
Allah Azze ve Celle en doğru bilendir.
05.07.2016,Salı
İşte Mehmet Emin Akın'ın mesajları:
HİLAL MESELESİ HAKKINDA
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ، قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ :
" صُومُوا لِرُؤْيَتِهِ ، وَأَفْطِرُوا لِرُؤْيَتِهِ فَإِنْ غُمَّ عَلَيْكُمْ فَأَكْمِلُوا الْعِدَّةَ ثَلاثِينَ "
Ebu Hureyre’den; Allah’ın Rasulü (sallalllahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
“Rü’yetiyle oruç tutun ve rüyetiyle iftar ediniz. Eğer Hilal bulut sebebiyle kaybolmuşsa iddeti (ayın günlerinin ) sayısını otuz-güne ikmal ediniz”
(Buharî, Müslim, Ebu Davud, İbn Mace, Müsned Ahmed İbn Hanbel)
Bu hadiste ister Şa’ban ayının 29. gününden sonraki gün (30. gün)olsun ister ramazanın 29. günü için olsun, Hilal bulutlar arasında kalır ve gökyüzü kapalı olursa izlememiz gereken yolu ve hükmü belirtiyor.
Rü’yet, Kur’an ve Sünnetle sabit taabbudi bir emirdir. Böyle olunca Hilal’in bugünkü ileri teknoloji sayesinde, gün batımından sonra tesbiti tıpkı onun ilk olarak yeryüzünde nereden doğduğu ve yeryüzünün her hangi bir yerinde ve hangi saatte doğup battığını da tesbit etmek çok daha kolaydır. Zaten dünyandaki ileri Rasathanelerin hemen hepsi ay hesabı yapmaktadırlar.
Rasulullah (sallalllahu aleyhi ve sellem) aynı zamanda “şek günü” oruç tutmamızı yasaklamış ve bugünde oruç tutanın Ebu’l-Kasım’a isyan ettiğini söylemiştir.
Ammar İbn Yasir hadisinde öyle buyurur:
"من صام اليوم الذي يشك فيه فقد عصى أبا القاسم صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ"
Şimdi böyle olunca, biz Ramazan’dan önce şek edilen günde oruç tutamayız. Fakat oruç söz konusu olduğunda 30. gün için şek günü ifadesini Rasulullah’ın kullanmadığını görüyoruz. Bunun cevabı zaten Ebu Hureyre hadisinde var.
Öyleyse mesele bu kadar açık ve seçikken ve bu konuda sahih nasslar mevcutken, neden Müslümanlar Rü’yet konusundan onlarca yıldır bir ihtilaf yaşıyor? Bunun sebebi; ne Hilal’dir ve ne de âlimlerin bu konudaki kasıdlı davranışları ve cehaletleridir.
Rü’yet meselesi tamamen İslamî ortak bir irade ve ilmî saygınlığın ve âlimlerin bilim adamları ve astronomi ilmiyle ilgilenen ilim ehli ve ve bu ilmin kurumlarıyla olan büyük kopukluğu ve belki de uzaklığı nedeniyle olduğu gibi aynı zaman da bu mesele doğrudan İslamî bir üst irade ve yetki makamının yokluğuyla ilgilidir.
Peki, en son dün ve bugün yaşamakta olduğumuz ihtilafın; birbirini seven kardeşler ve buna yıllardır dikkat gösterenler arasında bile tartışma sebebi olmasının hikmeti nedir?
Burada şunu hatırlatmakta fayda görüyoruz; Hilal’in teknolojik olarak dün Ankara’da Amerika ve diğer rasathanelerin tesbitlerine göre, saat 14.00 da kavuşma anından itibaren oluştuğu yönündedir. Buna itiraz etmemiz mümkün değil. Zira artık bu kurumların bu konudaki yetkinlikleri tevatür derecesinde bilinen bir vaka ve gerçektir. Bunun üzerinde zaten tartışmaya gerek kalmıyor.
Bu meseleyle yıllardır ilgilenen birisi olarak Türkiye’de defalarca Hilal görünmediği halde oruç tutulduğuna ve Hilal gökyüzünde ikinci gününe girdiği halde oruç olup da bayram edildiğine şahid olduk.
Bunun iki açık örneğini veriyorum. İlki 1994 yılında Diyanet İşleri Başkan yardımcısı Lütfi Şentürk’le olan telefon görüşmemdir.
Şu an tam tarihini hatırlamamakla birlikte Ramazan’ın sonlarıydı. Biz bir gün öncesinden Hilal’in görüldüğünü S.Arabistan ve bazı diğer Arap ülkelerinden gelen telefon ihbarları sayesinde öğrenmiştik ve buna uyarak 1 gün önceden bayram olduğu kararına uyduk.
Hatta bu meyanda Kanal 7,TGRT ve STV gibi dini hassasiyeti olan kurumları arayıp 2. günün Hilal’inin gökte açık seçik görülmesine rağmen insanları Hala oruç tuttuklarını, insanlara oruç tutturulduğunu söylediğim ve onların da bunu bilmesine rağmen ve hatta Kudüs’te Bayram namazı kılınmasını haber yaptıkları haberde bunu Müslümanlar 2 rekat namaz kılıp Camiden ayrıldılar diye haber yaptılar.
Hatta S.Arabistan’ın kör Müftüsünün nerede Hilali görmüştür diye kınayan ve aşağılayan Mi İslamoğlu’nu aradığımda, onun Şile’de bir iftarda olduğunu bana söylediler. Yani Hilal 2 günlük olduğu ve gökte herkesçe görüldüğü halde İslamoğlu da statükoya uyarak ve devletin kararları ve inadı yanında yer alarak Selam gazetesinde
Suudi Müftüsünü kınayan ve aşağılayan bir makale yazmıştı.
Tabii, biz bize doğru bir cevap verecek ve bunu haber yapacak hiçbir merci bulamayınca; mecburen Diyanet İşleri Başkanı M. Nuri Yılmaz’ı aramak zorunda kaldık. Onlar da beni evinde Lütfi Şentürk’e bağladılar. Kendisine ortadaki durumu ve Hilal’in gökte 2 günlük olup hala görülmeye devam ettiği halde -yanılmıyorsam- (13 Mart 1994 Pazar) Sayın Hocam dedim durum bundan ibaret, eğer balkonunuzdan bakarsanız siz de Hilal’in gökte kocaman olduğunu göreceksiniz. Müslümanlara haram günde oruç tutturuyorsunuz, lütfen buna artık bir son verinin bütün insanların vebali sizin omuzunuzdadır” demeye kalmadı;
“Beyefendi sizinle polemiğe giremem, bu Devlet Bakanlığı’nın bize emridir. Bizim bu konuda yapabileceğimiz herhangi bir şey yok”
dedi. Hatta 1997 yılımnda ki bir Ceviz kabuğu programında M. Nuri Yılmaz’a bu meseleyle ilgili sözleri üzerine gönderdiğim bir faksı da Hulki Cevizoğlu kendisine okudu ve o da cevap veremeyince tabii dedi siz bir devlet memurusunuz memurun amirlerin kararı hakkında bir şey söylemesi mümkün değildir diye bir de iğnelemede bulundu.
Hakeza o zaman M. Görmez Hoca henüz doktorasını çalışmakta idi. Onunla da bu Hilal meselesini defalarca görüp kendisine Elif Sitesinde oturduğumuz yıllarda en az iki kez Hilalin 2 günlük olmasına rağmen insanların bayram günü oruç tuttuklarını bizzat telefonla ve aynı zamanda şifahi olarak da görüşüp haber verdim. Hatta bir keresinde Londra’da kendilerinin Greenwich Rasathanesine gittiklerini ve İngilizlerin hilalin doğuşunu ve batışını atmosferin farkı yerlerinden nasıl gözlemlediklerini anlattı. Yani Kandil rasathanesinin yapmadığını veya yaptığı halde -ki orayı da aynı gün aramama rağmen cevap verecek hiçbir muhatap bulamamıştım-
Şimdi gelelim, bu yılki Ramazan orucu ve bayram ilanı meselesine; Hilal için defalarca toplantılar yapılmasına rağmen, hiçbir ülke ile bir diğeri bu konuda sabit ve herkesçe kararına uyulması gereken bir kara mekanizması ve mercii oluşturmadı veya oluşturamadı.
Özellike Ramazanların başlangıcı ve bitim ya da Bayram ilanı konusunda Türkiye uzun yıllar diğer İslam ülkelerinden bazısına muvafık hareket etmesine rağmen özellikle Ramazan Hilal konusunda Arabistan ile ayrı düşmüştür. Defalarca S.Arabistan, Nasa verilerine uymasına rağmen, Türkiye’den buna bir destek görmemiş ve Türkiye resmi tatillerle dini günlere dair Cumhuriyetin ilk yıllarında adeta yasalaşmış olan genelgeleri ğzleyerek bu meseleyi; devletin işlerini Dine göre tanzim ve düzenleme çerçevesinde el alıp bu konuda sert tutumunu hala sürdürmektedir. Gelen hiç bir Hükümet ne Erbakan ve ne Özal zamanında buna bir çözüm bulmadı. AKP döneminde dahi, ne yazık ki buna hala nasıl bir çözüm bulunacağına kimse akıl erdirip bir karar veremiyor.
En son yaşadığımız garabet ise, İstanbul’da Hilali tesbit ve ramazanlarla bayramları aynı günde icra etmek için yapılmış olan toplantıda hemen ilk senesinde anlamsız kalmıştır.
Burada kimin suçlu ve kimin bu hususta fitne çıkardığını konuşurken insanların aklına nedense, hiç kendilerini yöneten devletin ve idarenin bu konuda çıkardıkları fitne ve ifsaddan söz edemiyor. Türkiye’de devletin resmi hesabına uymayan fitneci oluyor, Suud da ise orada uymayanlar -ki buna dair hiçbir bilgimiz yok-
Diyanetin bu konuda yapabileceği bir şey olduğuna inanan kesinlikle hayal kırıklığına uğrar zira orası bir devlet dairesinin uymak zorunda olduğu bütün kanunlara genelge ve talimatlar uymak zorundadır.
Ne Diyanet ve ne de Türkiye de hükümet olanlar günlerden bir gün acaba biz mi hata yapıyoruz deyip Allah'tan korkup gerçekleri üzerinde kafa yoruyor ve hala despotça Cumhuriyetin ilk yıllarında valilere ve Mülkü amirlere terkedilen bayramları ilan ve dini günler genelgelerine ses çıkaramamaktadır.
Türkiye içerisinde sorun bununla ilgiliyken, Türkiye dışında sorunun bundan çok daha farklı sebeplere dayandığını söylemek sanırım zordur.
O halde sorunun kökeni dini ve teknik değil, tamamen siyasidir ve belki de bu ülkeleri aşan bir iradenin ve elin marifeti gizlidir bunda, bunu henüz tam olarak bilemiyoruz.
Uzun yıllardır Türkiye’de Diyanet ve ona paralel olarak Türkçü ve tasavvufçu dini cemaatler Türkiye’nin oruçve bayramlarla ve Hilalin tesbitiyle ilgili onlarca kez Nasa’nın verilerine ters düşmesine rağmen diğer ülkelere, özellikle
S.Arabistan bu verilere uyarken Türkiye bunu esas almazken bu camiaların tamamı Diyaneti bu yanlışında destekleyip S.Arabistan’a uyanı cahillikle kör bir müftünün kararına uymakla ve hatta Türkiye düşmanlığı ve sapıklıkla suçlayabilmişlerdir. Yukarııda M. İslamoğlu’nu Suud Müftüsüne hakaret ettiğine değinmiştim.
Bununla Türk dinci kamuoyu şunu demek istiyordu ve bunu açıkça da dillenlendiriyorlardı:
“Türkiye’de bir devletimiz var ve onun da tek ve yegane yetkili bir dini kurumu var o da Diyanet’tir herkesin ona uyması gerekir”
Peki, neden bu despotça ve diktatörce dayatma ve fikir ve tecrübe farklılıklarına tahammül edememe?
Almanya’da olduğum yıllarda uzun yıllar Milli Görül teşkilatları devlet ve Diyanete muhalefet esası üzerine hareket ediyordu. Çünkü zaman AMGT ile bazı Arap ülkeleri arasında maddî ve ekonomik ilişkiler vardı bunu ilişkiler adına Diyanet’e sürekli muhalefet ediliyordu ve bazen de tepede olanlar Diyanetle aynı günde namaz kılarken halka farklı günlerde namaz kıldırtabiliyorlardı.
1986- 88 yıllarında bu sert duruşu terk etmeye ve Alman makamlarının böyle olmaz, bir gün belirleyin ona göre size izin verelim demesiyle karşılaştılar. Tabiî bunun yanında Arap işçiler ve Arap ülkelerini vatandaşları olanlar da aynı sorunu yaşıyorlardı.
Şimdi durum tersine döndü; Cihadçı olan AMGT liberal ve devletçi milliyetçi ve Mücahidlerin düşmanı bir teşkilata dönüşmeye başlayınca bu konuda tavırları ve kararları da devletçi bir karakter almaya başladı; bunun bir diğer sebebi de AKP döneminde Diyanetin ( DİTİP) Avrupa’da çok daha etkin bir konuma gelmiş olması ve siyasi olarak konumun güçlenmiş olmasıdır. Yani birileri birilerini hizaya getirmiş oldu.
4 Temmuz akşamı bizim dünyanın en önde gelen rasathane ve gözlemevlerinin sayfalarında gördüğümüz gerçek şuydu:
Ankara’da Ay güneşle saat, 14:00 da kavuştu. 14:01 de yeni ay (teknik ve fiziki olarak başlamış oldu. Fakat ayın görünmesi bu durumda sadece sanal bir gerçeklik olarak vardır ve gözle görülmez.
Hilalin bu günün akşamında gözle görülmese bile bu uydu sistemlerin tesbit ve sonuçlarına göre güneşin batımından sonra görünmesi ve ortalama olarak 12,13 dakika gibi bir süre, Gökyüzünde görülmesi gerekmez miydi?
Şimdi bunun sabit olmamasına ve güneşin batımından 21 dakika önce Hilal’in kaybolup (Muhak döneminde olmasına ) Hilal’in 20.08’de- kaybolmasına rağmen, sahih hadis nasslarını bir tarafa bırakıp güneşten 21 dakika önce batıp gözle tesbit edilmeyen rü’yete göre nasıl Şevval Hilali göründü diyeceğiz?
Bu uydu sistemlerine göre yine bugün Ankara’da gün batımı 20:20 olarak gösterilmektedir.
Hilal’in batımı ise, 20:58 olarak gösteriliyor. Doğal ve bulutların olmamasına rağmen eğer bunun gerçekten Hilal güneşin batımından 58 dakika kadar gökyüzünde dururken ve biz de bunu görürsek- ki bu durumda Türkiye’nin tavrı dolayısıyla Diyanet’in aldığı karar delilden yoksun olmasına rağmen- bu da Hilalin ilk gününde güneşin batımından sonraki görülme ömrüdür- doğrudur demekle birlikte bunun bir gariplik olduğunu ve neden Hilalin 12 dakika veya 13 dakika gibi güneşten sonra hava açık olduğu halde görülmemesine ve uyduların da bunu güneşten 21 dakika önce batmış göstermesidir.
Biz bu kargaşa İçinde birbirimizle uğraşırken, bayram yapması gereken bizler-belki- yanlışlık yapıp oruç tuttuk, belki de diğerleri oruçlu olmaları gereken günde iftar ettiler. Diğer bir ifadeyle ne onlar Hilali gördüler ve ne de biz Hilali görmüş olan adil iki Müslüman şahidin rü’yetini ve şehadetini reddettik.
Buna rağmen S.Arabistan kendi hukuki işleyişi çerçevesinde ya adil ve Müslüman ikiden fazla şahide sahipse, bunu reddetmenin hükmü ne olacak? Türkiye’de buna dair sağlıklı ve güvenilir şehadeti olan birileri çıkıp bizler Hilali falan saatte ve falanca yerlerde gördük dediklerine dair de biz şey duymadık.
Müslümanlar fiziki olarak yeni ayın şevvalin başlamış olduğunu yine kesin bir şekilde -çünkü başka alternatifleri olmadı- teknolojik imkân ve sonuçlara göre kabul ettiler. Bugün oruç tutmuş olanlar da yine teknik olarak ayın güneşten önce batmış olmasından ötürü bunu en azından bir şüphe olarak değerlendirip oruç tutmuşlardır demek zorundayız. Üstelik hava açık olmasına rağmen, Hilal görünmemişse Ramazan’ı 30’a tamamlama konusunda sahih bir nassa uymuşlardır. O halde kavga neden? Bunu siyasi bir muhalefet ya da dini bir sapma olarak değerlendirmenin hiç bir manası yoktur. Dün Hilali şer’î nasslar dairesinde görmemiş olanlar bu durumda hangi hatayı ya da suçu işlemişlerdir.
Rüyetle ilgili hadiste emredilen; dün Müslümanların bazısınca bazı devletler de diyebiliriz, gerçekleşmişse neden biz buna uymayalım? Üstelik Müslüman ülkelerin hükümetleri arasında en azından diplomatik bir karşılıklı güven anlaşmaları olmalarına rağmen neden mesele Dini bir emre uymaya gelince birbirlerine güvenemiyor ve nerdeyse birbirlerine hıyanet etmiş gözüyle bakıyorlar?
S.Arabistan mademki kardeş ve dost ülke ve mademki bu ülkeye ve daha onlarcasıyla İslam Ordusu -dedikleri- bir ordu kurup 200 bin askerle Modern tarihimizde bir ilki gerçekleştirebiliyoruz, neden Diyanet Başkanı Görmez, bütün bu verileri eline alıp da siyasilerin kafasına bu gerçekleri çarp mıyor? Çarpmıyor onun neden ve sebebini kendileri bizden daha iyi bilir. Eğer Türkiye şer’î olarak haklı ise bunu alenen herkese ilan edebilmelidir.
Biz yıllardır Diyanetin ikircikli tavrını ve dehşet eksenli bir Din politikasına sahip olduğunu gördüğümüz için bunu yapabileceğine inanamıyoruz. Ne yazı ki bunu söylemek zorundayız.
Daha ne söyleyeyim, meseleyi akıl sahiplerin firasetine ve anlayışına bırakıyorum. Kimseyi de iknaya zorlamıyorum,
Allah Azze ve Celle en doğru bilendir.
05.07.2016,Salı