Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Mezheb Değiştirmek Câiz mi? Mezheb Değiştirene Ceza Verilebilir mi?

SalihBeratt Çevrimdışı

SalihBeratt

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Alttaki görüntülerdeki kitapta da tazir uygulanacağı görüşü var. Fetava-ı Hindiye esas alınmış. Mezhep değiştirene tazir uygulayıp uygulamama meselesi hakkında ulemanın beyanı ne olmuştur?
Screenshot_20240621-230701.png
Screenshot_20240621-230543.png
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Mezheb Değiştirmek Câiz mi? Mezheb Değiştirene Ceza Verilebilir mi?

Mezheb değiştirene ceza Kur'an ve sunnette bulunmaz, zira ne Asr-ı Saadette ne Hulefâ-i Râşidin döneminde mezheb mukallidliği gibi bir konu olmadığı gibi ceza da yoktu. Bu konu takibçileri olan ve fıkhı günümüze ulaşıp yaygınlaşan mezheblerin hakim olduğu beldelerde gündeme gelmiştir. İslam devleti içerisinde hakim ve genelde yaygın olan mezhebi tatbik eden iktidar, halk arasında mezheb değiştirmeyi oyuncak haline getirip meseleyi sulandırıp fitne çıkmasını engellemek için mezheb değişikliğini yasaklayabilir veya caydırıcı olsun diye emir veya kâdî çeşitli tâzir cezalarını tatbik edebilir. Bu Emir'in veya Onun tayin ettiği , atadığı kâdînın iradesinde olan bir hakkıdır. Gerekirse daha farklı meselelerde daha farklı yasak ve cezaî yaptırım kararları da alabilir. Bunların hepsi maslahati meselelerdir, ve aksini savunan muctehidler de olmuştur.

İslâm tarihinde siyasî iktidarı elinde tutan güçler genellikle hâkim oldukları topraklarda orada geçerli olan (mer‘î hukuk) mezhebleri tanımış ve desteklemiştir. Endülüs ve Kuzey Afrika coğrafyasında hâkim olan devletler Mâlikî mezhebini, Mâverâu'n nehir’e hâkim olan devletler Hanefî mezhebini desteklemiştir.
Hicri V./XI ve VI./ XII. yüzyıllarda ise Irak ve Horasan gibi yerlerde birden fazla mezheb bir arada yaşamıştır. Bu bölgelerde hâkim olan iktidarlar bir mezhebe karşı diğer bir mezhebi desteklemişlerse de, söz konusu bu destek, siyasî mucâdele başta olmak üzere fıkhın dışındaki sebeblerle gerçekleşmiştir. (Ferhat Koca, “Mezheb”, DİA, TDV Yayınları, C. 29, Sf: 537-542)

Hicri VI./ XII. yüzyıldan sonra, toplumda hâkim olan dört Sunnî fıkıh mezhebi de eşit derecede meşrû kabul eden anlayış yaygınlaşmıştır. Bundan dolayı, siyasî iktidarlar bir mezhebin aleyhine faaliyetlerini, büyük ölçüde azaltmıştır. Nitekim Mısır’da Memlükler devrinde dört mezhebin her birisi için bir mahkeme kurulmuştur. Mescid-i Harâm ve Mescid-i Nebevî ve Şam Emeviyye Camii gibi birden fazla mezheb mensubunun yaşadığı yerlerde dört mezhebin her birisi için o mezhebten imamlar tâʻyin edilmiş, namazlar ayrı cemaatler halinde kılınmış, her bir mezheb için ayrı yerleri tahsis edilmiş bölümlere sahib medreseler inşa edilmiştir. Bu uygulama farklı mezheblere mensub olan topluluklar arasındaki ilişkideki istikrarı da göstermektedir.
Türkler arasında İslâmiyet Talas Savaşı’ndan sonra hızla yayılmış ve Müslüman olan Türklerin büyük çoğunluğu Hanefî mezhebine bağlanmıştır. Selçuklular tarafından da bu Hanefî mezhebi anlayış ve uygulaması devam ettirilmiştir. Selçuklu sultanları Hanefî mezhebine mensub olmalarından dolayı öncelikle Hanefîlere, ondan sonra da Selçuklu coğrafyasında ikinci büyük kitle olan ve bürokraside büyük bir ağırlığa sahib olan Şâfiîler’e eğitimde, yargı faaliyetlerinde, bürokratik görevler için yapılan tayinlerde ve camilerin inşası gibi konularda her türlü destek ve kolaylığı sağlamıştır.(Ferhat Koca, “Mezheb”, DİA, TDV Yayınları, C. 29, Sf: 537-542)
Osmanlı Devleti de hâkimiyetinde olan Sunnî toplulukların mezheblerini eğitim ve öğretimlerinde tatbik etmeleri hususunda onlara
mudahale de bulunmamış, bilakis yardımcı olmuştur. Hanefî mezhebinin Osmanlı Devleti’nde hâkim olması ve devletin resmî mezhebi kabul edilmesine rağmen diğer mezheblere bağlı olan bölgelerde yaşayan halkın fıkhi mezhebine göre fetva verilmiş ve ona göre medrese eğitimi yapılmıştır. Davalarını bölgenin mezhebine mensub kadî naibleri yürütmüştür. İslâm dünyasının modernleşme sürecinde fıkha bağlı
kanunlaştırma faaliyetlerinde de genellikle farklı mezheb görüşlerine başvurulmuştur. Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye hazırlanırken, Hanefî mezhebi öncelikli olsa bile, kanunlaştırma faaliyetlerinde farklı mezheblerinden yararlanılmış ve onların görüşlerine yer verilmiştir.

Fıkıh mezhebleri, İslam toplumunda yerleşmeden önce, tek mezhebe bağlılık, fertlerin dinî yaşantılarında bir zorunluluk değilken, mezheblerin özellikle eğitim ve yargıda kurumsallaşmasıyla bir mezhebe bağlılık meselesi etrafında yoğun tartışmalar yaşanmıştır.(Ferhat Koca, “Mezheb”, DİA, TDV Yayınları, C. 29, Sf: 537-542)
Mezhebe bağlılık açısından fakih ve mukallid diye Müslümanlar ikiye ayrılmış ve fıkıh usulünde de bu ayırım gözetilmiştir. Ancak H.V./XI yüzyıldan itibaren bu ayırım zenginleşmiş, mezheb ve Müslüman fert ilişkilerinde yeni kategoriler ortaya çıkmıştır. Bir kısım âlimler mukallid kategorisindeki bir Müslüman’ın bir mezhebe uymasıyla o mezhebe bağlı kalmasının kendisi için bir vecibe olduğunu, kişinin mezheb konusunda dilediği gibi davranmasının keyfîliklere yol açacağından, belirli bir mezhebe bağlı kalmanın zorunlu olduğunu savunmuştur. Öyle ki; mezhebini terk eden kişinin tâ’zir edilmesi gerektiğini söylemişledir. (
Hayreddin Karaman, İslam Hukukunda İctihad, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Emel Matbaacılık 1971, Sf: 217)
Diğer bir grup âlim ise, böyle mezhebe bağlılık konusunda naslarda, sahâbe ve tâbiînin uygulamalarında bu görüşü destekleyen bir
delilin bulunmadığını söylemiş, sürekli belirli bir mezhebe bağlı kalmanın vâcib olmadığını ve gerektiğinde bağlı olduğu mezhebi terk edip, güven duydukları âlimlerden aldıkları fetvalara göre amel edebileceklerini söylemişlerdir.
(Hayreddin Karaman, İslam Hukukunda İctihad, Sf: 218)

Mezhebe bağlılık meselesinde bu görüşler ortaya konmasına rağmen; mukallid konumunda olan bir kimsenin bir mezhebi tercihinin dinî ve ilmî bir değeri olmadığı sadece ona fetva veren müftünün sözüne uymasının kendisine gerekli olduğu düşüncesi hâkim olmuştur. Bu yüzden; “Avamın mezhebi olmaz; avamın mezhebi kendilerine fetva veren müftünün mezhebinden ibarettir” sözü fakihler arasında yayılmıştır.(Ferhat Koca, “Mezheb”, DİA, TDV Yayınları, C. 29, Sf: 541)

Mezhebe bağlılık ile ilgili olarak mezheb değiştirme konusunda da olumlu ve olumsuz görüş bildirenler bulunmuştur. Bir bölgedeki savaş ve göçler gibi nedenlerle demografik yapının değişmesi sonucunda bölgesel düzeyde mezheb değiştirenler olduğu gibi, bireysel tercihten dolayı fertler düzeyinde de mezheb değiştirenler olmuştur. Kişisel tercihlerinden dolayı mezheb değiştirenler arasında Ebu Cafer et-Tahâvî, Hatîb el-Bağdâdî, Abdulaziz b. İmran el-Huzâî, İbn Berhân, Ebu’l-Muzaffer es-Sem‘ânî, Ebu’l-Kâsım el-Ukberî ve Muhammed b. Ahmed b.
Nasr et-Tirmizî gibi meşhur âlimler bulunmaktadır. Belli bir mezhebe bağlı kalmayı vâcib görmediğinden dolayı mezheb değiştiren bu fakihler, bazı şartlarla taklidi kabul etmişlerdir.
Taklidi câiz olan mezhebler için de şu iki farklı görüş ortaya çıkmıştır;

Birincisi; Dört mezheb dışında kalan mezheblerin görüşleri tedvin (derleme) ve tenkih (hükmün iletinin ayıklanıp asıl sebebin ortaya çıkarılması) edilmediği için taklid edilemezler.
İkincisi; Görüşleri, şartlarına uygun olarak sahih bir şekilde nakledilmiş bütün muctehidler taklid edilebilir. (Hayreddin Karaman, İslam Hukukunda İctihad, Sf: 219)

İhtiyaç veya zaruret olmadan kişinin, kendi mezhebi dışındaki mezheb görüşleriyle amel edebilmesi meselesinde fakihler farklı görüşler belirtseler de ihtiyaç veya zaruretten dolayı kişinin mezhebi dışındaki mezheblerin görüşleriyle amel edebileceği noktasında ittifakları vardır.(Ferhat Koca, “Mezheb”, DİA, TDV Yayınları, C. 29, Sf: 541 - 542)
Bu olumlu yaklaşıma rağmen uygulamada fakihlerin mensubu bulunduğu mezhebten başka mezheblerin görüşleriyle amel edip, yararlanmaları az vuku bulmuştur. Çünkü fakihin mensubu olduğu mezheb görüşlerinin delillerine olan güveni, başka mezhebi taklit etmekten Onu ürkütmüştür. Nitekim Hanefî fıkıh usulculerinden Ebu’l-Hasan el-Kerhî’nin; “bir mezheb görüşünün nassa aykırı
görülmesi halinde o mezheb imamlarının nesih sebebiyle o nassı dikkate almadığını veya te’vil yoluyla o sonuca ulaştığını kabul etmek gerekir” ifadesi bu anlayışı açık bir biçimde ortaya koymaktadır.(Ferhat Koca, “Mezheb”, DİA, TDV Yayınları, C. 29, Sf: 537 - 542)

Bir mezhebin görüşlerine hâkimken başka bir mezhebin görüşlerini öğrenmenin zorluğu, bir mezhebde istikrar ve güveni temin etmiş olmak veya mezheb taassubunun baskın gelmesi gibi nedenler başka mezheblerden yararlanmayı da zorlaştırmıştır. Fakihler arasında taklide cevaz verilirmiş ancak; “birden fazla ictihadî görüşü bir araya getirerek, hiçbir muctehidin söylemediği bir görüşü ortaya çıkarmak” anlamında kullanılan telfîk kavramı kesinlikle fakihler tarafından kabul görmemiştir. (Ebu Bekr es-Seyyid Muhammed Şeta ed-Dimyâtî, İânetu’t-Tâlibin, Daru’l-Fikr, Beyrut 2002, C.4, Sf: 217) Bununla birlikte fakihlerin çeşitli sebeblerle mezheb değiştirmeleri tarihsel bir realite olarak vuku bulmuştur



*****


Mezheb değiştirme sadece belli konularda oluyor ise ;
Bu duruma 'Mezheb değiştirmek' adı verilmesi uygun değildir. Avam (âlim olmayanlar) , bir bilene sorarak (bu mânâda bir mezhebden bilgi / fetva alarak) dini hayatlarını tatbik ederler. Bir mezhebin belli bir konuda veya genellikle içtihatları, bir mûminin özel şartları bakımından sıkıntıya sebeb oluyorsa ve başka bir mezhebte bu sıkıntı yok ise o mezhebin içtihadını / fetvasını uygular. Bu, mezheb değiştirmek değildir; çünkü genellikle bilgi aldığı mezhebi terk etmiyor, gerektiğinde veya genellikle ona göre amel etmeye devam ediyor.

İlgili Konu:
 
Üst Ana Sayfa Alt