Mitolojik Müslümanlık ve...
Durmuş HOCAOĞLU
Timur`un, oğlu Şahruh`dan torunu, astronom, matematikçi, şâir, mîmar, Türkistan Hakanı Muhammed Taragay(Turgut) Mirzâ(1394-1449) ile birlikte Türk ve İslâm astronomisi son büyük sözünü söylemiş oldu; ama bu büyük bir sözdü. Öyle ki yüzyıllar sonra Uluğ Bey`in astronomideki başarılarının şerefine, Alman astronom Johann Heinrich von Mädler (1794-1874) tarafından Ay haritasında büyük bir kratere `Uluğ Bey Krateri` adı verilmiştir (Koordinatlar: 32° Kuzey, 85° Batı; Çap 70 km[1]).
Evet, bu büyük bir söz idi, ama `son söz` idi ne yazık ki;
nitekim, O`nun talebesi Ali Kuşçu(1410, Semerkand-1474, İstanbul) ve muâkıbi Takiyüddîn`in bütün gayretlerine rağmen bir ihyâ vuku` bulmadı; ondan sonra da astronomların yerini muvakkitler ve müneccimler aldı. Türk ve İslâm bilim tarihindeki büyük muvaffakıyyetler devri XVI. asırda artık tamâmen kapanmıştır diyebiliriz.
Çünkü artık İslâm dünyası bilim – veya ilim; her ikisinin arasında bir miktar fark olmakla birlikte burada aynı anlamda kullanıyorum - üretmeye elverişli zihniyet ıklimini terkediyordu, buna mukabil, Batı`da bilim yükselişe geçerken bir de büyük bir pratik ideal hedef ortaya konuyordu: İlim ile Tabiat`ın sâhibi ve efendisi olmak.
Ekmeleddin İhsanoğlu, `...Batı kaynaklı insanın bilim ve teknoloji vasıtasıyla tabi¬ata hâkim olma fikri, Osmanlı âlimlerinin İslâmiyete dayalı inançlarından dolayı yabancısı oldukları bir fikirdi.` demektedir[2]. Saygıdeğer İhsanoğlu`nun ileri sürdüğü sebep yanlış veya en azından tashîhe muhtaç; sebep, `İslâmiyete dayalı inançlar` ifâdesi İslâm`ı töhmet altında bırakır; evet İslâm ile `birşekilde` alâkalı bir illet bu, ama defolu bir illet; tıpkı bugünkü Hristiyanlığın aslı ile alâkası gibi. İslâm`da böyle birşey yok, hattâ, bil`akis – burada îzaha teşebbüs edemeyeceğim birçok şekilde - , İslâm, Tabiat`ın sâhibi ve efendisi olmayı `âmir`dir.[3]
Evet, rasathâneyi yıktıran ve bilimde yaratıcılığı tahrip eden zihniyet İslâm değil, O`nun defolu bir kopyası olan mitolojikleşmiş İslâm, daha doğrusu, Mitolojik Müslümanlık`tır.
Şimdi tam da bu noktada, XVII. asır Osmanlı ulemâsından Nişancızâde Muhyiddin Mehmed`in (vefâtı: 1621) hâlâ `büyük eser` diye methü senâ edilen Mir`at-i Kâinat`ından kısa bir pasaj sunacak ve, Kepler`lerin, Galilei`lerin, Descartes`ların boy attığı çağında Arz`ın tabakalarını gözüyle görmüş gibi anlatan bu kısacık alıntının dahi bu anlayışın hâlisüddem bir mitolojiden ne farkının bulunduğunun ve böyle bir zihniyet için `dünya`nın ve ilmî araştırmanın bir değer taşıyıp taşımayacağının takdîrini sizlere bırakacağım[4].
Arzın durumu: ... yer tabakalarının herbirinde varlıklar olup, onlara ilâhî kazâdan nice işler taallûk ve zuhûr eder. Birinci yerin adı Remh`¬dır. Altında hareketsiz yel olup, demirden yetmişbin melek tutar ki, ondan bir yüzük halkası içinden geçen miktarla Âd kavmi he¬lâk olmuş, kıyâmette de dağlar, bu rüzgârla alt-üst ve yerle bir olur.
Altında Buşem adlı bir tâife vardır. Hakk`ın azâbına mazhar olur¬lar. İkinci yerin adı Halde, yahud Celde`dir. Kavminin ismi Tames olup, biribirlerini yerler. Bu yerde nâr [ateş-Cehennem] ehli için çeşitli azâblar vardır. Üçüncüsünün adı Arka, kavmi, Kabes`dir. Bu¬rada nâr ehli için büyük akrebler vardır. Harbe gibi uzun kuyruk¬ları olup, herbirinin bedeni üçyüzaltmış boğum olup, her boğum ağu (zehir) ile doludur. Dördüncünün adı Cerbâ, yahud Cerbâr, kav¬minin adı, Celham`dır.
Bu tâife çok yaşayıp, gözleri, elleri, ayakla¬rı olmayıp, ikişer kanadla uçarlar. Bu yerde Cehennem ehline azâb için büyük ve iri sayısız yılanlar vardır. Beşincinin adı Melsâ, yahud Feltâ, kavminin adı Muhtât`dır. Biribirlerini yemeye alışkın olup, ekseriyâ avla geçinirler. Burada kâfirlerin boynuna bağlanacak kü-kürtten dağlar ve büyük kayalar vardır. Altıncının adı Siccîn, kav¬minin adı Katâta`dır. Kuş sûretinde olup, Hak teâl`ya ibâdet eder¬ler. Kâfirlerin amel defterleri burada saklanır.../
Cehennem: Yerinde ihtilâf oldu. Esah kavilde yedinci kat yerin altındadır. İbni Şihne Târihi`nde, İbni Abbâs hazretlerinden rivâyet¬le: `Yedi kat yeri taşıyan meleğin altındaki taşın altında öküz, onun altında balık, onun altında deniz, onun altında Cehennem vardır` diye bildirildi./...
Kaynaklar:
[1] Bkz.: Philip`s Atlas of the Universe., Revised Edition, Sir Patric Moore., Foreword by Professor Sir Arnold Wolfendale, Astronomer Royal., 1991-94., 2005., Printed in Spain., p.57
[2] Ekmeleddin İhsanoğlu., Büyük Cihad`dan Frenk Fodulluğuna., İletişim Yayıncılık., 1. Baskı, İstanbul, 1996., s.28, pr.1
[3] Bu konuda, bkz.: Durmuş Hocaoğlu., Laisizm`den Millî Sekülerizm`e., Selçuk Yayınları., Ankara, Ekim 1995., Bölüm: V: `Uzak Gelecek İçin Bir Proje Taslağı: Dünyevî İslâm-İslâmî Dünya` Onlayn erişim: Durmuş Hocaoğlu Resmi Web Sitesi,
PDF dosyası: http://www.durmushocaoglu.com/data/kitap/laisizm/B_LMS_s423-481_Bolum_5.pdf
[4] Nişancızâde Muhammed bin Ahmed., Mir`at-ı Kâinat, Dünya ve İslâm Tarihi., C: I., Sadeleştiren: A. Faruk Meyân., Berekât Yayınevi., İstanbul 1987., s.84-85
Uluğ Bey ve Rasathânesi
(SSCB`de 1987`de çıkarılan bir pul)
Mitolojik Muslumanlik ve Ilim Zihniyeti
Durmuş HOCAOĞLU
Timur`un, oğlu Şahruh`dan torunu, astronom, matematikçi, şâir, mîmar, Türkistan Hakanı Muhammed Taragay(Turgut) Mirzâ(1394-1449) ile birlikte Türk ve İslâm astronomisi son büyük sözünü söylemiş oldu; ama bu büyük bir sözdü. Öyle ki yüzyıllar sonra Uluğ Bey`in astronomideki başarılarının şerefine, Alman astronom Johann Heinrich von Mädler (1794-1874) tarafından Ay haritasında büyük bir kratere `Uluğ Bey Krateri` adı verilmiştir (Koordinatlar: 32° Kuzey, 85° Batı; Çap 70 km[1]).
Evet, bu büyük bir söz idi, ama `son söz` idi ne yazık ki;
nitekim, O`nun talebesi Ali Kuşçu(1410, Semerkand-1474, İstanbul) ve muâkıbi Takiyüddîn`in bütün gayretlerine rağmen bir ihyâ vuku` bulmadı; ondan sonra da astronomların yerini muvakkitler ve müneccimler aldı. Türk ve İslâm bilim tarihindeki büyük muvaffakıyyetler devri XVI. asırda artık tamâmen kapanmıştır diyebiliriz.
Çünkü artık İslâm dünyası bilim – veya ilim; her ikisinin arasında bir miktar fark olmakla birlikte burada aynı anlamda kullanıyorum - üretmeye elverişli zihniyet ıklimini terkediyordu, buna mukabil, Batı`da bilim yükselişe geçerken bir de büyük bir pratik ideal hedef ortaya konuyordu: İlim ile Tabiat`ın sâhibi ve efendisi olmak.
Ekmeleddin İhsanoğlu, `...Batı kaynaklı insanın bilim ve teknoloji vasıtasıyla tabi¬ata hâkim olma fikri, Osmanlı âlimlerinin İslâmiyete dayalı inançlarından dolayı yabancısı oldukları bir fikirdi.` demektedir[2]. Saygıdeğer İhsanoğlu`nun ileri sürdüğü sebep yanlış veya en azından tashîhe muhtaç; sebep, `İslâmiyete dayalı inançlar` ifâdesi İslâm`ı töhmet altında bırakır; evet İslâm ile `birşekilde` alâkalı bir illet bu, ama defolu bir illet; tıpkı bugünkü Hristiyanlığın aslı ile alâkası gibi. İslâm`da böyle birşey yok, hattâ, bil`akis – burada îzaha teşebbüs edemeyeceğim birçok şekilde - , İslâm, Tabiat`ın sâhibi ve efendisi olmayı `âmir`dir.[3]
Evet, rasathâneyi yıktıran ve bilimde yaratıcılığı tahrip eden zihniyet İslâm değil, O`nun defolu bir kopyası olan mitolojikleşmiş İslâm, daha doğrusu, Mitolojik Müslümanlık`tır.
Şimdi tam da bu noktada, XVII. asır Osmanlı ulemâsından Nişancızâde Muhyiddin Mehmed`in (vefâtı: 1621) hâlâ `büyük eser` diye methü senâ edilen Mir`at-i Kâinat`ından kısa bir pasaj sunacak ve, Kepler`lerin, Galilei`lerin, Descartes`ların boy attığı çağında Arz`ın tabakalarını gözüyle görmüş gibi anlatan bu kısacık alıntının dahi bu anlayışın hâlisüddem bir mitolojiden ne farkının bulunduğunun ve böyle bir zihniyet için `dünya`nın ve ilmî araştırmanın bir değer taşıyıp taşımayacağının takdîrini sizlere bırakacağım[4].
Arzın durumu: ... yer tabakalarının herbirinde varlıklar olup, onlara ilâhî kazâdan nice işler taallûk ve zuhûr eder. Birinci yerin adı Remh`¬dır. Altında hareketsiz yel olup, demirden yetmişbin melek tutar ki, ondan bir yüzük halkası içinden geçen miktarla Âd kavmi he¬lâk olmuş, kıyâmette de dağlar, bu rüzgârla alt-üst ve yerle bir olur.
Altında Buşem adlı bir tâife vardır. Hakk`ın azâbına mazhar olur¬lar. İkinci yerin adı Halde, yahud Celde`dir. Kavminin ismi Tames olup, biribirlerini yerler. Bu yerde nâr [ateş-Cehennem] ehli için çeşitli azâblar vardır. Üçüncüsünün adı Arka, kavmi, Kabes`dir. Bu¬rada nâr ehli için büyük akrebler vardır. Harbe gibi uzun kuyruk¬ları olup, herbirinin bedeni üçyüzaltmış boğum olup, her boğum ağu (zehir) ile doludur. Dördüncünün adı Cerbâ, yahud Cerbâr, kav¬minin adı, Celham`dır.
Bu tâife çok yaşayıp, gözleri, elleri, ayakla¬rı olmayıp, ikişer kanadla uçarlar. Bu yerde Cehennem ehline azâb için büyük ve iri sayısız yılanlar vardır. Beşincinin adı Melsâ, yahud Feltâ, kavminin adı Muhtât`dır. Biribirlerini yemeye alışkın olup, ekseriyâ avla geçinirler. Burada kâfirlerin boynuna bağlanacak kü-kürtten dağlar ve büyük kayalar vardır. Altıncının adı Siccîn, kav¬minin adı Katâta`dır. Kuş sûretinde olup, Hak teâl`ya ibâdet eder¬ler. Kâfirlerin amel defterleri burada saklanır.../
Cehennem: Yerinde ihtilâf oldu. Esah kavilde yedinci kat yerin altındadır. İbni Şihne Târihi`nde, İbni Abbâs hazretlerinden rivâyet¬le: `Yedi kat yeri taşıyan meleğin altındaki taşın altında öküz, onun altında balık, onun altında deniz, onun altında Cehennem vardır` diye bildirildi./...
Kaynaklar:
[1] Bkz.: Philip`s Atlas of the Universe., Revised Edition, Sir Patric Moore., Foreword by Professor Sir Arnold Wolfendale, Astronomer Royal., 1991-94., 2005., Printed in Spain., p.57
[2] Ekmeleddin İhsanoğlu., Büyük Cihad`dan Frenk Fodulluğuna., İletişim Yayıncılık., 1. Baskı, İstanbul, 1996., s.28, pr.1
[3] Bu konuda, bkz.: Durmuş Hocaoğlu., Laisizm`den Millî Sekülerizm`e., Selçuk Yayınları., Ankara, Ekim 1995., Bölüm: V: `Uzak Gelecek İçin Bir Proje Taslağı: Dünyevî İslâm-İslâmî Dünya` Onlayn erişim: Durmuş Hocaoğlu Resmi Web Sitesi,
PDF dosyası: http://www.durmushocaoglu.com/data/kitap/laisizm/B_LMS_s423-481_Bolum_5.pdf
[4] Nişancızâde Muhammed bin Ahmed., Mir`at-ı Kâinat, Dünya ve İslâm Tarihi., C: I., Sadeleştiren: A. Faruk Meyân., Berekât Yayınevi., İstanbul 1987., s.84-85
Uluğ Bey ve Rasathânesi
(SSCB`de 1987`de çıkarılan bir pul)
Mitolojik Muslumanlik ve Ilim Zihniyeti