Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Mûaz Bin Cebel (r.anh)

E Çevrimdışı

Ebu Bekir

Üye
İslam-TR Üyesi
Ensârın ileri gelenlerinden bir sahabi. Adı, Muaz b. Cebel b. Amr b. Evs el-Ensâri el-Hazrecî'dir. Künyesi, s"Ebu Abdurrahman"dır. On sekiz yaşında müslüman olmuştur. Peygamber Efendimiz'le birlikte bütün savaşlara katılmıştır. Rasûlüllah (s.a.s) onu Muhâcirînden Abdullah b. Mes'ud ile kardeş yapmıştı. Muhammed b. Sa'd: "Muaz, uzun boylu, beyaz tenli, güzel dişli, iri gözlü, çatık kaşlı ve kıvırcık saçlıydı" diye tanımlamıştır.



Hz. Peygamber kendisini çok seviyor ve zaman zaman: "Ey Muaz seni seviyorum" demek suretiyle bu sevgisini açığa vururdu. Ashab arasında da, yüz güzelliğinin yanında, yumuşak huyluluğu, hayâsı, cömertliği ile tanınıyordu. Onu Hz. Ömer de çok seviyordu. Muaz hakkında şöyle dediği rivayet edilir: "Analar bir daha Muâz gibisini doğuramaz. Eğer Muâz olmasaydı Ömer helak olurdu, şayet Muaz benim hilafetim zamanında yaşamış olsaydı onu kendimden sonra halife tayin ederdim ve Rabbim bana onu niçin halife tayin ettiğimi sorduğunda da: "Ya Rabbi, senin Rasûlün'ü, Âlimler kıyamet gününde bir araya geldiklerinde Muâz, bir ok atımı (veya bir taş atımı) onların önünde olacak" derken işittim, diye cevap verirdim" demiştir (İbn Sa'd, Tabakât, III, 583-590).



Hz. Muâz, sünnete de son derece bağlıydı. Bir gün peygamber (s.a.s) mescidin kıble duvarında tükrük görmüş ve bunun üzerine: "Her biriniz namazına durduğu vakit şüphesiz Rabbi ile münâcât eder (söyleşir). Rabbi, kendisi ile kıblesi arasındadır. O halde hiç biriniz kıblesine karşı tükürmesin. Mutlaka tükürmesi gerekirse, ya sol tarafına veya sol ayağının altına tükürsün... " buyurmuştur. Bunun üzerine Muâz (r.a): "İslâmiyet'i kabul ettiğim günden beri sağ tarafıma tükürmüş değilim (çünkü sağ tarafta insanın sevaplarını yazan melek vardır)" demiş ve bu hareketiyle Rasûlüllah'a ne kadar bağlı olduğunu göstermiştir (Sahih-i Buharî, Tevridi Sarih Tercemesi, II, 353-354).



Muâz b. Cebel'in diğer bir özelliği de Kur'ân'ı ezbere bilmiş olması ve onu güzel okumasıdır. Bunun için Sevgili Peygamberimiz: "Kur'an'ı dört kişiden öğrenin: Abdullah b. Mes'ûd, Ubey b. Kâ'b, Muâz b. Cebel ve Ebu Hûzeyfe'nin âzadlısı Sâlim" buyurmuştur. Aynı zamanda Hz. Peygamber zamanında Kur'ân'ın toplanmasında emeği geçenlerdendir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 190; Tecrid Terc., IX, 401; X, 22).



Muâz (r.a), yaşayışında zühd ve takvaya da büyük önem verirdi. Geceleri teheccüd namazı kılar ve namaz sonunda: "Allahım! şu anda gözler uykuda ve gökte yıldızlar parlamış durumda. Sen ise, diri, her an yaratıklarını gözetip duransın... Rabbim bana dünya ve âhirette hidâyet nasib et! şüphesiz Sen va'dinden dönmezsin" diye duâ ederdi (İbnü'l-Esir, Üsdül-Gâbe, V, 194-197).



İbn Mes'ûd, Muâz (r.a) hakkında: "Şüphesiz Allah'a boyun eğen ve O'na yönelen bir kimse idi; Allah'a şirk koşanlardan olmadı" demiştir. Bunun üzerine ona, bu sizin söyledikleriniz Kur'an-ı Kerim'de Hz. İbrahim hakkında söylenmiştir (en-Nahl, 16/120) denildiğinde: "Muaz da böyleydi; hayrı biliyor, ona uyuyor, Allah'a ve Rasûlü'ne itaat ediyordu" cevabını vermiş ve onu İbrahim (a.s)'e benzetmiştir (Üsdü'l-Gâbe, V, 197).



Muaz (r.a), Sahabe'den Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer vs.'den hadis rivayet etmiştir. Kendisinden hadis rivayet edenler arasında Enes b. Malik, Mesruk, Ebu't-Tufeyl, Esved b: Hilâl, Ebu Müslim el-Havlânî, Abdullah b. Kays ve Abdullah b. Ganem gibi zevât gelmektedir. Rivayet ettiği hadislerin toplamı ise sâdece yüz elli yedidir (ez-Zehebî, Tezkiratü'l-Huffâz, I,19-22; Nevzat Âşık, Sahabe ve Hadis Rivayeti, s. 117).



Hz. Muâz, aynı zamanda sahabenin fakihlerinden olup dinde vukuf (ince anlayış) sahibiydi. Daha Rasülullah'ın sağlığında fetva vermeye başlamıştı. Hz. Peygamber onun hakkında: "Ümmetim içerisinde helâl ve haramı en iyi bilen Muâz b. Cebel'dir" demiştir (Tecrid Tercemesi, I, 84). Peygamber Efendimiz onu, islâmı anlatıp öğretmek ve Kur'an-ı Kerim'i ezberletmek üzere, Hicretin dokuzuncu yılında Yemen'e göndermişti. Yolculuk öncesi Hz. Peygamber'le aralarında geçen konusmayı Muâz (r.a) şöyle anlatır: "Allah Rasûlü beni Yemen'e gönderirken şöyle dedi: "Sana bir mesele sorulduğunda ne ile hükmedeceksin?" Ben: "Allah'ın kitabındakilerle" diye cevap verdim. "Eğer Allah'ın kitabında bulamazsan ne ile hükmedeceksin?" dedi." "Allah Rasûlü'nün hükmettiği ile, dedim. Eğer onda da bulamazsan?" dediğinde: "Kendi reyimle içtihad ederim, diye cevap verdim. "Bunun üzerine Allah Rasûlü: "Nebisini, râzı olduğu şeyde başarılı kılan Allah'a hamdolsun" dedi. Ve Yemenlilere, size ashâbımdan ilmi ve dini en iyi bilen hayırlı bir kimseyi gönderiyorum diye bir de mektup yazdı (İbn Sâ'd, a.g.e., III, 583-590). Ona şu tavsiyelerde bulundu: "Ey Muâz! Ehl-i kitap olan bir topluma gidiyorsun. Cennet'in anahtarı nedir? diye sorarlarsa: "Lâ ilâhe illallah'tır" de. Yâ Muâz, dâima alçak gönüllü ol, hilimle (yumuşaklıkla, akla uygun olarak) hükmet. Cenab-ı Hak, sende samimiyet görürse yardımını ihsan eder, muvaffakiyet verir. Eğer içtihâddan âciz kalırsan meseleyi tahkik edinceye kadar hüküm verebilmek için bekle, yahut meseleyi bana bildir. Nefsinin arzularına uymaktan çekin. Nefsin arzuları insanı Cehennem'e götürür. Halka merhamet ve şefkatle muamele et. "Yâ Muâz! Onları Allah'tan başka İlah olmadığına ve benim Allah'ın Rasulü olduğuma şehadete çağır. Eğer bunu kabul ederlerse, Allah'ın kendilerine bir günde beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Bunu da kabul ederlerse, zenginlerden alınıp fakirlere verilmek üzere, kendilerine zekâtın farz kılındığını bildir" (Buhari, Zekât,1). Ve şu mübarek sözleriyle vedâlaştı: Ey Muâz! Belki bu son görüşmemiz olabilir. Allah seni dinde başarılı kılsın ve sana hidâyet nasib etsin; önünden, arkandan, sağından, solundan, yukarıdan veya aşağı tarafından gelebilecek her türlü belâ ve musibetlerden korusun. Senden, insanların ve cinlerin kötülüklerini uzaklaştırsın. Ey Muâz, belki mescidimi ve kabrimi ziyaret edersin" Bunun üzerine Muâz (r.a), üzüntüsünden ağlayarak ayrıldı. Netice Allah Rasülü'nün tahmin ettiği gibi oldu. Muâz, Hz. Ebu Bekr'in halifeliği döneminde Yemen'den döndü. Kalan ömrünü Şam'da geçirdi ve Ürdün'de Tâûn hastalığından, henüz genç sayılabilecek bir yaşta otuz sekiz yaşında vefat etti (Mahmud Esad, İslam Tarihi, Trc. A. Lütfi Kazancı-Osman Kazancı, İstanbul 1983, s. 833), (Ayrıca bk. İbn Hacer, el-isâbe, III, 426-427; Suphi es-Sâlih, Hadis ilimleri ve Hadis İstilahları, Trc. M. Yaşar Kandemir, s. 322).
 
A Çevrimdışı

Abdullah Yusuf

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
MUÂZ b. CEBEL

Helal-Haram Sınırını En İyi Bilen

Allah Resûlü (s.a.v.) İkinci Akabe Biatını alırken yetmiş kişiden olu*şan Medineli müslüman temsilcilerin içinde nur yüzlü, açık gözlü, parlak simalı bir genç vardı. Gözünü ve kulağını konuşmalara vermiş, pür dikkat dinliyordu.
İşte bu kişi Muâz b. Cebel’di (r.a.).
Ensârdandı. İkinci Akabe biatında biat etmişti. Böylece ilklerden ol*muştu.
Bir adam düşünün ki, iman ve bağlılıkta zirve… Hiçbir yerde veya savaşta Resûlullah’dan (s.a.v.) geri kalmamış... İşte bu adam Muâz’dan başkası değil.
Onun meziyetlerinin ve özelliklerinin en önemlisi, derin anlayışlılığı idi.
Fıkıh ve ilimde öyle bir mertebeye ulaşmıştı ki, Allah Resûlü’nün (s.a.v.) şu sözlerine mazhar olmuştu: “Ümmetim içinde helal ve haramı en iyi bilen Muâz b. Cebel’dir.”
O, akıl üstünlüğü ve cesarette Ömer b. Hattâb’a benziyordu. Allah Resûlü (s.a.v.) onu Yemen’e gönderirken sordu:
Neyle hüküm vereceksin ey Muâz?
“Allah’ın kitabıyla.”
Allah’ın kitabında bulamazsan?
“Resûlü’nün sünnetiyle.”
Resûlü’nün sünnetinde de bulamazsan?
“Kendi görüşümle içtihat ederim.”
Bu cevap üzerine Allah Resûlü’nün yüzünü sevinç aydınlığı kapladı ve şöyle buyurdu: “Resûlü’nün elçisini, Resûlü’nü razı edecek duruma getiren Allah’a hamd olsun.” Allah’ın kitabını ve Resûlü’nün sünnetini esas alan Muâz’ın ne aklı, hakikatleri görmesine engel oldu, ne de haki*katler aklına gizli kaldı.
Zeka ve aklını kullanmadaki bu mahareti ve cesareti, akranları ve dostları içinde kendisine saygın bir yer kazandırmıştı. Bunun neticesinde de “haram ve helali en iyi bilen kişi” övgüsüne mazhar olmuştu.
Tarihî rivayetler, nerede olursa olsun, parlak zekası sayesinde her problemin üstesinden geldiğini bildirmektedir.
Âizullah b. Abdullah, Hz. Ömer’in hilafetinin ilk günlerinde Resû*lul*lah’ın ashabıyla birlikte mescide girişini ve sonrasını şöyle anlatır:
“Otuz kişilik bir meclise oturdum. Hepsi Allah Resûlü’nden hadis ri*vayet ediyorlardı. İçlerinde koyu esmer tenli, ifadesi tatlı, parlak yüzlü bir genç vardı. Orada bulunanların yaşça en küçüğü idi. Aralarında hadis hakkında ihtilaf çıkınca o derhal müdahale ediyor ve doğrusunu söylüyordu. Ancak bunu sorduklarında yapıyordu. Toplantı bittiğinde yanına yaklaştım ve “Ey Allah’ın kulu, kim olduğunu söyler misin?” dedim. “Ben Muâz b. Cebel’im” dedi.
Ebû Müslim el-Havlanî şöyle anlatır:
“Humus mescidine girdim. Ortalarında parlak yüzlü bir gencin otur*duğu bir toplulukla karşılaştım. Genç hiç konuşmuyordu. Topluluk bir meselede anlaşmazlığa düşünce, hemen gence müracaat ediyorlardı. Yanımda oturan kişiye: “Bu kimdir?” diye sordum. “O, Muâz b. Cebel” dedi. O an ona karşı içimde bir sevgi doğdu.”
Şehr b. Havşeb de şöyle anlatır:
“Allah Resûlü’nün sahâbesi hadis rivayet ederlerken, şayet aralarında Muâz varsa, çekinerek ona bakarlardı.”
Nitekim Hz. Ömer onunla çokça istişare ederdi. Bazı konularda Muâz’a baş vurur, onun görüş ve düşüncelerini alır ve şöyle derdi: “Muâz olmasa Ömer helak olurdu.”
O, meseleleri çözüme bağlayan bir akla, ikna edici bir mantığa sa*hipti. Ne zaman onu tarihin yapraklarında görsek, daha önce anlattığımı*zın bir benzeriyle karşılaşırız:
İnsanlar etrafına halka olmuş oturuyorlar. ..
O susuyor... İnsanlar hadis-i şerife susadıkları zaman konuşuyor. Bir meselede ihtilafa düştüler mi, hemen ona baş vuruyorlar...
Çağdaşlarından biri onun konuşmasını: “Sanki ağzından nur fışkırı*yor, inciler dökülüyor.” biçiminde tanımlıyordu.
O ilimdeki yerini, Allah Resûlü (s.a.v.) daha hayattayken elde etmiş, onun irtihalinden sonra da devam ettirmiştir. Hz. Ömer zamanında vefat ettiğinde henüz otuz yaşındaydı.
* * *

Muâz eli açık, gönlü açık, ahlâkı temiz bir insandı. Bir şey istendi mi derhal verirdi. Bu eli açıklığı ve cömertliği bütün malını alıp götürmüştü.
Allah Resûlü (s.a.v.) vefat ettiğinde Muâz Yemen’deydi. Onu müslümanlara dinini öğretsin diye oraya Allah Resûlü (s.a.v.) gönder*mişti. Hz. Ebû Bekir’in halifeliğinde Muâz Yemen’den döndü. Hz. Ömer biliyordu ki, Muâz servet sahibiydi. Hemen Hz. Ebû Bekir’e gidip, Muâz’ın malının yarısının alınmasını teklif etti!!.. Teklif etmekle yetinmedi, derhal Muâz’ın evine gidip, bu durumu ona bildirdi.
Muâz eli ve zimmeti temiz bir kimseydi. Servet edinmiş olsa bile, bu böyleydi. Çünkü o asla günah işlememiş, şüpheli şeylere yaklaşmamıştı. Bundan dolayı Hz. Ömer’in düşüncesine karşı çıktı. Bunun üzerine Hz. Ömer onu kendi hâline bıraktı ve ayrıldı.
Ertesi gün Muâz koşarak Hz. Ömer’in evine geldi. İki gözü iki çeşme, ağlamaktan nerdeyse konuşamıyordu. Ağlamaklı sesiyle şöyle dedi:
“Uyuduğumda kendimi büyük bir denizin ortasında buldum. Boğu*lacağım diye korktum. Sonra sen geldin ve beni kurtardın ey Ömer.”
İkisi birlikte Hz. Ebû Bekir’e gittiler ve malının yarısını Beytül-mala almasını istediler. Ebû Bekir (r.a.): “Senden hiçbir şey almayacağım.” dedi. Hz. Ömer, Muâz’a baktı ve: “Şimdi malın tertemiz oldu.” dedi.
Eğer Hz. Ebû Bekir, Muâz’ın haksız kazanç sağladığına dair en küçük bir şüphe duysaydı, bir kuruş bile bırakmaz alırdı. Hz. Ömer de onun peşini asla bırakmazdı.
O hayırlı bir topluluk içinde yaşıyordu. Hepsi zirveye doğru yarışan bir topluluktu. Kimi uçarak gidiyordu, kimi de yürüyerek... Ama hepsi de gidiyordu. Çünkü mübarek insanlardı onlar…
* * *

Muâz Şam’a göçmüş, orada ailesiyle ve kendisini ziyarete gelen âlim kimselerle günlerini geçiriyordu. Dostu olan Şam valisi Ebû Ubeyde ölünce Hz. Ömer onu Şam valiliğine tayin etti. Görevde birkaç ay gibi kısa bir zaman kaldı, akabinde rahmet-i Rahman’a kavuştu. Bunun üze*rine Hz. Ömer şöyle dedi: “Muâz’ı benden sonra yerime halife tayin etmiş olsaydım ve Rabbim bana “Niçin onu bu göreve getirdin?” diye sorsaydı şöyle derdim: “Resûlü’nden şöyle işittim: “Âlimler Allah’ın huzurunda toplandıklarında Muâz içlerinde olacaktır.”
Hz. Ömer’in burada kastettiği halifelik sadece bir beldeye vali tayini olmayıp, onun bütün İslâm coğrafyasına halife olarak tayin edilmesidir. Nitekim Hz. Ömer’e ölümünden az önce: “Bize bir kimseyi halife olarak atasan” diye sorulduğunda şöyle cevap vermişti: “Şayet Muâz b. Cebel sağ olsaydı, onu yerime halife tayin ederdim. Rabbime ulaşıp da bana “Ümmet-i Muhammed’e kimi lider olarak bıraktın?” diye sorsaydı, “Onla*rın başına Muâz b. Cebel’i bıraktım.” derdim. Çünkü Allah Resûlü’nden (s.a.v.) şunu duymuştum: “Muâz b. Cebel kıyamet günü âlimlerin önde*ridir.”
* * *

Bir gün Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştu:
Ey Muâz! Allah’a yemin olsun ki, ben seni çok seviyorum! Her na*mazın akabinde şu duayı okumayı unutma: “Allah’ım, beni zikrine, şük*rüne, sana güzel ibadete muvaffak kıl, bu konuda yardımını esirgeme!
Evet, Allah’ın yardımı mutlak surette gerekliydi. Nitekim Allah Resûlü (s.a.v.) kendisini gören ve sohbetinde bulunan bütün insanlara bu doğ*rultuda tavsiyede bulunmuş, dayanılacak gerçek güç ve kudret sahibinin ancak Allah Teâlâ olduğunu ısrarla belirtmişti.
Muâz dersini tam olarak öğrenmiş ve en güzel şekilde uygulamıştı.
Allah Resûlü (s.a.v.) bir sabah Muâz’a yaklaştı:
Nasıl sabahladın ey Muâz?” diye sordu. Muâz:
“Gerçek bir mü’min olarak ya Resûlullah.” diye cevap verdi. Allah Resûlü (s.a.v.) ikinci olarak:
Her doğrunun bir hakikati vardır. Peki, senin imanının hakikati ne*dir?” diye sordu. Muâz cevaben: “Hiçbir sabah olmuyor ki, akşama ere*meyeceğim korkusuna kapılmayayım. Akşam olunca da sabaha ereme*yeceğim endişesinde oluyorum. Bir adım attığımda diğerini atabilece*ğimden emin olamıyorum. Amel defterlerini okumaya çağrılan, diz üstü çökmüş ümmetleri görür gibi oluyorum. Sanki cennet ehlini cennet nimetleri içinde görüyorum. Cehennemdekiler de azap çekerlerken gö*zümün önüne geliyor.” diye cevapladı. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.v.):
Evet, kavradın; bu hâline devam et.” diye buyurdu.
Evet... Muâz, bütün benliğini Allah’a teslim etmiş, ondan gayrisini görmez olmuştu.
İbn Mes’ûd onu çok iyi anlatmış, demiş ki:
“Muâz Allah’a hakkıyla ibadet eden, dosdoğru yolda bir ümmetti. Biz Muâz’ı, İbrahim’e (a.s.) benzetirdik.”
* * *

Muâz ısrarla ilme ve Allah’ı anmaya çağırıyordu insanları. Onların doğru bilgilenmelerini istiyor ve şöyle diyordu:
“Hikmet ehlinin sürçmelerinden sakının. Gerçeği gerçekle öğrenin. Kuşkusuz gerçeğin ışığı, aydınlığı vardır.”
İbadetin temiz bir niyetle ve ölçülü yapılmasını isterdi. Bir gün: “Bana bir şeyler öğret.” diyen bir müslümana: “Öğreteyim de sözümü tutacak mısın?” diye sormuş. Adam: “Bütün gücümle tutacağım.” diye söz verince şöyle demişti:
“Bazen oruç tut, bazen tutma. Gecenin bir kısmında namaz kıl, ka*lanında uyu. Kazanç temin et; ama haram yeme. Müslüman olarak öl*meye gayret et.”
İlmi, hem bilgi hem de amel olarak görüyordu. Bu doğrultuda ol*mak üzere:
“Öğrenmek istediğiniz her şeyi öğrenin. Şunu bilin ki, Allah siz o ilimle amel edinceye kadar ondan size hiçbir fayda sağlamaz.” demiştir.
Esved b. Hilal anlatıyor:
“Biz, Muâz’la birlikte yürüyorduk. Bize şöyle dedi:
“Haydi oturalım da biraz iman edelim.”
Herhalde sürekli suskunluğunun sebebi, sürekli tefekkür ve düşünce içerisinde olmasıydı. Bu hâli Allah Resûlü’ne (s.a.v.) söylediklerinin tecel*lisiydi: Bir adım attığında öbür adımı atıp atamayacağından emin ola*mamanın kaygısıyla hareket ediyordu. İşte bu Rabbinin zikrine tam ola*rak kendini vermenin ve nefsini sürekli denetim altında tutmanın bir ifa*desiydi.
* * *

Ecel geldi ve Muâz huzura çağrıldı…
Ölüm sarhoşluğunda her canlı şuurunu kaybeder. Şayet konuşabi*lirse, hayatı ve durumu hakkında bazı şeyler söyler.
İşte böyle bir durumda Muâz, bir yüce mü’mini açığa veren şu keli*meleri dilinden dökmüştü:
“Allah’ım, ben senden korkardım. Şimdi ise senden ümitliyim. Sen de bilirsin ki ben, dünyanın ne akan nehirlerini, ne de salınan ağaçlarını sevmedim… Susuzluğumun giderilmesini ve zorluklara göğüs gerebil*meyi ve ilim, iman ve taatimin arttırılmasını umarım.”
Sağ elini sanki ölümle tokalaşır gibi açtı. Ötelere doğru “Merhaba ölüm!” diyerek yürüdü gitti…
* * *

Ve Muâz Rabbine yürüdü...


60 Seçkin Sahabe / Beka Yay./Halid Muhammed Halid
 
Üst Ana Sayfa Alt