Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Müddessir Suresi Meal ve Tefsiri

tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Müddessir suresi ayet 1
Ey bürünüp örtünen,

Yukarıdaki girişte açıklandığı gibi bu ayetlerin arka planları düşünüldüğünde burada Allah Rasulü'ne niye "Ey Rasul" ya da "Ey Nebi!" şeklinde değil de "Ey örtünen!" şeklinde hitap edildiği kolayca anlaşılacaktır. Allah Rasulü aniden Cebrail'i yer ve gök arasında bir kürsü üzerinde görünce korkmuş ve bu korku içinde eve gelerek "Beni örtün!" diye bağırmıştı. Bunun üzerine Allah (c.c) , Peygamberine "Ey örtülere bürünen" gibi bir üslûp ile ona hitap etmişti. Bundan şu mana çıkmaktadır: "Ey benim sevgili kulum! Üzerine örtü çekerek yatıyorsun? Sana büyük bir vazife verilmiştir. Onu yerine getireceksin. Onun için tam bir karar ile kalk!"
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Müddessir suresi ayet 2
Kalk (ve) bundan böyle uyarıp korkut.

Bu, Nuh'a (a.s) nübüvvetin verildiği zaman verilen emir ile aynı yapıdadır. Nasıl ki ona "Kendilerine dayanılmaz bir azap gelmeden evvel kavmini korkutup uyar." (Nuh, 1) denilmişti. Burada da "Ey üstüne örtü çekerek yatan, kalk! Çevrende gaflet içerisinde bulunan insanları uyar, onları o muhakkak karşılaşacakları korkunç son hakkında korkut. Eğer aynı yol üzerinde devam ederlerse bu korkunç akibetle karşılaşacaklar. Onlara de ki: "Siz sağır ve kör bir sultanın saltanatında yaşamıyorsunuz ki ne yaparsanız yapın, size hiçbir hesap sorulmayacaktır.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Müddessir suresi ayet 3
Rabbini tekbir et yücelt

Bu, bir peygamberin bu dünyada yerine getireceği ilk ve en baş vazifesidir. Bu vazife gereğince Allah'ın dışında bütün büyüklük taslayanları bir kenara iterek, cahil insanlara bu kainatın yüceliğinin ancak ve ancak Allah için olduğunu, O'nun dışında kimsenin buna layık olmadığını bildirirler. Onun içindir ki İslâm'da Allah-u Ekber (Allah en büyüktür) en önemli kelimedir. Ezana başlarken bunu ilan ederiz. Namaza da bununla başlarız. Otururken kalkarken Allah en büyüktür deriz. Bir hayvanı keseceğimiz zaman "Allah'ın adıyla, Allah en büyüktür" deriz. Tekbir narası bütün müslümanlar için en bariz bir nişandır. Çünkü bu ümmetin peygamberi de ilk vazifesine Allah-u Ekber diyerek başlamıştı.
Burada lâtif bir tenkid vardır ki onu anlamak gerek. Bu ayetin nüzul zamanı anlatılırken de denildiği gibi bu, Allah Rasulü'ne peygamberlik vazifesini yerine getirmesi için verilen ilk emirdi. Şurası açıktır ki, böyle bir vazifeyle emir öyle bir toplum ve öyle bir şehirde verilmişti ki o sadece şirkin merkezi değil oradaki herkes müşrikti. Daha önemlisi Mekke, bütün Arap yarımadasının müşriklerinin en büyük tapınağı idi. Kureyşliler de bu mabedin bekçileri idiler. İşte böyle bir yerde yapayalnız tek başına Tevhid'in bayrağını yükseltmek çok tehlikeli bir işti. Onun için "Kalk ve uyar!" emrinden hemen sonra "Rabbinin yüceliğini ilan et" buyurulmuştur. Yani şu anlam çıkıyor: "Sana karşı çıkan o korkunç ve büyük güçlere hiç aldırış etmeden açık açık benim Rabbim hepsinden daha büyüktür, de. Bu çağrıya karşı koyanların Allah'a karşı hiçbir ehemmiyeti yoktur. Allah yoluna girenler için en büyük cesaret verici şey, Allah'ın büyüklüğü bir kimsenin kalbine girdikten sonra o kimsenin Allah'ın rızası için bütün bir dünyayı karşısına almaktan çekinmeyeceği gerçeğidir.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Müddessir suresi ayet 4
Elbiseni de temizle.

Bunlar çok kapsamlı kelimelerdir ve anlamları çok geniştir. Bir anlamı şudur: "Elbiselerini pislikten temiz tut." Çünkü beden ve elbisenin temizliği ile ruhun temizliği birbirlerinin gerekleridir. Temiz bir ruh, pis bir beden ve pis bir elbise içerisinde kalamaz. Allah Rasulü insanoğluna, beden ve giysi temizliği talimlerini tafsilatlı olarak vermiştir. Öyle ki değil sadece o zamanki cahiliyye Arapları, bugünkü en uygar toplumlar bile bu seviyede sayılamaz. Hatta dünyadaki bazı dillerde taharet kelimesi bile bulunmamaktadır. Halbuki İslâm'da hadis ve fıkıh kitapları "Taharet Bahsi" ile başlarlar. Bu kitaplarda temizlik ve necislik arasındaki farklar anlatılır ve nasıl temiz olunur, nasıl taharet alınır, detaylarıyla izah edilir.
ikinci anlamı da şöyledir: "Kendi giysilerinizi temiz tutun." Ruhbaniyette dinî kutsallığın ölçütü bir kimsenin temizlenmeden kirli olarak kalmasıdır. Eğer birisi temiz ve düzgün giyinirse onu dünyaperest olarak nitelerler. Oysa ki insan fıtratı pislikten nefret eder. Az buçuk bir duygu sahibi insan temiz ve intizamlı insanları sever. Aynı şekilde Allah yolunda davet eyleminde bulunan bir kimse görünüşte de nazif ve pâk olmalıdır ki insanlar ondan iğrenmesin. Böyle insanlarda hiç bir kirlilik olmamalıdır ki diğer insanlara ağır gelmesin, onları nefret ettirmesin.
Üçüncü anlam da şudur: Yani, "Giysilerinizi ahlâki ayıplardan da temiz tutunuz." Bu demektir ki giysileriniz temiz ve düzgün olmalıdır, ama bir kibirlenme, bir gösteriş ve bir şan-şöhret vesilesi olmamalıdır. Elbise; bir insana diğer bir insanı tanıtan ilk şeydir. Karşıdaki insan bir kimsenin elbisesini görerek bu kişinin nasıl birisi olduğunu tahmin edebilir. Reislerin elbiseleri, ağaların elbiseleri, dinî liderlerin elbiseleri, kibirli insanların elbiseleri, berduşların ve hafif meşreplilerin elbiseleri vs. bütün bu elbiseler sahiplerinin mizaçlarını ortaya koyar. Allah'a davet eden kimseler bu yukarıda saydıklarımız gibilerinden fıtraten farklıdırlar. Bu yüzden de giysileri de farklı olmalıdır. Bu kişiler öyle bir giysiye bürünmelidir ki onu gören herkes bu kişinin şerefli bir insan olduğunu ve bu kişinin kalbinde hiç bir kötülük bulunmadığını farketsin.
Dördüncü anlam da şudur: Yani "uçkurunu temiz tut, ona sahip ol." Bu deyim, Urduca da aynen Arapça'da olduğu gibi kendini ahlâki kötülüklerden uzak tutmak ve en güzel ahlakla donatmak için kullanılır. İbn Abbas, İbrahim Nehai, Şa'bi, Ata, Mücahid, Katade, Said Bin Cübeyr, Hasanü'l-Basri ve diğer büyük müfessirler bu ayetin anlamında aynı yorumu yapmışlar yani "Ahlakınızı temiz tutun ve her türlü kötülükten ve çirkin işlerden kendinizi arındırın" manasını vermişlerdir. Arapça deyimlerde, bir kişi diğer birisi için "elbisesi temizdir" ve "görünüşü temizdir" dediğinde bundan güzel ahlak sahibi bir insan kastedilir. Bunun tersine "elbisesi kirlidir" denildiğinde de o kimsenin ilişkilerde iyi bir insan olmadığı ve sözüne itibar edilmeyen biri olduğu kastedilir.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Müddessir suresi ayet 5
Pislikten kaçınıp uzaklaş.

Pislikten kasıt, her türlü pisliktir. Akidedeki pislik, düşüncedeki pislik, ahlâkî pislik, ameldeki pislik, beden ve elbisedeki pislik ve yaşantıdaki pislik vs. Yani çevrende, toplumda her türlü pislik yaygın haldedir, işte bundan kendini temiz tut. Kimse; "Bu, başkalarına bir şeyler anlatıyor ama kendisi bile yaşantısında bu pisliklerden arınmış değil" dememelidir. Bu yüzden senin yaşantında bütün bunlardan hiç bir iz bile olmamalıdır.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Müddessir suresi ayet 6
Daha çok istekte bulunmak için iyilik yapma.

Metinde "Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma" diye geçen cümlenin anlamı çok geniştir. Bir kelime ile tam olarak tercüme edemeyiz.
Birinci anlamı şudur:
"İhsanda bulun, bağış yap, cömert ol, iyi muamelede bulun. Bunların hepsini sadece ve sadece Allah rızası için yap. Bunları yaparken hiçbir dünyevî menfaat bekleme. Diğer bir söyleyişle: "Allah için ihsan et, kendi menfaatini sağlamak için ihsanda bulunma" demektir.
İkinci anlamı şudur:
"Senin peygamberliğin aslında büyük bir ihsandır ve senin aracılığın ile insanlara hidayet ulaşmaktadır. Bu yüzden başka insanlara ihsanda bulunuyoruz diyerek bir gösterişe kapılma ve bundan kişisel bir çıkar gütme" demektir.
Üçüncü anlamı da şu olabilir:
"Senin yaptığın bu hizmet çok büyüktür. Ama sakın ben büyük bir iş yapıyorum gibi düşüncelere kapılma. Bu peygamberlik vazifesini yerine getirmek için canını ortaya koyarak Allah'a bir iyilikte bulunmakta olduğunu zannetme."
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Müddessir suresi ayet 7
Rabbin için sabret.

Yani, sana verilen bu görev çok zor bir iştir. Bu yüzden birçok musibet ve eziyetlerle karşı karşıya kalacaksın. Senin halkın bile sana düşman olacak. Bütün Arap Yarımadası sana karşı cephe alacak. Ama ne olursa olsun Rabbinin hatırı için bunlara sabret ve bu vazifeyi sebat ve karar ile yerine getir. Hiçbir korku, hırs, dostluk, düşmanlık ve sevgi seni bu davadan vazgeçirmek için araya girmesin. Bunlara rağmen kendi yolunda ısrarla devamını sürdür.
Bir kimse eğer Allah'ın, Peygamberine nübüvvet davasına başlar iken verdiği ilk emirleri, bu kısa cümleleri ve onun manalarını düşünecek olsa bir peygambere peygamberliğine başlarken bundan daha iyi bir tavsiyede bulunulamayacağına kalbi şahit olacaktır. Burada Nebi'nin misyonunun ne olduğu, kendi hayatında izleyeceği tavır, ahlak ve muamelatın nasıl olduğu, ayrıca bu vazifeyi ifa ederken hangi niyet ve fikirle bunu yapacağı talimatı verilerek, bu vazifeyi yerine getirirken hangi sorunlarla karşılaşacağı ve bunlara karşı nasıl bir tavır takınacağından haber verilmiştir. Bugün taassupları yüzünden gözleri körleşmiş olanlar, bu sözleri onun sara nöbeti esnasında söylediğini ileri sürüyorlar. Biraz bu ayetler üzerinde, bunlar bir saralının sözleri mi, yoksa Allah kulunu peygamberlik ile görevlendirerek bu emirleri vermiş mi, bir düşünsünler.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Müddessir suresi ayet 8.
Öldükten sonra dirilme ve haşr için Sûr'a üfürüldüğünde...

Yüce Allah, işin korkunçluğunu ve şiddetini açıklamak için, üfürmeyi "nakr", Sûr'u da "nâkûr" ile ifade etti. Çünkü Arap dilinde nakr, "ses" mânâsına gelir. Ses şiddetlendiğinde korkutucu olur. Yüce Allah sanki şöyle der: Onların eziyetlerine sabret. Önlerinde, yaptıkları eziyetin akibetini, görecekleri senin de sabrının karşılığını alacağın korkunç bir gün vardır. Bunun içindir ki Yüce Allah daha sonra şöyle buyurdu:

Müddessir suresi ayet 9.
O gün şiddetli ve korkunç bir gündür.

O gün korku artar ve bu iş onlara zor olur. O günün korkunçluğu ve kötülüğünün şiddetinin aşırı olduğunu bildirmek için, uzağı gösteren djj* ism-i işareti kullanılmıştır.

Müddessir suresi ayet 10.
O gün kâfirler için zor bir gündür, kolay değildir.

Çünkü onlar zorlu bir hesaba çekilecekler, yüzleri kararacak, gözleri korkudan gömgök oldukları halde hasredilecekler ve herkesin önünde rezil olacaklardır. Sâvî der ki: Bu âyet gösteriyor ki, o gün, mü'minler için kolaydır. Çünkü Yüce Allah, onun zorluğunun kâfirlere ait olduğu kaydını koydu. Bu âyette kâfirler için daha fazla tehdit ve gazap; mü'minler için de müjde ve teselli vardı
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Müddessir suresi ayet 11
Bırakın onu bana, Ben onu tek olarak yarattım.

Burada Allah Rasulü'ne; "Ey Nebi! Kafirlerin o toplantısında senin aleyhine bir propaganda ile seni hacılara büyücü olarak tanıtacak o adamı (Velid bin Muğire) bana bırak, onun işi bana aittir. Senin üzülmene gerek yok" hitabı yapılmaktadır.

Bu cümlenin iki anlamı olabilir. İki şekilde de doğrudur. Birincisi:
Yani "Sen doğduğun zaman mal, evlat, makam, liderlik vs. ile doğmuş değildin."
İkincisi:
"Onu yaratan yalnızca benim". Ben seni yarattığım anda, senin o ilahlık vermeye çalıştığın ve de onların hatırları için Tevhid'e karşı çıktığın ilahların hiçbiri benim ortağım ya da yardımcım değildiler. Onların tanrılığının hatırı için bu insanların senin hususunda bunların hiçbir katkısı olmuş değildir.

Müddessir suresi ayet 12
Ki ben ona, 'alabildiğine geniş kapsamlı bir mal (servet) ' verdim,

Müddessir suresi ayet 13
Göz önünde-hazır çocuklar (verdim) ,

Velid bin Muğire'nin ononiki oğlu vardı. Onlardan biri olan Halid bin Velid tarihte en meşhur olanıdır. Bunlar için "Şuhud" kelimesi kullanılmaktadır. Bunun birkaç değişik manası olabilir.

Birisi:
"Onların kendi geçimlerini temin için çalışmaya ya da sefer etmeye ihtiyaçları yoktur. Çünkü onların varlıkları yüzünden evlerinde herşey vardı. Bu yüzden bunlar her zaman babalarının yanında yardım için dururlardı."

İkinci bir anlam:
"Oğullarının hepsi şöhretli ve nüfuzlu kişilerdi ve babalarıyla beraber toplantılara iştirak ediyorlardı."

Üçüncüsü:
"Bunların her konuda şehadetleri kabul görür, itimat edilirdi" şeklinde olabilir.

Müddessir suresi ayet 14
Ve önüne sayısız imkan ve fırsatları döşeyip-serdim.

Ayet, Peygamberimize sesleniyor. Anlamı şu: Şu adamı bana bırak. Ben onu yaratırken yalnız başına idi. Şimdi gururlandığı bol servetin, gözünden ayırmadığı evlatların, şımarmasına ve daha çoğunu istemesine yol açan öbür dünya nimetlerin hiçbiri o zaman yanında yoktu. Onun işini bana bırak. Hileleri ve tuzakları ile kafanı yorma. Onunla doğrudan doğruya ben savaşacağım.

Bu ayeti okurken insanın tüyleri diken diken oluyor. Yüce Allah'ın ezici, kahredici gücünün harekete geçtiğini düşününce yüreklerde zelzele kopuyor. Çünkü bu ezici güç şu zavallı, miskin, güçsüz ve minnacık yaratığı tepelemek için harekete geçiyor. Ayet bu zelzeleyi bu zelzeleye tutulması sözkonusu olmayan okuyucunun ve dinleyicinin kalbinde kopardığına göre bu zelzeleye tutulan zavallının hâlini varın siz düşünün!

Ayetler bu zavallı yaratığın durumunu uzun uzun anlatıyor. Onun gerçeğe yüz çevirdiğini, Allah'ın ayetlerine inatla karşı çıktığını anlatmadan önce yüce Allah tarafından kendisine bağışlanan nimetlere parmak basıyor. Bu açıklamalara göre o yaratılırken yapayalnızdı, hiçbir şeyi yoktu, çırılçıplaktı. Sonra yüce Allah kendisine bol servet verdi, gözünün önünden ayırmaya kıyamadığı çok sayıda evladı oldu, o bu servet içinde ve evlatlar ortasında güvenli ve mağrur bir hayat yaşıyordu. Hayatı her yönden yolundaydı, her istediğini kolayca elde edebiliyordu.

Müddessir suresi ayet 15
"Halâ daha çoğunu vermemi bekliyor."

Gözü bir türlü doymuyor, şükretmiyor, kendisine verilenlerle yetinmiyor. Belki de surenin sonuna doğru okuyacağımız "Aslında bunların her biri, kendisine okunmaya hazır kutsal sayfalar inmesini istiyor" ayetinde sözü edilenlerden biridir de kendisine vahiy indirilmesini, kutsal kitap verilmesini istiyor. Çünkü Peygamberimize peygamberlik verildi diye O'nu kıskananlardan biri idi.

Adam bu aşırı ihtirası yüzünden sert bir dille azarlanıyor, paylanıyor. Çünkü ne bir iyilik ne bir ibadet ne bir şükür yapmış ki, sahip olduğundan fazlasını istemeye yüzü olsun.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Müddessir suresi ayet 16
"Hayır, hayır! O ayetlerimize inatla karşı çıkıyor."

Ayetin orjinalinde geçen "kellâ" sözcüğü bir paylama, azarlama edatıdır. O gerçeği gösteren kanıtlara ve imana erdiren gerçeklere inatla karşı çıkmış, islam çağrısının önüne dikilmiş, Peygamber'e savaş açmış, kendini ve başlarını hak yoldan alıkoymuş, Kur'an ve islam hakkında asılsız iddialar ortaya atmıştır.

Müddessir suresi ayet 17
"Onu sarp bir yokuşa saracağım."

Burada hareket hâlinde sıkıntıyı donduran, somutlaştıran bir ifade ile karşı karşıyayız. Sebebine gelince yokuş çıkmak en sıkıntılı, en yorucu yolculuk türüdür. Bir de yokuş çıkmanın irade dışı bir itme ile yapıldığını düşünürsek çekilen sıkıntının ve duyulan yorgunluğun ne kadar artacağını kolayca kestirebiliriz. Bu ifade aynı zamanda somut bir gerçeği dile getirir. Çünkü düz, kolay ve iç açıcı iman yolundan ayrılan kimse sarp, sıkıntılı ve nefes kesici bir patikaya düşmüş olur; sürekli endişe, bunalım, gerilim ve baskı altında yaşar, sanki göğe tırmanıyor gibi nefesi tıkanır; susuz ve azıksız çıkılan bir yolculukta ıssız ve tehlikeli izlerde taban teper, üstelik yolunun sonunda varacağı bir amaç, kazanacağı bir huzur da göremez.

Müddessir suresi ayet 18
O düşündü ve değerlendirme yaptı.

Müddessir suresi ayet 19
Kahrolası, nasıl bir değerlendirme yaptı?

Müddessir suresi ayet 20
Bir daha kahrolası, nasıl bir değerlendirme yaptı?

Müddessir suresi ayet 21
Sonra baktı,

Müddessir suresi ayet 22
Sonra suratını astı ve kaşlarını çattı.

Müddessir suresi ayet 23
Sonra yüz çevirdi, büyüklük tasladı.

Müddessir suresi ayet 24
Ve dedi ki; "Bu Kur ân eskilerden aktarılan bir büyüdür.

Müddessir suresi ayet 25
O kesinlikle insan sözüdür."

Ardarda sıralanan jest ve mimik görüntüleri. Birbirini izleyen beyin dalgaları ve sıra sıra hareketler seriliyor gözlerimizin önüne, Sanki anlam sunan sözcükler karşısında değil de resim çizen bir fırça karşısında, daha doğrusu kare kare görüntü sunan hareketli bir film şeridi karşısındayız.

Karelerin birinde adam düşünüyor, kafa yoruyor. Bunun yanısıra hüküm ifade eden bir beddua ile karşılaşıyor; "Kahrolası" diye. Ayrıca "Nasıl bir değerlendirme yaptı?" denilerek davranışı yadırganıyor, alay bombardımanına tutuluyor. Sonra vurgulama, mesajı pekiştirme amacı ile bu beddua ve yadırgama tekrarlanıyor; "Bir daha kahrolası, nasıl bir değerlendirme yaptı?"

Başka bir karede adam yapmacık, zorlamalı, alaya aldıran, komiklik çağrısını yapan bir ciddiyetle şöyle şöyle bakıyor.

Bir diğer karede gülünç bir biçimde düşüncesini bir noktada yoğunlaştırmak amacı ile kaşlarını çatıyor, suratını asıyor.

Bütün bu komik çabalar, bütün bu maskaralıklar onu sağlıklı bir düşünceye erdiremiyor. Tersine adam ışığa sırt çevirerek ve gerçek karşısında büyüklük kompleksine yenik düşerek "Bu Kur'an eskilerden aktarılmış bir büyüdür. O kesinlikle insan sözüdür."

Müddessir suresi ayet 26
Onu ben, cehenneme sürükleyip-atacağım.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Müddessir suresi ayet 27
Cehennem (sakar) nedir, sen bilir misin?

Müddessir suresi ayet 28
Ne alıkoyar, ne bırakır.

Müddessir suresi ayet 29
Beşere delicesine susamıştır.

Bedende ne varsa yanacaktır, denildikten sonra, yanısıra derinin de ateşin şiddetinden döküleceği söyleniyor. Görünüşte bu ifade lüzumsuz gibi gözükmektedir, ama azabın bu şeklini ayrıca vurgulamanın sebebi, insanın görünüşünün en bariz hususiyetinin onun yüzündeki ve bedenindeki derisi olduğu içindir. Onun üzerinde oluşacak en ufak bir lekeden bile utanç duyar. İç organlarında olabilecek bir eksiklik ya da kusurdan cildinde olan kadar üzüntü duymaz. Çünkü bunu görerek diğer insanlar da ondan iğrenecek ve toplumsal konumu değişecektir. İşte bu yüzden, "Bu dünyada onlarla kibirlenip durduğunuz bu güzel çehreler ve şahane cesetler eğer Allah'ın ayetlerine karşı inatla muhalefete devam ederseniz -Velid bin Muğire gibi- o zaman bunların derileri yakılacak ve sonunda kapkara bir kömüre döneceklerdir," buyurulmaktadır.

Müddessir suresi ayet 30
Onun üzerinde on dokuz zebani vardır.

Allah teala, bu âyet-i kerimelerde, yukarı sıfatları zikredilen insanları,, herşeyi yakıp yok etlen "Sakar" cehennemine koyacağını, cehennemin, onların derilerini yakarak değiştireceğini ve cehennemde on dokuz meleğin vazifelendi-rikliğini beyan etmektedir.

Cabir b. Abdullah diyor ki:

"Yahudilerden bir kısım insanlar, Resulullahın sahabilerine gelerek: "Si*zin, Peygamberiniz, cehennemin zebanilerinin kaç tane olduğunu biliyor mu?" diye somdular. Sahabiler: "Bilmiyoruz. Onu Peygamberimizesorulur." dediler. Bunun üzerine bir adam ResuluIIaha gelerek: "Ey Muhammed, bugün senin sa-habilerin mağlup edildi." dedi. Resulullah "Ne ile mağlup edildiler?" diye sor*du. Adam: "Yahudiler onlara "Sizin Peygamberiniz, cehennem zebanilerinin sa*yısını biliyor mu?" diye sordular." dedi. Resulullah: "Onlar ne cevap verdiler?" diye sordu. Adam: "Bilmiyoruz. Onu Peygamberimize soralım." dediler." diye cevap verdi. Resulullah: "İnsanlara bilmedikleri bir şey sorulur onlar da "Biz bunu bilmiyoruz. Peygamberimize soralım." derlerse mağlup mu olurlar? Hal*buki kendileri Peygmaberlerine,"Sen bize Allahı açıkça göster." şeklinde istek*lerde bile bulunmuşlardır. "O, Allah düşmanları bana gelsinler ben onlara cen*netin toprağının ne olduğunu soracağım. Aslında onun toprağı, un şeklinde ince bir topraktır." dedi.

Yahudiler ResuluIIaha geldiler ve "ey Ebel Kasım, cehennemin zebanileri kaç tanedir?" diye sordular. Resulullah, pamıaklarının önce on'unun birden daha sonra da dokuzunu göstererek, "Şu ve şu kadardır." dedi. Yahudiler: "Evet" de*diler. Bunun üzerine Resulullah onlara "Cennetin toprağı nedir?" diye sordu. Yahudiler biraz sustular, sonra: "ey Ebel Kasım o, ekmektir." dediler. Resulul*lah onlara: "Elemek undandır." dedi. Yani, cehennemin toprağı ekmek değil, un şeklinde ince topraktır." demek istedi.

Bunun iki anlamı olabilir.
Birincisi şudur:
"Yani herhangi bir kimse onun içine düştüğünde kül olacak, bununla kurtulamayacak ve daha sonra yeniden diriltilip tekrar yakılacaktır." Aynı husus başka yerde "... orada o ne ölür ne de dirilir" (A'la 13) şeklinde beyan edilmiştir.
İkinci anlam da şudur:
"O azabı hak etmiş olanlardan kimse bir yere kaçamayacak ve hepsi azabı göreceklerdir."
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Müddessir suresi ayet 35
Gerçekten o, büyük (musibet) lerden biridir.

Nasıl ki ay, gece, gündüz Allah'ın kudretinin büyük işaretleri ise, cehennem de böyle Allah'ın büyük kudretinin bir nişanesidir.
Eğer ayı meydana getirmek, gece ve gündüzü bir düzen içerisinde peşisıra getirmek mümkünse, niye o zaman cehennemi meydana getirmek gayr-i mümkün olsun? Çünkü gece ve gündüzü her gün görüyorsunuz. Ama hayret falan etmiyorsunuz. Oysa ki bunlar da Allah'ın hayretamiz mucizeleridir. Ve eğer siz bunları görüyor olmasaydınız da bir kimse size bu dünyada ay denen bir şey vardır, güneş denen bir şey vardır, yükseldiği zaman dünya ışıldamaya başlar, battığı zaman da karanlıklara gömülür dese o zaman sizin gibi kimseler tıpkı bu cehennem hakkında alay etmeniz gibi bununla da alay edecekti.

Müddessir suresi ayet 36
Beşer (insan) için bir uyarıp-korkutmadır;

Müddessir suresi ayet 37
Sizlerden öne geçmek veya geride kalmak isteyenler için.

Yani bununla insanlar uyarılmaktadır. Şimdi isterlerse sakınarak doğru yola gitsinler ve isteyen olursa doğru yoldan yüz çevirsinler.

Müddessir suresi ayet 38
Her nefis, kazanmakta olduklarına karşılık olmak üzere bir rehinedir.
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Müddessir suresi ayet 39
Ancak Ashab-ı Yemin (sağ ehli) hariç.

Diğer bir ifadeyle sol ehli kendi yaptıkları yüzünden yalanlanacaklar, sağ ehli ise yaptıkları yüzünden kendilerini kurtaracaklardır.

Müddessir suresi ayet 40
Onlar cennetlerdedirler; birbirlerine sorarlar.

Müddessir suresi ayet 41
Suçlu-günahkarları

Cennet ehli ile cehennem ehli arasında binlerce kilometrelik bir mesafede olmasına rağmen bir aracı olmadan birbirleriyle konuşabileceklerdir.

Müddessir suresi ayet 42
"Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?"

Müddessir suresi ayet 43
Onlar: "Biz namaz kılanlardan değildik" dediler.

Yani biz Allah'a, Rasulü'ne ve Kitabı'na inanarak Allah'a inananların ilk olarak yerine getirecekleri hakkı yerine getirenlerden değildik. O hak namazdır. Bundan da iman etmeyen kimsenin namaz kılmadığını burada iyice anlamalıyız. Dolayısıyla bir kimse eğer namaz ehlinden ise, kendiliğinden anlaşılır ki o kimse iman ehlidir. Çünkü iman olmadan namaz kılınmaz. Ayrıca namaz kılanlardan olmamanın da cehenneme gitme sebeplerinden olduğu açıklanmaktadır. Onun için bir kimse iman etse ama namazı terkedenlerden olsa, o da cehennemden kurtulamayacaktır.

Müddessir suresi ayet 44
"Yoksula da yedirmezdik."

Buradan, açlık içerisinde olan birisini görüp de, yemek yedirmeye kudreti olduğu halde ona yemek vermemenin ne kadar büyük günah olduğu anlaşılmaktadır ki bunun cehenneme gitme sebeplerinden biri olduğu özellikle vurgulanmıştır.

Müddessir suresi ayet 45
"(Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik."

Müddessir suresi ayet 46
"Din (hesap ve ceza) gününü yalan sayıyorduk."

Müddessir suresi ayet 47
"Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı."

Yani ölünceye kadar kendi bildikleri yolda ısrar edip durdular. Ta ki o gafil oldukları gerçek onlara ulaştı. Bu gerçek ölüm ve ahirettir
 
tahsin33 Çevrimdışı

tahsin33

Üye
İslam-TR Üyesi
Müddessir suresi ayet 48
Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz.

Yani bunlar, son nefeslerine kadar kendi sapık yollarını takip edip durdular. Onlar hakkında birisi şefaatte bulunacak olsa da af edilmeyeceklerdir. Kur'an-ı Kerim'de birçok yerde şefaatin zikri geçmiş ve buralarda hiçbir şüpheye yer bırakmayacak biçimde, kimin şefaatçi olabileceği ve kimin olamayacağı, hangi şartlarda şefaatte bulunacağı ve hangi şartlarda bulunamayacağı, kim için şefaatin dileneceği ve kimin için dilenemeyeceği, kimin hakkında bunun faydalı olacağı ve kimin hakkında da hiçbir fayda vermeyeceği izah edilmiştir. Dünyada yoldan çıkmanın bir ana sebebi de yanlış anlayış ve yanlış inançtır. Bu yüzden Kur'an, bu meseleyi hiçbir yanlış anlamaya mahal vermeyecek şekilde çok açık olarak beyan etmiştir.

Müddessir suresi ayet 49
Buna rağmen, bunlara ne oluyor ki öğütten yüz çevirip duruyorlar?

Müddessir suresi ayet 50
Sanki onlar, ürkmüş yaban eşekleri gibidirler;

Müddessir suresi ayet 51
Arslandan korkup kaçmışlar.

Bu bir Arapça deyimdir. Yabani eşeklerin özelliklerinden biri de, bir tehlike hissettikleri zaman korkup, öyle kaçarlar ki başka bir hayvan böyle kaçamaz.
Bu yüzden Araplar çok korkarak aklı başından gitmişcesine kaçan bir kimseyi aslan ya da avcı görmüş yaban eşeğinin kaçışına benzetmektedirler.

Müddessir suresi ayet 52
Hayır; onlardan her biri, kendisine açılmış sahifelerin verilmesini ister.

Yani, bunlar, eğer Hz. Muhammed (s.a) gerçekten Allah'ın gönderdiği birisiyse o zaman Allah'tan, Mekke'nin ileri gelenlerinin herbirinin adına "Muhammed benim peygamberimdir, onun için ona itaat edin" şeklinde yazılmış birer mektup getirmelidir. Üstelik bu mektubun Allah'tan geldiğini görerek inanmak istiyorlar. Kur'an'da başka bir yerde yine bunlar "Allah, Rasullerine verdiği şeyi bize de vermezse inanmayız" (Enam: 124) demişlerdi. Diğer bir yerde de "Sen göğe git ve oradan bizim okuyacağımız bir kitap getir" (İsra 93) isteğinde bulunmuşlardı.

Müddessir suresi ayet 53
Hayır, onlar hiç şüphesiz ahiretten korkmuyorlar.

Yani, onların iman etmemelerinin sebebi, Allah Rasulü'nün onların isteklerini yerine getirmediği için değildir. Asıl sebep, onların ahiretten korkmamaları ve her şeyi bu dünyadan ibaret zannetmeleridir. Düşünmüyorlar ki bu dünyadan başka bir hayat daha vardır. Orada, bu dünyada iken sorumsuzca ve aldırış etmeden yaptıklarının hesabını vereceklerdir. Bunlar Hak ve batılı anlamsız zannediyorlardı. Bu dünyadayken görüyorlardı ki doğruya uyan bir kimseye her zaman bir fayda temin etmiyor ve batıla gitmenin neticesi de her zaman zarar getirmiyordu. Bu yüzden bu konuda düşünmeyi gereksiz görüyorlardı. Hak nedir, batıl nedir onlar için bir anlam ifade etmiyordu. İşte bu mesele üzerinde ciddi olarak düşünen kimse, bu dünyanın geçici bir hayat olduğunu bilir ve asıl ve ebedi hayatın ahiret hayatı olduğunu kabul eder. Doğruya uyanın sonu orada muhakkak güzel, batıla uyanların ise sonu muhakkak kötü olacaktır. Kur'an'ın ileri sürdüğü bu mantıkî delilleri ve saf talimatları görerek böyle bir kimse iman edecek ve aklını kullanarak Kur'an'a göre yanlış olan inanç ve eylemlerin gerçekten yanlış olduğunu anlamaya çalışacaktır. Fakat ahireti inkar eden kimsenin zaten doğruyu aramaya ciddi isteği yoktur. İman etmemek için her an yeni bir talepte bulunacak ve bir bahane uyduracaktır. Aynı husus Enam Suresi 7. ayette de şöyle ifade edilmektedir. "Ey Peygamber! Sana bir kağıtta yazılmış bir kitap indirseydik de onlar ona elleriyle dokunmuş olsalardı, kafir olanlar yine muhakkak 'Bu apaçık bir büyüden başka bir şey değildir' diyeceklerdi."

Müddessir suresi ayet 54
Gerçek (şu ki) , o (Kur'an) , elbette bir öğüttür.

Yani, onların bu gibi istekleri asla yerine getirilmeyecektir.

Müddessir suresi ayet 55
Artık kim dilerse, öğüt alıp-düşünür.
 
Üst Ana Sayfa Alt