İhvan hareketi Mısır’da birçok İslami hareketin ana hareketi olarak yaklaşık seksen yıl önce Şehid Üstad Hasen el-Benna tarafından temelleri atıldı ve ana hedefleri belirlendi. İhvan Hareketi İslamî, Millî aynı zamanda evrensel düşünceleri olan bir harekettir.
Davetinde itidali, fikhî ihtilafları büyütmemeyi ve esas alır. Eğtimden başlayarak bir davet yürütmeyi önceler. Halkın genel inançlarıyla çatışmaz ve akidevi derin problemlere girmez. İhvan, Nakraşi (Mahmud Fehmi; 1888-1948. 28.12.1948’de Abdulmecid Hasan tarafından öldürüldü) Paşa zamanından bugüne) birçok imtihanlardan geçti. 1948 Yahudi Arap savaşında yer aldı. 1952 yılında Özgür Subaylar öncülüğündeki İngiltere karşıtı eylemlere ve çatışmalara katıldılar.
İhvan hiçbir zaman davetini şiddetle bütünleştirmedi. (bunu Cihad anlamında anlamıyorum) Çünkü Cihad, İhvan’ın edebiyatında çok önemli yer tutar fakat bunu hâkim rejimlere karşı dillendirmekten özellikle sakındı. Fakat sadece bu kavram bile ABD ve İngiltere ve Fransa gibi emperyalist ve sömürgeci ülkelerin rahatını kaçırmaya yetiyordu. Özellikle 1948 tecrübesi Yahudilerin İhvanla olan savaşını hep canlı tuttu.
1979 yıllarında Mısır’da öğrenci olduğumuz günlerde Camp David Anlaşması imzalandı. Enver Sadat bunun için hayatından oldu. Bu anlaşma Yahudilerin bugüne kadar Almanlara karşı kazandınlarından daha büyük bir başarı idi. Zira artık Mısır, İsrail’in dostu olan bir ülke, Ordusu da İsrail’i düşman görmeyen bir ordu idi. Menahem Began İskenderiye’de Irak Nükleer tesislerinin vurulduğu günlerden bir gün, İhvan’ın sonu getirilmedikçe, İsrail’in Sina’dan çekilmeyeceği ve Anlaşmayı imzalamayacağı şeklinde idi. İsrail İslami hareketlerin tamamını özellikle de İhvanı tarihten silmek için Sadat’a emir veriyor o da bu emri uyguluyordu. Bir gecede bin beş yüzden fazla davetçi ve âlim zindanlara dolduruluyordu.
İhvan’’ın tarihi gerçekten çok büyük acılar ve kıyımlarla doludur. İslami hareketler içinde İhvandan daha çok kurban veren ve bu uğurda zindanlarda ömürleri çürütülen bir başka harekete rastlamak mümkün değildir.
Bu bakımdan İhvan’ı bu yönüyle yöntem ve usul açısından eleştirenler haddi hesabı yoktur. Fakat birçoğumuz ise bu hareketin gerçek dinamiklerini ve gerçek gücünü ve hedeflediğine ulaşmada neden bu kadar kıyımlardan geçtiği ve bu kıyımlara rağmen hala neden silahlı bir Cihad hareketine dönüşmediğini konuşabilir. Bunların hepsi İhvan için söz konusudur.
Ayıpları ve hasenatı ile İhvan İslam dünyasındaki İslami hareketlere önderlik etmiş davetçileri ve fikir adamlarıyla yarım yüzyıldan fazladır ilham kaynağı olmuştur.
İslami hareketler içinde İslami Cemaat, Taliban ve el-Kaide gibi teşkilatlar ortaya çıkıncaya kadar bu hareketlerin birçok lideri İhvan’ın medresesinde yetişmiştir. Eymen ez-Zevahirî, Abbud ez-Zümur ve Halid el-İslambulî aslında İhvan menşeli hareket adamlarıdır. Fas, Tunus ve Suriye’deki İhvan hareketleri de ilhamını Hasan el-Benna ve sonraki önderlerden almışlardır. Zaman içerisinde bu hareketlerde kısmî bölgesel farklılıklar ve ictihad çelişkileri görülmüş olsa da, ana hareket tarzı değişmemiştir. Bu da rejimlerle kültürel ve sosyolojik savaşı, silahlı savaşa tercih etmek olmuştur.
Suriye tecrübesi her ne kadar bunda bir farklılık gösterse de Suriye’de 1980’deki Hama katliamı ve onu izleyen karanlık günlerde, İhvan hep ayın çizgi üzere olmaya gayret etmiştir. İslam fıkhına genel anlamda bağlı kalmak ve akidevi olarak halka çatışmamak. Ancak Irak örneği biraz faklı bir örnekli sergileyerek Saddam’a karşı olmalarına rağmen, ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra çok kötü bir tecrübeye ve mirasa imza atmışlardır. Irak’a işgal sonra Şiilerin hâkimiyetinde ve ABD’nin desteğinde oluşan politik alan ve parlamenter seçimlerde İslam’ın aleyhine de olsa isim değiştirerek yer almaları; Irak’ta Cihadi hareketlerin davranışlarını olumsuz etkilemiş ve Sahavat hareketi onbinlerce Müslüman’ın ABD ve Iraklı Şiilerce katledilmesine sebep olmuştur. Tarık Haşimi ve adamları ABD ile işbirliği yapan Sünni kökenli liderlerdir.
Mısır’da İhvan’ın 2012 seçimlerinde çoğunluğu sağlaması, başta içerdeki derin Firavunî devleti ve Arapların Hitleri Hüsnü Mübarek taraftarlarını ve gizli ordusunu büyük bir korkuya sürükledi. Özellikle de Siyonist İsrail, Mısır’daki casusluk şebekelerini kaybediyor geri çekmek zorunda kalıyor ve yaklaşan tehlikenin büyüklüğünü bilerek Mısır’da bir karşı devrimle İhvan hareketinin Mısır siyasetinde etkin bir rol almasını bitirmek istiyordu. Özellikle Mursi’nin Mısır’ın deve dişi gibi Generallerini ki bunların hepsi İsrail’in dostu ve İsrail’in İslam karşıtı laik generalleriydi.
İhvan, Mısır Devriminde çok büyük bir rol oynamış ve aslında kendilerin Ali İbn Ebi Talip gibi yalnız bırakacak olan bir kalabalığın önünde ateşe atıyordu. Diyeceksiniz ki İhvan bunu bilmiyor muydu?
Bunu bilmemesi mümkün değildi. Bunu iyi biliyordu. Fakat Devrim esnasında ve sonrasında İhvan’ın dış bağlantıları özellikle Araplar tarafından nasıl aldatıldığının henüz kesin bilgilerine sahip değiliz. Başta İran olmak üzere bir çok Arap ülkesi İhvanın ve de Mısır’daki halk hareketinin yanındayken, birden bir yıl sonra suların tersine akmasını izah edebilecek çok iyi bir tahlile ve derin bir istihbarat çalışmasına ihtiyaç vardır. Bunu ise ne yazık ki sağlamak şimdilik karanlık görünüyor. Evet, İran Mısır’daki askeri Cunta’ın İhvanı devirmesinden sonra kendi köşesine çekildi ve Ahmed-i Necad dönemininden farklı bir politik yol izlemeye başladı. Ruhani‘den sonra İran- İsrail, İran ABD ve İngiltere ile ilişkileri iyileştirme üzerinden bir barış ortamı aramaya doğru ilerlediğini görüyoruz.
Neden acaba? Neden Suriye yıkıma uğratıldıktan ve Mısır'daki Halk hareketi beşiğinde boğulduktan ve İhvan hareketinin artık siyaset ve davet arenasında adı silindikten sonra? Mısır ve Tunus’taki devrimleri kendi devrimlerinin bir meyvesi olduğunu söyleyen Ali Hameneî neden birden tavır değiştirdi? Bunu şimdilik burada anlatmak yerinde değil.
Mısır’da Askeri Cunta’nın İhvan’ın şahsında İslamı tamamen Mısır’ın hüviyetini belirleyen Din olmaktan çıkarma çabası asla kimsenin hayal edebileceği bir şey değildi. Askeri Cunta’nın bu kadar acımasız olarak Rabia ve Nahda meydanında sergilediği katiliam ve kanlı mezbaha ne yazık ki bütün Batılı ülkeler ve demokrasi denen küfr dininin mensupları tarafından adeta alkışlandı ve ödüllendirildi.
Mısırlı kâfirlerin ve münafıkların desteğinde İsrailoğulları korkunç bir kıyım yapıyorlar. Okullara Tevrat ve İncil derslerinin konulacağı söylentileri Askeri İnkilab’ın sanıldığından da daha derin bir proje olduğunu göstermektedir.
Peki, acaba neden? Suriye’de milyonlarca insanın katledilmesine bile göz yumacak olan ABD ve Batı yüz binlerce insanın katledilmesine sessiz kalıp adeta Suriye’deki Müslümanların geleciğini tarihin en zalim ve acımasız rejiminin ve taifesinin eline teslim ediyorlar.
İşte tam da burada, ABD’nin ve diğer Batılı ülkelerin kafir ve münafıklarla nasıl zalim bir işbirliğine gittiğini iyi okumak gerekiyor. S. Arabistan rejimi, İslam’ın katledilmesi demek olan bu projenin içerisinde. İran, bu yeni haçlı savaşında Batının ve Mısır’daki katliama en çok sevinen Suriye Nusayri rejiminin yanında. İşte size şeytanların ittifakı. Irak’ı Şiilere teslim eden ABD ve İngiltere şimdi de Suriye için belki bir umut olacak Mısır ve Gazzeyi yok etmek istiyor. Neden İsrail güçleri Mescid-i Aksa’yı işgal ederlerken ve Mescidi-i Aksa’yı savunan Hamas gibi bir İslamı teşkilatın Mısır ve İsrail tarafından kolu ve kanadı budanırken, İran İsrail’in dini gününü kutlama mesajı yayınlayabiliyor (İran Dışişlerinin beyanı)
Hizbullah’ın Suriye savaşanda Put haline getirdikleri türbeleri bahane ederek Suriye’de kâfirlerin yanında (Hz. Aişe’yi domuzlardan daha necis (!) gören Humeyni’nin de sözlerini hatırlayayım ki Tekfirci silahına sarılan ABD yaltakçılarına kanmayalım) yer alması ardından İran’ın ABD ve İngiltere’yle ilişkileri iyileştirme için yeşil ışık yakması ve İsrail’le yakınlaşması acaba bize bir şeyler söylüyor mu?
Evet, İran ve ne yazık ki İsrail karşıtı birçok Şiî de bu tuzağa düşüyor. İsraili tarihten silmek isteyen İran’dan İsraili Filistin’de meşru olarak görmek isteyen bir İran’a doğu bir evrimle mi söz konusu acaba? Evet, böyle bir ihtimali asla göz ardı etmemek gerekiyor.
İslam âleminin en büyük dini ve kültürel İslami hareketine İsrail, ABD, AB ve S. Arabistan ve Kuveyt tarafından en ağır tarihi darbe vurulurken İran’ın; İsrail, ABD ve İngiltere karşısında sergilediği tavır çok önemlidir. Bunu iyi değerlendirmek zorundayız.
Burada ben de birçok bahane budalası gibi, İhvan’ın hükümette iken işlediği hatalardan söz etmek istemiyorum. Mısır’daki Selefi Nur Partisi güya İhvan’a çok nasihatta bulunmuş da İhvan da bunu kabul etmemişmiş?
İkiyüzlü adamlar demek lazım: Siz kâfir Cunta’nın yanında nasıl yer alıp da günahkâr da olsa birlikte seçimlere girdiğiniz kardeşlerinizi sattınız ve Cunta ile işbirliği yaptınız.
Hâlbuki bu ahmaklar bilmiyorlar; İhvandan sonra ikinci darbe kendilerine gelecek. Ama kurt önce kuzuları birbirinden ayırır, sonra da onların her birini teker teker boğar. Boğulma sırası Selefilerde. Selefi Nur Partisi ayakta kalmak ve İhvan’ın yerini almak ve onların kanları üzerinde bir ikbal sahibi olmayı akıllarından bile geçirmemelidirler. Bu hem ahmaklık ve hem de büyük bir hiyanet olur. Madem böyle bir kozunuz vardı da hesaplaşmak istiyordunuz, neye onlarla birlikte hükümet olduğunuz demezler mi?
İhvan büyük bir imtihanda sananlar yanılıyor. İhvan gibi biz de büyük bir imtihanla karşılaşıyoruz. İhvanı eleştirme ucuzluğu birçoğumuzda var. Ama İhvan’ın gerisinde ne ile savaşıldığını görmemek basiret yoksunluğundan başka bir şey değildir.
İhvan hareketi bize hiçbir şey mi öğretmedi diyeceksiniz, ya da bundan bize ne mi diyeceksiniz! Merak etmeyin o zaman sizi de biz de Mısır’daki Suudcu Selefiler gibi acı ve hüzünlü ve utanç verici bir akibet bekliyor demektir. Mısır’daki zavallı Selefi hareket, İhvan’ı kınarken ve onlara karşı bu kadar zulüm ve cinayetten sonra akıl öğretmeye kalkması ne kadar akılsız olduklarını ve belki de ne kadar hain olduklarını bize gösteriyor. Hiç bir ismin ve hiçbir ünvanın Allah’ın Dininden ve şeriatından daha aziz olmadığını ve asla olmayacağını bu olaylar bir kez daha bize göstermiştir.
Ne yazık ki Nur denen zavallı Selefi Parti, Cuntayı ciddi tek bir cümle ile bile eleştirememiştir. O halde bunu nasıl anlamalıyız? Mısırdaki proje tüm İslam âlemine verilen çok ağır bir derstir.
İran, İslam âlemine en önemli aktörlerden oluşan Mısır’ın devre dışı kaldığını görür görmez ve Mısır’dan almak istediğini ve vermek istediğini veremeyince de, şimdi Büyük şeytana yaklaşmanın yollarını arıyor. Mısır, İslami olarak rakipken, İsrail düşmanlığı ve Büyük Şeytan çığırtkanlığı, ama Mısır, S. Arabistan ve Körfez ülkelerinin Askeri inkilaba destek vermesinden ve ABD’ye teslim olmasından sonra, suyunun ısındığını gören İran, Batıyla flört etmeye başladı.
Mısır’da ne olabilir? Mısır kıyamının ilk günlerinde Mısırlılar Devrimlerini çaldırırlar mı diye yazmıştım. Bunun mümkün olabileceğinin hiç uzak olmadığını yazmıştım.
Şimdi Cunta hariç, Mısır’da bütün işler çıkmazda. İhvan bu kadar ağır bir darbenin ve bütün liderlerini hapsedilmesi ve teşkilatlarının ve partilerinin kapatılması ve mal varlıklarına ve cemiyetlerine yasak getirilmesi sonucu ne yapacaklardır. Zira bu ne onların ve ne de bir başka İslami hareketin asla karşılaşmadığı istisnai bir tarihi durum.
İhvan kadroları ağır cezalarla yargılanacaklardır. Dışarıdaki faaliyetlerine son verilecek. Hareket yeni genç liderler doğuracak ya da silah ile susmak arasında bir konum tercih edilecek. İhvan’ın silahı tercih etmeyeceğini kesin söyleyebiliriz. Ancak yeni lider kadroda dünya rejimine el-Kaide gibi bir bakış açısına sahip bir kadro iş başına geçer ve kitleyi kazanır ve idare ederse, gelecek zamanlarda Mısır’da savaş kaçınılmazdır. Mısır’da iç savaş demek Hıristiyanların Irak’taki Şiiler gibi devlet olmaları demektir.
Bu da Filistin’in tamamen kaybı ve Lübnan haritasının değişmesi ve bölgede irili ufaklı bir kaç devletçiğin daha doğması demektir. Ki bu projenin amacı da budur.
Geleceği kestirmek gerçekten çok zor. Çünkü ABD, AB, Rusya ve Çin’in de desteğiyle dünya da yaygınlaşan Cihad hareketlerinin diğer tüm İslami hareketleri etkilediklerini ve akide alanlarını genişlettiklerini iyi biliyorlar. Bunun için de yeniden canlanan İslamı hep birlikte boğmaya çalışıyorlar.
Mısır’da Anayasa değişikliğinin asıl amacı İslam Dininin Anayasa’nın ilkeleri arasında olduğunu söyleyen maddeyi iptal etmektir. Yani Mısır bundan sonra İslamî kimliğini de böylece kaybetmiş olacak ve hiçbir İslami siyasi partinin de Mısır siyasi hayatında yer almasına izin verilmeyecektir.
Müslümanlar ise, bu olaylardan her hangi bir ders çıkarmak yerine daha çok demokrasiye bağlılıklarından söz ediyorlar.
Demokrasi işte budur. Bunu hala anlayamayan Müslümanlar, küfr ve küfrün anayasalarından ve yasalarından beri olduklarını ifade etmeden ve bunu ilan etmeden nasıl Müslüman oluyorlarmış gerçekten bunu anlamak mümkün değil.
İslam’la savaşan demokrasi içinde, İslam’a karşı bu kadar cinayet işleyen yapıların içinde yer almak ne derece İslam’dır bunu tartışmaya açmamız gerekiyor.
Meşruiyyetimizi (İslamî meşruiyyetimiz) demokraside ve demokratik yapılanmalarda aramak Kur’an dışında bir yol armanın da başlangıcıdır. Özellikle yasama ve yargıda görev almak; İslam ile tamamen tezad teşkil ederken, bunun cevazına fetva veren âlimler şimdi Müslümanları nasıl itikadî bir tehlikenin içine attıklarını oturup düşünsünler.
Tabii bunlara hesap soracak bir mercii olmadığı için akıllarını ve hevalarını rehber edinen âlimlerimiz Müslümanları büyük çıkmazların içine sürüklüyorlar. Kadere eve Sunnetullah’a iman ettiğini söyleyen bu alimlerimiz şimdi de kendileri hakkında Sunnetullah’ın tecelli etiğini söyleyebilecekler mi?
Acaba Allah’ın dininden başka yasalarla insanları yönetmenin ve insanları cezalandırmanın ve Kur’an’ın söylemediklerini partilerinin ve hareketlerinin usulü ve yöntemi haline getirenlerin oturup düşünmeleri gerekmez mi? Sunnetullah kendileri hakkında bir hüküm vermiş midir vermemiş midir?
Mısır’da zulmü sadece Abdufettah es-Sisi’nin inkilabında mı göreceğiz? Acaba Allah bize Kur’an’dan başka bir yol göstermemişken “Demokrasi ile Beraberiz” demek ne demek oluyordu?
Demokrasi ile beraber olmanızı söylemeniz, demokratik rejimin İslamı yasalara geçmeniz için onu kullanmanıza izin mi vereceğini sanıyorsunuz?
Türkiye’deki partilerimizin de (!) akıllarını başlarına alması ve Müslümanları nasıl saptırdıklarının cezası başlarına gelmeden Kur’an’la kaim bir mücadeleye dönmeleri gerekiyor. Bu sadece bir temennidir fakat bu temimiz de asla gerçekleşmeyecektir. Türkiye’nin Rabia’sının nasıl olacağını henüz tahmin edemiyoruz. Ama İsrail ile İran arasında bir barış sağlandığı gün. Lübnan’da Şiiler devlet oldukları veya Suriye’de yeni bir devlete kavuştukları veya kaybedecekleri gün, Türkiye’nin Rabia’sını bekleyiniz.
Müslümanlar Türkiye’de de bir General Sisi türediğinde neler olabileceğini düşünerek ve bunun hesabını yaparak nerede olacaklarını bilerek hareketlerini ve yapılanmalarını sürdürmelidirler.
Müslümanlar demokrasinin meşruiyeti tartışmalarını terk etmelidirler. Demokrasi, kimliğimizi yok sayarak bize var olma hakkı tanıyor. Demokrasi üzerimizde Batı’nın zalim egemenliğini sürdürmesinin diğer adıdır. Zavallı köleler ve sömürge ülkeler ve zihinler ise, kendilerini köleleştiren ve akıllarına tahakküm eden bu batılı emperyalist ideolojiye din gibi sarılmışlar ve Allah’ın hidayetinden yüz çevirmişler.. Allah’ın hidayetinden yüz çevirenlerin dini üzere olmak demektir demokrasi.
Demokrasi emperyalizmin ve cuntaların rejimidir. Siz demokrasiye yalan söyleyemezsiniz, ama DEMOKRASİ size yalan söyleyebilir ve istediği gibi kanınızı secdede ve ruku’da iken bile akıtabilir. En büyük yalanı da Cezayir’de ve Sisi’nin Demokrasisinde görebilirsiniz. Demokrasi yalan söyler ama siz demokrasiye karşı yalan söyleyemezsiniz.
25 Eylül 2013-09-25
Çarşamba 15:50
Mehmet Emin Akın