H
Çevrimdışı
Her samimi Müslüman gerek ibadetleri gerekse sosyal hayatını düzenleme ve insan ilişkileri noktasındaki metodunu Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem)’den alır. Tüm hayatını ve hayatının içine aldığı her şeyi ona göre tanzim eder ve ona göre de toplumsal yaşamına bunları aksettirir.İşte bu konumuzda da ölçümüz ve değerlerimizi alacağımız metod da şüphesiz bu kaynak olacaktır.
İslam tarihine ve gelişmelerine bir bir baktığımızda göreceğiz ki Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem) insanları ilk olarak davet ettiği şey Allah’u Teala’yı birlemeye yani onu Tevhid’e davet etmiş veMÜSLÜMAN KARDESLIGI tevhid bilincini insanlara aşılarken de bundan hemen sonrasında İslam Kardeşliği konusunda çevresindeki Müslümanları teşvik etmiştir.
Malum olduğu üzere, o zamanki Arap toplumunda yaygın bir şekilde kavmiyetçilik hüküm sürmekteydi ve bu düzen içinde yetişmiş olan insanlar önceliklerini yine kendi kavminden olanlara, hısım ve akrabaya göre ayarlıyorlardı. Yine bilineceği gibi Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem) ilk olarak bu kavmiyetçilik duygusunu hedef alarak Müslümanlar’ın önceliğinin İslam kardeşliği olması gerektiği ve mümin kardeşini kavmine veya akrabalarına tercih etmesinin gereğini aşılamıştır. Çünkü cemaat olabilmenin yolu öncelikle kardeşlikten, insanların birbirini Allah için sevmesinden geçecekti. Aksi halde tevhid’i tek başına yaşamak, dayanışma ve sevgi olmaksızın İslam’ı hakim kılmak bir hayli zor olacaktı.
Buna göre, İslam’ı hakim kılmak için yola çıkacak olan Muvahhid Müslüman’ların metodu insanlara Tevhid’i ulaştırmakla beraber kendi aralarında da İslam kardeşliğini tesis ederek tek bir vücut olup yaşamlarını buna göre sürdürmelidirler sonucuna ulaşabiliriz. Bunun dışında kalan bir şekildeki birliktelik ancak iddiadan ibaret ve kuru bir kalabalıktan başka bir şey değildir. Cemaat olmanın öncelikli amacı ve şekli İslam kardeşliğinden geçer.
Ölçümüzü belirledikten sonra isterseniz dünün Müslümanlarına ve onların anlayıp yaşamış oldukları İslam Kardeşliğine örnekleri ile bakarak günümüzün meselelerine de ışık tutalım inşallah.
İslam kardeşliği ve kardeş olmanın tadını Allah’u Teala herkese bahşetmez. Onu ancak kalplerini dünya menfaatlerinden arındırmış, samimi bir şekilde kendisine ihlasla yönelen, kalplerinde de eğrilik bulunmayan kullarının kalplerine yazar. Gücünü inançtan almayan, ardında iman gücü bulamadığın bir kardeşliğe rastlarsan bu ilişkinin bir çıkar bağı veya işlerine yoluna koymak için gerçekleştirilen aldatıcı bir birliktelik olduğunu görmek o kadar zor olmasa gerektir.
İslam kardeşliği denilince ilk akla gelebilecek örneklerin başında gelebilecek isim Ebu Bekir (r.a) olduğunu söylersek sanırım yanılmış olmayız. Çünkü siz Ebu Bekir (r.a)’i gördüğünüz her yerde neredeyse malının tamamına yakınını müşrikler tarafından esir edilmiş ve kendisine işkence edilen köleleri kurtarırken göreceksiniz. Bilâl, Habbab, Lübeyne, Ebû Fukayhe, Amir, Zinnire, Nahdiye, Ümmü Ubeys gibi sahabeler bunlardan sadece bir kaçıdır. O tüm malını İslam’ın yolunda ve sadece Allah’u Teala’nın rızasını kazanmak adına seve seve veriyor ve verdikçe de imanın tadını içinde daha bir başka hissediyordu.
“Ey iman edenler, hiçbir alış-verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Kâfirler… Onlar zulmedenlerdir.” (2/254)
“Mallarını ALLAH yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. ALLAH, dilediğine kat kat arttırır. ALLAH (ihsanı) bol olandır, bilendir. “ (2/261)
“Mallarını ALLAH yolunda infak edenler, sonra infak ettikleri şeyin peşinden başa kakmayan ve eziyet vermeyenlerin ecirleri Rableri katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” (2/262)
Yukarıda verdiğimiz ayetlerin onlarcası daha Kur’an-ı Kerim’de yer almaktadır ki işte Ebu Bekir (r.a) gibiler bu nedenle vermekten yorulmuyor bilakis kendisini ahirette bekleyen asıl zenginliğe kavuşmak için çaba harcıyordu. O cehalet zamanında dahi gayet cömert bir insandı ki onun gibi olan insanların iman ettikten sonrasındaki durumlarını özetleyen şu hadiste görebiliyoruz; Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği hadis-i şerifte Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem): “İnsanlar altın ve gümüş madenleri gibi madenlere benzerler. Cahiliye dönemlerinde seçkin olanlar, anlayış sahibi oldukları takdirde İslam’a girdikten sonra da seçkin olurlar.”
Müşrikler veya kitap ehli, kendi aralarında yardımlaşma ve birbirlerini kollama bakımından hayli ileri bir durumdaydılar bu nedenle Allah’u Teala: “Kâfirler de aslında birbirlerinin dostları ve yardımcılarıdırlar. Eğer siz de öyle yapmazsanız, yeryüzünde büyük bir fitne ve fesat çıkar.” (8/73) şeklindeki uyarısında da bunu net bir şekilde görebiliyoruz. Aslında mümin diğer bir mümini Allah (azze ve celle) için severek dinine hizmet etmiş, birliği ayakta tutmuş ve “Tevhidi dünyada hakim kılmak adına” ilk adımı atmıştır. İşte böylesine birbirine kenetlenmiş olan insanlar topluluğu da hedefi ile beraber tam bir cemaat olmuş hale gelirler.
Kendisine iyiliği dokunan, kendisinden bir şekilde menfaati olduğu kişilere insanın kardeşlik duygusunun yukarı seviyede olması bir ölçü değildir. Muhakkak ki kardeşlik duygusu her Müslüman bireyin kardeşinden hiçbir çıkar elde etmediği, hiçbir menfaat görmediği halde sadece onun hakkını gözetmeyi, ona karşı isar ve sevgi duygularını muhafaza etmekle ancak gerçek ölçüsünü bulabilir.
Yine tarihten kardeşliğin ve kardeşinin nefsini kendi nefsine tercih etme duygusunun durkta olduğu şu hadiseyi hepimiz biliriz; Yermuk’ta: İkrime, Süheyl b. Amr, Haris b. Hişam’ın şahadetleri sırasında yaşananlar İslam kardeşliğinin ne denli yüce bir sevgi olduğunu bize bütün açıklığı ile gösterir ki; Baygın düşüp can çekişmesinin son anlarını yaşarlarken onlara su getirilir. Hepsi suyu birbirine gönderirler. Hangisine su götürüldüyse o bir diğerine içirtilmesini söyler. Nihayet su aralarında dolaşır durur da her birisi su içmeksizin şehid olurlar. İkrime su ister ve ona su getiriler bakar ki, Süheyl ona bakmaktadır. Hemen suyu ona verin der. Süheyl bakar ki aynı şekilde Haris su istemektedir, suya dokunmaksızın onu Haris’e içirin der. Su harise yetişmeden haris son nefesini verir ki geriye dönüp diğerlerine su vermek istendiğinde her iki sahabe’nin de son nefeslerini verdiklerini görürler. Üçü de su içemeden şehid olmuşlardır.
İşte o anda bir insan için en büyük servet ulaşabilecekleri bir bardak sudur! Çünkü mallarını çoktan geride bırakmışlar, az sonra da canlarını teslim edeceklerdir, işte ölüm anında en çok ihtiyaç duyulacak olan ve o anın en değerli serveti sayılacak olan bir bardak su bu üç kutlu sahabe arasında dönüp durmuştur. Çünkü onlar Allah’u Teala’nın her hükmüne, Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem)’in her tavsiyesine yürekten bağlılıklardı ve bunu her şart altında olduğu gibi böylesi çetin bir anda dahi gösteriyorlardı. Çünkü onları bekleyen bir müjdenin varlığını dinlemişlerdi, o müjde ise;
Ebu Hureyre (r.a)’nin rivayetine göre Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem) şöyle buyurur: “Kıyamet günü Allah’u Teala şöyle buyurur ‘Benim celalim için birbirlerini sevenler nerededirler. Bugün benim gölgemden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı bir günde onları gölgemle gölgelendireceğim.’ idi.
Bize örneklik teşkil etmesi ve kendimize bir hareket metodu çıkarabileceğimiz hadiselerden bir tanesi de Mesruk’un durumudur. Rivayet olunduğuna göre, Mesruk ağır bir borç altına girer. Bu arada kardeşi Hayseme’nin borcu da varmış. Mesruk, Heyseme’nin haberi olmadan gidip onun borcunu öder. Hayseme de Mesruk’un haberi olmadan gidip onun borcunu öder.
Burada da göreceğimiz üzere kardeşinin nefsini kendi nefsine tercih söz konusu ki kazanan her ikisi de olmakla beraber yine ahrette de her ikisi bu davranışlarının ecrini fazlası ile görecektir. Bunun gibi bir bağlılığın ecrinin ne olabileceğini de yine Allah’u Teala’nın şu ayeti ile açıklayabiliriz: “Mallarını Allah (azze ve celle) yolunda harcayanların durumu her başağında yüz dane olmak üzere yedi başak veren bir danenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah’ın lutfu geniştir, O bilendir.” (2/261)Bu ne güzel ve ne karlı bir ticarettir ki karşılığını hem dünyada hem de ahirette kat be kat fazlası ile bulacaktır.
Her Müslüman kendi özel durumlarını değerlendirip incelediği gibi kardeşinin durumunu da kontrol etmeli. Kardeşini, nefsine, çocuklarına ve ailesine tercih etmeli. Çünkü her Müslüman bilir ki gerçek ihtiyaç sahibi halini bir başkasına göstermeyen, durumu ile bir başkasına kendisini acındırmayan Müslüman’dır. O halde eğer müminler birbirinin durumu sormaz, araştırmaz ve bilmezse, karşısındaki mümin’de halini belli etmeyeceği düşünülürse o ihtiyaç sahibi Müslüman’ı tespit edemez. Nasıl ki kendisini gerçekten Allah’u Teala’ya tevekkül eden bir Müslüman ihtiyaç sahibi olduğunu kardeşlerine fark ettirmiyorsa aynı şekilde bu kardeşlerinin durumunu diğer müminler araştırmakla mükelleftirler. Aksi halde buraya kadar yazmış olduğumuz değerler ölçüsünde gerçek anlamda bir İslam kardeşliğinden ve bir cemaatten söz edilemez. Edilse bile bu eksik bir tanım olur ki Peygamberi metodun en azından bu olmadığı anlaşılabilir.
Bu son söylediğimize paralellik arz etmesi bakımından verilecek diğer bir örnek de İmam Abdullah b. Mübarek’in hadisesi olacaktır. Büyük hadisçi de İmam Abdullah b. Mübarek bol sadaka veren bir zattı. Yılda vermiş olduğu sadakanın miktarı yüz bin dirhemi aşardı. Bir defasında arkadaşlarıyla birlikte hacca gitmek üzere evinden çıktı. Bazı yörelerden geçip uzun bir yol kat ettiler. Ölen bir kuş gördüler ve Abdullah b. Mübarek onun bulunduğu yerden alınıp çöplüğe atılmasını emretti. Arkadaşları öndei kendisi de onların arkasında yürüyordu. Çöplüğü geçtiklerinde yakınında bulunan bir evde bir cariyenin çıkıp o ölü kuşu aldığını gördüler. Ölü kuşu niçin aldığını sorduklarında kendisinin ve kardeşinin fakir kişiler olduklarını bundan da kimsenin haberdar olmadığını bildirdi. Yani o cariye kendisi gibi fakir olan kardeşi ile birlikte yemek üzere o ölü kuşu aldı. İbni Mübarek hemen yüklerin boşaltılmasını emretti. Dönüp vekiline dedi ki: ‘Senin yanında nafakamızdan ne var?’ Dedi ki: ‘Bin dinar.’ Ona dedi ki: ‘Merv şehrine bizi götürecek kadar yirmi dinar say ve al, gerisini de bu cariyeye ver. Bu bizim bu yıl ki haccımızdan daha faziletli bir iştir.’ Daha sonra döndüler ve hacca gitmediler.
Müminler arasında gerçekleşen kardeşlik bağı bir cemaatin gerçek dayanak noktasıdır. Müminleri isar ve sevgiden oluşan kopmaz bir bağla birbirlerine bağlayan gerçek bağ budur. Bu bağın bir örneğini vermemiz gerekirse eğer Ensar ve Muhacirler bunun en güzel örneğini teşkil eder. Ensar topluluğu aralarında hiçbir akrabalık bağı olmadığı halde Mekke’den Medine’ye hicret eden Muhacir kardeşlerine evlerini ve bağırlarını açtılar. Evlerini ve mallarını onlarla bölüştüler, onlara ikramda bulundular. Onları sıcak karşılmak için özen gösterdiler. Onları misafir edinmek isteği o kadar fazlaydı ki hiçbir Muhacir kura çekilmeden Ensar kardeşlerine misafir olamıyordu. İşte o zamanki Müslüman’ların arasındaki bu kopmaz bağ beraberinde de İslam Devleti’ni kurmak sonucuna giden yolda atılmış en önemli adım olmuştur.
Daha önce de bahsettiğimiz gibi Allah’u Teala’nın şeriatını hakim kılmak Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem)’ın metodunu takip etmekle olur. Onun metodunun temel kaynağını net bir şekilde ortaya koyacak olan şu hadis-i şerif ise hayli düşündürücüdür; Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem) buyurdu ki: “Nefsimi (kudret) elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman edemezsiniz. Yaptığınız takdirde birbirinizi sevebileceğiniz bir şeyi size haber vereyim mi? Selamı aranızda yayınız.”
Evet, bu örneğin üzerine başka ne söylenebilir ki? Bir kardeşinizin durumunu öğrenmenin ilk yolu ona selam vermektir, selam bile veremediğiniz kadar uzak ve kopuk olduğunuz bir mümine karşı kardeşlik bağının varlığından nasıl söz edebilirsiniz ki? Yine selam veremeyecek kadar kopuk olduğunuz bir kardeşinizi Allah (c.c.) için sevdiğinizi nasıl söyleyebilirsiniz ki? Ve yine bunun sonunda da gerçekten iman etmiş bir Müslüman olduğunuzu nasıl söyleyebilirsiniz ki? Kişinin kardeşine olan sevgisi, onda bulunan Allah (azze ve celle) ve Resulü (sallallahu aleyhi ve selem)’nün sevdikleri hasletlerin oranına göre olmasını gerektirir.
Eğer bir Müslüman bir diğer Müslüman’ın durumunu araştırmaz, ona destek olmaz ise o zaman kardeşini başkalarının eline vermiş, müşriklerin eline bırakmış olmaz mı? Buhari ve Müslim Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu başkasına teslim etmez. Kim kardeşinin ihtiyacını karşılarsa Allah (azze ve celle) da onun ihtiyacını karşılar. Kim bir Müslüman’ın üzüntüsünü giderip ferahlatırsa, Allah (azze ve celle) da onun kıyamet günü üzüntülerinden birini giderir.”
Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem) şöyle buyuruyor: “Sizden biriniz kendi nefsine istediğini kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olamaz” ve yine buyuyor ki: “Müminler sevgi, yardımlaşma ve merhamette bir vücuda benzerler. Ondan bir uzuv şikayet ederse diğerleri de uykusuz kalır ve ağrı çeker, sızlarlar.”
Şimdi kendinize sorarmısınız? Beraber aynı yolda olduğunuz, cemaatinize mensup olan veya olmayan ve kendisine ulaşabileceğiniz kardeşlerinizden ihtiyaç sahibi olan birisi var mı? Bunu tespit etmek adına acaba kendinizce yaptığınız bir araştırma söz konusu mudur? Yoksa bazı zamanlarda verdiğiniz 10-50 lira infak ile üzerinizdeki kardeş hakkının sorumluluğunu attığınızı mı düşünüyorsunuz? Oysa ki yukarıda da gördüğümüz gibi Ebu Bekir (r.a) bu yolda tüm malını veriyordu, 10 lira 50 lira değil. Ve yine buna rağmen içini sizin kadar rahat tutabiliyor muydu?
Eğer bir cemaat içinde bir kişi aç olarak sabahlıyor veya karnı aç olarak yatıyorsa, eğer sen de bir Müslüman olarak bunu araştırmıyor ve bu nedenle de bilmiyorsan, senin sabah akşam karnına gönderdiğin yiyeceklerin hesabını ahirette sen nasıl vereceğini düşünüyor musun? O Müslüman’ın çocuğu kendisinden bir bisküvi isterken babasının veya annesinin alamadıklarından ötürü nasıl mahzun olduğunu bilmiyorsan sen nasıl kendi çocuklarına tıka basa yedirir de bunu yediremeyen Müslümanların olup olmadığını araştırıp bulmazsın.
Olur ki bir Müslüman tembel olduğundan dolayı çalışmıyor ve evine rızık getiremiyor olabilir. Bu durumda sen kendisine nasihat etmiyor onu yapması gerekene teşvik etmiyor hatta kendisine iş göstermiyorsan sen nasıl bir kardeşsin?
Olur ki bir Müslüman yaşı itibari ile hiçbir iş yeri tarafından işe alınmıyor ve sürekli iş aramasına rağmen bulamıyorsa, sen kendi işin içinde ona da bir yer ayırıp onun bu halden kurtulmasına vesile olmuyorsan sen nasıl bir kardeşsin?
Olur ki bir cemaat vardır ve o cemaat içinde kendi işine sahip bir çok insan vardır, aralarında para toplamak sureti ile o kardeşlerini bir iş sahibi yapmak adına para toplayarak (günümüzde az paralara da bir iş açma olanağı mevcuttur) onu da iş sahibi yapma adına uğraşmıyorsan sen nasıl bir kardeşsin?
Bu ve buna benzer örnekler çoğaltılabilecek olmakla birlikte aslında Müslüman’ın Müslüman’a kol kanat germesi için ille de bu durumların gerçekleşmesi bile gerekli değildir. Çünkü Müslüman bilir ki;
“Sizden biriniz kendi nefsine istediğini kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olamaz” ve yine buyuyor ki: “Müminler sevgi, yardımlaşma ve merhamette bir vücuda benzerler. Ondan bir uzuv şikayet ederse diğerleri de uykusuz kalır ve ağrı çeker, sızlarlar.”
“Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Onu başkasına teslim etmez.”
“Nefsimi (kudret) elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman edemezsiniz.”
İşte bu hadisleri kendisine ölçü yapanlar, onun yönlendirdiği yola girenler üzerlerindeki sorumluluğu ta iliklerine kadar hisseder de ona göre davranırlar. Eğer bu şekildeki bir bilinçle bilinçlenmezse onun kardeşlikten anladığı İslam Kardeşliği değildir. Onun İslam cemaatinden anladığı da gerçek bir İslam cemaati değildir. Ve bu cemaatin imamı da o cemaatin bireylerinin sayısınca ve onların vebalince vebaldedir.
Nasıl ki sırça köşklerde oturan, elit çevrelerde yer alan günümüzün tağutları ancak kendileri gibilerle oturup kalkıyorsa, kendisine Müslüman diyenlerin yine kendi aralarındaki varlıklılar arasında sürekli oturup kalkıyor ve onlara daha çok ehemmiyet veriyorsa o zaman bu insanların İslam terbiyesi ile terbiyelendikleri nasıl iddia edilebilir? Bırakın birkaç haftayı, senelerce, üstelik kendisine de çok yakında olmasına rağmen bir kez bile Müslüman kardeşinin kapısını çalmıyor, durumunu kontrol etmiyorsa “Böyle bir Müslüman’ın iman ettiği şey ile Allah’u Teala’nın iman etmesini istediği şey ile arasında büyük fark vardır. Böylesi insanlardan oluşmuş bir cemaat varsa onların yeryüzünde İslam’ı hakim kılacak Tevhid’i Müslüman cemaatini olduğunu söylemek komik bir iddia ve kuru bir zandan ibarettir.”
Allah’u Teala, böylesi insanlardan olmaktan, böylesi bir cemaatte olmaktan tüm samimi Müslümanları uzak etsin. Böyle bir cemaat’in de tefrikalar içinde, ihtilaf ve çatlakların olması ve zamanla da dağılıp gitmesi sürpriz olmasa gerektir.
Ebu Hureyre (r.a)’nin şu veciz ve benim de şahsi düşüncemi yansıtan şu sözlerle yazıma son vermek istiyorum: “Bir adam Ebu Hureyre (r.a)’ye geldi ve ‘seni Allah için kardeş edinmek istiyorum’ dedi. Ebu Hureyre (r.a): ‘Kardeşliğin hakkı nedir biliyor musun? Adam: ‘Bana öğret’ dedi. Ebu Hureyre (r.a) dedi ki: ‘Dirhem ve dinarınla benden daha haklı, daha imtiyazlı olmamandır’ Adam: ‘Ben bu dereceye ulaşamadım henüz’ deyince, Ebu Hureyre (r.a): ‘O zaman beni terket’ dedi
NOT Bu yazi Tevhit kardeslerin yazisidir
Allah razi olsun
İslam tarihine ve gelişmelerine bir bir baktığımızda göreceğiz ki Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem) insanları ilk olarak davet ettiği şey Allah’u Teala’yı birlemeye yani onu Tevhid’e davet etmiş veMÜSLÜMAN KARDESLIGI tevhid bilincini insanlara aşılarken de bundan hemen sonrasında İslam Kardeşliği konusunda çevresindeki Müslümanları teşvik etmiştir.
Malum olduğu üzere, o zamanki Arap toplumunda yaygın bir şekilde kavmiyetçilik hüküm sürmekteydi ve bu düzen içinde yetişmiş olan insanlar önceliklerini yine kendi kavminden olanlara, hısım ve akrabaya göre ayarlıyorlardı. Yine bilineceği gibi Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem) ilk olarak bu kavmiyetçilik duygusunu hedef alarak Müslümanlar’ın önceliğinin İslam kardeşliği olması gerektiği ve mümin kardeşini kavmine veya akrabalarına tercih etmesinin gereğini aşılamıştır. Çünkü cemaat olabilmenin yolu öncelikle kardeşlikten, insanların birbirini Allah için sevmesinden geçecekti. Aksi halde tevhid’i tek başına yaşamak, dayanışma ve sevgi olmaksızın İslam’ı hakim kılmak bir hayli zor olacaktı.
Buna göre, İslam’ı hakim kılmak için yola çıkacak olan Muvahhid Müslüman’ların metodu insanlara Tevhid’i ulaştırmakla beraber kendi aralarında da İslam kardeşliğini tesis ederek tek bir vücut olup yaşamlarını buna göre sürdürmelidirler sonucuna ulaşabiliriz. Bunun dışında kalan bir şekildeki birliktelik ancak iddiadan ibaret ve kuru bir kalabalıktan başka bir şey değildir. Cemaat olmanın öncelikli amacı ve şekli İslam kardeşliğinden geçer.
Ölçümüzü belirledikten sonra isterseniz dünün Müslümanlarına ve onların anlayıp yaşamış oldukları İslam Kardeşliğine örnekleri ile bakarak günümüzün meselelerine de ışık tutalım inşallah.
İslam kardeşliği ve kardeş olmanın tadını Allah’u Teala herkese bahşetmez. Onu ancak kalplerini dünya menfaatlerinden arındırmış, samimi bir şekilde kendisine ihlasla yönelen, kalplerinde de eğrilik bulunmayan kullarının kalplerine yazar. Gücünü inançtan almayan, ardında iman gücü bulamadığın bir kardeşliğe rastlarsan bu ilişkinin bir çıkar bağı veya işlerine yoluna koymak için gerçekleştirilen aldatıcı bir birliktelik olduğunu görmek o kadar zor olmasa gerektir.
İslam kardeşliği denilince ilk akla gelebilecek örneklerin başında gelebilecek isim Ebu Bekir (r.a) olduğunu söylersek sanırım yanılmış olmayız. Çünkü siz Ebu Bekir (r.a)’i gördüğünüz her yerde neredeyse malının tamamına yakınını müşrikler tarafından esir edilmiş ve kendisine işkence edilen köleleri kurtarırken göreceksiniz. Bilâl, Habbab, Lübeyne, Ebû Fukayhe, Amir, Zinnire, Nahdiye, Ümmü Ubeys gibi sahabeler bunlardan sadece bir kaçıdır. O tüm malını İslam’ın yolunda ve sadece Allah’u Teala’nın rızasını kazanmak adına seve seve veriyor ve verdikçe de imanın tadını içinde daha bir başka hissediyordu.
“Ey iman edenler, hiçbir alış-verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Kâfirler… Onlar zulmedenlerdir.” (2/254)
“Mallarını ALLAH yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. ALLAH, dilediğine kat kat arttırır. ALLAH (ihsanı) bol olandır, bilendir. “ (2/261)
“Mallarını ALLAH yolunda infak edenler, sonra infak ettikleri şeyin peşinden başa kakmayan ve eziyet vermeyenlerin ecirleri Rableri katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” (2/262)
Yukarıda verdiğimiz ayetlerin onlarcası daha Kur’an-ı Kerim’de yer almaktadır ki işte Ebu Bekir (r.a) gibiler bu nedenle vermekten yorulmuyor bilakis kendisini ahirette bekleyen asıl zenginliğe kavuşmak için çaba harcıyordu. O cehalet zamanında dahi gayet cömert bir insandı ki onun gibi olan insanların iman ettikten sonrasındaki durumlarını özetleyen şu hadiste görebiliyoruz; Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği hadis-i şerifte Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem): “İnsanlar altın ve gümüş madenleri gibi madenlere benzerler. Cahiliye dönemlerinde seçkin olanlar, anlayış sahibi oldukları takdirde İslam’a girdikten sonra da seçkin olurlar.”
Müşrikler veya kitap ehli, kendi aralarında yardımlaşma ve birbirlerini kollama bakımından hayli ileri bir durumdaydılar bu nedenle Allah’u Teala: “Kâfirler de aslında birbirlerinin dostları ve yardımcılarıdırlar. Eğer siz de öyle yapmazsanız, yeryüzünde büyük bir fitne ve fesat çıkar.” (8/73) şeklindeki uyarısında da bunu net bir şekilde görebiliyoruz. Aslında mümin diğer bir mümini Allah (azze ve celle) için severek dinine hizmet etmiş, birliği ayakta tutmuş ve “Tevhidi dünyada hakim kılmak adına” ilk adımı atmıştır. İşte böylesine birbirine kenetlenmiş olan insanlar topluluğu da hedefi ile beraber tam bir cemaat olmuş hale gelirler.
Kendisine iyiliği dokunan, kendisinden bir şekilde menfaati olduğu kişilere insanın kardeşlik duygusunun yukarı seviyede olması bir ölçü değildir. Muhakkak ki kardeşlik duygusu her Müslüman bireyin kardeşinden hiçbir çıkar elde etmediği, hiçbir menfaat görmediği halde sadece onun hakkını gözetmeyi, ona karşı isar ve sevgi duygularını muhafaza etmekle ancak gerçek ölçüsünü bulabilir.
Yine tarihten kardeşliğin ve kardeşinin nefsini kendi nefsine tercih etme duygusunun durkta olduğu şu hadiseyi hepimiz biliriz; Yermuk’ta: İkrime, Süheyl b. Amr, Haris b. Hişam’ın şahadetleri sırasında yaşananlar İslam kardeşliğinin ne denli yüce bir sevgi olduğunu bize bütün açıklığı ile gösterir ki; Baygın düşüp can çekişmesinin son anlarını yaşarlarken onlara su getirilir. Hepsi suyu birbirine gönderirler. Hangisine su götürüldüyse o bir diğerine içirtilmesini söyler. Nihayet su aralarında dolaşır durur da her birisi su içmeksizin şehid olurlar. İkrime su ister ve ona su getiriler bakar ki, Süheyl ona bakmaktadır. Hemen suyu ona verin der. Süheyl bakar ki aynı şekilde Haris su istemektedir, suya dokunmaksızın onu Haris’e içirin der. Su harise yetişmeden haris son nefesini verir ki geriye dönüp diğerlerine su vermek istendiğinde her iki sahabe’nin de son nefeslerini verdiklerini görürler. Üçü de su içemeden şehid olmuşlardır.
İşte o anda bir insan için en büyük servet ulaşabilecekleri bir bardak sudur! Çünkü mallarını çoktan geride bırakmışlar, az sonra da canlarını teslim edeceklerdir, işte ölüm anında en çok ihtiyaç duyulacak olan ve o anın en değerli serveti sayılacak olan bir bardak su bu üç kutlu sahabe arasında dönüp durmuştur. Çünkü onlar Allah’u Teala’nın her hükmüne, Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem)’in her tavsiyesine yürekten bağlılıklardı ve bunu her şart altında olduğu gibi böylesi çetin bir anda dahi gösteriyorlardı. Çünkü onları bekleyen bir müjdenin varlığını dinlemişlerdi, o müjde ise;
Ebu Hureyre (r.a)’nin rivayetine göre Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem) şöyle buyurur: “Kıyamet günü Allah’u Teala şöyle buyurur ‘Benim celalim için birbirlerini sevenler nerededirler. Bugün benim gölgemden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı bir günde onları gölgemle gölgelendireceğim.’ idi.
Bize örneklik teşkil etmesi ve kendimize bir hareket metodu çıkarabileceğimiz hadiselerden bir tanesi de Mesruk’un durumudur. Rivayet olunduğuna göre, Mesruk ağır bir borç altına girer. Bu arada kardeşi Hayseme’nin borcu da varmış. Mesruk, Heyseme’nin haberi olmadan gidip onun borcunu öder. Hayseme de Mesruk’un haberi olmadan gidip onun borcunu öder.
Burada da göreceğimiz üzere kardeşinin nefsini kendi nefsine tercih söz konusu ki kazanan her ikisi de olmakla beraber yine ahrette de her ikisi bu davranışlarının ecrini fazlası ile görecektir. Bunun gibi bir bağlılığın ecrinin ne olabileceğini de yine Allah’u Teala’nın şu ayeti ile açıklayabiliriz: “Mallarını Allah (azze ve celle) yolunda harcayanların durumu her başağında yüz dane olmak üzere yedi başak veren bir danenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah’ın lutfu geniştir, O bilendir.” (2/261)Bu ne güzel ve ne karlı bir ticarettir ki karşılığını hem dünyada hem de ahirette kat be kat fazlası ile bulacaktır.
Her Müslüman kendi özel durumlarını değerlendirip incelediği gibi kardeşinin durumunu da kontrol etmeli. Kardeşini, nefsine, çocuklarına ve ailesine tercih etmeli. Çünkü her Müslüman bilir ki gerçek ihtiyaç sahibi halini bir başkasına göstermeyen, durumu ile bir başkasına kendisini acındırmayan Müslüman’dır. O halde eğer müminler birbirinin durumu sormaz, araştırmaz ve bilmezse, karşısındaki mümin’de halini belli etmeyeceği düşünülürse o ihtiyaç sahibi Müslüman’ı tespit edemez. Nasıl ki kendisini gerçekten Allah’u Teala’ya tevekkül eden bir Müslüman ihtiyaç sahibi olduğunu kardeşlerine fark ettirmiyorsa aynı şekilde bu kardeşlerinin durumunu diğer müminler araştırmakla mükelleftirler. Aksi halde buraya kadar yazmış olduğumuz değerler ölçüsünde gerçek anlamda bir İslam kardeşliğinden ve bir cemaatten söz edilemez. Edilse bile bu eksik bir tanım olur ki Peygamberi metodun en azından bu olmadığı anlaşılabilir.
Bu son söylediğimize paralellik arz etmesi bakımından verilecek diğer bir örnek de İmam Abdullah b. Mübarek’in hadisesi olacaktır. Büyük hadisçi de İmam Abdullah b. Mübarek bol sadaka veren bir zattı. Yılda vermiş olduğu sadakanın miktarı yüz bin dirhemi aşardı. Bir defasında arkadaşlarıyla birlikte hacca gitmek üzere evinden çıktı. Bazı yörelerden geçip uzun bir yol kat ettiler. Ölen bir kuş gördüler ve Abdullah b. Mübarek onun bulunduğu yerden alınıp çöplüğe atılmasını emretti. Arkadaşları öndei kendisi de onların arkasında yürüyordu. Çöplüğü geçtiklerinde yakınında bulunan bir evde bir cariyenin çıkıp o ölü kuşu aldığını gördüler. Ölü kuşu niçin aldığını sorduklarında kendisinin ve kardeşinin fakir kişiler olduklarını bundan da kimsenin haberdar olmadığını bildirdi. Yani o cariye kendisi gibi fakir olan kardeşi ile birlikte yemek üzere o ölü kuşu aldı. İbni Mübarek hemen yüklerin boşaltılmasını emretti. Dönüp vekiline dedi ki: ‘Senin yanında nafakamızdan ne var?’ Dedi ki: ‘Bin dinar.’ Ona dedi ki: ‘Merv şehrine bizi götürecek kadar yirmi dinar say ve al, gerisini de bu cariyeye ver. Bu bizim bu yıl ki haccımızdan daha faziletli bir iştir.’ Daha sonra döndüler ve hacca gitmediler.
Müminler arasında gerçekleşen kardeşlik bağı bir cemaatin gerçek dayanak noktasıdır. Müminleri isar ve sevgiden oluşan kopmaz bir bağla birbirlerine bağlayan gerçek bağ budur. Bu bağın bir örneğini vermemiz gerekirse eğer Ensar ve Muhacirler bunun en güzel örneğini teşkil eder. Ensar topluluğu aralarında hiçbir akrabalık bağı olmadığı halde Mekke’den Medine’ye hicret eden Muhacir kardeşlerine evlerini ve bağırlarını açtılar. Evlerini ve mallarını onlarla bölüştüler, onlara ikramda bulundular. Onları sıcak karşılmak için özen gösterdiler. Onları misafir edinmek isteği o kadar fazlaydı ki hiçbir Muhacir kura çekilmeden Ensar kardeşlerine misafir olamıyordu. İşte o zamanki Müslüman’ların arasındaki bu kopmaz bağ beraberinde de İslam Devleti’ni kurmak sonucuna giden yolda atılmış en önemli adım olmuştur.
Daha önce de bahsettiğimiz gibi Allah’u Teala’nın şeriatını hakim kılmak Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem)’ın metodunu takip etmekle olur. Onun metodunun temel kaynağını net bir şekilde ortaya koyacak olan şu hadis-i şerif ise hayli düşündürücüdür; Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem) buyurdu ki: “Nefsimi (kudret) elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman edemezsiniz. Yaptığınız takdirde birbirinizi sevebileceğiniz bir şeyi size haber vereyim mi? Selamı aranızda yayınız.”
Evet, bu örneğin üzerine başka ne söylenebilir ki? Bir kardeşinizin durumunu öğrenmenin ilk yolu ona selam vermektir, selam bile veremediğiniz kadar uzak ve kopuk olduğunuz bir mümine karşı kardeşlik bağının varlığından nasıl söz edebilirsiniz ki? Yine selam veremeyecek kadar kopuk olduğunuz bir kardeşinizi Allah (c.c.) için sevdiğinizi nasıl söyleyebilirsiniz ki? Ve yine bunun sonunda da gerçekten iman etmiş bir Müslüman olduğunuzu nasıl söyleyebilirsiniz ki? Kişinin kardeşine olan sevgisi, onda bulunan Allah (azze ve celle) ve Resulü (sallallahu aleyhi ve selem)’nün sevdikleri hasletlerin oranına göre olmasını gerektirir.
Eğer bir Müslüman bir diğer Müslüman’ın durumunu araştırmaz, ona destek olmaz ise o zaman kardeşini başkalarının eline vermiş, müşriklerin eline bırakmış olmaz mı? Buhari ve Müslim Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu başkasına teslim etmez. Kim kardeşinin ihtiyacını karşılarsa Allah (azze ve celle) da onun ihtiyacını karşılar. Kim bir Müslüman’ın üzüntüsünü giderip ferahlatırsa, Allah (azze ve celle) da onun kıyamet günü üzüntülerinden birini giderir.”
Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem) şöyle buyuruyor: “Sizden biriniz kendi nefsine istediğini kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olamaz” ve yine buyuyor ki: “Müminler sevgi, yardımlaşma ve merhamette bir vücuda benzerler. Ondan bir uzuv şikayet ederse diğerleri de uykusuz kalır ve ağrı çeker, sızlarlar.”
Şimdi kendinize sorarmısınız? Beraber aynı yolda olduğunuz, cemaatinize mensup olan veya olmayan ve kendisine ulaşabileceğiniz kardeşlerinizden ihtiyaç sahibi olan birisi var mı? Bunu tespit etmek adına acaba kendinizce yaptığınız bir araştırma söz konusu mudur? Yoksa bazı zamanlarda verdiğiniz 10-50 lira infak ile üzerinizdeki kardeş hakkının sorumluluğunu attığınızı mı düşünüyorsunuz? Oysa ki yukarıda da gördüğümüz gibi Ebu Bekir (r.a) bu yolda tüm malını veriyordu, 10 lira 50 lira değil. Ve yine buna rağmen içini sizin kadar rahat tutabiliyor muydu?
Eğer bir cemaat içinde bir kişi aç olarak sabahlıyor veya karnı aç olarak yatıyorsa, eğer sen de bir Müslüman olarak bunu araştırmıyor ve bu nedenle de bilmiyorsan, senin sabah akşam karnına gönderdiğin yiyeceklerin hesabını ahirette sen nasıl vereceğini düşünüyor musun? O Müslüman’ın çocuğu kendisinden bir bisküvi isterken babasının veya annesinin alamadıklarından ötürü nasıl mahzun olduğunu bilmiyorsan sen nasıl kendi çocuklarına tıka basa yedirir de bunu yediremeyen Müslümanların olup olmadığını araştırıp bulmazsın.
Olur ki bir Müslüman tembel olduğundan dolayı çalışmıyor ve evine rızık getiremiyor olabilir. Bu durumda sen kendisine nasihat etmiyor onu yapması gerekene teşvik etmiyor hatta kendisine iş göstermiyorsan sen nasıl bir kardeşsin?
Olur ki bir Müslüman yaşı itibari ile hiçbir iş yeri tarafından işe alınmıyor ve sürekli iş aramasına rağmen bulamıyorsa, sen kendi işin içinde ona da bir yer ayırıp onun bu halden kurtulmasına vesile olmuyorsan sen nasıl bir kardeşsin?
Olur ki bir cemaat vardır ve o cemaat içinde kendi işine sahip bir çok insan vardır, aralarında para toplamak sureti ile o kardeşlerini bir iş sahibi yapmak adına para toplayarak (günümüzde az paralara da bir iş açma olanağı mevcuttur) onu da iş sahibi yapma adına uğraşmıyorsan sen nasıl bir kardeşsin?
Bu ve buna benzer örnekler çoğaltılabilecek olmakla birlikte aslında Müslüman’ın Müslüman’a kol kanat germesi için ille de bu durumların gerçekleşmesi bile gerekli değildir. Çünkü Müslüman bilir ki;
“Sizden biriniz kendi nefsine istediğini kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olamaz” ve yine buyuyor ki: “Müminler sevgi, yardımlaşma ve merhamette bir vücuda benzerler. Ondan bir uzuv şikayet ederse diğerleri de uykusuz kalır ve ağrı çeker, sızlarlar.”
“Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Onu başkasına teslim etmez.”
“Nefsimi (kudret) elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman edemezsiniz.”
İşte bu hadisleri kendisine ölçü yapanlar, onun yönlendirdiği yola girenler üzerlerindeki sorumluluğu ta iliklerine kadar hisseder de ona göre davranırlar. Eğer bu şekildeki bir bilinçle bilinçlenmezse onun kardeşlikten anladığı İslam Kardeşliği değildir. Onun İslam cemaatinden anladığı da gerçek bir İslam cemaati değildir. Ve bu cemaatin imamı da o cemaatin bireylerinin sayısınca ve onların vebalince vebaldedir.
Nasıl ki sırça köşklerde oturan, elit çevrelerde yer alan günümüzün tağutları ancak kendileri gibilerle oturup kalkıyorsa, kendisine Müslüman diyenlerin yine kendi aralarındaki varlıklılar arasında sürekli oturup kalkıyor ve onlara daha çok ehemmiyet veriyorsa o zaman bu insanların İslam terbiyesi ile terbiyelendikleri nasıl iddia edilebilir? Bırakın birkaç haftayı, senelerce, üstelik kendisine de çok yakında olmasına rağmen bir kez bile Müslüman kardeşinin kapısını çalmıyor, durumunu kontrol etmiyorsa “Böyle bir Müslüman’ın iman ettiği şey ile Allah’u Teala’nın iman etmesini istediği şey ile arasında büyük fark vardır. Böylesi insanlardan oluşmuş bir cemaat varsa onların yeryüzünde İslam’ı hakim kılacak Tevhid’i Müslüman cemaatini olduğunu söylemek komik bir iddia ve kuru bir zandan ibarettir.”
Allah’u Teala, böylesi insanlardan olmaktan, böylesi bir cemaatte olmaktan tüm samimi Müslümanları uzak etsin. Böyle bir cemaat’in de tefrikalar içinde, ihtilaf ve çatlakların olması ve zamanla da dağılıp gitmesi sürpriz olmasa gerektir.
Ebu Hureyre (r.a)’nin şu veciz ve benim de şahsi düşüncemi yansıtan şu sözlerle yazıma son vermek istiyorum: “Bir adam Ebu Hureyre (r.a)’ye geldi ve ‘seni Allah için kardeş edinmek istiyorum’ dedi. Ebu Hureyre (r.a): ‘Kardeşliğin hakkı nedir biliyor musun? Adam: ‘Bana öğret’ dedi. Ebu Hureyre (r.a) dedi ki: ‘Dirhem ve dinarınla benden daha haklı, daha imtiyazlı olmamandır’ Adam: ‘Ben bu dereceye ulaşamadım henüz’ deyince, Ebu Hureyre (r.a): ‘O zaman beni terket’ dedi
NOT Bu yazi Tevhit kardeslerin yazisidir
Allah razi olsun