F
Çevrimdışı
MUSTAFA ÇELİK, İSLAMİ HAREKET, GAZZE VE SEYAHAT BİLİNCİ
‘’Seyahat ediniz, sıhhat bulunuz.’’ Diyen, Allah Resulü’nün (sav) tavsiyesi üzere, hafta sonunda Mustafa Çelik hocayı da ziyaret etmek üzere, Urfa’ya (Ruha: Urfa’nın eski, gerçek ve orijinal adı) gitmeye niyet ettiğimde içimde yukardaki hadisin ferahlatıcı maneviyatı kendisini açıktan belli ediyordu. Sefer haline niyet edip, sabah yola revan olduk. Urfa yolu üstünde Atatürk barajının seyir yerinde, verdiğimiz çay molasında, yol yarenlerimiz ile, hadis ilmi, hadis usulü, uydurma hadislerin zararları üzerine hasbihal ederken, yarenlerden bir kardeşimizin, Abdulfettah Ebu Gudde’yi anması ayrı bir güzellik olmuştu. Zamanımızın en büyük hadis alimlerinden olan Ebu Gudde, Suriye ulemasından büyük bir zat.
Urfa’ya vardığımızda, görüşme saatimiz henüz gelmediğinden, Hz. İbrahim (as) makamı olarak bilinen, halk içinde Balıklı Göl diye nam bulan alana namaz kılmak üzere yöneldik. Öncelikle, verilen nimetlerin şükrünü eda etmek için iki rekat şükür namazı kıldıktan sonra, öğle namazımızı kılıp, Hz. İbrahim’in (as) doğduğu makamı (bu makam ile ilgili ihtilaflar İslam tarihçileri tarafından ortaya konulması ile birlikte, İbrahimi duruşu idrak vesilesi olarak tefekkür vesilesi olarak o makama gitmenin mahsuru olmadığını düşünerek) ziyaret etmek üzere camiden çıktığımızda, özellikle İranlı ziyaretçiler olmak üzere, yerli ve yabancı ziyaretçiler dikkatimizi celbediyor.
Hz.İbrahim’in (as) makamını ziyaret ettikten sonra, yemek ihtiyacımızı karşıladıktan sonra, Mustafa Çelik Hoca’nın evine doğru yol almaya başladık. Mütebessim bir yüz ifadesi ile kapıda bizleri karşılayan Çelik hoca ile musafaha ettikten sonra, misafirleri ağırladığı, dört tarafı kitaplar ile dolu odaya geçtik. Hal hatır hasbihali ve enfes çay ikramı ile birlikte derin bir sohbete giriş yapmış olduk. Bu arada Mustafa Çelik Hoca’nın 100 küsür kitabı olduğunu hatırlatmak isterim. İlim deryası, ümmet sevdalısı, tevhidi bir kişiliğin bütün yansımalarını şahsında cem etmiş güzel bir insan. Aynı zamanda vakit gazetesinde Çarşamba günleri haftalık yazıları yayınlandığını da hatırlatmakta fayda var.
Sohbetimizin genel muhtevası ümmet merkezli konular olmak ile birlikte, gündem ile ilgili değerlendirmeler yapmaktan da geri durmadık. Uzun vadeli ciddi projelerin ilk adımı olarak, çocuklara yönelik çalışmalara ağırlık vermenin gerekliliği üzerinde yaptığımız tespit üzerine, bu noktada Müslüman çevrelerde bir kısım gelişmeler olduğu fakat yeterli olmadığı kısmı aklıma geldi. Bu noktada herkesin malumu olan İmam Humeyni’nin İran’ın o dönem zalim diktatörü olan Şah’ının kiminle devrim yapacaksın sorusuna, İmamın kundaktaki çocukları/küçük çocukları işaret ederek bunlar ile devrim yapacağım demesi ve o tarihten 20 sen sonra devrim yapılmasını anlatan kardeşin bu konusu üzerine Mustafa Çelik hoca da, İmam Humeyni’nin o dönemde çocuklara yönelik eserler yazdığını, o dönem Mollalarının İmama bunları neden yazıyorsun, çok hafif eserler bunlar demesi üzerine, İmamın bunları sizin için yazmıyorum, siz okumayın, bir sonraki nesil için yazıyorum dediğini anlatırken, çocuk eğitiminin önemini biraz daha idrak ettim.
Ümmetin sıkıntıları üzerinde konuşmaya başladığımızda, öncelikle Türkiye Müslümanlarının sıkıntıları üzerinde yoğunlaştık. Ümmet olmanın gereği önünde en büyük sıkıntının tekfir konusu olduğunu, usul erkan bilmeyen insanların diğer Müslümanları tekfir etmek sureti ile ümmet bilincini baltaladıklarını beyan eden Çelik hoca, bu konu ile ilgili verdiği örnekleri duydukça dudaklarım uçukladı ve cidden bir hüzün kapladı içimi. Öyle ki, mezhebi, meşrebi, mesleği, hizbi ne olursa olsun, bütün ehli kıble olan kardeşlerimiz ile ilgili güzel gelişmelerden haberdar iken, bu tür durumların hala var olması beni derinden üzdü. Tekfir hastalığının ne kadar tehlikeli bir hastalık olduğunu bir daha idrak etmiş oldum. Bu hastalığa bulaşan kardeşlerimize ıslahları için dua etmek ile birlikte neler yapabileceğimiz üzerinde fikirler ortaya koyduk. (bu konu İnşAllah başka bir makale konusu olarak ele alınacaktır.)
Yaşadığımız süreçte, evrilmemek, politize olmamak, tevhidi duruşu bozmamak konusunda nasıl tedbirler alabiliriz? Diye M.Çelik hoca’ya soru yönelttiğimde, cevap kısa ve net idi. İlmi kuşanmamız lazım, her türlü evrilme ve dejenereye-asimilasyona ancak ilmi donanım ile karşı konulabileceğini latif bir dile ifade ettiler. İlmi eserler üzerinde mülahazalar yapmanın gerekliliği üzerinde durmamız gerektiğini beyan ettiler.
Müslümanların, malum süreçten önce bir hal aldıklarını, fakat hali muhafaza edemediği tespitinde bulunan Çelik hoca, ‘’İlmi hal ile birlikte, hıfzı hal de lazımdır.’’ Diyor. Öyle ki, bir hali aldıktan sonra muhafaza edememek, evrilme sebebidir, bir noktada hata yapma eşiğidir tespitinde bulundu. Hali muhafaza etmenin gerekliliği özellikle ele alınması gereken bir konu. Mevcut tevhidi duruşu muhafaza etmek bu zamanın en zor işidir. Bunun bir çok sebebi var. Özellikle rehavete sebep olan rahat bir süreçten geçildiği göz önünde bulundurulursa, ilke ve ideallere sahip çıkmanın gerekliliği daha iyi anlaşılır.
İşte bu noktada, işaret ettiğimiz sıkıntılardan bir tanesi de, son dönemde Müslümanların hedefsizlik sorunu yaşaması. Bir çok güzel gelişme olduğunu fakat, ortada bir hedef olmadığını, geçmiş dönemde sahiplenilen bir kısım hedeflerin sapmış olduğuna şahit olmamızı anlattıktan sonra bu konuda neler yapılabileceği üzerinde durduk. Müslümanların hedefsiz olamayacağını, yanlış hedeflerin zaman kaybına sebep olduğunu, yanlış hedef koyanların muvaffak olamayacaklarını, Kuran ve sahih sünnet merkezli hedefler edinmemiz gerektiği üzerinde fikirler beyan ettik.
Cemaat yapıları içindeki bir kısım problemler ve çözümleri üzerinde de durduk. Yapılardaki temel sorunlardan birinin öncülerin fosilleşmesi olduğuna bundan yıllar önce işaret ettiğini bu konuda yıllar önce bir kitap kaleme aldığını, o zamanlar çok önemsenmediğini ama, geldiğimiz noktada bu sorundan kaynaklanan ayrışmalar ve diğer problemlerden sonra meseleye ağırlık verildiğini beyan ediyor M.Çelik Hoca. Öncülerin, süreci iyi okuması gerektiğini, gelişen dünya şartlarına göre stratejiler belirlemesi gerektiği üzerinde durduk. Hizmet içinde, istidadı yüksek bireylerin önünün tıkanmasının ayrışmalara sebep olduğu noktasındaki tespit ise sohbette eksik kalmıştı, bu yazı vesilesi ile onu da ifade etmiş olalım.
Cemaatlerin ve öncülerin, özeleştiri kültüründen uzak olmasının sorunlara sebep olduğu üzerinde durduk. Bu sorunların tek çözümünün ise, sebepleri ortadan kaldırmak olduğunu, yani özeleştirilere açık olunması gerektiği olduğu üzerinde durduk.
Cemaat yapıları içinde bireylerin konumlarının belirlenmesinde, meta/paranın değil takvanın merkeze alınması gerektiği üzerinde bir tespit ile, yaramıza tekrar tuz basmış olduk. Temel açmazlardan biri olarak karşımızda duran bu dağ gibi durumdan muzdarip olduğunu ifade eden Mustafa Çelik hoca, bu konudaki çözüm olarak da, her çevrenin imkanları dahilinde hareket etmesi gerektiğini, büyük organizasyon görünmek adına, çok iş yapıyormuş gibi görünmek için, sırf parasından dolayı insanlara iltifat edilmemesi gerektiğini, eldeki imkanlar ile ne yapılabiliyorsa onu yapmanın gerekliliği ile bu sorunun çözülebileceğini ifade ettiler. Çelik hocanın bu konudaki tespiti ve çözümü üzerinde uzun uzadıya düşünmek lazım geliyor.
Ve Gazze! Derdimiz Gazze, dersimiz Gazze diyor, Çelik hoca. Gazze konusunda, yapılan bütün tespitler içinde bir cümle vardı ki, çok hoşuma gitti. ‘’Gazze bir ateştir, israil’ide yakacak, Gazze’ye hassasiyet göstermeyenleri de yakacak.’’ Cümlesi. Gazze özgürlük gemisinin bir milada vesile olduğunu ifade ediyor Çelik hoca. Gazze gemisindeki şehidlerden Ali Haydar Bengi ağabeyin, Ali Rıza Akgün hoca ile son görüşmesindeki bir tespitinden bahsetti. Şehid Ali Haydar ağabey, sahabe ve günümüz Müslümanlarının yaklaşımları arasındaki farklılığı ifade etmek için şu örneği veriyor. Allah Resulü (sav) bir gün sahabesine şu hadisi söylüyor. ‘’ Her gece, Rabbimiz gecenin son üçte biri girince, dünya semasına iner ve; "Kim bana dua ediyorsa ona icabet edeyim. Kim benden bir şey istemişse onu vereyim, kim bana istiğfarda bulunursa ona mağfirette bulunayım" der. "(buhari-müslim) sahabe bu hadisi duyunca, gecenin son üçte birinde uyanık halde ibadet, zikir ve dua ile meşkul olmaya başlarlardı, şimdiki Müslümanlar ise bu hadisi duyunca, Allah nerdedir, nerden inmiştir, nereye inmiştir gibi tartışmalara malzeme olarak bu hadise yaklaşmaktadır. İşte biz ile sahabe arasındaki fark bu diyor, Şehid Ali Haydar Bengi ağabeyimiz. (Allah şehadetini mübarek etsin)
Gazze şehidlerinin İstanbul’a ilk getirildiğinde teşhis için şehidlere ilk bakan kişilerden olduğunu, ilk gördüğü şehidin, Şehid Fahri Yaldız (Allah şehadetini mübarek etsin) kardeşimiz olduğunu, şehid Fahri’nin gülen yüzünü kardeşlere gösterek, işte Allah’ın rahmeti ve lütfu dediğini anlatıyor Çelik hoca.
Son yazdığı kitap olan Mescidi Aksa Şuuru kitabının 10 bin adet ücretsiz dağıtıldığını, Müslüman halkın bu konuda bilinçlendirilmesi gerektiğine vurgu yapıldıktan sonra, vahdet vakfı çalışmaları çerçevesinde verdiği sohbetler ve yapılan çalışmalar hakkında da kısa bir bilgilendirme yaptı Mustafa Çelik Hoca. Sohbet sonunda, Hüsnü Aktaş hoca ve Kul sadi Yüksel hoca’nın sağlık sıhhatlerini sordum. İki hocamızın da sağlık ve sıhhatlerinin iyi olduğunu ifade ettiler.
Gerek misafirperverliğinden dolayı, gerekse paylaştığı ilmi güzelliklerden dolayı, Mustafa Çelik hocaya teşekkür ediyor, Allah razı olsun diyorum. Bu vesile ile, Müslümanlar olarak, seyahat etmenin, seyahat ederken, ilmi donanımı olan kardeşlerimizi ve hocalarımızı ziyaret etmemizin vesile olduğu manevi bereketi bir daha yaşamış ve idrak etmiş oldum.
Kuran’ın aydınlığında buluşmak ümidi ile.
‘’Seyahat ediniz, sıhhat bulunuz.’’ Diyen, Allah Resulü’nün (sav) tavsiyesi üzere, hafta sonunda Mustafa Çelik hocayı da ziyaret etmek üzere, Urfa’ya (Ruha: Urfa’nın eski, gerçek ve orijinal adı) gitmeye niyet ettiğimde içimde yukardaki hadisin ferahlatıcı maneviyatı kendisini açıktan belli ediyordu. Sefer haline niyet edip, sabah yola revan olduk. Urfa yolu üstünde Atatürk barajının seyir yerinde, verdiğimiz çay molasında, yol yarenlerimiz ile, hadis ilmi, hadis usulü, uydurma hadislerin zararları üzerine hasbihal ederken, yarenlerden bir kardeşimizin, Abdulfettah Ebu Gudde’yi anması ayrı bir güzellik olmuştu. Zamanımızın en büyük hadis alimlerinden olan Ebu Gudde, Suriye ulemasından büyük bir zat.
Urfa’ya vardığımızda, görüşme saatimiz henüz gelmediğinden, Hz. İbrahim (as) makamı olarak bilinen, halk içinde Balıklı Göl diye nam bulan alana namaz kılmak üzere yöneldik. Öncelikle, verilen nimetlerin şükrünü eda etmek için iki rekat şükür namazı kıldıktan sonra, öğle namazımızı kılıp, Hz. İbrahim’in (as) doğduğu makamı (bu makam ile ilgili ihtilaflar İslam tarihçileri tarafından ortaya konulması ile birlikte, İbrahimi duruşu idrak vesilesi olarak tefekkür vesilesi olarak o makama gitmenin mahsuru olmadığını düşünerek) ziyaret etmek üzere camiden çıktığımızda, özellikle İranlı ziyaretçiler olmak üzere, yerli ve yabancı ziyaretçiler dikkatimizi celbediyor.
Hz.İbrahim’in (as) makamını ziyaret ettikten sonra, yemek ihtiyacımızı karşıladıktan sonra, Mustafa Çelik Hoca’nın evine doğru yol almaya başladık. Mütebessim bir yüz ifadesi ile kapıda bizleri karşılayan Çelik hoca ile musafaha ettikten sonra, misafirleri ağırladığı, dört tarafı kitaplar ile dolu odaya geçtik. Hal hatır hasbihali ve enfes çay ikramı ile birlikte derin bir sohbete giriş yapmış olduk. Bu arada Mustafa Çelik Hoca’nın 100 küsür kitabı olduğunu hatırlatmak isterim. İlim deryası, ümmet sevdalısı, tevhidi bir kişiliğin bütün yansımalarını şahsında cem etmiş güzel bir insan. Aynı zamanda vakit gazetesinde Çarşamba günleri haftalık yazıları yayınlandığını da hatırlatmakta fayda var.
Sohbetimizin genel muhtevası ümmet merkezli konular olmak ile birlikte, gündem ile ilgili değerlendirmeler yapmaktan da geri durmadık. Uzun vadeli ciddi projelerin ilk adımı olarak, çocuklara yönelik çalışmalara ağırlık vermenin gerekliliği üzerinde yaptığımız tespit üzerine, bu noktada Müslüman çevrelerde bir kısım gelişmeler olduğu fakat yeterli olmadığı kısmı aklıma geldi. Bu noktada herkesin malumu olan İmam Humeyni’nin İran’ın o dönem zalim diktatörü olan Şah’ının kiminle devrim yapacaksın sorusuna, İmamın kundaktaki çocukları/küçük çocukları işaret ederek bunlar ile devrim yapacağım demesi ve o tarihten 20 sen sonra devrim yapılmasını anlatan kardeşin bu konusu üzerine Mustafa Çelik hoca da, İmam Humeyni’nin o dönemde çocuklara yönelik eserler yazdığını, o dönem Mollalarının İmama bunları neden yazıyorsun, çok hafif eserler bunlar demesi üzerine, İmamın bunları sizin için yazmıyorum, siz okumayın, bir sonraki nesil için yazıyorum dediğini anlatırken, çocuk eğitiminin önemini biraz daha idrak ettim.
Ümmetin sıkıntıları üzerinde konuşmaya başladığımızda, öncelikle Türkiye Müslümanlarının sıkıntıları üzerinde yoğunlaştık. Ümmet olmanın gereği önünde en büyük sıkıntının tekfir konusu olduğunu, usul erkan bilmeyen insanların diğer Müslümanları tekfir etmek sureti ile ümmet bilincini baltaladıklarını beyan eden Çelik hoca, bu konu ile ilgili verdiği örnekleri duydukça dudaklarım uçukladı ve cidden bir hüzün kapladı içimi. Öyle ki, mezhebi, meşrebi, mesleği, hizbi ne olursa olsun, bütün ehli kıble olan kardeşlerimiz ile ilgili güzel gelişmelerden haberdar iken, bu tür durumların hala var olması beni derinden üzdü. Tekfir hastalığının ne kadar tehlikeli bir hastalık olduğunu bir daha idrak etmiş oldum. Bu hastalığa bulaşan kardeşlerimize ıslahları için dua etmek ile birlikte neler yapabileceğimiz üzerinde fikirler ortaya koyduk. (bu konu İnşAllah başka bir makale konusu olarak ele alınacaktır.)
Yaşadığımız süreçte, evrilmemek, politize olmamak, tevhidi duruşu bozmamak konusunda nasıl tedbirler alabiliriz? Diye M.Çelik hoca’ya soru yönelttiğimde, cevap kısa ve net idi. İlmi kuşanmamız lazım, her türlü evrilme ve dejenereye-asimilasyona ancak ilmi donanım ile karşı konulabileceğini latif bir dile ifade ettiler. İlmi eserler üzerinde mülahazalar yapmanın gerekliliği üzerinde durmamız gerektiğini beyan ettiler.
Müslümanların, malum süreçten önce bir hal aldıklarını, fakat hali muhafaza edemediği tespitinde bulunan Çelik hoca, ‘’İlmi hal ile birlikte, hıfzı hal de lazımdır.’’ Diyor. Öyle ki, bir hali aldıktan sonra muhafaza edememek, evrilme sebebidir, bir noktada hata yapma eşiğidir tespitinde bulundu. Hali muhafaza etmenin gerekliliği özellikle ele alınması gereken bir konu. Mevcut tevhidi duruşu muhafaza etmek bu zamanın en zor işidir. Bunun bir çok sebebi var. Özellikle rehavete sebep olan rahat bir süreçten geçildiği göz önünde bulundurulursa, ilke ve ideallere sahip çıkmanın gerekliliği daha iyi anlaşılır.
İşte bu noktada, işaret ettiğimiz sıkıntılardan bir tanesi de, son dönemde Müslümanların hedefsizlik sorunu yaşaması. Bir çok güzel gelişme olduğunu fakat, ortada bir hedef olmadığını, geçmiş dönemde sahiplenilen bir kısım hedeflerin sapmış olduğuna şahit olmamızı anlattıktan sonra bu konuda neler yapılabileceği üzerinde durduk. Müslümanların hedefsiz olamayacağını, yanlış hedeflerin zaman kaybına sebep olduğunu, yanlış hedef koyanların muvaffak olamayacaklarını, Kuran ve sahih sünnet merkezli hedefler edinmemiz gerektiği üzerinde fikirler beyan ettik.
Cemaat yapıları içindeki bir kısım problemler ve çözümleri üzerinde de durduk. Yapılardaki temel sorunlardan birinin öncülerin fosilleşmesi olduğuna bundan yıllar önce işaret ettiğini bu konuda yıllar önce bir kitap kaleme aldığını, o zamanlar çok önemsenmediğini ama, geldiğimiz noktada bu sorundan kaynaklanan ayrışmalar ve diğer problemlerden sonra meseleye ağırlık verildiğini beyan ediyor M.Çelik Hoca. Öncülerin, süreci iyi okuması gerektiğini, gelişen dünya şartlarına göre stratejiler belirlemesi gerektiği üzerinde durduk. Hizmet içinde, istidadı yüksek bireylerin önünün tıkanmasının ayrışmalara sebep olduğu noktasındaki tespit ise sohbette eksik kalmıştı, bu yazı vesilesi ile onu da ifade etmiş olalım.
Cemaatlerin ve öncülerin, özeleştiri kültüründen uzak olmasının sorunlara sebep olduğu üzerinde durduk. Bu sorunların tek çözümünün ise, sebepleri ortadan kaldırmak olduğunu, yani özeleştirilere açık olunması gerektiği olduğu üzerinde durduk.
Cemaat yapıları içinde bireylerin konumlarının belirlenmesinde, meta/paranın değil takvanın merkeze alınması gerektiği üzerinde bir tespit ile, yaramıza tekrar tuz basmış olduk. Temel açmazlardan biri olarak karşımızda duran bu dağ gibi durumdan muzdarip olduğunu ifade eden Mustafa Çelik hoca, bu konudaki çözüm olarak da, her çevrenin imkanları dahilinde hareket etmesi gerektiğini, büyük organizasyon görünmek adına, çok iş yapıyormuş gibi görünmek için, sırf parasından dolayı insanlara iltifat edilmemesi gerektiğini, eldeki imkanlar ile ne yapılabiliyorsa onu yapmanın gerekliliği ile bu sorunun çözülebileceğini ifade ettiler. Çelik hocanın bu konudaki tespiti ve çözümü üzerinde uzun uzadıya düşünmek lazım geliyor.
Ve Gazze! Derdimiz Gazze, dersimiz Gazze diyor, Çelik hoca. Gazze konusunda, yapılan bütün tespitler içinde bir cümle vardı ki, çok hoşuma gitti. ‘’Gazze bir ateştir, israil’ide yakacak, Gazze’ye hassasiyet göstermeyenleri de yakacak.’’ Cümlesi. Gazze özgürlük gemisinin bir milada vesile olduğunu ifade ediyor Çelik hoca. Gazze gemisindeki şehidlerden Ali Haydar Bengi ağabeyin, Ali Rıza Akgün hoca ile son görüşmesindeki bir tespitinden bahsetti. Şehid Ali Haydar ağabey, sahabe ve günümüz Müslümanlarının yaklaşımları arasındaki farklılığı ifade etmek için şu örneği veriyor. Allah Resulü (sav) bir gün sahabesine şu hadisi söylüyor. ‘’ Her gece, Rabbimiz gecenin son üçte biri girince, dünya semasına iner ve; "Kim bana dua ediyorsa ona icabet edeyim. Kim benden bir şey istemişse onu vereyim, kim bana istiğfarda bulunursa ona mağfirette bulunayım" der. "(buhari-müslim) sahabe bu hadisi duyunca, gecenin son üçte birinde uyanık halde ibadet, zikir ve dua ile meşkul olmaya başlarlardı, şimdiki Müslümanlar ise bu hadisi duyunca, Allah nerdedir, nerden inmiştir, nereye inmiştir gibi tartışmalara malzeme olarak bu hadise yaklaşmaktadır. İşte biz ile sahabe arasındaki fark bu diyor, Şehid Ali Haydar Bengi ağabeyimiz. (Allah şehadetini mübarek etsin)
Gazze şehidlerinin İstanbul’a ilk getirildiğinde teşhis için şehidlere ilk bakan kişilerden olduğunu, ilk gördüğü şehidin, Şehid Fahri Yaldız (Allah şehadetini mübarek etsin) kardeşimiz olduğunu, şehid Fahri’nin gülen yüzünü kardeşlere gösterek, işte Allah’ın rahmeti ve lütfu dediğini anlatıyor Çelik hoca.
Son yazdığı kitap olan Mescidi Aksa Şuuru kitabının 10 bin adet ücretsiz dağıtıldığını, Müslüman halkın bu konuda bilinçlendirilmesi gerektiğine vurgu yapıldıktan sonra, vahdet vakfı çalışmaları çerçevesinde verdiği sohbetler ve yapılan çalışmalar hakkında da kısa bir bilgilendirme yaptı Mustafa Çelik Hoca. Sohbet sonunda, Hüsnü Aktaş hoca ve Kul sadi Yüksel hoca’nın sağlık sıhhatlerini sordum. İki hocamızın da sağlık ve sıhhatlerinin iyi olduğunu ifade ettiler.
Gerek misafirperverliğinden dolayı, gerekse paylaştığı ilmi güzelliklerden dolayı, Mustafa Çelik hocaya teşekkür ediyor, Allah razı olsun diyorum. Bu vesile ile, Müslümanlar olarak, seyahat etmenin, seyahat ederken, ilmi donanımı olan kardeşlerimizi ve hocalarımızı ziyaret etmemizin vesile olduğu manevi bereketi bir daha yaşamış ve idrak etmiş oldum.
Kuran’ın aydınlığında buluşmak ümidi ile.