Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Nahl Suresi İniş Sebebi

Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبي الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
16- NAHL SÛRESİ

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs ve İbnu'z-Zubeyr'den rivayetle tahricine göre Sûre Mekke'de nazil olmuştur.[1]
Hasen, İkrime, Atâ ve Câbir kavlinde sûrenin tamamı Mekke'de nazil olmuştur.[2]
Nehhâs'ın İbn Abbâs'tan rivayetinde ise son üç âyeti (126-128) dışında sûrenin Mekke'de; bu üç âyet-i kerimenin ise Peygamber'in (sas) Uhud'dan dönüşünde Mekke ile Medîne arasında nazil olduğu belirtilmektedir, ve Uhud'da muslumanların şehidlerine (özellikle de Hamza'ya) muşrikler tarafından işkence yapılması üzerine Peygamber'in (sas) veya muslumanların söyledikleri hakkında nazil olmuştur.[3]
Yine İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette “Allah'ın ahdini az bir bahaya satıp değişmeyin... ve onlara mukâfatlarını yaptıklarının daha güzeliyle ödeyeceğiz.” (âyet: 95-97) âyetleri dışında sûre Mekkîdir.[4]
İbnu's-Sâib der ki: Beş âyeti dışında sûre Mekkîdir. Bunlar da 41, 110, 126-128 âyetleridir.
Mukâtil ise Mekkî olmaktan istisna edilen âyetlerini 41, 106, 110, 112 ve 126-128 olmak üzere yedi olarak verir.[5]
Umeyye el-Ezdî'nin Câbir ibn Zeyd'den rivayetine göre de başından 40 âyeti Mekke'de, kalanı da Medîne'de nazil olmuştur.[6]
Nuzûl sırası itibariyle Kehf Sûresi'nden sonra nazil olmuştur.[7]

1. Allah'ın emri geldi. Artık onun acele (ve vaktinden önce) gelmesini istemeyin. O, onların ortak koşmakta olduklarından munezzehtir.
Daha önce (Hûd Sûresinin 8. âyetinin nuzûl sebebinde) geçtiği üzere İbnu'l-Munzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den rivayetlerinde o şöyle demiştir: "İnsanlara, hesaba çekilmeleri vakti yaklaştı..." (Enbiyâ,21/1) âyet-i kerimesi nazil olunca insanlar günahlardan çekinmeye başladılar. Bir kısmı biraz çekindi, ama çok geçmeden daha önce yapmakta oldukları kötü amellere tekrar döndüler. Bunun üzerine Allah Tealâ (cc): "Allah'ın emri geldi, binaenaleyh onun acele gelmesini istemeyin..." (Nahl, 16/1) âyet-i kerimesini indirdi. Dalâlet ehlinden bazı kimseler: "İşte Allah'ın emri bu, nihayet geldi." deyip kötü amelleri bıraktılar. Ama onlardan bir kısmı yine çok geçmeden kötü ameller işlemeye döndüler de bunun üzerine Allah Tealâ (cc): "Sayılı bir muddete kadar üzerlerinden azâbı erteleyecek olsak mutlaka "Bunu alıkoyan da ne?" derler..'" âyet-i kerimesini (Hûd, 11/8) indirdi.[8] İbn Cureyc'den gelen rivayette "insanlar" yerine "bazı munâfıklar" denilmiştir.[9]
İbn Abbâs der ki: Allah Tealâ (cc): "Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı." (Kamer, 54/1) âyet-i kerimesi nazil olunca kâfirler birbirlerine: "Bu adam kıyametin yaklaştığını iddia ediyor. Yapmakta olduğunuz kötülükleri bir süre yapmayın bakalım neler olacak?" dediler. Ama bir süre geçip hiçbir şey olmayınca ve üzerlerine bir azâb filân da inmeyince: "'Hani hiçbir şey görmüyoruz: bu kıyametin kopacağı filân yok!" dediler de Allah Tealâ (cc): "İnsanlar haktan yüz çevirmişler ğaflet içindelerken hesaba çekilmeleri vakti yaklaştı." (Enbiyâ, 21/1) âyet-i kerimesini indirdi. Kâfirler yine korktular ve kıyametin kopmasının yaklaşmasını beklediler. Ama günler uzayıp da kıyamet kopmayınca: "Ey Muhammed, bizi kendisiyle korkuttuklarından hiçbirini görmedik, görmüyoruz da." dediler ve bunun üzerine Allah Tealâ (cc): "Allah'ın emri geldi...'" yi indirdi. Ayet-i kerimenin bu kısmı nazil olunca Peygamber (sas) yerinden sıçradı, insanlar ne oluyor diye başlarını kaldırıp bakınmaya başladılar ki "'Acele etmeyin, onun acele gelmesini istemeyin." kısmı da nazil oldu ve insanlar rahatladılar.[10]
Diğer bazı kimseler de bu âyet-i kerimedeki "Allah'ın emrinin kılıçla azâba uğratılmak olduğunu söyleyerek âyet-i kerimenin "Ey Allah’ım, eğer bu, senin katından bir gerçek ise başımıza gökten taş yağdır." diyerek azabın hemen gelmesini isteyen en-Nadr ibnu'l-Hâris’in bu isteği üzerine nazil olduğunu kaydetmişlerdir.[11]

20. İnsanı bir nutfeden yarattı. Öyleyken o, nasıl da apaçık bir hasım kesilmiştir!
Peygamber'e (sas), elinde çürümüş bir kemikle gelip: "Ey Muhammed, Allah'ın, çürüyüp ufalandıktan sonra şu kemiği dirilteceğini mi sanıyorsun."' diyen Ubeyy ibn Halef el-Cumahî hakkında nazil olmuştur.
Nitekim Sûrenin sonuna kadar olmak üzere "İnsan, kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmedi mi? Bir de bakmışsın o insan Allah'a apaçık bir hasım kesilmiş..." (Yâsîn, 36/77-83) âyet-i kerimeleri de onun bu sözü üzerine nazil olmuştur.[12]

24. Onlara: "Rabbımız size ne indirdi?" denildiği zaman. "Geçmişlerin masalları." derler.
Bu sözü söyleyenin en-Nadr ibnu'l-Hâris olduğu ve âyet-i kerimenin onun hakkında nazil olduğu söylenir. Zaman zaman Hîre'ye gider, oradan "Kelîle ve Dimne" masalları satın alır gelir, bunları Kureyşlilere okur ve "Muhammed'in ashâbına okudukları (bunun gibi) geçmişlerin masallarından ibaret." dermiş.[13]

28. Melekler, kendilerine zulmetmiş olanların canını alırken "Biz hiç bir kötülük yapmıyorduk." diyerek teslim olurlar. Hayır, Allah sizin neler yaptığınızı bilir.
İkrime'den rivayette o şöyle demiştir: Mekke'de musluman olduğu halde hicret etmeyen bir takım insanlar vardı. Bedr günü bunlar istemeye istemeye muşriklerle birlikte savaşa çıktılar da içlerinden bazıları Bedr'de öldürüldü. İşte Allah Tealâ (cc) bunlar hakkında: "Melekler, kendilerine zulmetmiş olanların canını alırken..." âyet-i kerimesini indirdi.[14]

38. Onlar, "Ölen kimseyi Allah yeniden diriltmez." diye olanca güçleriyle yemin ettiler. Hayır, öyle değil. Bu, O'nun dosdoğru bir va'didir. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Ebu'l-Aliye'den rivayetle Rebî ibn Enes der ki: Bir muslumanın muşriklerden bir adamdan alacağı vardı ve onu istemeye gelmişti. Konuşma arasında musluman: "Ölümden sonra öyle umuyorum ki..." deyince muşrik: "Sen, ölümünden sonra tekrar diriltileceğim mi sanıyorsun?" deyip "Vallahi Allah ölenleri yeniden diriltecek değildir." diye yemin etti de bunun üzerine Allah Tealâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[15]

41. Zulme uğratıldıktan sonra Allah yolunda hicret edenleri andolsun ki dunyada güzel bir yere yerleştireceğiz. Ahiret mukâfatı ise daha da büyüktür. Keşke biliyor olsalardı.
42. Onlar sabreden ve ancak Rablarına tevekkul edenlerdir.
1. Bu âyet-i kerimelerin Mekke'de muşriklerin işkenceleri tahammul edilemez hale gelince Habeşistan'a göç edenler hakkında nazil olmuş olması muhtemeldir. Kendi kavimleri olan muşriklerin arasından çıkıp Rablerine ibadet imkânı bulabilmek için oraya göç etmişlerdi ki ileri gelenleri Osman ibn Affân, hanımı ve Rasûl-i Ekrem'in kızı Rukiyye, Rasûlullah'ın amcası oğlu Ca'fer ibn Ebî Tâlib, Ebu Seleme ibn Abdu’l-Esed olup kadınlı erkekli seksen kişi kadar idiler.[16]
2. Peygamber’in ashâbından Mekke'de iken muşriklerin işkencelerine maruz kalan Bilâl, Ammâr, Suheyb, Habbâb İbnu’l-Eret, Kureyşlilerin kölelerinden Aiş ve Cebr ile Ebu Cendel ibn Suheyl ibn Amr hakkında nazil olmuştur.[17]
İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette Suheyb'in, kendisine işkence etmek isteyen muşriklere: "Ben yaşlı bir insanım. Binaenaleyh sizinle beraber olmam size bir fayda sağlamaz, size karşı olmamla da size bir zarar veremem." diyerek kendini malıyla serbest bıraktırdığı ve hicret ettiği ayrıntısına da yer verilmiştir.[18]
Ancak Alûsî'nin tefsirinde bu İbn Abbâs rivayeti hakkında bir takım şubhelerin bulunduğu, muteber hadis mecmualarında rastlanmadığı; âyet-i kerimenin, Mekkî olan bu sûrede Medenî olduğu söylenen âyetlerden olmamakla Peygamber'in (sas) hicretinden sonra vuku bulmuş bir hadise üzerine (meselâ Suheyb'in muşriklerin elinden malını vermek suretiyle kurtulup Medîne-i Munevvere'ye hicreti) nuzûlünün şubheli olduğu değerlendirmelerinden sonra âyet-i kerimenin iki hicret (Habeş ve Medîne'ye olan hicretler) arasında inmiş olduğu görüşü cumhurun görüşü olarak verilmektedir.[19]

43. Senden önce de ancak kendilerine vahyeder olduğumuz adamları (erkekleri) Biz peygamber olarak göndermişizdir. O halde bilmiyorsanız zikir ehline sorun.
Daha önce (Yûnus Sûresi'nin 2. âyetinin nuzûl sebebinde) geçtiği üzere İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette İbn Abbâs şöyle demiş: Allah Tealâ (cc), Muhammed’i (sas) Elçisi olarak gönderince arablar onu inkâr ettiler, ya da arablardan onu inkâr edenler: "Allah, elçisi bir beşer olmaktan yüce ve munezzehtir. Bir meleği bize peygamber olarak gönderse ya." dediler. Bunun üzerine Allah Tealâ (cc): "İçlerinden bir adama "İnsanları inzâr et ve iman etmiş olanlara Rableri katında yüksek bir makam olduğunu müjdele" diye vahyetmiş olmamız insanların tuhafına mı gitti?..." (Yûnus, 11/2) âyet-i kerimesi ile bu "Senden önce kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını Biz peygamber olarak göndermedik..." âyet-i kerimesini indirdi. Allah Tealâ (cc) böylece onlara huccetlerini tekrar tekrar bildirince bu sefer başka bir bahaneye sarıldılar ve: "Madem ki Allah'ın elçileri beşerden olacak. O halde Muhammed'den başkası bu risâlete elbette daha lâyıktır. Bu Kur'ân, bu iki kasabada Muhammed'den daha şerefli, daha büyük bir adama indirilmeli değil miydi?" dediler. Bununla Mekke'den el-Velîd ibnu'l-Muğîra'yı, Tâif den de Mes'ûd ibn Amr es-Sekafî'yi kastediyorlardı. İşte bu sözleri üzerine de "Rablerinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar?..." (Zuhruf, 43/32) âyetini indirdi.[20]

51. Allah buyurdu ki: "İki ilâh edinmeyin. O, ancak bir tek ilâhtır. Yalnız Ben'den korkun.
52. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Yoksa Allah'tan başkasına mı korunmaktasınız?!
Mukâtil der ki: Muslumanlardan birisi namazında Allah'a ve Rahmân'a dua etmişti. Bunu işiten bir muşrik: "Muhammed ve ashâbı bir tek Rabba ibadet ettiklerini iddia etmiyorlar mıydı? Buna ne oluyor ki iki Rabba dua ediyor?!" dedi de bunun üzerine bu âyet-i kerimeler nazil oldu.[21]

57. Onlar, Allah'a kızlar isnad ederler. O'nun şânı yüce ve (her türlü kusurdan) munezzehtir. Onların hoşlandıkları da onlarındır.
Meleklerin Allah'ın kızları olduğu zannı ve iddiasıyla: "Kızları kızlara ilhak edin." diyen Kinâne ve Huzâa Oğulları hakkında nazil olduğu söylenmiştir.[22]

71. Allah, rızık hususunda kiminizi kiminizden üstün kıldı. Üstün kılınanlar, buyrukları altında bulunanların rızıklarını vermezler. Halbuki bunda hepsi de eşittirler. Yoksa Allah'ın nimetini bile bile inkâr mı ediyorlar?
İbn Abbâs'tan rivayete göre bu âyet-i kerime de İsa'nın Allah olduğunu iddia eden Necran Hristiyanlarının bu iddiaları üzerine inen âyet-i kerimelerdendir.[23]

75. Allah size bir misal verir: Başkasının malı olan ve hiçbir şeye gücü yetmeyen bir köle ile, tarafımızdan güzel bir rızka nail kıldığımız, gizli ve açık ondan infakta bulunan hiç bir olur mu? Hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler.
76. Allah, iki kişiyi de misal veriyor: Biri hiçbir şeye gücü yetmez bir dilsizdir ki efendisine yüktür. Nereye gönderse bir hayır getirmez. Bununla, doğru yolda olup adaletle emreden hiç bir olur mu?
İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle demiştir: "Allah size bir misal verir: Başkasının malı olan ve hiçbir şeye gücü yetmeyen bir köle ile, tarafımızdan güzel bir rızka nail kıldığımız..." âyet-i kerimesi, gizli ve açıkta malından infakta bulunan Hişâm ibn Amr ibnu'l-Hâris hakkında nazil olmuştur. Kölesi Ebu'l-Cevzâ ise onu bundan men ederdi ki işte bunun üzerine de "Allah, iki kişiyi de misal veriyor: Biri hiçbir şeye gücü yetmez bir dilsizdir ki efendisine yüktür..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[24] Mukâtil'den gelen rivayette ise bunun tam tersine bu Hişâm ibn Amr'in, hayrı son derece az bir kâfir olduğu ve Peygamber'e (sas) düşmanlığı ile meşhur olan muşriklerden olduğu belirtilmektedir.[25] Doğrusunu Allah bilir.
Bu ikinci âyet-i kerimedeki "Dilsiz ve efendisi üzerine yük olan köle", Osman'ın ğayr-i muslim kölesi olan Esed (veya Esîd) ibn Ebi'l-Îs; "Doğru yolda olup adaletle emreden" de Osman ibn Affân'dır.[26]
Vâhidî, bu iki âyet-i kerimenin kimler hakkında nazil olduğu açıkça belli olmayacak şekilde rivayeti karışık olarak verirken Suyûtî'nin rivayeti daha açıktır. O, İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan rivayeti olarak şöyle diyor: "Allah size bir misal verir: Başkasının malı olan ve hiçbir şeye gücü yetmeyen bir köle ile..." âyet-i kerimesi Kureyş'ten bir adam ile kölesi hakkında nazil oldu.
O, "Allah iki kişiyi de misal veriyor: Biri hiçbir şeye gücü yetmez bir dilsizdir ki..." âyet-i kerimesi hakkında da şöyle der: Osman ile İslâm'dan hoşlanmayan ve İslâm'ı kabul etmemekte diretip Osman'ı, yaptığı iyiliklerden ve verdiği sadakadan da men'etmeye çalışan kölesi hakkında nazil olmuştur.[27] Ancak Alûsî, Bahr'den naklen bu rivayet yanında Ebu Bekr ve Ebu Cehl hakkında nazil olduğuna dair rivayetin de isnadlarının sahih olmadığını kaydetmektedir.[28]

80. Allah, evlerinizi sizin için bir huzur ve sukûn yeri kıldı ve size hayvan derilerinden; gerek göç gününüzde, gerek konduğunuz günde hafifçe taşıyacağınız evler, yünlerinden, yapağılarından, kıllarından bir zamana kadar giyimlik, döşemelik ve ticaret kumaşı verdi.
81. Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yapmış dağlarda sığınacağınız barınaklar var etmiş, sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, savaşta koruyacak zırhlar kılmış, bunları size vermiştir. Musluman olasınız diye size olan nimetini işte böylece tamamlar.
82. Eğer yüz çevirirlerse sana düşen ancak açıkça tebliğden ibarettir.
83. Allah’ın nimetini hem bilirler, hem de inkâr ederler. Zaten onların çoğu kâfirlerdir.
İbn Ebî Hâtim'in Mucâhid'den rivayetle tahricine göre bir bedevî Peygamber’e (sas) gelmiş ve ondan (kendisine bir şeyler vermesini) istemiş. Allah'ın Rasûlü (sas) ona: "Allah, evlerinizi sizin için bir sukûn ve huzur yeri yaptı." (âyet: 80) âyet-i kerimesini okumuş. Bedevî: "Evet." demiş. Sonra Allah'ın Rasûlü (sas) ona: "Ve size hayvan derilerinden gerek göç gününüzde, gerekse konduğunuz günde hafifçe taşıyacağınız evler verdi." (âyet: 80) âyet-i kerimesini okumuş, bedevî yine: "Evet." demiş. Sonra âyet-i kerimenin devamını okumuş, bedevî hep evet, diyormuş. Sonunda "Musluman olasınız diye size olan nimetini işte böylece tamamlamıştır." (âyet: 81) kısmına ulaşınca bedevî (kızarak) kalkıp arkasını dönmüş gitmiş ve işte bunun üzerine Allah Tealâ (cc): "Allah'ın nimetini hem bilirler, hem de inkâr ederler. Zaten onların çoğu kâfirlerdir." âyet-i kerimesini indirmiştir.[29]

90. Muhakkak ki Allah adaleti, ihsânı, yakınlara vermeyi emreder. Hayâsızlığı, fenalığı ve taşkınlığı da yasaklar. İyice dinleyip tutasınız diye size öğüt verir.
Abdullah ibn Abbâs rivayet ediyor: Allah'ın Rasûlü (sas) bir gün Mekke'deki evinin avlusunda oturuyorken Osman ibn Maz'ûn O'na uğramış, mutebessim bir tavırla yaklaşınca Efendimiz: "Oturmaz mısın?" demiş. O da: "Olur, oturayım." deyip tam karşısına oturmuş. Peygamber (sas) onunla konuşurken birden gözlerini göğe çevirmiş, bir süre göğe bakmış, sonra gözlerini yere doğru indirmeye başlamış ve yerdeki (veya sağındaki) bir tümseğe kadar gözüyle takib etmiş, sonra da yanında oturmakta olan Osman'ın yanından ayrılarak o gözünün takıldığı yere gitmiş. Orada kendisine söyleneni anlamaya çalışır gibi başını sallamış. Daha sonra ilk seferinde yaptığı gibi tekrar gözlerini göğe doğru çevirip gözüyle takib ettiği kaybolana kadar gözüyle takib etmiş ve Osman ile birlikte oturdukları yere dönmüş. Osman: "Ey Muhammed, daha önce de sana gelir gider, seninle otururdum ama bugünkü yaptığını daha önce yaptığını hiç görmemiştim." demiş. Peygamber: "Benim ne yaptığımı gördün?" diye sormuş. Osman: "Gördüm ki gözlerini göğe diktin, sonra sağ tarafında bir yere indirdin, yanımdan ayrılıp o gözlerini indirdiğin yere gittin. Orada sanki sana söyleneni daha iyi anlamak (duymak) ister gibi başını hareket ettirmeye başladın." dedi. Peygamber (sas): "Bunu gerçekten gördün mü?" diye sordu. Osman'ın evet cevabı üzerine şöyle buyurdu: "Biraz önce sen burada otururken Allah'ın elçisi Cibrîl bana geldi." Osman: "Allah'ın elçisi mi?" diye sordu. O: "Evet." buyurdu. "Sana ne dedi?" diye sordu. Efendimiz (sas): "Bana: Muhakkak ki Allah adaleti, ihsânı, yakınlara vermeyi emreder. Hayâsızlığı, fenalığı ve taşkınlığı da yasaklar. İyice dinleyip tutasınız diye size öğüt verir, dedi." buyurdular. Osman der ki: İşte o anda iman kalbimde yer etti ve Muhammed'i sevdim."[30] Osman ibn Maz'ûn anlatmaya şöyle devam eder: Hemen Ebu Tâlib'e gittim ve gördüklerimi haber verdim. "Ey Kureyş topluluğu, kardeşimin oğluna tabi olun, doğru yola ulaşmış olursunuz. Söylediklerinde doğru olsun, yalancı olsun; o size ancak mekârim-i ahlâkı emrediyor." dedi. Allah'ın Rasûlü (sas), amcasından bu yumuşaklığı görünce imanı konusunda tamâa kapılarak: "Ey amca, insanlara, bana uymalarını emrediyor da kendini bırakıyor musun?" deyip imana gelmesi için ısrar ettiyse de o, iman etmemekte diretti ve işte bunun üzerine de: "Elbette sen, sevdiğini hidâyete ulaştıramazsın..." (Kasas, 28/56) âyet-i kerimesi nazil oldu.[31]

91. Ahidleştiğiniz zaman Allah'ın ahdini yerine getirin. Pekiştirdiğiniz yeminleri bozmayın. Çünkü Allah'ı üzerinize kefil yapmışsınızdır. Muhakkak ki Allah yapmakta olduklarınızı bilir.
Katâde ve Mucâhid bu âyet-i kerimenin câhiliye devrinde "iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak" üzere yapılmış olan ahidleşmeler hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.[32]
İbn Zeyd'den gelen bir rivayet bunu biraz açar: Câhiliye devrinde bir kabile, bir başka kabile ile antlaşmış ve birbirlerine ahd vermişlerdi. Bu antlaşmalı kabilelerden birisine bir başka kabile geldi ve: "Biz, onlardan daha çoğuz, daha güçlüyüz ve sizden düşmanların baskınını daha iyi savarız; binaenaleyh onlarla antlaşmanızı bozun, gelin bize dönün" dediler, onlar da eski antlaşmalı oldukları kabile ile antlaşmalarını bozarak bu yeni kabile ile anlaştılar. İşte âyet-i kerime ile kasdedilenler bunlardır.
İbn Cerîr ve İbn Ebî Hatim'in Mezîde ibn Câbir (veya Bureyde)'den rivayetlerine göre ise âyet, musluman olanların İslâm üzere Peygamber’e (sas) biat etmeleri hakkında inmiştir.[33]
Taberî bu rivayetleri verdikten sonra der ki: Ayet-i kerimenin "muslumanların sayısının az, muşriklerin sayılarının ise çok olmasından korkarak Rasûlullah (sas) ile yaptıkları bey'ati bozmaktan nehyolunanlar
hakkında inmiş olması da, anlaşmış oldukları kabilenin sayılarının az olması sebebiyle onlarla olan anlaşmalarını bozarak sayıları daha çok olan başka bir kabile ile anlaşmaya kalkışanlar hakkında inmiş olması da, bundan başka bir sebeble inmiş olması da caizdir. Bunlardan birisini diğerine tercih etmemizi sağlayacak bilgiden mahrumuz. Ayet-i kerime bunlardan hangisi hakkında inmiş olursa olsun bu, hukmünün umumî olmasına engel değildir ve âyet-i kerime bunların hepsi hakkında geneldir.[34]

95. Allah'ın ahdini az bir pahaya satıp değişmeyin. Eğer bilirseniz Allah katında olan sizin için en hayırlı olandır.
Ebu Sâlih'in İbn Abbâs'tan rivayetine göre bir arazi hakkında Peygamber’e (sas) gelerek hasımlaşan iki kişi hakkında nazil olmuştur. Arazi sahibi ve davacı olarak İdân ibn Eşû' (veya İbn Esva', veya Rabîa ibn Abdan ya da Rabîa ibn Aydan) ve davalı olarak İmruu’l-Kays ibn Abis el-Kindî, Peygamber’e (sas) gelmişler. Bunlardan İmruu’l-Kays hemen yemin etmeye davranmış, ancak Peygamber onu duraklatmış ve bu hadise üzerine bu âyet-i kerime inmiş.[35]

97. Kadın olsun, erkek olsun her kim, mu’min olarak sâlih amel işlerse ona hoş bir hayat yaşatacağız ve mukâfatlarını yapmakta olduklarından daha güzeli ile ödeyeceğiz.
Yine Ebu Sâlih’in İbn Abbâs'tan rivayetinde bu âyet-i kerimenin de biraz önceki âyet-i kerimede adı geçen ve bir arazi hakkında Peygamber’e (sas) gelerek hasımlaşan iki kişiden biri olan İmruu’l-Kays'ın yemin etmekten vazgeçerek arazinin sahibi lehine davadan çekilmesi üzerine indiği rivayet edilmiştir.[36]

101. Biz, bir âyetin yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman, Allah ne indirdiğini ğayet iyi bilirken onlar: "Sen sadece uyduruyorsun." derler. Hayır, tam aksine onların çoğu bilmezler.
102. De ki: "Onu Rûhu'l-Kuds, mu’minlerin imanını pekiştirmek, muslumanlara bir hidâyet ve müjde olmak üzere Rabbının katından hak ile indirmiştir.
Muşriklerin: "Muhammed ashâbını tam anlamıyla buyruğu altına almış; Bugün onlara bir şey emrediyor, yarın onu onlara yasaklıyor veya onlara ondan daha kolayını getiriyor. Bunlar uydurulmuş şeyler ve ancak onları kendiliğinden söylüyor." dedikleri zaman onların bu sözleri üzerine Allah Tealâ (cc) bu iki âyet-i kerimeyi indirdi.[37] İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette de muşriklerin: "Vallahi Muhammed ashâbıyla alay ediyor..." dedikleri ayrıntısına yer verilmektedir.[38]

103. Andolsun ki "Ona mutlaka bir insan (beşer) öğretiyor." dediklerini biliyoruz. Kasdettikleri kişinin dili yabancıdır. Bu (Kur 'ân) ise apaçık Arabçadır.
1. Husayn'ın Ubeydullah ibn Muslim'den rivayetinde o şöyle anlatıyor: Benim, Temr halkından birinin adı Yesâr, diğerininki Hayr olan iki hristiyan kölem vardı. Bunlar, kendi dillerindeki kitabları okurlardı. Rasûlullah da onlara uğrar ve okuyuşlarını dinler; muşrikler de: "O ikisinden öğreniyor." derlerdi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ (cc) böyle diyenleri yalanlamak üzere: "Kasdettikleri kişinin dili yabancıdır. Bu (Kur'ân) ise apaçık Arabçadır." âyet-i kerimesini indirdi.[39]
İbn Ebî Hatim'in Husayn kanalıyla Ubeydullah ibn Muslim[40]'den rivayetinde ise o şöyle anlatmış: Benim, birisinin adı Yesâr, diğerininki de Cebr olan iki kölem vardı. Bunlar Sicilyalı idiler. (Kendi dinlerinin) kitabı (İncil)'i okurlar ve ilimlerini bilirler, Allah'ın Rasûlü de (sas) bazan onlara uğrar ve okumalarını dinlerdi. (Kureyşliler): "Muhammed (bu söylediklerini) ancak o ikisinden öğreniyor." dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[41] Beyhakî ve Adem ibn Ebî İyâs rivayetlerinde bu kölelerin kılıç ustası oldukları, Kureyş muşriklerinden bazılarının bu kölelerden birine: "Muhammed'e (söylediklerini) sen öğretiyorsun." demeleri üzerine bu kölenin: "Hayır, tam aksine o bana öğretiyor." dediği ayrıntısına da yer verilmektedir.[42]
2. Muhammed ibn İshâk es-Sîre'sinde anlatıyor: Bana ulaştığına göre Rasûlullah (sas), Merve'de Hadramî Oğullarından birinin Cebr adındaki kölesi'nin dükkânında çokça otururdu. Buna dayanarak muşrikler: "Vallahi Muhammed'e, getirdiklerinin çoğunu ancak Hadramî Oğullarının kölesi olan bu hristiyan Cebr öğretiyor." dediler de Allah Tealâ (cc) bunun üzerine "Andolsun ki "Ona mutlaka bir insan (beşer) öğretiyor." dediklerini biliyoruz. Kasdettikleri kişinin dili yabancıdır. Bu (Kur'ân) ise apaçık Arabçadır." âyet-i kerimesini indirdi. İkrime ve Katâde'den bu kölenin adının Ya'îş olduğu da rivayet edilmiştir.[43]
İbn Cerîr’in zayıf bir senedle İbn Abbas’tan rivayetinde de o şöyle anlatır: Rasûlullah (sas), Mekke’de adı Bal’am olan bir köle tanırdı. Bu kölenin dili Arabça değil yabancıydı. Muşrikler Rasulullah’ı (sas) bu kölenin yanına girip çıkarken görmüşler ve: Ona (bu söylediklerini) olsa olsa Bal’am öğretiyor olmalı” demişlerdi. İşte onların bu sözleri üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.[44] Râzî bu kölenin künyesinin Ebu Meysere olduğunu kaydediyor.[45]
İkrime'nin İbn Abbâs'tan rivayetine göre Muğîra Oğullarının Ya'îş adında bir kölesi varmış ve bu köle Tevrat okurmuş. İşte muşrikler: "Muhammed bundan öğreniyor." demişler de âyet-i kerime bunun üzerine nazil olmuş. İkrime'den gelen başka bir rivayette de Ya'îş, Amir ibn Luay Oğulları kölesi ve Rum olarak gösterilmiştir.[46] Bu hristiyan köle başka rivayetlerde "Utbe ibn Rabîa'nın kölesi Addâs, Huvaytıb ibn Abdu'l-Uzzâ'nın kölesi Abis ve İbnu'l-Hadramî'nin kölesi Yesâr Ebû Fukeyhe" olarak verilmiş ve bu son ikisinin musluman oldukları da kaydedilmiştir.[47]
3. Dahhâk ibn Muzâhim, bu âyet-i kerimede kasdedilen kişinin (Peygamber'e öğrettiği iddia edilen kişinin) Selmân el-Fârisî olduğunu söylemişse de Selmân Medîne-i Munevvere'de musluman olduğu, âyet-i kerime de Mekkî olduğu için bu görüş kabul görmemiştir.[48]

106. Kalbi iman üzere sabit ve bununla mutmain olduğu halde ikraha uğratılanlar dışında kim, imanından sonra Allah'ı tanımaz, sinesini kufre açarsa Allah'ın ğazâbı onların başınadır. Onlaradır en büyük azâb.
Bu âyet-i kerimenin nuzûl sebebinde başlıca dört rivayet gelmiştir:
1. Daha önce (En'âm, 6/93 âyetinin nuzûl sebebinde) geçtiği üzere Taberî'nin Suddî'den rivayetle tefsirinde zikrettiği bir haberde Abdullah ibn Sa'd ibn Ebî Serh'in "Allah Azîz'dir, Hakîm'dir." şeklinde gelen bir vahyi "Allah Ğafûr'dur, Rahîm'dir." şeklinde veya "Allah Semî'dir, Alîm'dir." şeklinde gelen bir vahyi değiştirerek "Allah Alîm'dir, Hakîm'dir." şeklinde yazdığı ve Peygamber’e (sas) sorduğunda da "Evet ikisi eşittir, aralarında fark yoktur." cevabını aldığı; bunun üzerine kuşkuya kapılarak: "Eğer Muhammed'e vahyolunuyorsa bana da vahyolundu; eğer ona bunları Allah indirmişse ben de Allah'ın indirdiği gibi indirdim." deyip irtidâd ettiği ve muşriklere iltihak ettiği; orada İbnu'l-Hadramî'ye veya Abduddâr Oğullarına Ammâr ve Cubeyr'i ihbâr ederek muşrikler tarafından işkence edilmelerine sebeb olduğu; "Kalbi iman üzere mutmain olduğu halde kufre zorlananlar mustesna olmak üzere her kim de imanından sonra Allah'ı tanımaz, kufre sinesini açarsa Allah'ın ğazâbı onların başındadır. Onlar için en büyük azâb vardır." âyetinin işte bu İbn Ebî Şerh ile onun tarafından ihbâr edilen Ammâr ve Cubeyr hakkında nazil olduğu anlatılmaktadır.[49]
2. İbn Abbâs anlatıyor: Ammâr ibn Yâsir hakkında nazil olmuştur. Muşrikler onu, babası Yâsir'i, annesi Sumeyye'yi, Suheyb'i, Bilâl'i, Habbâb'ı ve Salim'i yakalamış ve işkenceye tabi tutmuşlardı. Sumeyye'yi iki devenin arasına bağlayıp germişler "Sen erkekler için musluman oldun." diyerek önünü parçalamış, onu ve kocası Yâsir'i öldürmüşlerdi. Ammâr'a gelince; zorladıkları için ve istemeye istemeye onların kendisinden söylemesini istediklerini diliyle söyleyerek vermiş (kelime-i kufrü diliyle söylemiş)ti. Gelip Rasûlullah'a (sas) Ammâr'ın kâfir olduğunu haber verdiler. Efendimiz (sas): "Hayır, Ammâr asla kâfir olmamıştır; o, tepeden tırnağa imanla doludur. İman onun etine kanına işlemiştir." buyurdular. Daha sonra Ammâr ağlayarak Rasûl-i Ekrem’e (sas) geldi. Rasûlullah (sas) onun gözünden akan yaşları siliyor ve: "Eğer, sana tekrar işkenceye döner ve sana işkence ederlerse sen de onlara söylemeni istediklerini tekrar söyle." buyurdular da bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[50] Suyûtî'nin de İbn Abbâs'tan rivayetle verdiği haberde Peygamber’in (sas) Ammâr ağlayarak kendisine geldiğinde: "Onların istediği o sözleri söylediğin sırada kalbin nasıldı? Söylediğin o sözlerden rahat ve razı mıydı?" diye sorduğunda onun: "Asla." dediği ve bunun üzerine Peygamber’in (sas) aynı işkenceye tabi tutulur ve o kelimeleri söylemesi istenirse tekrar söylemesine ruhsat verdiği ayrıntısına yer verilmektedir[51] ki ikrah hali bu haberde daha açık bir şekilde verilmiştir.
Başka bir rivayette muşriklerin Ammâr'ı "Peygamber’e (sas) sövmeye ve kendi tanrılarını hayırla yâdetmeye zorladıkları, onun da yapılan işkenceye dayanamayarak onların bu isteklerini yerine getirip kurtulduktan sonra Peygamber’e (sas) geldiği, Efendimiz'in: "Arkanda ne bıraktın?" sorusuna: "Şerri bıraktım, çok kötü şeyler oldu ey Allah'ın elçisi, sana sövdüm, onların tanrılarını hayırla andım." dediği, Efendimiz'in: "Kalbini nasıl buluyorsun?" sorusuna "İmanla dolu ve huzurludur." cevabı üzerine Efendimiz'in kendisine bu ruhsatı verdiği ayrıntılarına yer verilmiştir.[52]
İbn Sîrîn'den rivayete göre ise Ayyâş ibn Rabî'a hicret etmişken annesi, o dönünceye kadar bir gölgede durmayacağına, doyuncaya kadar yemek yemeyeceğine yemin etmiş de bunu duyan Ayyâş, Mekke'ye geri dönmüş. Orada da muşrikler kendisine işkence yaparak dinini terk etmeye zorlamışlar ve o da Ammâr gibi onların, söylemesini istediklerinden bazısını söylemiş ve işte bu âyet-i kerime onun hakkında nazil olmuş.[53]
3. Mucâhid de der ki: Mekke halkından iman edip de orada kalan bir takım kimseler hakkında nazil oldu. Medîne'deki muslumanlar onlara: "Hicret edin. Değilse biz sizleri kendimizden görmüyoruz." diye yazdılar. Onlar da hicret etmek üzere yola çıktılar. Ancak onları takibe çıkan muşrikler arkalarından yetişip onları yakaladılar ve onları kufre dönmeye zorladılar da işte onlar hakkında bu âyet-i kerime nazil oldu.[54]
4. Mukâtil de der ki: "Kim, imanından sonra Allah'ı tanımaz, kâfir olur ve sinesini kufre açarsa Allah'ın ğazâbı onların başınadır." âyet-i kerimesi Abdullah ibn Sa'd ibn Şerh el-Kuraşî, Mikyes ibn Subâbe (veya Dubâbe), Abdullah ibn Enes ibn Hatal, Tu'me ibn Ubeyrık, Kays ibnu'l-Velîd ibnu'l-Muğîra ve Kays ibnu'l-Fâkih el-Mahzûmî hakkında nazil olmuştur.[55]

110. Hem Rabbın, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah yolunda savaşan ve sabredenlerle birliktedir. Muhakkak ki Rabbın bundan sonra da Ğafûr'dur, Rahîm’dir."
Daha önce (Nisa Sûresi âyet: 97'nin nuzûl sebebinde) geçtiği üzere İbn Cerîr, İbnu'l-Munzir, İbn Ebî Hâtim ve Sunen'inde Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan rivayetle tahriclerinde o şöyle anlatıyor: Mekkelilerden bazıları musluman olmuş ve fakat imanlarını gizlemişlerdi. Bedr günü muşrikler bunları da beraberlerinde çıkarmışlar ve muşrikler safında yer alan bu gizli muslumanlardan bazıları savaşta ölmüştü. Muslumanlar: "Onlar da bizim arkadaşlarımızdılar. Muşrikler safında savaşmaya zorlandılar; binaenaleyh onlar için istiğfarda bulunun." demişlerdi. Bunun üzerine "Kendilerinin zâlimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki:.." (Nisa, 4/97) âyet-i kerimesi nazil oldu. Medîne'deki muslumanlar bu âyet-i kerimeyi, Mekke'de kalıp imanlarını gizleyen kimselere yazıp gönderdiler ki onların muşrikler arasında kalarak ölmeleri halinde özürleri kabul edilmeyecektir. Bunun üzerine kalan mu’minler Mekke'den Medîne'ye gitmek üzere yola çıktılar. Onların Mekke'den çıktığını duyan muşrikler onları takible yakaladılar ve tekrar Mekke'ye götürdüler. Onlardan bazıları bu fitneye kapılıp imanlarından döndüler. Bunlar hakkında da "İnsanlardan öyleleri vardır ki "Allah'a iman ettik derler de Allah yolunda eziyete uğratıldıklarında insanların fitnesini Allah'ın azâbı imiş gibi tanır..." (Ankebût, 29/10) âyet-i kerimesi nazil oldu. Medîneli muslumanlar bu sefer bu âyet-i kerimeyi yazıp Mekke'de kalan gizli mu’minlere gönderdiler de o imanlarını gizleyenler iyice üzülüp bütün hayırlardan umutlarını kestiler. Bunun üzerine onların hakkında bu âyet: "Hem Rabbın, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah yolunda savaşan ve sabredenlerle birliktedir. Muhakkak ki Rabbın bundan sonra da Ğafûr’dur, Rahîm'dir." âyet-i kerimesi nazil oldu. Medîneli muslumanlar bu âyet-i kerimeyi de yazarak Mekke'de imanlarını gizleyenlere gönderdiler ve dediler ki: "Allah sizin için bir çıkış yolu gösterdi." Bu mektub üzerine kalan mu’minler Mekke'den, Medîne'ye gitmek üzere yola çıktılar. Bu sefer de muşrikler çıkışlarını işitip peşlerine düştüler. Onlara yetiştiler, kaçıp kurtulabilenler kurtuldu, kaçamayanlar da muşrikler tarafından öldürüldü.[56] Katâde bu âyet-i kerimenin, onların Mekke'den hicret için çıkıp da muşriklerin kendilerine yetişmeleri, bir kısmının öldürülmesi, kalanlarının da kurtulması üzerine nazil olduğunu söylemiştir.[57]
İbn Sa'd'ın, Tabakât'ında Umer ibnu'l-Hakem'den rivayet ettiği haber ise biraz daha farklı. Şöyle ki: Ammâr ibn Yâsir'e o kadar işkence edildi ki artık ne söylediğini bilmez hale geldi. Suheyb'e o kadar işkence edildi ki ne söylediğini bilmez hale geldi. Ebu Fukeyhe'ye işkence edildi de ne söylediğini bilmez bir hale geldi. Bilâl, Amir ibn Fuheyre ve başka muslumanlar da böyle. İşte "Hem Rabbın, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah yolunda savaşan ve sabredenlerle birliktedir..." âyet-i kerimesi bunlar hakkında nazil olmuştur.[58]
İbn Ebî Hatim'in Katâde'den rivayetinde bu işkenceye uğratılanlardan birisi olarak Ebu Cehl'in süt kardeşi veya ana bir kardeşi Ayyâş da zikredilmektedir.[59]
Hâzin tefsirinde bunlara ilâve olarak diğer bazı zayıf muslumanlar da zikrediliyor. Şöyle ki: Bu âyet-i kerime Ebu Cehl'in süt veya ana bir kardeşi olan Ayyâş ibn Rabîa, Ebu Cendel ibn Suheyl ibn Amr, (Halid ibnu'l-Velîd'in kardeşi) el-Velîd ibnu'l-Velîd ibnu'l-Muğîra, Seleme ibn Hişâm ve Abdullah ibn Esed es-Sekafî hakkında nazil olmuştur. Muşrikler bunları işkenceye tabi tutmuşlar; onlar da muşriklerin şerrinden kurtulabilmek için onların istedikleri şeyleri söylemişler, daha sonra hicret ederek Allah yolunda savaşmışlardır.[60]
Neseî'de İbn Abbâs'tan gelen bir rivayet çok daha farklı. Onda da, âyet-i kerimenin muhtevası ile uyumlu görünmemekle birlikte, bu âyet-i kerimenin Abdullah ibn Ebî Şerh hakkında nazil olduğu şöyle anlatılır:
İbn Abbâs'tan rivayette o "Kalbi iman üzere sabit ve bununla mutmain olduğu halde ikraha uğratılanlar dışında kim, imanından sonra Allah'ı tanımaz, sinesini kufre açarsa Allah'ın ğazâbı onların başınadır. Onlaradır en büyük azâb." âyet-i kerimesi hakkında şöyle demiştir: Bu âyet-i kerime daha sonra nesholundu ve bundan istisna edilerek "Hem Rabbın, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah yolunda savaşan ve sabredenlerle birliktedir. Muhakkak ki Rabbın bundan sonra da Ğafûr’dur, Rahîm'dir." buyruldu. O (bu âyet-i kerimede istisna edilen) Abdullah ibn Ebî Şerh'tir. Peygamber (sas) için vahy yazardı (vahy kâtibi idi). Şeytan ayağını kaydırdı (da irtidâd edip) muşriklere katıldı. Rasûlullah (sas), Mekke'nin fethi günü kanını heder etmişken Osman ibn Affân'ın himayesine girdi ve Peygamber de (sas) onun himayesini geçerli kabul buyurdu.[61]

125. Rabbının yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde tartış. Muhakkak ki Rabbın, yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidâyete erdirilmiş olanları da en iyi bilendir.
126. Eğer ceza verecek olursanız ancak size reva görülen cezanın misillemesiyle ceza verin. Sabrederseniz elbette bu, sabredenler için en hayırlı olandır.
127. Sabret, senin sabrın ancak Allah içindir. Üzülme onlara. Kurdukları düzenden dolayı da endişe etme.
Bu âyet-i kerimelerin nuzûl zamanı hakkında başlıca üç rivayet vardır: Mekke'de, Uhud Ğazvesinde, Mekke'nin fethi günü nazil olmuştur. Şimdi bu rivayetleri verelim:
1. Tirmizî'nin kendi isnadıyla Ubeyy ibn Ka'b'den rivayetinde o şöyle anlatıyor: Uhud günü ensârdan 64, muhâcirlerden de içlerinde Hamza'nın da bulunduğu 6 kişi şehid olmuş ve onlara muşrikler tarafından işkence edilmişti. Ensâr (şehidlere işkence yapılmış olduğunu görünce): "Bir gün biz de onlardan böylelerini öldürürsek elbette onlara daha fazlasını yapacağız." dediler. Mekke'nin fethi günü olduğunda Allah Tealâ (cc): "Eğer ceza verecek olursanız ancak size reva görülen cezanın misillemesiyle ceza verin. Sabrederseniz elbette bu. sabredenler için en hayırlı olandır." âyet-i kerimesini indirdi de bir adam:
“Bugünden sonra artık Kureyş yok!” dedi. Bunun üzerine Peygamber (sas): “Kureyş’ten elinizi çekin, dört kişi mustesna (onları Ka'be'nin örtüsüne sarılmış halde bulsanız bile öldürün).” buyurdular.[62]
Hadisin Musned'deki rivayetinde âyet-i kerimenin, bilinmeyen bir adamın (Mekke'nin fethi günü): "Bugünden sonra Kureyş yok!" demesinden sonra âyet-i kerimenin nazil olduğu, Uhud günü "elbette biz onlara daha fazlasını yapacağız." diyenlerin de sadece ensâr olmayıp Peygamber’in (sas) ashâbı olduğu kaydedilmiştir[63] ki makama uygun olan da budur.
2. Vâhıdî'nin kendi isnadıyla İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle anlatıyor: Uhud Ğazvesi günü muşrikler Uhud'daki ölülerin bulunduğu yerden ayrılınca Rasûlullah da (sas) oradan ayrıldı ve gördüğü manzara onu çok üzdü: amcası Hamza'yı gördü ki karnı yarılmış, burnu ve kulakları kesilerek kendisine işkence yapılmıştı. Bunu görünce: "Kadınlar üzülmeyecek veya benden sonra bir gelenek olarak kalmayacak olsa, Allah onu vahşi hayvanların ve kuşların karınlarından toplayarak haşredinceye kadar onu bu halde bırakırdım. Mutlaka onun yerine onlardan (muşriklerden yetmiş kişiyi öldüreceğim." buyurdular. Sonra bir örtü isteyerek yüzüne örttüler, ama (örtü küçük gelerek) ayakları örtünün altından çıktı. Ayaklarının üzerine de bir mikdar izhir ağacı koyarak örttüler, sonra da onu önüne koyarak on tekbirle (cenaze namazını) kıldılar. Amcası üzerine kılınan cenaze namazından sonra şehidler -ki sayıları yetmiş idi- birer birer getirilip Hamza'nın yanına konuldu ve hepsine ayrı ayrı cenaze namazı kıldı. Böylece Hamza üzerine yetmiş namaz kılmış oldu. Şehidler defnedilip Peygamber oradan ayrılırken "Sabret, senin sabrın ancak Allah içindir"’e kadar olmak üzere "Rabbının yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et..." âyet-i kerimeleri nazil oldu.[64]
Yine Vâhıdî'nin kendi isnadıyla Ebu Hureyre'den rivayetine göre Uhud günü Rasûlullah (sas) amcası Hamza'yı yerde öldürülmüş (ve kendisine işkence edilmiş) olarak görünce kalbine, o zamana kadar girmemiş bir acı girdi ve: "Allah'a yemin ederim ki sana karşılık onlardan yetmişini öldüreceğim." buyurdular da bunun üzerine "Eğer ceza verecek olursanız ancak size reva görülen cezanın misillemesiyle ceza verin. Sabrederseniz elbette bu, sabredenler için en hayırlı olandır." âyet-i kerimesi nazil oldu.[65]
Taberânî'deki rivayette Peygamber’in (sas), amcası Hamza'ya işkence edildiğini görünce o zamana kadar duymadığı bir acı duyarak: "Allah'ın Rahmeti senin üzerine olsun; çok sıla-i rahimde bulunur, çok hayır işlerdin. Senden sonrakilerin sana huznü olmasaydı vahşi hayvanların içlerinden toplanıp haşrolununcaya kadar seni bu halde bırakmak beni sevindirirdi." dediği, sonra da orada dururken yemin ederek: "Vallahi senin yerine, sana karşılık onlardan yetmişine işkence edeceğim." buyurduğu ve henüz yerinden ayrılmadan sûrenin -sonuna kadar olmak üzere "Eğer ceza verecek olursanız ancak size reva görülen cezanın misillemesiyle ceza verin. Sabrederseniz elbette bu, sabredenler için en hayırlı olandır." âyet-i kerimelerinin nazil olduğu; bunun üzerine Peygamber’in (sas), yemininin keffâretini vererek o isteğini (muşriklere işkence edeceğine dair sözünü) yerine getirmekten kendini alıkoyduğu kaydedilmektedir.[66]
İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayette de Efendimiz’in (sas), amcasına işkence yapılmış olduğunu görünce: "Eğer Kureyş'i bir ele geçirirsem onlardan yetmiş kişiye işkence yapacağım." buyurduğu, bunun üzerine bu âyet-i kerimenin inmesiyle: "Elbette sabredeceğiz Rabbım." dediği ve dolayısıyla amcasına işkence yapılmasına işkenceyle karşılık vermekten vazgeçtiği[67] başka bir rivayette de yemininin keffâretini verdiği[68] belirtilmiştir.
Vâhidî, bu rivayetleri verdikten sonra der ki: eş-Şeyhu’l-İmam el-Evhad Ebu'l-Hasen der ki: Burada, Hamza'nın öldürülüşünü de anmaya ihtiyaç duyuyoruz. (...) Ca’fer (veya Hafs) ibn Amr ibn Umeyye ed-Damrî'den rivayette o şöyle anlatıyor: Ben ve Ubeydullah ibn Adiyy yola çıktık ve Hıms'a uğradık. Ubeydullah bana: "Ne dersin, Vahşî'ye varıp Hamza'yı nasıl öldürdüğünü bir sorsak." dedi. Ben: "İstiyorsan yapalım." dedim. Onu nerede bulabileceğimizi sorduğumuz bir adam bize: "Onu evinin avlusunda bulabilirsiniz. Kendini içkiye verdi. Eğer onu ayık bulabilirseniz istediklerinizin bazısını yanında bulabileceğiniz bir arab adam bulacaksınız. Eğer onunla konuşmak istiyorsanız sabah gidin ancak o zaman ayık bulabilirsiniz." dedi. Yanına varınca selam verdik, başını kaldırdı, biz: "Hamza'yı nasıl öldürdüğünü bize anlatman için geldik." dedik. "Rasûlullah (sas) bunu bana sorduğunda nasıl anlatmışsam size de aynısını anlatacağım." diyerek söze başladı ve şöyle anlattı: "Ben, Cubeyr ibn Mut'im ibn Adiyy ibn Nevfel'in kölesiydim. Onun amcası Tuayme ibn Adiyy Bedr günü öldürülmüştü. Kureyş Uhud'a doğru yola çıkınca Cubeyr ibn Mut'im bana: "Amcam Tuayme'ye karşılık Muhammed'in amcası Hamza'yı öldürürsen sen hursün." dedi. Ben Habeşli idim ve Habeşlilerin usulüyle attığım harbe ise nadiren hedefinden şaşardı.
Uhud'da iki ordu karşılaştığında Hamza'yı aramaya çıktım ve onu ordunun ortasında gördüm. İnsanları kılıcıyla önüne katmış sürüyor ve karşısında hiç kimse duramıyordu. Ben, harbemi ona atmaya hazırlandım ve bir taşın, bir ağacın arkasına gizlene gizlene bana yaklaşmasını bekledim. Birden önümde Sibâ' ibn Abduluzzâ belirdi. Hamza onu görünce: "Haydi ey Maktaatu'l-Buzûr'un oğlu deyip üzerine hamle etti ve vallahi ona öyle bir vurdu ki vuruşu onun başını şaşırmadı. Tam o sırada harbemi şöyle bir tarttım ve ona fırlattım. Harbe kasığından (veya karnından) girip ayaklarının arasından çıktı. Üzerime hucum etmek istediyse de güç yetiremeyip yere yıkıldı. Ölünceye kadar bekledim, sonra yanına varıp harbemi aldım, sonra da insanların yanına döndüm ve ordugâhta oturdum. Ondan başkasıyla bir işim yoktu. Onu da hur olabilmek için öldürmüştüm. Mekke'ye gelince hur kaldım ve orada İslâm neş'et edinceye kadar ikamet ettikten sonra çıkıp Taife gittim. Bir süre sonra Taifliler Rasûlullah (sas) ile barış yapmak isteyince benim için başka gidecek (ve kaçacak) yer kalmadı. Beni üzüntülü olarak gören birisi üzüntümün sebebini sorunca olanları anlattım, "Şu adam (Muhammed), amcasını öldürdüm. Şimdi Taifliler onunla barış yapmaya kalkıştılar. Bilmiyorum ki nereye gideceğim." dedim. "Vallahi o, yanına gelip de şehâdet getiren kimseyi öldürmez." dedi. Taifliler Rasûlullah'a (sas) bir takım insanlar (elçi olarak) gönderirlerken ben de onların yanına katıldım ve Peygamber’e (sas) geldim. Beni görünce: "Sen Vahşî misin?" diye sordu. Ben: "Evet." deyip şehâdet getirdim. "Hamza'yı sen mi öldürdün?" diye sordu, ben: "O iş sana ulaştığı gibi oldu." dedim. "Yüzünü benden uzak tutabilir misin?" buyurdu. Allah'ın Rasûlü (sas) vefat ettikten sonra muslumanlar Museylimetu'l-Kezzâb'a karşı Yemâme'ye hareket edince: "Mutlaka Museylimetu'l-Kezzâb'a karşı ben de çıkacağım. Belki onu öldürürüm de Hamza'yı öldürmeme karşılık olur." dedim ve insanlarla birlikte ben de çıktım ve onun durumu da olduğu gibi oldu (yani onu da aynı şekilde öldürdüm)[69]
3. Nehhâs ise âyet-i kerimenin Mekke'de nazil olduğunu ve nuzûlünün Hamza'ya yapılan işkence ile bir ilgisinin olmadığını söyler.[70]
Bu âyet-i kerimelerin nuzûl vaktini Mekke'de, Uhud'da, Mekke'nin fethi günü olmak üzere üç ayrı zamanda gösteren yukardaki rivayetlerin hepsi de sahih olmakla bazı âlimler (İbnu'l-Hassâr gibi) nuzûlünün tekrarlandığını söylemekle rivayetlerin arasını cem'etmeye çalışmışlardır.[71]

[1] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, XIV,89.
[2] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur'ân, X,44.
[3] Kurtubî, age. X,44.
[4] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, XIV,89.
[5] İbnu'l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr fi ilmi't-Tefsîr, IV,425.
[6] İbnu'l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr fi ilmi't-Tefsîr, IV,426; Alûsî, age. XIV,89-90.
[7] Fahreddin er-Râzî, et-Tefsîru'l-Kebîr, XIX,217.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/539.
[8] Alûsî, age. XII,14.
[9] Taberî, Câmiu’l-Beyân, XIV,22
[10] Vâhidî. Esbâbu'n-Nuzûl, s.195; İbnu’l-Cevzî. age. IV,426.
[11] Vâhidî, Esbâbu'n-Nuzûl, s.195.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/539-540.
[12] Vâhidî, age. s. 195.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/540.
[13] Kurtubî, age. X,64.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/540-541.
[14] Taberî, age. XIV,68.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/541.
[15] Vâhidî, age. s. 196.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/541.
[16] İbn Kesîr, Tefsîru"l-Kur'âni'l-Azîm, IV,491.
[17] Vahidî, age. s. 196; İbnu'l-Cevzî, age. IV,448; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl,1,222
[18] Alûsî, age. XIV,145.
[19] Alûsî, age. XIV,146.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/542.
[20] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,213-214.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/542-543.
[21] İbnu'l-Cevzî, age. IV,455.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/543.
[22] Kurtubî, age. X,77.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/543.
[23] Kurtubî, age. X.93.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/544.
[24] Vâhidî, age. s. 196.
[25] Kurtubî, age. X,98.
[26] Vahidî, age. s. 196; Alûsî, age. XIV.197.
[27] Taberî, age. XIV,101; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,223.
[28] Alûsî, age. XIV,195.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/544-545.
[29] İbn Kesîr. age. IV,511: Suyûtî. Lubâbu'n-Nukûl, 1,223.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/546.
[30] Ahmed ibn Hanbel, Musned, 1,318; Vâhidî, age. s. 196-197.
[31] Râzî. age. XX,100.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/546-547.
[32] Taberî, age. XIV,110; Alûsî, age. XIV,220.
[33] Taberî, age. XIV,110; İbn Kesîr, age. IV,517.
[34] Taberî, age. XIV,110-111.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/547-548.
[35] İbnu'l-Cevzî, age. IV,487; Kurtubî, age. X,l14.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/548.
[36] İbnu'l-Cevzî, age. IV,488.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/548.
[37] Vâhidî, age. s. 197.
[38] İbnu'l-Cevzî, age. IV,491.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/549.
[39] Vâhidî, age. s. 197.
[40] el-Kuraşî veya el-Hadramî Bak: İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, III,531.
[41] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,224-225.
[42] Alûsî, age. XIV,233.
[43] İbn Kesîr, age. IV,523.
[44] Suyûtî, Lubâbu’n-Nukûl, 1,224.
[45] Razi, age. XX,117.
[46] İbnu'l-Cevzî, age. IV,492
[47] Kurtubî, age. X,111.
[48] İbn Kesîr, age. IV,524.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/550.
[49] Taberî, age. VI,181.
[50] Vâhidî, age. s. 198.
[51] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,225.
[52] Alûsî. age. XIV,237-238.
[53] ibnui-Cevzî, age. IV,495.
[54] Vâhidî, age. s. 198.
[55] İbnu'l-Cevzî, age. IV,495; Kurtubî, age. X,l18.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/550-552.
[56] Taberî, age. V,148: İbnu'l-Cevzî, age. II,176-177, 1 numaralı dip not.
[57] Vâhidî, age. s. 198.
[58] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,225-226.
[59] Alûsî, age. XIV,240.
[60] Alâuddin Ali ibn Muhammed el-Hâzin Lubâbu't-Te'vîl fi Maâni't-Tenzîl, (Mecmûatu't-Tefâsîr içinde), İstanbul Matbaa-i Amire 1317, III,646.
[61] Neseî, Tahrîmu'd-Dem. 15, hadis no: 4066.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/552-554.
[62] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 16/2, hadis no: 3129; Taberânî el-Mu'cemu’l-Kebîr, Bağdad, 1399/1979, III,157, hadis no: 2937.
[63] Ahmed ibn Hanbel, Musned, V,135.
[64] Vâhidî, age. s. 198-199.
[65] Vâhidî, age. s. 199.
[66] Taberânî, el-Mu'cemu’l-Kebîr, III,156-157, hadis no: 2936.
[67] Vâhidî, age. s. 199.
[68] Vâhidî, age. s. 200.
[69] Taberânî, el-Mu'cemu’l-Kebîr, Bağdad 1399/1979, III,160-162, hadis no: 2946; Vâhidî, age. s. 200-201.
[70] Alûsî, age. XIV,257.
[71] Suyûtî, Lubâbun-Nukûl, 1.227.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 2/554-557.
 
Üst Ana Sayfa Alt