Nasıh Ve Mensuh
«Kur'an'ın Taksit Taksit indirilişi ve Bunun Sırları» faslında vahyin hemen teşri konularını getirmediğini, aksine. Peygamber (s.a.v.) in kalbine peyderpey, olay ve vak'alarla birlikte tedrici olarak indirildiğini görmüştük. Bu tedrîcîük aynı zamanda duygusal âdetlerle içtimaî gelenekleri de kapsamıştır. Kur'an bu Konularda aceleci bir tavır takınmamış, zamanı kollamış ve planlamayla birlikte bu gecikmenin daha yararlı olacağına inanmıştır. O biliyordu ki, acelecilik, anarşi ve kargaşanın doğmasına sebeptir.
Biribirini takip eden Kur'an'ın Mekkî ve Medenî merhalelerini incelerken bu adımlara ışik veren onları dikkatle tesbit ve çizmeye yardımcı olan Kur'anî bir ilme şiddetle ihtiyaç vardır: Bu ilim, vahyin nüzulünde bir nevî tedriç olarak kabul edeceğimiz nâsih ve mensuh ilmidir. Onun sahih olanını tesbit, Kur'an'dan önce ve sonra nazil olanı belirlemeyi kolaylaştırır. İnsanları eğitme hususunda Allah'ın hikmetinin bir yönünü görmemize yardımcı olur. Kur'an'ın hakiki kaynağını idrak etmemizi sağlar: O da, âlemlerin Rabbı Allah'tır. Çünkü O, dilediğini siler ve dilediğini bırakır. Bir hükmü kaldırır ve onun yerine başkasını ikâme eder. Bunu yaparken de hiçbir yaratığın, hatta peygamberlerin sonuncusunun bile etkisi olmaz.
Neshin terim olarak ne anlama geldiği hususunda âlimler uzun tartışmalarda bulunmuşlardır. Bunun sebebi, nesh kelimesinin birkaç mânâya gelmesidir. Bu kelime izale etmek (yok etmek) mânâsına gelir. Yüce Allah'ın şu âyetinde bu anlamda kullanılmıştır: Nihayet Ailah, şeytanın ikna edeceği (o fitneyi) giderir, ibtal eder. Yine Allah âyetlerini sabit (ve mahfuz) kılar.» [416] Yer değiştirmek mânâsına gelir. Şu âyette olduğu gibi jteC «Biz bir âyeti diğer bir âyetin yerine getirdiğimiz vakit...»[417] Tahvil mânâsına gelir. Mirasçıların tenasühü gibi [418]. Ayrıca bir şeyi bir yerden başka bir yere taşımak anlamına gelir. Bir kitaptaki lafızların ve yazının benzeri başka bir kitaba nakledildiğinde denir. [419] Bazı 'âlimler bu son vechi reddederler. Çünkü burada nakleden, naklettiğini lafzıyla getirmiyor, başka lafızla getiriyor. [420] Lâkin es-Sa'ds [421] bu görüşü kabul eder ve buna delil olarak «Şüphe yok ki neler yapıyor idiyseniz biz (hepsini meleklere) yazdırıyorduk. [422] âyetiyle «Şüphesiz o (Kur'dn) nezdindeki1 ana kitapta (sabit), çok yüce, çok kıymetli (bir kitaptır)» [423] âyetini zikreder. es-Sa'dîye göre «Ana Kitap», Levh-i Mahfuz yahut korunmuş kitaptır ki «tam olarak temizlenmemiş olanlardan başkası ona" dokunamaz.»' [424]Kur'an'ı nakleden. Ana Kitaptan onu lafzıyla taksit taksit taşımıştır. [425]
Neshin tarifi konusundaki tartışmanın kaynağı, gözetilmesi kaçınılmaz olan kelimenin kelime ve terim anlamiarı arasındaki bağı tesbif etmeye ra-cidir. Tâki Kur'an-ı Kerîm[426] âyetinde bu kelimeyi kullanıp, İslâm'da büyük öneme haiz bir meseleyi ifade ederken Arapların üslûbundan başka bir uslûb kullanmamış olsun. Kur'an her nerede kullanmışsa mutlaka hakiki manasında, ve şayet tartışma rağbeti olmasaydı herkesin içinden geçirdiği aslî manasında kullanmıştır. Ama her asırda îafzî ihtilafa ve aklî israfa sempati duyulmuştur. Bu konuda da ihtilafın menşeî bizee bundan başkası değildir. Onun için neshin tarifini yaptıklarında, «şer'î bir delil ile şer'î bîr hükmü kaldırmaktır» sözleri, bu lafzın en mükemmel istilânı tarifidir. Bu tarif, neshin izale etmek ve kaldırmak manasına geldiği Arap diline uygun düştüğü gibi aynı zamanda aneak ilimde derin olanların sır ve hikmetlerini bildikleri bilinen bazı vak'alarda apaçık ve güçlü delillerle hükmü kaldırılmış bazı şer'î nasslann mevcudiyetine de uygundur.
Neshin tarîfindeki ihtilaf, bu önemli konuda başka ihtilaf nevilerinin de bulunduğuna işaret etmektedir. Bazıları, neshi Kur'an'ın kendisine hasretmişlerdir. Kur'an'ın Kur'an'ı neshetmesinde bir sakınca yoktur. Çünkü bu konuda neshin cevazına dair aklî ve naklî deliller mevcuddur. Âlimlerin çoğunluğu, sünnetin Kur'anla neshedildiğini de kabul etmişlerdir. Sünnetle sabit olan Âşura orucunun, Kur'andaki Ramazan orucu ile neshedilişi gibi. [427]
Kur'an'ın sünnetle neshi meselesine gelince, Şafii bunu reddetmiştir. Nitekim «er-Risaİe» isimli kitabında zikredilen bir sözden de bu anlaşılmaktadır. [428] Lâkin bu meselede söz söyleyenler, Şafiî'nin ne demek istediğini anlamamışlardır. O, Kitap ve Sünneti yüceltmeyi hedef edinmiş onların biribiriyle uyum içerisinde olduklarını söylemiştir. Onlar herhangi birşeyde ihtiiaf etmezler. Eğer bir ihtilaf söz konusu ise, mutlaka benzeri biriyle {yani Kur'an Kur'anla ve sünnet sünnetle) neshedilmiştir. [429]
Sünnetin sünneti neshine gelince, âlimlerin çoğu bunda bir sakınca görmemektedir. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.) başlangıçta birşey emretmiş veya neshetmişse, her iki davranışında da Allah'tan gelen bir ilhama dayanır. [430] işlerinde «hevâsından konuşmaz. O, ancak vahyedîlen bir vahiydir.» Buna misal olarak, Rasuiuüah (s.a.v.) in, ateşin dokunduğu koyun etini yemekten dolayı abdest almasinın neshi ve artık abdest almamasını söylerler.
Ancak bir burada Kur'an'ı ilgilendiren meseleler üzerinde durduğumuz için, ancak Kur'an'ın Kur'an'la neshi meselesini ele alacağız. Tâ ki kitabımız, genel usûlî konulan efe alan bir kitap hüviyetine girmesin. Hatta Kur'an'ın Kur'anla neshi konusundaki lafzî ihtilafı da suskunlukla geçiştirmek istedik ki, Allah'ın Kitabında neshin hakikatini isbat konusunda her iki tarafın delillerini ve biribirlerini reddederken bakış açılarının tasvirini zikretme mecburiyetinde kalmayalım. Lâkin İslâmî teşrîde ve Kur'an'la ilgili çalışmalarda derin yankıları bulunan böyle bir konuyu geçiştiremezdik. İster istemez bu konudaki anlaşmazlığın temel meselelerine işaret etmeliydik.
Cumhur - Ebu Müslim el-Isfahanî [431] gelmezden önce - tereddüt göstermeden neshin cevazını kabul ediyordu. Bazılan bu hususda çok aşın gitmişse de âlimler, mensuh âyetleri sıralamada sıkıntı çekmiyordu. Lâkin Ebu Müslim nesh konusundaki görüşünü açıklayınca onu ne topluca ve ne de tafsilath olarak reddetti. O, muhakkik bir âlimdi; nesh olunmuştur denilen âyetleri okumuş ve incelemişti. O, sadece «ki ne önünden, ne ardından ona hiçbir bâtıl (yanaşıp) gelemez. (O), bütün kâinatın hamdettiği, o
Yegâne hüküm ve hikmet sahibi (Allah) tan indirilmiştir.» [432] âyetine ters düştüğünü sandığı nesh çeşitlerini reddetmiştir. Allah'ın indirdiği Kur'anî bir hükmün ortadan kaldırılmasından sakınmak için neshe tahsîs ismini vermiştir.
Lâkin âlimler Ebu Müslim ve benzerlerine karşı çıkarak onlara nesh ile tahsîs arasındaki farkı açıkladılar: Tahsisin tarifi «Âm olanı ferdlerinden bazısı üzerine hasretmektir.» Bu hasr'da ise, fertlerin bazısında hükmü hakiki manada kaldırma anlamı yoktur. Çünkü sadece bazı fertleri içine alması, ancak mecazîdir.. Âm lafzı, aslında fertlerin hepsi için konulmuştur. Onun bazı fertler üzerine hasredilmesi ancak tahsisini gösteren bir karine ile olur. Neshe gelince, onda mensuh nas, kendisi için vazedildiği hususta kullanılışı devamlıdır.. Hqt zaman için kullanılması devam eder. Sonra Allah'ın bildiği bir hikmete mebnî olarak ancak nâsih bir nasla hükmü kal-, dirilir. [433]
Tahsiste ya daha önce, ya daha sonra veya o anda sözkonusu olan bir karine gözetilir. Nesh ise, ancak mensuhtan sonra gelen bir delil ile vukubulur. Ayrıca tahsis ihbarî hükümlerde de diğerlerinde de vukubulur. Nesh İse, ihbarî hükümlerde olamaz. [434] Tahsis konusunda Kitap ve sünnetin yanında his ve akıl da delildir. Meselâ Allah Teâlâ'nın: «Erkek hırsızla kadın hırsızın ellerini kesin» [435] sözünü Rasûlullah (s.a.v.) «Ancak çeyrek dînar ve yukarısında kesme vardır.» hadîsi tahsîs etmiştir. Neshte ise, delil şer'î dolup sadece Kitap ve Sünnetindir. Tahsis ile neshin arasında mevcut olan bu farklar neticesinde, tahsisten sonra âmdan geri kalan hususlarda amel edilir. Yani tahsisten sonra âmı deül olarak getirmek bâtıl değildir. Ama mensuh nassın hükmü kaldırılan hususlarla ne amel edilir ve ne de delil olarak getirilebilir. [436]
Şayet Ebu Müslim el-lsfahanî ve benzerleri neshle tahsisi biribirine karıştırıp kendi uydurdukları tahsis lafzını Kur'an'ın açıkça zikrettiği nesh lafzına tercih etmekle Allah'a karşı edeblerini takınrnamışlarsa, ; neshin var olduğunu söyleyenlerde bu hususta aşın gitmişlerdir. Onlar da, tahsis edilen omlardan birçoğunu mensuh saymışlar ve nesh ile bedâyı, [437] .nesh ile unutturmayı ve hükümlerin neshi ile haberlerin neshini biribirine karıştıranların önüne kapıyı ardına kadar açmakla Allah'a karşı kötü edep içerisine girmişlerdir.
Tek âyeti bölümlere bölerek, âyetin evvelinin ,mensuh ve son bölümünde de nasih olduğunu söylemeleri, mübalağadan başka birşey değildir. Meselâ'«Ey iman edenler, siz nefisleriniz (ıslah etmeye) bakın. Kendiniz doğru yolu bulunca sapanlar size zarar vermez.» [438] âyetinin son tarafı, iyiliği emretmeye ve kötülükten sakındırmaya davet etmektedir. Böylece - İbnu Arabi'ye göre - bu son taraf, baş tarafta olan «siz nefislerinizi ıslah etmediniz» [439] kısmını neshetmiştir. Hatta İbnu Arabi'ye göre «Sen (güçlülüğü değii) kolaylığı (sağlayan) yolu tut. İyiliği emret. Cahillerden yüz çevir.» [440] âyetinin evveli ve sonu mensuh, orta kısmı ise, muhkemdir. [441]
Kur'an'ın ortadan kaldırdığı cahiliyet âdet ve geleneklerini de mensuh arasına sokmaları hayret verici mübalağadandır. Babanın hanımlarının haram kılınması [442]diyetin emrediimesi,[443] kısas[444] boşamanın üçe hasredilmesi,' [445] bizden önceki dinlerin hükmü kaldırılan emirleri: Daha önce haram kılınan bazı yiyeceklerin helal kılınması gibi. Âlimlerden muhakkik olanlar bütün bu hususların neshe girmediği görüşündedirler. Şayet bunların hepsi nesh konusuna girmiş olsaydı, Kur'an'tn hepsi ona girerdi: Çünkü Kur'an'ın tamamı veya büyük çoğunluğu, daha önceki kâfirlerin üzerinde bulundukları davranışları ortadan kaldırmaktadır. Oysa nâ-sih ve mensuh, bir âyetin, başka bir âyetin hükmünü kaldırması şeklinde olmalıdır. [446]
Kur'an âyetlerinde neshi keşfetmeye olan düşkünlük onları metod bakımından bir takım hatalara sürüklemiştir. Halbuki onlara yakışan bu gibi hatalara düşmemeleriydi ve bundan sakınmalarıydı. Tâ ki cahiller bunları Allah'ın Kitabına yüklemeyeydî. Kur'anîliğin ısbatı için tevatürün mutlaka gerekli olduğu hiçkimse için gizli değildir. Ayrıca biliyorlardı ki, âhâd haberler zannîdir, kesin değildir. Ama bununla birlikte Kur'an'daki neshi üçe ayırmışlardır: a- Manası mensuh, lafzı bakî, b- Lafzı mensuh manası bakî ve c- Hem manası ve hem de lafzı mensuh.. Birinci nevi neshi diledikleri kadar çoğaltsınlar. Çünkü Kur'anî nassa yakından - uzaktan bir zararları dokunamaz. Çünkü âyetin okunuşu nesholunmamış, Allah'ın bildiği tevbi-yevî ve teşriî sır ve hikmetlere binaen hükmü kaldırılmıştır. Ama garip cüret, ikinci ve üçüncü nevi nesihtir ki, burada - onların iddiasına göre- belli âyetlerin lafızları ya manaları ile birlikte nesholunmuştur veya manaları hariç lafızları nesholunmuştur.
Onların bu yaptıklarını gözden geçiren hemen içine düştükleri hatanın farkına varacaktır. Çünkü meselelerin nevilere taksim edilebilmesi için her nevin pek çok veya yeterli derecede de misalleri olmalıdır. Tâ ki ondan bir kural çıkarmak mümkün olabilsin. Halbuki nesh âşıkları bu iki nevi neshe ancak bir veya iki misal getirebilirler. [447] Kaidı ki bu iki neshe getirdikleri misallerin hepsi âhâd haberlerdendir. Halbuki birşeyin Kur'an'dan olduğunu veya neshedildiğini söyleyebilmek için «âhâd haberlere itimat etmek caiz değildir. Bu konuda âhâd haberler delil olamaz.» [448] İbnu Zufer [449] «el-Yenbû» isimli kitabında bu isabetli görüşü benimsemiş ve bu nevinin, lafzı nesholandan oluşunu reddetmiş ve şöyle demiştir: «Çünkü âhâd haber, Kur'an'ı ısbat edemez.» [450]
Nesh âşıklarının, zannî âhad haberlerden çıkardıkları bu neviler yetmiyormuş gibi, daha da aşırı gidip her yolu denemeye kalkışıp nihayet nâsihin
Lafzıyla birlikte manası da neshoiunmuşa misal ise, Hz, Aişe'den yapılan meşhur rivayettir.
de neshedilebileceğini ileri sürmüşlerdir. Buna misal olarak da: «Sizin dininiz size, benim dinim bana» [451] âyetini zikrederler. Onların iddiasına göre bu âyeti, «müşrikleri öldürün» [452] neshetmiştir. Sonra bu emir de, «... hak dinini din olarak kabul etmeyen kimselerle, zelH ve hakîyr olarak kendi el(ler)iy!e cizye verecekleri zamana kadar, savaşın.» [453] sözüyle nesholunmuştur. heri sürdükleri bu misalin en komik tarafı, cizye âyetinin Ehİ-iKitabf ilgilendirdiğidir. Ehi-iKitap hakkında inen bir âyet nasıl o!up da müşriklerle ilgili olarak inen bir âyeti neshedîyor? [454]
Bazı âlimlerin nâsih ve mensuh konusundaki mübalağaları, bedahete ters düştüğü gibi eşyanın mantığına da aykırıdır: İşte Hîbetuliah Selâme [455] «cel-İnsan» süresindeki neshten bahsederken iki âyetle bir âyetin bir kısmı hariç [456] bütün âyetlerinin muhkem olduğunu söyler. Görünen o ki, bir âyetin bir kısmından kasdı, «Yemeğe olan»[457] sevgilerine ve iştahlarına) rağmen «esiri» kelimesi mensuhtur. Bundan maksat, kıble ehli olmayan müşrik esirlerdir. Ona göre seyf âyeti ile müşrik esirlerin yedirilmesi neshedilmîştir. [458]
İbnu Seiâme'nin «en-Nasih ve'l-Mensuh» kitabıonun yanında okundu. Kizı da orada hazır bulunuyordu. Bu konuya geldiğinde, babasının neshe olan düşkünlüğünün ona İslâmda sabit oian hatta bütün dinlerin ittifak ettiği ahlâkî bir kuralı unutturduğunu gören tazı dehşete kapıldı ve: Baba bu kitapta yanılmışsın, dedi. Babası ona: Nasıl? diye sordu. Kızı şöyle dedi: Bütün müslümanlar, esirin açlıktan ölüme terkedilrneyip yedirileceği hususunda icma etmişlerdin Babası: Doğru söylüyorsun, karşılığın) verdi. [459]
Nasihin mensuhu neshettiğini inkâr edenler bunun tahsis olduğunu söylemişlerse, nesh taraftarları da aksine davranarak mahsusu da mensuh arasında saymışlardır. Nice âyet istisna [460] ve gaye edatiyla veya başka bir âyetle tahsis edilmiş ama onlar onun yukarısıyla ilişkisine ve metin içerisindeki yerine aldırmadan ona nesh karakterini vermişlerdir, es-Suyutî [461] şöyle demektedir: «Bir kısmı da mahsus kısmındandır, metisuh kısmından değil. İbnu'l-Arabı onu ayıklamaya önem vermiş ve bunu başarmıştır. Nitekim o şöyle demektedir: «Muhakkak insan kesin bir ziyandadır.
Ancak iman edenlerle güzel güzel amel (ve hareket) lerde bulunanlar.....böyle değil.» «Şairler(e gelince), onlara (ifrata) mübalağaya düşegeldikte-rini ve hakikaten yapmayacakları şeyleri söyler (insanlar) olduklarını görmedin mi-? Ancak iman edip de iyi iyi amel (ve hareket) de bulunanlar, Allah'ı çok zikredenler ve zulme uğratıldıklarından sonra öçlerini alanlar böyle değildir.» [462] «Allah'ın emri gelinceye kadar şimdilik onları bırakın, serzeniş de etmeyin.» [463] Bu ve buna benzer istisna ve nihayet edatları ihtiva eden âyetleri mensuh Grasina sayanlar hata içerisindedir.» [464] O, yine şöyle der: « (Ey mü'minler) Allah'a eş tanıyan kadınlarla (müşriklerle) onlar imana gelinceye kadar, evlenmeyin.» [465] âyetinin «.... kendilerine sizden evvel kitap verilenlerden yine hür ve iffetli kadınlar...» [466] âye-îiyie neshedildiğini söylemek de yanlış olup aksine bu son âyet birincisini tahsis etmiştir.»
Hatta Mensuhun sayısını kabartanların mensuhtur dedikleri pek çok âyetin ne neshle ne de tahsisle bir ilişkisi vardır. [467] «... kendilerine nzık olarak verdiğimizden de (Allah yolunda) harcarlar» [468] âyeti İle zekat dışında Allah yolunda harcamayı tavsiye eden âyetlerin hepsinin farz otan zekâtı emreden âyetle neshedildiğini- söyleyenleri [469] buna misal olarak verebiliriz. Oysa muhakkik âlimler infâk âyetinin, muttaki kimseleri övme sadedinde bir haber olduğu ve bunun zekâtla açıklanabileceği gibi aileye intak ve yardım etme ve misafir için harcama şeklinde de açıklanması mümkün olduğu, bunun zekat dışında vacip bir nafaka olduğuna delâlet eden bir delilin bulunmadığı görüşündedirler. [470]
Basit düşünceli bazı müfessirlerin «Allah, hakimlerin hakimi değil mi?»[471] âyetinin, seyf (kılıç) âyetinin neshettiği âyetler arasında olduğunu sanmaları da bu nevidendir. Bu âyetle ne kadar da âyet neshetmişler! [472] Halbuki bu âyet ne neshi, ne de tahsisi kabul eder. Alİah her zaman için hakimlerin hakimidir... [473]Hiç şüphesiz nesh düşüncesinin bu müfessirlerin kafasında tahayyül edilmesi, her ne kadar burada neshi iş'ar eden ifadelerini inceltmeye gayret etseler de Allah'a karşı bir sui edebtir. Öyle ki onlardan biri şöyle diyor: Bu âyetin lafzı değil, manası mensuhtur. Seyf âyeti manasını neshetmiştir. Sanki Allah Teâiâ şöyie demiştir: Onları bırak ne yapsalar yapsınlar. [474]
Lâkin nesh taraftarlarının, araştırma ve te'vil konusunda karşılaştıklarının neshten çok inşâ (sonraya bırakma)ya daha yakın olduğunu bile bile nâsih ve mensuh sayısını çoğaltırken meseleye ciddiyetle eğiimemeleri Allah'a karşı gerçek bir edepsizliktir. Bir sebep için emredilip sonra sebebi ortadan kalkanı da mensuh arasında saymışlardır. Müslümanlar zayıf ve sayıca az iken, Allah'a kavuşmayı uman kimselere sabır ve af dilemenin emredilip [475] sonra bunun seyf âyeti ile neshedilmesi gibi. Halbuki bunun nesh ile bir ilişkisi yoktur. Bu bir nevi nes' olup ihtiyaç anına kadar hükmü açıklamayı ertelemektir. Nitekim Allah Teâlâ « l^; /\ » «sonraya bırakırız» [476] demektedir. Nesh hakkında ciddi bir araştırmada bulunan, bu konuda sıralanan âyetlerin çoğunun nes' ite ilgili veya mücmel hükmü açıklayan âyetler olduğunu görecektir. [477] Savaşma emri, müslümaniar güç-leninceye kadar ertelenmiştir. Güçsüz oldukları zaman ise, eziyyete sabretmekle emroiunmuşlardır. [478] Bu konuda şu yorumu yapan ez-Zerkeşf gayet yerinde bir yorum yapmıştır: «Bu tahkikten, müşriklere karşı gevşek davranmayı emreden âyetlerin hepsinin seyf âyeti ile mensuh olduğunu söyleyen pek çok müfessirin bu görüşlerinin zayıflığı ortaya çıkmaktadır. Mensuhtur dedikleri bu âyetler neshfe değü, nes' ile ilgilidir. Yani, o hükmü ilgilendiren bir illetten dolayı belli bir zamana kadar o hükme uyma emredilmiş ve illet kalktıktan sonra başka bir hüküm devreye girmiştir. Görüldüğü gibi bu nesih değil, nes'tir. Çünkü nesih, bir daha uyulması caiz olmayacak şekilde de hükmü kaldırmaktır. [479]
İsiâmın - müslümanlara şefkat ve acıma duygusuyla-davetin başlangıcında Allah Teâlâ'nin «Ey iman edenler, siz nefisleriniz (i ıslah etmey) e bakın. Kendiniz doğru yolu bulunca sapanlar size zarar vermez.» [480] buyurması, sonra İsiâm dâvası güçlendiğinde onlara iyiliği emredip kötülükten sakındırmayı ve bu yolda savaşmayı emretmesi yine neshle ilgili olmayıp nes'le iigilidir. Allah {c.c.) Peygamber (s.a.v.) ile mü'minleri kuşatan her zaman ve şartlara uygun olanı göndermiştir. Bu durum bazı âlimlerin. Peygamber (s.a.v) in «İslâm garip olarak başladı ve tekrar garip olarak dönecektir.» [481] hadisi tahakkuk edip müslümanlar zayıf düşünce münker ehli ile savaşmaktan vazgeçip onlarla barış içerisinde yaşamanın gerekli olduğuna dair fetva vermelerine sebep olmuştur.
Yine « (Velilerden) kim zengin ise (yetimin malını yemeye tenezzül etmesin) kaçınsın. Kim de fakir ise o halde örfe göre (birşey) yesin.» [482] âyetini mushaf'ın mevcud tertibinde ondan daha sonra olan: «Gerçek, yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.»[483] âyetini neshettiğini söylerler ki, burada da nâsih-mensuh sözkonusu değildir.. Aksine birinci âyette yetimlerin malından yenildiğinde zulüm sayılmayacak durum açıklanmaktadır. [484]
Ne gariptir ki bazı müfessirler haberleri ihtiva eden hususlarda da neshi söylemekten geri kalmamışlardır. Halbuki akıl, davranış ve bu arada geçen sözleri ihtiva eden vukuu sabit bir olayda neshin vukuunu hiç bir zaman mümkün göremez. Buna misal, seyf âyetinin, «insanlara güzellikle söyleyin,» [485] âyetini de neshettiğini ileri sürmeleridir,. Halbuki bu söz, âyetin siyakından da anlaşılacağı gibi, israiioğullarından alınan teminatlar arasında zikredilmiştir. [486]
Nesh âşıkları, uzun müddet kendileriyle amel edildiği halde daha sonra neshedilen âyetler üzerindeki perdeyi aralama yansında nihayet bir âyet buldular?! -Keşke bulmaz oiaydılar!- Onlara göre neshedümeden önce onaltı yıi yürürlükte kalan el-Ahkaf süresindeki: «De ki: «Ben peygamberlerden ilk defa (gelmiş biri} değilim. Bana ve size ne yapılacağın; bilmem.» [487] âyetinin e!-Feth sûresinin baş taraftaki âyetîeriyle neshedildiğini söylerler. İbnu Seleme'ye göre bu âyetin baş tarafı muhkem ama «Bana ve size ne yapılacağını bilmem.» kısmı mensuhtur. Ona göre Rasululiah (s.a.v.) Mekke'de on yıl bu âyetle amel etmiş ve müşrikler bundan dolayı onu ayıp-lamışlarrdır. Daha sonra Medine'ye hicret etmiş ve altı yıi boyunca yine onu ayıpiamışlardır. Müşrikler şöyle diyorlardı: Ne kendisine ve ne de etbaına ne yapılacağını '(akıbetlerinin ne olacağını) bilmeyen birine nasıl tabi olabiliriz? Daha sonra ei-Feth sûresinin baştaraftaki âyetleriyle bu âyet nes-hedümiş ve müşrikler Peygamber (s.a.v.) in artık kendisine ve ashabına ne yapılacağını bildiği neticesini çıkarmışlardır. [488]
Allah'ın kelâmını nesh, neshedümeden önce mensuhun geçerli kaldığı müddetin tesbiti ve âyetlerin indiği zaman iie daha sonra hükümleri başka âyetler ile değiştirilmesi gibi hususlarda gösterilen gevşeklik, başkalarının, bu korkunç nesh karaltısını Allah Kitabından uzak tutmaya çalışmalarına sebep olmuştur. Sanki onlara göre nesh, bedâ' derecesindedir. Yahut -en azından- bedâ ile ifade edilebilecek durumdadır. Her yer ve zamanda hikmet dolu nesh ile bütün çirkinlik ve cehalete dalâleti mtiva eden bedâyı bi-ribirine karıştırmaları için cahillere izin vermektir!
Bedâ, bir görüş ileri sürdükten sonra başka görüşü tercih eden kişiden sadır. olur. [489] Daha önce yahudiler de, bedâya kail olma durumuna düşmemek için neshi kabul etmekten kaçınmışlardı. Âyet indikten ve onun-
ia amel edildikten sonra neshediimesinî, Allah'ın daha önce bilmediği bir şeyi sonradan öğrenip hükümleri ona göre değiştirmesi şeklinde sandılar. Böyle bîr şey ise, Aliah İçin caiz değildir. Bazı müslüman araştırmacılar da, yahudilerin bu zannına kapılarak neshten sakındılar ve onu bedâ gibi kabul ettiler. -Hele müfessirlerin hiç bir deüle dayanmadan neshin sa-yısmı kabarttıklarına şahit olduktan sonra.- Aslında her iki taraf da aşırı gitmiştir. Ne nesh taraftarlarının, nesh sayısını çoğaltmaya ve andan olmayanı onun şümulüne dahil etmeye haklan vardı ve ne de neshi reddedenlerin,.ona delâlet eden âyetler ve onu ısbatlayan vakıalar bulunduğu holde ona karşı çıkmaya ve onu bedâya benzetmeye hakları vardı. ,
Neshi inkâr edenler - ez-Zerkânî'nin de dediği gibi [490] şunu unutuyor yahut unutuyor görünüyorlar: «Allah Teâlâ bazı hükümlerini bazılarıyla nes-hedince daha önce kendisince gizli olan birşey ortaya çıkmış ve daha önce mevcut olmayan yeni bir görüşe sahip olmuş değildir. Ailah, kullarına onları emretmeden önce, nâsihi de, mensuhu da biliyordu. Onun bu bilgisi ezelîdir. Yaratıklar yaratılmazdan önce gök ve yer henüz yok iken mevcuttu. Ancak - hikmetinin bir gereği olarak - biliyordu ki, neshedilen ilk hüküm, belli bir zamana kadar devam edecek bir hikmet veya maslahata uygun idi. Bunun yanında, belli zamanda yine hikmet ve maslahata mebni olarak nâsih hükümün geleceğini de biliyordu. Hiç şüphesiz hikmet ve maslahatlar her insana göre farklıdır. İnsanların içinde bulundukları şart ve durumlar yenilendikçe o da yenilenir. Ayrıca ahkâm ile hikmetleri ve insanlarla maslahatları beraberdir. Nâsih olanlar da mensuh olanlar da Allah tarafından daha önceden biliniyordu. 0'n.un için hiç birşey gizli değildir. Nesh hususunda yeni olan, Allah'ın bildiğini kullarına açıklamasıdır, yoksa daha sonra başka bir kanaate sahip olması değildir,»
Kaidıki, nâsih ile mensuhu kendisiyle bildiğimiz metod, nesih ile bedâ-yı, tahsis, inşa', veya mücmeli açıklamayı biribirine karıştıracak bir metod değildir. Çünkü neshin dayanağı Rasulullah (s.a.v.) veya bir sahabîden, «şu âyet, şu âyetle neshedildi» şeklinde sarih bir nakildir. Ayrıca ancak kesin çelişki ve hangi âyetin daha önce ve hangisinin daha sonra indiğini tesbit etmek için tarihî bilgi mevcut olduktan sonra neshe hüküm verilir. Nesh hususunda avamdan bir müfessirin hatta müctehidlerden bir müctehidin sözü muteber değildir. Sahih bir nakil ve belli bir çelişkinin mevcuduyeti şarttır. Çünkü nesih, Rasûlüilah (s.a.v.) zamanında kesinleşen bir hükümün kaldırılmasını ve yerine başka bir hükmün ısbatını ihtiva eder. Onda re'y ve içtihada değil, nakil ve tarihe itimat edilir. [491] Âlimierden muhakkik olanlar, müfessirlerin nesh olarak sandıklarından çoğunun «neshle ilişkisinin olmadığını, nes' ve geciktirme, ya da mücmel olup. ihtiyaç hasıl oluncaya dek açıklaması ertelenmiş ya başka bir hitabın araya girdiği bir hitap olduğunu, ya umûmu tahsis olduğunu tasrih etmişlerdir. Hitabın pek çok çeşiti
vardır. Nesh olmadığı halde bazılarını neshin çerçevesine sokmuşlardır. .Kur'an, biribirini destekler. Onun korunmasını Allah tekeffül etmiştir: «Zikri (Kur'an'ı) biz indirdik. Onu koruyacak olan da biziz.» [492]
Neshi çoğaltanlar neshi ihtiva eden ve etmeyen sûrelerin taksimatını yapınca şöyle bir taksimatta bulunmuşlardır: İçinde nâsrh ve mensuh bulunmayan sûreler: 43 tane. Nâsihi ihtiva ettiği halde mensuhu ihtiva etmeyen sûreler: 6 tane. Mensuhu ihtiva ettiği halde nâsih ihtiva etmeyen sûreler: 40 tane. Hem nâsih ve hem de mensuh bulunduran sûreler: 31 tane.[493] Bu taksimatta geçen sûrelerin isimleri bizi ilgilendirmiyor. Çünkü bu isimler aşırı ve zorlanmadan doğan fasit bir temele dayanan bir taksimatın sonucudur. Neshten haii olan muhkem sûrelerin - bu taksimata göre -. kırküç sûreden fazla olmaması onun ne kadar yanlış olduğunu göstermeye yeterlidir. Sanki Kur'an'da aslolan muhkem olma değil de neshtir. Yine sanki Kur'an sûrelerinde asi olan, nâsih veya mensuhu ihtiva etmeleridir!
Gerçek o ki, Kur'an âyetlerinin hepsinde asi olan nesh değil, muhkem oimaktır. Ancak apaçık bir delil bulunur ve ondan başka çıkar yol bulunmadığında nesh söz konusu olur. Muhakkik âlimler, mensuh olduğu söylenen âyetleri çeşitli yönleriyle araştırarak sayılarını nihayet çok az bir miktara indirmişlerdir. Hatta başkaları bu az sayının kendisini de tahkik ederek bunlardan bir kısmının da muhkem olup neshle ilgilerinin bulunmadığını söylemiş ve mensuh sayısını daha az sayıya hasretmişlerdir. Mesela es-Suyûtî, bazıları ihtilaflı'olmak üzere yirmibir âyette neshin sözkonusu olduğunu söyler. [494] Daha sonra isti'zan ile kaseme âyetini [495] bunlardan istisna edip esahha göre bunların muhkem olduklarını belirtir. Böylece ona göre mensuh âyetlerin sayısı ondokuzdan fazla değildir. Şayet konuyu uzatmamış olsaydık âyetleri teker teker ele alacak ve bunlardan mensuh olmaya elverişli olan âyetlerin on âyetten fazla olmadığını görecektik. Ancak bunu okuyucuya havale etmeyi tercih ettik. Okuyucu anlattıklarımızın ışığı altında es-Suyûtî'nin zikrettiği âyetleri teker teker ele alıp incelesin, bunu kendisinin de farkedeceğini umuyoruz. Görecektir ki, bu âyetlerin bir kısmı tahsise yahut açıklaması sonraya bırakılmış mücmele veya inşâya girmiş olup, geri kalanlar ise, ancak neshe girebilir. Herşeye Kadir olan Aliah bu mensuh âyetlerden daha güzelini veya benzerini onların yerine indirmiştir. [496]
«Kur'an'ın Taksit Taksit indirilişi ve Bunun Sırları» faslında vahyin hemen teşri konularını getirmediğini, aksine. Peygamber (s.a.v.) in kalbine peyderpey, olay ve vak'alarla birlikte tedrici olarak indirildiğini görmüştük. Bu tedrîcîük aynı zamanda duygusal âdetlerle içtimaî gelenekleri de kapsamıştır. Kur'an bu Konularda aceleci bir tavır takınmamış, zamanı kollamış ve planlamayla birlikte bu gecikmenin daha yararlı olacağına inanmıştır. O biliyordu ki, acelecilik, anarşi ve kargaşanın doğmasına sebeptir.
Biribirini takip eden Kur'an'ın Mekkî ve Medenî merhalelerini incelerken bu adımlara ışik veren onları dikkatle tesbit ve çizmeye yardımcı olan Kur'anî bir ilme şiddetle ihtiyaç vardır: Bu ilim, vahyin nüzulünde bir nevî tedriç olarak kabul edeceğimiz nâsih ve mensuh ilmidir. Onun sahih olanını tesbit, Kur'an'dan önce ve sonra nazil olanı belirlemeyi kolaylaştırır. İnsanları eğitme hususunda Allah'ın hikmetinin bir yönünü görmemize yardımcı olur. Kur'an'ın hakiki kaynağını idrak etmemizi sağlar: O da, âlemlerin Rabbı Allah'tır. Çünkü O, dilediğini siler ve dilediğini bırakır. Bir hükmü kaldırır ve onun yerine başkasını ikâme eder. Bunu yaparken de hiçbir yaratığın, hatta peygamberlerin sonuncusunun bile etkisi olmaz.
Neshin terim olarak ne anlama geldiği hususunda âlimler uzun tartışmalarda bulunmuşlardır. Bunun sebebi, nesh kelimesinin birkaç mânâya gelmesidir. Bu kelime izale etmek (yok etmek) mânâsına gelir. Yüce Allah'ın şu âyetinde bu anlamda kullanılmıştır: Nihayet Ailah, şeytanın ikna edeceği (o fitneyi) giderir, ibtal eder. Yine Allah âyetlerini sabit (ve mahfuz) kılar.» [416] Yer değiştirmek mânâsına gelir. Şu âyette olduğu gibi jteC «Biz bir âyeti diğer bir âyetin yerine getirdiğimiz vakit...»[417] Tahvil mânâsına gelir. Mirasçıların tenasühü gibi [418]. Ayrıca bir şeyi bir yerden başka bir yere taşımak anlamına gelir. Bir kitaptaki lafızların ve yazının benzeri başka bir kitaba nakledildiğinde denir. [419] Bazı 'âlimler bu son vechi reddederler. Çünkü burada nakleden, naklettiğini lafzıyla getirmiyor, başka lafızla getiriyor. [420] Lâkin es-Sa'ds [421] bu görüşü kabul eder ve buna delil olarak «Şüphe yok ki neler yapıyor idiyseniz biz (hepsini meleklere) yazdırıyorduk. [422] âyetiyle «Şüphesiz o (Kur'dn) nezdindeki1 ana kitapta (sabit), çok yüce, çok kıymetli (bir kitaptır)» [423] âyetini zikreder. es-Sa'dîye göre «Ana Kitap», Levh-i Mahfuz yahut korunmuş kitaptır ki «tam olarak temizlenmemiş olanlardan başkası ona" dokunamaz.»' [424]Kur'an'ı nakleden. Ana Kitaptan onu lafzıyla taksit taksit taşımıştır. [425]
Neshin tarifi konusundaki tartışmanın kaynağı, gözetilmesi kaçınılmaz olan kelimenin kelime ve terim anlamiarı arasındaki bağı tesbif etmeye ra-cidir. Tâki Kur'an-ı Kerîm[426] âyetinde bu kelimeyi kullanıp, İslâm'da büyük öneme haiz bir meseleyi ifade ederken Arapların üslûbundan başka bir uslûb kullanmamış olsun. Kur'an her nerede kullanmışsa mutlaka hakiki manasında, ve şayet tartışma rağbeti olmasaydı herkesin içinden geçirdiği aslî manasında kullanmıştır. Ama her asırda îafzî ihtilafa ve aklî israfa sempati duyulmuştur. Bu konuda da ihtilafın menşeî bizee bundan başkası değildir. Onun için neshin tarifini yaptıklarında, «şer'î bir delil ile şer'î bîr hükmü kaldırmaktır» sözleri, bu lafzın en mükemmel istilânı tarifidir. Bu tarif, neshin izale etmek ve kaldırmak manasına geldiği Arap diline uygun düştüğü gibi aynı zamanda aneak ilimde derin olanların sır ve hikmetlerini bildikleri bilinen bazı vak'alarda apaçık ve güçlü delillerle hükmü kaldırılmış bazı şer'î nasslann mevcudiyetine de uygundur.
Neshin tarîfindeki ihtilaf, bu önemli konuda başka ihtilaf nevilerinin de bulunduğuna işaret etmektedir. Bazıları, neshi Kur'an'ın kendisine hasretmişlerdir. Kur'an'ın Kur'an'ı neshetmesinde bir sakınca yoktur. Çünkü bu konuda neshin cevazına dair aklî ve naklî deliller mevcuddur. Âlimlerin çoğunluğu, sünnetin Kur'anla neshedildiğini de kabul etmişlerdir. Sünnetle sabit olan Âşura orucunun, Kur'andaki Ramazan orucu ile neshedilişi gibi. [427]
Kur'an'ın sünnetle neshi meselesine gelince, Şafii bunu reddetmiştir. Nitekim «er-Risaİe» isimli kitabında zikredilen bir sözden de bu anlaşılmaktadır. [428] Lâkin bu meselede söz söyleyenler, Şafiî'nin ne demek istediğini anlamamışlardır. O, Kitap ve Sünneti yüceltmeyi hedef edinmiş onların biribiriyle uyum içerisinde olduklarını söylemiştir. Onlar herhangi birşeyde ihtiiaf etmezler. Eğer bir ihtilaf söz konusu ise, mutlaka benzeri biriyle {yani Kur'an Kur'anla ve sünnet sünnetle) neshedilmiştir. [429]
Sünnetin sünneti neshine gelince, âlimlerin çoğu bunda bir sakınca görmemektedir. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.) başlangıçta birşey emretmiş veya neshetmişse, her iki davranışında da Allah'tan gelen bir ilhama dayanır. [430] işlerinde «hevâsından konuşmaz. O, ancak vahyedîlen bir vahiydir.» Buna misal olarak, Rasuiuüah (s.a.v.) in, ateşin dokunduğu koyun etini yemekten dolayı abdest almasinın neshi ve artık abdest almamasını söylerler.
Ancak bir burada Kur'an'ı ilgilendiren meseleler üzerinde durduğumuz için, ancak Kur'an'ın Kur'an'la neshi meselesini ele alacağız. Tâ ki kitabımız, genel usûlî konulan efe alan bir kitap hüviyetine girmesin. Hatta Kur'an'ın Kur'anla neshi konusundaki lafzî ihtilafı da suskunlukla geçiştirmek istedik ki, Allah'ın Kitabında neshin hakikatini isbat konusunda her iki tarafın delillerini ve biribirlerini reddederken bakış açılarının tasvirini zikretme mecburiyetinde kalmayalım. Lâkin İslâmî teşrîde ve Kur'an'la ilgili çalışmalarda derin yankıları bulunan böyle bir konuyu geçiştiremezdik. İster istemez bu konudaki anlaşmazlığın temel meselelerine işaret etmeliydik.
Cumhur - Ebu Müslim el-Isfahanî [431] gelmezden önce - tereddüt göstermeden neshin cevazını kabul ediyordu. Bazılan bu hususda çok aşın gitmişse de âlimler, mensuh âyetleri sıralamada sıkıntı çekmiyordu. Lâkin Ebu Müslim nesh konusundaki görüşünü açıklayınca onu ne topluca ve ne de tafsilath olarak reddetti. O, muhakkik bir âlimdi; nesh olunmuştur denilen âyetleri okumuş ve incelemişti. O, sadece «ki ne önünden, ne ardından ona hiçbir bâtıl (yanaşıp) gelemez. (O), bütün kâinatın hamdettiği, o
Yegâne hüküm ve hikmet sahibi (Allah) tan indirilmiştir.» [432] âyetine ters düştüğünü sandığı nesh çeşitlerini reddetmiştir. Allah'ın indirdiği Kur'anî bir hükmün ortadan kaldırılmasından sakınmak için neshe tahsîs ismini vermiştir.
Lâkin âlimler Ebu Müslim ve benzerlerine karşı çıkarak onlara nesh ile tahsîs arasındaki farkı açıkladılar: Tahsisin tarifi «Âm olanı ferdlerinden bazısı üzerine hasretmektir.» Bu hasr'da ise, fertlerin bazısında hükmü hakiki manada kaldırma anlamı yoktur. Çünkü sadece bazı fertleri içine alması, ancak mecazîdir.. Âm lafzı, aslında fertlerin hepsi için konulmuştur. Onun bazı fertler üzerine hasredilmesi ancak tahsisini gösteren bir karine ile olur. Neshe gelince, onda mensuh nas, kendisi için vazedildiği hususta kullanılışı devamlıdır.. Hqt zaman için kullanılması devam eder. Sonra Allah'ın bildiği bir hikmete mebnî olarak ancak nâsih bir nasla hükmü kal-, dirilir. [433]
Tahsiste ya daha önce, ya daha sonra veya o anda sözkonusu olan bir karine gözetilir. Nesh ise, ancak mensuhtan sonra gelen bir delil ile vukubulur. Ayrıca tahsis ihbarî hükümlerde de diğerlerinde de vukubulur. Nesh İse, ihbarî hükümlerde olamaz. [434] Tahsis konusunda Kitap ve sünnetin yanında his ve akıl da delildir. Meselâ Allah Teâlâ'nın: «Erkek hırsızla kadın hırsızın ellerini kesin» [435] sözünü Rasûlullah (s.a.v.) «Ancak çeyrek dînar ve yukarısında kesme vardır.» hadîsi tahsîs etmiştir. Neshte ise, delil şer'î dolup sadece Kitap ve Sünnetindir. Tahsis ile neshin arasında mevcut olan bu farklar neticesinde, tahsisten sonra âmdan geri kalan hususlarda amel edilir. Yani tahsisten sonra âmı deül olarak getirmek bâtıl değildir. Ama mensuh nassın hükmü kaldırılan hususlarla ne amel edilir ve ne de delil olarak getirilebilir. [436]
Şayet Ebu Müslim el-lsfahanî ve benzerleri neshle tahsisi biribirine karıştırıp kendi uydurdukları tahsis lafzını Kur'an'ın açıkça zikrettiği nesh lafzına tercih etmekle Allah'a karşı edeblerini takınrnamışlarsa, ; neshin var olduğunu söyleyenlerde bu hususta aşın gitmişlerdir. Onlar da, tahsis edilen omlardan birçoğunu mensuh saymışlar ve nesh ile bedâyı, [437] .nesh ile unutturmayı ve hükümlerin neshi ile haberlerin neshini biribirine karıştıranların önüne kapıyı ardına kadar açmakla Allah'a karşı kötü edep içerisine girmişlerdir.
Tek âyeti bölümlere bölerek, âyetin evvelinin ,mensuh ve son bölümünde de nasih olduğunu söylemeleri, mübalağadan başka birşey değildir. Meselâ'«Ey iman edenler, siz nefisleriniz (ıslah etmeye) bakın. Kendiniz doğru yolu bulunca sapanlar size zarar vermez.» [438] âyetinin son tarafı, iyiliği emretmeye ve kötülükten sakındırmaya davet etmektedir. Böylece - İbnu Arabi'ye göre - bu son taraf, baş tarafta olan «siz nefislerinizi ıslah etmediniz» [439] kısmını neshetmiştir. Hatta İbnu Arabi'ye göre «Sen (güçlülüğü değii) kolaylığı (sağlayan) yolu tut. İyiliği emret. Cahillerden yüz çevir.» [440] âyetinin evveli ve sonu mensuh, orta kısmı ise, muhkemdir. [441]
Kur'an'ın ortadan kaldırdığı cahiliyet âdet ve geleneklerini de mensuh arasına sokmaları hayret verici mübalağadandır. Babanın hanımlarının haram kılınması [442]diyetin emrediimesi,[443] kısas[444] boşamanın üçe hasredilmesi,' [445] bizden önceki dinlerin hükmü kaldırılan emirleri: Daha önce haram kılınan bazı yiyeceklerin helal kılınması gibi. Âlimlerden muhakkik olanlar bütün bu hususların neshe girmediği görüşündedirler. Şayet bunların hepsi nesh konusuna girmiş olsaydı, Kur'an'tn hepsi ona girerdi: Çünkü Kur'an'ın tamamı veya büyük çoğunluğu, daha önceki kâfirlerin üzerinde bulundukları davranışları ortadan kaldırmaktadır. Oysa nâ-sih ve mensuh, bir âyetin, başka bir âyetin hükmünü kaldırması şeklinde olmalıdır. [446]
Kur'an âyetlerinde neshi keşfetmeye olan düşkünlük onları metod bakımından bir takım hatalara sürüklemiştir. Halbuki onlara yakışan bu gibi hatalara düşmemeleriydi ve bundan sakınmalarıydı. Tâ ki cahiller bunları Allah'ın Kitabına yüklemeyeydî. Kur'anîliğin ısbatı için tevatürün mutlaka gerekli olduğu hiçkimse için gizli değildir. Ayrıca biliyorlardı ki, âhâd haberler zannîdir, kesin değildir. Ama bununla birlikte Kur'an'daki neshi üçe ayırmışlardır: a- Manası mensuh, lafzı bakî, b- Lafzı mensuh manası bakî ve c- Hem manası ve hem de lafzı mensuh.. Birinci nevi neshi diledikleri kadar çoğaltsınlar. Çünkü Kur'anî nassa yakından - uzaktan bir zararları dokunamaz. Çünkü âyetin okunuşu nesholunmamış, Allah'ın bildiği tevbi-yevî ve teşriî sır ve hikmetlere binaen hükmü kaldırılmıştır. Ama garip cüret, ikinci ve üçüncü nevi nesihtir ki, burada - onların iddiasına göre- belli âyetlerin lafızları ya manaları ile birlikte nesholunmuştur veya manaları hariç lafızları nesholunmuştur.
Onların bu yaptıklarını gözden geçiren hemen içine düştükleri hatanın farkına varacaktır. Çünkü meselelerin nevilere taksim edilebilmesi için her nevin pek çok veya yeterli derecede de misalleri olmalıdır. Tâ ki ondan bir kural çıkarmak mümkün olabilsin. Halbuki nesh âşıkları bu iki nevi neshe ancak bir veya iki misal getirebilirler. [447] Kaidı ki bu iki neshe getirdikleri misallerin hepsi âhâd haberlerdendir. Halbuki birşeyin Kur'an'dan olduğunu veya neshedildiğini söyleyebilmek için «âhâd haberlere itimat etmek caiz değildir. Bu konuda âhâd haberler delil olamaz.» [448] İbnu Zufer [449] «el-Yenbû» isimli kitabında bu isabetli görüşü benimsemiş ve bu nevinin, lafzı nesholandan oluşunu reddetmiş ve şöyle demiştir: «Çünkü âhâd haber, Kur'an'ı ısbat edemez.» [450]
Nesh âşıklarının, zannî âhad haberlerden çıkardıkları bu neviler yetmiyormuş gibi, daha da aşırı gidip her yolu denemeye kalkışıp nihayet nâsihin
Lafzıyla birlikte manası da neshoiunmuşa misal ise, Hz, Aişe'den yapılan meşhur rivayettir.
de neshedilebileceğini ileri sürmüşlerdir. Buna misal olarak da: «Sizin dininiz size, benim dinim bana» [451] âyetini zikrederler. Onların iddiasına göre bu âyeti, «müşrikleri öldürün» [452] neshetmiştir. Sonra bu emir de, «... hak dinini din olarak kabul etmeyen kimselerle, zelH ve hakîyr olarak kendi el(ler)iy!e cizye verecekleri zamana kadar, savaşın.» [453] sözüyle nesholunmuştur. heri sürdükleri bu misalin en komik tarafı, cizye âyetinin Ehİ-iKitabf ilgilendirdiğidir. Ehi-iKitap hakkında inen bir âyet nasıl o!up da müşriklerle ilgili olarak inen bir âyeti neshedîyor? [454]
Bazı âlimlerin nâsih ve mensuh konusundaki mübalağaları, bedahete ters düştüğü gibi eşyanın mantığına da aykırıdır: İşte Hîbetuliah Selâme [455] «cel-İnsan» süresindeki neshten bahsederken iki âyetle bir âyetin bir kısmı hariç [456] bütün âyetlerinin muhkem olduğunu söyler. Görünen o ki, bir âyetin bir kısmından kasdı, «Yemeğe olan»[457] sevgilerine ve iştahlarına) rağmen «esiri» kelimesi mensuhtur. Bundan maksat, kıble ehli olmayan müşrik esirlerdir. Ona göre seyf âyeti ile müşrik esirlerin yedirilmesi neshedilmîştir. [458]
İbnu Seiâme'nin «en-Nasih ve'l-Mensuh» kitabıonun yanında okundu. Kizı da orada hazır bulunuyordu. Bu konuya geldiğinde, babasının neshe olan düşkünlüğünün ona İslâmda sabit oian hatta bütün dinlerin ittifak ettiği ahlâkî bir kuralı unutturduğunu gören tazı dehşete kapıldı ve: Baba bu kitapta yanılmışsın, dedi. Babası ona: Nasıl? diye sordu. Kızı şöyle dedi: Bütün müslümanlar, esirin açlıktan ölüme terkedilrneyip yedirileceği hususunda icma etmişlerdin Babası: Doğru söylüyorsun, karşılığın) verdi. [459]
Nasihin mensuhu neshettiğini inkâr edenler bunun tahsis olduğunu söylemişlerse, nesh taraftarları da aksine davranarak mahsusu da mensuh arasında saymışlardır. Nice âyet istisna [460] ve gaye edatiyla veya başka bir âyetle tahsis edilmiş ama onlar onun yukarısıyla ilişkisine ve metin içerisindeki yerine aldırmadan ona nesh karakterini vermişlerdir, es-Suyutî [461] şöyle demektedir: «Bir kısmı da mahsus kısmındandır, metisuh kısmından değil. İbnu'l-Arabı onu ayıklamaya önem vermiş ve bunu başarmıştır. Nitekim o şöyle demektedir: «Muhakkak insan kesin bir ziyandadır.
Ancak iman edenlerle güzel güzel amel (ve hareket) lerde bulunanlar.....böyle değil.» «Şairler(e gelince), onlara (ifrata) mübalağaya düşegeldikte-rini ve hakikaten yapmayacakları şeyleri söyler (insanlar) olduklarını görmedin mi-? Ancak iman edip de iyi iyi amel (ve hareket) de bulunanlar, Allah'ı çok zikredenler ve zulme uğratıldıklarından sonra öçlerini alanlar böyle değildir.» [462] «Allah'ın emri gelinceye kadar şimdilik onları bırakın, serzeniş de etmeyin.» [463] Bu ve buna benzer istisna ve nihayet edatları ihtiva eden âyetleri mensuh Grasina sayanlar hata içerisindedir.» [464] O, yine şöyle der: « (Ey mü'minler) Allah'a eş tanıyan kadınlarla (müşriklerle) onlar imana gelinceye kadar, evlenmeyin.» [465] âyetinin «.... kendilerine sizden evvel kitap verilenlerden yine hür ve iffetli kadınlar...» [466] âye-îiyie neshedildiğini söylemek de yanlış olup aksine bu son âyet birincisini tahsis etmiştir.»
Hatta Mensuhun sayısını kabartanların mensuhtur dedikleri pek çok âyetin ne neshle ne de tahsisle bir ilişkisi vardır. [467] «... kendilerine nzık olarak verdiğimizden de (Allah yolunda) harcarlar» [468] âyeti İle zekat dışında Allah yolunda harcamayı tavsiye eden âyetlerin hepsinin farz otan zekâtı emreden âyetle neshedildiğini- söyleyenleri [469] buna misal olarak verebiliriz. Oysa muhakkik âlimler infâk âyetinin, muttaki kimseleri övme sadedinde bir haber olduğu ve bunun zekâtla açıklanabileceği gibi aileye intak ve yardım etme ve misafir için harcama şeklinde de açıklanması mümkün olduğu, bunun zekat dışında vacip bir nafaka olduğuna delâlet eden bir delilin bulunmadığı görüşündedirler. [470]
Basit düşünceli bazı müfessirlerin «Allah, hakimlerin hakimi değil mi?»[471] âyetinin, seyf (kılıç) âyetinin neshettiği âyetler arasında olduğunu sanmaları da bu nevidendir. Bu âyetle ne kadar da âyet neshetmişler! [472] Halbuki bu âyet ne neshi, ne de tahsisi kabul eder. Alİah her zaman için hakimlerin hakimidir... [473]Hiç şüphesiz nesh düşüncesinin bu müfessirlerin kafasında tahayyül edilmesi, her ne kadar burada neshi iş'ar eden ifadelerini inceltmeye gayret etseler de Allah'a karşı bir sui edebtir. Öyle ki onlardan biri şöyle diyor: Bu âyetin lafzı değil, manası mensuhtur. Seyf âyeti manasını neshetmiştir. Sanki Allah Teâiâ şöyie demiştir: Onları bırak ne yapsalar yapsınlar. [474]
Lâkin nesh taraftarlarının, araştırma ve te'vil konusunda karşılaştıklarının neshten çok inşâ (sonraya bırakma)ya daha yakın olduğunu bile bile nâsih ve mensuh sayısını çoğaltırken meseleye ciddiyetle eğiimemeleri Allah'a karşı gerçek bir edepsizliktir. Bir sebep için emredilip sonra sebebi ortadan kalkanı da mensuh arasında saymışlardır. Müslümanlar zayıf ve sayıca az iken, Allah'a kavuşmayı uman kimselere sabır ve af dilemenin emredilip [475] sonra bunun seyf âyeti ile neshedilmesi gibi. Halbuki bunun nesh ile bir ilişkisi yoktur. Bu bir nevi nes' olup ihtiyaç anına kadar hükmü açıklamayı ertelemektir. Nitekim Allah Teâlâ « l^; /\ » «sonraya bırakırız» [476] demektedir. Nesh hakkında ciddi bir araştırmada bulunan, bu konuda sıralanan âyetlerin çoğunun nes' ite ilgili veya mücmel hükmü açıklayan âyetler olduğunu görecektir. [477] Savaşma emri, müslümaniar güç-leninceye kadar ertelenmiştir. Güçsüz oldukları zaman ise, eziyyete sabretmekle emroiunmuşlardır. [478] Bu konuda şu yorumu yapan ez-Zerkeşf gayet yerinde bir yorum yapmıştır: «Bu tahkikten, müşriklere karşı gevşek davranmayı emreden âyetlerin hepsinin seyf âyeti ile mensuh olduğunu söyleyen pek çok müfessirin bu görüşlerinin zayıflığı ortaya çıkmaktadır. Mensuhtur dedikleri bu âyetler neshfe değü, nes' ile ilgilidir. Yani, o hükmü ilgilendiren bir illetten dolayı belli bir zamana kadar o hükme uyma emredilmiş ve illet kalktıktan sonra başka bir hüküm devreye girmiştir. Görüldüğü gibi bu nesih değil, nes'tir. Çünkü nesih, bir daha uyulması caiz olmayacak şekilde de hükmü kaldırmaktır. [479]
İsiâmın - müslümanlara şefkat ve acıma duygusuyla-davetin başlangıcında Allah Teâlâ'nin «Ey iman edenler, siz nefisleriniz (i ıslah etmey) e bakın. Kendiniz doğru yolu bulunca sapanlar size zarar vermez.» [480] buyurması, sonra İsiâm dâvası güçlendiğinde onlara iyiliği emredip kötülükten sakındırmayı ve bu yolda savaşmayı emretmesi yine neshle ilgili olmayıp nes'le iigilidir. Allah {c.c.) Peygamber (s.a.v.) ile mü'minleri kuşatan her zaman ve şartlara uygun olanı göndermiştir. Bu durum bazı âlimlerin. Peygamber (s.a.v) in «İslâm garip olarak başladı ve tekrar garip olarak dönecektir.» [481] hadisi tahakkuk edip müslümanlar zayıf düşünce münker ehli ile savaşmaktan vazgeçip onlarla barış içerisinde yaşamanın gerekli olduğuna dair fetva vermelerine sebep olmuştur.
Yine « (Velilerden) kim zengin ise (yetimin malını yemeye tenezzül etmesin) kaçınsın. Kim de fakir ise o halde örfe göre (birşey) yesin.» [482] âyetini mushaf'ın mevcud tertibinde ondan daha sonra olan: «Gerçek, yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.»[483] âyetini neshettiğini söylerler ki, burada da nâsih-mensuh sözkonusu değildir.. Aksine birinci âyette yetimlerin malından yenildiğinde zulüm sayılmayacak durum açıklanmaktadır. [484]
Ne gariptir ki bazı müfessirler haberleri ihtiva eden hususlarda da neshi söylemekten geri kalmamışlardır. Halbuki akıl, davranış ve bu arada geçen sözleri ihtiva eden vukuu sabit bir olayda neshin vukuunu hiç bir zaman mümkün göremez. Buna misal, seyf âyetinin, «insanlara güzellikle söyleyin,» [485] âyetini de neshettiğini ileri sürmeleridir,. Halbuki bu söz, âyetin siyakından da anlaşılacağı gibi, israiioğullarından alınan teminatlar arasında zikredilmiştir. [486]
Nesh âşıkları, uzun müddet kendileriyle amel edildiği halde daha sonra neshedilen âyetler üzerindeki perdeyi aralama yansında nihayet bir âyet buldular?! -Keşke bulmaz oiaydılar!- Onlara göre neshedümeden önce onaltı yıi yürürlükte kalan el-Ahkaf süresindeki: «De ki: «Ben peygamberlerden ilk defa (gelmiş biri} değilim. Bana ve size ne yapılacağın; bilmem.» [487] âyetinin e!-Feth sûresinin baş taraftaki âyetîeriyle neshedildiğini söylerler. İbnu Seleme'ye göre bu âyetin baş tarafı muhkem ama «Bana ve size ne yapılacağını bilmem.» kısmı mensuhtur. Ona göre Rasululiah (s.a.v.) Mekke'de on yıl bu âyetle amel etmiş ve müşrikler bundan dolayı onu ayıp-lamışlarrdır. Daha sonra Medine'ye hicret etmiş ve altı yıi boyunca yine onu ayıpiamışlardır. Müşrikler şöyle diyorlardı: Ne kendisine ve ne de etbaına ne yapılacağını '(akıbetlerinin ne olacağını) bilmeyen birine nasıl tabi olabiliriz? Daha sonra ei-Feth sûresinin baştaraftaki âyetleriyle bu âyet nes-hedümiş ve müşrikler Peygamber (s.a.v.) in artık kendisine ve ashabına ne yapılacağını bildiği neticesini çıkarmışlardır. [488]
Allah'ın kelâmını nesh, neshedümeden önce mensuhun geçerli kaldığı müddetin tesbiti ve âyetlerin indiği zaman iie daha sonra hükümleri başka âyetler ile değiştirilmesi gibi hususlarda gösterilen gevşeklik, başkalarının, bu korkunç nesh karaltısını Allah Kitabından uzak tutmaya çalışmalarına sebep olmuştur. Sanki onlara göre nesh, bedâ' derecesindedir. Yahut -en azından- bedâ ile ifade edilebilecek durumdadır. Her yer ve zamanda hikmet dolu nesh ile bütün çirkinlik ve cehalete dalâleti mtiva eden bedâyı bi-ribirine karıştırmaları için cahillere izin vermektir!
Bedâ, bir görüş ileri sürdükten sonra başka görüşü tercih eden kişiden sadır. olur. [489] Daha önce yahudiler de, bedâya kail olma durumuna düşmemek için neshi kabul etmekten kaçınmışlardı. Âyet indikten ve onun-
ia amel edildikten sonra neshediimesinî, Allah'ın daha önce bilmediği bir şeyi sonradan öğrenip hükümleri ona göre değiştirmesi şeklinde sandılar. Böyle bîr şey ise, Aliah İçin caiz değildir. Bazı müslüman araştırmacılar da, yahudilerin bu zannına kapılarak neshten sakındılar ve onu bedâ gibi kabul ettiler. -Hele müfessirlerin hiç bir deüle dayanmadan neshin sa-yısmı kabarttıklarına şahit olduktan sonra.- Aslında her iki taraf da aşırı gitmiştir. Ne nesh taraftarlarının, nesh sayısını çoğaltmaya ve andan olmayanı onun şümulüne dahil etmeye haklan vardı ve ne de neshi reddedenlerin,.ona delâlet eden âyetler ve onu ısbatlayan vakıalar bulunduğu holde ona karşı çıkmaya ve onu bedâya benzetmeye hakları vardı. ,
Neshi inkâr edenler - ez-Zerkânî'nin de dediği gibi [490] şunu unutuyor yahut unutuyor görünüyorlar: «Allah Teâlâ bazı hükümlerini bazılarıyla nes-hedince daha önce kendisince gizli olan birşey ortaya çıkmış ve daha önce mevcut olmayan yeni bir görüşe sahip olmuş değildir. Ailah, kullarına onları emretmeden önce, nâsihi de, mensuhu da biliyordu. Onun bu bilgisi ezelîdir. Yaratıklar yaratılmazdan önce gök ve yer henüz yok iken mevcuttu. Ancak - hikmetinin bir gereği olarak - biliyordu ki, neshedilen ilk hüküm, belli bir zamana kadar devam edecek bir hikmet veya maslahata uygun idi. Bunun yanında, belli zamanda yine hikmet ve maslahata mebni olarak nâsih hükümün geleceğini de biliyordu. Hiç şüphesiz hikmet ve maslahatlar her insana göre farklıdır. İnsanların içinde bulundukları şart ve durumlar yenilendikçe o da yenilenir. Ayrıca ahkâm ile hikmetleri ve insanlarla maslahatları beraberdir. Nâsih olanlar da mensuh olanlar da Allah tarafından daha önceden biliniyordu. 0'n.un için hiç birşey gizli değildir. Nesh hususunda yeni olan, Allah'ın bildiğini kullarına açıklamasıdır, yoksa daha sonra başka bir kanaate sahip olması değildir,»
Kaidıki, nâsih ile mensuhu kendisiyle bildiğimiz metod, nesih ile bedâ-yı, tahsis, inşa', veya mücmeli açıklamayı biribirine karıştıracak bir metod değildir. Çünkü neshin dayanağı Rasulullah (s.a.v.) veya bir sahabîden, «şu âyet, şu âyetle neshedildi» şeklinde sarih bir nakildir. Ayrıca ancak kesin çelişki ve hangi âyetin daha önce ve hangisinin daha sonra indiğini tesbit etmek için tarihî bilgi mevcut olduktan sonra neshe hüküm verilir. Nesh hususunda avamdan bir müfessirin hatta müctehidlerden bir müctehidin sözü muteber değildir. Sahih bir nakil ve belli bir çelişkinin mevcuduyeti şarttır. Çünkü nesih, Rasûlüilah (s.a.v.) zamanında kesinleşen bir hükümün kaldırılmasını ve yerine başka bir hükmün ısbatını ihtiva eder. Onda re'y ve içtihada değil, nakil ve tarihe itimat edilir. [491] Âlimierden muhakkik olanlar, müfessirlerin nesh olarak sandıklarından çoğunun «neshle ilişkisinin olmadığını, nes' ve geciktirme, ya da mücmel olup. ihtiyaç hasıl oluncaya dek açıklaması ertelenmiş ya başka bir hitabın araya girdiği bir hitap olduğunu, ya umûmu tahsis olduğunu tasrih etmişlerdir. Hitabın pek çok çeşiti
vardır. Nesh olmadığı halde bazılarını neshin çerçevesine sokmuşlardır. .Kur'an, biribirini destekler. Onun korunmasını Allah tekeffül etmiştir: «Zikri (Kur'an'ı) biz indirdik. Onu koruyacak olan da biziz.» [492]
Neshi çoğaltanlar neshi ihtiva eden ve etmeyen sûrelerin taksimatını yapınca şöyle bir taksimatta bulunmuşlardır: İçinde nâsrh ve mensuh bulunmayan sûreler: 43 tane. Nâsihi ihtiva ettiği halde mensuhu ihtiva etmeyen sûreler: 6 tane. Mensuhu ihtiva ettiği halde nâsih ihtiva etmeyen sûreler: 40 tane. Hem nâsih ve hem de mensuh bulunduran sûreler: 31 tane.[493] Bu taksimatta geçen sûrelerin isimleri bizi ilgilendirmiyor. Çünkü bu isimler aşırı ve zorlanmadan doğan fasit bir temele dayanan bir taksimatın sonucudur. Neshten haii olan muhkem sûrelerin - bu taksimata göre -. kırküç sûreden fazla olmaması onun ne kadar yanlış olduğunu göstermeye yeterlidir. Sanki Kur'an'da aslolan muhkem olma değil de neshtir. Yine sanki Kur'an sûrelerinde asi olan, nâsih veya mensuhu ihtiva etmeleridir!
Gerçek o ki, Kur'an âyetlerinin hepsinde asi olan nesh değil, muhkem oimaktır. Ancak apaçık bir delil bulunur ve ondan başka çıkar yol bulunmadığında nesh söz konusu olur. Muhakkik âlimler, mensuh olduğu söylenen âyetleri çeşitli yönleriyle araştırarak sayılarını nihayet çok az bir miktara indirmişlerdir. Hatta başkaları bu az sayının kendisini de tahkik ederek bunlardan bir kısmının da muhkem olup neshle ilgilerinin bulunmadığını söylemiş ve mensuh sayısını daha az sayıya hasretmişlerdir. Mesela es-Suyûtî, bazıları ihtilaflı'olmak üzere yirmibir âyette neshin sözkonusu olduğunu söyler. [494] Daha sonra isti'zan ile kaseme âyetini [495] bunlardan istisna edip esahha göre bunların muhkem olduklarını belirtir. Böylece ona göre mensuh âyetlerin sayısı ondokuzdan fazla değildir. Şayet konuyu uzatmamış olsaydık âyetleri teker teker ele alacak ve bunlardan mensuh olmaya elverişli olan âyetlerin on âyetten fazla olmadığını görecektik. Ancak bunu okuyucuya havale etmeyi tercih ettik. Okuyucu anlattıklarımızın ışığı altında es-Suyûtî'nin zikrettiği âyetleri teker teker ele alıp incelesin, bunu kendisinin de farkedeceğini umuyoruz. Görecektir ki, bu âyetlerin bir kısmı tahsise yahut açıklaması sonraya bırakılmış mücmele veya inşâya girmiş olup, geri kalanlar ise, ancak neshe girebilir. Herşeye Kadir olan Aliah bu mensuh âyetlerden daha güzelini veya benzerini onların yerine indirmiştir. [496]