Naziat suresi ayet 17
“Ey Peygamberim Mûsâ Firavun’a git! Zira o tuğyan içindedir, Tâğutluk yapmaktadır.”
Ey Peygamberim Firavun’a git! Çünkü o azmıştır, tağâ yapmıştır. Tağâ, tuğyan, tâğutluk Firavunluktur. Firavun’un özelliğidir. Allah karşısında varlık iddiasında bulunmaktır. Sen varsan ben de varım! demektir. Veya Allah karşısında bilgi iddiasında bulunmaktır. Ne yani! Sen bilirsen ben de bilirim! Benim de aklım var! Benim de bilgim ve keyfim var! Sen bir hayat programı göndermişsen de benim de bir programım var! Hayatımı nasıl düzenleyeceğimi ben de bilirim! Nasıl giyineceğimi, nerelerden kazanıp nerelerde harcayacağımı, çocuklarımı nasıl eğiteceğimi, nasıl bir hukuk yapacağımı, nasıl bir hayat yaşayacağımı, ne yiyip ne içeceğimi ben de bilirim! Benim senin hayat programına ihtiyacım yoktur! Senin kitabına ve peygamberine ihtiyacım yoktur! tavrına tâğutluk, ya da Firavunluk denir. Hayat programını Allah’a danışmadan, peygamberine sormadan yaşamak. Allah’ın kitabına ve peygamberin Sünnetine karşı ilgisiz, ey-vallahsız yaşamak. İşte Firavun böyle bir tâğuttu.
Firavun’a git ey Mûsâ, çünkü o tâğutlaşmıştır. Kur’an-ı Kerîmde en çok ismi geçen peygamber Hz. Mûsâ’dır. Toplum da, onun toplumu olan İsrailoğullarıdır. Şu anda içinde bulunduğumuz topluma çok benzediği için bu konuyu çok iyi tanımak zorundayız.
Rabbimiz peygamberini Firavun ve toplumuna gönderiyor. Peki Hz. Mûsâ ne yaptı bu emir karşısında? Allah’ın peygamberi itiraz edecek değildi tabii bu emir karşısında. “Ya Rabbi iyi ama pek erken oldu! Şu anda hazırlıksızım! Vaktim yok! İmkânlarım el vermiyor! Şöyle biraz bir derlenip toparlansam! Bir hazırlık filan yapsam!” diyecek değildi bizim gibi. Veya “ya Rabbi! Bu nasıl iş böyle? Benim gibi şerefli birini onun gibi şerefsiz birinin ayağına mı gönderiyorsun? O kaç paralık adam ki böyle bir şerefsizin ayağına beni gönderiyorsun? O benim ayağıma gelmeli değil mi?” filan diyecek değildi bizim gibi elbette. Zira bunu ona emreden Rabbi Azîz ve Rahîm olandı. Karşı gelinmez, itiraz edilmez bir Rabb idi O.
Veya şimdi bizim dediğimiz gibi “tamam! Gidelim! Anladık da ama Ya Rabbi o bir haindir! O bir sarhoştur! Dinsizin, imansızın tekidir o! Kesin biliyorum ki dinlemez beni! Beni dinlemeyeceği kesin olan bir hainin ayağına neden gideyim?” demiyor. Allah git diyorsa gidecekti. Başka çaresi yoktu.
Firavun’a gitmek, Firavun gibilere gitmek... Firavun gerçekten güçlüydü. Yani o günün toplumuna göre çok güçlü idi. Ayağının birini Karun’a, diğerini de Belâm’ın omuzuna basmış, böylece gücünü pekiştirmiş biriydi. Düzenli orduları vardı. Allah’ı inkâr ettiği gibi bunun da ötesinde kendi Rabliğini, kendi tanrılığını iddia edip insanları ken-disine kulluğa zorlayarak onlara zulmeden bir tâğuttu. Halkını gruplara ayırarak onları köleleştirmiş bir zalim tâğuttu.
Bu tâğutluk tavırlarıyla Firavun kavmini, toplumunu, çevresindekileri küçümsemiş ve onların düşüncelerine, inanışlarına ve değer yargılarına ipotekler koymuştu. Siz de böyle inanacaksınız! Siz de böyle benim gibi düşüneceksiniz! diyerek onları kendisi gibi düşünmeye, kendisi gibi inanmaya zorlayarak, kendi anlayışını zorla onlara empoze ederek onları küçümsemişti. Sizler beni dinlemek zorundasınız! Benim dediklerimin dışına çıkmamak zorundasınız! Sizin nasıl düşüneceğinizi, nasıl inanacağınızı ben bilirim! Nasıl giyineceğinizi ben belirlerim! Nasıl yaşayacağınızı ben bilirim! Siz bilmezsiniz! Siz anlamazsınız! diyerek kavmini küçümsedi. Onları aptal yerine koydu.
Şimdi de öyle değil mi? Sizler anlamazsınız! Sizler bilmezsiniz! Sizler bizi dinlemek zorundasınız! Eğer okulu bitirmek istiyorsanız, eğer diploma almak istiyorsanız, eğer dükkan açmak istiyorsanız, eğer bakan olmak, dekan olmak istiyorsanız, müdür olmak, doçent olmak istiyorsanız, sanayici olmak istiyorsanız benim dediğimi yapacak ve benim sözümden çıkmayacaksınız. Şöyle şöyle davranmadan, şunları şunları yapmadan bunları yapamazsınız diyerek şu anda bu Müslümanlarla alay eden, tüm vatandaşlarla alay eden onların her tür özgürlüklerine ipotekler koyanlar da aynı şeyi yapmıyorlar mı? İşte günümüz tâğutlarının belki seleflerinin, akıl hocalarının, hem de belki tarihte en güçlülerinin, en zalimlerinin ayağına gönderiyordu Rabbimiz şerefli elçisini.
Tamam Firavun güçlüydü, azgındı, önüne geleni ezecek bir saltanata ve orduya sahipti ama ona giden de peygamberdi. O da gerçek güç kaynağından güç alan bir güçlüydü. Şunu demek isti-yoruz: Biz de gideceğiz Firavunlara. Biz de gideceğiz çağdaş Firavunlara. Ama bizim zamanımızda ne Firavun gibi güçlüler var, ne de biz Mûsâ’yız. Öyleyse biz de, bize denk Firavunlara gideceğiz, gitmek zo-rundayız. “Şerefsizin teki ya bu adam! O dinsizin ayağına mı gideceğiz?” demeyelim! Şu anda bizim gitmek zorunda olduklarımızdan çok daha şerefsiz birine, bizden çok daha şerefli birini göndermişse Allah, öyleyse biz de gideceğiz, başka çaremiz yoktur.
Gideceğiz ve diyeceğiz ki, “ben Allah’ın elçisiyim! Ben sana bunları Allah’ın elçisi, Allah’ın sözcüsü olarak söylüyorum. Âlemlerin Rabbi olan, âlemlere hakim olan Allah beni sana gönderdi.” Dediğimizi Allah sözüyle destekleyerek konuşalım. “Bunlar benden değil, bu benim planım programım değil, bu benim tüzüğüm, benim programım değil, bunlar benim fikrim değil, bunlar Allah’tandır” diyerek gidelim. Yani Allah’ın âyetleriyle gidelim. Allah’ın kitabıyla gidelim. Allah’ın sözcüsü olarak gidelim ve isteyelim ki İsrailoğullarını bize bıraksın Firavunlar. Yani Allah’ın kulları Allah’tan başkalarına kul-köle durumu-na düşürülmüşlerse, onları özgürlüğe çağıralım. Köleleştirilmiş insanları özgürlüğe, Allah’a kulluğa çağırırken, köleleştirenleri de hakka, hakikate çağıralım.
Çünkü biz biliyoruz ki Hz. Mûsâ’ya karşı gelen sadece Firavun ve Firavun oğulları değildi. Hatta Firavun oğullarından daha çok peygamberi uğraştıranlar İsrailoğullarıydı. Firavun sisteminin köleleştirdiği Müslümanlardı. Halbuki Hz. Mûsâ onları kurtarmak için gelmişti. “Yahu siz köle değilsiniz! Siz parya değilsiniz! Siz Firavunların değil Allah’ın kullarısınız! Sizin alın terlerinizi Firavun oğulları istismar ediyor! Eğitmek üzere evlerinizden kopardığı çocuklarınızı öldürüyor! Ka-dınlarınızın Rahîmlerini yoklatıp onları hayasızlaştırıyor bu Firavun! Gelin beni dinleyin! Sizi bu çirkef hayattan kurtarmak üzere Allah beni size gönderdi!” diyen peygambere karşı: “Var git başımızdan ey Mûsâ! Biz hayatımızdan memnunuz! Bizler köle olarak yaratılmışız! Bizler Allah’ın ayaklarından, Firavun oğulları da Allah’ın gövdesinden ya-ratılmışlardır. Ayak elbette gövdeyi üzerinde taşımak zorundadır. Köleler elbette efendilerini omuzlarında taşımak zorundadırlar!” diyerek kendilerini kurtarmak için çırpınan peygamberi çok uğraştırdılar, çok yordular. Şimdi de kendilerini uyarmaya çalışan Müslümanları kâfirlerden çok Müslümanlığının farkında olmayan köle ruhlu Müslümanların uğraştırdığını görüyoruz.
Dün Firavunoğulları İsrailoğullarına zulmediyordu. Bugün İsrail oğulları Firavunoğullarının yerini almış İsmailoğullarına zulmediyor. Müslümanlara zulmediyorlar. Sanki bu günkü İsmailoğulları, yani yeryüzündeki Müslümanlar dünkü kendilerine zulmeden Firavun oğullarının torunuymuş da dedelerinin intikamını alıyorlarmış gibi. Müslümanlardan intikam alıyorlar Yahudiler. Halbuki dün kendilerine zulmeden Firavunoğullarının torunu bugünkü batıdır. Yahudiler eğer bugün birilerinden intikam alacaklarsa Hıristiyan batıdan intikam almalılar. Çünkü günün Firavunoğullarının torunları bâtılılardır. Hal böyleyken gariptir ki Müslümanlardan intikam almaya çalışıyorlar. Kâfir mantığı böyledir işte. Devamlı ters çalışır.