-- Said Nursi şöyle bir rüya gördü.:
--Kıyamet kopmuş, kâinat yeniden dirilmiş. Molla Said, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı nasıl ziyaret edebileceğini düşünür. Nihayet sırat köprüsünün başına gidip durmak hatırına gelir: "Herkes oradan geçer, ben de orada beklerim" der ve sırat köprüsünün başına gider. Bütün Peygamberân-ı İzam hazarâtını birer birer ziyaret eder, Peygamber Efendimizi de ziyarete mazhar olunca uyanır.
Tarihçe-i Hayat’ta Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, Said Nursî’ye rüyasında, ümmetine soru sormaması şartıyla ilm-i Kur'an’ın öğretileceğini müjdelediği iddia edilmiştir.Aynen bu hakikat hayatında tezahür etmiş. Daha sabavetinde iken bir allâme-i asır olarak tanınmış ve kat'iyyen kimseye sual sormamış, fakat sorulan suallere mutlaka cevab vermiştir. (Tarihçe-i Hayat, 32, İlk Hayatı)
-- Risale-i Nur şâkirdlerinden Rıza görüyor: Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, camide Ebu Bekir-is-Sıddîk Radıyallahu Anh’a emrediyor: "Çık hutbe oku" Ebu Bekir-is-Sıddîk koşarak minberin en yukarı basamağına kadar çıkar, hutbe okur. Hutbe içinde cemaate der ki: "Bu söylediğim hakikatların izahatı "Yirmidokuzuncu Söz"dedir..."
--Risale-i Nur’un şâkirdlerinden Osman Nûri diyor ki: Rü'yamda, Şemâil-i Şerife muvafık, nuranî bir surette Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ı oturduğu yere dayanmış bir vaziyette gördüm. Bu anda bir sadâ geldi ki, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bir yaveri geliyor. Kapılar birdenbire kendi kendine açıldı. Risale-i Nur nâşirlerinin Üstadı olan zat içeriye girdi. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, üstadımıza şefkatkârâne bir iltifat göstererek, dayandığı vaziyetten doğruldu. Ben de ağlayarak uyandım.
--Risale-i Nur şakirdlerine köşkünü tahsis eden Şükrü Efendi’dir. Rü'yada ona diyorlar ki: "Senin o köşküne Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm gelmiş." O da koşarak gidip, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı çok nuranî ve sürurlu bir halde bulup ziyaret etmiş.
-- Risale-i Nur şâkirdlerinden Nazmi’dir. Rü'yasında ona diyorlar ki: Risale-i Nur şâkirdleri îmansız ölmezler, kabre îmanla girerler. (Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 21-22, Parlak Fıkralar ve Güzel Mektuplar)
(...) Bu müjdenin bir müjdecisi bir sene evvel görülmüş bir rü'ya-yı sadıkadır. Şöyle ki: Isparta’da başımıza gelen bu hadiseden bir ay evvel bir zata rü'yada (ona) deniliyor ki:
"RESAİL-İN-NUR ŞAKİRDLERİ, İMAN İLE KABRE GİRECEKLER, İMANSIZ VEFAT ETMEZLER."
Biz o vakit o rü'yaya çok sevindik (Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 102; Şuâlar, 564, Birinci Şua/Yirmialtıncı Âyet.)
CEVAP
İlmi tedrisen almayan ya da alamayan, fakat buna rağmen ilim adına çok büyük iddialarda bulunan kişinin artık başvuracağı tek yol kalmıştır: Kesbî olamadığına göre, ilminin vehbî olduğunu iddia etmek...
Tarihçe-i Hayat’ta Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, Said Nursî’ye rüyasında, ümmetine soru sormaması şartıyla ilm-i Kur'an’ın öğretileceğini müjdelediği iddia edilmiştir. Said Nursî, rüyaların delil ve hüccet olmadığını belirtmesine karşın, Kur'an ilminin kendisine Hz. Peygamber tarafından rüyada verildiğini söylemektedir. Delil ve hüccete dayanmayan bir yolla, Kur'an ilmi öğrenilemez, elde edilemez. Elde edilen bir şey varsa da bu, ilim olarak vasıflandırılamaz. İslâm, ilim edinme yollarını, bilgi kaynaklarını göstermiştir.
Said Nursî bununla da kalmamış, hüccet teşkil etmeyen bu rüyaları, Nur Risaleleri’nin makbuliyeti (?) ve Hz. Peygamber’in bu risalelerden rızası (?) gibi büyük iddialarının da delili olarak göstermiştir. Onun bu iddiaları tıpkı, samandan bir temelin üzerine sağlam bir ev inşa ettiğini ileri süren birinin iddiasına benzemektedir.
Şimdi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in rüyada görülme meselesini ele alalım:
O buyurmuştur ki:
"Rüyasında beni gören, (hak olarak) beni görmüştür, çünkü şeytan ben(im suretim)le hayale giremez." (Buhārî, Ta‘bir, 10/13.)
"Beni rüyada gören, hakikaten görmüştür, çünkü şeytan benim şeklime giremez."(Müslim, Rü'yâ, 1/10.)
Bu hadis-i şerifin izahı şöyledir: Bir kimse, Hz. Peygamber’i kendi şekli ve sureti ile görürse, gerçekten Hz. Peygamber’i görmüş olur. Çünkü, şeytana Hz. Peygamber’in şekline girerek birini aldatabilme gücü verilmemiştir. Bu açıklamayı Muhammed b. Sirin yapmıştır. İmam Buharî onun şu sözünü nakletmektedir:
"Peygamber’i rüyada görmek, kişinin onu ancak hayatında vasıflandığı sureti üzere gördüğü zaman gerçekleşir."(Buhārî, Ta‘bir, 10/12.)
Allâme İbn Hacer, sağlam senetlerle şöyle rivayet etmektedir: Bir kimse İbn Sirin’e, "Ben rüyamda Hz. Peygamber’i gördümdeyince" ne şekilde, ne biçimde gördüğünü sorardı. O kimse Hz. Peygamber’in şekline ve şemailine uymayan bir biçim söylerse, İbn Sirin ona: "Sen Hz. Peygamber’i görmemişsin"derdi. İbn Abbas’ın tutumu ve davranışı da aynıydı. Nitekim Hâkim, senediyle bunu nakletmiştir. Doğrusu şu ki: Hadisin sözleri de bu manayı tevsik ve ispat etmektedir. Bu hadisin sahih senetlerle nakledilen sözlerinin hepsinden anlaşılan şey, şeytanın Hz. Peygamber’in şekline giremediğidir. Yoksa herhangi bir şekle girip, insanı Hz. Peygamber’i gördüğünü zannettirerek aldatması değil.
Bu konuda, birçok âlimin görüşü bu minval üzeredir. Şeyh Alâaddin der ki:
Demek ki, sahih olan rüya Resulullah’ın sahih bir nakille sabit olan suretini görmektir. Şayet, biri bu suretten başka bir surette Resulullah’ı rüyasında gördüğünü zannederse; o, Resulullah’ı görmemiştir.
Bazı kimseler, "Eğer şeytanın hilesinden korunmak, Hz. Peygamber’i sadece kendi asıl şekli ile görülmesi şartına bağlı olsaydı, o zaman bu koruma, ancak sağlığında Peygamber’i görmüş olan kişiler için mümkün olurdu. Daha sonraki dönemlerde gelen kimseler, rüyalarında gördükleri şahsın suretinin Hz. Peygamber’e veya başka bir kimseye ait olduğunu nasıl bilebilirler?" diye soruyorlar. Böyle bir sorunun cevabı şudur: Daha sonraki dönemlerde gelen kimseler, rüyalarında gördükleri şahsın Hz. Peygamber olduğunu tam bir güvenle söyleyemezler. Ama, rüyalarının manasının ve konusunun Kur'an-ı Kerim ve Sünnetin bildirdiklerine uyup uymadığını kesin olarak bilebilirler. Eğer bu rüya, Kitaba ve Sünnete uygunluk gösteriyorsa, o zaman gerçekten rüyasında gördüğü kimsenin Hz. Peygamber olması ihtimali çok daha fazladır. Çünkü, şeytan bir kimseye doğru yolu göstermek için değişik şekle giremez.
İmam Mazirî, bu hadisin açıklamasında şöyle der:
Bazen bir kimse hayal ettiği bir şeyi görür gibi olur. Çünkü, hayal ettiği şeyin âdeta gördükleri ile bir bağlantısı vardır. (...) Bir kimse rüyasında Peygamber’in, kendisine katli haram bir kimseyi öldürmesini emir buyurduğunu görse; bu, hayal edilen sıfatlardan olur, görülen şey değildir.
Eğer bir kimse rüyasında Hz. Peygamber’i görse de, ondan herhangi bir emir alsa veya bir şeyi o kimseye men etse ya da din konusunda ondan bir çeşit işaret ve ima yollu bir şey görse; o gördüğü, duyduğu şeylerin Kitapta ve Sünnette benzerini görmeden onlara uyması, uygulaması caiz değildir. Allah Tealâ ve Peygamberi, din konusunda, bizi rüyalara, ilhamlara ve keşiflere bırakmamış, hakkı ve batılı, doğruyu ve yanlışı pırıl pırıl bir Kitap ve senetli, delilli bir Sünnet içinde önümüze koymuştur. Eğer gördüğünüz bir rüya veya keşif yahut ilham, Kitaba ve Sünnete uygun ise, o zaman Peygamber’i görmeyi nasip etti diye veya keşif ve ilham nimetini lütfetti diye Allah’a şükrediniz. Ama, o gördüğünüz rüya, Kitaba ve Sünnete ters ve aykırı ise, o zaman da onu reddederek, böyle denemelerden ve imtihanlardan koruması için Allah’a yalvarınız.
Bu inceliği anlayamamaktan dolayı pek çok kimse, dalâlete düşmüştür ve düşmeye devam etmektedir. Bizzat tanıdığım bazı kimseler rüyalarında, inandıkları sapık bir mezhebin kurucusuna Hz. Peygamber’in iltifat ettiğini veya onu desteklediğini gördüklerini zannettiklerinden dolayı, o sapık mezhebe bağlanmışlardır. Eğer onlar, rüyada gördükleri herhangi bir insan şeklinin Hz. Peygamber olamayacağı ve Hz. Peygamber’i gerçekten rüyada görmek nasip olsa bile, onunla dinî bir hüküm elde edilemeyeceği gerçeğini bilmiş olsalardı, böyle bir sapıklığa düşmezlerdi.
Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur ki:
"(...) Rüya üç türlüdür: (...) Üçüncüsü: Kişinin kendi kendine konuştuğu (düşündüğü) şeylerden meydana gelir. (...)"(Müslim, Rü'yâ, 6.)
İbn Mace’nin sahih bir senetle rivayet ettiği hadiste de şöyle buyurulmuştur:
"Şüphesiz rüya üç çeşittir: (...) Rüyaların bir kısmı da insanın uyanık iken arzulayıp azmettiği, sonra da uykusunda gördüğü şeydir. (...)"(İbn Mâce, Ta‘bir, 3/2907)
Risale-i Nur şakirtlerinin gördükleri rüyalar, muhtemelen bu kabildendir. Çünkü, Said Nursî ve talebeleri; Said Nursî ve Nur Risaleleri için Allah’ın Kitabından, Resulün hadislerinden, tabiat olaylarından, hatta gündelik basit olaylardan bile çeşitli şekillerde işaretler, remizler, imalar, tevafuklar, tebşirler... çıkarabilmek için akla hayale gelmeyecek yorumlara başvurmuşlardır
Dolayısıyla, gerek Said Nursî’nin gerekse talebelerinin şuur altlarındaki bu konularla rüyalarında da meşgul olmaları kuvvetli bir ihtimaldir.
Hz. Peygamber’i, güya Said Nursî’ye saygısından, dayanmış bir vaziyetteyken doğrultan; Hz. Ebu Bekir (r.a.)’e Peygamber’in huzurunda ve onun emriyle okuduğu hutbedeki hakikatlerin "Yirmidokuzuncu Söz"de izah edildiğini söylettiren... bu rüyaların sadık rüya olmasına olanak yoktur, bunlar adgas-ı ahlâmdan ibarettir.
Said Nursî’yi ve talebelerini yalancılıkla itham etmemekle beraber, Hz. Peygamber’in şu hadislerini de hatırlatmak yerinde olacaktır:
"Görmediği bir rüyayı gördüğünü iddia ederek yalan söyleyen, (kıyamet günü) iki arpa tanesini birbirine düğümlemekle mükellef kılınır ve bunu yapamamasından dolayı ona azap edilir."(İbn Mâce, Ta‘bir, 3/2907.)
"Beni rüyada gören, hakikaten görmüş olur. Zira şeytan, benim suretimle temessül edemez. Bir de, benim üzerime bilerek yalan uyduran, cehennemdeki yerine hazırlansın!" (Buhārî, İlim, 39/51.)
Gerçekten Peygamberimizi rüyasında görmeyen kimsenin, gördüğünü iddia edip rüyasından bütün naklettikleri, hadis uydurmakla aynı hükümde olup, bu kişi anlattıkları ile, kendisini yukarıdaki hadiste belirtilen vaade dâhil etmiştir. Allah bizleri korusun.
Bütün bu aktardıklarımız göstermektedir ki, Said Nursî ve şakirtleri davalarını ispat edebilmek için birtakım rüyalara sığınmışlardır. Bunlara tâbi olanların birçoğu da, rüyalarında gördükleri ile hareket edip, bunlara inanmışlar ve arkalarından gitmişlerdir.
Anlatılan bu rüyaların Nur Risaleleri’nde uzun uzun zikredilmesi tesadüfî değildir. Zira, bu çeşit rüyalar, safdil ve basit insanları aldatmada kullanılan en yaygın vesiledir.
Bildiğimiz gibi, avam tabakasının ve cahillerin büyük bir kısmı rüyaya bağlanırlar, rüyadan gelen her şeyi tasdik ederler, onu hayatlarında takip edecekleri yolu aydınlatan bir ışık sayarlar; alâmetlerini, hayallerindeki kalıntıları incelemeye koyulurlar.
(...) Bu yalanlara ancak aklında delilik, gönlünde maraz bulunanlar; avam tabakasına, cahillere, bönlere karşı kalpleri hakikatlere yalan karıştırmak ve meramına erişmek için vasıta olarak kullandığı habis maksatlarla dolu olan kimseler inanabilirler.
Rüyaların büyük bir kısmı tevili olmayan kompleks şeylerdir. Onlar, ya ruhî hastalıkların bir neticesidir veya aklî bozukluklardan, vücut hastalıklarından doğar. Yahut da insanın farkında olmadan şuuraltında saklanan ve herhangi bir sebeple uygun bir zamanda şuur üstüne çıkan, başından geçmiş eski hadiselerin tesiriyle meydana gelir.
Sadık rüyalar azdır. Bunlar doğru olmakla beraber, zannı delildir ve üzerine itikadı esaslar kurulamaz, bir fikrin ispatına veya dinî hükümlerden herhangi birine delil olamaz.
--Kıyamet kopmuş, kâinat yeniden dirilmiş. Molla Said, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı nasıl ziyaret edebileceğini düşünür. Nihayet sırat köprüsünün başına gidip durmak hatırına gelir: "Herkes oradan geçer, ben de orada beklerim" der ve sırat köprüsünün başına gider. Bütün Peygamberân-ı İzam hazarâtını birer birer ziyaret eder, Peygamber Efendimizi de ziyarete mazhar olunca uyanır.
Tarihçe-i Hayat’ta Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, Said Nursî’ye rüyasında, ümmetine soru sormaması şartıyla ilm-i Kur'an’ın öğretileceğini müjdelediği iddia edilmiştir.Aynen bu hakikat hayatında tezahür etmiş. Daha sabavetinde iken bir allâme-i asır olarak tanınmış ve kat'iyyen kimseye sual sormamış, fakat sorulan suallere mutlaka cevab vermiştir. (Tarihçe-i Hayat, 32, İlk Hayatı)
-- Risale-i Nur şâkirdlerinden Rıza görüyor: Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, camide Ebu Bekir-is-Sıddîk Radıyallahu Anh’a emrediyor: "Çık hutbe oku" Ebu Bekir-is-Sıddîk koşarak minberin en yukarı basamağına kadar çıkar, hutbe okur. Hutbe içinde cemaate der ki: "Bu söylediğim hakikatların izahatı "Yirmidokuzuncu Söz"dedir..."
--Risale-i Nur’un şâkirdlerinden Osman Nûri diyor ki: Rü'yamda, Şemâil-i Şerife muvafık, nuranî bir surette Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ı oturduğu yere dayanmış bir vaziyette gördüm. Bu anda bir sadâ geldi ki, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bir yaveri geliyor. Kapılar birdenbire kendi kendine açıldı. Risale-i Nur nâşirlerinin Üstadı olan zat içeriye girdi. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, üstadımıza şefkatkârâne bir iltifat göstererek, dayandığı vaziyetten doğruldu. Ben de ağlayarak uyandım.
--Risale-i Nur şakirdlerine köşkünü tahsis eden Şükrü Efendi’dir. Rü'yada ona diyorlar ki: "Senin o köşküne Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm gelmiş." O da koşarak gidip, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı çok nuranî ve sürurlu bir halde bulup ziyaret etmiş.
-- Risale-i Nur şâkirdlerinden Nazmi’dir. Rü'yasında ona diyorlar ki: Risale-i Nur şâkirdleri îmansız ölmezler, kabre îmanla girerler. (Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 21-22, Parlak Fıkralar ve Güzel Mektuplar)
(...) Bu müjdenin bir müjdecisi bir sene evvel görülmüş bir rü'ya-yı sadıkadır. Şöyle ki: Isparta’da başımıza gelen bu hadiseden bir ay evvel bir zata rü'yada (ona) deniliyor ki:
"RESAİL-İN-NUR ŞAKİRDLERİ, İMAN İLE KABRE GİRECEKLER, İMANSIZ VEFAT ETMEZLER."
Biz o vakit o rü'yaya çok sevindik (Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 102; Şuâlar, 564, Birinci Şua/Yirmialtıncı Âyet.)
CEVAP
İlmi tedrisen almayan ya da alamayan, fakat buna rağmen ilim adına çok büyük iddialarda bulunan kişinin artık başvuracağı tek yol kalmıştır: Kesbî olamadığına göre, ilminin vehbî olduğunu iddia etmek...
Tarihçe-i Hayat’ta Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, Said Nursî’ye rüyasında, ümmetine soru sormaması şartıyla ilm-i Kur'an’ın öğretileceğini müjdelediği iddia edilmiştir. Said Nursî, rüyaların delil ve hüccet olmadığını belirtmesine karşın, Kur'an ilminin kendisine Hz. Peygamber tarafından rüyada verildiğini söylemektedir. Delil ve hüccete dayanmayan bir yolla, Kur'an ilmi öğrenilemez, elde edilemez. Elde edilen bir şey varsa da bu, ilim olarak vasıflandırılamaz. İslâm, ilim edinme yollarını, bilgi kaynaklarını göstermiştir.
Said Nursî bununla da kalmamış, hüccet teşkil etmeyen bu rüyaları, Nur Risaleleri’nin makbuliyeti (?) ve Hz. Peygamber’in bu risalelerden rızası (?) gibi büyük iddialarının da delili olarak göstermiştir. Onun bu iddiaları tıpkı, samandan bir temelin üzerine sağlam bir ev inşa ettiğini ileri süren birinin iddiasına benzemektedir.
Şimdi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in rüyada görülme meselesini ele alalım:
O buyurmuştur ki:
"Rüyasında beni gören, (hak olarak) beni görmüştür, çünkü şeytan ben(im suretim)le hayale giremez." (Buhārî, Ta‘bir, 10/13.)
"Beni rüyada gören, hakikaten görmüştür, çünkü şeytan benim şeklime giremez."(Müslim, Rü'yâ, 1/10.)
Bu hadis-i şerifin izahı şöyledir: Bir kimse, Hz. Peygamber’i kendi şekli ve sureti ile görürse, gerçekten Hz. Peygamber’i görmüş olur. Çünkü, şeytana Hz. Peygamber’in şekline girerek birini aldatabilme gücü verilmemiştir. Bu açıklamayı Muhammed b. Sirin yapmıştır. İmam Buharî onun şu sözünü nakletmektedir:
"Peygamber’i rüyada görmek, kişinin onu ancak hayatında vasıflandığı sureti üzere gördüğü zaman gerçekleşir."(Buhārî, Ta‘bir, 10/12.)
Allâme İbn Hacer, sağlam senetlerle şöyle rivayet etmektedir: Bir kimse İbn Sirin’e, "Ben rüyamda Hz. Peygamber’i gördümdeyince" ne şekilde, ne biçimde gördüğünü sorardı. O kimse Hz. Peygamber’in şekline ve şemailine uymayan bir biçim söylerse, İbn Sirin ona: "Sen Hz. Peygamber’i görmemişsin"derdi. İbn Abbas’ın tutumu ve davranışı da aynıydı. Nitekim Hâkim, senediyle bunu nakletmiştir. Doğrusu şu ki: Hadisin sözleri de bu manayı tevsik ve ispat etmektedir. Bu hadisin sahih senetlerle nakledilen sözlerinin hepsinden anlaşılan şey, şeytanın Hz. Peygamber’in şekline giremediğidir. Yoksa herhangi bir şekle girip, insanı Hz. Peygamber’i gördüğünü zannettirerek aldatması değil.
Bu konuda, birçok âlimin görüşü bu minval üzeredir. Şeyh Alâaddin der ki:
Demek ki, sahih olan rüya Resulullah’ın sahih bir nakille sabit olan suretini görmektir. Şayet, biri bu suretten başka bir surette Resulullah’ı rüyasında gördüğünü zannederse; o, Resulullah’ı görmemiştir.
Bazı kimseler, "Eğer şeytanın hilesinden korunmak, Hz. Peygamber’i sadece kendi asıl şekli ile görülmesi şartına bağlı olsaydı, o zaman bu koruma, ancak sağlığında Peygamber’i görmüş olan kişiler için mümkün olurdu. Daha sonraki dönemlerde gelen kimseler, rüyalarında gördükleri şahsın suretinin Hz. Peygamber’e veya başka bir kimseye ait olduğunu nasıl bilebilirler?" diye soruyorlar. Böyle bir sorunun cevabı şudur: Daha sonraki dönemlerde gelen kimseler, rüyalarında gördükleri şahsın Hz. Peygamber olduğunu tam bir güvenle söyleyemezler. Ama, rüyalarının manasının ve konusunun Kur'an-ı Kerim ve Sünnetin bildirdiklerine uyup uymadığını kesin olarak bilebilirler. Eğer bu rüya, Kitaba ve Sünnete uygunluk gösteriyorsa, o zaman gerçekten rüyasında gördüğü kimsenin Hz. Peygamber olması ihtimali çok daha fazladır. Çünkü, şeytan bir kimseye doğru yolu göstermek için değişik şekle giremez.
İmam Mazirî, bu hadisin açıklamasında şöyle der:
Bazen bir kimse hayal ettiği bir şeyi görür gibi olur. Çünkü, hayal ettiği şeyin âdeta gördükleri ile bir bağlantısı vardır. (...) Bir kimse rüyasında Peygamber’in, kendisine katli haram bir kimseyi öldürmesini emir buyurduğunu görse; bu, hayal edilen sıfatlardan olur, görülen şey değildir.
Eğer bir kimse rüyasında Hz. Peygamber’i görse de, ondan herhangi bir emir alsa veya bir şeyi o kimseye men etse ya da din konusunda ondan bir çeşit işaret ve ima yollu bir şey görse; o gördüğü, duyduğu şeylerin Kitapta ve Sünnette benzerini görmeden onlara uyması, uygulaması caiz değildir. Allah Tealâ ve Peygamberi, din konusunda, bizi rüyalara, ilhamlara ve keşiflere bırakmamış, hakkı ve batılı, doğruyu ve yanlışı pırıl pırıl bir Kitap ve senetli, delilli bir Sünnet içinde önümüze koymuştur. Eğer gördüğünüz bir rüya veya keşif yahut ilham, Kitaba ve Sünnete uygun ise, o zaman Peygamber’i görmeyi nasip etti diye veya keşif ve ilham nimetini lütfetti diye Allah’a şükrediniz. Ama, o gördüğünüz rüya, Kitaba ve Sünnete ters ve aykırı ise, o zaman da onu reddederek, böyle denemelerden ve imtihanlardan koruması için Allah’a yalvarınız.
Bu inceliği anlayamamaktan dolayı pek çok kimse, dalâlete düşmüştür ve düşmeye devam etmektedir. Bizzat tanıdığım bazı kimseler rüyalarında, inandıkları sapık bir mezhebin kurucusuna Hz. Peygamber’in iltifat ettiğini veya onu desteklediğini gördüklerini zannettiklerinden dolayı, o sapık mezhebe bağlanmışlardır. Eğer onlar, rüyada gördükleri herhangi bir insan şeklinin Hz. Peygamber olamayacağı ve Hz. Peygamber’i gerçekten rüyada görmek nasip olsa bile, onunla dinî bir hüküm elde edilemeyeceği gerçeğini bilmiş olsalardı, böyle bir sapıklığa düşmezlerdi.
Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur ki:
"(...) Rüya üç türlüdür: (...) Üçüncüsü: Kişinin kendi kendine konuştuğu (düşündüğü) şeylerden meydana gelir. (...)"(Müslim, Rü'yâ, 6.)
İbn Mace’nin sahih bir senetle rivayet ettiği hadiste de şöyle buyurulmuştur:
"Şüphesiz rüya üç çeşittir: (...) Rüyaların bir kısmı da insanın uyanık iken arzulayıp azmettiği, sonra da uykusunda gördüğü şeydir. (...)"(İbn Mâce, Ta‘bir, 3/2907)
Risale-i Nur şakirtlerinin gördükleri rüyalar, muhtemelen bu kabildendir. Çünkü, Said Nursî ve talebeleri; Said Nursî ve Nur Risaleleri için Allah’ın Kitabından, Resulün hadislerinden, tabiat olaylarından, hatta gündelik basit olaylardan bile çeşitli şekillerde işaretler, remizler, imalar, tevafuklar, tebşirler... çıkarabilmek için akla hayale gelmeyecek yorumlara başvurmuşlardır
Dolayısıyla, gerek Said Nursî’nin gerekse talebelerinin şuur altlarındaki bu konularla rüyalarında da meşgul olmaları kuvvetli bir ihtimaldir.
Hz. Peygamber’i, güya Said Nursî’ye saygısından, dayanmış bir vaziyetteyken doğrultan; Hz. Ebu Bekir (r.a.)’e Peygamber’in huzurunda ve onun emriyle okuduğu hutbedeki hakikatlerin "Yirmidokuzuncu Söz"de izah edildiğini söylettiren... bu rüyaların sadık rüya olmasına olanak yoktur, bunlar adgas-ı ahlâmdan ibarettir.
Said Nursî’yi ve talebelerini yalancılıkla itham etmemekle beraber, Hz. Peygamber’in şu hadislerini de hatırlatmak yerinde olacaktır:
"Görmediği bir rüyayı gördüğünü iddia ederek yalan söyleyen, (kıyamet günü) iki arpa tanesini birbirine düğümlemekle mükellef kılınır ve bunu yapamamasından dolayı ona azap edilir."(İbn Mâce, Ta‘bir, 3/2907.)
"Beni rüyada gören, hakikaten görmüş olur. Zira şeytan, benim suretimle temessül edemez. Bir de, benim üzerime bilerek yalan uyduran, cehennemdeki yerine hazırlansın!" (Buhārî, İlim, 39/51.)
Gerçekten Peygamberimizi rüyasında görmeyen kimsenin, gördüğünü iddia edip rüyasından bütün naklettikleri, hadis uydurmakla aynı hükümde olup, bu kişi anlattıkları ile, kendisini yukarıdaki hadiste belirtilen vaade dâhil etmiştir. Allah bizleri korusun.
Bütün bu aktardıklarımız göstermektedir ki, Said Nursî ve şakirtleri davalarını ispat edebilmek için birtakım rüyalara sığınmışlardır. Bunlara tâbi olanların birçoğu da, rüyalarında gördükleri ile hareket edip, bunlara inanmışlar ve arkalarından gitmişlerdir.
Anlatılan bu rüyaların Nur Risaleleri’nde uzun uzun zikredilmesi tesadüfî değildir. Zira, bu çeşit rüyalar, safdil ve basit insanları aldatmada kullanılan en yaygın vesiledir.
Bildiğimiz gibi, avam tabakasının ve cahillerin büyük bir kısmı rüyaya bağlanırlar, rüyadan gelen her şeyi tasdik ederler, onu hayatlarında takip edecekleri yolu aydınlatan bir ışık sayarlar; alâmetlerini, hayallerindeki kalıntıları incelemeye koyulurlar.
(...) Bu yalanlara ancak aklında delilik, gönlünde maraz bulunanlar; avam tabakasına, cahillere, bönlere karşı kalpleri hakikatlere yalan karıştırmak ve meramına erişmek için vasıta olarak kullandığı habis maksatlarla dolu olan kimseler inanabilirler.
Rüyaların büyük bir kısmı tevili olmayan kompleks şeylerdir. Onlar, ya ruhî hastalıkların bir neticesidir veya aklî bozukluklardan, vücut hastalıklarından doğar. Yahut da insanın farkında olmadan şuuraltında saklanan ve herhangi bir sebeple uygun bir zamanda şuur üstüne çıkan, başından geçmiş eski hadiselerin tesiriyle meydana gelir.
Sadık rüyalar azdır. Bunlar doğru olmakla beraber, zannı delildir ve üzerine itikadı esaslar kurulamaz, bir fikrin ispatına veya dinî hükümlerden herhangi birine delil olamaz.