Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Nuzul-u Isa (a.s.)

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
NÛZUL-U İSA (a.s.)

İsa (a.s.)'ın tekrar dünyaya gelişi hakkında Peygamberimiz s.a.v.in bir çok hadis-i şerifi vardır .
İslam alimlerinden Şevkani, İsa (a.s.)'ın dönüşüne dair 29 hadis olduğunu, bu hadislerin içerdiği bilgilerin de yanlış olma ihtimalinin bulunmadığını belirtmiştir.
(Sunen-i İbn Mace, 10 /338)

İsa (a.s.)'ın tekrar dünyaya gelişi ve Deccalin ortaya çıkışı hakkında İmam-ı Azam Ebu Hanife, Fıkh-ı Ekber adlı eserinde şunları bildirmektedir:
Deccal'in, Yecuc ve Mec'uc'un çıkması , Güneşin batıdan doğması, İsa (a.s.)'ın Gökten inmasi ve diğer kıyamet alametleri sahih haberlerde aktarıldığı üzere , haktır , olacaktır.
(Ebu Hanife , Numan B. Sabit (150/767), Fıkh-ı Ekber, Çeviren: H. Basri Çantay, Ankara, 1982)

İmam Suyuti'de, El havi lil Fetava adlı kitabı ve El İ'lam bi Hukmi İsa adlı risalesinde , konuyla ilgili hadislere yer verdikten sonra bu hadislerin mutevatir olduklarını bildirmiştir:

Hadis ilmine vakıf olanlara gizli kalmayacağı üzere, bu hususta zikrettiğimiz bütün hadisler mutevatir derecesine ulaşmıştır. Dolayısıyla Mehdi Muntazar (beklenen Mehdi) hakkındaki hadis-i şerifler mutevatir olduğu gibi , Deccal hakkındaki hadis-i şerifler de tevatur derecesine ulaşmış olup, İsa (a.s.)'ın inişiyle ilgili hadis-i şerifler de mutevatirdir.
(Suyuti , El Havi ; 2 / 227)


KUTUB-İ SİTTE
0 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: وَالّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَيُوشِكَنَّ أنْ يَنْزِلَ فيكُمُ ابْنُ مرْيَمَ حَكَماً مُقْسِطاً، فَيَكْسِرُ الصَّلِيبُ، وَيَقْتُلُ الْخِنْزِيرَ، وَيَضَعُ الْجِزْيَةَ، وَيَفِيضُ الْمَالُ حَتّى َ يَقْبَلَهُ أحَدٌ حَتّى تَكُونَ السَّجْدَةُ الْوَاحِدَةُ خَيْراً مِنَ الدُّنْيَا وَمَا فيهَا. ثُمَّ يَقُولُ أبُو هُريْرَةَ: اِقْرَءُوا إنْ شِئْتُمْ: وَإنْ مِنْ أهْلِ الْكِتَابِ إَّ لَيُؤْمِنَنَّ بِِهِ قَبْلَ مَوْتِهِ ا Œية . أخرجه الخمسة إ النسائي.»الْحَكَمُ« الذي يقضي بين الناس.و»المُقسِِطُ« العادل: ضد القاسط وهو الجائر.و»وضَعَ الْجِزْيَةِ« إسقاطها عن أهل الكتاب وإلزامهم ا“سم، و يقبل منهم غيره، فذلك معنى

4968 - Ebu Hurayra (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Nefsim elinde olan Zât-ı Zulcelâl'e yemin ederim! Meryem oğlu İsâ'nın, aranıza (bu şeriatle hükmedecek) adâletli bir hâkim olarak ineceği, istavrozları kırıp, hınzırları öldüreceği, cizyeyi (Ehl-i Kitap'tan) kaldıracağı vakit yakındır. O zaman, mal öylesine artar ki, kimse onu kabul etmez; tek bir secde, dünya ve içindekilerin tamamından daha hayırlı olur."
Sonra Ebu Hurayra der ki:
"Dilerseniz şu ayeti okuyun. (Mealen): "Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölümünden önce onun (İsa'nın) hak peygamber olduğuna iman etmesin. Kıyamet gününde ise İsâ onlar aleyhine şâhitlik edecektir" (Nisa 159)
(Buhari, Buyû' 102, Mezalim 31, Enbiya 49; Muslim, İman 242, (155); Ebu Dâvud, Melâhim 14, (4324); Tirmizi, Fiten 54, (2234).

AÇIKLAMA:

1- İnancımıza göre İsa ölmemiş, semaya çekilmiştir. Cesed-i dünyevîsi ile semada yaşamaktadır. Hadiste de görüldüğü üzere, kıyamete yakın, yeryüzüne inecek, müsbet icraatları gerçekleştirecek:
Deccal'in hasıl ettiği manevî tahribatı telafi edecektir. Onun gelmesiyle birlikte bolluğun, refahın artacağının ifade edilmesi, onun ıslahatı sadece manevî cihette olmayacak, maddî cihette de olacak, iktisadî düzelmeler, düzeltmeler de gerçekleştirecektir.
İstavrozların kırılması, Hıristiyanlığın iptal edilmesi, yeryüzünden kaldırılması demektir. Bugün insanlığın ızdırap kaynağı olan Batı'nın gerisinde kilisenin yer aldığı düşünülürse, kilisenin iptali, Batı'nın dize getirilmesi, egoizmden kurtarılması, gerçek insaniyete kavuşturulması demektir. Dünya siyaset ve ekonomisine hakim olan Batı'nın hakka gelmesi insanlığın sulh-u umumiye kavuşması demektir. Zira günümüzde, dünyanın neresinde olursa olsun, insanları huzursuz eden bütün içtimâî fitnelerin, kargaşaların gerisinde Batı'nın eli mevcuttur. Beşerî ızdırapların temelinde bu "Batılı el" yatmaktadır.
Haçın kırılmasının zımnında hınzır etinin tahrim edilmesi mevcuttur. Zira Hıristiyanlar hınzır yeme ruhsatını dinlerinden almaktadırlar. Din iptal edilince, diğer pek çok batıl inançları meyanında "domuz yeme" âdetleri de iptal olacak demektir. Dahası, bir rivayette "...adavetler, buğzlar, hasedler de mutlaka gidecektir" denmiş olması da dikkat çekicidir. Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında, asırlar değil, çağlar boyu süregelmiş olan düşmanlıkların kalkacağı da ifade edilmiş olmaktadır. Bütün bunlarda kördüğüm kilise idi. Onun İsa tarafından iptali, çok şeyin birden değişeceğine bir işarettir.

2- Cizyenin terkedilmesi, Hıristiyanların Müslüman olması demektir. Çünkü Müslümandan cizye alınmaz, zekat alınır. Şu halde dünyada tek din kalır, cizye verecek kimse bulunmaz demektir. Bu ibareden şu yoruma ulaşan da olmuştur: "Mal öyle çoğalır ki, cizye yoluyla alınan malın sarfı için bundan istifade edecek fakir kalmaz. İstiğna sebebiyle, cizye sarfedilmeden terkedilir." İyaz der ki: "Cizyenin vaz'ı meselesinden murad, cizyenin kâfirlere takrir edilmesi de olabilir. Bütün kâfirlerden alınacak cizye ile de mezkur bolluk hasıl olabilir."
Nevevî, İyaz'ın yorumuna katılmaz ve: "İsa, İslam'dan başka hiç bir dini kabul etmeyecektir" der. Nitekim Ahmed İbnu Hanbel'in meseleyle ilgili bir tahricinde "Dava bir olur" buyrulmuştur.
Yine Nevevî, İsa (a.s.)'ın cizyeyi kaldırmasıyla ilgili olarak der ki:
"Bu şeriatte cizyenin meşruluğuna rağmen İsa (a.s.)'ın onu kaldırmasının manası, onun meşruiyeti İsa'nın inmesiyle kayıtlıdır" demektir. Sadedinde olduğumuz hadis buna delalet eder. İsa (a.s.) cizye hükmünü neshedici değildir.
Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm), bu sözüyle neshi beyan etmiş olmaktadır.
İbnu Battal da: "Biz cizyeyi, mala olan ihtiyacımız sebebiyle İsa'nın inmesinden önce kabul ediyoruz, ama İsa'nın inmesinden sonra mala ihtiyacımız olmayacak. Çünkü onun zamanında mal pek bol olacak. O kadar ki, kimse mal kabul etmeyecek.
Şu da muhtemeldir: Cizyenin Yahudi ve Hıristiyanlardan kabul edilişinin meşru olması, onların elindeki kitabın vahiy olma şüphesini taşıması ve zanlarınca kadim şeriatla ilgisi sebebiyledir. İsa aleyhisselam inince, kendisini şahsen görme hasıl olunca, delillerinin inkıtaı ve durumlarının iyice ortaya çıkması sebebiyle mezkur şubhe izale olur ve onlar puta tapan diğer müşrikler durumuna düşerler ve böylece, onlarla muamele, cizyelerini kabul etmeme şeklinde olması münasib olur."
Bu yoruma bir kayd-ı ihtirazî koymak isteriz: Burada İsa indiği zaman onu herkes İsa olarak bilecek, tanıyacak gibi bir mana mevcuttur. Halbuki ahirzaman eşhasını herkesin kesin bir şekilde bilmesi mevzubahis değildir. O şahısların yakınları, manevî mertebesi yüksek olan hal sahipleri bilse de, başkaları bilemez. Aksi durum imtihan sırrına aykırı olur.
Hz. İsa'nın inmesiyle, arzın hazinelerinin ortaya çıkacağı, ancak "kıyametin yakınlığı sebebiyle" kimsenin iltifat etmeyeceği şeklindeki yorumlar da bu açıdan tatminkâr gelmiyor.

3- "Tek secdenin dünya ve içindekilerden hayırlı olması" o zaman, "sadakayı kimse kabul etmeyeceği için Allah'a en ziyade yaklaşma yolunun sadece ibadet ve namaz olacağı" şeklinde açıklanmıştır. Bazı alimler: "İnsanlar dünyadan öylesine nefret ederler ki, tek bir secde onlara dünya ve içindekilerden daha mahbub olur" şeklinde yorum getirmiştir.
İbnu'l-Cevzî der ki: "Ebu Hurayra, rivayetin sonunda ayet okumakla, o ayetle "tek secde dünya ve içindekilerden hayırlı olacak" sözü arasında münasebet kurduğuna işaret etmek istemiştir. Zira Ebu Hureyre bu suretle insanların düzeleceklerine ve imanlarının kuvvetine ve hayırlı amellere yönelmelerine işaret etmektedir. Öylesine bir düzelme ve kuvvetli bir imana ulaşacaklar ki, onlar tek secdeyi dünya ve içindekilere tercih edecektir. Secdeden maksat rek'attir."

4- Ayet hususunda da değişik te'vil ve yorumlar yapılmıştır.
* Bu hadisten anlaşılacağı üzere, Ebu Hurayra (radıyallahu anh)'ye göre, "ona iman edecek" ibaresindeki zamirle, ölümünden önce ibaresindeki zamir İsa'ya (a.s.) bakar. Yani mana şöyle olur. "İsa ölmezden önce, Ehl-i Kitaptan herkes Hz. İsa'ya inanacaktır." İbnu Abbas da bu te'vilde cezmetmiştir. Ondan gelen bir rivayette: "Hiçbir Yahudi ve Nasranî, İsa'ya iman etmeden ölmez.. Lakin ölüm anındaki imanın faydası yoktur" buyrulmuştur.
Mufessirler de bu meselede farklı yorumlara gitmişlerdir. Bazısına göre, ona iman edeceklerdeki zamir Allah'a veya Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'e racidir. Ölümünden öcneki zamir de kitabîye -ve hatta İsa'ya- racidir. Bu durumda, Ehl-i Kitab'ın gerçek İslam inancına ererek ölecekleri anlaşılır. Yapılan bir te'vile göre: "Ne Yahudi, ne Hıristiyan, İsa'ya (doğru şekilde) iman etmeden ölmez." Nevevî bu görüşü şöyle açıklar: "Buna göre ayetin manası şöyledir: "Ehl-i Kitaptan her ferd, ölüm gelip (ayet ve hadiste haber verilen) ruhun çıkmasından önce, sekerât anında hakikatları gözle gördükten sonra İsa (a.s.)'ın Allah'ın kulu, Allah'ın bir cariyesinin oğlu olduğuna inanacak. Ancak o halde bu iman, şu mealdeki ayette de ifade edildiği üzere ona fayda vermeyecektir: "Yoksa Allah katında makbul olan tevbe, ömürleri boyunca günahları işleyip de, nihayet herbiri ölüm gelip çattığında "Ben şimdi tevbe ettim" diyenlerin veya kâfir olarak ölenlerin tevbesi değildir. Öyleleri için biz acı bir azab hazırladık." (Nisa 18) buyrulmuştur."
Nevevî bu te'vili daha mâkul bulur. "Çünkü der, önceki te'vilde "Ehl-i Kitapla sadece İsa'nın inme zamanına hazır olan ehl-i kitap kastedilmiş olmaktadır. Kur'an'ın zahiri ise bütün Ehl-i Kitab'a şamildir: İsa'nın inme zamanındakiler olsun, daha önce yaşayanlar olsun farketmez."

* Bazı İslam alimleri: "Diğer peygamberler değil de İsa'nın inmesi, Yahudileri reddetme hikmetine dayanır. Çünkü onların iddiasına göre, İsa'yı öldürdüler. Allah ise onların yalanlarını beyan etti" demiştir.
* Şu da söylenmiştir: "İsa, Muhammed ve ümmetinin sıfatını görünce Allah'a dua edip, kendisini de bu ümmetten kılması talebinde bulunmuş, Allah da duasını kabul etmiştir. Böylece, onun hayatını, ahirzamanda bir muceddid olarak inme vaktine kadar ibka etmiştir. Günü gelince yeryüzüne inip, Deccal'ı öldürecektir. Onun inişi Deccal'ın zuhur zamanına tesadüf edecektir."
İbnu Hacer önceki görüşü daha mâkul bulur.

* İsa inince, yeryüzünde ne kadar kalacak, ihtilaflıdır:
** Bazı rivayetlerde yedi yıl kalacaktır.
** Bazı rivayetlerde, indikten sonra evleneceği ve 19 yıl daha yaşayacağı ifade edilmiştir.
** Bir başka rivayette ise 40 yıl kalacağı söylenmiştir.
* İsa ile ilgili bir rivayet de şöyledir: "İsa, üzerinde kızıl toprak renginde iki elbise olduğu halde iner; salibi kırar, hınzırı öldürür, cizyeyi kaldırır, insanları İslam'a çağırır. Allah onun zamanında, İslam hariç bütün dinleri ortadan kaldırır. Yeryüzüne emniyet gelir. Aslanlar develerle otlar. Çocuklar yılanlarla oynar."
*İsa'nın semaya çekilmesinden önce ölüp ölmediği hususunda da ihtilaf edilmiş ise de bu meselede esas olan, şu mealdeki ayettir:
"
O vakit Allah buyurdu ki: "Ey İsa! Seni, ecelin geldiğinde öldürecek olan benim. Seni ben semaya yükselteceğim. Yahudilerin suikastinden tertemiz kurtaracağım..." (Al-i İmran 55).
*İsa semaya çekildiği zaman kaç yaşında olduğu da ihtilaflıdır; 33 denmiştir, 120 denmiştir.
(İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/271-274)



ـ2ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: َ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ أمَّتِي يُقَاتِلُونَ عَلى الْحقِّ ظَاهِرينَ الى يَوْمِ الْقِيَامَةِ. فَيَنْزِلُ عِيسى ابْنُ مَرْيَمَ فَيَقُولُ أمِيرُهُمْ: تَعالَ صَلِّ لَنَا. فَيَقُولُ: َ. إنَّ بَعْضَكُمْ عَلى بَعْضٍ أُمَراءُ، تَكْرِمَةِ اللّهُ تَعالى لِهذِهِ ا‘مَّةِ [. أخرجه مسلم .
4969 - Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ummetimden bir grub, hak için muzaffer şekilde mucadeleye Kıyamet gününe kadar devam edecektir. O zaman İsa İbnu Meryem de iner. Bu müslümanların reisi: "Gel bize namaz kıldır!" der.
Fakat İsa aleyhisselam: "Hayır! der, Allah'ın bu ummete bir ikramı olarak siz birbirinize emirsiniz!"
(Muslim, İman 247)


AÇIKLAMA:

1- Önceki hadisin açıklamasında İsa ile ilgili gerekli malumatı dercettik.
2- Hadis, kıyamete kadar, yeryüzünde İslam'ın devam edeceğini, hem de açıktan açığa mücadele edecek bir güç ve kuvvete sahip olarak devam edeceğini ifade eder. Bu ifade İslam'a karşı olan güçlerin devam edeceğini de ifade eder. Ancak, İslam'ın kesin bir mağlubiyetle her tarafta sindirilmiş, gizlilik içinde, gayr-ı müessir, mahdud ferdler arasında devamı suretinde değil, muzafferâne, açıktan açığa mücadelesini yapabilen bir haşmet içerisinde devam edeceğini ihbar etmektedir. Bu ihbar-ı nebevî, mü'minlerin gelecek hakkında ye'si atmaları için yeterli bir müjdedir. Tarih boyu Müslümanlar çeşitli işkence, hakaret, muhaceret, mağlubiyet vs. zilletleri tatmışlarsa da, hiçbir zaman kesin bir yenilgiyle yok edilememişlerdir. Aleyhissalâtu vesselâm, bu halin kıyamete kadar devam edeceğini, yeryüzünün bazı bölgelerinde sindirilmiş olsalar bile, diğer bir kısım bölgelerinde tevhid bayrağının dalgalanacağını haber vermektedir.
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/275


--------------------------------------------------------------

MUTEVATİR HADİSLER : KETTANİ
kettani_big.jpg


Ebu’l-Huseyin, bu ifadeyi; İbn Mâce’nin, Enes’ten rivayet ettiği

وَلاَ مَهْدِيّ إِلاَّ عِيسَى ﴾“Mehdi ancak İsa’dır”)
(İbn Mâce, Fiten 24) hadisini reddetme mahiyetinde söylemektedir.”
“Mağani’l-Vefâ bi Meânil-İktifâ”da geçtiğine göre; Şeyh Ebu’l-Huseyin el-İberî dedi ki:
Mehdi’nin çıkacağı, yedi yıl yeryüzünde hüküm süreceği, onun zamanında yeryüzünün adaletle dolacağı ile ilgili Peygamber (s.a.v)’den gelen haberler, ravilerinin çok olması sebebiyle müstefiz ve tevatürüdür.”

Şeyh Muhammed b. Ahmed es-Seffârînî el-Hanbelî “Şerhu Akîde”de konu ile ilgili olarak şöyle der:

“Mehdi’nin çıkması ile ilgili rivayetler, çoktur. Öyle ki bu konudaki rivayetler, manevi mütevatir derecesine ulaşmış ve bu husus, Ehl-i Sünnet alimleri arasında yaygınlık kazanmıştır. Hatta Ehl-i Sünnet alimleri, Mehdi’nin ortaya çıkışını, kendi inanç esasları içerisinde saymışlardır.”
Daha sonra da bu konuda bir grup sahabeden gelen bazı hadisleri nakletmiştir. (Devamla da) der ki:
“Bu tür çeşitli rivayetler, sahabeden ve tabiundan rivayet edilmiştir. Bu rivayetlerin toplamı, kesin bilgiyi ifade etmektedir. Dolayısıyla da Mehdi’nin ortaya çıkmasına iman, vaciptir. Nitekim Mehdi’nin ortaya çıkması konusu, ilim adamlarınca doğrulanmış ve Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat akaidinde de yer almıştır.”
(İslam’ın ilk asırlarında yazılmış muteber Sünnî akaid ve kelam kitaplarında olumlu veya olumsuz yönüyle Mehdîlik, hiç ele alınmamıştır. İmam-ı A’zam’ın “Fıkh-ı Ekber”inde, Maturidî ve Eş’arî’nin eserlerinde bu konu ile ilgili bilgilere rastlanmaz. Yine onların çağdaşları büyük alimlerin kitaplarında da bu konuya temas edilmez. Bir bakıma bu doğaldır. Çünkü Mehdîlik, sonuç itibariyle “İmamet”le doğrudan doğruya ilgilidir ve imamet konusunun bir parçasıdır. İmamet ise, Ehl-i Sünnete göre; (asla değil de,) furu’a ait bir meseledir. Yalnız daha sonraları imamet konusunda insanlar arasında bozuk inançlar ortaya çıkınca…. (Sünnî) kelamcılar, imamet konusunu, kelam’ın konuları arasına almışlardır. Aynı sebepten dolayı sonraki akaid alimleri, eserlerinin son kısımlarına, imamet ve “Mehdilik” bahislerini de eklemişlerdir. (Doç. Dr. Avni İlhan, Mehdilik, s. 141-142, Beyan yay. 1993, İst.)

İbn Haldûn (ö. 808/1406)’da “Mukaddime”de Mehdi’nin çıkması ile ilgili hadislerin geliş yollarını geniş bir şekilde getirip Mehdi olayını illet yönünden uygun bulmamıştır. Fakat bazı alimler, İbn Haldûn’a; ‘farklı rivayetlere rağmen bu konuda gelen hadislerin çok olduğu’ şeklinde cevap vermişlerdir. Çünkü Mehdi ile ilgili rivayetler, tevatur derecesine ulaşmıştır. Zira Mehdi’nin çıkması ile ilgili hadis; İmam Ahmed, Tirmizî, Ebu Dâvud, İbn Mâce, Hâkim, Taberânî, Ebu Ya’lâ el-Mevsilî, Bezzâr ve daha bir çok alimin; Sünen, Mu’cem ve Müsned gibi temel İslamî eserlerinde geçmektedir. Bunlar, bu rivayetleri, bir grup sahabeye dayandırmışlardır. Dolayısıyla da bu konudaki rivayetleri inkar etmek, kişiye, bir şey kazandırmaz. Çünkü bu hadislerin bir kısmı, diğer bir kısmını (destekleyip) güçlendirmektedir, şahidler ve mutabaât yoluyla takviye kazandırmaktadır…
(Ravisi rivayette tek başına kaldığından ferd olduğu sanılan bir hadis, başka yol veya yollardan rivayet edilip edilmediğini anlamak üzere çeşitli hadis kitaplarından araştırılır. İtibar adı verilen bu araştırma sonunda o hadisin bir başka ravi tarafından rivayetinde tek kalan ravinin şeyhi veya şeyhinin şeyhiden rivayet edildiği anlaşılırsa, mutabaat meydana gelmiş olur.)

Mehdi hadislerinin bir kısmı; sahih, bir kısmı hasen ve bir kısmı da zayıftır… Mehdi’nin ortaya çıkması konusu, İslam ülkelerinde yaşayan tüm Müslümanlar arasında meşhur bir vaziyettedir. Çünkü ahir zamanda Ehl-i Beyt’ten bir adam ortaya çıkıp İslam Dini’ni yeniden güçlendirecek, adaleti yaygınlaştıracak, Müslümanlar ise bu adama tabi olacak ve İslam memleketlerini (tekrar) ele geçirecek işte bu adam, “Mehdi” diye isimlendirilecek… Bundan sonra da “Sahîh”te sabit Kıyamet Alametlerinden olan Deccâl ortaya çokacak… Bundan sonra da İsa (a.s) yeryüzüne inip Deccâl’i öldürecek veya Mehdi, İsa (a.s) ile birlikte ortaya çıkıp Deccâl’i öldürmede İsa (a.s)’a yardım edecek, Mehdi, İsa (a.s)’a imam olup namaz kıldıracak… ve buna benzer daha bir çok hususlar.

Kadı Allâme Muhammed b. Ali eş-Şevkânî el-Yemenî (ö. 1250/1834)’nin “Tavdîh fi Tevâturi mâ câe fi’l-Mehdiyyi’l-Muntazar ve’d-Deccâl ve’l-Mesîh” adında bir irsalesi vardır. Şevkânî, bu risalesinde konu ile ilgili olarak şöyle der:

“Mehdi hakkında gelen hadislerin içerisinde, 50 kadar üzerinde durulmaya değer rivayet bulunmaktadır. Bu hadislerin içerisinde; sahih, hasen ve münceber zayıf olanı da vardır. Dolayısıyla da Mehdi’nin ortaya çıkması olayı, kesinlikle mütevatirdir. Hatta hakkında bundan daha az rivayet bulunan temel ilkelerle ilgili bazı terimler üzerinde bile tevatürün oluştuğu iddiaları doğrudur. Mehdi ile ilgili sahabeden gelen rivayetlere gelince; bu rivayetler, gayet çoktur. Bu sözlerin tümü, merfu hadis hükmündedir. Çünkü bu tür konularda icitahad da bulunulmasına imkan yoktur.
Bu konuda daha geniş bilgi için Şevkânî’nin bu kitabına bakabilirsiniz. Çünkü Şevkânî, bu kitabında, Mehdi ile ilgili hadisleri nakletmiş ve bu hadislere dair bazı bilgiler vermiştir.

İbn Hacer el-Heytemî (ö. 973/1051)’de “Savâik”da konu ile ilgili olarak şöyle der:

“Ebu’l-Hüseyin el-İberî dedi ki: ‘Mehdi’nin çıkacağı, onun Hz. Peygamber (s.a.v)’in Ehl-i beyt’inden geleceği, yeryüzünde yedi yıl hüküm süreceği ve onun zamanında yeryüzünün adaletle dolacağı, onun Hz. İsa (a.s.) ile birlikte ortaya çıkacağı, Filistin’deki …. Kapısında Deccâl’i öldürmede İsa (a.s)’a yardım edeceği, bu üummete imam olacağı, İsa (a.s)’ın onun ardında namaz kılacağı ile ilgili Peygamber (s.a.v)’den gelen haberler, ravilerinin çok olması sebebiyle mustefiz ve tevaturdur.”


MUTEVATİR HADİSLER : (NAZMU’L-MUTENÂSİRE MİNE’L-HADÎSİ’L-MUTEVÂTİRE) KETTANİ
----------------------------------------------------------------------------------------

SUNEN-İ EBU DAVUD

sunen-i-ebu-davud-tercemesi20120424214945.jpg


4311... Huzeyfe b. Esîd el-Ğıfari demiştir ki; Rasûlullah'a ait bir çardağın gölgesinde oturmuş konuşuyorduk. Kıyameti söz konusu ettik, seslerimiz yükseldi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):
Kıyamet kendisinden önce (şu) on alamet çıkıncaya kadar kopmaz - veya olmaz-:
Güneşin battığı yerden doğması, Dabbe'nin çıkması, Ye'cuc ve Me'cuc'un çıkmaları, Deccal, İsa b. Meryem, duman, biri doğudan biri batıdan, biri de Arap Yarımadasında olmak üzere üç yerin batması, bunların sonuncusu da Yemen'den; Aden'in en aşağısından bir ateşin çıkmasıdır. Bu, insanları mahşere sevk eder." buyurdu.
[Muslim, Fiten 39, 40; Tirmizi, fiten 21: İbn Mâce, fiten 25. 28.
Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/439-440]

AÇIKLAMA
5- İsa (a.s)'nın inmesi: Kıyamet kopmadan önce İsa (a.s) yeryüzüne inecek ve Muhammed (s.a.v.)'İn şeriatı ile hükmedecektir. Onun inmesi, son peygamberin Muhammed (s.a.v.) olup, ondan sonra peygamber gelmeyeceği gerçeğine aykırı değildir. Çünkü İsa (a.s) yeni bir şeriat getirip, Muhammed'in şeriatini neshetmeyecek, adaletli bir hakem olarak inecek, bizim şeriatimizle hükmedecek, insanların terkettiği şer'î işleri ihya edecektir.
İsa (a.s)'in yeryüzüne indikten sonra Deccal ile kavga edip onu öldüreceği sahih hadislerle sabittir.
İsa'nın yeryüzünde ineceği yerin Şam'ın doğusundaki beyaz minareli bir cami, Kudüs'teki mescidi Aksa ve Ürdün olduğu tarzında rivayetler vardır. İbn mace'nin, Nevvas b. Sem'an el-Kilabî'den rivayet ettiği uzunca bir hadisin, İsa'nın inmesi ve faiiyetleri ile ilgili bölümünde şöyle denilmektedir: ".... Deccal ile halk bu durumda iken Allah, İsa (a.s)'yi gönderecek. İsa Dimeşk'ın doğusunda beyaz minarenin yanına boyalı bir ei-bise içinde, ellerini iki meleğin kanatlan üzerine koymuş olarak inecektir. İsa (a.s) başını eğdiği zaman terler damlayacak, kaldırdığı zaman iri inciler gibi gümüş taneciklerine benzeyen ter tanecikleri yuvarlanacaktır. Onun nefesi gözünün alabildiği yere kadar ulaşacak, nefesinin kokusunu duyan bütün kâfirler ölecektir. İsa gidip, Lud kapısı yanında Deccal'e yetişecek ve onu öldürecektir. Sonra Allah'ın Nebisi İsa, Allah'ın Deccal'den koruduğu bir kavmin yanma varacak, yüzlerini mesbedecek ve onlara cennetteki derecelerini anlatacaktır.
Onlar bu vaziyette iken Allah (c,c) İsa'ya "Ya İsa ! Ben öyle kullar yarattım ki onlarla savaşmaya kimsenin gücü yetmez. Sen, benim kullarımı Tur'a götür, koru" diye vahyedecek Ye'cuc ve Me'cuc'u gönderecektir. Bunlar, Allah'ın buyurduğu gibi her tepeden hızla ineceklerdir. Öncüleri Ta-beriye gölüne uğrayıp ondaki suyu içecektir. Arkadan gelenler de oraya varıp, burada su vardı, diyeceklerdir. Allah'ın nebisi İsa ve arkadaşları mahsur kalacak. Öyle ki onlardan birisine bir öküz başı, bu gün sizden birinize yüz dinardan daha değerli olacak. Daha sonra İsa ve arkadaşları Allah'a dua edecekler ve Allah (c.c) onların (Ye'cuc ve Me'cuc'un üzerine) boyunlarına Neğaf (kurtlar) gönderecek. Böylece Ye'cuc ve Me'cuc bir kişinin ölmesi gibi hepsi birden ölmüş olacaklar. İsa ve arkadaşları (Tur'dan) inecekler ve onların leşleri, pis kokuları ve kanlan ile dolmamış bir karış yer bulamayacaklar. Bunun üzerine (a.s) ve arkadaşları Allah'a dua edecekler. Allah da onların üzerine melez devenin boynu gibi uzun boyunlu kuşlar gönderecek. Bu kuşlar o leşleri alıp, Allah'ın dilediği yere atacaklar. Sonra Allah (c.c) onlar üzerine bir yağmur gönderecek, insanları o yağmurdan ne bir kerpiç ev, ne de bir çadır koruyamayacak. O yağmur her tarafı yıkayıp ayna gibi parlatacaktır. Sonra yere, "ürününü bitir, bereketini geri getir" denilecektir. İşte o gün herkes bir tek nardan yiyecek. Nar insanları doyuracak ve kabuğu altında gölgelenecekler. Allah süte de bereket verecek öyle ki yeni doğuran deve kalabalık bir cemaata, yeni buzağılamış inek bir kabileye, yeni kuzulamış bir koyun da sülâleye yetecek kadar süt verecektir. Sonra Allah (c.c) onlara güzel bir rüzgar gönderecek, o rüzgar onları koltuk altlarından yakalayarak, müslüman olan herkesin ruhunu alacaktır. Diğer insanlar eşeklerin alenen çiftleştiği gibi açıkta çiftleşip duracaklar. İşte onların üzerine kıyamet kopacaktır.
(İbn Mace, fiten 32. (Bu bölüm hadisin yarısından sonraki kısımdır. Daha önceki kısmı Deccal ile ilgilidir.)

Görüldüğü gibi bu hadis İsa'nın inmesi ile ilgili hayli detaylı bilgi vermiştir. Aslında bunlara başka birşey eklemeye gerek yoktur. Ancak konu ile ilgili olarak Buhari ve Müslim'in rivayet ettikleri bir hadisin mealini de aktarmak istiyoruz:
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki muhakkak yakında Meryem oğlu İsa , adil bir hakim olarak gökten inecektir. O, salibi kıracak, hınzırı öldürecek ve cizyeyi kaldıracaktır. Mal o kadar çoğalacak ki onu kimse kabul etmez olacaktır. Artık Allah (c.c)'a bir secde etmek, dünya ve dünyada olan herşeyden daha hayırlı olur."
(Buhari, enbiya 49; Muslim. İman 242)


4324... Ebû Hurayra (r.anh)'den rivayet edildiğine göre: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Benimle onun -yani İsa (a.s)'ın- arasında peygamber yoktur ve o mutlaka inecektir. Onu gördüğünüz zaman, tanıyınız;

o, orta boylu, kırmızıya çalan beyaz benizli, bir adamdır. Sarımtırak renkte iki elbise içerisinde olacaktır. Başına bir ıslaklık değmese de (sanki yıkanmış gibi) damlali olacaktır, (başından sular damlayacaktır) İslam adına insanlarla savaşacak, Haç'i kıracak domuzu öldürecek ve cizyeyi kaldıracaktır. Onun zamanında Allah islamm dışındaki tüm dinleri ibtal eder. İsa (a.s) Mesih Deccal'i öldürecek ve yeryüzünde kırk sene kalacaktır. Sonra vefat edecek ve müslümanlar namazını kılacaklardır.
(Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/466)

Açıklama

Hadisi şerif Deccal'den ziyâde İsa (a.s)'nın inmesi ile ilgilidir_ Dana önce de işaret edildiği gibi Isa yeryüzüne inecek, tüm insanları tek bir dinde birleştirecek ve Deccal'i öldürecektir. Bu, Muhammed (s.a)'in son peygamber oluşu keyfiyetine ters Çünkü İsa bir peygamber olarak yeni bir şeriat getirmeyecek Muhammed'in şeriatını uygulayacak, onunla hükmedecektir. Yani Muhammed'e ummet olacaktır. Nitekim Rasûlullah (s.a) bir hadisinde "Eğer Musa sağ olsaydı ancak benim tabilerimden olurdu" buyurmuştur.
İsa yeni bir şeriat getirmeyeceğine göre, İslam'ın teklifleri kalkmayacak devam edecektir.
Kurtubî'nin dediğine göre İsa indiği zaman, müslümanlar üzerinde ondan başka sultan, imam, hakim ve müftı olmayacaktır. Zaten Allah yeryüzünden ilmi çekip almış olacaktır. İsa, İslam-dininden ihtiyacı olan ilimleri, Allah'ın emri ile gökyüzünde öğrenmiş bir vaziyette inecektir. İsa bunu söyleyince insanîar onun etrafında toplanacaklar ve onu kendilerine hakem seçeceklerdir.
Suyûtî ise, yeryüzünde ilmin ve ulemânın kalmayacağı görüşüne karşı çıkar, devamlı olarak yeryüzünde İslâm ulemasının bulunacağını ancak kendisine baş vurulacak büyük imamın İsa olacağını söyler.
Hadiste, İsa'nın kolayca tanınması için bazı özellikleri anlatılmak-ta've yapacağı bazı şeyler sözkonusu edilmektedir. Buna göre, İsa orta boylu, kırmızıya çalar-beyaz benizli olacaktır. Üzerinde hafif sarıya çalan iki elbise bulunacaktır. Temiz ve parlak olduğu için başım ıslatmadığı halde sanki ıslatılmış gibi damlalar olacaktır.


İsa'nın yapacağı bazı şeyler de şunlardır:

1- Haç'ı kıracaktır: Şerhu's-sunne'de, bundan maksadın hristiyanlığı ibtal edip, İslam dini ile hükmetmesi olduğunu söyler.

2- Domuzu öldürecektir. Yani domuz sahibi olmayı ve yemeyi yasaklayarak, öldürülmesini mubah görecektir.

3- Cizyeyi kaldıracaktır: Alimler bu konuyu üç ayrı yolla izah etmişlerdir:

a) Ehl-i kitabı İslama girmeye mecbur tutacak, onların cizye vererek dinlerinde kalınlarına izin vermeyecektir. Müslüman olmayanları da öldürecektir. Bu izah, Hattabi'ye aittir. Nevevi'nin görüşü de bu istikamettedir. Nevevi, cizyeyi kaldırmanın, bizim dinimizin kabul ettiği bir hükmün neshi olmadığını çünkü cizyenin meşruiyeti hükmünün İsa'nın nüzulüne kadar devam etmekle kayıtlı olduğunu söyler.

b) Kendisine cizye mükellefiyeti konulacak zımmî kalmayacaktır. Yani, müslümanlar zenginleşecek, zimmîlerin cizye vermesine ihtiyaç duyulmayacaktır. Çünkü cizye müslümanlarm maslahatlarına, için konulur. Buna ihtiyaç duyulmayınca, cizye de alınmaz. Bu görüş Nihaye sahibine aittir.

c) Kadı Iyaz'ın bildirdiğine göre, cizyenin vaz'mdan maksadın; cizyeyi kaldırmak değil, cizye koymak olması muhtemeldir. Yani bu görüşe göre İsa hiç bir taviz vermeden herkesten cizye alacak bu yüzden mal mülk çoğalacaktır.

4- İsa Deccal'i öldürecektir: Bu konu daha önce izah edilmişti. Daha sonra, hadiste, İsa'nın kırk sene yaşayacağı ve sonra vefat edeceği bildirilmektedir. Müslim'in Abdullah b. Amr'dan rivayetinde İsa'nın yedi sene kalacağı ifade edilmektedir.
İmadu'd-din b. Kesir bu iki rivayet arasında bir çelişki olduğunu söyledikten sonra bu çelişkiyi şöyle giderir:
"Bu yedi yıl, İsa'nın indikten sonraki ikâmetine hamledilir. Bu, daha semaya yükseltilmeden önce dünyada geçen otuz üç yıla ilave edilir ve toplam kırk yıl eder. İsa'nın semaya yükseltilmeden önceki yaşı meşhur görüşe göre otuz üçtür."
Üzerinde durduğumuz hadis İsa'nın ineceğine açıkça delâlet etmektedir. Ehl-i sünnete göre İsa sağ olarak ve kendi aslî unsuru ile inecektir. Bazı Mutezîlîlerle bazı Cehmiler Hz. İsa'nın inmeyeceğini söylerler ve görüşlerini Peygamberin Hatemu'l- Enbiya olduğunu bildiren ayet ile takviyeye çalışırlar. Ancak yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, İsa yeni bir peygamber olarak inmeyeceği için onun inmesi bu ayete zıt düşmez. Peygamberden, İsa'nın ineceğine işaret eden birçok hadis gelmiştir.
Şevkâni , İsa , Deccal ve Mehdî konusunu incelediği et-Tevhidil tevaturi mâ câefi'l - ehadisfi'l-Mehdi ve'd-Deccal ve'l-Mesih adındaki risalesinde, İsa'nın ineceğini bildiren yirmi dokuz hadis nakleder ve bunların tevatür derecesinde olduğunu söyler.

[Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/466-468. ]

-------------------------------------------------------------------------------

BÜYÜK HADİS KULLİYATI

resim-136.gif


Cem'ul Fevaid
min Cami'il-usul ve Mecma'iz-Zevaid

9874- Ebû Hurayra radiyallahu anh'dan: (Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu )
"Rumlar A'mâk'aya da Dâbik'a inmedikçe Kıyamet kopmaz. O zaman yeryüzünün en seçkinlerinden olan Medine'den bir ordu çıkacak. Karşılıklı saf haline gelip savaş vaziyeti aldıklarında Rumlar şöyle diyecek:

'Bırakın bizi de bizden esir alanlarla savaşalım.'
Müslümanlar şöyle cevap verecekler: 'Hayır biz kardeşlerimizle savaşmanıza izin vermeyiz.'
Bunun üzerine (Rumların) üçte biri yenilgiye uğrayacak ve Allah asla onların tevbelerini kabul etmiyecek. (Müslümanların) üçte biri de öldürülecek ki, Allah katında onlar şehitlerin en üstünüdürler. Üçte biri de feth edecek. Asla fitneye düşmeyecekler. Onlar Kostantiniyye'yi feth edecekler. Onlar kılıçlarını zeytin ağaçlarına asıp ganimetleri taksim ederlerken şeytan bağıracak: 'Ne duruyorsunuz, Mesîhu' d-Deccâl çıktı, ailelerinizi bastı.'
Ortada bir şey yokken hemen çıkacaklar. Şam'a geldiklerinde, gerçekten çıkmış olacak. Onlar saflarını teşkil edip savaşa hazırlanırlarken namaza kamet getirilecek, derken gökten Meryemoğlu İsa inip onlara imamlık edecek. Allah'ın düşmanı (Deccal) onu görünce, suda tuzun eridiği gibi eriyecek. Onu o haliyle bıraksa tamamiyle eriyecek, fakat daha tam erimeden onu kendi eliyle öldürüp mızrağındaki kanını halka gösterecek."
[Rudani : 5. Cilt , 9874 ; Muslim]

9895- Huzeyfe bin Esîd el-gifârî radiyallahu anh'dan: (Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu )
"Kıyamet on alâmet görülmedikçe kopmaz:

Duman, deccâl, dabbedu'l-Arz, güneşin batıdan doğması, isa'nın yeryüzüne inmesi, ye'câc-me'cûc, doğuda bir, batıda bir ve Arap yarımadasında bir (yeryüzü) batışı olmak üzere üç batış. Bunların sonuncusu ise insanları mahşerlerine sürecek olan ateşin zuhurdur."
[Rudani : 5. Cilt , 9895]

9928- en-Nevvâs bin Sem'ân radiyallahu anh'dan:
"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir sabah Deccâl'den o kadar çok bahs etti ki, onun hurmalığın içinde olduğunu sandık. O'na doğru gittiğimizde bizim hâlimizin farkına varmış olacak ki bize sordu:

'Ne'niz vardır?' Dedik ki:
'Ey Allah'ın Rasulu, sabahleyin Deccâl'den o kadar çok bahsettin ki hatta biz onu hurmalığın içinde olduğunu sandık.'
'Benim hakkınızda korktuğum başka bir Deccâl'dır. Zira ben sağ iken Deccâl çıkarsa ona karşı ben sizi savunurum. Eğer çıktığında ben yoksam, o zaman herkes kendisini savunsun. Mamafih her bîr müslüman hakkında Allah ona karsı müdafaa etmekte vekilimdir. O (Deccâl) kısa kıvırcık saçlı bir gözü olan bir delikanlıdır, tıpkı Abdu'l-Uzzâ bin Katan'a benziyor. Kim ona erişirse ona karşı Kehf sûresinin ilk ayetlerini okusun. O Şam ile Irak arasından çıkacak; sağa sola saldırıp azgınlaşacak. Ey Allah'ın kulları sebat ediniz!' buyurdu.
Dedik ki: 'Ey Allah'ın Rasulu! O yeryüzünde ne kadar kalacaktır?' Şöyle buyurdu:
'Kırk gün kalacak; ancak onun bir günü bir sene gibi, bir günü bir ay gibi, bir günü bir hafta gibi, diğer günleri ise sizin şimdiki günleriniz gibi olacaktır.'
Dedik ki: 'Ey Allah'ın Rasulu! Bir sene gibi olan günde bize bir günlük namaz yetecek mi?' Şöyle buyurdu:

'Hayır (yetmez), siz o uzun günde, normal günlerinizdeki her namaz vakti kadar namazı takdir ederek kılın!'
'Peki onun yeryüzündeki hızı nedir?'
'O, rüzgârın sürüklediği yağmur gibidir. Bir kavme gidecek, onları davet edecek, onlar da ona iman edip onun davetini kabul edecekler. Göğe emredecek, yağmur yağdıracak, yere söyliyecek bitki bitirecek. Hayvanları akşamleyin dönerken, memeleri süt dolu dönecek, karınları da doymuş olup bol süt verecekler. Sonra başka bir kavme varacak onları davet edecek, fakat onlar onu reddedecekler. Bunun üzerine onlardan ayrılacak. Sabahleyin o zümrede bir kıtlık başgösterecek. Ellerinde mallarından hiç bir şey kalmıyacak. Bir harabeye uğrayacak: 'Haydi hazinelerini çıkart!' diyecek. Oranın hazineleri arı kovanları gibi kendisini izleyecek. Sonra gençlik ve neşe dolu olan bir çocuğu çağıracak ve ona kılıçla bir darbe indirip onu ikiye bölecek. Sonra ona: 'Haydi kalk!' diye çağıracak. Büyük bir sevinç ve parlak yüzle dirilecek. O böyleyken Allah Meryem'in oğlu Mesih'i, gökten, iki boyalı elbise içinde Şam'ın doğusundaki Beyaz Minare'ye, elini iki meleğin kanatlarına koymuş bir halde indirecek. Başını eğdiği zaman su damlayacak, kaldırdığı zaman ondan inci dâneleri gibi düşecek. Onun soluğunu duyan her kâfir hemen ölecek. Onun soluğu, kendi gözünün görebildiği yere kadar gidecek ve duyulacak. Ondan sonra Mesih onun peşine düşüp, ona Led kapısında yetişerek öldürecektir.
Sonra İsâ, Allah'ın onun şerrinden koruduğu bir kavmin yanına gelecek, yüzlerini okşayıp her birine cennetteki derecesine göre hitap edecektir.
Sonra Allah, İsa'ya: 'Ben bir takım kullarımı çıkardım ki, kimse onlarla savaşamaz. Haydi kullarımı Tûr dağına ilet!' diye vahyedecek. Ve her tepeden akın edip gelen Ye'cûc-Me'cûc'u gönderecek. Onların ilk bölümü Taberiye gölüne gelip oradaki suyun hepsini içecek. Sonradan gelen bölümü orada su bulamıyacak ve şöyle diyecekler: 'Hani bîr zaman burada su vardı, acaba şimdi ne oldu?' Isâ ile ashabı (Tûr dağında) muhasara altına alınacaklar. Hatta o gün onlardan biri için bir öküzün başı bugünkü birinizin yüz dinardan daha değerli olacak.
Bunun üzerine Isâ ve arkadaşları Allah'a yalvaracaklar. Allah Ye'cuc ve Me'cûc'un boyunlarına deve musallat kılacak ve hepsi birden tek kişinin ölümü gibi yere serilip ölecekler. Isâ ve arkadaşları epeden aşağıya indiklerinde onların leşleri ve pis kokularından başka bir şey ile karşılaşamayacaklar. Allah'dan onların oradan bir an önce kaldırılmasını dileyecekler. Allah da oraya deve boynu gibi büyük kuşlar gönderecek ve onları alıp Allah'ın dilediği yere götürüp atacaklar.
Sonra Allah bolca yağmur yağdıracak. Orasını ayna gibi tertemiz kılacak.
Sonra yee şöyle denilecek: 'Haydi meyvelerini bitir, bereketini ver!' Bunun üzerine yeryüzü bitkisini bitirecek. O günde cemaat nar yiyecekler ve onun kabuğu altında gölgelenecekler. Allah her şeye bereket ihsan edecek. Yeni doğurmuş bir devenin sütü bir kitle insana yetecek, yeni doğuran bir ineğin sütü bir kabileye yetecek, bir koyunun sütü bir güruha yetecek. Ondan sonra Allah güzel kokulu bir rüzgâr gönderecek hepsinin koltuk altlarından geçecek ve her müslüman ve mü'minin ruhunu kabzedecek, geride insanların kötüleri kalacak, eşekler gibi herc-u merc olacaklar ve Kıyamet işte onların üstüne kopacak.'

Diğer rivayette "Hani bir zamanlar burada su vardı" kavlinden sonra şöyle geçmektedir: "Sonra yürüyüp Beytu'l-Makdis dağı olan Ağaçlı dağa varacaklar ve diyecekler ki 'Biz yeryüzünde öldürmedik kimse bırakmadık. Şimdi sıra göktekileri öldürmeye geldi.' Ondan sonra oklarını göğe doğrultup atacaklar. Allah onların oklarını kanlı olarak geri döndürecektir."
[Rudani : 5. Cilt , 9895; Muslim, Ebû Dâvud ve Tirmizî]


---------------------------------------------------------------

RİYAZU'S SALİHİN : İMAM NEVEVİ

riyazu-s-salihin-serhi-nuzhetul-muttakin-orta-boy-yesil-kapak20120901092811.jpg


1812. Nevvâs İbni Sem’ân radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir sabah Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem deccâlden uzun uzun bahsetti. Sonunda yorulup sesini alçalttı, sonra tekrar yüksek sesle konuştu. Biz onun anlatışına bakarak deccâlin Medine civarındaki hurmalıklara gelip dayandığını zannettik. Tekrar yanına gittiğimiz zaman üzüntümüzü anladı ve:
– “Hayrola, bu ne hal? dedi. Biz de:
Yâ Rasûlallah! Sabahleyin deccâlden bahsettin. Kâh alçak sesle kâh yüksek sesle konuştuğun için, biz onun hurmalıklara gelip dayandığını sandık, dedik. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
– “Sizin adınıza deccâlden başka şeylerden daha çok korkuyorum. Şayet deccâl ben aranızdayken çıkarsa, onun oyununu bozar, delillerini çürütürüm.
Eğer ben aranızdan ayrıldıktan sonra çıkarsa, artık herkes kendini ona karşı savunup korumalıdır. Zaten Allah Teâlâ mü’minleri onun kötülüklerinden koruyacaktır. Deccâl kıvırcık saçlı, patlak gözlü, (Câhiliye devrinde ölen) Abduluzzâ İbni Katan’a benzeyen bir gençtir. Sizden onu gören Kehf sûresinin baş (ve son) tarafından onar âyet okusun. O Şam ile Irak arasındaki bir yerden çıkacak. Sağa sola her yana kötülüğünü yayacaktır. Ey Allah’ın kulları, imanınızı koruyup direnin!

Yâ Rasûlallah! Deccâlin yeryüzünde kalma süresi ne kadardır? diye sorduk. Şöyle buyurdu:
– “Kırk gündür. Bir günü bir yıl kadar, bir başka günü bir ay kadar, bir diğer günü de bir hafta kadardır; geri kalan günleri ise sizin bildiğiniz günler gibidir.” Biz:
Yâ Rasûlallah! Bir yıl kadar olan günde, kılacağımız bir günlük namaz kâfi gelecek mi? dedik.
– “Hayır, siz namaz vakitlerini ona göre takdir ve hesap ediniz” buyurdu. Biz:
Yâ Rasûlallah! Onun yeryüzündeki sürati ne kadardır? diye sorduk. Şöyle buyurdu:
– “Rüzgârın sürüklediği bulut gibi insanların yanından geçer, ilâh olduğunu söyleyerek kendisine iman etmelerini ister, onlar da iman ederler. Göğe yağmur yağdırmasını emreder, yağmur yağar; yere bitki bitirmesini emreder, otlar, çayırlar biter; insanların yayılmaya gönderdikleri hayvanları daha gösterişli ve semiz, sütleri daha bol olarak döner. Daha sonra başka insanların yanına gelerek onları kendine inanmaya davet eder; fakat onlar kendisine inanmayıp teklifini geri çevirirler; deccâl de yanlarından ayrılıp gider; lakin sabahleyin suları çekilip çayır çimenleri kurur, hayvanları da helâk olur.
Deccâl bir örene uğrayıp ‘Definelerini ortaya çıkar!’ der, o harâbedeki defineler arıbeyinin peşinden giden arılar gibi deccâlin arkasından gider.
Sonra deccâl babayiğit bir genci yanına çağırıp onu kılıcıyla ikiye biçer; vücudunun her parçası bir yana düşer; ardından ona seslenir.
Delikanlı gülümseyen bir çehreyle ona doğru gelir. Deccâl böyle işler yaparken Allah Teâlâ Mesîh İbni Meryem sallallahu aleyhi ve sellem’i gönderir.
Mesîh, boyanmış iki elbise içinde, ellerini iki meleğin kanatları üzerine koyarak Dımaşk’ın doğusundaki Akminare’nin yanına iner. Mesih parıldayan yüzüyle başını yere eğince saçlarından terler damlar, başını kaldırınca inci gibi nûrânî damlalar dökülür. Onun nefesini koklayan kâfir derhal ölür. Nefesi baktığı yere ânında ulaşır. Mesih deccâlin peşine düşer, onu (Kudüs yakınındaki) Bâb'u lud’de yakalayıp öldürür.
Sonra Îsâ sallallahu aleyhi ve sellem, Allah Teâlâ’nın kendilerini deccâlin şerrinden koruduğu birtakım insanların yanına gelir, onların yüzlerini okşayarak deccâl fitnesinin sona erdiğini söyler ve kendilerine cennetteki yüksek derecelerini haber verir.
Bu sırada Allah Teâlâ Îsâ sallallahu aleyhi ve sellem’e vahyederek “Kimsenin öldüremeyeceği kullar yarattım; diğer kullarımı toplayıp Tûr’a götür” buyurur.
Allah Teâlâ Ye’cûc ve Me’cûc’ü yeryüzüne gönderir. Onlar tepelerden süratle inip giderler; öncüleri Taberiye gölüne varıp gölün bütün suyunu içer.
Arkadan gelenler oraya vardıklarında, “Bir zamanlar burada çok su varmış” derler.

Îsâ sallallahu aleyhi ve sellem ile yanında bulunan mü’minler Tûr dağında mahsur kalırlar. Onlardan her biri için bir öküz başı, sizin bugünkü paranızla yüz altından daha kıymetli olur. Îsâ sallallahu aleyhi ve sellemile yanındaki mü’minler bu belâdan kendilerini kurtarması için Allah Teâlâ’ya yalvarırlar.
Allah Teâlâ da Ye’cûc ve Me’cûc’ün enselerine kurtçuklar musallat eder; hepsi bir anda ölüp gider. Ardından Îsâ sallallahu aleyhi ve sellem ile mu’minler Tûr dağından inerler. Ye’cûc ve Me’cûc’ün kokmuş cesetlerinin olmadığı bir karış yer bulamazlar.
Îsâ sallallahu aleyhi ve sellem ile yanındaki mü’minler bu belâdan da kendilerini kurtarması için Allah Teâlâ’ya yalvarırlar.
Allah Teâlâ deve boyunları gibi iri kuşlar gönderir; bu kuşlar onların kokmuş cesetlerini alarak Cenâb–ı Hakk’ın dilediği yere götürüp atarlar.
Sonra Allah Teâlâ hiçbir evin ve çadırın engel olamayacağı bol bir yağmur gönderir; bu yağmur yeryüzünü ayna gibi pırıl pırıl temizler. Daha sonra yeryüzüne “Meyveni bitir, bereketini getir” diye emredilir. O gün bir grup insan tek bir nar ile doyar, kabuğuyla da gölgelenirler.
Yaylıma gönderilen hayvanların sütü de bereketlenir, bir devenin sütü kalabalık bir grubu, bir ineğin sütü bir kabileyi, bir koyunun sütü bir cemaati doyurur. Onlar böyle yaşayıp giderken Allah Teâlâ tatlı bir rüzgâr gönderir; bu rüzgâr onları koltuk altlarından sarmalayıp her mü’minin ve müslimin rûhunu alıp götürür. Yeryüzünde insanların en fenaları kalır; onlar eşekler gibi birbiriyle tepişip herkesin gözü önünde cinsel ilişkide bulunurlar ve kıyamet onların üzerine kopuveri
r.”
[Muslim, Fiten 110, 116. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 59; İbni Mâce, Fiten 33.]

* Deccal insanın dünya hayatında karşılaşacağı en büyük fitnedir. Müslüman imanı sayesinde onun şerrinden kurtulacaktır. Çok süratli yayılma gücü olan Deccali Hz. İsa öldürüp insanları ondan kurtaracaktır. Ye’cüc ve Me’cucün çıkıp yeryüzünün ifsad edilmesiyle yeryüzü bazı kurtçuklarla bunlardan temizlenip mü’minlerin ruhları kabzedilecek, kıyamet de kötü insanlar üzerine kopacaktır.
[Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 532.]

*********************************************************************************


Nuzul-u İsa'yı (a.s.) inkar edenlerin cevap vermesi gereken sorular :

1_ Deccal gelecek midir ?

2_ Deccal var (gelecek) ise onu kim öldürecektir?

3_ Mehdi Gelecek midir ?

Not :
Rasulullahın s.a.v. sahih hadislerini inkar edenlere :

Kur'an ; farzı, vâcibi tayin etme, helâli, haramı belirleme açısından Allah'ın hükmü ile, Rasûlunün hükmünü, iki temel esas kabul etmiştir.
"Allah ve Rasûlunün yoluna aralarında hüküm vermesi için davet olunduklarında, inananlar; "dinledik ve itaat ettik" diye cevaplar. İşte ancak bunlardır kurtulanlar" (Nûr 5).

Peygamber (s.a.s.), "size emrettiklerimi yerine getirin, yasaklarımı da gücünüz yettiğince terk edin" buyurmuştur (Muslim, 412, İbn Mâce, Mukaddime, 1).
Sünnete bağlılık, dinî bir zorunluluktur.
Kur'an bize yeterlidir düşüncesiyle sünneti ihmal etmek tarih boyunca bütün bid'at fırkalarının ortak özelliği olan gizli bir hıyanet çeşididir. Peygamber (s.a.s.) bu durumun ileride ortaya Sıkacağını haber vererek, dinî hiçbir kaygısı olmayan bu insanlardan bizi sakındırmıştır.
"Tok karınlı, koltuğuna yaslanıp size "Kur'an yeterlidir; Kur'an neyi helâl kılmışsa onu helâl bilin, neyi haram kılmışsa onu haram bilin" diyen adamların çıkması yakındır. Haberiniz olsun, dikkatli olun: Bana Kur'an ile birlikte (hüküm bakımından) onun bir benzeri (sünnet) de verilmiştir"
(Ebû Dâvûd, Sunne, 6, Ahmed b. Hanbel, IV, 131).

Hz. Peygamber sünnetine uyulmasını emrettiği gibi, kendi ashabına da uyulmasını emir buyurmuştur. Ashâba uyulduğu takdirde, insanları doğru yola götüren gökteki yıldızlara benzetilmiştir.
"İçinizde benden sonra yaşayanlar birçok ayrılıklara şahit olacaktır. Size sünnetimi, hidâyete erdirilmiş, doğru yolu bulmuş halifelerinin sünnetini (yolunu) tavsiye ederim. Ona sımsıkı sarılın, âdeta dişlerinizle tutun, sonradan çıkacak şeylerden sarılın. Çünkü her uydurma, bid'at; her bid'at sapıklıktır"
(Ebû Dâvûd, Sunne, 5).

A'raf 157- Onlar ki, o ummî peygambere uyarlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılmış bulacakları o peygambere uyup, onun izinden giderler ki, O, onlara iyiyi emreder ve onları kötülüklerden alıkoyar, temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılar, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılar, sırtlarından ağır yükleri indirir, üzerlerindeki bağları ve zincirleri kırar atar, işte o vakit ona iman eden, ona kuvvetle saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onun peygamberliği ile birlikte indirilen nuru izleyen kimseler var ya, işte asıl murada eren kurtulmuşlar onlardır.

SAHİH HADİSLER KAYNAĞIMIZDIR
(HADİS İNKARCILARINA -mealci-REDDİYE)

https://www.islam-tr.org/konu/hadis-sunnet.11790/

KABİR AZABI HAKTIR ,
HADİSLER MUTEVATİRDİR
https://www.islam-tr.org/konu/kabir-azabi-suali-daralmasi-haktir-hadisler-mutevatirdir.7803/
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
ŞEYH'UL İSLAM İBN TEYMİYYE

İsa (a.s.)'ın Göğe Yükseltilmesi


Soru:
İki kişi İsâ (a.s.) hakkında tartışmışlar.
Birisi, İsa'nın öldüğünü ve daha sonra Allah tarafından göğe kaldırdığını söylemiş, diğeri de Allah'ın onu diri olarak kaldırdığını ifâde etmiştir. Acaba İsa'nın ruhunu mu kaldırmış, yoksa cesedini mi?
Her ikisinin de delili nedir?
"Seni eceline yetireceğim, seni kendime yükselteceğim" (Âl-i İmrân 55) âyetinin anlamı nedir?


Cevab:
Allah'a hamdolsun.
İsâ
diridir.
Sahih hadîsde Rasûlullah'ın şöyle buyurduğu ifâde edilmektedir:

"Meryem oğlu İsâ, âdil bir hakem ve adaletli bir imam olarak inecektir. Haçı kıracak, domuzu öldürecek ve cizyeyi kaldıracaktır"
(Buhârî, Mezâlim, 31; Bûyu, 103; Enbiyâ,. 49; Muslim, İmân, 242, 343; Ebû Dâvud, Melâhîm, 14)

Yine sahih bir hadîste şöyle buyurduğu sabit olmuştur:
"Şam'ın doğusunda beyaz minareye inecek ve Deccâl'i öldürecektir"
(Ebû Dâvud, Melâhîm, 14)

Not : Nuzul-u İsa hadisini inkar edenlerin bir bahanesi; "minare" lafzının, Türkçe ve Türkiye'deki "3 şerifeli 50 metre yüksekliğindeki minare" gibi kıyaslanarak, Rasulullah (s.a.v.) zamanında olmadığından, hem hadisin hem de Nuzul-u İsa'nın(a.s.) uydurma bir rivayet olduğunu iddia ederler. Halbuki bu cahil ve art niyetliler; kalplerindeki hastalık sebebiyle, aklına uymayan her sahih hadisleri inkar etmelerine sebeb olan hadisin vurud donemini ve olayları gerektiği gibi inceleyemiyorlar.

Arabca ; Nur yeri, Fener kulesi, Câmi minâresi, Yol işaretleri anlamlarında 'Menâr' lafzı kullanılır. Yine

Arabca ; Alâmet, işaret, kandil, minare lafzı yerine 'Menâr-Menâvir' kullanılır.
Ezanın okunması için yüksek bir yere çıkılması mustehabdır.

Sabahleyin Abdullah b. Zeyd gece gördüğü rüyayı Rasulullah'a anlattı. Aynı gece onunla birlikte birçok sahâbe de benzer rüyalâr gördüklerini anlattılar. Öğretilen ezanda değişiklik yoktu. Hz. Ömer de aynı rüyayı görenler arasındaydı. Hz. Peygamber (s.a.v.) her birini dinledikten sonra Zeyd'e dönerek, "Gördüğünü Bilâl'e anlat (öğret) ezanı Bilâl okusun; onun sesi seninkinden gürdür" buyurdu. Namaz vakti gelince Bilal Medine'nin en yüksek yerine çıkarak gür sesiyle İslâm'ın ilk ezanını okudu.
Namaz vakitlerini bildirmek için okunan ezanın ne şekilde olduğu Kur'an-ı Kerîm'de bildirilmemiş, ancak Hz. Peygamber (s.a.v.)'e vahiyle bildirilmiş ve onun kelimeleri bizzat Cebrail (a.s.) tarafından öğretilmiştir. Şu âyet-i kerimeler ezanın Allah'tan geldiğini gösterir:
"Siz namaza çağırdığınız zaman onlar o çağrıyı eğlence ve alay konusu yapıyorlardı" (Mâide, 58).

******


Ruhu cesedinden ayrılmış olan kimsenin cesedi gökten inmez, ancak dirildiğinde kabrinden kalkar.
"Ben seni eceline yetireceğim, seni kendime yükselteceğim, inkâr edenlerden seni tertemiz ayıracağım" (3 Âl-i İmrân 55) sözleri de Allah'ın ölümü kasdetmediğine delildir.
Çünkü bununla ölümü kasdetseydi, Hz. İsâ bütün mu'minler gibi olurdu. Allah mü'minlerin ruhlarını alır ve göğe yükseltir. Böylece bunda bir hususîliğin olmadığı anlaşılmış olmaktadır. (Yâni Hz. İsa'yı özel olarak bu şekilde zikretmesinin anlamı olmazdı).

"İnkâr edenlerden seni tertemiz ayıracağım" sözü de bu şekildedir.

Ruhu vücudundan ayrılmış olsaydı, onun vücudu da diğer peygamberlerin vücutları gibi yerde olurdu.
Başka bir âyette Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Oysa onu öldürmediler ve asmadılar, fakat onlara öyle gösterildi. Ayrılığa düştükleri şeyde doğrusu şubhededirler. Bu husustaki bilgileri ancak zanna uymaktan ibarettir. Kesinlikle onu öldürmediler, aksine Allah onu kendi katına yükseltti" (Nisa 157-158)

Buradaki "aksine Allah onu kendi katına yükseltti" sözü, İsa'nın ruhu ve vücuduyla yükseltildiğini açıklamaktadır.

Nitekim sahîh hadîste ruhu ve vücuduyla ineceği ifâde edilmiştir. Çünkü ölümü kastedilseydi, "öldürmediler ve asmadılar, belki ölmüştür" derdi. "Bilâkis Allah onu kendi katına yükseltti" sözü, ruhu ve vücuduyla yükseltildiğini göstermektedir.
Onun için bir kısım alim, "Seni eceline yedireceğim" sözünün, "ruhunu ve bedenini kabzedeceğim", anlamına geldiğini söylemişlerdir:

توفيت الحساب واستوفيته denir. (Hesabı gördüm, demektir.)

Eceline yetirmek mânâsındaki: التوفى sözü, beden olmaksızın sadece ruhun veya her ikisinin ölümünü ancak başka bir karine ile gerektirir.
Bundan maksat, uyku ölümü de olabilir.
Meselâ:
"Allah, öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır" (39 Zumer 42) âyetinde olduğu gibi.

"Geceleyin sizi ölü gibi uyutan,, gündüzün yaptıklarınızı bilen... O'dur" (6 En'âm 60)

"Artık birinize ölüm gelince elçilerimiz, bir eksiklik yapmaksızın onun canını alırlar" (6 En'âm 61)

İsa (a.s.)'ın yükseltiliş şekli hakkında yerinde söylenmiş şeyleri belirtmişlerdir. Allahu alem

Şeyhul İslam İbn Teymiyye; mecmu'ul feteva 4. Cilt PEYGAMBERLERLE İLGİLİ BAZI MES'ELELER


***************************************



Cennette Yeme - İçme ve İsa (a.s.)

Soru:
Cennet ehli yer, içer ve evlenirken dünya ehli gibi, lezzet duyarlar mı?
Bu vücutlar tam bu şekilde mi diriliyor?
İsâ diri mi, ölü mü?
İnecek olursa, Muhammed'in şeriatıyla mı, daha önceki kendi şeriatıyla mı hükmedecektir?
Yoksa ona yeni bir şeriat mı verilir?


Cevap:
Cennet ehli Kur'ân ve Sünnet'in ifâdesi ve müslümanların icmâıyla yer, içer ve nimet içinde nikahlanırlar. Bunu inkarcı yahûdî ve hristiyanlar inkâr ediyor. Kur'ân ve Sünnet'in ifadesiyle dirilecek olan, bizzat bu vücutlardır.
İsâ gökte diridir ve henüz ölmemiştir. Gökten inecek olursa ancak Kur'ân ve Sünnetle hükmeder, yoksa bunlara muhalif şeyle hükmetmez. Allahu a'lem.
Muhammed'den sonra peygamberlerin en faziletlisi İbrahim'dir.
Sahîh-i Muslim'de ifâde edildiği gibi;

"O insanların en hayırlısıdır".
Âlimlerin sözleri bu doğrultudadır. Râbî İbn Haysem şöyle demiştir:
"Peygamberimiz'den kimseyi üstün tutmuyorum ve Peygamberimiz'den kimseyi üstün tutmuyorum ve Peygamberimiz'den sona İbrahim'den de kimseyi üstün tutmuyorum".
(Şeyhul İslam İbn Teymiyye; mecmu'ul feteva 4. Cilt İNSANIN ANA KARNINDA YARATILIŞI VE KADER)

 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Bazı sakat görüşleri olmasına rağmen Hayreddin Karaman bu konuda şöyle diyor :

Soru 1:
Hz. İsa'nın yeryüzüne tekrar geleceğine inanıyor musunuz? İnanıyorsanız bunu hangi anlamda değerlendiriyorsunuz? İnanmıyorsanız neden?
Cevap:
Bu konuda tevatür derecesinde hadisler bulunduğu için inanıyorum. Keyfiyet ve detaylar hakkındaki hadisler tevatür derecesinde olmadığı ve itikad alanında böyle hadisler delil olamayacağı için keyfiyet ve detay konusundaki rivayetleri bilgi kaynağı olarak kabul etmiyorum. Bana göre Hz. İsa gelecektir, ama ne zaman, nasıl, niçin... kısmını Allah bilir. Ayrıca Hz. İsa yeni bir din ile gelemez, bir misyonu varsa bunu İslam dini çerçevesinde yapacaktır; aksine inanmak İslam'a aykırı olur.


Soru 2:
İsa neden bu kadar çok tartışılıyor? Bu tartışmaları siz nasıl karşılıyorsunuz? Mesela dünyanın evrensel anlamda bir barışa ihtiyacı olduğu ve bunu ancak İsa'nın başaracağı umudunu taşıyan insanların sayısı hiç de az değil. Sun'î mi, gerekliliği var mı, bu uzayıp giden konuşmaların?
Cevap:
İslam'ın talimatı uygulandığı zaman dünyada adil bir barış tesis edilebilir. Kusur uygulayıcı ve uygulama ile ilgilidir. Hz. İsa vb. iyi bir uygulayıcı olabilir, insanlara uygulama konusunda yardımcı olabilirler. Bunu biz de yapmakla yükümlüyüz. Tartışma daha ziyade bu konuyu istismar ederek İsalığa soyunan ve insanları sapıtan kimselerin çıkmasından veya bu ihtimalden kaynaklanıyor.

Soru 3:
İsa'nın geleceğine (en yoğun anlamda) inanan sünnet ve cemaat ehlinin tavrını nasıl karşılıyorsunuz? Bu klasik bir ehli sünnet tembelliğinin bir ürünü mü, yoksa necata kavuşacak tek fırkanın haklı ve de soylu bir iddiası mı?
Cevap:
Ehl-i sünnet, "İsa gelene kadar biz eli kolu bağlı oturalım veya ıslah ile yükümlü değiliz" demiyor ki, tembellik olsun! Ortada hadisler var onlar da bunlara bakarak bir inanç benimsemişler; hepsi bundan ibaret.

http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00012.htm



Evet Hz. İsa Hâlâ hayattadır, ölmemiştir.
Ahirzamanda ise yeryüzüne ineceğini pek çok sahih hadis bildirmiştir.

Sahih-i Muslim’de Cabir bin Abdullah’ın rivayet ettiği hadis-i şerifin meali şöyledir:

“Ümmetimden bir cemaat kıyamet gününe kadar hakka yardımcı ve hizmetçi olarak devam edecektir.
Nihayet Meryemoğlu İsa iner, müslümanların emiri (mehdi) O’na der:
“Gel, bize namaz kıldır.” Hz isa der: “Hayır, Allah’ın bu ümmete bir ikramı olarak sizin bir kısmınız diğer kısmı üzerine emirlersiniz.”
(Muslim, İman 247)






a) Elmalı Tefsiri, Âli İmran Sûresi 55. âyetin izahının yapıldığı satırlarda şu hadis-i şerife yer veriyor:
“İsa ölmedi; kıyamet gününden önce size dönecektir.”

b) Kurtubû Tefsiri’nde, Zuhruf Sûresi 61. âyetin izahı yapılırken, Hz. İsa’nın kıyamete yakın yeryüzüne ineceğine dair hadis-i şeriflere yer verilir.

c) Tefsir-i Kebir’de yine Zuhruf Sûresi’nin 61. âyetinin izah ve tefsiri sadedinde, Hz. İsa’nın kıyamete yakın yeryüzüne ineceğini beyan etmektedir.

d) 50 sene öncesine ait olan Fî Zilâli’l-Kur’an da bu gerçeği ifade ettiği gibi, eski eserlerden Taberî, Keşşaf ve İbn-i Kesir tefsirleri de Zuhruf Sûresi’nin 61. âyetinin tefsiri sadedinde Hz. İsa’nın kıyamete yakın yeryüzüne ineceğini yazıyor.

e) Sahih-i Buharî Tecrid-i Sarih Tercümesi, D.İ.B. tarafından 55 senedir basılan bir eser.
Bu eserdeki 1018 ve 1405 numaralı hadisler de Hz. İsa’nın kıyamete yakın ineceğiyle ilgili.

f) Prof. Dr. İbrahim Canan’ın tercüme ettiği Kutub-i Sitte Muhtasarı’nın son cildinde, Mefhumlar Fihristinde “İsa (a.s.)” maddesine bakarsanız, Hz. İsa’nın ineceğini haber veren birçok hadis-i şerife ulaşırsınız. Aynı sahifelerde, bu konuyla ilgili genişçe bilgi de vardır.
İbrahim Canan , “Hz. İsa’nın kıyamete yakın yeryüzüne ineceğine inanmanın İslâm inancı gereği” olduğunu da zikretmektedir.

g) Abdullah Feyzi Kocaer’in tercüme ettiği Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi’ndeki 1439 numaralı hadis şu manadadır:
“Meryem oğlu aranıza inip imamınız da sizden olduğu zaman, sizin haliniz nasıl olur bakalım.”
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Muteber tefsirlerden, açıklamaları delilleriyle görelim. Ayetin siyak ve sibakını dikkate alarak meseleyi anlamaya çalışalım:

KURTUBİ TEFSİRİ


Zuhruf 57. Meryem oğlu bir misal olarak verilince, hemen senin kavmin bundan dolayı bağrışıp çağrışmaya koyuldu.

Yüce Allah: "Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize sor: Rahman'dan başka ibadet edilecek ilahlar kılmış mıyız?" (Zuhruf, 43/45) buyruğunu indirince muşrikler İsa (a.s)'ın durumunu ileri sürerek: Muhammed tıpkı hristiyanların Meryem oğlu İsa'yı ilah edindikleri gibi, bizim de kendisini ilah edinmekten başka bir şey istemiyor, dediler. Bunu Katade söylemiştir.
Buna yakın bir rivayet Mucahid'den gelmiştir.
O dedi ki: Kurayş: Muhammed, İsa'nın kavmi İsa'ya tapındıkları gibi, bizim de kendisine tapınmamızı istiyor, dediler. Bunun üzerine yüce Allah bu âyet-i kerimeyi indirdi.

İbn Abbas dedi ki: Bu buyrukla yüce Allah, Abdullah b. ez-Ziba'ra'nın Peygamber (s.a.v.) ile İsa hakkındaki tartışmasını kastetmektedir. Bu örneği veren kişi Sehmoğullarından Abdullah b. ez-Ziba'ra'dır ve bunu kâfir iken söylemişti. Kurayş kendisine: Şubhesiz Muhammed: "Gerçekten siz de, Allah'tan başka taptıklarınız da cehennemin odunusunuz" (el-Enbiya, 21/98) âyetini okuyor, dediler.
Abdullah b. ez-Ziba'ra da: Eğer yanında hazır olsam ona cevab verirdim elbet, dedi.
Bu sefer: Ona ne diyecektin diye sordular, o da şöyle dedi:
Ona derdim ki: İşte Mesih'e hristiyanlar ibadet ediyor. Uzeyr'e de yahudiler ibadet ediyor. Bu ikisi de cehennemin odunundan mıdırlar? Kureyşliler onun söylediği bu sözü beğendi ve böylelikle bu sözle onun davayı kazandığı görüşüne kapıldı. İşte yüce Allah'ın: "Bağrışıp çağrışmaya koyuldu" buyruğunun anlamı budur.
Yüce Allah da bunun üzerine: "Şubhesiz kendileri için daha önceden tarafımızdan iyilik takdir edilmiş olanlar, işte onlar oradan uzaklaştırılmışlardır" (el-Enbiya, 101) buyruğunu indirdi.

Eğer İbnu'z-Ziba'ra âyet üzerinde düşünmüş olsaydı, ona itiraz etmezdi. Çünkü yüce Allah: "Ve taptıklarınız (nesneler)" diye buyurmakta, buna karşılık "taptığınız kimseler" diye buyurmamaktadır.
Yüce Allah bu buyruğu ile putları ve bunlara benzer aklı ermeyen cansız varlıkları kastetmiş, Mesih'i, melekleri -her ne kadar onlara ibadet edilmiş olsa dahi- kastetmiş değildir.

[Suyuti, ed-Durru'l-Mensur, V, 679-680]

Bu husus el-Enbiya Sûresi'nin son taraflarında (21/98. âyetin tefsirinde ve devamında) geçmiş bulunmaktadır.
İbn Abbas'ın rivayetine göre Rasûlullah (sav) Kurayş'e şöyle demiş: "Ey Kurayş topluluğu! Allah'tan başka kendisine ibadet olunan hiçbir kimsede hayır yoktur.
Bu sefer Kurayşliler: Sen İsa'nın kul bir peygamber ve salih bir kul olduğunu söylemiyor musun? Eğer senin dediğin gibi ise işte ona da Allah'tan başka bir varlık olarak ibadet olunmuştur.
Bunun üzerine yüce Allah: "Meryem oğlu bir misal olarak verilince, hemen senin kavmin bundan dolayı bağrışıp çağrışmaya koyuldu" buyruğunu indirdi.

[Musned, I, 317]

Yani ağır yükler taşıdığı sırada develerin gürültü çıkardıkları gibi, gürültü çıkartırlar.
Nafî', İbn Amir ve el-Kisaî ise "sad" harfini ötreli olarak: "Yüz çevirirler" anlamında okumuşlardır. Bu açıklamayı en-Nehaî yapmıştır, diğerleri ise kesreli okumuşlardır.
el-Kisaî dedi ki: Bunlar iki ayrı söyleyiştir. Çardak yapıp yükseltirler"; (Sözü) yayarlar" gibi. Bu da gürültü ve patırtı çıkartıyorlar, demektir.
el-Cevherî dedi ki: "Gürültü çıkardı, çıkarır" demektir. Bunun ötreli olarak "yüz çevirmek" demek olan "sudud"dan geldiği, kesreli olarak ise: "Gürültü çıkarmak"tan geldiği söylenmiştir. Bunu söyleyen
Kutrub'tur.
Ebu Ubeyde dedi ki: Eğer bu haktan yüz çevirmekten gelen bir kelime olsaydı, o takdirde ifade şeklinde olmalıydı. el-Ferra ise: Burada ister ister denilsin, fark etmez.
İbnu'l-Museyyeb dedi ki: " Gürültü çıkarırlar, bağrışırlar, çağrışırlar" demektir. ed-Dahhak da gürültü ve patırtı çıkartırlar, diye açıklamıştır. İbn Abbas'a göre gülerler demektir.
Ebu Ubeyde dedi ki: Bunu ötreli okumak, yan çizerler, yüz çevirirler, anlamına gelir. O takdirde anlam: Saptıklarından ötürü yan çizip giderler. Ancak: ile teaddi etmez (geçiş yapmaz). Bunu esreli okuyanların kıraati de anlamı bağrışıp, çağırırlar, gürültü yaparlar demektir. Buna göre: Bağrışıp, çağrışırlar" fiili ile alakalıdır. Bundan dolayı "gürültü ederler, bağırırlar, çağırırlar" demektir.

[İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 15/523-525]

58. Ve: "Bizim tanrılarımız mı hayırlı, yoksa o mu?" dediler. Bunu sana ancak tartışmak üzere örnek gösterdiler. Hatta onlar düşmanlığı yol edinmiş bir topluluktur.

"Ve: Bizim tanrılarımız mı hayırlı, yoksa o mu?" Yani bizim ilahlarımız mı hayırlıdır, yoksa İsa mı? Bu açıklamayı es-Suddî yapmıştır. Ayrıca şöyle demiştir: Peygamber (sav) ile tartışıp ona: Eğer Allah'tan başka kendisine ibadet edilenler cehennemde olacaksa biz, bizim ilahlarımızın İsa, melekler ve Uzeyr ile birlikte olmalarına razıyız, demişlerdi.
Bunun üzerine yüce Allah: "Şubhesiz kendileri için daha önceden tarafımızdan iyilik takdir edilmiş olanlar, işte onlar oradan uzaklaştırılmışlardır" (el-Enbiya, 101) buyruğunu indirdi.

Katade de şöyle demiştir: "Yoksa o mu" sözleriyle Muhammed (sav)'ı kastediyorlar.
İbn Mesud'un kıraatinde de "Bizim ilahlarımız mı hayırlıdır, yoksa bu mu?" şeklindedir. Bu da Katade'nin açıklamasını pekiştirmektedir. Bu kendi ilahlarının hayırlı olduğunu söyletmek maksadı ile sorulmuş bir soru (isitfham-ı takriri)dir.
Kufeliler ile Yakub, "bizim tanrılarımız mı" anlamındaki buyruğu şeklinde her iki hemzeyi tahkik ile okumuşlardır. Diğerleri ise hemzeyi yumuşatarak okumuşlardır ki, daha önceden buna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.
"Bunu sana ancak tartışmak üzere örnek gösterdiler" buyruğundaki: "Tartışmak üzere" lafzı haldir, yani tartışanlar olarak demektir. Bu da şu anlama gelir: Onlar bu örneği ancak tartışmak maksadını güttükleri için sana verdiler, çünkü onlar cehennemin yakıtı olacağı belirtilenler ile kastedilenlerin ilah diye edindikleri cansız varlıklar olduğunu biliyorlardı.
"Hatta onlar düşmanlığı yol edinmiş" batılı ileri sürerek tartışan "bir topluluktur."
Tirmizî'nin, Sahih 'indeki rivayete göre Ebu Umame şöyle demiştir:
Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Herhangi bir toplum üzerinde bulundukları bir hidayetten sapmışsa, mutlaka onlara (batıl adına) tartışma özelliği verilmiştir."
Daha sonra da Rasûlullah (sav): "Bunu sana ancak tartışmak üzere örnek gösterdiler. Hatta onlar düşmanlığı yol edinmiş bir topluluktur" âyetini okudu.

[Tirmizi, V, 378; İbn Mace, I, 19; Musned, V, 252]

59. O ancak kendisine nimet verdiğimiz bir kuldur ve Biz onu İsrailoğullarına bir misal kıldık.
60. Eğer dilese idik, sizin yerinize yeryüzünde halifelik yapacak melekler getirirdik.

"O ancak kendisine nimet verdiğimiz bir kuldur." Yani İsa yüce Allah'ın kendisine peygamberlik nimetini ihsan ettiği bir kuldan başkası değildir. Yüce Allah onu İsrailoğullarına bir misal kılmıştır. Yani onu yüce Allah'ın kudretine delil gösterilen bir belge ve ibretli bir örnek kılmışızdır. Çünkü İsa babasız dünyaya gelmiştir. Diğer taraftan yüce Allah ona ölüleri diriltmek, anadan doğma körü, abraşı ve diğer bütün hastalıkları iyi etmek gibi -kendi döneminde başkasına verilmemiş- mucizeler verilmişti. Bununla birlikte İsrailoğulları o gün Allah'ın en çok sevdiği kimseler ve en hayırlıları idiler. Diğer insanlar daha aşağı mertebede idiler. Allah nezdinde hiç kimse onların seviyesinde değildi.
Bir diğer açıklamaya göre burada kendisine nimet ihsan olunan kuldan kasıt, Muhammed (sav)'dır. Ancak birinci görüş daha kuvvetlidir.
"Eğer dilese idik, sizin yerinize yeryüzünde halifelik yapacak" İbn
Abbas'ın açıklamasına göre biri diğerinin yerine geçecek "melekler getirirdik."
es-Suddî'nin açıklamasına göre; sizin yerinize halef olarak geçecek melekler yaratırdık. Buna benzer bir açıklama da Mucahid'den nakledilmiştir: Sizin yerinize yeryüzünü imar edecek melekler yaratırdık.
el-Ezherî şöyle demektedir: -Sizin yerinize anlamı verilen bu âyetin delaleti ile bedel anlamı vermek için kullanılabilir.
Derim ki: Bu anlamdaki açıklamalar daha önceden et-Tevbe Sûresi'nde (9/38. âyet, 2. başlıkta) ve başka yerlerde geçmiş bulunmaktadır.
Söyle de açıklanmıştır: Eğer Biz dileseydik -her ne kadar bu şekilde bir adet (ilahi sünnet) cereyan etmedi ise de- insanlardan melekler yaratırdık. (Çünkü) cevherler (özler) aynı cinstir, fakat farklılıklar vasıflar dolayısıyla ortaya çıkar.
Buyruğun anlamı şudur:
Eğer Biz dilemiş olsaydık, yeryüzüne melekleri yerleştirirdik. Onları semaya yerleştirmemiz ibadet edilmelerini gerektirecek yahut onların Allah'ın kızları olduğunu söylemeyi haklı kılacak bir üstünlük sahibi olmalarını gerektirmez.
[İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 15/526-527]

61. Şubhesiz ki O, Saatin ilmidir. Onda hiç şubheye düşmeyin, Bana uyun. Dosdoğru yol işte budur.
62. Şeytan sizi asla alıkoymasın. Çünkü o, sizin apaçık bir düşmanınızdır.

"Şüphesiz ki O , Saatin ilmidir. Onda hiç şüpheye düşmeyin" buyruğu ile ilgili olarak el-Hasen, Katade ve Said b. Cubeyr:
Kur'ân-ı Kerim'i kastetmektedir, demişlerdir. Çünkü o kıyametin gelişinin yakınlığını göstermekte veya onun vasıtası ile kıyametin dehşetli durum ve halleri bilinebilmektedir.

İbn Abbas, Mucahid, ed-Dahhak, es-Süddî ve yine Katade şöyle demektedirler:
Bundan maksat, İsa (a.s)'ın çıkışıdır. İşte bu da kıyametin alametlerindendir. Çünkü Deccal'in çıkışı kıyametin alametlerinden olduğu gibi, kıyametin kopmasından az bir süre önce yüce Allah İsa'yı semadan indirecektir.
İbn Abbas, Ebu Hureyre, Katade, Malik b. Dinar ve ed-Dahhak "ilmidir" anlamındaki kelimeyi "ayn" ve "lam" harflerini üstün olarak, diye okumuşlardır ki, "emaresi (alameti)dir" anlamındadır.

İkrime'den ise iki "lam" ile: " Bilinmesi içindir" diye okuduğu rivayet edilmişse de bu mushaflara muhaliftir.

Abdullah b. Mesud'dan şöyle dediği nakledilmektedir:
Rasûlullah (sav)'ın İsra'ya götürüldüğü gece İbrahim, Musa ve İsa (hepsine selam olsun) ile karşılaştı. Kıyametin kopuşunu sözkonusu ettiler. Önce İbrahim'den başlayarak ona kıyamete dair soru sordular. Onda bu hususa dair bir bilgi yoktu. Sonra Musa'ya sordular, onda da buna dair bir bilgi yoktu. Nihayet söz sırası Meryem oğlu İsa'ya gelince, dedi ki:
Meydana gelmesinden önce bana bir ahit verilmiş bulunuyor. Ne zaman gerçekleşeceğine gelince, onu aziz ve celil olan Allah'tan başkası bilmez deyip Deccal'in çıkışını sözkonusu etti ve: İnip onu öldüreceğim dedi. Sonra da (İbn Mesud) hadisin geri kalan bölümünü zikretti.
Bu hadisi İbn Mace, Sunen'inde rivayet etmiş bulunmaktadır.

[İbn Mace, II, 1365; Hakim, Mustedrek, II, 416, IV, 534; İbn Ebi Şeybe, Musannef, VII, 498.]

Muslim'in, Sahih'inde de şöyle denilmektedir:
"O -yani Mesih ed-Deccal- bu halde iken Allah Meryem oğlu Mesih'i gönderecek, o da Dımaşk'ın doğu taraflarında Beyaz minarenin yakınında, ellerini iki meleğin kanatlarını üzerine koymuş olduğu halde, iki elbiseye bürünmüş olarak inecek. Başını aşağı doğru eğdi mi damlayacak, yukarı doğru kaldırdı mı ondan inci tanelerini andıran inci suretinde yapılmış gümüş taneleri yuvarlanacak. (Yağmur yağmasından kinayedir.) Onun nefesinin kokusunu alan bir kâfir mutlaka ölecek. Nefesi de gözü ile gördüğü en ileri noktaya kadar ulaşacak. Nihayet (İsa) onu (Deccal'i) takibe koyulacak ve ona Lud kapısında yetişip öldürecek..."

[Muslim, IV, 2253; Tirmizi, IV, 510; Ebu Davud, IV, 117; İbn Mace, II, 1367; Musned, IV, 1813]

es-Sa'lebî, ez-Zemahşerî ve başkalarının Ebu Hureyre yoluyla zikrettikleri rivayetlere göre Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
"Meryem oğlu İsa semadan Vefık diye adlandırılan Arz-ı mukaddesteki bir tepe üzerine, sarımtrak iki elbiseye bürünmüş olarak inecek. Saçları yağlanmış olacak, elinde de kendisi ile Deccal'i öldüreceği bir harbe bulunacak. İnsanlar ikindi namazında imamla namaz kıldıkları bir sırada Beytu'l-Makdis'e gelecek, imam geri çekilmek isteyecek, fakat İsa (a.s) onu öne geçirecek ve Muhammed (sav)'ınşeriati üzere arkasında namaz kılacak. Sonra da domuzları öldürecek, haçı kıracak, havra ve kiliseleri yıkacak, ona iman edenler müstesna, hristiyanları öldürecek."

[Musned, IV, 216; Hakim, Mustedrak, IV, 524; el-Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, VII, 340, 342.]

Halid'in rivayetine göre de el-Hasen şöyle demiştir:
Rasûlullah (sav) buyurdu ki:
"Peygamberler baba bir kardeşler (gibi)dir. Onların anneleri ayrı olmakla birlikte, dinler birdir. İnsanlar arasında Meryem oğlu İsa'ya en yakın benim. Çünkü benim ile onun arasında bir peygamber yoktur. O semadan ilk inecek kişi olup haçı kıracak, domuzu öldürecek ve İslama girmeleri için insanlarla savaşacaktır. "

[İbn Hibban, Sahih, XV, 225; Musned, II, 406, 437, 463 (nisbeten mustahsar olarak.)
Merhum Kurtubi "el-Hasen'den" diyerek ravi sahabiyi zikretmeyerek hadisi mursel olarak kaydetmekle birlikte; gösterdiğimiz yerlerde hadis senedi itibariyle muttasıldır]

el-Maverdî dedi ki: İbn İsa'nın bir topluluktan naklettiğine göre onlar şöyle demişler:
İsa indi mi Allah'tan aldığı emirlere göre insanlara emir verip, yasaklar koyan o dönemin bir rasûlü olmasın diye mükellefiyet kaldırılmış olacaktır.
Ancak bu, şu üç husus sebebiyle reddedilecek bir görüştür. Birincisi hadis-i şeriftir, çünkü dünyanın kalması dünyada mükellefiyetin kalmasını gerektirir. Diğer taraftan o marufu emreden, münkerden alıkoyan birisi olarak inecektir. Yüce Allah'ın ona vereceği emirlerin İslâmı desteklemek, İslâmın gereklerini emretmek ve insanları İslama davet etmek ile münhasır olacağı da reddolunacak bir şekil değildir.
Derim ki: Muslim'in, Sahih'inde ve İbn Mace'de sabit olduğuna göre Ebu Hureyre şöyle demiştir:
Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Andolsun Meryem oğlu İsa adaletli bir hakem olarak inecektir. Haçı kıracaktır, domuzu öldürecektir, cizyeyi kabul etmeyecektir. Andolsun genç develer başıboş bırakılacak, onlara çobanlık eden olmayacaktır. Düşmanlık, nefret ve kıskançlık yok olup, gidecektir. Malın alınması için çağrıda bulunacak, fakat kimse onu kabul etmeyecek. "

[Muslim, I, 135, 136; Musned, II, 493]

Yine Ebu Hurayra'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "İmamınız kendinizden iken -bir rivayette: sizden olan ile size imam olmuşken- Meryem oğlu (İsa) aranızda ineceği vakit haliniz ne olacak?"
İbn Ebi Zi'b dedi ki: "İmamınız sizden olan ile size imam olmuşken ne demek biliyor musun?
(el-Velid b. Muslim): Bana haber verirsen öğrenirim, dedim.
Dedi ki: Rabbinizin Kitabı ile peygamberiniz (sav)'ın sünneti ile size imamlık ederse" demektir.

[Muslim, I, 137; İbn Ebi Zi'b'in soru ve cevabı olmaksızın: Buhari, III, 1272; Musned, II, 336.]

İlim adamlarımız -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- dediler ki:
İşte bu İsa (a.s)'ın peygamberimiz Muhammed (sav)'ın dininin unutulmuş olan birtakım hükümlerini uygulamaya koymak üzere bir yenileyici (muceddid) olarak ineceği hususunda açık bir nasstır. Yoksa yeni bir şeriat ile de inmeyecektir, mükellefiyet de -gerek burada, gerekse de "et-Tezkire" adlı eserimizde açıkladığımız üzere- olduğu gibi devam edecektir.

Bir açıklamaya göre "şüphesiz ki o Saatin ilmidir." Yani muhakkak ki İsa'nın ölüleri diriltmesi kıyametin kopacağına ve ölülerin diriltileceğine delildir. Bu açıklamayı İbn İshak yapmıştır.

Derim ki: "Şubhesiz ki o" buyruğunun şüphesiz ki Muhammed (sav) saatin ilmidir anlamında olma ihtimali de vardır. Buna Peygamber (sav)'ın: "Ben ve kıyamet şu ikisi gibi gönderildik" deyip şehadet parmağı ile orta parmağını yanyana getirmesi delil teşkil etmektedir. Bunu Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.

[Buhari, IV, 1881, V, 2385; Muslim, II, 592, IV, 2268, 2269; Tirmizi, IV, 496; Nesai, IV, 496; İbn Mace, I, 17, II, 1341; Musned, III, 123, 130, 131, 237, 273, 274, 273, 283, 319, V, 103, 108]
el-Hasen dedi ki: Kıyamet alametlerinin ilki Muhammed (sav)'dır.
"Onda hiç şüpheye düşmeyin." Yani kıyamet hakkında hiç şüphe ve tereddütünüz olmasın. Bu açıklamayı Yahya b. Sellam yapmıştır.
es-Suddî de: Onu yalanlamayın, onun geleceği hususunda tartışmayın. Çünkü o(nun gelişi) kaçınılmaz olarak gerçekleşecektir, demiştir.
"Bana uyun." Tevhidde ve Allah'tan size getirdiğim tebliğlerde.
"Dosdoğru yol işte budur." Yani yüce Allah'a ya da cennete giden dosdoğru yol budur.
"Bana uyun" buyruğunda Yakub her iki halde (vasıl ve vakf hallerinde) de "ye"yi sabit olarak okumuştur. Aynı şekilde: " Ve bana itaat edin" (ez-Zuhruf, 43/63) buyruğunu da böyle okumuştur.
Ebu Amr ve Nafî'den rivayetle İsmail ise vasıl halinde "ye"yi isbat ederken, vakıf halinde isbat etmemişlerdir. Diğerleri ise her iki halde de "ye"yi hazfederler.
"Şeytan sizi asla alıkoymasın." Onun vesveselerine ve batıl uğrunda mücadele eden kâfirlerin ortaya attıkları şüphelere aldanmayın. Şüphesiz peygamberlerin şeriatleri tevhid hususunda da kıyamet bilgisine dair ve ayrıca (bu bilginin) ihtiva ettiği cennet ya da cehennem hakkında vermiş oldukları haberlerde hiçbir farklılık göstermez.
"Çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır" buyruğu daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/168. âyet, 4. başlıkta) ve başka yerlerde geçmiş bulunmaktadır.

[İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 15/527-530]
63- İsa onlara apaçık delillerle geldiğinde dedi ki: "Muhakkak ben size hikmeti getirdim ve hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz bazı şeyleri size açıklayayım diye geldim. Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin."
64. "Gerçek şu ki; Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O halde yalnız O'na ibadet edin. Dosdoğru yol işte budur."

"İsa onlara apaçık delillerle geldiğinde" buyruğu hakkında İbn Abbas şöyle demektedir:
Bununla yüce Allah ölüleri diriltmesini, hastalıkları iyileştirmesini, kuş suretinde bir varlık (Allah'ın izniyle) yaratmasını, maideyi (sofrayı) ve diğer hususları, ayrıca gaybe dair pek çok şeyi haber vermesini kastetmektedir.
Katade dedi ki: Burada apaçık delillerden kasıt, İncil'dir.
"Dedi ki: Muhakkak ben size hikmeti" es-Suddî'ye göre nübüvveti "getirdim."
İbn Abbas ise güzelliklere götüren, çirkinliklerden alıkoyan bilgiyi getirdim demektir, demiştir. İncil'i kastettiği de söylenmiştir. Bunu el-Kuşeyrî ve el-Maverdî zikretmişlerdir.
"Ve hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz bazı şeyleri size açıklayayım diye geldim."
Mucahid dedi ki: Tevrat'ı değiştirmek gibi. ez-Zeccac da şöyle demiştir:
Anlam şudur: Ben size Tevrat'ı değiştirmek gibi hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz bazı hususları İncil'de açıklayayım diye geldim.

Bir diğer açıklamaya göre:
O kendilerine sordukları kadarıyla Tevrat hükümlerinden hakkında anlaşmazlığa düştükleri bazı hususları onlara açıklamıştır. Bununla birlikte haklarında kendisine soru sormadıkları bunların dışında birtakım şeyler hakkında anlaşmazlığa düşmüş olmaları da mümkündür.
Bir başka açıklamaya göre İsrailoğulları Musa (a.s)'ın vefatından sonra dinleriyle ilgili birtakım hususlarda ve dünyalarını ilgilendiren birtakım meselelerde anlaşmazlığa düştüler, o da onları dinleri ile ilgili anlaşmazlığa düştükleri hususları açıkladı.
Ebu Ubeyde'nin benimsediği görüşe güre "bazı" burada "bütün" anlamındadır. Yüce Allah'ın: "Size vaddettiğinin bir kısmı gelir, sizi bulur" (el-Mu'min, 40/28) buyruğunda da "bazı: bir kısmı" böyledir.
el-Ahfeş de Lebid'in (buna delil olarak) şu beyitini zikretmektedir:
"Beğenmedim mi yerleri hemen terkederim, Ya da bazı canlar ölümü ile buluşur."
Bilindiği gibi ölüm bazı canlarla buluşup, bazılarını terketmez. Ölüme de (beyitte geçen ve buluşur anlamı verilen fiil ile aynı kökten gelmek üzere)de denilir.
el-Mufaddal el-Bekrî de şöyle demiştir:
"Bir da Salebe b. Seyr (Seyyar)'ı soran bir kişi ki, Halbuki el-aluk (çok yapışan yakayı bırakmayan ölüm) Salebe'ye
yapışmış bulunuyor."

Mukatil dedi ki: Bu, yüce Allah'ın: "Size haram olan bazı şeyleri size helal kılmak için geldim" (Al-i İmran, 3/50) buyruğunu andırmaktadır. Bu da, Tevrat'ta haram kılınmış olup İncil'de helal kılınan şeyler demektir. Deve eti, her hayvanın iç yağı, cumartesi günü balık avlamak gibi.
"Artık Allah'tan korkun." Şirkten sakının, yalnızca bir ve tek olarak Allah'a ibadet edin. Bunlar İsa (a.s)'ın söylediği sözler olduğuna göre o nasıl bir ilah ya da bir ilahın oğlu olabilir?
"Ve" sizi kendisine davet ettiğim tevhid ve diğer hususlarda "bana itaat edin."
"Gerçek şu ki, Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O halde yalnız O'na ibadet edin. Dosdoğru yol işte budur." Yani Allah'a ibadet etmek dosdoğru yoldur. Onun dışındaki yollar ise eğri yollardır, izleyeni hakka ulaştırmazlar.

[İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 15/531-532]

*****************************************

TABERİ TEFSİRİ

20136221827_taberi_tefsir_9_cilt_hisar_gonca_kitap.jpg

Zuhruf 61- Şubhesiz ki o, (İsa) kıyametin bilinmesi için bir alamettir. Kıyametin kopmasından şubhe etmeyin. Bana boyun eğin. İşte dosdoğru yol budur.

Âyet-i kerimede geçen "O" kelimesinden kimin kasdedildiği hakkında iki görüş zikredilmiştir:
Abdullah b. Abbas, Mucahid, Katade, Suddî, Dehhak ve İbn-i Zeyd'e göre "O" kelimesinden maksat, İsa'dır. Bu izaha göre İsa'nın gökten inmesi, kıyamet alametler indendir.

[Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/337.]

*****************************************
TEFHİMU'L KUR'AN


Zuhruf 61- Hiç şubhesiz O , kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana hiç bir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru olan yol budur.
Bu cümleye şöyle bir anlam vermek mümkündür. "Kuşkusuz o kıyamet ilminin bir aracıdır" Burada geçen "kuşkusuz o" ifadesiyle ne kastedilmektedir? Hasan Basri ve Said b. Cubeyr'e göre "Kur'an" kastedilmektedir. Yani, Kur'an, kıyametle ilgili bir bilgi kaynağıdır. Ancak siyak ve sibak dikkate alındığında, bu anlamın pek uygun düşmediği görülür. Çünkü böyle bir anlamın çıkarılabilmesine delil olabilecek bir karine yoktur. Mufessirlerin çoğu burada, Hz. İsa'nın kastedildiği hususunda hemen hemen ittifak halindedirler. Fakat İsa b. Meryem'in kıyamet alameti olarak nitelenmesi nasıl mümkün olmaktadır? diye bir soru akla gelebilir.
İbn Abbas, Mucahid, İkrime, Katade, Suddî, Dahhâk, Ebu Eliye ve Ebu Malik, "Bununla Hz. İsa'nın ikinci gelişi kastolunuyor" demektedirler

[Mevdudi , Tefhimu'l Kuran, Cilt 5, Zuhruf suresi 61. ayet ]

*****************************************
ELMALILI HAMDİ YAZIR


Zuhruf 61- Gerçekten O, (İsâ'nın yere inişi) kıyâmetin yaklaştığını gösteren bir bilgidir. Sakın kıyâmet hakkında şubheye düşmeyip, bana uyun, bu doğru yoldur.

61- Muhakkak ki o saat için bir ilimdir de saatin (kıyametin) geleceğini, ölülerin dirilip ayağa kalkacağını bildiren bir delil bir alâmettir. Çünkü İsâ gerek ortaya çıkışı, gerek ölüleri diriltme mucizesi ve gerekse ölülerin ayağa kalkmasını haber vermesi itibarıyla kıyametin meydana geleceğine bir delil olduğu gibi, hadiste haber verildiğine göre, inmesi de Kıyametin alametlerindendir. Onun için sakın onda, yani Kıyamet'te şubhe etmeyin de bana uyun. Yani benim göstermiş olduğum doğru yola, şeriatime göre sade bana ibadet ve kulluk edin başka ilahlar peşinde gitmeyin. İşte bu biricik doğru yoldur. Ki onu tutan sapıklığa düşmez.
[Elmalılı Hamdi Yazır: Hak Dini Kur'an Dili, Zuhruf suresi tefsiri]

*****************************************
Fİ ZİLAL'İL KUR'AN



Zuhruf 61-
O kıyametin kopacağını gösterir bir ilimdir. O saatin geleceğinden hiç şubhe etmeyin, bana uyun. Doğru yol budur.

Sonra, ayetlerin akışı İsa'ya ilişkin bazı açıklamalarda bulunuyor. Yalanladıkları veya olup olmayacağında kuşku duydukları kıyameti hatırlatıyor:
"O, kıyametin kopacağını gösterir bir ilimdir. O saatin geleceğinden hiç şüphe etmeyin, buna uyun. Doğru yol budur."
İsa'nın -selâm üzerine olsun- kıyametin kopmasından önce yeryüzüne ineceğine ilişkin birçok hadis var dilimizde. Nitekim bu ayette ona işaret etmektedir:
"O, kıyametin kopacağını gösterir bir ilimdir:'
Yani İsa'nın yeryüzüne inmesi ile kıyametin kopmasının yakın olduğu bilinir.
İkinci bir okuyuş tarzı da ayet şöyle okunur:
"Ve innehu le alemun lissati". Yani onun inişi kıyametin belirtisidir, alâmetidir. Her iki okuyuş tarzı da aynı anlamı ifade etmektedirler.

Ebu Hurayra -Allah ondan razı olsun- Peygamber efendimizin şöyle dediğini anlatır:
"Beni elinde tutan Allah'a andolsun ki, Meryemoğlu İsa'nın adil bir hükümdar olarak gökten inip haçı kırması, domuzu öldürmesi, cizyeyi kaldırması çok yaklaştı. O zaman mal o kadar bollaşacak ki, hiç kimse bir başkasından birşey almayı kabul etmeyecektir. Bir tek secde, dünya ve içindekilerden daha hayırlı olacaktır."

(İmam Malik, Buhari, Muslim ve Ebu Davud)

Cabir -Allah ondan razı olsun- Peygamber Efendimizin şöyle dedïğini anlatır:
"Benim ümmetimden her zaman hak uğruna savaşacak bir grup bulunacaktır. bunların mücadeleleri kaybolmadan kesintisiz kıyamete kadar sürecektir.
Meryemoğlu İsa gökten inecek ve bu grubun lideri İsa'ya "Gel, önümüze geçip namazımızı sen kıldır" diyecek.
İsa "Hayır, siz birbirinizin emirisiniz. Bu, yüce Allah'ın bu ümmete yönelik bir lütfudur" diyecek."

(Muslim)
İsa'nın gökten inişi, doğru sözlü ve güvenilir peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- sözünü ettiği ve yüce Kur'an'ın işaret ettiği bir gaybtır. Kıyamet gününe kadar değişmeden kalacak bu iki kaynaktan gelen bilgilerden başka, bu meseleye ilişkin olarak herhangi bir insanın söyleyebileceği bir söz olamaz. "O saatin geleceğinden hiç şüphe etmeyin, bana uyun. Doğru yol budur:'
Onlar kıyametin kopacağından kuşku duyuyorlardı. Kur'an onları kesin inanca çağırıyor. Doğru yoldan kaçıyorlardı, Kur'an onları Peygamberin diliyle kendisine uymaya çağırıyor. Çünkü o, onları dosdoğru yola, hedefe ulaştıran yola iletir. Bu yolu izleyen kesinlikle sapmaz.

[Seyyid Kutub , Fi Zilal il Kur'an, Zuhruf suresi]

*****************************************

İBN KESİR

344316_2.jpg

Zuhruf 61 — Şubhesiz ki o, saatin bilgisidir. O'ndan hiç şubhe etmeyin ve Bana tâbi olun. İşte doğru yol.

«O; kendisine nimet verdiğimiz bir kuldur.» âyetinde Hz. îsâ (a.s.) kasdedilmektedir. O ancak Allah'ın kendisine peygamberlik ve risâlet nimeti bahşettiği bir kuldur. «Ve İsrâiloğullarına örnek kıldığımız (dilediğimize güç yetireceğimize bir delil, bir hüccet ve bürhân kıldığımız) bir kuldur.»
«Şayet dileseydik; sizden, yeryüzünde sizin yerinizi tutacak (orada sizin halelleriniz olacak) melekler var ederdik.»
İbn Abbâs ve Katâde âyeti:
Sizin birbirinize halef olduğunuz gibi birbirlerine halef olacak melekler var ederdik, şeklinde açıklıyorlar.
Bu açıklama da yukarda verdiğimiz ve Suddî'ye âit olan açıklamanın aynısıdır.

Mucâhid ise âyeti:
Şayet dileseydik; yeryüzünde sizin yerinize orayı i'mâr edecek melekler var ederdik, şeklinde anlamıştır.
«Şüphesiz ki O, saatin bilgisidir.» âyetinin tefsiri hakkında daha önce İbn İshâk'ın açıklaması geçmişti. Buna göre burada, kastedilen; îsâ (a.s.)nın ölüleri diriltmesi, anadan doğma kör ve abraşları ve başka hastalıkları iyileştirmesi gibi mucizelerdir.
Ancak bu açıklama şüphelidir. Bundan daha da uzak olan bir açıklamayı Katâde, Hasan el-Basrî ve Saîd İbn Cubeyr'den nakletmektedir ki, buna göre âyetin başındaki zamîr İsa'ya değil Kur'ân'a dönmektedir.
Ancak sahîh olan, zamirin îsâ'ya dönmesidir. Zîrâ âyetin akışı îsâ'nın anılmasıyla ilgilidir. Bir de bu âyette kastedilen, İsa'nın kıyamet gününden önce yeryüzüne inmesidir.
Nitekim Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme'de: «Kitâb ehlinden hiç kimse yoktur ki; ölümünden önce ona inanacak olmasın. O da kıyamet günü aleyhlerinde şâhid olacaktır.» (Nisa, 159) buyurmaktadır.
Ayrıca bu âyetin: Şüphesiz ki o, beklenen saat için bir işarettir, şeklindeki kırâeti de bu anlamı güçlendirmektedir. Yani o, kıyametin meydana geleceğine bir işaret ve delildir.

Mucâhid der ki:
Kıyamet gününden önce Meryemoğlu İsa'nın çıkışı kıyamet için bir alâmettir.

Ebu Hurayra, İbn Abbâs, Ebû'l-Âliye, Ebu Mâlik, İkrime, Hasan, Katâde, Dahhâk ve başkalarından da bu şekilde rivayet edilmiştir.
Allah Rasûlu (s.a.)nden mutevâtir olarak rivayet edilen hadîslere göre; Allah Rasûlu (s.a.), îsâ (a.s.)'ın kıyamet gününden önce adaletli bir imâm ve hakem olarak ineceğini haber vermiştir.

«Ondan hiç şüphe etmeyin». Hiç şüpheniz olmasın ki kıyamet mutlaka meydana gelecektir. «Ve (size haber verdiklerimde) Bana tâbi olun. İşte doğru yol. Sakın şeytân sizi (hakka tâbi olmaktan) çevirmesin. Şüphesiz ki o, size apaçık bir düşmandır.
İsâ hüccetlerle gelince demişti ki:
Size hikmetle (peygamberlikle) ve ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını açıklamak için geldim.»
İbn Cerîr der ki: Hz. îsâ burada dünya işlerini değil, dinî işleri kasdetmektedir. İbn Cerîr'in bu sözü güzeldir ve ayrıca o, âyet-i kerîme'deki ( ^^ ) kelimesinin hepsi anlamına geldiğim zannedenlerin sözünü de reddetmektedir. (...)

[İbn Kesir , Tefsir-i Kebir , Zuhruf suresi tefsiri]
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin

Abdullah Azzam : Mesih ve Mehdi İnancı

Bilindiği üzere Meryemoğlu İsa Mesih (as) ahir zamanda yeryüzüne inecek. Başını eğdiğinde ter dökecek, kaldırdığında ise yüzünden nar taneleri gibi ter damlaları yuvarlanacak. Bu indiği zaman mehdi de ortaya çıkmış olacak. Sahihi Müslim'de rivayet edildiği gibi Hz. İsa Şam'ın doğusundaki beyaz minareye inecek, iki elini kendilerine yaslandığı iki meleğin omzuna koymuş olacak, başını eğdiğinde terler akacak, kaldırdığında ise ter damlacıkları yuvarlanarak düşecek, sarı renkli bir elbise giyecek. Hz. İsa, Mesih Deccalı kovalayacak. Mesih Deccal Mekke ve Medine dışında girmediği hiçbir belde bırakmayacak. Abdullah bin Amr bin As'ın rivayetine göre Deccal Kudüs'e de giremeyecek. Medine'nin her giriş kapısının başında bir melek bulunacak, orayı Deccal'ın girmesinden koruyacak. Deccal Medine'ye yaklaşınca yeryüzü sallanacak, Medine de sallanacak. Orada bulunan her alçak, adi insan Medine'den çıkıp gidecek.

Deccal'a Mesih denilmesinin sebebi sağ veya sol gözü silik olacak. İşte bu deccal Medine'ye yaklaşınca bir adam çıkıp onun yanına gidecek ve ona; "ben şehadet ederim ki sen Rasulullah'ın bildirdiği Deccal mesihsin" diyecek. Bunun üzerine Deccal o adamı kesip ikiye biçecek sonra da Allah'ın kudreti ile onu diriltecektir. Adam da Allah'a yemin olsun ki ben senin Deccal Mesih olduğunu iyice kesinlikle bildim diyecek. Bunun üzerine Deccal tekrar o adamı öldürmeye kalkışacak fakat buna gücü yetmeyecektir.

Mesih İsa Peygamber (as) Dımeşk (Şam)ın doğusuna inecek ve Beytü'l-Makdise, Kudüs'e doğru hareket edecek... O'nun nefesi Mescid-i Aksa'ya kadar ulaşacak, nefesi ulaşan her kafir ölecek.

Beytül Makdise ulaştığında İslâm askeri ile birlikte Mehdi'yi bulacak Hz. İsa imam olup namaz kıldırması için Mehdi geri çekilecek fakat Hz. İsa Mehdi'ye yerinde durmasını imam olarak namaz kıldırmasını emredecek, böylece Mehdi Hz. İsa'ya da imam olacaktır. Bir hadisi şerifte şöyle garip bir rivayet zikredilmiştir: Meryem oğlu İsa'dan başka Mehdi yoktur. Mehdi ancak İsa Mesih'dir. Bu hadisin ravileri içinde tanınmayan bir ravi bulunmaktadır. Ayrıca ravilerden biri de zayıftır. Bu bakımdan hadis zayıftır. Fakat mütevatir olan hadislere göre Mehdi Hz. İsa'nın dışında bir zattır. O da kıyamete yakın ortaya çıkacaktır.

Kettani, Suyuti ve diğer âlimlerin tespitlerine göre, Mehdinin geleceği hakkındaki hadisler manevi tevatür derecesine ulaşacak kadar çoktur.
Bu mesele Kâ'be baskınında gündeme getirilmiştir. Kâ'be baskınını yapan gençlerden birinin adı Muhammed bin Abdullah. Bu genç kendisinin Mehdi olduğunu zannediyordu. Harem baskını esnasında bu genç öldürüldü ve Mehdi olmadığı ortaya çıktı. Böylece bunun haklı olduğunu, Mehdi olduğunu, ordusuyla giderek Kudüs'ü ve diğer yerleri işgalden kurtaracağını düşünenler bu düşüncelerinden vazgeçmiş oldular. Mühim olan bu hadisenin arkasından tekrar Mehdi iddialarıyla ortaya çıkanlar olur korkusuyla âlimleri Katar'da toplayıp Mehdi düşüncesinin aslının varlığı hususunda kongreler yapmaya başladılar. Birçok büyük âlim; "Mehdi diye bir şey yoktur, mehdi hakkındaki hadisler zayıftır" şeklinde beyanatlarda bulundular. La havle vela kuvvete illa billa hilazim.

Halbuki Mehdi hakkındaki sahih hadisler daha önce de belirttiğimiz gibi manen tevatüre kadar çoktur. Mehdinin isminin Muhammed bin Abdullah olacağı, ahir zamanda ortaya çıkacağı, ordu oluşturacağı ve Kudüs'de Hz. İsa'ya imam olacağı sahih hadislerde zikredilmiştir. Evet mehdilik inancı Şiilikten gelmiş değil ehli sünnetin inancında sahih hadislere dayanılarak tespit edilen bir inançtır.

Hz. İsa Mehdi'den orduyu teslim aldıktan sonra Kudüs'ün yakınında bulunan ve deniz sahili kentlerinden olan Let şehrinin kapısında Deccalı yakalayacak ve onu orada öldürecektir. Hz. İsa yeryüzünde yedi yıl kalacak daha önce de yeryüzünde otuz üç yıl yaşadığından Hz. İsa'nın yeryüzünde kırk yıl kalacağı rivayet edilmiştir. Bu kırk yıl göğe çekilmeden önceki otuz üç yılı ile yeryüzüne indikten sonraki yedi yılının toplamıdır. Bizim inancımıza göre Meryemoğlu İsa diri olarak göğe yükseltilmiştir. O orada diridir ve yaşamaktadır. Ahir zamanda tekrar yeryüzüne inecek, yedi yıl yaşayacaktır. İşte bu yedi yıl içerisinde yeryüzü bütün nimetlerini bitirecek (yeşertecek), gök de bütün hayır ve bereketlerini yeryüzüne akıtacak, böylece İslâm yeryüzünde kök salacaktır. Yani yeryüzünde müslümanlar rahat rahat gezip dolaşacaklar, kendilerini rahatsız veya tehdit eden her hangi bir kafir olmayacaktır. İşte bütün yeryüzü Hz. Muhammed'in getirmiş olduğu İslâm dinine, Hz. İsa aracılığı ile iman edince Hz. İsa haçı kıracak, cizye almayı kaldıracak, domuzları öldürecektir. Yeryüzünün bereketliliğinden dolayı bir nar bile birçok insana yetecektir. Hatta bir nar tanesinin bir kişiye yeteceği rivayet edilmiştir.

Diğer yandan Sahih-i Müslimde Temimu'd-Dari isimli sahabeden rivayet edilen bir hadis-i şerife göre ahir zamanda çıkacak olan deccalın yeryüzünde bulunduğu ve belli bir adada yaşadığı zikredilmiştir.

Hristiyanlar; Mesih Allah'ın oğludur dediler...! Bu nasıl olabilir? Buna şaşılır. İbnü'l-Kayyım el-Cezvi'mniğasetü'l-Lehfan isimli eserinde şu şiirleri söylemiştir:

İsa Mesihe tapanlara bir sorumuz var... Anlayabilen varsa cevap versin... İnsanların eliyle ilah öldürüldüğü zaman Öldürülen ilah olabilir mi?

Bu yaptıklarına öldürülen ilah razı olduysa.. Müjdeler olsun onlara çünkü ilah onlardan razı olmuştur.

Yok, eğer bu yaptıklarına gazab ettiyse; onların kuvveti ilahın kuvvetini ezmiştir.

İki şeyden bir tanesi: Ya ilah bu yapılanlara razı olmuş ve bunu ödüllendirmiştir. Yahut da gazab etmiş öfkelenmiş ancak gücü buna mani olamamıştır. Onlar ilahtan daha kuvvetli çıkmıştır! Şaşılacak şey vallahi! Sonra İbnu'l-Kayyım (rahimahullah) şöyle devam ediyor:

Öldürdüğünüz ilahı toprak örtünce ya yedi kat gök Ve bütün kainat dua edenlerin duasını işiten Bir ilahtan yoksun mu oldu?

Hristiyanlar diyorlar ki İsa öldürüldükten sonra üç gün kabirde kaldı, sonra gök gürültüsü, şimşek çakmaları ile kabirden çıkıp göğe yükseldi ve yeniden diriltildi. Şair de diyor ki:

İsa'nın kabirde bulunduğu üç gün içerisinde gökleri

Ve yeri kim idare ediyordu?

Beşerin dualarına kim cevap veriyordu?

İbnul Kayyım şiirine devamla diyor ki:

Sizin ilah dediğiniz İsa Mesih

Dokuz ay ana rahminde karanlıklar içinde mi kaldı?

İlah adet görmenin kesilmesinden oluşan besinlerden mi gıdalandı?

Sonra da zayıf bir yaratık olarak annesinin karnından

Çıkıp dışarı mı geldi?

Ağzını gıdalara açan bir yavru muydu?

Sonra yiyordu, içiyordu ve Beşeri ihtiyaçlarını gideriyordu.

Böyle biri nasıl ilahtır?

İbnul Kayyım haç hakkında da şunları söylemiştir:

İsa gerçekten o lanetlenmiş ağaca asıldıysa

Sen o ağacı gördüğün yerde öpme

Ayağının altına al çiğne...

Ağaç Arşın rabbine umursamadan kıyarken…

Sen ona nasıl taparsın? Hâlbuki sen onun düşmanısın

Sen hak olan ilaha asılma aracı olan ve başını kendisine bağlatan

Ağaçların nasıl dostu olabilirsin?

Ve iki ağaç bir ilahı nasıl taşıyabilir?

Abdullah Azzam : cihad dersleri C. 1

Ehli Sünnet ve Şiadaki Mehdi İnancının Farkları

Şialarını Mehdi diyerek bekledikleri Muhammed bin el-Hasen el Askeri’dir. Semerra kentinde bir yeraltı dehlizine girip gizlendiğini ve ahir zamanda tekrar çıkacağına inanmaktadırlar. Bu şiilerin on ikinci imamıdır. Mehdi, zanlarınca ehli beytten olacaktır. Şia; bu Mehdi çıkıncaya kadar hiç hareket edilmeyecek hiç kimse öldürülmeyecek ve Mehdi çıkıncaya kadar beklenilecek inancındaydı. Humeyni gelerek bu görüşü değiştirdi ve Mehdinin vekilinin olması caizdir nazariyesini çıkardı. Buna göre Humeyni Mehdinin vekilidir. Bu düşünceden sonra İran Şahı Rıza Pehlevi tağutuna karşı ayaklandılar ve onun tahtını yıktılar. Daha sonra Humeyni, Irak'ın İran sınırını işgal etmesi ile İran halkının Irak'a karşı savaşmasını emretti... Şia Humeyni'yi Mehdinin vekili olarak kabullenmişti. Bu nedenle Humeyni'nin söyleyeceği her söz masumdu. Hata ihtimali taşımazdı. Çünkü imamlar masumdular... Onların vekilleri de masum olmalıydılar. Onların ağızlarından çıkan her söz doğru kabul edilir ve hükmü kaldırılamaz, değiştirilemezdi. Şia, mehdinin vekili olan Humeyni'nin emri ile savaşa başladı... Gerçekten bu nazariye şiayı harekete geçirdi. Bu nazariye ile birlikte şia fıkhına sokulan velayetü'l-fakih anlayışı Şahı kovmaya yeterli olmuştur ve şiaların her yerde savaşa girmelerine sebep olmuştur.

Şia küçümsenemez bir topluluktur. Akideleri şahadettir. Aşure gününde veya İran sınırları dâhilinde öldürülenler şehiddir.

Bu nedenle Humeyni; "Biz bu savaşta Irak'a karşı yüz bin asker istiyoruz" diyordu. Şiilerden iki yüz bin kişi gönüllü geliyordu. Bu nedenle İran ordusu Irak ordusunu sınırlarından çıkarttı, tankların birçoğunu yaktı, Irak tanklarından İran sınırından geçip de kurtulabilen çok az olmuştu. Savaş çok şiddetli ve çok tehlikeliydi. Savaş İran'ın lehine seyretmektedir.

Bizler Saddam'ın kâfir olduğuna, İslâm'ın dışında bulunduğuna tüm kalbimizle inanıyoruz. Ancak Humeyni'nin küfrüne hükmetmiyoruz. Sahabelere dil uzatması nedeniyle onun bid'at ehli olduğuna hükmediyoruz.

Abdullah Azzam'ın ders halkasında bulunan bir genç Humeyni'nin "İslâm Fıkhında Devlet (el-Hükümetil İslamiye)" adlı eserinin elli ikinci sahifesinde zikredilen şu bölümü hatırlatır:

"Bizim imamlarımızın öyle mertebeleri vardır ki oraya ne nebiyi mürsel (gönderilmiş peygamber) ne de meleki mukarrab erişebilir. Onlar kâinatın zerrelerinde diledikleri gibi tasarrufta bulunurlar ve ancak istedikleri yerde ölürler."

Ve der ki: Humeyni hakkında ne diyorsunuz?

Abdullah Azzam şu cevabı verir:

"Ben o kitabı okudum fakat bu ibareleri hatırlamıyorum eğer bu ibareler gerçekten Humeyni'den sadır olduysa şüphesiz tehlikelidir. İmamlar kainatın zerrelerinde diledikleri gibi tasarrufta bulunacaklar ve ancak istedikleri yerde öleceklermiş, böyle bir iddia Allah daha iyi bilir amma kişinin itikadını bozar.

Saddam Michel Aflek için şunları söylemiştir:

"Ben önder üstadın önünde bir saat veya birkaç saat oturduğumda gelecek altı ay için manevi ilham alıyorum." İşte bu kâfirliktir, insanı dinden çıkarır. Sonra herhangi bir Baas Partisi'ne mensub olan insan kişileri o partiye çağırıyor, onun düşüncelerini yayıyor, Baas Partisi'nin İslâm'ın alternatifi olduğunu zannediyor veya buna inanıyor ve Arap milliyetçiliğin Arapları birleştirecek ortak nokta olduğuna kanaat getiriyor, Arap milliyetçiliğinin bu hususta İslâm'dan daha iyi olduğunu zannediyorsa bu insan dinden çıkmıştır. Tabi ki Baas partisi mensupları Araplığın böyle olduğu kanaatindedirler. Nitekim Şam radyosunda şunları söylemişlerdir:

"Ben Baas Partisinin Rabbim olduğuna, onun hiçbir ortağı olmadığına, Araplığın dinim olduğuna, onun dışında ikinci bir dinim olmadığına iman ettim." Baasçılar "Araplık bizim dinimizdir, biz Arap milliyetçileriyiz" derler. Diğer Arap kavmiyetçileri de Baas partisine mensup olanlar gibidir. Onlar da Araplığı kendilerine din edinmişlerdir. Bu hususta Mahmud Timur şöyle demiştir: "Her dönemin peygamberliği vardır. Bu çağın peygamberliği de Arap milliyetçiliğidir. Bir Arabın, müslümanın Kur'an'a iman ettiği gibi Araplığa iman etmesi gerekir." İşte bunları söyleyenler kâfirdir. Saddam çevresine Baasçılardan çıkarcı bir güruhu toplamış, onlar da ona davul çalıp el çırpınışlardır. O da bazılarını yükseltip belli makamlara koymuş, diğerlerine belli bakanlık teslim etmiş, başkalarına partinin şairleri demiş, bir başkasını kahraman diye vasıflandırmış, bazılarına üniversite idaresini peşkeş çekmiş. Öyle ki Şakik el-Kemali isimli şair şu şiirini söyleyecek kadar adileşmiştir:

"Ey Saddam senin kutsal yüzün bizim nezdimizde Ne kadar yücedir. O Allah'ın yüzü gibidir. Çevreye azamet saçar"

Şimdi siz bunları müslüman sayıyor, şiileri kâfir mi sayıyorsunuz? Hayır, şiilerden önce bunlar kâfirdir. Şiiler aleyhinde konuşan kimse önce Baas partisini anlatsın. Anlıyor musunuz?

Gerçekten bizler, Humeyni'nin zalim Şahı devirip de İslâm inkılâbını kurduğunda, çok sevinmiştik. Ürdün'de büyük törenler yaptık, bildiriler yayınladık, Humeyni'nin zaferini kutlayan nutuklar attık, Humeyni yönetime geldiğinde "biz İslâm devletini kuracağız Kur'an ve Sünnet ile Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali'nin uygulamaları ile hükmedeceğiz" diye ilan etti. Bizler bu ilan ile gerçekten çok sevindik. Çünkü Humeyni İslâm adıyla gelmişti ve İslâmı devlet yapmıştı. Amerika'nın, bölgedeki polisliğini yapan tağutunu rezil etmişti. İslâm dünyasındaki masonların lideri olan şah Rıza Pehlevi'yi sürmüştü. Bunlardan dolayı çok sevindik. Fakat İran, Suriye İslâmî Hareketine karşı Hafız Esad'la birlikte oldu. Evet, İslâmî Hareketler Humeyni'yi tebrik etmesine rağmen İran'ın tavrı bu olmuştu..! İran'da inkılâp gerçekleştiğinde tüm İslâmî Hareketler sevinmişti. Destekleyici hutbeler ve konuşmalar yapılmıştı. İslâmî Hareketler bu konuşma ve sevinçlerinden dolayı kendi ülkelerinde zor duruma düşmüşlerdi. Örneğin Ürdün'de İhvan-ı Müslimin Humeyni ile birlikte İran İslâm inkılâbını desteklemelerinden dolayı devletin baskısına maruz kalmışlardı. Aynı hal Mısır İslâmî Hareketleri için de geçerliydi. Mısır'da İslâmî Hareketler İran'la birliktelik ve sevgi içeren yazılarından dolayı aynı zulme maruz kalmışlardı. İhvan-ı Müslimin liderleri İran'a giderek Humeyni'yi tebrik etmişlerdi. Ne yazık ki bunların mükâfatları onların isimlerinin İran gazetelerinde "Amerikan uşakları" diye neşredilmesi oldu! İhvan-ı Müsliminin liderlerinin isimlerini tüm dünyaya bu şekilde ilan ettiler. Bundan daha da kötüsü Suriye İslâmî Hareketi, Hafız Esad'ın zulmü başladığında Humeyni ile gizli bir görüşme yaparak Hafız Esad'ın Suriye ihvanından elini çekmesini, keyfi tutuklamalara, zulme, işkencelere ve kadınlara tecavüzlere son verilmesini istemesini taleb ettiler. Bu gizli görüşmede konuşulanların tamamı kasetleri ile birlikte daha sonra İran yönetimi tarafından Hafız Esad'a verildiği görüldü. La havle vela kuvvete illa billa hil aliyyil azim.

Ehlisünnetteki mehdi inancı Şiadaki mehdi inancından tamamen farklıdır. Buna iyice dikkat edilmesi gerekir. Hakikaten Hz. Ali (ra)'yi ilahlık derecesine çıkaran Abdullah bin Sebe yahudisinden bu yana Şia'nın fırkalarının bazısının arkasında yahudiler olmuştur. Hz. Ali (ra) zamanında bir takım insanlar çıkarak Hz. Ali'ye secde etmişlerdir. Bu hali gören Hz. Ali: "bu ne!" diye sorduğunda Onlar: "Sen bizim ilahımızsın" cevabını vermişlerdi. Bunun üzerine Hz. Ali onların ateşte yakılmasını emretti ve onları öldürdü.

Şia Irak'ta yayılmıştır, çünkü Irak hayır beldesidir. (Yani hayır gibi gözüken fesatlar yuvasıdır). Tüm İslâm dünyasına hayırlar oradan dağılırdı. Tüm fırkaların tamamı orada zuhur etmiştir. Şia, Hariciler, Mutezile, Mürcie, Kaderiye, Cebriye, Muattala, Basiye, tamamı Irak'ta ortaya çıkmıştır. Bunların beşiği Irak olmuştur. La havle vela kuvvete illa billah.

Rasulullah (sav)'in şu buyruğunda olduğu gibi: "Orada sarsıntılar ve fitneler olacaktır." Rasulullah (sav):

—“Ey Allah'ım Şam'ımızı ve Yemen'imizi bize mübarek kıl" buyurmuştu. Sahabeler;

—“Ey Allah'ın Rasulü Necd bölgemiz için de söyle" dediler. Rasulullah (sav) yine;

—“Ey Allah'ım Şam'ımızı ve Yemen'imizi bize mübarek kıl" dedi. Tekrar Sahabeler üçüncü defadan sonra;

—“Necidimiz için de dua et" dediler: Rasulullah (sav) da onlara:

—“Orada sarsıntılar ve fitneler olacaktır" buyurdu.

Evet Necid... Araplar, Arap Yarımadası'nın doğu bölgesinin tamamına Necid ismini verirlerdi. Necid kentinden Irak'a kadar olan bölgenin tamamı Necid diye isimlendirilirdi. Gerçekten Raslullah (sav)'in buyurduğu gibi Irak'ta sarsıntılar ve fitneler ortaya çıkmıştır. Yüce Allah'tan Irak'ı ve ehlini temizlemesini niyaz eyleriz. Oraya rahmet gözüyle bakmasını niyaz eyleriz. Şu anda Irak tamamen harab olmuş durumda. Çünkü hiçbir âlim, hiç bir mütefekkir, hiçbir salih insan kalmamıştır. İnsanların tamamı ya helak olmuşlar veya hicret etmişlerdir. Caddeye gittiğiniz zaman yollarda erkek bulamıyorsunuz. Tamamı kadın, erkeklerin birçoğu savaşlarda öldürülmüş, caddeler başından sonuna kadar tamamen bu musibetlere maruz kalmış, son olarak ta iki yüz elli tane müslüman İslâmî örgüt adıyla tutuklandı. Tutuklananlar genellikle Irak'ta öldürülmektedirler.

Lisede okuyan dört genç sanırım ki en büyükleri lise son sınıfta veya üniversitenin birinci sınıfında ismi Şad es Samerrai. Bu gencin ve arkadaşlarının Afganistan için yardım topladığım ortaya çıkaran Irak istihbaratı bunu ve dört arkadaşını hapsetmişler sonra bunları idam etmişlerdir. Neden? Çünkü Afganistan cihadı için yardım topladılar.

Irak içişleri bakanı veya genel emniyet amiri Nazım Kezzar; -ondan Allah'a sığınırız, şeytandan Allah'a sığındığımız gibi ondan da Allah'a sığınırız - birçok insanları işkence ile boğazlamıştır. Nazım Kezzar'ın işkence odasında sülfirik asit dolu bir havuz varmış. Kendisine muhalefet edeni veya işkence neticesinde öldürmeye karar verdiği kimseyi sülfürik asit dolu havuza atar ve o kimsenin eti ve derisini eritir, sülfürük asite dönüştürürmüş.

Bir defasında caddede iki kişi tartışır. Neticesinde polis bunları tutuklayarak emniyet amiri Kezzar'a götürür. Devlet, Nazım Kezzar ile halkın kalbine korku salmak istemektedir. Nazım Kezzar getirilen gençlere;

- "Haklı olan kimdir?" der. Her ikisi de kendisinin haklı olduğunu söyleyerek diğerinin haksızlığına yemin eder. Nazım Kezzar birisine;

- "En yüce Allah adına yemin ediyor musun" der ve o da;

- "Evet, en yüce olan Allah adına yemin ediyorum" der. Bunun üzerine;

- "Kur'an üzerine yemin ediyor musun" der. O da;

- "Evet, ederim" der. Bunun üzerine Nazım Kezzar;

- "Sen abdestli misin?" der. Genç;

- "Hayır" der. Bunun üzerine;

- "Gel önce bir abdest al" der ve her ikisini de alarak mavi bir sıvı bulunan havuzun yanına götürür. Çünkü buradaki sıvı sülfürik asitir. Rengi tam mavidir. Yemin ettirilmek istenen genç abdest almak için havuzun kenarında durur, Nazım Kezzar onu havuza iter. Ve orada eritip buharlandırır. Sonra diğer gence; "hadi sen git, öyle görünüyor ki sen masumsun, ben seni affettim" der. Ve bunu serbest bırakır. Ta ki gördüğü manzarayı anlatsın ve insanlara korku salsın. Mühim olan bu tür işkenceleri insanlara reva gören Saddam hakkında ona yağcılık yapan Şefik el-Kemal'in şu şiiridir:

"Ey Saddam senin kutsal yüzün bizim nezdimizde, Ne kadar yücedir. O Allah'ın yüzü gibidir. Çevreye azamet saçar"

Böyle bir övgüyü yapan dilin akıbeti ne oldu biliyor musunuz?

Irak ile İran savaşı başladığında Irak'tan bir heyet Humeyni'ye savaşı durdurmasını talep etmek için yola çıkar. Humeyni heyettekilere

- "Teklifinizi bir şartla kabul ederim. O da; Saddam'ın yönetimden indirilmesidir" der. Heyetteki bazı Baas partililer;

- "Saddam vatan uğrunda birçok şeyi feda etmiştir. Bunu da vatan için feda edebilir" der. Bunu diyenlerin arasında Şefik el-Kemali de vardır. Daha sonra Saddam onların bu ifadesini duyar ve Şefik el Kemali'yi çağırtarak ona;

- "İşittim ki sen böyle böyle demişsin." der. O da;

- "Evet, sen bizim reisimizsin, bize fedakârlığı sen öğrettin. Bende böyle dedim" cevabını verir. Bunun üzerine Saddam;

- "Dilini uzat" diye emreder. Şefik el Kemali dilini uzatır ve Saddam da makasla onun dilini keser. Evet; "Ey Saddam senin kutsal yüzün bizim nezdimizde ne kadar yücedir" diyen dilin akıbeti işte bu olmuştur... Yüce Mevla bu gibi insanlar hakkında şöyle buyurmuştur:

"Sakın Allah'ı o zalimlerin işlediklerinden habersiz sanma, onların azaplarını ancak gözlerin dehşetle yerinden fırlayacağı bir güne erteliyor." (İbrahim, 42)

"... Kötü tuzağın zararı ancak onu kurana dokunur..." (Fatır, 43)

Şa'râvî Cuma, Mısır İçişleri Bakanı idi. Bu kişi Müslüman Kardeşlerden tutukluları cezalandırmak için onlara meyve verilmesini yasaklamıştı.

Bir gün Muhammed Kutup, hapishanede yedi yıl kaldıktan sonra yine aynı hapishanede kalan kız kardeşini ziyaret etmek için cezaevi müdüründen izin istedi. Muhammed Kutub'un bu isteğine cezaevi müdürü; "Maalesef buna izin veremeyeceğim, çünkü İçişleri Bakanlığının açık emri var; "Muhammed Kutup kesinlikle kız kardeşini ne sağ ne de ölü olarak göremeyecek" diye..." Muhammed Kutub'un bu talebinden henüz daha bir yıl geçmeden İçişleri Bakanı Şaravi Cuma görevden alınır ve hapsedilir. O tarihlerde Hamide Kutub ve kardeşi Muhammed Kutub cezaevinden çıkmışlardır. Şaravi Cuma'nın hanımı meyvelerle birlikte onu ziyaret için cezaevine gelir. Hapishanenin girişinde gardiyan;

- "Bu ne?" diye sorar. Kadın;

- "Kocam Şaravi Bey için getirdiğim yiyecek vs. eşyalar" cevabını verir. Gardiyan;

- "Kocanız Şeravi Bey mi?" şeklinde sorar. Kadın;

- "Evet, kocam Şaravi Cuma'dır" der. Gardiyan;

- "Kocanız bir kanun çıkarmıştı. Buna göre tutuklu ailelerinin hapishaneye meyve göndermeleri yasaklanmıştır. Ben kocanızın hapishanede olmadığı dönemde bir bakan olarak ona itaat ediyordum. Şimdi de ona hapishanede iken itaat edeceğim. Vallahi o meyvelerden bir tanesini bile tadamaz" cevabını verir. ".... Kötü tuzağın zararı ancak onu kurana dokunur..." (Fatır, 43)

"Sakın Allah'ı o zalimlerin işlediklerinden habersiz sanma, onların azablarını ancak gözlerin dehşetle yerinden fırlayacağı bir güne erteliyor." (İbrahim, 42)

Şemsi Bedran...

Bu kişi Mısır istihbarat başkanı idi. Daha sonra Milli Savunma bakanı oldu. Müslümanlara yaptığı işkencelerle meşhurdur. Bu zat Enver Sedat tarafından hapsedilir, hücreye konur. Ve kendi kendine şöyle der: "Ey Seyyid Kutup. Allah sana rahmet etsin. Herhalde seni koyduğumuz hücre bizim içinde bulunduğumuz bu hücredir."

Evet... Şemsi Bedran'a işkence yapmaya gelen polisler ona şunu söylüyorlardı: "Efendim kusura bakma, işkence etmeyi sen bize öğrettin." Şemsi Bedran hapishaneye girdiği ilk gece neredeyse öfkesinden patlayacaktı. Çünkü tüm gece boyu aynı hapishanede tutuklu olan Müslüman Kardeşler mensupları tekbir getiriyorlar ve diyorlardı ki: "Şemsi Bedran, Şemsi Bedran. Askeri cezaevine hiç girer mi" Ve tekbirlerinde şöyle diyorlardı: "La ilahe illallah el hükmü lillah vahidil kahhar (Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. Egemenlik, hükümranlık yalnız kahredici olan tek Allah'a aittir.) "Allah emrinde galiptir. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Yusuf, 21)

Tekrar konumuza dönelim. Saddam Baas partisine mensub olanları dünya çıkarları için çevresinde toplamıştı. İran-Irak savaşı olunca Baasçılar kurşunla karşı karşıya geldi. Sınırda ölümü gördüler. Bu nedenle gerisin geri kaçtılar. Çünkü onlar Baas Partisi'ne sırf dünya metaı için gelmişlerdi, ölmek için gelmemişlerdi. Bu nedenle Baas Partisi Hz. Hüseyin'in şahadeti düşüncesi üzerine kurulmuş bir itikada sahip olan Şiiler önünde mukavemet gösteremedi. (Sohbeti dinleyenlerden birisi soruyor);

Soran: Afganistan içerisinde bulunan şiiler kendi bulundukları yerden geçen mücahit kafilelerinden vergi alıyor mu?

Azzam: Afganistan içerisindeki şiiler Bamyan bölgesinden veya diğer hakim oldukları yerden geçen mücahid kafilelerinden vergi alıyorlar. Buralardan geçen mücahit kafileleri ya silah veya mal veya benzeri türden vergiler ödemek zorundadırlar.

Soran: Nuristan' da da bu şekilde mi?

Azzam:Nuristan halkı iyi insanlardır. İnkılâptan sonra Nuristan devleti; Suru'r (eski devlet başkanı) küfrünü ilan etti ve onunla savaşmaya başladılar. Allah'a hamd olsun biz Nuristan'lı kardeşlerimizin tağuta karşı bu konumlarından dolayı sevinçliyiz. Bizler üç veya dört yıldan beri bu hükümete karşıydık ancak son yıl Surur'un kâfir olduğu ilan edildi ve etrafındaki komünistlerle birlikte ülkeden kovuldu. Örneğin Muhammed Kasım, Vezir Şah, Velih Şah, Vezir Han ve Gari Hamid gibi komünist liderler ülkeden kovuldu ve devlet komünistlerden arındırıldı. Bu insanların Nuristan devletinde yer almaları bizimle onlar arasında ihtilafa neden olmaktaydı. Allah'a hamd olsun şu anda bu komünistlerle savaşmaya başladılar. Allah'ın izniyle mücahid kafilelerine özellikle de yardım kafilelerine yollar açılacaktır.

Şimdi izah etmekte olduğumuz 31. âyete tekrar dönelim: Yüce Mevla buyuruyor ki:

"Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesihi kendilerine rab edinmişlerdir" (Tevbe, 31) Ondan önceki âyette ise yüce Mevla şöyle buyurmuştu:

"Yahudiler, "Üzeyir Allah'ın oğludur" dediler; Hristiyanlar da "Mesih Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların kendi ağızlarıyla geveledikleri sözleridir..." (Tevbe, 30) Sözlerin ağızdan çıktığı malumdur. Ancak buna rağmen şanı yüce Allah te'kid olarak; "Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözleridir" buyurmaktadır. Ve dilleriyle söylemiş oldukları bu sözlerini "...kendilerinden önceki kâfirlerin sözlerine benzetiyorlar." Âyet-i kerimede geçen "yudahiun" kelimesinin manası benzetirler manasına gelen "yuşabihun" kelimesi ile eş anlamdadır. Ayet-i Kerimede Hz. Üzeyir'in Allah'ın oğlu diyen yahudilerin ve Hz. İsa'ya Allah'ın oğludur diyen hristiyanların bu sözlerini önceki kâfirlerin sözlerine benzedikleri zikredilmektedir. Önceki kâfirlerden maksat Arap müşrikleridir yahut da diğer kâfirlerdir. Çünkü Arap müşrikleri de Lat, Uzza ve diğer üçüncüleri olan Menat'ın Allah'ın kızları olduklarını söylüyorlardı. Bu husus Necm Sûresi'nde şöyle beyan edilmiştir:

"Ey kâfirler. Erkekler sizin de kızlar Allah’ın mı? Öyleyse bu insafsızca bir taksimdir. " (Necm, 21–22) Başka bir âyette de şöyle beyan edilmektedir:

"Rahman'ın kulları olan melekleri de dişi saymışlardı. Onların yaratılışlarına şahit mi olmuşlardı. Onların bu şehadetleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir." (Zuhruf, 19)

Görüldüğü gibi Yahudiler ve hristiyanlar bu sözleriyle kendilerinden önceki kâfirlere ve onların sözlerine benziyorlardı. Bu nedenle Allah Teala onlar hakkında; "Allah onları kahretsin..." buyurdu. (Tevbe, 30) Kur'an-ı Kerim'de geçen "Kâtele" veya "Kutile" kelimeleri "iane: lanet etsin" veya "lanet olsun" manalarınadır. Bu nedenle âyet-i kerimede "Allah onları katletsin" buyurulmaktadır. Bunun manası "Allah onlara lanet etsin" demektir. Peygamber efendimiz bir hadisi şerifinde: "Bir adama lanet edimesi onu öldürmek gibidir" buyurmuşlardır. Yine Rasulullah (sav) sahibi tarafından lanetlenen bir deve hakkında şöyle demiştir: "O deveye binmeyin çünkü o lanetlenmiştir." Aslında lanet çok ağır bir sözdür. Birine hitaben söylendiğinde bu lafız semaları ve yeri dolaşır daha sonra semalar ve yerler onu reddeder sonra da lanetlenene geri döner. Eğer bu kimse lanete müstahak ise ona biner yoksa lanet okuyan kimseye geri döner. Lanet okumak az bir mesele değildir. Çünkü lanet Allah'ın rahmetinden kovulmaktır. Âyet-i kerimede;

"Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem'in oğlu Mesih'i kendilerine rab edinmişler" buyurulmaktadır. (Tevbe, 31) Daha önce Adiyy bin Hatem'in boynunda haç olduğu bir halde Rasulullah (sav)'e gelerek müslüman olduğunu ve Allah Rasulünün de ona: "Bu putu at" buyurduğunu bunun üzerine onun da haçı attığını zikretmiştik. Adiyy bin Hatem şöyle diyor; "Rasulullah (sav)'i Tevbe Sûresi'ni okurken işittim; "Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem'in oğlu Mesih'i rab edinmişler" âyetini okuduğunda "ya Rasulullah biz onlara tapmazdık" dedim. Rasulullah (sav)'de; "Evet! Onlar haramları helal, helalleri de haram kılarlardı. Ve onlar da bunlara itaat ederlerdi. İşte onların haham ve rahiplerine ibadeti budur" buyurdu." Bir diğer rivayette ise Rasulullah (sav) "Haham ve papazlar onlara haramları helal kıldılar, onlar da onu helal kabul ettiler. Helalleri de haram kıldılar. Onlar da onun haramlığım kabul ettiler. İşte onların haham ve papazlara ibadetlerinden maksat budur" buyurdu.

Biz daha önce bu meselenin tehlikeli bir mesele olduğunu, modern çağımızda İslâm ümmetinin içine düşmüş olduğu en büyük şirkin bu olduğunu söylemiştik. Bu da insanları yeryüzünde Allah'ın indirdiği dışında kanun koyan tağutlara taptırmak ve onlara itaat ettirmek meselesidir. Bu afet ve bu felaket İslâm ümmetine ilk defa Napolyon Bonapart'ın Mısır'a girmesinden sonra gelmiştir. Sonra Fransızlar Muhammed Ali Paşa'yı kendilerinin bir uşağı olarak bölgeye yerleştirdiler ki hissedilmeksizin yavaş yavaş bölgeyi kâfirleştirsinler.

Bu planın bir devamı olarak Muhammed Ali Paşa Fransa'ya öğrenciler gönderdi. Muhammed Ali Paşa'nın Doktor Calub isminde Fransız bir müsteşarı vardı. M. Ali Paşa'nın Fransa'ya gönderdiği öğrencilerden biri de Rıfaa et-Tahtavi idi. Bu Paris'e gitti, dans etmeyi öğrendi, sarık cübbeyi attı, takım elbise giydi. Mısır'a dönünce de Paris Hatıralan'nda "net altınlar" manasına gelen "Tahrîsu'l-İbfisfi Telhisib Paris" isimli eserini yazdı. Eserinde Paris'teki dansları ve ona hayranlığını zikreder. Bu zat Muhammed Ali Paşa'yı Fransız kanununun tercüme edilmesine dair ikna etti. Muhammed Ali Paşa Fransız kanununu tercüme ettirip Mısır'da İslâm ümmetine uygulamaya başladı. Fakat bunu hissettirmeden tedrici bir şekilde yaptı.

Mesela Muhammed Ali Paşa ve Rıfaa et-Tahtavi camilere, Ezher'e, dini medreselere hiç dokunmadılar. Onlar bu halleri ile adeta bir saati alıp içinden teker teker parçalarını çıkarıverdiler. Saatin kadranı ve dış parlaklığı kof bir şekilde kalıverdi. Fakat saat de bitmişti. Evet, bunlar bölgede İslâm'ı madde madde, parça parça çözüp kaldırdılar. İslâm'ın Medeni kanun kısmını kaldırıp yerine Fransız Medeni kanununu, Ceza kanunu kısmını kaldırıp yerine İtalya veya İsviçre kanununu, başka kanunlarının yerine de Alman kanununu koydular. Böylece ortaya dışardan ithal edilmiş yepyeni bir din çıkmış oldu. Evet, camiler mevcut, namazlar kılınıyor, oruçlar tutuluyor fakat insanlar öyle bir akıma kapılmışlar ki hiç haberleri yok.

Mehmed Ali Paşa bu kanunu tatbik etmek istediğinde bazı âlimler ona karşı çıktılar. Son dönem âlimlerinden de onlara karşı çıkanlar bulundu. Mesela hadis âlimi olan Ahmed Muhammed Şakir bu kanunlar hakkında şunu söylemiştir: "Bu kanunlar çağdaş yesak kanunlarıdır." Yani Cengiz Han'ın Bağdat'ı fethinden sonra orada tatbik ettirdiği el-Yasak kanunları gibidir. Cengiz Han bunları tatbik ettirmekte zorlanmıştı. Âlimler ona karşı çıkmışlardı. Mesela İbn Kesir el- Bidaye ve'n-Nihaye eserinde bu kanunları daha önce zikredildiği gibi kâfirlik olarak vasıflandırmıştı. Uyanık olan Hülagu iki mahkeme kurmuştu. Biri Kur'an ve Sünnet mahkemesi, diğeri de Yesak mahkemesi idi. Dileyen ona, dileyen diğerine gidiyordu. İşte o dönemde müslümanlar Yesak'ların tatbik edildiği mahkemelere gidenlere hiç çekinmeden kâfir diyorlardı.

Değerli arkadaşlar! Allah'ın helal ve haramını değiştirmek tehlikeli bir şeydir. Bunları yapanlara itaat, onları rab edinmektir. Çünkü egemenlik ancak Allah'ındır. Haram ve helal hususunda yüce Mevla şöyle buyurmaktadır:

"Ey Muhammedi De ki: Biliyor musunuz, Allah size rızık olarak her ne indirmişse, onun kimini haram kıldınız, kimini helal yine de ki; Allah mı bunun için size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?" (Yunus, 59)

"Yoksa o kâfirlerin, Allah'ın izin vermediği bir dini, kendilerine meşru kılan ortakları mı var? Eğer Allah'ın (haklıyı haksızdan) ayırd edecek sözü olmasaydı, insanlar arasında hemen hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimler için can yakıcı bir azap vardır." (Şura, 21)

Seyyid Kutub (rahimehullah) bu konuya değinirken meseleyi geniş bir şekilde izah etmiştir. Vakıa konuya tam bir açıklık getirmiş, herhangi bir kapalılık bırakmamıştır. Bu hususta özetle şunları söylemiştir:

"İslâm madeni bir paraya benzer. Bir yüzüne "la ilahe illallah (Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur)" yazılıdır, diğer yüzünde ise "idare Allah'ın şeriatıyladır" yazılıdır. Bu iki yüzü birbirinden ayırmak mümkün değildir. Allah'ın şeriatı ile idare edilme la ilahe illallah'ın bir parçasıdır. Bu itibarla Allah'ın sedalıyla sevk-idare edilmek Allah'ı birlemenin bir bölümüdür. Bu nedenle Allah'ın şeriatı dışında herhangi bir rejimle idare edilmeyi isteyen, la ilahe illallah kavramını bozmuş ve İslâm'dan çıkmış olur."

Abdullah Azzam : cihad dersleri C. 1
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Mu'minler Deccal'in Fitnesinden Hz. İsa'nın Gelişiyle Korunacaklardır

"Yalancı, hilekar, zihinlerde ve gönüllerde iyi ile kötüyü, hak ile batılı karıştıran, bir şeyi yaldızlayıp gerçek yüzünü gizleyen, her yeri dolaşan kötü ve uğursuz kişi" gibi anlamlara gelen Deccal kavramı, ahir zamanda ortaya çıkacağı bildirilen, her türlü kötülüğün ve fitnenin kaynağı ve temsilcisi olan kişi olarak tarif edilir. Ancak, Deccal bir kişi olabileceği gibi, din ahlakına uygun olmayan her türlü düşünce ve uygulamayı temsil eden bir sistem veya ideoloji de olabilir.
Deccal ile ilgili bilgiler pek çok hadis-i şerifte yer almakta, Kuran'da da Deccal'in ahlakına ve sistemine işaret eden birçok ayet bulunmaktadır. Deccal'in ortaya çıkışı, sahih hadislerde kıyametin önemli alametlerinden biri olarak haber verilmiştir:

Ebu Hurayra (r.anh) dan:
Üç şey vardır ki bunlar zuhur edince, önceden iman etmeyen kişinin imanı fayda vermez: Deccal, Dabbe, Güneş'in batıdan doğuşu...

(Tirmizi; Medineli Allame Muhammed B. Rasul El- Hüseyni El Berzenci, Kıyamet Alametleri, s. 209)

Ebu Hanife ise Deccal ve diğer kıyamet alametlerinin bildirildiği hadislerle ilgili olarak şunları söylemektedir:
Deccal'in, Yecuc ve Mecuc'un çıkması, Güneş'in batıdan doğması, İsa'nın gökten inmesi ve diğer kıyamet alametleri, sahih haberlerde aktarıldığı üzere haktır, olacaktır.

(Ebu Hanife, Nu'man b. Sabit (150/767), Fıkh-ı Ekber, Çeviren: H. Basri Çantay, Ankara, 1982)

Hadislerde Deccal'in çıkış alametlerinin yanı sıra, özellikleri de detaylı olarak haber verilmiştir. Buna göre, Deccal insanları doğru yoldan saptıracak; iyiyi kötü, kötüyü iyi gösterecek; kendisine uyanları sözde nimetlerle aldatırken, kendisine uymayanlara ise baskı ve zor uygulayacak; yeryüzünde karışıklık çıkaracak, çatışmayı körükleyecek; din ahlakına karşı olacak ve insanları din ahlakından uzaklaştırmak için faaliyet gösterecektir.
Deccal'in yeryüzünde olduğu dönem, samimi olarak iman edenlerin pek çok sıkıntı ve zorlukla karşılaşacakları, insanların büyük çoğunluğunun din ahlakından uzaklaştıkları bir dönem olacaktır.
Deccal'in ortaya çıkışı tüm dünyayı derinden etkileyecek ve insanlığa pek çok felaket ve zorluk getirecek gelişmelerin başlangıcı olacaktır. Deccal'in asıl hedefi din ahlakı ve samimi olarak iman edenler olacağından, özellikle müminler için oldukça zorlu bir dönem söz konusu olabilir. Bunun yanı sıra, insanların önemli bir kısmı Deccal'in aldatmacalarına inanacak ve ona tabi olacaklardır. Böyle bir ortam, vicdan ve iman sahibi tüm insanların var güçleriyle karşı koymaları ve çok güçlü bir fikri mücadele yürütmeleri gereken bir ortamdır. Ve Allah'ın izniyle samimi iman edenler bu fikri mücadelede üstün geleceklerdir.
Ancak, Muhammed (sav) Efendimiz Deccal'in fitnesinin tarihin en büyük fitnesi olduğunu bildirmiş ve iman edenleri bu fitneden sakınmaları için uyarmıştır.

Bu uyarı çok önemlidir:
İşte ben bunları size anlatıyorum ki durumu iyi kavrayasınız, onun tuzağına düşmeyiniz, sizden sonra geleceklere anlatınız diye. Çünkü onun fitnesi, fitnelerin en çetinidir.

(Nuaym; İsmail Mutlu, Kıyamet Alametleri, s. 92-93)

Peygamber Efendimiz (sav)'in bu öğüdü ve Deccal'in fitnesinden Allah'a sığındığı duası, Müslümanlar için yol gösterici olmuştur. Dünyanın dört bir yanında farklı mezheplerden veya farklı ırklardan Müslümanlar, beş vakit namazlarında, Allah'ın kendilerini Deccal'in fitnesinden koruması için dua etmektedirler.
Rivayetlerde bildirildiği üzere sevgili Peygamberimiz (sav) tarafından mu'minlere öğretilen bu dua şu şekildedir:
Rasulullah şöyle buyurmuştur:
Sizin biriniz, teşehhutte bulunduğu (tahiyyat okumayı bitirdiği zaman), "Ey Allah'ım, cehennem azabından, kabir azabından, hayat ve mematın fitnesinden ve Mesih-i Deccal fitnesinden Sana sığınırım" diyerek dört şeyden Allah'a sığınsın.
(Muslim, Mesacic:25, No.590, 1/413)

Bu duanın bizzat Muhammed (sav) tarafından iman edenlere öğretilmiş ve namazlarda okunmasının tavsiye edilmiş olması Deccaliyet konusunun müminler için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
İslam alimlerinin ise namazlarının ardından; "Allahumme ecirne min fitneti'l mesihi'd deccali ve's sufyan" (Allah'ım bizi Mesih-i Deccal ve Sufyan'ın fitnelerinden koru) diyerek tesbih yaptıkları bilinmektedir.
Nitekim Müslümanlar da, Deccal'in fitnesinin ne kadar büyük olduğunun bilinciyle, 5 vakit namazlarında Peygamber Efendimiz (sav)'in bildirdiği duayla Rabbimiz'e sığınmaktadırlar. Bu, Müslümanların Deccal'e karşı manevi bir hazırlık içinde olduklarını göstermektedir. Ancak elbette, Deccal'e karşı yapılacak hazırlıkların en önemli bölümü Hz. İsa'nın yeryüzüne gelişi için yapılacak hazırlık olmalıdır.
İsa'nın gelişi, Müslümanların bu duasının bir yönüyle kabulü olacaktır.
Çünkü hadislerde, Deccal'in fitnesinin ancak Hz. İsa'nın yeryüzüne dönüşüyle ortadan kaldırılacağı, Deccal'in Hz. İsa'yı gördüğünde "tuzun suda erimesi gibi" yok olacağı müjdelenmiştir. Hz. İsa'nın Deccal'i ortadan kaldıracağını bildiren hadislerden bazıları şöyledir:
... Deccal ortalığa fitne saçarken Cenab-ı hak, Mesih İsa İbni Meryem'i gönderir... İsa Deccal ile Ludde (Beytul Makdis'e yakın bir belde) kapısında karşılaşır ve onu öldürür.

(İmam-ı Muslim; Saim Güngör, Büyük Fitne Mesih-i Deccal, s.104 )

Allah'ın düşmanı (Deccal) onu gördüğünde tuzun suda erimesi gibi eriyecektir. Onu bıraksa da kendiliğinden helak oluncaya kadar eriyecekse de, Allah Deccal'i, İsa'nın eliyle öldürecektir...
(İmam-ı Muslim; Fiten: 9, No. 2897, 4/2221)

İsa yakında inecek, sonra fesat sahibi, bedbaht olan Deccal'i helak edecektir. (Nuzul-i Mesih Risalesi, Ekmel Yayıncılık, İstanbul, 1998, s.121)

Bu durumda, iman edenlerin ve Deccal'in fitnesinden korunmak isteyenlerin İsa'ya tüm güçleriyle destek olmaları, bu mubârak insan yeryüzüne gelmeden önce ona olabilecek en güzel ortamı hazırlamak için gayret etmeleri son derece önemlidir.
Bunun için, Müslümanlar bir yandan Deccal'in fitnelerini ve aldatmacalarını deşifre etmeli ve Deccaliyetin ideolojik zeminini oluşturan unsurlarla fikri mücadele içinde olmalıdırlar. Bir yandan da, İsa gelmeden önce, onun yürüteceği büyük fikri mücadele için ön hazırlık yapmalı, ahlaken İsa'ya layık olabilecek, ona destek olabilecek şekilde kendilerini geliştirmeye özen göstermelidirler.
Ayetlerde haber verilen bilgiler ve hadislerde anlatılan gelişmeler, dünya tarihinin en önemli dönemlerinden birinin iyice yaklaştığını işaret etmektedir.
Böylesine tarihi bir dönemde yaşama şerefine erişecek olanların, bundan dolayı büyük bir heyecan duymaları aynı zamanda sorumluluklarının da büyük olduğunun şuurunda olmaları gerekir. Durumun öneminin farkına varanların ilk yapması gereken şeylerden biri, elbette İsa'nın gelişine hem kendileri hem de çevrelerini en iyi şekilde hazırlamak olmalıdır.


İsa (a.s.) Ölmemiştir

Allah'ın mubarek elçilerinden biri olan İsa'nın ölmediği ve öldürülmediği Kuran'da iman edenlere haber verilmiş bir müjdedir. Bu gerçeği daha iyi anlayabilmek için İsa'nın durumunun haber verildiği ayetlerin detaylı olarak incelenmesi yerinde olacaktır.
Kuran'da, . İsa'nın öldürülmediği ve Allah Katına yükseltildiğini haber veren ayetlerin başında Al-i İmran Suresi'nin 55. ayeti ve Nisa Suresi'nin 157-158. ayetleri gelmektedir. Bu ayetlerde yer alan ifadeler kelime kelime incelendiğinde, Rabbimiz'in çok önemli bir gerçeği haber verdiği görülür. Buna göre, İsa ölmemiş ve öldürülmemiş, diri olarak Allah Katına yükseltilmiştir. Ayetlerde işaret edilen bir başka gerçek ise; Allah Katında diri olan İsa'nın, kıyametten önceki son dönemde yeniden yeryüzüne döneceğidir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde Hz. İsa'nın ikinci kez dünyaya gelişinin Kuran'dan ve hadis-i şeriflerden delilleri detaylı olarak açıklanacaktır.
Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde, Allah'ın İsa'yı "vefat ettireceği", inkarcılardan koruyacağı ve onu Kendi Katına yükselteceği haber verilmektedir. Ayetin tefsirinden çıkan mana, -pek çok İslam alimi ve müfessirinin ortak görüşüyle- İsa'nın ölmemiş olduğudur. Ayette şu şekilde bildirilmiştir:

Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu seni Ben vefat ettireceğim (muteveffiyke), seni Kendime yükselteceğim (rafiuke), seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Bana'dır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim." (Al-i İmran Suresi, 55)

Bu ayette öncelikli olarak üzerinde durulması gereken kısım, "seni Ben vefat ettireceğim" cümlesidir. Ayette yer alan "vefat ettirmek" kelimelerinin anlamları incelendiğinde ortaya önemli bir gerçek çıkmaktadır. "Vefat ettirmek" Türkçede kullanılan ölüm anlamından farklı anlamlara gelmektedir. Türkçe meallerde öldürme ya da vefat ettirme olarak çevrilen kelime, Arabca'da "vefea" kökünden türemiş olan teveffa fiilidir ve bu fiil ölüm manasına değil, "canın alınması", "teslim alınması" manalarına gelmektedir.
İnsanın canının alınmasının ise her zaman ölüm anlamına gelmediği yine Kuran'da bize bildirilmektedir. Örneğin "teveffa" kelimesinin geçtiği bir ayette insanın ölümünden değil, uykuda canının alınmasından bahsedilmektedir:

Allah, ölecekleri (mevt) zaman canlarını alır (teveffa); ölmeyeni de uykusunda (canını alır) (lem temut). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı (el mevte) verilmiş olanı tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir... (Zumer Suresi, 42)

Bu ayette "vefat ettirme" olarak tercüme edilen kelime ile, Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde kullanılan kelime aynıdır, yani her iki ayette de "yeteveffa" kelimesi geçmektedir. İnsanın, gece içinde bulunduğu durum ölüm olmadığına göre yukarıdaki ayette kullanılan "teveffakum" kelimesi ölüme işaret etmemekte, "geceleyin canlarınızı alan" anlamına gelmektedir. Eğer "teveffa" kelimesi ölüm anlamında kullanılacaksa, o zaman tüm insanların her gece uyuyarak geçirdikleri vakitte biyolojik olarak öldüklerini söylemek gerekecektir. Bu durumda İsa'nın da hayatı boyunca uyuduğu her gece öldüğünü, diğer bir deyişle binlerce kere öldüğünü iddia etmek gerekir ki, bu akla ve mantığa aykırıdır.
Uykunun bir tür vefat olarak değerlendirildiğini, ancak bununla biyolojik ölümün kast edilmediğini gösteren örneklerden biri de Peygamber Efendimiz (sav)'in uykusundan kalktığı zaman "Bizi öldürdükten sonra dirilten Allah'a hamdolsun" dediğini bildiren hadis-i şeriftir. Hiç şubhesiz, Muhammed (sav) bu hikmetli sözüyle, uyunduğu zaman biyojik manada ölüm gerçekleştiğine değil, uyuyan insanın bizim anladığımızdan farklı bir anlamda "canının alındığına" dikkat çekmiştir. Ünlü İslam alimi ve müfessir İbn Kesir de, Al-i İmran Suresi'nin tefsirini yaparken, diğer pek çok delil ile birlikte söz konusu hadis-i şerifi kullanmıştır. İbn Kesir'in tefsirinde, "teveffa" kelimesinin uykuya işaret ettiği, aynı kelimenin diğer ayetlerde ne şekilde yer aldığı gösterilerek açıklanır. Bu açıklamaların ardından, İbn Kesir, İbn Ebu Hatim'den rivayet edilen bir hadisi de kullanarak kanaatini şöyle ifade eder:
İbn Ebu Hatim diyor ki; "Bize babam... Hasan'dan rivayet etti ki, o, 'Seni vefat ettireceğim..." ayeti hakkında şu açıklamada bulunmuştur: Burası, 'Seni uyku ölümü ile öldüreceğim, yani uyutacağım' anlamındadır ki, Allah Teala İsa'yı uykuda iken göğe kaldırmıştır... Cenab-ı Hak, Hz. İsa'yı şüphe götürmeyen bir gerçek olarak, uyku ile vefat ettirdikten sonra göğe çekmiş ve o dönemde kendisine eziyet eden Yahudilerin eziyetlerinden kurtarmıştır.

İbn Kesir, Tefsiru'l Kur'ani'l Azim, Cilt I, s. 573-576

Tasavvuf alimlerinden Muhammed Zahid el-Kevseri ise, "teveffa" kelimesinin anlamını incelerken, ayette bu kelimenin ölüm manası taşımadığını ifade etmiş ve Zumer Suresi'nin 42. ayetinde geçen "mevt" kelimesine dikkat çekmiştir:
Eğer İsa ölmüş olsaydı (ki bu doğru değildir), "Allah ölüm vakti gelen nefisleri vefat ettirir." (Zumer Suresi, 42) mealindeki ayette yer alan ve ölüm anlamına gelen "mevt" kelimesi bildirilmezdi... Şayet iddia edildiği gibi Allah-u Teala adi ölümü (biyolojik anlamda ölümü) bildirmiş olsaydı, bu açıkça haber verilirdi. Madem ki Allah, Yahudilerin İsa'yı öldürmediğinden, vefattan ve göğe yükselmekten bahsetmektedir, o halde burada normal ölümün dışında bir mana düşünülmelidir.

Zahid Kevseri, Nazratun Abire fi Mezaimi men Yunkiru Nuzule İsa kable'l-Ahire, Mısır, 1980, s. 34-37

Kevseri ile aynı dönemde yaşamış olan Şeyhulislam Mustafa Sabri Efendi ise, Zumer Suresi'nin 42. ayetini delil olarak göstererek, "Şayet teveffa kelimesini, "öldürme" anlamında alsaydık, ruhların da ölmesi gerekmektedir." yorumunu yapmaktadır.

Mustafa Sabri, Mevfikü'l Akl ve'l İlm ve'l Alim min Rabbi-l Alemin ve İbadihi'l Mürselin, Beyrut, 1992, IV, s. 177-179
Nitekim İslam alimi Mevdudi'nin Kuran tefsirinde de, Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde geçen (Maide Suresi'nin 117. ayetinde de aynı kelime kullanılmaktadır) "muteveffi" kelimesi için şu açıklamada bulunulmaktadır:

Arapça metindeki "müteveffi" kelimesi, "teslim almak" ve "can almak" anlamlarına gelen 'teveffa" kelimesinden gelir; fakat burada mecazi anlamda kulanılmıştır. Burada "görevden alma" anlamına gelmektedir.
Mevdudi, Tefhimu'l Kuran, Cilt I, s. 230-231

İslam tarihinin ilk müfessirlerinden biri olarak kabul edilen Maturidi de, ayette İsa'nın bilinen biyolojik anlamda ölümünden bahsedilmediğini ifade etmiştir:
Ayette kast edilen şey, ölüm anlamındaki vefat değil, bedenin dünyadan alınması anlamındaki vefattır.23
İslam alimleri, teveffa kelimesinin ayette geçen hali olan "muteveffiyke" kelimesini yorumlarken Hz. İsa'nın ölmediği, Allah Katına yükseltildiği ve kıyametten önce yeryüzüne tekrar döneceği konusunda ittifak sağlamışlardır. Örneğin, ünlü tefsir alimi Taberi, "muteveffiyke" kelimesinin "yerden almak" manasında kullanıldığını ifade eder ve ayeti şu şekilde açıklar:
Bize göre en sıhhatli görüş bu kelimeyi "kabzetmek", "yerden çekmek" manasında almaktır. Buna göre ayetin anlamı; "seni yerden alıp, göklere çekerim" şeklinde olur. Ayetin devamı da, ahir zamanda inkarcılara karşı olan galibiyete dikkat çekmekle bu fikri teyid eder mahiyettedir.
Taberi Tefsiri, Cilt III, 290-1

Bu açıklamanın devamında Taberi, "muteveffiyke" kelimesinin anlamı ile ilgili diğer yorumlara da yer vermektedir. Kelimenin bir tür uyku olarak açıklanması da, İslam alimleri arasında kabul gören bir yorumdur. Mısırlı alim Halil Herras, Hasan Basri'ye göre bu ifadeden maksadın "Ben seni uyutup, uyku halindeyken kaldırıp Katıma yükselteceğim" olduğunu ifade eder. Celaluddin es-Suyuti ise tefsirinde, sahih hadislere dayanarak İsa'nın ölmediğini açıklar ve şöyle der:
O halde İsa göğe çıkarıldı ve kıyametten önce gelecektir.
Suyuti, ed-Durrul Mensur, Cilt II, 225-7

Osmanlı'nın son dönem İslam alimlerinden Mehmed Vehbi de, bu ayeti aşağıdaki şekilde tefsir ederek; İsa'nın ölmediğini ve öldürülmediğini ifade etmiştir:
Ey İsa, Ben seni uykuyla uyutarak mahall-i bereket ve kerametim olan sema cihetine kaldırıp, Yahudilerin şerrinden kurtaracağım ve kafirlerin fena fiillerini senden temizleyerek, onların içinden çıkarıp kötülüklerden kurtaracağım.

Mehmed Vehbi, Hulasatu'l Beyan-ı fi Tefsiri'l Kuran, İstanbul, 1979, II, s. 613

Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde İsa'nın ölmediğine işaret edildiğini ifade eden İslam alimlerinden biri de İbn Teymiyye'dir. İbn Teymiyye, ayette kast edilen mananın "bir tür uyku ölümü" olabileceğini açıklarken şu yorumu yapar:
Bu ayet, İsa'nın ölümünün kast edilmediğine delildir... Ayette geçen, "et-teveffi" sözü, beden olmaksızın sadece ruhun veya ikisinin ölümünü, ancak başka bir karineyle (konuyu bu anlamda açıklayan başka bir delilin varlığı ile) gerektirir. Bundan maksat uyku ölümü de olabilir. (Enam Suresi, 60. ayette olduğu gibi.) Ayetin son bölümündeki "inkar edenlerden seni tertemiz ayıracağım." sözü de bu şekildedir. İsa'nın vücudu ruhundan ayrılmış olsaydı, onun vücududu da diğer peygamberler gibi yerde olurdu.
İbn Teymiyye, Mecnuu Fetava, der. Abdurrahman b. Muhammed b. Kasım el-Asımi en Necdi, Riyad, 1991, IV, s. 322-323

Elmalılı Hamdi Yazır ise, tefsirinde bu ayetten anlaşılan anlamın, 'İsa'nın ölmediği, Allah Katında diri olduğu' şeklinde bildirir:
... Bizce bu tefsir ve inancın özeti şu demek olur: Allah'tan bir kelime olan ve Ruhu'l-Kudüs ile teyid edilmiş bulunan Mesih İsa'nın ruhu henüz kabzedilmemiştir. Ruhunun eceli gelmemiştir. Kelime daha Allah'a dönmemiştir. Onun daha dünyada göreceği işler vardır.

Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Din Kuran Dili, Cilt II, s. 1112-1113

Görüldüğü gibi bu ayette, "vefat" kelimesi Türkçede yaygın olarak kullanıldığı gibi ölüm anlamı taşımamaktadır. Ayette bildirilen "... seni Ben vefat ettireceğim... " cümlesiyle, Hz. İsa'nın uykudakine benzer bir duruma sokularak, Allah Katına yükseltildiği haber verilmektedir. Hz. İsa ölmemiş, sadece Allah'ın takdiriyle bu boyuttan ayrılmıştır. (En doğrusunu Allah bilir.)

Nisa Suresi, 157. ve 158. Ayetlerinin Açıklaması

İsa'yı öldürmek için harekete geçenlerin başarıya ulaşamadıklarını açıkça ifade eden ayetlerden biri de, Nisa Suresi'nin 157. ayetidir. Bu ayetin, sonraki ayetle birarada incelenmesi gerekmektedir. Ayetlerde, inkarcıların İsa'yı öldürmedikleri ve asmadıkları, ancak onlara öyle gösterildiği, Allah'ın İsa'yı Kendi Katına yükselttiği bildirilmektedir:

Ve: "Biz, Allah'ın Rasulu Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" (katelna) demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler (ma katelehu) ve onu asmadılar (ma salebe). Ama onlara (onun) benzeri gösterildi (şubbihe). Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler (ma katelehu).(Nisa Suresi, 157)

Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 158)

Bu ayetlerde yer alan delilleri detaylı olarak ele almadan önce, bir konuyu açıklamak yerinde olacaktır. Ayetlerde "ma salebe" kelimeleriyle haber verilen ve Kuran meallerinde "asmadılar" olarak geçen kelimenin sözlük anlamına bakıldığında çok önemli bir bilgi edinilir. Bu kelimenin kökü olan "salebe" fiili, asmak ve idam etmek anlamlarının yanı sıra "haçlamak, çarmıha germek" anlamları da taşımaktadır. Bu durumda, Hıristiyanlık inancının temel unsurlarından biri olan İsa'nın çarmıha gerildiği inancının da hiçbir şekilde doğru olmadığı bir kez daha anlaşılmaktadır.

İsa'nın Öldüğünü İddia Edenler Zanda Bulunmaktadır

İnkar edenler İsa'yı öldürmek istemişler, hatta -görünürde- bu planlarını gerçekleştirdiklerini sanacakları bir ortam da oluşmuş, ancak Allah onların bu hedeflerine ulaşmalarını engellemiştir. İsa'yı öldürememişler ve asamamışlar, ancak onlara bir benzeri gösterilmiştir. İsa'yı öldürdüğünü öne sürenlerin bu konudaki ithamları ise sadece zandan ibarettir. Taberi tefsirinde, inkar edenlerin bu konuda kesin bir bilgilerinin olmadığı şu şekilde açıklanır:
İsa hakkında ihtilafa düşen Yahudiler, onun öldürülüp öldürülmediğinden şüphe etmektedirler. Bu husustaki bilgileri sadece zanna uymaktan ibarettir. Öldürdükleri kimsenin İsa olup olmadığı hakkında pek bildikleri bir şey yoktur. Ancak öldürdükleri kişinin, öldürmek istedikleri İsa olduğunu zannetmektedirler. Kesin olarak onu öldürmediler... İsa'yı kesin olarak öldürmediler, çünkü onun öldürülüşü hususunda zan ve şubhe içindedirler.
Taberi Tefsiri, Cilt I, s. 428

İnkar edenlerin şüphe içinde kalmış olmaları, tuzaklarının hedefine ulaşmadığının önemli bir delilidir. Eğer kurdukları tuzak doğrultusunda gerçekten İsa'yı öldürmüş olsalardı, bu konuda şüpheye düşecekleri bir durum olmaz, planlarının neticeye ulaştığından emin olurlardı. Ancak, kuşku duymaları olağanüstü bir durumla karşı karşıya kalmış olduklarını göstermektedir. Bu konuyu şöyle bir örnekle düşünelim. Bir kişiyi öldürmek için ateş açan kimse, attığı kurşunla onun ölüp ölmediğini mutlaka bilir. Ya da idam edilen birisinin, asıldıktan sonra ölüp ölmediğinden şüphe edilmesi için sıra dışı bir durumun oluşması gerekir.
Öldürmek için girişilen bir eylem neticesinde, sonuçtan kuşku duyuluyorsa, bu olağan bir durum değildir. İsa'yı öldürmeye kalkışan kimseler de, eğer hedeflerine ulaşmış olsalardı bundan hiçbir kuşku duymaz, İsa'yı kesin olarak öldürdüklerini söyleyebilirlerdi. Ancak Rabbimiz onların şüpheye düştüklerini, sadece tahminde bulunduklarını, bu konuda kesin bir bilgiye sahip olmadıklarını haber vermektedir. Bu durum, İsa'nın ölmediğini ve diri olarak Allah Katına yükseltildiğini gösteren delillerden biridir.

İsa'ya Kurulan Tuzağın Bozulması, Allah'ın Üstün Gücünün Bir Tecellisidir

Ayetlerde dikkat çekilen bir başka husus da, ayetin (Nisa Suresi, 158) son kısmında yer alan "Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir" ifadesidir. Bu ifadeyle İsa'nın yaşadığı bu olayda, Allah'ın üstün gücünün tecelli ettiği olağanüstü bir durumun varlığına işaret ediliyor olması muhtemeldir. (En doğrusunu Allah bilir.)
İslam alimleri de bu ayeti tefsir ederlerken, ayetin bu bölümüne dikkat çekmişlerdir. İslam alimleri, bu sözlerin Allah'ın güç ve hikmetini gösteren olağanüstü bir olay söz konusu olduğunda bildirildiğini belirterek, buradaki ifadelerin mucizevi bir duruma işaret ettiğini söylemişlerdir. Örneğin Fahruddin Razi, bu konuyu şu şekilde açıklamaktadır:
Allahu Teala ayetin sonunda, "Allah Aziz ve Hakim'dir" buyurmuştur. Buradaki izzetten maksat kudretinin, hikmetten maksat da ilminin kemali ve mükemmelliğidir. İşte böylece Cenab-ı Hak bu buyruğu ile İsa'nın yükseltilmesinin, her ne kadar bir beşere imkansız dahi gelse, bunun Kendi kudretine ve hikmetine nispetle imkansız olmayacağına işaret etmiştir. Bunun bir benzeri de O'nun "... kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya kadar götüren O (Allah) münezzehtir." (İsra Suresi, 1) ayetidir. Çünkü İsra her ne kadar Muhammed (sav)'in kudretine nispetle imkansız ise de, Hak Subhanehu'nun kudretine nispetle çok kolay ve basittir.

Mehmed Vehbi Efendi de, Rabbimiz'in ayetin sonunda, "Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir" şeklinde buyurmasının hikmetlerinden birini şöyle yorumlamaktadır:
İsa'nın semaya refi bu ayetle sabittir ve semaya ref etmek, insanın kudretine nispetle mümkün değilse de, Allah-u Teala'nın kudretine ve hikmetine nazaran asla taazür (güç) olmadığını beyan (açıklamak) için Cenab-ı hak ayetin öncesinde Aziz ve Galip olduğuna ve kemal-i ilmine işaret için Hakim olduğunu ve İsa'yı semaya refe kudret ve hikmetinin kafi bulunduğunu beyan buyurmuştur.

Mehmed Vehbi Efendi, Hulasatu'l Beyan, Cilt III, 1108

Haseneyn Muhammed Mahluf da Muhammed (sav)'in miracını örnek göstererek, Hz. İsa'nın diri olarak Allah Katına yükseltilmesinin Rabbimiz'in üstün gücünün ve kudretinin delillerinden biri olduğunu ifade etmiştir:
Peygamberimiz (sav) nasıl ruhu ve bedeniyle, uyanık halde iken miraca çıktı ise, İsa da aynı şekilde diri olarak semaya ref edilmiştir. Bunda bir gariplik söz konusu değildir. Bu tip durumlar, harika mucizeler arasındadır. Bu konuda herhangi bir kıyasa da gerek yoktur. Allah herşeye kadirdir...

Haseneyn Muhammed Mahluf, Fetava Şerriye ve Buhusün İslamiyye, Kahire, 1971, Cilt I, s.92-93

Diğer bazı İslam alimleri ise, İsa'nın ölmediği ve öldürülmediği, Allah Katında diri olduğu konusundaki görüşlerini şu şekilde ifade etmektedirler:

Ömer Nasuhi Bilmen: Katil vukuuna (öldürme olayına) kat'i surette (kesin olarak) kail (inanmış) değildirler. Öyle zan ve tahminin bir kıymeti yoktur. Hakikati hali (gerçek bilgi); Cenabı Hak, Kuran-ı Kerim'inde serahaten (net olarak) beyan buyuruyor ki, o mübarek peygamberini kudreti ilahiyesiyle (İlahi kudretiyle) berhayat (canlı) olarak semaya kaldırmıştır. Kudreti ilahiyenin azametine ve kainatta tecelli eden milyonlarca bedayi-i hilkate (yaratılmışlara) bir nazarı intibah (kalp gözü) ile bakanlara göre bir peygamberi zişanın böyle ruhen ve cismen en yüksek makamlara yükseltilmesini istibada (uzak görmeye), tevile asla mahal (imkan) yoktur.

Ömer Nasuhi Bilmen, Kuran-ı Kerim'in Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri, Cilt II, s. 702

Hasaneyn Muhammed Mahluf: Müslümanların inancı odur ki, İsa ne asılmıştır, ne de öldürülmüştür, bilakis ruhu ve bedeniyle diri olarak semaya yükselmiştir. Allah'ın izin verdiği sürece semada yaşamaya devam edecektir..
Haseneyn Muhammed Mahluf, Fetava Şerriye ve Buhusün İslamiyye, Kahire, 1971, Cilt I, s.92-93

Zahid Kevseri: Yahudiler İsa'yı bedenen öldürmeye niyet etmişler, Allah ise onların niyetlerini boşa çıkararak, Hz. İsa'nın bedenini kurtarıp Kendi Katına çıkarmıştır. Burada Yahudilerin tekzip edilmesinin gerçekleşmesi için, ref'in maddi olması gerekmektedir.
Zahid Kevseri, Nazratun Abire, s. 32-33

Elmalılı Hamdi Yazır: ... Bu hususta, ihtilaf etmiş olanlar da muhakkak bundan dolayı şüphe içindedirler. Buna dair hiçbir ilimleri yoktur. Fakat zanna tabi olmuşlardır. Halbuki, biz Mesih'i öldürdük diyenler onu yakinen öldürmediler. Şu halde öldürme cinayetiyle övünmeleri de bir yalandır. Çünkü bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir. Onların ise öldürmeye teşebbüsten maksatları asla hasıl olmadı.

Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Din Kuran Dili, Cilt III, s. 1516-1519

Kurtubi: Ayetin tefsiri şöyledir: "Ben seni, öldürmeden Kendime yükselteceğim, küfredenlerden temizleyeceğim, semadan indikten sonra öldüreceğim."

Kurtubi, el-Cami'li Ahkami'l Kuran, Kahire, 1967, Cilt IV, s. 99

Allah İsa'yı Kendi Katına Yükseltmiştir

İnkar edenlerin İsa'yı öldürmek amacıyla kurdukları tuzağın bozulmuş olduğunun önemli delillerinden biri de, Rabbimiz'in Hz. İsa'yı Kendisi'ne yükselttiğini bildirmiş olmasıdır. Ayetlerde bu gerçek haber verilmektedir:

... seni Kendime yükselteceğim (rafiuke), seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Bana'dır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim." (Al-i İmran Suresi, 55)

Ve: "Biz, Allah'ın Rasulu Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" (katelna) demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler (ma katelehu) ve onu asmadılar (ma salebe). Ama onlara (onun) benzeri gösterildi (şubbihe). Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler (ma katelehu). Bilakis (bel); Allah onu Kendine yükseltti (refea). Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
(Nisa Suresi, 157-158)

Ayetlerde bildirildiği gibi Hz. İsa'yı öldürmek isteyenler amaçlarına ulaşamamışlardır. Allah Hz. İsa'yı Kendisi'ne yükselterek onu inkar edenlerin tuzaklarından korumuş ve kurtarmıştır. Ayetlerde "rafiuke" ve "refea" olarak geçen kelimenin Arapça kökeni "ref" kelimesidir. Ref kelimesinin sözlük anlamı "yükselmektir." İslam alimleri ref kelimesini açıklarken, "ref kelimesi, alçaltmanın tersidir" demektedirler.

İslam alimi Eşari, Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetini, Nisa Suresi'nin 158. ayeti ile birlikte açıklamış ve bu konudaki kanaatini şu şekilde ifade etmiştir:

"İsa'nın diri olarak semaya ref edildiği (yükseltildiği) hakkında, ümmetin icmaı vardır."
(Eşari, el-İbane an Usuli'd Diyane, thk. ve ta'l. Fevkıyye Hüseyin Mahmud, Kahire, 1986, II, s. 115)
(icma-ı ummet: aynı asırda yaşamış olan İslam alimlerinden müçtehid olanların, bir mesele hakkında verilen hükümde birleşmeleridir.)

İslam alimlerinin büyük çoğunluğu bu ayetleri açıklarken, "İsa'nın ölmediği, Allah Katına yükseltildiği ve bu yükselmenin ruhu ve bedeni ile birlikte gerçekleştiği" hususunda hemfikirdirler. Bu alimlerden bazılarının görüşleri şöyledir:
Kelam ve tefsir alimi Fahruddin Razi, Nisa Suresi'nin 158. ayetinde bildirilen "Bilakis Allah onu Kendisi'ne yükseltmiştir" haberiyle ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır:

"... Buradaki yükseltme ile, kendisinde, Allah'ın hükmünün dışındaki hükümlerin geçerli olmadığı bir yere yükseltme kast edilmiştir. İsa'nın semaya yükseltildiği bu ayetle sabittir..."
( Razi, Mefatihu'l Gayb, Cilt XI, s. 102-103 )

Hasan Basri Çantay tefsirinde, "rafiuke" kelimesini "Kendisi'ne yükseltip kaldırmak" olarak tefsir etmiş ve "Allah Hz. İsa'yı ruhu ve bedeni ile birlikte yükseltip kaldırmıştır." şeklinde düşüncesini açıklamıştır.
(Hasan Basri Çantay, Kuran-ı Hakim ve Meal-i Kerim, Cilt I, s. 92)

İbn Teymiyye'nin açıklaması ise şöyledir:

"Allah onu Kendi Katına yükseltti... ayeti, İsa'nın ruhu ve vücuduyla yükseltildiğini açıklamaktadır..."
(İbn Teymiyye, Mecnuu Fetava, IV, s. 323)

Ünlü mufessir Sabuni ise Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetini açıklarken, İsa'nın Allah Katına yükseltilmesi konusunda düşüncelerini şöyle açıklamaktadır:
Yüce Allah'ın böyle buyurmasındaki hikmet, İsa'yı Yahudilerin elinden kurtaracağını ve ona hiçbir eziyet edilmeden, sağ salim göklere kaldırılacağını müjdelemektir.
(Sabuni, Safvetü'l Tefasir, Cilt I, s. 205)

Mehmet Vehbi Efendi de bu konudaki kanaatini şu şekilde ifade etmektedir: " İsa'nın semaya ref'i bu ayetle (Nisa Suresi, 158) sabittir..."

(Mehmed Efendi, Hulasatu'l Beyan, Cilt III, s. 1108)

Zahid Kevseri ise, Kuran'da İsa'nın Allah Katına yükseltilmesi konusunun itiraz edilemeyecek kadar açık ve net olduğunu ifade etmektedir. Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetini ve Nisa Suresi'nin 157-158. ayetlerini delil olarak gösteren Kevseri, bu ayetlerde Hz. İsa'nın refi'nin nass (Nass: Kesinlik, açıklık. Kuran-ı Kerim'de veya hadis-i şeriflerde bir iş veya konu hakkında olan açıklık ve bu şekilde açık olan kelam ve ayet) hükmünde olduğunu söylemekte ve konuyu şöyle açıklamaktadır:
Çünkü ref'in asıl anlamı aşağıdan yukarıya doğru nakildir. Burada ayetleri mecaz anlamıyla açıklayabilecek bir husus yoktur. Dolayısıyla şeref ve makam bakımından yükseltme gibi bir manayı çıkarmaya çalışmanın bir delili bulunmamaktadır.

(Zahid Kevseri, Nazratün Abire, s. 93)

Mevdudi de bu konudaki görüşlerini şu şekilde açıklamaktadır:

... Eğer Allah, ayette bildirilen (Nisa Suresi, 158. ayet) kelimelerle "Allah O'nu öldürdü" veya "Allah O'nun makamını yükseltti" diye buyurmak isteseydi, bunu açıkça bildirirdi. Birincisinin yerine: "Şüphesiz onlar O'nu ne öldürdüler, ne de çarmıha gerdiler, fakat onu onlardan kurtardı ve sonra o kendi eceli ile öldü" sözlerini bildirebilir; ikincisinin yerine ise "Onlar, onu çarmıha gererek alçaltmaya çalıştılar, fakat Allah onun makamını çok yükseltti" ifadesi bildirilebilirdi...

(Mevdudi, Tefhimu'l Kuran, Cilt I, s. 380-381)

Kuran ayetlerinden ve İslam alimlerinin yorumlarından açıkça görüldüğü üzere, İsa diri olarak, bedeniyle birlikte Allah Katına yükseltilmiştir. Bu, Allah'ın bir mucizesidir ve iman edenlerin büyük şevk ve heyecan duyacakları bir harikadır. İsa'nın sadece ruhunun Allah Katına yükseltildiği veya bu yükseltilme ile manevi (makam olarak) bir yükselişin kast edildiği iddiaları ise gerçeği yansıtmamaktadır. Yukarıda da bazı örnekleri verildiği gibi, pek çok İslam alimi bu iddiaların geçersizliğini eserlerinde ispatlamışlardır.

İsa'nın diri olarak Allah Katına yükseltilmiş olduğunun bir diğer önemli delili ise, Nisa Suresi'nin 158. ayetinde geçen Arapça "bel" edatıdır. Türkçede "bilakis" anlamında tercüme edilen bu edatın, Arabca dil bilgisindeki anlamı ve kullanım özellikleri çok önemli bir gerçeğe dikkat çekmektedir. Buna göre, bel edatı olumsuzluk ifade eden bir cümleden sonra gelirse, Arabca dilbilgisi kurallarına göre kendinden sonra gelen cümle, bir önceki cümlenin tam zıddı olmalıdır.
Bu durumda İsa ilgili bildirilen ayette de, "... Onu öldürmediler, bilakis (bel) Allah onu Kendine yükseltti..." ifadesinde ölümün tam tersi olan canlılığa işaret ediliyor olması muhtemeldir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Konuyla ilgili olarak, son dönem İslam alimlerinden Şeyhulislam Mustafa Sabri Efendi de şu yorumda bulunmaktadır:
Nisa Suresi 158. ayette geçen ve bilakis (aksine) şeklinde tercüme ettiğimiz, 'bel' edatı olumsuzluk ifade eden bir cümleden sonra gelirse, Arapça dilbilgisi kaidesine göre kendinden sonraki cümle, kendinden önceki cümlenin tamamen zıddı olması gerekir. Ölümün karşıtı canlılıktır.
Dilbilgisi kuralları bunu gerektirmektedir. Şayet biz "burada manevi ref söz konusudur" ve "İsa normal olarak vefat etmiştir" desek bu kaideye ters düşmüş oluruz. Zira bu takdirde bel edatından sonra gelen ref, edattan önce gelen aynı zamanda olumsuz bir cümle olan öldürme ve asma fiillerine ters olmaz. Çünkü bir şahıs hem öldürülmüş hem de ruhu göğe yükselmiş olabilir. Aksi halde bu tabir anlamsız olur ki, Kuran-ı Kerim böyle manasız ifadelerden münezzehtir... Ref'in yalnız ruhen olduğunu savunanların tevillerine göre ayetin meali şöyledir: "Onu öldürmediler ve asmadılar... bilakis Allah onun derecesini yükseltti."
Burada icaz (özlü söz) şöyle dursun, orta dereceli bir belagat (güzel söz söyleme sanatı) dahi yoktur... "Apartmanın asansörü beni hergün oturduğum dördüncü kata çıkarır" denildiğinde hiçbir akıllı insan bu sözden beni sadece ruhen dördüncü kata çıkarır şeklinde bir manayı anlamaz. O halde İsa da sadece ruhen yükseltilmemiştir.

(Mustafa Sabri, Mevkıfu'l Akl, s. 233)

Said Ramazan el-Buti'nin İslam Akaidi adlı eserinde ise aynı konu şu şekilde açıklanmıştır:
Ayetin önceki bölümü ile sonraki bölümleri arasındaki karşılıklı uygınluk, zorunlu olarak bir hakikati ortaya koymaktadır. Mesela, Arap bir adamın "Ben aç değilim, aksine yan yatıyorum." demesi doğru bir cümle değildir. Aynı şekilde, "Halid ölmedi, aksine o iyi bir adamdır" cümlesi de öğeleri bakımından kopuktur. Düzgün olanı ise, "Halid ölmedi, aksine yaşıyor" biçiminde gelir. "Başkan öldürülmedi, o Allah Katında derecesi üstün olan bir adamdır" demek, cümlede anlam kopukluğu meydana getirir. Çünkü onun Allah Katında yüksek derece sahibi olması, öldürülmesine engel değildir. 'Bel' edatı, önceki söz ile sonraki söz arasında bir aykırılık ifade eder. Yani 'bel' kendisinden önce geçmiş bir hükmü iptal eder.

(M. Said Ramazan el-Buti, Yaratıcının Varlığı ve Yaratılanın Görevi İslam Akaidi, Mavde Yayınları, İstanbul, 1996, s. 338)

Ayrıca, ayette bildirilen ref kelimesi ile manevi bir makama işaret edilmiş olsaydı, Kuran'da diğer peygamberler için de benzer bir ifade kullanılabilirdi. İsa'ya mahsus olarak "Allah Katına yükseltilmiş olduğunun" vurgulanmasının hiç şüphesiz pek çok hikmeti vardır. Muhammed (sav), Musa, Suleyman, Davud, Şuayb, Nuh, İbrahim, Lut gibi vefat eden diğer peygamberlerden hiçbiri için böyle bildirilmemiştir. Diğer tüm peygamberlerin ölümü bildirilirken, biyolojik anlamda bilinen ölüm kelimesinin çeşitli türleri kullanılmış, İsa'nın ise "ref"i yani yükseltildiği haber verilmiştir. (Kuran'da diğer peygamberlerin ölümünün ne şekilde anlatıldığı ilerleyen bölümlerde detaylı olarak açıklanacaktır.) Peygamberler de dahil tüm insanlar öldükten sonra ruhları Allah Katına yükseldiğinden, İsa için özel olarak "ref" kelimesinin kullanılması olağanüstü bir durumun varlığını göstermektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)

İsa'nın yeniden yeryüzüne gelişi konusunda araştırmaları olan ve bu araştırmalarını özel bir kitapta toplayan Mısırlı İslam alimi Muhammed Halil Herras da bu konuda şunlar söylemektedir:
Nisa Suresi'nin 158. ayetindeki ref kelimesinden, sadece "ruhun yükseltilmesi" kast edilseydi, bu katli (öldürülmeyi) ve salbi (asılmayı) iptal etmez ve ayetin bildirdiği hikmet yerine gelmemiş olurdu. Faraza, Yahudiler İsa'yı öldürselerdi (ki bu hiçbir zaman olmamıştır) onun ruhu zaten Allah'a yükselecekti. Zira biliyoruz ki, bütün peygamberler ve müminler öldükten sonra ruhları Allah'a yükselir. Bu konuda İsa ile diğerleri arasında bir fark yoktur. Onun için bu ayette bir hususiyet vardır ki, o da İsa'nın hem beden hem de ruhu ile diri olarak ref edilmesidir. Aynı zamanda bu ayetin sonuna baktığımızda, Allah'ın izzet ve hikmetinin tecelli ettiğini görüyoruz.

(Halil Herras, Faslu'l Makal, s.13)

Bazı kimselerin öne sürdüğü gibi ayette bildirilen yükselme, İsa'nın manevi olarak veya derece bakımından yükseltilmesi değildir. Allah, İsa'ya kurulan tuzağın bozulduğunu haber vermiştir. Tuzağın bozulması, İsa'nın ölmemesi anlamına gelmektedir. Bu durumda, ayette haber verilen bilgi İsa'nın manevi olarak değil, ruhu ve bedeniyle birlikte Allah Katına yükseltilmiş olmasıdır. İnkarcıların tuzakları İsa'nın canlı olarak Allah Katına yükseltilmesi ile bozulmuştur. (En doğrusunu Allah bilir.) Alim Zahid Kevseri, bu konuyu şöyle bir örnekle açıklamaktadır:

Muhammed (sav) ile ilgili bir ayette "Allah seni insanlardan korur." (Maide Suresi, 67) buyrulmaktadır. Şubhesiz burada ayet, "İnsanlara karşı senin mertebeni yükseltir" anlamında değildir. Rasulullah (sav)'a filli bir saldırı vardı ve bu saldırıya karşı Allah onu maddeten koruma altına almıştı. İsa için de durum böyledir. Ona karşı fiili bir saldırı vardı. Dolayısıyla ayetin zikredildiği makam itibariyle dahi, burada ref manevi bir yükselmeden ibaret olmamalıdır.
( Zahid Kevseri, Nazratün Abire, s. 94 )

Açıkça görüldüğü gibi, üstün güç ve kudret sahibi olan Allah, İsa'ya kurulan tuzağı, onu diri olarak Kendi Katına yükselterek bozmuştur. Tüm bu deliller bir kez daha göstermektedir ki, İsa Allah Katında diridir ve Rabbimiz'in takdir ettiği vakitte yeniden yeryüzüne gelecektir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Hiç şubhesiz bu, samimi olarak iman edenler için çok büyük bir müjdedir. İsa gibi mübarek ve kutlu bir peygamberin yeniden dünyaya gelecek olması mucizevi bir durumdur ve bu mucizeye tanıklık etme ihtimali olan tüm müminler için büyük bir şevk kaynağıdır.

İbn Teymiyye bu konuya şöyle dikkat çekmektedir:
... Allah bununla ölümü buyurmak isteseydi, İsa diğer müminler gibi olurdu. Allah bütün müminlerin ruhlarını almakta ve göğe yükseltmektedir. Böylece bunda bir hususiliğin olmadığı anlaşılırdı. Yani Allahu Teala'nın İsa'yı özel olarak bu şekilde zikretmesinin anlamı olmazdı.

(İbn Teymiyye, Mecnuu Fetava, der. Abdurrahman b. Muhammed b. Kasım el-Asımi en Necdi, Riyad, 1991, IV, s. 322-323)

Şeyhulislam Mustafa Sabri de konuyu şu şekilde açıklamaktadır:
Ayette şayet sadece öldürme buyrulsaydı, İsa'nın ruhu da diğer ruhlar gibi zaten yükseleceği için, "rafiuke" kelimesini zikretmeye gerek yoktu.
(Mustafa Sabri, Mevfikü'l Akl, Cilt IV, s. 177-179 )

Kuran'da "Yükselme" İle İlgili Diğer Ayetler

İsa'nın Allah Katına yükseltildiğinin bildirildiği ayetlerde geçen ref (yükselme) kelimesi, Kuran'ın diğer ayetlerinde de farklı konularda kullanılmıştır. Ancak bu ayetler incelendiğinde, genel olarak maddi bir yükselmenin kast edildiği, manevi olarak veya makam olarak bir yükselme (yücelme) söz konusu olduğunda ise, yükselme kelimesinin "derecelerle" kelimesi ile birarada zikredildiği görülmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Maddi Yükseltmenin Bildirildiği Bazı Ayetler

Allah O'dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti; onları görmektesiniz. Sonra arşa istiva etti ve Güneş ile Ay'a boyun eğdirdi, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler. Her işi evirip düzenler, ayetleri birer birer açıklar. Umulur ki, Rabbiniz'e kavuşacağınıza kesin bilgiyle inanırsınız. (Rad Suresi, 2)

Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu; onun için secdeye kapandılar. Dedi ki: "Ey Babam, bu, daha önceki rüyamın yorumudur. Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı. Bana iyilik etti, çünkü beni zindandan çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra, (O,) çölden sizi getirdi. Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip tedbir edendi. Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi O'dur." (Yusuf Suresi, 100)

Sizden misak almış ve Tur'u üstünüze yükseltmiştik (ve demiştik ki) "Size verdiğimize sımsıkı yapışın ve onda olanı (hükümleri sürekli) hatırlayın, ki sakınasınız." (Bakara Suresi, 63)

Hani sizden misak almış ve Tur'u üstünüze yükseltmiştik (ve): "Size verdiğimize (Kitab'a) sımsıkı sarılın ve dinleyin" (demiştik). Demişlerdi ki: "Dinledik ve baş kaldırdık." İnkarları yüzünden buzağı (tutkusu) kalplerine sindirilmişti. De ki: "İnanıyorsanız, inancınız size ne kötü şey emrediyor?" (Bakara Suresi, 93)

Gökyüzü, onu da yükseltti ve mizanı koydu. (Rahman Suresi, 7)

İbrahim, İsmail'le birlikte Evin (Ka'be'nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): "Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin" (Bakara Suresi, 127)

Kim izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah'ındır. Güzel söz O'na yükselir, salih amel de onu yükseltir. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için şiddetli bir azab vardır. Onların tasarladıkları 'boşa çıkıp bozulur'. (Fatır Suresi, 10)

Yaratmak bakımından siz mi daha güçsünüz yoksa gök mü? (Allah) Onu bina etti. Boyunu yükseltti, ona belli bir düzen verdi. (Naziat Suresi, 27-28)

Manevi Yükseltmenin Bildirildiği Bazı Ayetler

Bu, İbrahim'e, kavmine karşı verdiğimiz delilimizdir. Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz senin Rabbin, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir. (Enam Suresi, 83)

Ey iman edenler, size meclislerde "Yer açın" dendiği zaman, yer açın; Allah size genişlik versin. Size: "Kalkın" denildiği zaman da kalkın. Allah, sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Mucadele Suresi, 11)

İşte bu elçiler; bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. Onlardan, Allah'ın kendileriyle konuştuğu ve derecelerle yükselttiği vardır. Meryem oğlu İsa'ya apaçık belgeler verdik ve O'nu Ruhu'l-Kudus'le destekledik. Şayet Allah dileseydi, kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, onların peşinden gelen (ümmet)ler, birbirlerini öldürmezdi. Ancak ihtilafa düştüler; onlardan kimi inandı, kimi inkar etti. Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi. Ama Allah dilediğini yapandır. (Bakara Suresi, 253)

O sizi yeryüzünün halifeleri kıldı ve size verdikleriyle sizi denemek için kiminizi kiminize göre derecelerle yükseltti. Şüphesiz senin Rabbin, sonuçlandırması pek çabuk olandır ve şüphesiz O, bağışlayandır, esirgeyendir. (Enam Suresi, 165)



----------------------------------------------------------




MESİH

Lugat anlamı, Mesh etmek, bir şey üzerinde eli yürütmek, sıvazlamak ve var olan bir eser ve hastalığı gidermek demektir. Hazret-i İsa`nın (a.s.) bir unvanı ve sıfatıdır. Elini sürdüğü hastaları Allah`ın izniyle iyileştirmesi ona verilen mucizelerdendir.
Bu anlamda İsa`ya da, Deccale de "Mesih" denmiştir.

Al-i İmran suresi`nin 45. ayetinde "Ey Meryem! Allah seni, bir `Ol!` emriyle yaratacağı bir oğul ile müjdeliyor. Onun adı Meryem oğlu Mesih İsa`dır" geçtiği gibi, İsa`ya Yüce Allah "Mesih" demiştir.

Ünlü mufessir İmam Kurtûbî`nin açıklamasına göre, İsa`ya Mesih denmesinin sebepleri şu maddelerde sıralanıyor:

1. O yeryüzünü meshetti, yani dünyada çok az bir süre kaldı.
2. Elini sürdüğü hastaları iyileştirirdi.
3. İsa bereket yağı (esansı) kullanırdı. Çok hoş olan bu kokuyu peygamberler sürünür ve o dönemde bir kimse bu kokuyu kullanırsa, onun peygamber olduğu bilinirdi.
4. Onu güzellik meshetmişti. İsa yaratılışta çok güzel bir insandı.
5. O bütün günahlardan temizlenmişti.
6. `Mesih` İbranicede mubarek demektir. Cenab-ı Hak onun şanını yüceltmek için bu unvanı vermiştir."
(Tefsiru`l-Kurtubî, 4:88-90)

Deccale "Mesih" denmesinin birçok sebebi vardır.
Ahir zamanda gelecek olan ve bütün dinlere savaş açacak olan, Allah inancını yeryüzünde silecek olan Deccalin bir gözü siliktir. Yani sadece bu dünyayı görür, âhireti görecek gözü kördür.
Deccal çıktığı zaman yeryüzünü dolaşacağı ve dünyayı fesada vereceği için kendisine bu lakap verilmiştir.

Kelime olarak aralarında fark yoktur, fakat en büyük fark şudur:
İsa a.s. "Mesih-i hidayet", doğru yolun Mesihi ; deccal da "Mesih-i dalalet", sapkınlığın Mesihidir.
Deccala "Mesih" denmesi meselesi, hadislerde yer alır.
Bir hadiste Peygamber efendimiz şöyle buyurur:
"Bir defa ben uyurken kendimi Kabe`yi tavaf ediyor gördüm. Bir de baktım ki, kara yağız, salınmış düz saçlı bir adam iki kişinin arasına girdi, başından su damlıyordu. `Bu kimdir?` dedim.
`Meryem oğlu Mesih`tir` dediler.
"Sonra ona iltifat etmek üzere ilerledim. Bir de baktım ki, kırmızı benizli, irice, kıvırcık saçlı, bir gözü kör bir adam, gözü salkımdan uğramış üzüm tanesi gibiydi. `Bu kim?` diye sordum.
` Mesih Deccal`dir` dediler."

(Muslim ; İman, 277)


Şimdi Deccal Hakkında ilgili hadisleri görelim:


DECCÂL

Deccâl, "decl"in mubâlağa siğası olup "çok yalancı, aldatıcı, hilekâr" manasına gelmektedir.
O "Bu ummetin âhir zamanında çıkacak Yahûdîlerden biri olup ilâhlık iddia edecektir." Yalancı olduğundan kendisine bu isim verilmiştir. (İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, Beyrut 1389, I, 948).

Deccal, aldatıcı ve yalancı özelliği ile, çok eski batıl dinlerde de varlığı kabul edilmiş olup ilk olarak Zerdüşt dininde görülmüştür.

Kur'ân-ı Kerim'de Deccâl'den bahsedilmez. Ancak sahih hadis. kitaplarında Deccâl'le ilgili pek çok rivayet vardır.

Peygamber (s.a.v.), bir hadislerinde:
"Şubhesiz on alâmet zuhur etmedikçe kıyamet kopmayacaktır." Doğuda, Batıda ve Arab yarımadasında birer yerin batması: Duman; Deccâl; Dâbbetu'l-arz ; Ye'cûc ve Me'cuc; güneşin battığı yerden doğması ve Aden toprağının sonundan (Yemen'den) bir ateş çıkarak insanları haşrolacakları yere sürmesi" buyurmuştur. (Muslim, Fiten, 39, 40, 128, 129; Ebû Dâvûd, Melâhim, 12; Tirmizî, Fiten, 21; İbn Mâce, Fiten, 25, 28).

Deccâl'in çıkması haktır. Deccâl, belli bir şahıs olup, Cenâb-ı Allah onunla, kullarını imtihan edecektir. Deccâl olsun, diğer kıyamet alâmetleri olsun bizim için gaybdır. Bunlar hakkında bilgi edinmemiz ancak nakil (Kur'ân ve hadis)le mümkün olur.
Akılla verilebilecek bilgilerin isabet etmeme ihtimali büyüktür. Öteden beri kıyâmet alâmetleriyle ilgili olarak çok te'vîller yapılagelmiştir. Herhangi bir dayanağı olmayan bu te'villerin geçerliliği de yoktur. Ayrıca bunlar, akılla ulaşılamayacak bilgiler olduğundan, yapılacak te'viller, halkı yanlış bilgilendirme vebâline sevk edecektir. Aynı yanılgı ve vebâl bunun için de söz konusudur. Bazıları Deccal'in komunizm olduğunu ileri sürerler. Ancak komunizm bir şahıs değil, bir sistemdir. Halbuki hadis-i şeriflerde Deccâl'in vasıfları sıralanırken, onun, her haliyle bir insan olduğu belirtiliyor. Ancak gözlerinin birinin kör olduğu bildiriliyor. Nitekim bir hadislerinde Hz. Peygamber (s.a.v.);
"Hiç bir peygamber yoktur ki ummetini tek gözlü yalancı (Deccâl)'den uyarmış olmasın. Dikkat edin ki onun bir gözü kördür. Rabbiniz ise tek gözlü değildir. Körün (Deccâl'in) iki gözünün arasında KFR (kâfir) yazılmış olacaktır" buyurdular.

(Buhârî, Fiten, 26; Muslim, Fiten, 101; Tirmizî, Fiten, 56)

Peygamber (s.a.v.) bu hadisleriyle Deccâl'in bazı vasıflarını haber veriyor. Buna göre Deccâl, bir gözü kör olan bir insandır. Peygamber de ümmetini Deccâl'e karşı uyarmıştır. Zira Deccâl, bazı harikalar gösterecek ve tanrı olduğunu iddia edecektir. İmansızlarla, bazı zayıf imanlılar, ona kanacaktır. İmanı kuvvetli olanlar ise kanmayacaklardır.

Dünya, imtihan yeridir. İnsanlar bu dünyada imtihana tabi tutulmaktadırlar. Deccâl da bir imtihan vesilesidir. Allah'ın kendisine verdiği güçle birtakım hârikalar gösterecektir. Deccâl'in göstereceği hârikalara "istidrâc" denir. İstidrâc, "inançsız ve şerîr kimselerin arzularına uygun olarak gösterdikleri hârikalara" denir.

İlâhlık iddia eden Deccâl, istidrâc türünden hârikalar gösterecek ve neticede bazı zayıf inançlılar buna aldanacak, imanı kuvvetli olanlar ise kanmayacaklardır. Zira insanlar çok iyi bilirler ki, ilah doğmaz, yemez, içmez, acıkmaz, susamaz, dünyada insanlar tarafından görülmez. Halbuki Deccâl ise bir insandır, üstelik eksik yani kör bir insan ve hatta kendi gözünü iyileştirmekten aciz bir yaratıktır. İşte insanlar, akıllarıyla bunları bilebilecekleri için Deccâl ve benzerlerinin istidrâc göstermeleri mümkinattandır. Museylemetü'l-kezzâb gibi peygamberlik iddia edenler ise "ihânet" türünden hârikalar gösterebilirler. Yani isteklerinin zıddı gerçekleşerek rezil olurlar. İstedikleri yönde harika gösterseler; yalancı peygamberle gerçeğini halk ayırt edemez. Ve bu, halkın sapmasına sebeb olacağından caiz değildir. İnsandan peygamber olur ama ilah olamaz.

Peygamber (s.a.v.), "Dikkat edin Deccâl'in sağ gözü kördür. Rabbiniz ise tek gözlü değildir" diye ümmetini bu konuda uyararak Deccâl'in harikalarına aldanmalarını önlemiştir.
Hadislerde Deccâl'in iki gözü arasında KFR (kâfir) yazılacağı ve bunun herkes tarafından okunacağının bildirilmiş olduğunu ifade ettik. (Muslim, Fiten,102, 103,105).

Deccâl, mu'minler için çok büyük bir fitne olduğundan, bütün peygamberler ummetlerini Deccâl'e karşı uyarmışlardır. (Buhârî, Fiten, 26; Muslim, Fiten, 101).

Yine hadislerde bildirildiğine göre Deccâl, Medine'ye giremeyecektir. Zira, Deccâl çıktığı zaman Medine'nin yedi kapısı olacaktır ve her kapıda iki melek bekçilik yaparak Deccâl'i Medine'ye sokmayacaktır. (Buhârî, Fiten, 26; Muslim, Fiten, 112).

Deccâl, Medine'nin dışındaki bazı işlenmedik tarlalara kadar gelecek, o günün en hayırlı insanı çıkıp Deccâl'e, "Şehadet ederim ki sen, bize Rasûlullah'ın sözünü ettiği Deccâl'sin" diyecektir.
Deccâl de yanındakilere, "Ne dersiniz, bu adamı öldürsem, sonra diriltsem şüphe eder misiniz?" diye soracak, oradakiler de "hayır" diyecekler.
Bunun üzerine Deccâl onu öldürecek, sonra diriltecek. Dirilttiği adam o anda: "Vallâhi senin hakkında hiçbir zaman şimdikinden daha basiretli etli olmamışımdır" şeklinde cevap verecektir.
Deccâl onu tekrar öldürmek isteyecek ama buna gücü yetmeyecektir.
(Buhârî, Fiten, 27; Muslim, Fiten, 112)

Yine Peygamber, Deccâl'in aldatmacasına karşı da ümmetini şöyle uyarmıştır:
"Ben, Deccâl'in beraberinde olan şeyleri pekala biliyorum: Onun beraberinde sudan bir nehir ve ateşten bir nehir olacaktır. Ama ateş gördüğünüz şey sudur. Su gördüğünüz şey ise ateştir. İmdi sizden kim buna erişir de su içmek isterse, ateş gördüğünden içsin. Çünkü onu su bulacaktır."
(Buhârî, Fiten, 26; Muslim, Fiten, 105-109).

Demek ki Deccâl, Allah'ın, insanları imtihan için kıyâmetten önce göndereceği bir sihirbazdır. Cennet'i Cehennem gibi; Cehennem'i Cennet gibi göstermeye çalışarak fitne ve fesada sebep olacaktır. Kehf sûresinin ilk ve son âyetlerini (Deccâl'e karşı) okuyan mümin onun fitnesinden korunmuş olur. (Muslim, Fiten, 110)

Deccâl, yeryüzünde kırk gün kalacaktır. Sıkıntıdan dolayı kırk günün birinci günü bir yıl gibi, ikinci günü bir ay gibi, üçüncü günü bir hafta gibi, diğer günleri normal günler gibi gelecektir. (Muslim, Fiten, 110).

Deccal'in göstereceği harikalar; rüzgâr estirmek, yağmur yağdırmak, bitki bitirmek vb. birtakım harikalardır.

Sonra Cenâb-ı Allah, İsâ (a.s.)'ı Şam'ın doğusundaki Akminareye, iki meleğin kanatlarına elini koymuş olduğu halde indirecek ve İsâ (a.s.) Deccâl'i öldürecektir. (Muslim, Fiten, 110; Tirmizî, Fiten, 62).

Deccâl'le ilgili hadis kitaplarında pek çok rivayetler vardır. Bunların sahih, zayıf ve merdûdlarını ayırt eden bir araştırmanın yapılması faydalı olacaktır.

Allah, Deccâl'in fitne ve fesadından Ummet-i Muhammedi korusun.
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
İsa (a.s.) Gelmeyecek Diyenlerin İddialarına Cevab : 1

İsa'nın öldüğünü iddia eden kimselerin sözde delil olarak öne sürdükleri açıklamalardan biri Maide Suresi'nin 117. ayetinde geçen "... Beni vefat ettirdiğinde (teveffeyteni) üzerlerindeki gözetleyici Sendin..." ifadesidir. Ayette yer alan "vefat ettirmek" kelimeleri bu kişiler tarafından, biyolojik bir ölüm olarak algılanmakta ve İsa (a.s.)'ın ölmüş olduğuna sözde bir delil olarak kullanılmaktadır.

Oysa bu doğru değildir. Vefat ettirmenin, her zaman biyolojik olarak insanın ölümü manasında kullanılmadığını önceki bölümlerde İslam alimlerinin yorumları ışığında incelemiştik. Bu delilleri bir kez daha hatırlatmak yerinde olacaktır. Ayrıca, ayette İsa (a.s.)'ın öldüğünün ifade edilmediğinin, tam tersine diri olarak Allah Katına alındığının başka delilleri de vardır. Tüm bu deliller şu şekildedir:

1. Bu ayette "vefat ettirme" olarak tercüme edilen kelimeyle, Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde kullanılan kelime aynıdır, yani her iki ayette de "teveffa" kelimesi geçmektedir. Daha önce, Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetini incelerken de açıkladığımız gibi, "vefat" kelimesinin Arabca karşılığı Türkçede kullanılan ölüm anlamından farklı anlamlar taşımaktadır. Kuran'da "teveffa" kelimesinin hangi anlamlarda kullanıldığı incelendiğinde, konu daha iyi anlaşılacaktır. Daha önce konuyla ilgili olarak Zümer Suresi'nin 42. ayetini incelemiştik. Teveffa kelimesinin ne anlamda kullanıldığını gösteren bir diğer ayet ise Enam Suresi'nin 60. ayetidir:

Sizi geceleyin vefat ettiren (teveffakum) ve gündüzün "güç yetirip etkilemekte olduklarınızı" bilen, sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar onda sizi dirilten O'dur... (Enam Suresi, 60)

Bu ayetten de anlaşılacağı gibi, Allah uyuyan insanın canını almaktadır, ama bu haliyle insan bildiğimiz manada ölmüş olmaz. Yalnızca geçici bir süre için ruhu bedeninden ayrılmış farklı bir boyuta girmiş olur. Uyanacağı zaman ise tekrar ruhu bedenine iade edilir. Eğer bu, biyolojik ölüm olarak açıklanırsa, bu durumda İsa (a.s.)'ın yaşadığı süre boyunca her gece ölmüş olması gerekir. Aynı şekilde tüm insanlığın da her gece öldüğünü kabul etmek lazımdır. Oysa, kast edilen anlam, biyolojik manada bir ölüm değildir.
Teveffa kelimesinin, uyku manasında kullanıldığını söyleyenlere göre -ki çoğunluk bu görüştedir- ayetin tefsiri "Seni uyutacağım" şeklindedir. Sonuç olarak İsa'nın uykudakine benzer bir duruma sokularak Allah Katına yükseltildiğini, olayın bildiğimiz ölüm olmadığını, sadece bu boyuttan bir ayrılış olduğunu söyleyebiliriz. (Allahu alem.)
Çağdaş İslam alimlerinden Muhammed Halil Herras, konuyla ilgili olarak şu yorumda bulunmaktadır:
Bu ayette geçen "teveffi" kelimesi ölüm manasında değil, uyutma manasındadır. Şayet ölüm manasını kabul edeceksek, o zaman İsa'nın Allah katına ölü olarak yükseltilmesinin bir açıklaması olmaz. Yine teveffi kelimesi ölüm anlamında kullanılırsa, "İsa'nın Yahudilerden kurtarılma ve temizlenme" müjdesinin de bir manası kalmaz, üstelik Allah onu öldürerek Yahudilere yardım etmiş olurdu. (Allah'ı tenzih ederiz.) Ayrıca Al-i İmran Suresi'nin 54. ayetindeki Allah'ın mekrini (tuzağını) nasıl anlayacağız? Yahudiler öldürmeden önce, Allah'ın İsa'yı öldürmesi onun mekrine (tuzağına) sığmaz. Gerçek mekr (tuzak) odur ki, Allah İsa'yı diri olarak Kendi katına yükseltecek, İsa ahir zamanda inecektir... (Muhammed Halil Herras, Faslu'l Makal, s. 10)

Aynı şekilde Elmalılı Hamdi Yazır da Maide Suresi'nin 117. ayetini tefsir ederken, Al-i İmran Suresi 55. ayette geçen "muteveffi" kelimesine dikkat çekmiş ve bu kelimenin her iki ayette de aynı anlamda kullanıldığını ifade etmiştir. Elmalılı tefsirinde şu açıklama yer almaktadır:

... Fakat ne zaman ki Sen beni vefat ettirdin, içlerinden aldın, kaldırdın. (KUR'AN-I KERİM, ELMALILI TEFSİRİ: AL-İ İMRAN SURESİ)
Yani, bu ayette geçen "beni vefat ettirdiğinde" ifadesi, İsa'nın biyolojik olarak bilinen anlamda öldüğüne değil, Allah Katına yükseltildiğine, uykuya benzer bir duruma sokularak bu boyuttan alındığına işaret etmektedir. (Allahu alem.)
2. Bazı kimseler, Maide Suresi'nin 116. ve 117. ayetlerinde bildirilen haberleri yanlış yorumlamakta, bu nedenle de konuyla ilgili olarak birtakım yanılgılara kapılmaktadırlar. Oysa bu ayetler, sonraki ayetler ve İslam alimlerinin ve müfessirlerin konuyla ilgili açıklamaları doğrultusunda incelendiğinde, bu kişilerin yanılgıya düştükleri açık bir şekilde anlaşılacaktır. Maide Suresi'nin 116. ayetinde şöyle buyurulmaktadır:

Allah: "Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve annemi Allah'ı bırakarak iki ilah edinin, diye sen mi söyledin?" dediğinde: "Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka Sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sende olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sensin Sen." (Maide Suresi, 116)

Söz konusu kişiler, Allah'ın İsa'ya sormuş olduğu bu sorunun, İsa'nın öldüğünü haber verdiğini iddia etmektedirler. Oysa bu ayette bildirilen ifade, ahiret gününde Rabbimiz'in İsa Mesih'le konuşmasıdır. Ayetin sonrasında yer alan diğer ayetler incelendiğinde, bu, açıkça görülmektedir:

Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu) 'Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.' Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Beni vefat ettirdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sendin. Sen herşeyin üzerine şahid olansın." (Maide Suresi, 117)

"Eğer onları azablandırırsan, şüphesiz onlar Senin kullarındır, eğer onları bağışlarsan, şubhesiz Aziz olan, Hakim olan Sensin Sen." (Maide Suresi, 118)

Allah dedi ki: "Bu, doğrulara, doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur." (Maide Suresi, 119)

Ayrıca, Kuran'da ahiret gününe dair verilen başka haberler de vardır. Ebu Leheb'in henüz hayattayken, cehenneme girecek olmasını Rabbimiz'in haber vermesi bunun örneklerinden biridir. Ayetlerde şu şekilde haber verilmiştir:

Ebu Leheb'in iki eli kurusun; kurudu ya. Malı ve kazandıkları kendisine bir yarar sağlamadı. Alevi olan bir ateşe girecektir. Eşi de; odun hamalı ve boynuna bükülmüş bir ip (bağlanmış) olarak. (Tebbet Suresi, 1-5)

Benzer bir şekilde, Kuran'da ahiret gününde Allah'ın insanları hesaba çektiği ve cehennem bekçilerinin, azabı hak eden insanlarla konuştuğu da bildirilmektedir.

Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size ayetlerimi aktarıp-okuyan ve size bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp-korkutan elçiler gelmedi mi? Onlar: "Nefislerimize karşı şehadet ederiz" derler. Dünya hayatı onları aldattı ve gerçekten kafir olduklarına dair kendi nefislerine karşı şehadet ettiler. (Enam Suresi, 130)

İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbiniz'in ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet." dediler. Ancak azap kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu. (Zumer Suresi, 71)

Görüldüğü gibi Allah Kuran'da ahirette yapılan çeşitli konuşmalardan örnekler vermektedir. İsa'nın ayette bildirilen konuşması da, ikinci kez yeryüzüne gelip öldükten sonra ahirette Rabbimiz'in kendisi ile yapacağı konuşmadır.
Hıristiyanlar, İsa (a.s.)'ı ilahlaştırarak (Allah'ı tenzih ederiz) büyük bir sapkınlığa düşmüşlerdir. Bu sapkın inanca sahip olanlar, ahiret gününde Rabbimiz'in huzurunda hesap verecekler, İsa da onların hak dinden saptıklarına şahidlik edecektir. Ayetlerde İsa'nın bu şahitliği haber verilmektedir. Çünkü İsa kavmine, diğer tüm peygamberler gibi, Allah'a bir ve tek olarak iman etmeyi, sadece O'na kullukta bulunmayı tebliğ etmiştir. İsa'nın bu şahitliğinin ahiret gününde olacağı, yani yukarıda bildirilen ayetlerin hesap gününe dair bir haber olduğu, Maide Suresi'nin 119. ayetinden de anlaşılmaktadır. Ayette bildirilen, "Bu, doğrulara doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür." açıklaması buna işaret etmektedir.

Görüldüğü gibi, söz konusu ayetlerde geçmişe dair değil, geleceğe yönelik bir anlatım vardır. "... Beni vefat ettirdiğinde..." şeklinde ayette yer alan cümlede de, İsa'nın geçmişte öldüğü şeklinde tefsir edilebilecek hiçbir işaret yoktur. Diğer bir deyişle, bu ayette bildirilen ifadenin İsa'nın daha önce ölmüş olduğunu gösteren bir delil olarak kullanılması mümkün değildir.
Diğer yandan, İslam alimlerinin büyük çoğunluğu da, ayette yer alan bilginin –daha önce de vurguladığımız gibi- İsa (a.s.)'ın ölmesi anlamında değil, İsa'nın Allah Katına yükseltilmesi anlamında kullanıldığı konusunda hemfikirdirler. Örneğin İslam alimi Fahruddin Razi, ayette bildirilen anlamın "İsa (a.s.)'ın göğe çekilmesi" olduğunu açıklamaktadır. (Sami Baybal, İbrahimi Dinlerde Mesih'in Dönüşü, Yediveren Kitap, Temmuz 2002, s. 177)

Aynı şekilde, İbn Kesir, "bu ayetin İsa'nın ölümüne işaret etmediğini, kıyamet gününde gerçekleşecek bir muhaverreyi (konuşma) anlattığını ve ayette bilinen anlamda ölüm kelimesinin kullanılmadığını" söylemektedir. (İbn Kesir, Tefsiru'l Kur'ani'l Azim, Cilt II, s. 120)

Mevkifu'l Akl adlı eserde ise Şeyhu'l İslam Mustafa Sabri, ayeti şu şekilde tefsir etmektedir: "Sen beni aralarından çekip aldın ve yeryüzünde ilişkimi sona erdirdin."
Bu tefsirle birlikte Mustafa Sabri konuyu şöyle açıklamaktadır; "Bu, Katına yükseltmek suretiyle almaktır, yoksa öldürmek değildir."
Hasan Basri Çantay, Ömer Nasuhi Bilmen ve Sabuni gibi çağdaş müfessirler de, ayette geçen "vefat ettirmek" kelimelerinin, "Sen beni içlerinden (Kendine çekip) semaya kaldırdın" manasına geldiğini söylemişlerdir. (Çantay, Kur'an-ı Hakim ve Meal-i Kerim, I, 180; Bilmen, Kur'an-ı Kerim'in Türkçe Meal-i Alisi ve Tefsiri, II, 850; Sabuni, Safvetu't Tefsir, I, s. 375)

İsa (a.s.) Gelmeyecek Diyenlerin İddialarına Cevap : 2
Kitabın önceki bölümlerinde detaylı olarak incelediğimiz gibi İsa'nın Allah Katına yükseltilmesi, İsa'nın ölmemiş olduğunu gösteren önemli delillerden biridir. Ancak, bu konu bazı kimseler tarafından yanlış yorumlanmaktadır. Bu yanlış yorumların temelinde, söz konusu kimselerin İsa'nın yükseltilmesini bizim bağımlı olduğumuz zaman ve mekan kavramları ile değerlendirmeye kalkışmaları yer almaktadır.

Bu da, onların İsa'nın fiziksel olarak bilinen anlamda gökyüzünde olduğu gibi sapkın bir kanaate kapılmalarına, bu kanaatleri nedeniyle de İsa'nın Allah Katına yükseltildiği gerçeğini tamamen reddetmelerine sebep olmaktadır. Oysa, bu son derece yanlış bir düşüncedir. Öncelikle, İsa'nın Allah Katına yükseltilmesi ile kasıt, İsa'nın bilinen anlamda gökyüzünde yaşamaya başlaması değildir. İsa'nın yükseltilmesinden kasıt, Allah'ın İsa'yı zamandan ve mekandan bağımsız ayrı bir boyuta almasıdır. (Allahu alem)
İnsanlar zaman ve mekanla sınırlı bir boyutta yaşarlar ve yalnızca bu boyutun sınırları içerisinde, Allah'ın takdir ettiği kadarıyla ve O'nun dilediği şekilde, olayları algılar ve kavrarlar. Ancak Kuran'ın pek çok ayetinde, insanların bildikleri boyutların dışında boyutların da var olduğu bildirilmiştir. Örneğin melekler ve cinler, bizim bildiğimiz ve algılayabildiğimiz boyutun dışında bir boyuttadırlar. Ve Rabbimiz dilediği takdirde, melekler ve cinler kendilerinin bulunduğu boyuttan insanların bulunduğu boyuta geçebilmektedirler. Kuran'da, diğer boyutların varlığına işaret eden ayetler incelendiğinde bu konu daha iyi anlaşılacaktır.

1. Allah Alemlerin Rabbidir

Allah'ın Kuran'da bildirilen sıfatlarından biri de "alemlerin Rabbi" olmasıdır. Bu, insanların bildiği ve yaşadığı dışında başka alemlerin de olduğuna işaret etmektedir. ( Allahu alem) Allah, bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz, kavrayabildiğimiz ve kavrayamadığımız tüm alemlerin Yaratıcısı ve Rabbi'dir. Kuran'da "alemlerin Rabbi" ifadesinin yer aldığı bazı ayetler şu şekildedir:

Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir. (Şuara Suresi, 109)

Gerçekten o (Kur'an), alemlerin Rabbinin (bir) indirmesidir. (Şuara Suresi, 192)

Oraya gittiğinde, kendisine seslenildi: "Ateş (yerin)de olanlar da, çevresinde bulunanlar da kutlu kılınmıştır. Alemlerin Rabbi olan Allah Yücedir. (Neml Suresi, 8)

Derken oraya geldiğinde, o kutlu yerdeki vadinin sağ yanında olan bir ağaçtan: "Ey Musa, alemlerin Rabbi olan Allah Benim;" diye seslenildi. (Kasas Suresi, 30)

Kendisinde şüphe olmayan bu Kitab'ın indirilişi alemlerin Rabbi tarafındandır. (Secde Suresi, 2)

Melekleri de arşın etrafını çevirmişler olarak Rablerini hamd ile tesbih ettiklerini görürsün. Aralarında hak ile hüküm verilmiştir ve: "alemlerin Rabbine hamd olsun" denilmiştir. (Zumer Suresi, 75)

2. Şehidler İnsanların Bilmediği Bir Boyutta Yaşamaktadırlar

Kuran'da, insanların bildiği boyutun dışında başka boyutların olduğuna işaret eden ayetlerden bir diğeri de Şehidlerin makamının ve konumunun bildirildiği ayetlerdir. Bu ayetlerden birinde şu şekilde buyurulmaktadır:

Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz. (Bakara Suresi, 154)

Allah, Şehid olanları -dünyada bilinen anlamıyla ölmüş görünmelerine rağmen- ölüler olarak adlandırmamamızı bildirmiştir. Ayette, Şehidlerin ölü değil diri oldukları, ancak bunun ne şekilde olduğunun insanlar tarafından tam anlamıyla kavranamayacağı haber verilmiştir. Ayette bildirilen "... Fakat siz şuurunda değilsiniz." ifadesi de, insanların bu konumu bilmediklerinin ve dünya koşullarında anlayamayacaklarının işaretidir. ( Allahu alem) Şehidlerin konumunu bildiren başka ayetlerde ise, zaman ve mekanın olmadığı, daha farklı bir boyutta Allah'ın onlar için yaşam takdir ettiği şu şekilde bildirilmektedir:

Allah yolunda öldürülenleri sakın 'ölüler' saymayın. Hayır, onlar, Rableri Katında diridirler, rızıklanmaktadırlar. Allah'ın Kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler. Onlara arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdelemeyi isterler ki, onlara hiçbir korku yoktur, mahzun da olacak değillerdir. Onlar, Allah'tan bir nimeti, bir fazlı (bolluğu) ve gerçekten Allah'ın mu'minlerin ecrini boşa çıkarmadığını müjdelemektedirler. (Al-i İmran Suresi, 169-171)

Görüldüğü gibi Şehidler, insanlar tarafından bilinmeyen bir boyutta yaşamaktadırlar. O boyutta rızıklanmakta, sevinç duymakta, kendilerinden sonra gelenlere müjde vermek istemektedirler. Bu durumda özünü kavrayamadıkları için İsa (a.s.)'ın Allah Katına yükseltilmiş olmasıyla ilgili yersiz şüphe ve tereddüte kapılanların, Şehidlerin yaşatıldıkları boyuttan da şüphe duymaları gerekir. Oysa, bundan şüphe duymayı gerektirecek hiçbir delilleri yoktur. Öte yandan, tıpkı Şehidlerin, meleklerin, cinlerin olduğu gibi İsa'nın da insanların bildiğinden farklı bir boyutta yaşadığının ve Allah dilediğinde, tekrar yeryüzüne döneceğinin onlarca açık delili vardır. Allah İsa'yı Kendi Katına almıştır ve Allah'ın takdir ettiği vakit geldiğinde, tekrar yeryüzüne –zaman ve mekanın olduğu boyuta- dönecektir. (Allahu alem)

3. Melekler Bulundukları Boyuttan Yeryüzüne İnmekte ve Tekrar Allah Katına Çıkmaktadırlar

Meleklerin varlığına inanmak, imanın temel esaslarından biridir. Allah, Kuran'da meleklerle ilgili çeşitli bilgiler vermiştir. Melekler, sürekli Allah'ı anıp yücelten, Rabbimiz'in kendileri için belirlediği görevi tam ve eksiksiz olarak yerine getiren, Allah'a gönülden teslim olmuş varlıklardır. İnsanların bildiği zaman ve mekan boyutundan farklı bir boyutta yaşarlar. Meleklerin yaşadığı boyutun, bizim bildiğimiz kavramların dışında olduğuna işaret eden bir ayet şu şekildedir:

(Bu azab) Yüce makamlar sahibi olan Allah'tandır. Melekler ve Ruh (Cebrail), O'na, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir. (Mearic Suresi, 3-4)

Ayette bildirilen "elli bin yıl olan bir gün" ifadesi, meleklerin bizim sınırlı olduğumuz zaman kavramı ile sınırlı olmadıklarını göstermektedir. Ayrıca insanın bildiği zaman kavramının ötesinde bir yaşam daha olduğunun ve bu yaşamın dünyadakine benzer bir zaman veya mekan kavramına bağımlı olmadığının delillerinden biridir. İsa'nın da böyle bir boyutta yaşıyor olması mümkündür. (Allahu alem)
Meleklerin, Allah'ın dilediği vakitte takdir ettiği bir iş için dünyaya geliyor olmaları ise, diğer boyutlardan bizim boyutumuza geçişin Rabbimiz'in izin vermesiyle mümkün olduğunu göstermektedir. Kuran'da meleklerin, kimi zaman Allah'ın insanlara vahyini iletmek, kimi zaman da müminlere yardım etmek ve onlara destek olmak için Allah'ın izniyle yeryüzüne indikleri bildirilmektedir:

Sen mu'minlere: "Rabbiniz'in size meleklerden indirilmiş üç bin kişiyle yardım iletmesi size yetmez mi?" diyordun. (Al-i İmran Suresi, 124)

Kullarından dilediklerine, melekleri emrinden olan ruh ile indirir: "Ben'den başka İlah yoktur, şu halde Ben'den korkup-sakının" diye uyarın. (Nahl Suresi, 2)

Bir başka ayette ise meleklerin Allah'ın takdir edeceği farklı görevler için de yeryüzüne inebildikleri haber verilmiştir:

Melekler ve ruh, onda Rablerinin izniyle her bir iş için inerler. (Kadir Suresi, 4)

Ayrıca, Kuran'da İbrahim'e ve Lut (a.s.)'a meleklerin elçiler olarak gelip kavimlerine gelecek azabı haber verdikleri; Zekeriya'ya gelip onu bir çocuk ile müjdeledikleri; Meryem'e gelip kendisinin seçkin kılındığını ve İsa'nın doğumunu haber verdikleri bildirilmektedir. Kuran-ı Kerim'in Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.)'e Cebrail aracılığı ile vahyedilişi ve Efendimiz (s.a.v.)'in Cebrail'i görüşü ise şu şekilde anlatılmaktadır:

Ona (bu Kur'an'ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir. (Ki o,) Görünümüyle çarpıcı bir güzelliğe sahiptir. Hemen doğruldu. O, en yüksek bir ufuktaydı. Sonra yaklaştı, derken sarkıverdi. Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı. Böylece O'nun kuluna vahyettiğini vahyetti. Onun gördüğünü gönül yalanlamadı. Yine de siz gördüğü (şey) üzerinde onunla tartışacak mısınız? Andolsun, onu bir de diğer inişte görmüştü. Sidretu'l-Munteha'nın yanında. Ki Cennetu'l-Me'va onun yanındadır. Sidreyi örten örtmekte iken, göz kayıp-şaşmadı ve (sınırı) aşmadı. Andolsun, o, Rabbinin en büyük ayetlerinden olanı gördü. (Necm Suresi, 5-18)

Görüldüğü gibi melekler, Allah'ın dilemesiyle çeşitli dönemlerde yeryüzüne inmekte ve tekrar Allah Katına çıkmaktadırlar. Ancak onların Allah Katına çıkıyor olmaları, elbette dünyada bizim bildiğimiz kavramlara göre yok olmaları anlamına gelmemektedir. Sadece başka bir boyuta geçmekte, bizim kavrayışımız dışında yaşamlarına devam etmektedirler. Benzer bir şekilde İsa'nın Allah Katına alınmış olması da, öldüğü anlamına gelmez. Nitekim, pek çok ayette İsa'nın ölmediği açık olarak bildirilmekte, hadislerle de bu gerçek bir kez daha teyid edilmektedir. İsa da bizim kavrayamadığımız bir boyutta diridir. Ayrıca, meleklerin iki boyut arasında, Allah'ın dilemesiyle, hareket ediyor olmaları, Rabbimiz dilediği takdirde bunun çok kolay olduğunu göstermektedir. İsa da, Allah'ın takdir ettiği vakit geldiğinde, yeryüzüne geri dönecek ve Rabbimiz'in elçisi olarak insanları gerçek din ahlakına davet edecektir. (Allahualem.)
Tüm bu deliller, Allah'ın gücünü ve kudretini gereği gibi takdir edemedikleri için İsa'nın ölmediği ve yeryüzüne geri döneceği gerçeğini reddetmeye çalışan kimselerin, büyük bir yanılgı içinde olduklarının göstergesidir. Unutmamak gerekir ki, Allah üstün güç ve kudret sahibi, herşeye kadir olandır. Dilediğini dilediği şekilde yaratır. İlmi sonsuzdur. İnsanın sahibi olduğu her türlü bilgi ise, Allah'ın takdir ettiği kadarıyla sınırlıdır. İnsan bir olayı, bu olayın ne şekilde gerçekleştiğini ve hikmetlerini ancak Allah'ın dilediği ölçüde kavrayabilir. İsa'nın inkarcılardan kurtarılıp Allah Katına alınması da, insanların ne şekilde meydana geldiğini tam olarak kavrayamadıkları olaylardan biri olabilir. İnkar edenler İsa'yı öldürmek için geldiklerinde büyük bir mucize gerçekleşmiştir. Mucizeler, iman edenlerin imanlarını güçlendiren, iman etmeyen bazı insanların imanlarına vesile olan harikalardır. Müminler şahit oldukları her mucizede, Allah'a yönelip döner, O'nun üstün gücünü tesbih ederler. Allah'a duydukları saygı dolu korku, içli sevgi daha da güçlenir, şevkleri ve heyecanları artar. İsa'nın inkarcıların tuzaklarından korunup, bedeni ve ruhuyla birlikte bu boyuttan ayrılması da, müminlere heyecan veren mucizelerden biridir. Allah'ın belirlediği süre geldiğinde, büyük bir mucize daha gerçekleşecek ve Hz. İsa dünyaya geri dönecektir. Bu gerçek, ayetlerle ve hadislerle müjdelenmiştir ve tüm iman edenlerin üzerinde düşünmesi gereken bir harikadır.

Kuran'da Yer Alan Diğer İşari Anlatımlar

Bu konunun başında da belirttiğimiz gibi, İsa'nın Allah Katına yükseltilmiş olmasını kavrayamayan kimselerin yaptıkları en önemli hatalardan biri Allah'ın zamandan ve mekandan münezzeh olduğu gerçeğini gereği gibi düşünmemeleridir. Oysa Kuran'da önceki satırlarda yer verdiğimiz gibi, insanların bildiği ve şahit olduğu boyutlar dışında boyutların olduğuna dair pek çok delil vardır. Bazı ayetlerde ise işari anlatımlar yer almaktadır. Bu işari anlatımlar da, İsa'nın Allah Katına yükselişi konusunun Kuran'daki delillerini anlamak açısından önemlidir. Örneğin, Bakara Suresi'nin 210. ayetinde Rabbimiz, "bütün işlerin Kendisi'ne döndürüldüğünü" bildirmektedir:

Onlar, bulut gölgeleri içinde Allah'ın (azabının) meleklerle onlara gelmesini ve (azap) emrinin gerçekleşmesini mi gözlüyorlar? Oysa bütün işler Allah'a döner. (Bakara Suresi, 210)

Bir başka ayette ise, tüm işlerin insanların zaman kavramına göre "bin yıl süreli bir günde" Allah'a yükseldiği haber verilir:

Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir. (Secde Suresi, 5)

Allah, kainatta olan tüm olayları, en ince ayrıntısına kadar bilendir. Açıkça yapılan bir iş de gizlice gerçekleştirildiği düşünülen bir hareket de dahil olmak üzere hiçbir şey Rabbimiz'den saklı kalmaz. Söz konusu ayetlerde "bütün işler Allah'a döner" mealindeki ifadelerle bu gerçeğe işaret edilmektedir. Bir diğer ayette ise, Muhammed (s.a.v.)'le birlikte hicret eden müminlerin durumu haber verilirken, şöyle buyurulmaktadır:

... Allah'a ve Rasulu'ne hicret etmek üzere evinden çıkan, sonra kendisine ölüm gelen kişinin ecri şüphesiz Allah'a düşmüştür... (Nisa Suresi, 100)

Bu ayette geçen "Allah'a hicret eden" ifadesi de, Rabbimiz'in mekandan münezzeh olduğunu bildiren işari anlamlardan biridir. Muşriklerin ve inkar edenlerin baskısı nedeniyle yurtlarından çıkan ve Muhammed (s.a.v.)'le birlikte hicret eden müminler elbette, zaman ve mekan kavramlarıyla sınırlı olarak düşündüğümüz manada Allah'a hicret etmemişlerdir. Bu ayette de işari manada bir anlatım vardır. Salih müminlerin Allah'ın rızası ve rahmetini umarak yurtlarından çıkıp, Peygamber Efendimiz (s.a.v)'e itaat ederek başka bir yerleşim yerine hicret etmeleri haber verilmektedir.
Aynı şekilde, İbrahim'in Kuran'da bildirilen "Şubhesiz ben, Rabbime gidiciyim; O, beni hidayete erdirecektir." (Saffat Suresi, 99) ayeti de, İbrahim (a.s.)'in hicretine işaret etmektedir.
Ayrıca Kuran'da, insanların bildiği zaman, uyku ve ölüm kavramının dışında, uyutulan veya öldürülen sonra da yeniden diriltilen insanlardan bahsedilmektedir. Bunlardan biri, yüzyıl ölü bırakıldıktan sonra diriltildiği bildirilen kimsedir. Diğeri ise, uzun yıllar uyuduktan sonra uyandırılan Kehf Ehli'dir.

Yüzyıl sonra diriltilen adam

Yüzyıl ölü bırakıldıktan sonra diriltilen adamın durumu ayette şöyle haber verilir:

Ya da altı üstüne gelmiş ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: "Allah burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?" Bunun üzerine Allah onu yüzyıl ölü bıraktı sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: "Ne kadar kaldın?" O: "Bir gün veya bir günden az kaldım" dedi. (Allah ona: "Hayır yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz sonra da onlara et giydiriyoruz?" dedi. O kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: "(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah herşeye güç yetirendir. (Bakara Suresi, 259)

Allah, dilediğini dilediği surette yaratan, herşeye kadir olandır. Ayette haber verilen adamın durumu bu gerçeğin örneklerinden biridir. Zaman ve mekan kavramlarından münezzeh olan Rabbimiz, dilediği takdirde insanları da bilinen zaman ve mekan kavramlarının dışına çıkarabilir, onlara olağanüstü durumlar yaşatabilir. Hiç şüphesiz bu, Allah için çok kolaydır. Zamanla ve mekanla sınırlı olan insandır. Rabbimiz ise zamandan, mekandan, her türlü eksiklik ve noksanlıktan münezzeh olan, istediğini dilediği şekilde yaratandır. Allah'ın "ol" demesi bir işin gerçekleşmesi için yeterlidir. Bu gerçek, ayetlerde şöyle haber verilir:

Onu istediğimizde herhangi bir şey için sözümüz, ona yalnızca "Ol" demekten ibarettir; o da hemen oluverir. (Nahl Suresi, 40)

Dirilten ve öldüren O'dur. Bir işin olmasına hükmetti mi, ona yalnızca: "Ol" der, o da hemen oluverir. (Mu'min Suresi, 68)

Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "Ol" der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)

Kehf Ehli'nin yıllar sonra uyandırılmaları

Konuya işaret eden diğer bir örnek ise Kehf Suresi'ndeki "Ashab-ı Kehf" kıssasındadır.
Allah Kehf Suresi'nde, din ahlakına karşı olan hükümdarın zulmünden korunmak için mağaraya sığınan bir grub gencin haberlerini bildirmektedir. Bu kıssada onların uzun yıllar uyuduktan sonra tekrar uyandırıldıkları anlatılmaktadır. Ayetler şöyledir:

O gençler mağaraya sığındıkları zaman demişlerdi ki: "Rabbimiz Katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl). Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına vurduk (derin bir uyku verdik). (Kehf Suresi, 10-11)

Sen onları uyanık sanırsın oysa onlar (derin bir uykuda) uyuşmuşlardır. Biz onları sağ yana ve sol yana çeviriyorduk. Köpekleri de iki kolunu uzatmış yatıyordu. Onları görmüş olsaydın geri dönüp onlardan kaçardın onlardan içini korku kaplardı. Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: "Ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık." Dediler ki: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin; ancak oldukça nazik davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin." (Kehf Suresi, 18-19)

Kuran'da gençlerin mağarada kaç yıl kaldıkları haber verilmemiştir. Ayette bildirilen "yıllar yılı kaldılar" ifadesi, bu sürenin çok kısa olmadığına işaret etmektedir. ( Allahu alem) Ayrıca ayette, insanların Kehf Ehli'nin mağarada kalış süresiyle ilgili olarak yaptıkları tahminin 309 yıl olduğu bildirilmektedir. Bu da oldukça uzun bir süre mağarada kaldıklarının bir diğer işaretidir:

Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar. De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O'nun dışında onların bir Velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz." (Kehf Suresi, 25-26)

Dünya şartlarına göre insanların böylesine uzun bir süre uyumaları mümkün değildir. Dolayısıyla bu ayette bildirilen uyku bizim bildiğimiz anlamda bir uykuya değil, Kehf Ehli'nin zaman ve mekanın olmadığı farklı bir boyuta alınmalarına ve yeniden dünyaya gönderilmelerine işaret ediyor olabilir. ( Allahu alem)
Tıpkı uykudan uyanan insanlar gibi bu kişiler de yeniden hayata dönmüşlerdir. Benzer bir şekilde, Hz. İsa da zamanı geldiğinde tekrar dünya üzerinde yaşamaya dönecek, Allah'ın ona bahşettiği şerefli sorumluluğunu yerine getirdikten sonra, "Dedi ki: "Orada (dünyada) yaşayacak, orada ölecek ve oradan çıkarılacaksınız." (Araf Suresi, 25) hükmünün bir gereği her insan gibi dünyada ölecektir. (Allahu alem.)

İsa (a.s.) Gelmeyecek Diyenlerin İddialarına Cevap : 3
İsa (a.s.)'ın yeryüzüne ikinci kez gelişine inanmayanların öne sürdükleri iddiaların bir diğerinde ise Enbiya Suresi'nin 34-35. ayetleri kullanılmaktadır. Ayetlerde şu şekilde bildirilmektedir:

Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar? Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi, 34-35)

Bazı kimseler bu ayetlerde bildirilen; "hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik" ve "her nefis ölümü tadıcıdır" ifadelerine dikkat çekerek, İsa'nın da ölmüş olduğunu öne sürmektedirler. Bu iddiayı ortaya atanların bir mantık çelişkisi içinde oldukları anlaşılmaktadır. Kuran'ın pek çok ayetinde İsa'nın ölmediği açık olarak ifade edilmektedir. Allah, İsa'yı inkar edenlerin kurduğu tuzaktan koruyup kurtardığını haber vermiştir. Bu, Peygamber Efendimiz (sav)'in de bir müjdesidir. İslam alimlerinin büyük çoğunluğu da aynı kanaattedirler. Ancak elbette, İsa'nın ölmemiş ve Allah Katına yükseltilmiş olması, kendisinin ölümsüz olduğu manasına gelmemektedir. Ayrıca İsa'nın yeniden yeryüzüne gelişi ile ilgili yapılan açıklamaların hiçbirinde, İsa'nın ölümsüz olduğu düşüncesi ifade edilmemekte, böyle sapkın bir görüş savunulmamaktadır.
Tüm delillerin gösterdiği ve üzerinde durulan gerçek şudur:
İsa henüz ölmemiştir, yeryüzüne tekrar gelecektir, ölümü de ikinci gelişinden sonra gerçekleşecektir. (Allahu alem)
Söz konusu kimselerin böyle bir açıklama öne sürmelerinin nedeni, İsa (a.s.)'ın ölmemiş olduğunu açıkça gösteren delilleri tam anlamıyla inceleyememiş veya anlayamamış olmaları olabilir. "O, yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik ve onu İsrailoğulları'na bir örnek kıldık." (Zuhruf Suresi, 59) ayetiyle de bildirildiği gibi, İsa (a.s.) da Allah'ın yarattığı bir kuldur ve tüm beşer gibi ölümlüdür. Ancak Rabbimiz kendisine pek çok lütufta bulunmuş, onu seçkin ve onurlu kılmıştır. Allah'ın kendisine lütfettiği nimetler ve mucizeler nedeniyle Hz. İsa'yı, ilahlaştırma yanılgısına düşenler, birtakım Hıristiyanlar olmuştur. Müslümanlar ise, Hz. İsa'ya –diğer tüm peygamberlere olduğu gibi- derin bir sevgi ve saygı duyarlar, ancak onun da diğer tüm elçiler gibi Allah'ın yarattığı bir kul olduğunun bilincindedirler. Kuran'da şöyle bildirilir:

Meryem oğlu Mesih, yalnızca bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçti. Onun annesi dosdoğrudur, ikisi de yemek yerlerdi. Bir bak, onlara ayetleri nasıl açıklıyoruz? (Yine) bir bak, onlar ise nasıl da çevriliyorlar? (Maide Suresi, 75)

İsa (a.s.) Gelmeyecek Diyenlerin İddialarına Cevap : 4
Bazı kimseler de İsa (a.s.)'nın ölmediği ve tekrar yeryüzüne geleceği inancının Hıristiyanlığa ait, dolayısıyla tahrif edilmiş bir inanç olduğu yanılgısını öne sürmektedirler. Ancak bu son derece yanlıştır.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, dünyadaki diğer iki İlahi din olan Yahudilik ve Hıristiyanlık zaman içerisinde dejenere olmuş, bu dinlerin içlerine birtakım hurafeler ve batıl inanışlar karışmıştır. Bununla birlikte, Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat ve Hıristiyanların kutsal kitabı İncil incelendiğinde, hak dine ait bazı inanç ve ahlak esaslarının da muhafaza edildiği ve Kuran ile mutabık yönlerinin olduğu açıkça görülecektir. Söz konusu dinlerin hangi inançlarının tahrif edilmiş, hangilerinin hak dine uygun olduğunu ise ancak Kuran'ı ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in sünnetini rehber edinerek belirleyebiliriz.
Kuran, Allah Katından gönderilmiş son hak kitaptır. Allah, Kuran'ın indiriliş hikmetlerinden birinin de, insanların haklarında ihtilafa düştükleri konularda onları doğru yola iletmesi olduğunu bildirmiştir. Kuran'ın indirilmesinden önce çeşitli konularda kendi aralarında ayrılığa düşen Yahudiler ve Hıristiyanlara, Kuran'la birlikte bu konulardaki en doğru ve hak bilgi gelmiştir. Ayetlerde şu şekilde bildirilmektedir:

Biz Kitab'ı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman ve inanan bir kavme rahmet ve hidayet olması dışında (başka bir amaçla) indirmedik. (Nahl Suresi, 64)

Ey Kitap Ehli, kitaptan gizlemekte olduklarınızın çoğunu size açıklayan ve birçoğundan geçiveren elçimiz geldi. Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi. (Maide Suresi, 15)

Kuran'da Musa ve İsa (a.s.)'ın hayatları, onlara tabi olan inananların yaşamları, temel inançları, ahlaki değerleri, Müslümanların Yahudilere ve Hıristiyanlara bakış açısının ve tavrının nasıl olması gerektiği gibi konular detaylı olarak açıklanmıştır. Yahudiler ve Hıristiyanlarla ilgili Kuran'da yer alan önemli bilgilerden biri de, bu dinlerde dejenere olmuş inanç ve hükümlerin hangileri olduğudur. Tahrif olmuş inançların başında Hıristiyanların, İsa (a.s.)'ın Allah'ın oğlu olduğunu öne sürmeleri gelmektedir. (Allah'ı tenzih ederiz.) Hıristiyanlar, bu konuda büyük bir sapkınlık içine düşmüş ve İsa (a.s.)'yı ilahlaştırmaya kalkışmışlardır. Aynı şekilde, Hıristiyanlık inancının temel esaslarından biri haline gelen üçleme de sapkın bir inanıştır. Allah Kuran'da Hıristiyanların dinlerini bu şekilde tahrif etmekle çok büyük bir sorumluluk yüklendiklerini bildirmiştir. Konuyla ilgili bazı ayetler şu şekildedir:

Yahudiler: "Uzeyir Allah'ın oğludur" dediler; Hıristiyanlar da: "Mesih Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkar edenlerin sözlerini taklid ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar? (Tevbe Suresi, 30)

Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah'a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah'ın elçisi ve kelimesidir. Onu ('Ol' kelimesini) Meryem'e yöneltmiştir ve O'ndan bir ruhtur. Öyleyse Allah'a ve elçisine inanınız; "üçtür" demeyiniz. (Bundan) kaçının, sizin için hayırlıdır. Allah, ancak bir tek İlah'tır. O, çocuk sahibi olmaktan Yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur. Vekil olarak Allah yeter. (Nisa Suresi, 171)

Andolsun, "Şubhesiz, Allah Meryem oğlu Mesih'tir." diyenler küfre düşmüştür. De ki: "O, eğer Meryem oğlu Mesih'i, onun annesini ve yeryüzündekilerin tümünü helak (yok) etmek isterse, Allah'tan (bunu önlemeye) kim bir şeye malik olabilir? Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü Allah'ındır; dilediğini yaratır. Allah herşeye güç yetirendir. (Maide Suresi, 17)

Hıristiyanların bu tarz sapkın inanışlar geliştirmekle ne kadar büyük bir sorumluluk yüklendikleri bir başka ayette ise şu şekilde bildirilir:

"Rahman çocuk edinmiştir" dediler. Andolsun, siz oldukça çirkin bir cesarette bulunup-geldiniz. Neredeyse bundan dolayı, gökler paramparça olacak, yer çatlayacak ve dağlar yıkılıp göçüverecekti. Rahman adına çocuk öne sürdüklerinden (ötürü bunlar olacaktı.) Rahman (olan Allah)a çocuk edinmek yaraşmaz. (Meryem Suresi, 88-92)

Bunun yanı sıra, Hıristiyanlık ve Yahudilikte ahiret gününe, peygamberlere, meleklere iman gibi temel inanç esasları; dürüst olmak, yardım sever olmak, sabırlı ve vefakar olmak, ihtiyaç içinde olanları koruyup kollamak, adaleti sağlamak, güzel söz söylemek, mutevazı olmak, barışsever olmak gibi hak din ahlakının gereği olan değerler muhafaza edilmiştir. Ayetlerde samimi olarak iman eden Kitap Ehli'nin bazı güzel özellikleri şu şekilde bildirilmiştir:

Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli'nden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır. Onlar hayırdan her ne yaparlarsa, elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah, muttakileri bilendir. (Al-i İmran Suresi, 113-115)

Hıristiyanların İsa'nın ölmediğine ve yeryüzüne ikinci kez geleceğine dair inançlarına da Kuran'da açıklık getirilmiştir. Hangi yönlerinin batıl, hangi yönlerinin hak olduğu açıklanmıştır. İsa (a.s.)'ın Allah Katına yükseltilmesi konusunda Hıristiyanların, üçleme ve İsa'yı sözde ilahlaştırma gibi sapkın inançlarından kaynaklanan birtakım yanlış yorumları bulunmaktadır. Buna göre Hıristiyanlar, İsa'nın tüm insanların günahının bir kefareti olarak çarmıha gerildiğini, çarmıhta öldükten sonra yeniden dirilip Allah Katına yükseldiğini öne sürmektedirler. Hıristiyanların bu yorumları dejenere edilmiş, gerçek dine uygun olmayan yorumlardır. Allah, Kuran'da hiçbir insanın bir diğerinin günahını yüklenemeyeceğini bildirmiştir. Herkesin yaptıkları kendi lehine veya aleyhinedir. Her nefis hesap gününde tek başına sorguya çekilecek ve –Allah'ın dilemesi dışında- hiç kimse bir başkasına yardım etmeye güç yetiremeyecektir. Bu gerçek ayette şu şekilde bildirilmiştir:

Kim hidayete ererse, kendi nefsi için hidayete erer; kim de saparsa kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkar, bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Biz, bir elçi gönderinceye kadar (hiçbir topluma) azab edecek değiliz. (İsra Suresi, 15)

İsa ise, Allah'ın elçisi ve peygamberidir. O, "Gerçekten Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz'dir. Öyleyse O'na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur." (Al-i İmran Suresi, 51) ayetiyle bildirildiği gibi halkını yalnızca Allah'a kulluk etmeye, Allah'ın razı olduğu bir hayat yaşamaya çağırmıştır. Onları ahiret gününün azabına karşı uyarıp korkutmuştur. Gösterdiği büyük mucizeler ise Allah'ın dilemesiyle gerçekleşmiştir. Allah dilemedikçe, tüm insanlar gibi İsa'nın da hiçbir şeye güç yetirmesi mümkün değildir. Kuran'da İbrahim'in duasını haber veren ayetlerde bildirildiği gibi, insanı "... yediren ve içiren, hastalandığında şifa veren, öldüren ve dirilten, ahiret gününde iyilikte bulunanları bağışlayacak, kötülükte bulunanları azaplandıracak olan" (Şuara Suresi, 79-82) yalnızca Allah'tır. Hıristiyanlar ise, İsa'nın tüm insanlığın günahlarının kefareti olarak çarmıha gerildiğini söyleyerek büyük bir hataya düşmüşlerdir.
Ancak İsa'nın tekrar yeryüzüne geleceğine dair inançları Kuran'da açık ve net olarak pekiştirilmiştir. Eğer İsa (a.s.)'ın yeniden yeryüzüne dönecek olması Hıristiyanların tahrif edilmiş inançlarından biri olsaydı (ki bu doğru değildir), hiç şubhesiz diğer tüm sapkın inanışları gibi bu da Kuran'da bildirilirdi. Kuran'da Hıristiyanların ihtilafa düştükleri konular açıklanarak İsa ile ilgili gerçek olan bilgi haber verilmiştir. Buna göre, inkar edenlerin İsa'ya kurdukları tuzaklar bozulmuş, İsa ölmemiş ve öldürülmemiştir. İsa Allah Katına yükseltilmiştir ve -Hıristiyanların da bekledikleri gibi- Allah'ın takdir ettiği zaman geldiğinde yeniden dünyaya gelecektir. Hıristiyanların, İsa (a.s.)'ın Allah Katındaki yaşamı hakkında sahip oldukları bazı inançlar da batıl yorumlar içermektedir. Kuran'da bize bildirilen gerçek, İsa'nın zaman ve mekanın olmadığı bir boyutta hayatta olduğudur. Bu boyutun nasıl bir alem olduğu ise Rabbimiz'in bilgisi dahilindedir.

İsa (a.s.) Gelmeyecek Diyenlerin İddialarına Cevap : 5
İsa (a.s.)'ın yeniden yeryüzüne geleceği gerçeğini kabul etmek istemeyenlerin öne sürdükleri iddialardan biri de, "İsa (a.s.)'ın gelişine inanmanın, Hıristiyanlığı savunmak olduğu" yanılgısıdır.

Bu yanılgı, hatalı ve çarpık bir mantık örgüsünün ürünüdür. İsa, Allah Katında övülmüş, seçkin kılınmış, mubarek bir peygamberdir. Üstün ahlakı ve derin imanı tüm müminler tarafından saygıyla anılmakta ve örnek alınmaktadır. İsa'nın ahlakını övmek, böyle kutlu bir insanın yeniden dünyaya gelecek olmasından heyecan duymak, bu gerçeği tüm iman edenlere müjdelemek olması gereken güzel tavır örnekleridir. "Hıristiyanlığa destek vermek olur" gibi akıl ve mantık dışı bir mazaret öne sürerek, İsa'nın geleceği gerçeğini göz ardı etmeye çalışmak kesinlikle makul bir davranış değildir.
Bu çarpık mantığa göre, Hıristiyanlarla ilgili hiçbir şeyin anlatılmaması ve konuşulmaması gerekir. Aynı şekilde Musa (a.s.)'ın güzel ahlakı ve örnek hayatı da Yahudilere destek olmak anlamı taşır gerekçesiyle hiç anlatılmamalıdır. Kuran'da İsa'yı, Musa'yı, Yusuf'u, İbrahim'i, Yakub'u ve onlarla birlikte iman edenleri öven pek çok ayet yer almaktadır. Bu yanlış mantığa göre, bu ayetlerin de okunmaması gerekir. Bunların kabul edilebilir gerekçeler olmadığı son derece açıktır. Daha önce de belirttiğimiz gibi Kitap Ehli'nin hak dine uygun olmayan çeşitli sapkın inançları ve uygulamaları vardır ve bunlar Kuran'da bildirilmiştir. Aynı şekilde, güzel ve iyi yönleri, gerçek din ahlakına uygun inanış ve uygulamaları da haber verilmiştir. Bize düşen Kitap Ehli'ni, Kuran'a ve sünnete bakarak değerlendirmek, bu hak kaynaklardan edindiğimiz bilgi ile doğruyu yanlıştan ayırt etmektir.
Unutmamak gerekir ki, Müslümanlar, "... Biz Allah'a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O'na teslim olmuşlarız." (Bakara Suresi, 136) ayetiyle buyurulduğu gibi tüm peygamberlere birini diğerinden ayırt etmeden iman etmişlerdir ve hepsini derin bir sevgiyle severler. Rabbimiz'in kutlu bir elçisi olan İsa (a.s.)'ın da kıyametten önceki dönemde tekrar yeryüzüne gelecek olması iman edenler için akıl ve mantık dışı gerekçeler öne sürerek konuşulmaması gereken bir konu değildir. Tam tersine büyük bir şevk, aşk ve heyecan ile sürekli gündemde tutulması gereken bir müjdedir.
Söz konusu kimselerin böyle bir iddia öne sürmekle yanıldıklarını ortaya koyan bir diğer gerçek de, İsa (a.s.)'ın yeniden dünyaya geldiğinde, insanlar arasında Kuran ile hükmedecek olmasıdır. İsa da diğer tüm peygamberler gibi, Allah Katında gerçek ve hak olan dine yani İslam'a tabidir. Allah Katında hak dinin İslam olduğu ve tüm peygamberlerin aynı dine tabi oldukları ayetlerde şu şekilde haber verilmiştir:

Hiç şubhesiz din, Allah Katında İslam'dır... (Al-i İmran Suresi, 19)
O: "Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye dinden Nuh'a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri' etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve içten Kendisi'ne yöneleni hidayete erdirir. (Şu'ra Suresi, 13)

İsa da yeniden dünyaya geldiğinde, Kitap Ehli'nin sapkın inançlarını ortadan kaldıracak, insanları Allah Katında hak olan dine yani İslamiyet'e çağıracak, Kuran'la ve sevgili Efendimiz (s.a.v.)'in sünnetiyle hükmedecektir. Bu hadislerde şöyle müjdelenmiştir:
Kırk (40) yıl Allah'ın Kitab'ı ve benim sünnetimle hükmeder, vefat eder. (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy il Ahir Zaman, s. 92)

Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem oğlu (İsa aleyhisselam)'ın adil bir hakim olarak sizin içinize inmesi muhakkak yakındır. O, salibi (haçı) kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracaktır, mal o kadar çoğalıp taşacak ki, hiç kimse mal kabul etmez olacaktır. (Sahih-i Muslim, 6/532)

İsa (a.s.) Gelmeyecek Diyenlerin İddialarına Cevap : 6
İsa (a.s.)'ın yeniden dünyaya geleceği gerçeğini kabullenmek istemeyenlerin öne sürdükleri mantık dışı açıklamalardan biri de, "İsa (a.s.)'ın yeniden gelişinin, imtihan ortamını ortadan kaldıracağı" iddiasıdır.

Hiçbir tutarlılığı olmayan bu iddiaya göre, İsa'nın tekrar dünyaya geldiğini gören tüm insanlar, binlerce yıl önce ölen birinin dirilişine tanıklık edecek ve yeniden dirilme konusunda şubheleri olanlar kesin olarak iman edeceklerdir. Bu da insanların imtihan olmasını ortadan kaldıracaktır.
Elbette bu, hiçbir mantıklı dayanağı olmayan bir yorumdur. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, İsa ölmemiş, Rabbimiz'in büyük bir mucizesi olarak inkarcıların tuzaklarından kurtarılıp Allah Katına yükseltilmiştir. İsa Allah Katında diridir ve Allah'ın takdir ettiği vakit geldiğinde –yine büyük bir mucize olarak- yeniden yeryüzüne dönecektir.
Ayrıca söz konusu kişilerin iddia ettiği gibi, İsa'nın dönüşü tüm insanlar tarafından hemen kabul edilmeyebilir. İsa, özellikle inkar edenler, gerçek din ahlakını yaşamayanlar veya imanen zayıf olanlar tarafından şüphe ile karşılanabilir. İsa yeniden yeryüzüne döndüğünde inkarcı sistem ve ideolojilere karşı büyük bir fikri mücadele yürütecek; din ahlakına sonradan dahil edilmiş hurafe ve batıl inanışları ortadan kaldırarak dini özüne döndürecek ve bu büyük fikri mücadelenin sonunda din ahlakı tüm dünyaya hakim olacaktır.
Tarih boyunca gönderilen peygamberlerin pek çoğu insanları imana davet edebilmek için onlara Allah'ın dilemesiyle pek çok mucizeler göstermişlerdir. Ancak gördükleri mucizeler karşısında insanların büyük bir kısmı iman etmemiş, tam tersine daha da kibirlenmiş ve inkarlarında direnmişlerdir. Musa'nın asasının yılan olması, elinin bakanlara bembeyaz görünmesi gibi gösterdiği birçok mucizeye rağmen Firavun ve yakın çevresinin iman etmemeleri bunun bir örneğidir. Ayetlerde, Musa'nın göstermiş olduğu mucizelere karşı kavminin verdiği cevap şu şekilde bildirilmiştir:

Onlar: "Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz" dediler. Bunun üzerine, ayrı ayrı mucizeler (ayetler) olarak üzerlerine tufan, çekirge, buğday güvesi, kurbağa ve kan musallat kıldık. Yine büyüklük tasladılar ve suçlu-günahkar bir kavim oldular. (Araf Suresi, 132-133)

İman etmeyenlerin, Allah dilemedikçe, çok büyük mucizeler görseler dahi inanmayacakları bir başka ayette ise şöyle haber verilmiştir:

Gerçek şu ki, Biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve herşeyi karşılarına toplasaydık, -Allah'ın dilediği dışında- yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar. (Enam Suresi, 111)

Dolayısıyla bazı insanların iddia ettiği gibi İsa (a.s.)'ın gelişi gibi büyük bir mucizenin gerçekleşmesiyle, imtihan ortamının ortadan kalkması kesinlikle söz konusu değildir. İsa'nın gelişi samimi olarak iman edenlerle iman etmeyenlerin birbirlerinden tam anlamıyla ayrılacakları bir ortama vesile olacaktır. Samimi olarak iman edenler, imanlarının kazandırdığı akıl, feraset ve basiret ile İsa'yı tanıyacak ve ona gönülden itaat edecek, destek olup savunacaklardır. İman etmeyenler veya imanen zayıf olanlar ise Allah'ın bu apaçık mucizesi karşısında dahi şüphe ve kuruntular içinde kalacaktır. (Allahu alem) Ancak bu kişilerin vesveseleri ve şüpheleri apaçık olan gerçeği değiştirmeyecek, Allah'ın vaadi gerçekleşecek ve İsa (a.s) Allah'ın izniyle yeryüzüne geri dönecektir.

İsa (a.s.) Gelmeyecek Diyenlerin İddialarına Cevap : 7
İsa (a.s.)'ın öldüğü yanılgısına inananların öne sürdükleri açıklamalardan bir diğeri de, Kuran'da İdris'in "yükseltilmesi"nin bildiriliyor olmasıdır.

Bu kişilerin iddiasına göre, İsa için de -İdris için olduğu gibi- "makam" anlamında yükseltilmeden bahsedilmektedir. Oysa ayetler detaylı olarak incelendiğinde bu çıkarımın doğru olmadığı açıkça görülmektedir. İdris'in yükseltilmesinin bildirildiği ayet şu şekildedir:
Kitap'ta İdris'i de zikret. Çünkü o, doğru olan bir peygamberdi. Biz onu yüce bir mekan (makam)a yükseltmiştik. (Meryem Suresi 56-57)

İsa (a.s.)'ın Allah Katına yükseltilmesinden bahsedilen ayetlerde geçen ifadeler ise şu şekildedir:
... Seni Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim... (Al-i İmran Suresi, 55)

Ve: "Biz, Allah'ın Rasulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi... Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 157-158)

Ayetlerde de açıkça görüldüğü gibi, iki durum arasında büyük farklılık vardır. Meryem Suresi'nin 56. ayetinden önce gelen ayetlerde diğer bazı peygamberlerin üstün ahlakları ve imanlarının övüldüğü gibi, İdris ile ilgili bildirilen ayette de, İdris'in güzel ahlakı övülmekte ve kendisinin makam olarak yükseltildiği haber verilmektedir. İsa'yla ilgili bildirilen durum ise çok farklıdır. İnkarcıların İsa'ya tuzak kurmuş oldukları haber verilmekte, Allah'ın İsa'yı bu tuzaktan nasıl koruyup kurtardığı anlatılmaktadır. İsa'yı öldürmek için tuzak kuranlar, Allah, İsa'yı Kendi katına yükselttiği, yani bedenini ve ruhunu bu boyuttan zaman ve mekanın olmadığı bir başka boyuta aldığı için hedeflerine ulaşamamışlardır. İdris' (a.s.)'in makam olarak yükseltilmesi bildirilirken, İsa'nın fiziksel olarak bu boyuttan alınması ve Allah Katına yükseltilmesi bildirilmektedir. (Allahu alem)

İsa (a.s.) Gelmeyecek Diyenlerin İddialarına Cevap : 8
Konuyla ilgili olarak bazı kimselerin sıkça öne sürdükleri gerçek dışı iddialardan biri de, "Muhammed (sav) son peygamber olduğu için, İsa'nın gelmeyeceği"dir. Sıkça gündeme getirilen bu iddia mantık dışıdır. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Muhammed Suresi'nin 40. ayetinde de bildirildiği gibi Peygamber Efendimiz (sav), "Allah'ın Rasulu ve peygamberlerin sonuncusudur." Ve İsa (a.s.)'ın ikinci kez yeryüzüne gelecek olması -bazı kimselerin öne sürdüğü gibi- bu gerçeği değiştirmez. İsa (a.s.), Muhammed (sav)'den sonra gönderilen bir peygamber olarak değil, Muhammed (sav)'in şeriatını devam ettirecek ve dünyaya din ahlakını hakim kılacak bir elçi olarak gelecektir.
Bazı kimseler ise, akla ve mantığa aykırı bir başka iddia ortaya atmakta ve "eğer İsa peygamber olarak gelmeyecekse, gelmesinin bir anlamı olmayacağını" öne sürmektedirler.

Bu iddia sadece akla değil, vicdana da aykırıdır. İsa (a.s.)'ın yeniden gelecek olması Rabbimiz'in bir vaadidir ve bu mubârak insanın yeniden yeryüzüne gelişinde çok büyük hikmetler vardır. Allah tarih boyunca insanlara gönderdiği peygamberler aracılığı ile doğru yolu göstermiştir. Kimi zaman da insanların din ahlakından uzaklaştıkları, bozulma ve dejenarasyonun yaygınlaştığı dönemlerde rasul hükmünde tebliğciler göndererek insanları karanlıktan aydınlığa çıkarmıştır. Bu tebliğciler, Allah'ın insanlara melik (yönetici) olarak gönderdiği kimselerdir ve gönderildikleri toplumların kurtuluşuna vesile olmuşlardır. Nitekim Kuran'da, darlık ve sıkıntı içinde olan insanların Allah'a, kendilerine bir kurtarıcı ve koruyucu göndermesi için dua ettikleri haber verilmiştir:

Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına mücadele etmiyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)

Allah'ın insanların bu dualarına icabet ederek onlara Katından kurtarıcılar göndermesi hiç şubhesiz çok büyük bir nimettir. Kuran'da bildirilen Talut ve Zulkarneyn kıssaları da Allah'ın insanlara peygamberler dışında elçiler gönderdiğinin önemli birer delilidir. Talut kıssasında, Allah'ın o dönemki topluma yönetici olarak Talut'u gönderdiği ve inananların ona itaat etmeleri gerektiği bildirilmiştir. Talut ve beraberindekiler, dönemin inkarcı lideri Calut'a karşı mücadele etmişlerdir. Samimi olarak iman edenler Talut'a gönülden bağlanıp ona itaat etmişler, tereddüte kapılanlar ise hem Talut'un kendilerine elçi olarak gönderilmesinin hem de onun verdiği emirlere uymanın hikmetlerini anlayamamışlardır. Talut'un kendilerine gönderilmiş olmasının hikmetini anlayamayanların vermiş oldukları cahilce tepki Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

Onlara peygamberleri dedi ki: "Allah size Talut'u (melik olarak) gönderdi." Onlar: "Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal (servet) bolluğu verilmemişken, nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık (mülk) onun olabilir?" dediler. O (şöyle) demişti: "Doğrusu Allah size onu seçti ve onun bilgi ve bedenî gücünü arttırdı. Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmeti ve gücü) geniş olandır, bilendir." (Bakara Suresi, 247)

Aynı şekilde Zulkarneyn de içinde bulunduğu topluma, onları düştükleri sıkıntıdan kurtarmak ve din ahlakını hakim kılmak için tebliğci olarak gönderilmiştir. Kuran'da Allah'ın Zulkarneyn'e sağlam bir iktidar verdiği bildirilmiştir:

Sana(Ey Muhammed,) Zulkarneyn hakkında sorarlar. De ki: "Size, ondan 'öğüt ve hatırlatma olarak' (bazı bilgiler) vereceğim. Gerçekten, Biz ona yeryüzünde sapasağlam bir iktidar verdik ve ona herşeyden bir yol (sebep) verdik." (Kehf Suresi, 83-84)

Günümüzde de insanlar ahlaki çöküntünün, yokluğun, zulmün, haksızlığın hüküm sürdüğü karanlık bir dünyada yaşamaktadır. İsa, Allah'ın takdir ettiği vakit geldiğinde, din ahlakını dünyaya hakim kılmak, insanları karanlıktan aydınlığa çıkarmak için görevli olarak yeniden dünyaya gönderilecektir. İsa'nın gelişiyle birlikte, zulmün ve bozulmanın dayanak noktası olan inkarcı ideolojiler fikri olarak tamamen ortadan kaldırılacak, insanların özlemini duydukları huzur, güvenlik ve bolluk Allah'ın izniyle tüm dünyaya hakim olacaktır.

İsa (a.s.) Gelmeyecek Diyenlerin İddialarına Cevap : 9
İsa'nın ölmediği ve yeniden dünyaya geleceği konusunda yersiz şüpheleri olan bazı kimseler de, "Din ahlakını hakim kılmak için neden Muhammed (s.a.v.) değil de, İsa (a.s.) gönderilmektedir?" diye sormakta ve bu vesveselerini kendilerince mazeret kılarak birtakım itirazlar öne sürmektedirler.

Sevgili Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.), Allah Katında onurlu ve güvenilir bir elçidir. Allah'ın en son hak kitabını vahyettiği, güzel ahlakı, takvası, Allah'a olan yakınlığı ile insanlara örnek kıldığı, Allah'ın dostu, Rabbimiz'in Katında üstünlüğü olan mübarek bir insandır. Tüm müminlerin de dostu, en yakını ve velisidir. Muhammed (s.a.v.) yaşamı boyunca Allah yolunda tüm insanlığa örnek bir mucadele sergilemiş, cehaletin ve karanlığın içine gömülmüş olan Arab Yarımadasını İslam ahlakı ile aydınlatmıştır. Allah'ın takdir ettiği süre dolduğunda ise, diğer birçok peygamber gibi ömrü sona ermiştir.
İsa (a.s.) için ise, Allah farklı bir kader takdir etmiş ve onun yeniden yeryüzüne döneceğini vaadetmiştir. Bu Rabbimiz'in takdiridir ve şüphesiz büyük hikmetleri vardır. İsa (a.s.)'ın yeniden gelecek olmasının hikmetlerinden biri ise (Allahu alem), Hıristiyanların ve Yahudilerin içinde bulundukları durumdan ancak bu şekilde kurtulabilecek olmalarıdır. Bilindiği üzere, Hıristiyanların mevcut inanç ve uygulamaları pek çok batıl ve sapkın inanışı içermektedir. Müslüman dünyasında ise böyle bir inanç bozukluğu yoktur. Hıristiyanlar, İsa'nın ardından peygamberlerini ilahlaştırma sapkınlığına düşmüşler ve dinlerini tahrif etmişlerdir. Hıristiyan dünyasının söz konusu tüm sapkın inanışlardan arınarak gerçek din ahlakına ve son hak din olan İslam'a yönelmeleri için İsa (a.s.)'ın gelmesi büyük önem taşımaktadır. Her ne kadar bazı Hıristiyanlar doğru yolu gördükten sonra ona uymayı kabul etseler de, bazıları da bunu kendilerince İsa'ya bir tür ihanet gibi algılayıp gerçek din ahlakını yaşamaktan kaçınmaktadırlar. Oysa İsa (a.s.)'ın gelmesi ve kendilerine hak dini tebliğ etmesiyle bu insanların İslamiyet'e yönelmeleri çok daha hızlı ve kolay olacaktır. Kendi peygamberlerinin onlara teslis inancının sapkınlığını, Allah'tan başka İlah olmadığını, kimsenin bir başkasının günahını yüklenmesinin mümkün olmadığını, hak kitabın Kuran-ı Kerim olduğunu anlatması Hıristiyan dünyası üzerinde büyük bir etki oluşturacaktır. İsa ile birlikte insanlar kitleler halinde şirkten ve sapkın inanışlardan kurtulacak, akın akın Allah'ın dinine yani İslam'a yöneleceklerdir.
Unutmamak gerekir ki, Allah Kuran'da iman edenlere din ahlakının dünyaya hakim olacağını vaadetmiştir. Ancak bunun için muminlerin gizli ve açık şirkten tamamen sakınmaları ve yalnızca Allah'a yönelip ibadet etmeleri gerekmektedir. Allah'ın izniyle, İsa (a.s.)'ın gelişi de bu kutlu dönemin başlangıcı olacaktır.

Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şubhesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fâsıktır. (Nur Suresi, 55)

İsa (a.s.) Gelmeyecek Diyenlerin İddialarına Cevap : 10
İsa (a.s.)'ın ikinci kez gelişini kendilerince reddetmeye çalışanların iddialarından biri de, "İsa'yı beklemenin iman edenleri tembelliğe sürükleyeceği" aldatmacasıdır.

Bu aklın ve vicdanın kabul edemeyeceği bir iddiadır. Tarih boyunca insanlar, ahlaksızlığın yaygınlaştığı, zulmün ve haksızlıkların arttığı dönemlerde Allah'tan bir kurtarıcı istemişler, Allah'ın bir elçi göndererek kendilerini içinde bulundukları karanlıklardan aydınlığa çıkarması için dua etmişlerdir. Allah, dualarını kabul edip bir kurtarıcı gönderdiğinde, samimi olarak iman edenler bu elçinin destekçisi ve savunucusu olurlar:

... Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır. (Araf Suresi, 157)

Bazı kimselerin iddialarının tam tersine, Allah'ın insanlara bir elçi gönderecek olması samimi olarak iman edenler için çok önemli bir şevk konusudur. Gönülden iman eden bir kişi, elçinin geleceği ortam için elinden gelen en iyi ve güzel hazırlığı yapması gerektiğini bilir. İmani bir heyecan ve aşkla hem kendisini hem de çevresini bu kutlu olaya hazırlar. Tembellik ve şevksizlik ise, munâfıkâne bir yapıya sahip olanlar ile imani zayıflığı olan kişilerin özellikleridir. İmanı zayıf olanlar hem elçinin gelişine tam olarak inanmaz hem de elçi geldiğinde, bu elçiye gönülden itaat edip bağlanmazlar. Tarihte bunun pek çok örneği görülmüştür. Geçmişteki toplumlar içinde bu zihniyete sahip olan insanların durumu bir ayette şöyle haber verilir:

Yeminlerinin olanca güçleriyle, kendilerine bir uyarıcı-korkutucu gelecek olsa, ümmetlerinin herhangi birinden mutlaka daha doğru olacaklarına dair, Allah'a and içtiler. Ancak onlara bir uyarıcı-korkutucu geldiğinde (bu), nefretlerinden başkasını artırmadı. (Fatır Suresi, 42)

Kuran'da İsa (a.s.)'ın da kendisinden sonra -kendisi Allah Katına yükseltildikten sonra- gelecek olan bir elçiyi haber verdiği bildirilmektedir. Bu haber, İsa döneminde ve ondan sonra yaşayan tüm mu'minler için büyük bir müjde olmuştur. Ayette şöyle buyurulmuştur:

Hani Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmed" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: "Bu, açıkça bir büyüdür" dediler. (Saff Suresi, 6)

Eğer bazı kimselerin önceki satırlarda yer verdiğimiz iddiaları doğru olsaydı, bu durumda, Allah'ın İsa vesilesiyle ondan sonra insanlara bir elçi daha göndereceğini haber vermemesi gerekirdi. Ya da, bu haberin o dönemde yaşayanları tembelliğe ve şevksizliğe yönlendirmesi gerekirdi. Oysa Rabbimiz'in insanları bir elçiyle müjdelemesinin birçok hikmeti vardır ve samimi müminler için böyle bir tembellik veya gevşeklik, Allah'ın izni ile, hiçbir zaman söz konusu değildir. İman edenler, imanlarından kaynaklanan derin bir kavrayışa ve akla sahiptirler. Bu aklın sayesinde, bir elçi ile müjdelenmenin önemini gereği gibi kavrar, bu müjdenin imani heyecanını ve şevkini yaşar, bu büyük olaya en iyi şekilde hazırlanmaları gerektiğinin bilinciyle hareket ederler.
Görüldüğü gibi İsa (a.s.)'ın öldüğünü öne süren kimseler gerçek olmayan bir iddiada bulunmaktadırlar. Bu kimseler tarafından sözde delil olarak öne sürülen yorumların da gerçeği yansıtmadığı isbatlarıyla görülmektedir. Temennimiz, yanlış bilgilendirilmeleri veya konuyu tam anlamıyla araştırmadıkları için söz konusu yanılgıyı kabullenen kimselerin, bu eser aracılığı ile, yanıldıklarının ve yanlış bir düşünceyi savunduklarının farkına varmalarıdır. İnsanın inandığı veya savunduğu bir düşüncenin yanlış olduğunu fark edip, doğruyu gördüğünde yanlış olanda ısrar etmemesi güzel bir erdemdir. Ve bu ahlak Kuran'da övülen bir mümin özelliğidir.
Allah Kuran'da iman edenlerin, bile bile hatalarında direnmeyenler (Al-i İmran Suresi, 135) ve doğru yolu gördüklerinde ona uyanlar olduğunu bildirmiştir. Bu konuda da –her konuda olduğu gibi- en gerçek ve doğru bilgi Kuran'da yer alan ve Muhammed (s.a.v.)'in hadislerinde bize bildirilen bilgidir. Yani, İsa (a.s.) ölmemiş ve öldürülmemiştir. Zamanı geldiğinde ikinci kez yeryüzüne gelecektir. Dolayısıyla, çeşitli tevillerle bu açık gerçeği göz ardı etmeye ya da reddetmeye çalışmak yerine, Allah'ın elçisinin yeryüzüne gelecek olmasının ne kadar büyük bir müjde olduğunu düşünüp, bu sevinçli haberden şevk ve heyecan duymak gerekir. Samimi olarak iman edenlerin duası, bu kutlu insanın gelişine tanıklık edebilmek ve onun gelişiyle yeryüzünde yaşanacak güzellik ve hayır ortamında bulunabilmektir.


______________
Orjinali için tıklayın:


https://www.islam-tr.org/konu/nuzul-u-isa-a-s.9024/
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Ana Sayfa Alt