Kaynak: aksitarih
(Ahi.Ben iyi insanlara benzettim.Ne yalan söyleyim.O sivasilerin onları tövbeye çağırması da tasavvufçunun,ehli sünneti "Sen vahhabisin." diyerek kendince tövbeye çağırması gibidir zannımca.)
Kadızadeliler Hareketinin Fikri Temelleri:
A. İbn-i Teymiyye Mektebi:
İbn-i Teymiyye Mektebi, Osmanlının kuruluşundan XVI. yy’ a kadar merkezi yönetimde etkili olan Fahr-i Râzî Mektebi[1]ne karşı bir hareket olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle taşra uleması ve cami vaizleri arasında taraftar toplamıştır. Adını İbn-i Teymiyye’den alır. Bu şahsiyet 1328 yılında hapiste dayak yiyerek ve işkence görerek ölmüştür. Osmanlı devleti onun düşüncelerini ve ibadet şekillerini sistemsiz ve basitleştirilmiş bir şekilde almıştır. [2]
Bu mektep, Fahr-i Râzî mektebinin uygulamalarının İslam’a uygun olmadığı görüşünde olup, bu eğilimin Osmanlı’da yerleşmesini sağlayan asıl kişi Birgivî Mehmet Efendi’dir.
B. Birgivî Mektebi:
Birgivî Mehmet Efendi günümüzde de etkilerini devam ettiren bir İslam anlayışı ortaya koymuştur. Bu anlayışa göre dinin esasında olmayıp sonradan çeşitli sebeplerle dine karışmış olan uygulamalar (bid’at) kaldırılmalıdır. Amelde Hanefî mezhebine bağlı olan Birgivî, îtikâdî konularda zaman zaman Ahmed b. Hanbel tarafından kurulan ve daha sonra İbn Teymiyye tarafından hararetle savunulan Hanbelî mezhebinin fikirlerini benimsemiştir[3] Birgivî Mehmet Efendi’nin Osmanlı’nın kuruluşundan bu yana etkili olan Fahr-i Râzî mezhebine tepki olarak bu düşünceleri ortaya atması, onun ilmi kişiliğinden kaynaklanmaktadır.
Birgivî Mehmet Efendi’nin asıl adı, Takıyyüddin Mehmet’tir. 1523’te Balıkesir’ de doğmuştur. Babası Pîr Ali, müderristir. Babasının yanında Arapça ve mantık öğrenmiş, Kur’an’ı ezberlemiştir. Daha sonra İstanbul’a gelip Haseki Medresesi’nde, sonra da dönemin tanınmış âlimlerinden olan Ahîzâde Mehmet Efendi’den, Kızıl Molla lakabıyla tanınmış Rumeli kazaskeri Abdurrahman Efendi’den ders almıştır. Abdurrahman Efendi’den icazet alıp müderrisliğe başlamıştır. Kanunî döneminde Edirne kassam-ı askerî’si[4] olmuş, bu süre zarfında ders vermeye, camilerde vaaz vermeye devam etmiştir.[5]
Birgivî vaazlarında insanları Kuran’a ve sünnete uymaya davet etmiştir. Ona göre dine sonradan giren uygulamalar (bid’at) dinin yapısını bozmaktadır. Arapça olarak yazdığı kitaplarından en meşhuru ‘et-Tarikatu’l-Muhammediyye ’de dini, ahlaki ve tasavvufi olarak bu konu işlenmiştir. Bid’atları tek tek yazıp açıklamıştır. Birgivî’ye göre Bid’at küfür ve sapkınlık arası bir yerdedir. Kabirlerin üzerine türbe yapılması, mum yakılması, para karşılığı Kuran okutulması, rüşvet, batıl itikadlar, zengin çocuklarına parayla ilmi unvanlar verilmesi gibi konular caiz değildir.[6] Birgivî’nin bid’at olarak nitelendirdiği diğer bir konu da vakıflardır. Birgivî’ye göre para vakfetmek caiz değildir. Çünkü o paranın nasıl kazanıldığı bilinmemektedir. Yani helal olup olmadığı meçhuldür. Birgivî, vakıfların cevazına fetva veren dönemin şeyhülislamı Ebusuud Efendi ve Kadı Bilalzâde’ye reddiye olarak bir risale yazmıştır.[7] Fakat dönemin ilim adamları ve tarikat ehli böyle düşünmemektedir. Onlara göre bid’at-ı hasene(iyi, güzel) ve bid’at-ı seyyie(kötü, çirkin) vardır.
Daha sonra Birgivî, II. Selim’in hocası olan Ataullah Efendi’nin Birgi’de kurduğu medreseye müderris olmuş ve hayatına burada devam etmiştir. Ömrünün son dönemlerinde tekrar İstanbul’a gelmiş, Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’ya memleketteki adaletsizlikler konusunda nasihatte bulunmuştur. Devlet idarecilerini ve devletin durumunu tenkit etmiş, bu konuda büyük bir cesaret göstermiştir. Hiçbir eserini bir devlet büyüğüne ithaf etmemiştir.[8] Kendi görüşlerine ve bakış açısına göre dönemin siyasi, ekonomik, sosyal, ahlaki, dini durumu hakkında tahliller yapmış ve bunlar için bir hal çaresi bulmaya çalışmıştır. Durumun düzelmesi için de peygamber ve sahabe dönemine dönülmesi, bid’atlerin kaldırılması gerekliliğini vurgulamıştır.
Birgivî ayrıca bid’atlar konusunda tasavvuf ehlini de eleştirmiş, bu nedenle tasavvuf düşmanı olarak kabul edilmiştir. Ancak et-Tarikatu’l Muhammediyye’ nin şârihlerinden Abdülgâni en- Nablusî Birgivî’nin Ehl-i sünnet esaslarına bağlı tasavvuf büyüklerini değil tasavvuf adına bir yığın bid’at ve hurafe ortaya çıkaran sözde mutasavvıfları tenkit ettiğini belirtir.[9]
İlimleri de emredilen, yasaklanan ve mendup olan ilimler olarak 3’e ayırmıştır. ‘Emredilenler’ kesinlikle öğrenilmelidir. Kelam ve yıldız ilmini ‘yasaklanan ilimler’ olarak göstermiş fakat bunların hasmını yenmek için öğrenilebileceğini belirtmiştir. Mendup olan ilimler ise ibadetler için öğrenilmelidir. Tıp ilmi de mendup ilimlerin içindedir.[10]
Birgivî ayrıca emr-i bil maruf’un vacip olduğunu ileri sürmüştür. Bunu Ali İmran suresinin ‘Sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki (onlar herkesi) hayra çağırsınlar, iyiliği emretsinler, kötülükten vazgeçirmeye çalışsınlar işte onlar muradına erenlerin ta kendileridir.’ ayetine dayandırarak belirtmiştir.[11]
Bu bilgiler çevresinde artık Kadızâdeliler’in bilgi ve görüşlerine, bunlara ortam hazırlayan durumlara ve olaylara daha geniş bir çerçeveden bakabiliriz.
II. Kadızadeliler Hareketi:
XVII. Yy, Osmanlı Devleti’nin siyasi, iktisadi ve sosyal bunalımlar yaşadığı bir dönemdir. Bu nedenle devrin devlet adamları ve âlimleri çözüm yolları aramaya girişmişlerdir. Kadızâde Mehmet Efendi isimli bir zatın Osmanlı geleneksel düşüncesinden farklı[12] bir takım düşünceler ortaya atmasıyla başlayan ‘Kadızâdeliler Hareketi’ bu döneme damgasını vurmuştur. Kadızâdeliler Hareketi’nin Osmanlı geleneksel düşünce yapısından ‘farklı’ oluşu, XVII. Yy.a gelene kadar Osmanlı Devleti’ndeki tekke – medrese uyumunun bu dönemde bozulması ve huzursuzluk yaratacak olayların ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır. Bu hareket IV. Murat (1623- 1640) zamanında başlayıp IV. Mehmet (1648-1687) devrinin ortalarına kadar devam etmiştir.[13] İslam dininin bid’atlardan kurtulup en saf haline (Hz. Muhammed ve sahabe dönemi) dönmesini savunan ‘selefiyeci’ (püritanist) bir anlayıştır. Devletin buhranlı ve zor zamanlarında çare üretmek için ortaya atılan bu tarz görüşler ve düşüncelerin yaygın olması pek tabidir.