1865 yılında Masonların kontrolündeki Yeni (Genç)Osmanlılar hareketi ortaya çıktı. Yeni Osmanlılar, “devletin mutlakıyetten (Padişahın kayıtsız şartsız hakimiyetinden) meşrutiyet yönetimine (yasama yetkilerinin halktan seçilmiş Mecliste olması) geçmesini, Fransa’da yayılan çağdaş fikir ve akımların, Osmanlı’da da uygulanmasını istemekteydiler.[49] Montesquieu ve Rousseau gibi Fransız devriminin kavramcılarını benimsemişlerdi.
Genç Osmanlıların görüşleri Türk aydınları arasında da giderek yaygınlaştı. Yeni Osmanlılar Beyoğlu’nda Fransızca olarak yayınlanan Courrier d’Orient gazetesini ilgiyle izlemekteydiler. Gazetenin sahibi ve yazarı Jean Pietri ile yakın ilişki içindeydiler.
Mason kaynakları Genç Osmanlıları şöyle anlatıyor: “Bütün Genç Osmanlıların hürriyetin insanın en doğal hakkı olduğu konusunda ve çeşitli edebi türlerde çok sayıda yazıları vardır. Kardeşimiz Şinasi’nin şiirleri ise, masonik alegoriden esinlenen ve zamana göre yürek isteyen dizelerle doludur.
Kardeşimiz Ziya Paşa’nın “Diyâr-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm” deyişi, toplumun kendi durumunun bir muhasebesini, bir sorgulamasını yapmayı başlatacaktır. Bu devirde, Batı Medeniyeti ile Osmanlı değerleri arasında en ayrıntılı karşılaştırmayı yapan Kardeşimiz Ahmet Mithat Efendi olmuştur. Onun gazete ve dergi makaleleri ve ders kitapları dışındaki yüzden fazla eseri arasında, bu sorunlardan söz etmediği kitabı hemen hemen yok gibidir.
“1867 ile 1869 yılları arasında, Müslümanların git gide daha çok Masonluğa girdikleri görülüyor. Bunda, genç Fransız avukatı Louis Amiable'in etkisi de olsa gerek: Louis Amiable, 1863'te kurulup Fransa Maşrıkı Azamı'na bağlanan Doğu Birliği Locası'nın 1865'te başkanı olmuştu. Louis Amiable, Osmanlı toplumunun seçkinleri arasında yoğun bir üye kaydı kampanyası başlattı, başarılı oldu. Doğu Birliği'nin 1865'te sadece üç Türk üyesi varken, 1869'da, toplam yüz kırk üç üyenin elli üçü Türk’tür.
Hareketin gerek fikir ve gerekse gizli çalışma safhaları, örgüte mensup kişilerden bazılarının Avrupa’ya kaçarak orada yürüttükleri açık faaliyetler ve nihayet Meşrutiyetin kuruluşuna varan çeşitli çalışmalar 1876 yılına dek sürer. Yeni Osmanlılar, özellikle de Avrupa’da Genç Osmanlılar adı altında anılacaktır. “Yeni Osmanlılar ya da Genç Osmanlılar olarak anılan kişilerin çalışmalarının ruhu nereden kaynaklanıyordu? Bu bir avuç insanın hemen hemen hepsinin de Mason oluşu, ülkelerine yönelik bir davada bir araya gelerek kenetlenmeleri ve aydınlığı hedef alan mücadeleler içine girmeleri, yalnızca bir rastlantı olarak mı değerlendirilebilirdi?” sorusunun soran masonlar cevabını yine kendi web sitelerinde veriyor: “Hayır! Bunun bir rastlantı olmadığını yalnızca en iyi bilen ve hisseden değil, kesin olarak böyle olması gerektiğine inanan masonlardır.”
"Peki İngiltere, Fransa ve Avrupa'daki diğer büyük mason locaları niye Osmanlı topraklarında loca açma gereksinimi duydu?
Çünkü, Osmanlı topraklarındaki çıkar paylaşımı bu birlikteliği doğurmuştur. Localara seçilen isimler de yetkin isimlerdir ve bu isimler iktidara getirilecek ve büyük localardakilere diyetler ödeyeceklerdi. Bu durumda alış veriş tamamlanacak mıydı? Hayır, devam edecek seçilen yetkinler iktidarda kalabilmek için diyet ödemeye devam edecekler. Bu diyetler bağlı oldukları büyük locaların çıkarları doğrultusunda imtiyazlar olarak ödenecek; içeridekiler bu işbirliği sayesinde gücü ve iktidarı paylaşırken, büyük locadakiler de çeşitli haklar ve imtiyazlar elde edecekti.
Abdülaziz Han 21 Haziran 1867’de Fransa, İngiltere, Belçika, Prusya ve Avusturyayı içine alan bir geziye çıktı. Sultanın bu gezisi genel barışın sağlanmasında önemli rol oynadı. Avrupa devletleri ile olan münasebetler iyileşti. Abdülaziz Han, gece gündüz çalışırken içte batı hayranı ve mason devlet adamları her türlü siyasi desiselerle nizam ve intizamın bozulmasına gayret sarf ediyorlardı. Hepsi mason olan Ziya Paşa, Namık Kemal, Ali Süavi gibi yazarlar halkı Padişaha karşı düşmanlığa teşvik ederken, Mütercim Rüştü, Hüseyin Avni ve Mithat paşalar da Padişahı devirmenin hesapları içerisindeydiler. Mason kuşatması altında bulunan Abdulaziz’in Başyaveri Mehmed Rauf Paşa, Başmabeyincisi Namık Paşazade Hüseyin Cemil Paşa bile birer masondu.
14 sene 11 ay beş gün tahtta kalan Sultan Abdülaziz bu süre içerisinde meşrutiyet fikrine başta sıcak baksa da, sonraları değişip bu fikri savunanlara karşı çıktı. Döneminin önde gelen masonları Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa ile padişahlığının ilk dönemlerinde sıcak ilişkiler kurduysa da bu şahısların gerçek yüzlerini gördükten sonra kendilerine karşı sertleşmiştir.
Abdulaziz Han’ı kontrol altında tutan mason birader Sadrazam Ali Paşa’nın 1871 Eylül’ünde ölümü ve yerine yumuşak başlı Mahmut Nedim Paşa’nın sadrazamlığa gelmesi Masonlar’da endişe meydana getirdi.
Bu arada 1 Temmuz 1872’de Hasköy’de, Osmanlı ülkesindeki ilk Mason mabedinin temeli atıldı.
20 Ekim 1872’de Osmanlı saltanat ve hilafetinin veliahtı Şehzade Murad (V. Murad) Ziya Paşa’nın etkisiyle Proodos (Terakki) locasında tekris edilerek (erginliğin tescili) mason oldu.
Bu dönemde, mason olmak giderek aydın ve entelektüel olmakla eş değer kabul edilmeye başladı. Abdülmecid’in Murad dışında iki oğlu, Nureddin ve Kemaleddin de Masonluğa girdiler. Devlet Şurası Başkanı Edhem Paşa, Mısır Valisi Mehmed Ali'nin torunu ve Genç Osmanlılar hareketinin önderlerinden Prens Mustafa Fazıl Paşa,Hünkar Yaveri Mahmut Paşa, Mevlevi Şeyhi Ataullah Efendi, Polis Müdürü Said Mehmet, Müşir Fuad Paşa, Pertev Paşa, Raşit Paşa, Süleyman Paşa, Namık Kemal, Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa, “Gafil ne bilür” diye başlayan mehter marşının şairi ve Kafkas Cephesi kahramanı Ahmet Muhtar Paşa, Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Şeyhülislam Hayri Efendi, Müderris Mahmut Esad Efendi, Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa, Sadrazam Ahmet Vefik Paşa, Sadrazam Tunuslu Hayrettin Paşa, Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, Berlin Büyük Elçisi Sadullah Paşa, Namık Kemal ve daha niceleri hep loca mensubu oldular.
Mütercim Rüştü, Hüseyin Avni ve Mithat paşa gibi gözlerini iktidar hırsı bürümüş mason devlet adamları, 1875’te patlak veren Bosna-Hersek isyanı ile ardından çıkan Rus harbini fırsat bildiler.
Masonlar kendi yayın organlarında o günleri şöyle anlatıyor: “Genç Osmanlılarla daha örgütün kuruluş yıllarında ilişkide olan ünlü devlet adamı Kardeşimiz Mithat Paşa, yabancı devletlerin müdahalesini kaldırmak, Meşrutiyetin gerçekleşmesini hızlandırmak için daha fazla beklenilmemesi gerektiğine işaret eder. Osmanlının özellikle de Avrupa kısmında koşullar, gitgide güçleşmektedir. Devlet borçları 10 yılda 25 milyondan 250 milyona çıkmıştır. Meşrutiyetin önündeki engel padişahtır. Mithat Paşa bu sırada Kabineye memur edilir. Seraskerliğe Hüseyin Avni Paşa(mason), Şeyhülislâmlığa ise Hayrullah Efendi(mason) getirilmiştir.”[63] Mithat Paşa, döneminde birçok Yahudi ve masonu devlet içersine önemli makamlara getirmiştir.
Ülkede “meşruti yönetimin gelmesini isteyenlerin” oluşturduğu özgürlük havası içerisinde Abdülaziz'in tahttan indirilmesi konusunda kamuoyu oluşturuldu. Mithat Paşa'nın kışkırtmaları sonucu üniversite öğrencileri 10 Mayıs 1876 tarihinde bir protesto yürüyüşü düzenler. Bundan bir süre sonra, 30 Mayıs 1876 salı günü sabaha doğru, saray Hüseyin Avni Paşa komutasındaki askerlerce basılır ve Sultan Abdülaziz kansız bir şekilde tahttan indirilir.
Avni Paşa üç gün sonra, güvenlik gerekçesiyle saray bahçesine yerleştirdiği adamlarına verdiği emirle, Sultanın bileklerini kestirerek öldürtür.Hüseyin Avni Paşa, Marko Paşa`nın ölüm raporunu intihar olarak yazdığını söyleyerek, Ömer Bey`in de imzalamasını istedi. Ömer Bey(askeri doktor), cesedi görmeden imzalayamayacağını belirtti. Sonra ne mi oldu dersiniz; Hüseyin Avni Paşa ellerini Ömer Bey`in omuzlarına uzatarak, miralay rütbelerini söktü aldı. Dr. Ömer Bey, ertesi gün Libya`ya sürgüne gönderildi.
Bu kez 19 doktorun imzasını taşıyan bir rapor hazırlandı. Doktorlar yine cesedi tam olarak görememişlerdi. Doktorlardan biri, cesedin tamamını incelemeleri gerektiğini söyleyince, Hüseyin Avni Paşa `Bu cenaze AhmetAğa, Mehmet Ağa değildir, bir Padişah`tır, her tarafını açıp size gösteremem` cevabını verdi. Hüseyin Avni Paşa, en sonunda Dr. Mervan Bey`in yazdığı raporu beğendi ve bu rapor Abdülaziz`in ölümü konusunda resmi tarihimizin tek dayanağı olarak tarihteki yerini aldı. . Hadiseye intihar süsü verilmeye çalışılır. Sultanın cenazesi 5 Haziran 1876 günü babası Sultan II. Mahmud Han’ın Çemberlitaş’taki türbesine defnedilir.
MASON KUKLASI ŞEHZADE V MURAT
Abdulaziz Han’ın ölümü sonrasında Şehzade Murat, şimdi İstanbul Üniversitesi olan o zamanki Harbiye Nezareti binasında tahta geçirilir. Tarih 30 Mayıs 1876’dır ve herkes mutludur. Nihayet Osmanlı için konuşulan o tüm güzel şeyler, tasarlanan reform hareketleri ve nihayet Meşrutiyet hazırlıkları gün ışığına çıkacak, insanlar özledikleri o aydınlık ve hür ortama kavuşacaklardır.
Mithat Paşa, Anayasa Tasarısı’nı hazırlamak işini ele alır. Genç Osmanlılardan Namık Kemal ve Ziya Paşa gerekli tasarıyı hazırlayacak komisyona memur edilirler.
Murat tahta çıkalı henüz dört gün olmuştur ki, Fer’iye Sarayı’nda kapalı tutulan eski Padişah Sultan Abdülaziz’in, bir makasla “kol damarlarını keserek intihar ettiği” haberi gelir. Murat bu habere kahrolur. Zaten nazik yapılı bünyesi, müthiş bir ruhi sarsıntıya uğramıştır. Bu bir intihar mıdır, yoksa cinayet mi? Murat gerçeği ancak Hüseyin Avni Paşa’nın söyleyebileceğini bilir ama ne yazık ki hemen ardından o da öldürülmüştür. Abdülaziz’in eşlerinden birinin kardeşi olan Çerkez Hasan Mithat Paşa’nın konağını basmış ve tabancasıyla içerde toplantı halinde bulunan kabine üyelerinden önüne gelenin üzerine ateş açmıştır. Bazı paşalar, muhafızlar ve hizmetkârlar hayatlarını kaybederler. Bu olay da onu çok hırpalar. Sultan Murat buhrana girer. 1 Temmuz 1876 günü Sırbistan ve Karadağ, Osmanlıya savaş açarlar. Zaten sarsılmış olan Kabine, açıklara yeni nazırlar getirerek, askeri harekâtı düzenlemek zorunda kalır. Bütün bu karmaşa içinde Murat iyice bunalmış, ruhi çöküntüye uğramıştır. Bu durumda tahta geçecek tek isim II. Abdülhamit’tir. Nitekim 31 Ağustos 1876’da Osmanlı tahtına çıkan Abdülhamit, top sesleri eşliğinde tebrikleri kabul edecektir.
Sultan Abdulhamid Han
Sultan İkinci Abdülhamid, evlendikten sonra tüm boş zamanını ailesiyle, çocuklarıyla geçirmeye başladı. Sultan İkinci Abdülhamid, yıkılmak üzere olan Osmanlı İmparatorluğunu 33 yıl ayakta tutmayı başarmış Batının, diplomasisine hayran kaldığı büyük bir dehadır.
İngilizlerden para alarak düşmanın kuklası haline gelen Hüseyin Avni Paşa; Midhat, Mütercim Rüşdi, Mahmud Celaleddin ve Nuri paşalar, Şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi ile anlaşarak 1876'da Sultan Abdülaziz'i tahttan indirdiler ve çok geçmeden de şehid ettiler. Yerine çıkardıkları Şehzade Murad, rahatsızlığı sebebiyle ancak üç ay tahtta kalabildi. Bunun üzerine Şehzade Abdülhamid otuz dört yaşındayken 31 Ağustos 1876 Perşembe günü Osmanlı tahtına oturdu.
Savaşlar ve ekonomik kriz...
Sultan Abdülhamid Han'ın tahta çıktığı iki yıl içinde gelişen feci olaylarda padişahın sorumluluğu yok denecek kadar azdı. Çünkü bu sırada Osmanlı dış siyasetine yön veren devlet adamları yabancı diplomatların tesirinden çıkamıyorlardı. 2. Abdülhamid tahta çıktığı zaman Osmanlı Devleti tam bir bunalımın içindeydi. Karadağ ve Sırbistan'da savaş Osmanlı'nın aleyhine dönmüş, Bosna Hersek ve Girit'te ayaklanmalar başgöstermişti. Osmanlı ekonomisi krize girmiş ve Sadrazam Mithat Paşa ile arkadaşlarının batı hayranlığı Devlet-i Aliye'nin aleyhinde batı ile işbirliği yapar hale getirmiş, Meşrutiyet'in ilanı için yoğun talepler üzerine 23 Aralık 1876'da Birinci Meşrutiyet ilan edilmişti.
93 Harbi ve sonrası...
Meclis-i Mebusan'ın ilk işi ise Rusya'ya savaş ilan etmek oldu. Yaşanan 93 harbi Osmanlı'nın büyük sıkıntılar yaşamasına sebep oldu. Savaş sonunda yapılan Ayestafanos Antlaşması ile Makedonya, Batı Trakya, Kırklareli, Kars, Ardahan ve Batum Osmanlı'nın elinden çıktı. Ruslar Edirne'yi geçip Yeşilköy'e kadar gelmişlerdi. Doğuda ise Kars düşmüş ve Rus kuvvetleri Erzurum'a yaklaşmıştı. Savaşlarda on binlerce Müslüman-Türk şehid olurken, bir o kadarı da İstanbul'a akın etti. Muhacirler bir plan içinde Anadolu'nun çeşitli bölgelerine yerleştirilmeye çalışıldı. Bu sırada memleketin tek karar organı olan mecliste de tam bir anarşi hüküm sürmekte ve milletvekilleri hiçbir meselede bir araya gelemiyordu.
Şer güçlerle savaş halindeydi
Sultan Adülhamid, İngiltere ile yaptığı anlaşma karşılığından Ayestefanos Antlaşması'yla kaybedilen bazı toprakları tekrar Osmanlı Devleti'ne katmasını bildi. Borç batağına giren devleti borçtan kurtarmak için büyük zorluklara katlandı. Osmanlı Devletinin başına gelen felaketlerin dış devletlerin piyonu olmuş Osmanlı devlet adamlarının basiretsiz tutumlarından kaynaklandığını anlayan ve Hüseyin Avni Paşa gibi İngilizlerden para bile alanları gören Padişah, devlet hizmetinde çalışanları kontrol etmek üzere kuvvetli bir istihbarat teşkilatı kurdu.
Gerçekten de Sultan Abdülhamid'in bu tedbirleri almasındaki isabeti çok geçmeden görüldü. İngiliz taraftarı olup devletin ancak İngiliz yardımı ile kurtulabileceğine inanan Ali Suavi, Galatasaray Lisesi Müdürlüğünden azledilmesini hazmedemeyerek Çırağan Sarayına bir baskın düzenledi. Ali Süavi'nin hedefi, Sultan Abdülhamid Hanı saltanattan düşürmek ve yerine Beşinci Murad'ı padişah yapmaktı. Fakat Beşiktaş Zaptiye Amiri Hasan Paşa, kısa sürede isyanı bastırdı. Çıkan vuruşma sırasında Ali Suavi öldürüldü. (20 Mayıs 1878)
Ermenileri kullanarak suikast düzenledilerSULTAN Abdülhamid Han'ın fevkalade akıllı ve tedbirli siyaseti ile bütün İslam alemini kendisine bağladığını gören İngilizler, Osmanlı Devletinin iyiye gidişini durdurmak ve yıkmak için faaliyetlerini yoğunlaştırdılar. Bir taraftan Padişah aleyhine faaliyette bulunan İttihad ve Terakki Cemiyetini desteklerken, diğer taraftan Arabistan Yarımadasında bedevi kabilelerini ve Doğu Anadolu'da Ermenileri Osmanlı Devletine karşı kışkırttılar. Bu arada Sultan Abdülhamid, Ermenilerin, Avrupa devletlerinin dikkatlerini çekmek üzere giriştikleri isyanları anında bastırdı. Hatta bu iş için polis ve jandarmadan ziyade sivil halkı kullandı (1895-1896). Bunun üzerine Ermeniler bir arabaya yerleştirdikleri saatli bomba ile Padişah'ı Cuma namazından çıkışta öldürmek istediler. Fakat Abdülhamid Han, bu suikastten kurtuldu. Bütün bu faaliyetler onu, tatbik ettiği politikadan zerre kadar döndürmedi.
"Filistin kanla alındı, kanla verilir"
Memlekette çok büyük imar ve eğitim faaliyetleri başlatarak, çoğu şahsi parasından karşılanan cami, mescit, mektep, medrese, hastane, çeşme, köprü ve imarethane yaptırdı. Bu eserlerin tamamı 1552 adet olarak kayda geçti. Ayrıca ülkenin dört bir yanını demiryollarıyla döşetti.
Yunanlıların Girit'te isyan çıkartarak Türkleri katletmeye başlamaları üzerine Yunanistan'a savaş ilan etti. Bu savaş sonucunda Osmanlı Ordusu Atina'ya dayandı. Batılılar ve yandaşlarının zorlamasıyla ateşkes ilan edildi.
Filistin ve civarı için gelen Yahudilerin, "Osmanlı'nın borcunun tamamını biz ödeyelim. Sen de bize Filistin'de toprak ver" teklifine, Abdülhamid Han, "Bu topraklar kanla alındı. Kanla verilir." deyip, başlarındaki Teodor Herzl'i huzurundan kovdu ve Filistin'i hususi vakıf yaptı. İttihatçılar ise bu vakfiyeyi bozarak bugünkü Ortadoğu sorununu hazırladılar.
Doğu Anadolu'da Ermeni hareketlerine karşılık kurduğu Hamidiye Alayları ile bölgedeki asayişi ve Osmanlı hakimiyetini pekiştirdi.
31 Mart isyanı ve sonrasında gelişen olaylar
Dönemin iki güçlü devleti Almanya ve İngiltere'nin kurdurduğu İttihat ve Terakki Fırkası'nın ilk hedefi II. Abdülhamid'i tahtında indirmekti. Ancak sadece II. Meşrutiyetin ilanına muvaffak olmuşlardı. II. Meşrutiyet ile birlikte halkın Sultan Abdülhamid'e sevgisi ve bağlılığı daha da artmıştı. Bu nüfuzu ortadan kaldırmak için çeşitli kuklalar kullanan Batı, nihayetinde 31 Mart Vak'ası'nı bu memlekete yaşatmıştı. Miladi takvime göre 13 Nisan 1909 Salı gününe gelen bu olay, 33 yıl boyunca "Hasta Adam"ı ayakta tutmayı başarmış büyük padişahı tahtından etmişti.
Hareket Ordusu, İstanbul'da
31 Mart olaylarının bastırılmadığını iddia eden Selanik'teki Hareket Ordusu'nun başındaki birkaç aklı evvel, olaylara müdahale etmek ve vatanı kurtarmak(!) için İstanbul'a gelerek Yeşilköy'de durdu. Ordunun başında o devrin Hürriyet Kahramanı(!) Enver Paşa ve Mahmud Şevket Paşa bulunmaktaydı. İstanbul'da padişahı tahttan indirmek için geldiklerini gizlemek zorundaydılar. Çünkü Abdülhamid Han'a bağlı bulunan Hassa Ordusu'nun bir anda kendilerini yok edebilecek güçte olduğunu bilincindeydiler. Bütün bunlar olurken, Hassa Ordusu mesupları da Padişah'ı korumak için silah istemekteydi. Hatta bazıları silahlanmaya başlamıştı bile. Durumu öğrenen Sultan Abdülhamid Han, "Paşalar, ben Halife-i İslamım. Müslüman'ı Müslüman'a kırdırmam. Asker zinhar kurşun atmasın! Eğer kurşun atacaklarsa ilk önce beni vursunlar, sonra kurşun atmaya başlasınlar" demişti. Sultan Abdülhamid'in bu tutumu kardeş kavgasını ve bir iç savaşı istememesi olarak yorumlanmıştır. Sultan Abdülhamid Han'ın bu büyüklüğü sonucunda Hareket Ordusu hiçbir direnişle karşılaşmadan Yıldız Sarayı'na kadar gelip dayanmıştı. Saray'daki askerlerin Abdülhamid Han'ın emrine uyarak teslim olmasıyla Hareket Ordusu istediği gibi davranmaya başlamıştı.
"Bir Türk padişahına, İslâm halifesine hal kararını bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı?"HAREKET Ordusu'nun Yıldız Sarayı'nı ele geçirmesiyle birlikte İttihatçıların Sultan Abdülhamid Han için yapmak istedikleri operasyonun şekli de belirmeye başlamıştı. Öncelikle Meclis-i Mebusan'ın kararı gerekmekteydi. Tabii Meclis'teki hain sürüsü bu kararı almak için sadece 1 toplantı yapmış ve Abdülhamid Han'ı tahttan indirme kararı almışlardı. Kararı Padişah'a tebliğ için, bir heyet seçilmiş ve Yıldız Sarayı'na gönderilmişti. Heyetin teşekkül tarzı ise, Türk tarihinin en yüz kızartıcı hadiselerinden biri oldu. Heyette; Yahudi Emanuel Karasso, Arnavut Esat Toptani, Ermeni Aram Efendi ve Padişah'ın uzun seneler yaverliğini yapmış olan karışık soydan Arif Hikmet Paşa idiler. Padişah, gelenlerin kimler olduğunu, öğrenince; "Bir Türk padişahına, İslâm halifesine hal kararını bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı?" demekten kendini alamadı. Akabinde Padişah ve yanındakiler Hareket Ordusu'nun subayları eşliğinde Sirkeci Tren istasyonuna götürülerek özel bir trenle Selanik'e gönderildi. (27 Nisan 1909)
İttihatçılar daha sonra yanlarındaki çapulcularla birlikte Yıldız Sarayı'nı yağmalamaya başladı. Kelle avcılığına soyunan İttihatçılar çeşitli mahkemeler kurarak birçok Müslüman'ın kanına girdi. Sultan Abdülhamid Han, Selanik'te üç yıldan fazla kaldı. Yunanistan'ın Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etmesi üzerine, Gazi Ahmed Muhtar Paşa kabinesi, Sultan Abdülhamid Han'ın Selanik'te muhafazası zorlaşacağından, İstanbul'a nakledilmesini kararlaştırdı. 1 Kasım 1912 günü İstanbul'a getirilen Ulu Hakan, ikametine tahsis olunan Beylerbeyi Sarayı'na yerleştirildi.
Sultan Abdülhamit'in tahttan indirilmesinde Mason localarının büyük payı olduğunu Angelo İacovella şöyle özetler:
"Herkes tarafından bilinmeyen konuysa, sokaklarda yaylım ateşi sürerken, tutuklanmak üzere izlenen ve aranan liberallerin localarda himaye edildikleriydi; yeni ve beklenmedik devrimin karmaşık ve coşkulu hareketi localardan yönetiliyordu.(..) Gericiliği(!) kesin olarak kırmak için Jöntürkler padişahı tahttan indirdiler."
Sultan Abdülhamid Han, Beylerbeyi Sarayı'nda beş buçuk yıl yaşadı. 1918 yılının Şubat ayı başında hastalandı. Yetmiş yedi yaşındaydı. Şiddetli bir nezleye tutulmuş, yaşlılığından dolayı yatağa düşmüştü. 10 Şubat 1918 günü akşamı vefat etti ve Çemberlitaş'taki Sultan Mahmud türbesine defnedildi. 10 Şubat 1918
Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, II. Abdülhamit'in askeri darbe ile devrildiği II. Meşrutiyet ilanının 100. yılı olan 2008'i Hürriyet, Eşitlik ve Kardeşlik yılı ilan etti.
Loca'nın resmi yayın organı Tesviye Dergisi son sayısında "Hürriyet Eşitlik Kardeşlik" kapağıyla çıktı. Loca, Padişah 2. Abdülhamit'in askeri darbe ile devrildiği II. Meşrutiyet'in yanı sıra 1. Meşrutiyet'i de "mason kalkışma" olarak nitelendirdi.
meşrutiyetler,cumhuriyetin ilanı ve hilafetin kaldırılmasının sebebi mason kafirlerdir..