Oynat Uğurcuğum!
Hani hayatın içerisinde sürekli düştüğümüz şu ofsayt pozisyonları var ya, işte o pozisyonların görüntülerini tekrar tekrar ekrana getirmenin faydalı olacağı düşüncesindeyim. Zira ancak bu şekilde hatalardan ders almak mümkün oluyor. İstisnasız hepimizin zaman zaman bu karelerin içinde yer aldığı bilinen bir gerçek. Bu noktada da öncelikle İlahi kelam'a kulak vermekte yarar var:
"… O, sizi toz-topraktan var ederken de, annelerinizin rahminde saklı bulunduğunuzda da sizinle ilgili her bilgiye sahipti: O halde kendinizi temize çıkarmayın; [çünkü] O, kimin Kendisine karşı sorumluluk bilinci taşıdığını en iyi bilendir." (Necm: 32)
Sevdalarımızdan vaz mı geçtik, hedeflerimizi bir kenara mı bıraktık?
Tabii ki, hayır!
Lakin daha önce de defalarca dile getirdiğimiz gibi, hedefe varmanın yolu, muhasebe ve murakebeden geçiyor.
Madem öyle; oynat bakalım Uğurcuğum, neler varmış bir görelim.
İman kalplerimize yerleşmeyince Kur'an gırtlaklardan aşağı inmemiş bir türlü...
Nefsi sarıp sarmalamışız hep; zulüm, isyan ve fıskla...
Öncelikle sağlıklı bir İslami kimlik inşasının yerine, ‘İslami cinlikler’in(!) peşine düşmüşüz…
Bunu yaparken de ona buna sövmüş, şunu bunu dövmüş, berikini itip kakmışız...
Yalana, iftiraya, su-i zanna balıklama dalmış, hased edip kibirlenmiş, etrafa nifak saçmışız...
Ana-baba, eş-dost, çoluk-çocuk, konu-komşu "İllallah" demiş bizden...
Anlayacağınız aldığımız abdestin, kıldığımız namazın hakkını verememişiz hiç...
Yemişiz, içmişiz ama gözümüz doymamış her nedense...
Nimet içinde yüzdüğümüz halde ‘Ebu Zer edebiyatı’ yapmışız sürekli…
Hal böyle iken yine de, içselden önce siyasal, bireyselden önce toplumsal hedefler edinmişiz kendimize...
Yetime-öksüze bakmak, fakir-fukara eli tutmak şöyle dursun, propaganda faaliyetlerine harcamışız varımızı yoğumuzu...
Konu-komşu aç yatarken, “Bunlar cahiliyye toplumunun fertleri” diyerek elimizde avucumuzda ne varsa Filistin’e göndermişiz…
“Aynı yolun yolcularıyız” demişiz birbirimiz için, ancak kendi aramızda düşene el uzatmamış, kardeşlerimizi kaderine terk edip Lübnan’a yollamışız paraları…
Üstüne üstlük Müslüman olmadan önce İslamcı olmaya kalkışmışız...
İslam adına felsefi dille konuşup yazmış, sözde düşünce üretmişiz...
Teknik tabirler, kelime kökleri, geçişli geçişsiz fiiller havada uçuşmuş hep, ama hiç kimse hiçbir şey anlamamış anlattıklarımızdan...
Apaçık bir tebliğ yerine bekçi kesilmeyi tercih etmişiz milletin başına...
Sonunda; cihad, direniş ve inkılab adına oynanan maskeli balonun figüranları haline gelmişiz hep birlikte...
Sonra da 'Tevhidi Müslüman' demişler bize (ne demekse)...
Hadi canım siz de !
Ne diyordu Merhum Akif?
"Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile..."
Durdur Uğur!
Geri alıp tekrar seyretmeye ne hacet;
bariz ofsayta düşmüş oyuncular !
Bayram ertesi yine birlikte olabilmek dileğiyle…
Selam ve dua ile...
18 Eylül 2008 / İstanbul
Atilla Fikri Ergun
Hani hayatın içerisinde sürekli düştüğümüz şu ofsayt pozisyonları var ya, işte o pozisyonların görüntülerini tekrar tekrar ekrana getirmenin faydalı olacağı düşüncesindeyim. Zira ancak bu şekilde hatalardan ders almak mümkün oluyor. İstisnasız hepimizin zaman zaman bu karelerin içinde yer aldığı bilinen bir gerçek. Bu noktada da öncelikle İlahi kelam'a kulak vermekte yarar var:
"… O, sizi toz-topraktan var ederken de, annelerinizin rahminde saklı bulunduğunuzda da sizinle ilgili her bilgiye sahipti: O halde kendinizi temize çıkarmayın; [çünkü] O, kimin Kendisine karşı sorumluluk bilinci taşıdığını en iyi bilendir." (Necm: 32)
Sevdalarımızdan vaz mı geçtik, hedeflerimizi bir kenara mı bıraktık?
Tabii ki, hayır!
Lakin daha önce de defalarca dile getirdiğimiz gibi, hedefe varmanın yolu, muhasebe ve murakebeden geçiyor.
Madem öyle; oynat bakalım Uğurcuğum, neler varmış bir görelim.
İman kalplerimize yerleşmeyince Kur'an gırtlaklardan aşağı inmemiş bir türlü...
Nefsi sarıp sarmalamışız hep; zulüm, isyan ve fıskla...
Öncelikle sağlıklı bir İslami kimlik inşasının yerine, ‘İslami cinlikler’in(!) peşine düşmüşüz…
Bunu yaparken de ona buna sövmüş, şunu bunu dövmüş, berikini itip kakmışız...
Yalana, iftiraya, su-i zanna balıklama dalmış, hased edip kibirlenmiş, etrafa nifak saçmışız...
Ana-baba, eş-dost, çoluk-çocuk, konu-komşu "İllallah" demiş bizden...
Anlayacağınız aldığımız abdestin, kıldığımız namazın hakkını verememişiz hiç...
Yemişiz, içmişiz ama gözümüz doymamış her nedense...
Nimet içinde yüzdüğümüz halde ‘Ebu Zer edebiyatı’ yapmışız sürekli…
Hal böyle iken yine de, içselden önce siyasal, bireyselden önce toplumsal hedefler edinmişiz kendimize...
Yetime-öksüze bakmak, fakir-fukara eli tutmak şöyle dursun, propaganda faaliyetlerine harcamışız varımızı yoğumuzu...
Konu-komşu aç yatarken, “Bunlar cahiliyye toplumunun fertleri” diyerek elimizde avucumuzda ne varsa Filistin’e göndermişiz…
“Aynı yolun yolcularıyız” demişiz birbirimiz için, ancak kendi aramızda düşene el uzatmamış, kardeşlerimizi kaderine terk edip Lübnan’a yollamışız paraları…
Üstüne üstlük Müslüman olmadan önce İslamcı olmaya kalkışmışız...
İslam adına felsefi dille konuşup yazmış, sözde düşünce üretmişiz...
Teknik tabirler, kelime kökleri, geçişli geçişsiz fiiller havada uçuşmuş hep, ama hiç kimse hiçbir şey anlamamış anlattıklarımızdan...
Apaçık bir tebliğ yerine bekçi kesilmeyi tercih etmişiz milletin başına...
Sonunda; cihad, direniş ve inkılab adına oynanan maskeli balonun figüranları haline gelmişiz hep birlikte...
Sonra da 'Tevhidi Müslüman' demişler bize (ne demekse)...
Hadi canım siz de !
Ne diyordu Merhum Akif?
"Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile..."
Durdur Uğur!
Geri alıp tekrar seyretmeye ne hacet;
bariz ofsayta düşmüş oyuncular !
Bayram ertesi yine birlikte olabilmek dileğiyle…
Selam ve dua ile...
18 Eylül 2008 / İstanbul
Atilla Fikri Ergun