Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Peygamberimizin Hayatı Ve Daveti

A Çevrimdışı

Abdullah Yusuf

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Peygamberimizin Hayatı ve Daveti

Vahyin Başlaması, Hira Mağarasında

Efendimiz'in (s.a.) yaşı kırka yaklaşınca, geçmiş tecrübeleri, düşünce bakımın¬dan onunla kavmi ile arasındaki mesafeyi açmış, yalnızlık hoşuna gider olmuştu. Suyunu ve bir parça azığını alır, Mekke'ye 2 mil (yaklaşık 3.218 km) uzaklıkta bu¬lunan "Nur" dağındaki "Hira" mağarasına giderdi. Bu mağara 4 zira (160 cm) uzun¬luğunda, 1.75 zira (70 cm) genişliğinde gayet hoş bir mağara idi. Ailesi de bu ma¬ğaraya yakın bir yerde bulunuyordu. Ramazan ayını burada geçirir, gelen yoksulları doyurur, vaktini ibadetle ve kevnı ayetler (tabiat) üzerinde tefekkürle geçirirdi. O, kavminin şirk dolu inançları ve batıl düşüncelerinden memnun değildi. Ama önünde belirli bir metot, kalben mutmain ve razı olacağı açık-seçik bir yol da yoktu.(1)
Efendimiz'in (s.a.) uzleti (yalnızlığı) seçmesi, aynı zamanda Allah'ın onun için bir takdiri ve onu bekleyen büyük vazifeye bir hazırlık idi. Elbette insanlığın haya¬tına tesir etmek ve bu hayatı bir başka yöne çevirmekle görevlendirilecek olan ruh için. Evet, böyle bir ruh için dünya meşguliyetlerinden, hayatın gürültüsünden, günlük hayatı meşgul eden insanların basit duygularından sıyrılarak bir parça uzlet¬te bulunmak ve yalnız kalmak gerekliydi.
Cenab-ı Hak büyük emaneti taşımak, dünyanın gidişatını değiştirmek, tarihin a¬kışını bir düzene koymak için dünyaya getirdiği Efendimiz Hz. Muhammed'in (s.a.) böyle hareket etmesini takdir etmişti. Ona peygamberlik vazifesini yüklemeden üç yıl önce varlığın gerisindeki bu gizli gaybı varlıkları (ve gaybi hadiseleri) düşünme¬si için bu yalnızlığı ve uzlet hayatını takdir etmişti. (2)

Cebrail (a.s) Vahiy Getiriyor

Kırk yaşını tamamladığında -zira bu yaş olgunluk yaşıdır; peygamberlerin hep bu yaşta gönderildiği söylenmektedir- attık hayatının ufuklarında peygamberlik alametleri belirmeye başlamıştı. Bu peygamberlik alametlerinden biri "Rü'ya-yı Sadıka" idi. Gördüğü her rüya sabah aydınlığı gibi berrak bir şekilde gerçekleşiyor¬du. Böylece altı ay geçti. -Peygamberlik müddeti yirmi üç senedir. Bu rüya, pey¬gamberliğin kırk altı parçasından biridir.-
Hira mağarasında uzlete çekilişinin üçüncü yılının Ramazan ayında, Cenab-ı Hak dünya ehlini rahmete gark etmeyi diledi ve Efendimiz'e (s.a.) peygamberlik ihsan etti. Cebrail ona Kur'an-ı Kerim'den birkaç ayet indirdi. (3) Karine ve delilleri inceleyip araştırdığımızda ilk vahiy gününü Miladi 10 Ağustos 610 tarihine tesadüf eden 21 Ramazan Pazartesi gecesi olduğunu tayin edebiliyoruz. Bu tarihte Efendimiz'in (s.a.) yaşı 40 ka¬meri yıl 6 ay ve 12 gün idi. Bu da 39 Şemsi yıl 3 ay 12 gün kadardır'. (4)
Manevi nurdan bir şule olup küfür ve dalalet karanlıklarını ortadan kaldıran, hayatın akışını ve tarihin seyir çizgisini değiştiren bu kıssayı bize Hz. Aişe şöyle anlatıyor:
"Resulullaha (s.a.) gelen vahiy, ilk olarak "Rü'ya-yı Sadıka" ile başladı. Gördüğü her rüya sabah aydınlığı gibi berrak bir şekilde gerçekleşiyordu. Sonra yalnızlık hoşuna gider oldu.
Hira dağında kalıyor ve orada ailesinin yanına gitmeden birkaç gece ibadet edi¬yordu. Bunun için yanında azık bulunduruyordu. Azık bitince Hz. Hatice'ye (r.a.) gidip azık alıyordu.
Nihayet, Hira dağında iken melek ona geldi ve: -"Oku!" dedi. Efendimiz (s.a.) diyor ki:
-"Ben okuma bilmem." dedim. "Beni aldı ve yoruluncaya kadar sıktı ve sonra bana:"
-"Oku!" dedi. Efendimiz (s.a.) buyuruyor ki:
- "Ben okuma bilmem." dedim. "Beni aldı ve yoruluncaya kadar sıktı. Sonra bıraktı ve şunu okudu:"

"Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, zira Rabbin en çok ikram edendir. " (5)

Resulullah (s.a.) bu ayetlerle kalbi titreyerek döndü. Hz. Hatice'ye (r.a.) geldi. - "Beni örtün! beni örtün!" diyordu.
Üzerini örttüler. Nihayet titreme kayboldu. Hz. Hatice'ye durumu anlattı ve: -"Bana ne oluyor? Kendimden korkmaya başladım" dedi. Hz. Hatice de:
-"Asla, Allah'a yemin ederim ki, Allah seni hiçbir zaman rezil-rüsva etmeyecektir. Çünkü sen akrabayı ziyaret ediyorsun. Güçsüzün elinden tutuyorsun. Yoksula yardım ediyorsun. Misafire ikram ediyorsun. Üzerlerine gelen felaketler konusunda onlara yardımcı oluyorsun."
Hz. Hatice (r.a.), Efendimiz'i (s.a.) alıp amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'e gö¬türdü. Varaka, cahiliye devrinde Hıristiyanlığı kabul etmiş bilgili biriydi. İbranice yazabiliyordu. Gözleri görmez olmuş bir ihtiyar idi.
Hz. Hatice (r.a.) ona:
-"Ey amcamoğlu! Yeğenini dinle!" dedi. Bunun üzerine Varaka, Efendimiz'e:
-"Buyur yeğenim ... Ne diyorsun?" dedi.
Efendimiz (s.a.) gördüğü manzarayı anlattı. Varaka O'na:
-"Bu Hz. Musa'ya (a.s.) inen Namus'tur (Cebrail'dir). Keşke ben genç olsaydım. Keşke kavmin seni memleketinden çıkarırken ben de hayatta olsam!" dedi.
Efendimiz (s.a.):
-"Yoksa onlar beni memleketimden mi çıkaracaklar?" dedi. Varaka:
-"Evet. Senin getirdiğin davayı getiren hiçbir kimse yoktur ki ona düşmanlık edilmesin ... O güne erişirsem elimden geldiğince sana yardım ederim." dedi. Sonra çok geçmeden Varaka vefat etti. Vahiy de bir müddet kesildi. (6)
Taberi ve İbn Hişam, rivayetlerinde, Efendimiz'in (s.a.), ilk vahyi aldıktan ve Hira mağarasından çıktıktan sonra, "Nur" dağındaki vazifesini tamamladığını, bun¬dan sonra Mekke'ye döndüğünü ifade etmektedirler. Taberi'nin rivayeti, aynı za¬manda, mağaradan çıkış sebebine de ışık tutmaktadır. Taberi şöyle rivayet eder:
"Resulullah (s.a.) Vahyin gelişinden sonra şöyle diyordu: Allah'ın yarattıkların¬dan benim en çok hoşuma gitmeyenler (yalancı) şairler ve mecnunlardı. Bunlara bakmaya bile tahammül edemiyordum. Kureyş' in benden şair veya mecnun diye bahsetmesi benim için en kötü şey... Dağın başın çıkayım, kendimi oradan atıp intihar edeyim de kurtulayım, dedim kendi kendime. Bu gaye ile çıktım. Tam dağın ortasına geldiğimde gökyüzünden bir ses işittim. -"Ya Muhammed! Sen Allah'ın rasulüsün! Ben Cibril'im" diyordu.
Başımı göğe doğru kaldırdım. Bir de ne göreyim. Cibril bir adam şeklinde ve ayakları ufukta..
-"Ya Muhammed!.. Sen Allah'ın rasulüsün!.. Ben Cibril'im", diyordu.
Ona bakakaldım. Bu beni düşündüğüm şeyden alıkoydu. Ne ileri ne de geri gi¬debiliyordum. Yüzümü ondan çevirip gökyüzünde başka taraflara bakmaya başla¬dım. Nereye baksam onu görüyordum. Ne ileriye doğru gidebiliyordum, ne de geri dönebiliyordum. Olduğum yerde öylece kalakaldım. Sonra Hatice'nin yanına geldim. Dizinin yanına oturdum.
-"Ya Ebe'l-Kasım! Neredeydin? Allah'a yemin ederim ki seni aramak için adamlar gönderdim." dedi.
Gördüğüm şeyi ona anlattım. Bana:
- "Müjdeler olsun! Ayağını sabit tut. Hatice'nin nefsi elinde olan Allah'a yemin ederim ki senin bu ümmetin peygamberi olacağını ümit ediyorum." dedi.
Sonra Hz. Hatice kalkıp Varaka'ya gitti ve durumu ona anlattı. Varaka dedi ki: "Allah Allah! Varaka'nın nefsi elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ona, Musa'ya gelen Namus-u Ekber (yani Cebrail) gelmiştir. 0, bu ümmetin peygamberidir. (Ya Hatice) ona söyle: Ayağını sabit tutsun."
Hz. Hatice dönüp Varaka'nın söylediklerini haber verdi. Resulullah (s.a.) (Nur dağındaki ibadet ve tefekkür) vazifesini bitirince Mekke'ye geldi. Varaka onu buldu ve haberi¬ni dinledikten sonra: "Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, sen şüphesiz bu üm¬metin peygamberisin. Sana Musa'ya gelen Namus-u Ekber gelmiştir." dedi.

Vahyin Kesilmesi

Vahyin kesilme müddeti hakkında ibn Sa'd, Abdullah b. Abbas'tan (r.a.), bu süre¬nin birkaç gün olduğuna dair rivayetler nakletmiştir. Konunun bütün yönleri incelendiğinde tercih edilen, hatta kesinlik kazanan görüş de budur. Vahyin kesilmesi müdde-tinin üç sene veya iki buçuk sene olduğu yolundaki görüş sahih olamaz. Meselemiz ise bu görüşün tafsilatlı bir şekilde incelenip reddedilmesi meselesi değildir. (7)
Efendimiz (s.a.), vahyin kesildiği günlerde gönlü kırık, mahzun, hayret ve dehşet içinde idi. Buhar! bu durumu şöyle rivayet etmektedir:
"Bir müddet vahiy kesilmiş -Bize ulaşan haberlere göre- Peygamberimiz (s.a.) mahzun olmuştu. Birkaç kez, dağın zirvesinden kendini aşağıya bırakı vermek iste¬miş, o zaman Cibril kendisine görünmüş:
"Ya Muhammed!.. Sen hakikaten Allah'ın Resulüsün!" demişti. Bunun üzerine ruhu sakinleşmiş, kalbi istikrara kavuşmuştu. Vahyin kesilme müddeti uzadıkça tekrar aynı hal meydana gelmiş, tam dağın zirvesine çıktığında, Cibril kendisine görünerek onu vazgeçirmişti. (8)

Cibril ikinci Defa Vahiy Getiriyor

İbn Hacer el-Askalani der ki: "Bu durum (vahyin günlerce kesilmesi), Efendimiz'in (s.a.) hissettiği korkunun gitmesi ve tekrar vahyin gelmesini arzu etmesi içindi." (9)
Nihayet hayret gölgeleri kaybolup hakikatin alametleri ortaya çıktığında ve Resulullah (s.a.) artık ulu ve yüce Allah'ın peygamberi olduğunu ve kendisine gelen meleğin vahiy elçisi olup "sema haberlerini” ulaştırdığını yakinen anladığında, me¬leğin tekrar görünüp vahiy getirmesini arzuladığında, melek ona ikinci defa geldi.
Buhar!, Cabir b. Abdullah (r.a.)'dan rivayet ediyor: Efendimiz (s.a.), vahyin ke¬silmesini şöyle anlattılar: (10)
"Yürürken gökyüzünden bir ses işittim. Göğe doğru gözlerimi çevirdim. Bir de ne göreyim: Bana Hira'da gelen melek yerle gök arasında bir kürsüde oturmuştu. Korkuya kapılarak yere düştüm. Sonra aileme geldim.
-"Beni öliün! Beni örtün! " dedim.
Bunun üzerine Cenab-ı Hak "Ey elbisesine bürünen (Peygamber), Kalk da (insanlığı azapla) korkut! Rabbini yücelt! Elbiseni de (daima) temiz tut! Günahı terk et!" ayetlerini indirdi. Sonra vahiy arttı ve ard arda gelmeye başladı." (Müddessir, 1-5)

Safiyyurrahman Mubarek furi



(1) El-Mansur –Furi, rahmetün li’l-alemin, I/47; ibn Hişam, es-Siretü’n nebeviye, I/235-236; Seyyid Kutub, Fi zilalil Kur’an XXIX/66,)
(2) Seyyid Kutub a.g.e. XXIX/166-167
(3) İbn Hacer der ki. "Beyhaki rüyanın müddetinin altı ay olduğunu söylemiştir. Buna gere rüya ile peygam¬berliğin başlaması, doğduğu ay olan Rablu'l-evvel ayında 40 yaşını tamamlamasıyladır. Uyanık iken gelen vahyin başlangıcı Ramazan ayındadır" (ibn Haceri'l-Askalani, Fethuı 'I-Bari. 1/27)
(4) Tarihçiler, peygamberliğin verildiği ve ilk vahyin indirildiği ay hakkında ihtilaf etmişlerdir. Büyük bir grup Rabiulevvel ayı, diğer bir grup Ramazan ayı olduğu görüşünü ileri sürmüştür. Recep ayı olduğu da söylenmiştir, (bkz. Abdullah en-Necdi, Muhtarasu Sireti 'r-Resu/, s. 75).
-Biz, mealen "Ramazan ayı öyle bir aydır ki Kur'an bu ayda indirilmiştir." (Bakara 185) ve yine "Biz onu (Kur'an'ı) Kadir Gecesi'nde indirdik" (Kadr, 1) ayetleri sebebiyle ikinci görüşü (yani Ramazan ayında olduğunu) tercih ettik. Malumdur ki Kadir Gecesi Ramazan ayındadır. Cenab-ı Hakkın mealen "Biz onu (Kur'an'ı) mübarek bir gecede indirdik. Şüphesiz biz azapla inzar ediyoruz." (Duhan. 3) aye¬tindeki mübarek geceden murad (Allahu alem) Kadir gecesidir. Ayrıca Efendimizin (s.a.) Hira'da Ra¬mazan ayında uzlete çekilmesi. Cebrail'in Hira mağarasında kendisine gelişi de buna delildir.
- Vahyin başlangıcının Ramazan'da olduğu görüşünde olan alimler bu günün hangi gün olduğu husu¬sunda ihtilaf etmişlerdir. 7. gün. 17. gün. 18. gün denilmiştir, (bkz. Abdullah en-Necdi. Muhtasaru Sireti'r-Resul, s.75, Rahmetlin lil alemin, 1/49) M. el-Hudari Muhadarat'ta 17. gün olduğu hususunda ısrar etmiştir (Muhadaratu Tarihil-Ümemi 'l-islamiyye, I/69)
-Biz bu görüşte olan alim görmediğimiz halde "2 I. günü" tercih ettik, çünkü Siyer alimlerinin hepsi veya pek çoğu Efendimize (s.a.) "Pazartesi" günü peygamberlik verildiğinde ittifak etmişlerdir. Hadis alimlerinin Ebu Katade (r.a)'den rivayet ettikleri hadis-i şerifte bunu te'yid etmektedir. "Efendimize (s.a.) Pazartesi günü oruç tutmak soruldu. Buyurdular ki. "O gün dünyaya geldim. O gün bana (ilk va¬hiy geldiği) gündür." (Sahihul Müslim, K. es-Sıyam. Hadis No, 196-197. I/368, Ahmed b. Hanbel, el-miisned, V/297.299, Beyhaki, Beyhaki, es-Sünenül-Kübra. LV/268-300, Hakim. el-Miistedrek, 11/2-6) -Bu yılın Ramazan ayında Pazartesi günü sadece 7, 14. 21 ve 28. günlere tesadüf etmektedir. Sahih riva¬yetler "Kadir Gecesinin Ramazan'ın son on günündeki tek gecelerde olduğunu ve bu geceler arasında za¬man zaman değiştiğini göstermektedir. "Biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik" (Kadir,1) ayetini, Ebu Katade'nin Efendimizin (s.a.) peygamberliğinin Pazartesi günü başladığı rivayetini ve bu yıldaki Ra¬mazan ayındaki pazartesi günlerinin hangi günlerde olduğunu belirten ilmi takvim hesabını karşılaştırdı¬ğımızda Efendimize (s.a.) ilk vahyin 21 Ramazan Pazartesi gecesi geldiği ortaya çıkmaktadır.
(5) İlk inen ayetler meali zikredilen Alak Suresinin ilk üç ayeti değil ilk beş ayettir.
(6) Sahihul –Buhari, K. Bed'il-Vahy, Bab No, 3 Sahihil -Buhari, K. et-Tefsir, Tesiru Sureti'l-Alak, Bab 1-3, K. et-Ta'bir, Bab No, 1; Sahihu 'I-müslim, K. el-İman, Hadis No, 252-254; Ahmed b. Hanbel, el-Miisned, VI/153.232.
(7) Bu husustaki farklı rivayetler için bkz. İbn Hacer el-Askalani, Fethu’l-Bari, I/27
(8) Sahihul Buhari K.et-Ta’bir, Bab (1), II/34
(9) Hacer el-Askalani, Fethul-Bari, I/27 (K. Bed'il-Vahy. Bab (3), Hadis No. 3 şerhi)
(10) Sahihul buhari, K, et-Tefsir, Bab 5. II/733.
 
A Çevrimdışı

Abdullah Yusuf

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Peygamber'imizin Yakınlarına Daveti

Efendimiz'in (s.a.) davetine Haşimoğulları ve beraberlerinde Muttalib b. Menafoğullarından bir grup olduğu halde katıldılar. Sayıları kırk beş kişi kadardı. Ebu Leheb öne atılarak: "Bunlar senin amca oğullarındır. Konuş işte. Atalarına muhalefeti bırak. Bil ki bütün Arapların karşısında senin kavminin hiçbir gücü yoktur. Kaldı ki seni en önce ben haklamak isterim. Bu hususta amcaların sana yeter! Eğer böyle devam edersen amcalarının seni cezalandırmaları, diğer Arapların da yardımıyla Kureyş kollarının senin üzerine saldırmalarından daha kolaydır. Amcalarına senin getirdiğinden daha kötü bir şey takdim eden hiç kimse görmedim." dedi.
Efendimiz (s.a.) sustu ve bir şey söylemedi.
Sonra onları ikinci defa davet etti ve söze şöyle başladı:
"Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, sadece O'ndan yardım diler, O'na iman eder ve O'na dayanırım. Allah'tan başka ilah olmadığına ve O'nun ortağı bulunmadığına şahadet ederim."
Ve konuşmasını şu şekilde sürdürdü: "Önder olan, kendi halkına yalan söylemez. Kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki, ben Allah'ın hassaten size ve umumen bütün insanlığa gönderdiği rasulüyüm. Allah'a yemin ederim ki, tıpkı uyuduğunuz gibi öleceksiniz. Uyandığınız gibi dirileceksiniz. Yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz. Ya ebedi Cennet'e ya da ebedi Cehennem'e gireceksiniz. "
Ebu Talib bunun üzerine şöyle konuştu: "Sana yardım etmek bizim için ne kadar güzel. Sana destek olmaya ve sözünü en kuvvetli şekilde tasdik etmeye geldik. Bunlar amcalarındır, aynı fikirde birleştiler. Ben de onlardan biriyim ve senin arzu ettiğine en hızlı ben koşuyorum. Emrolunduğun şeyi tatbik et. Allah'a yemin ederim ki seni müdafaa etmeye ve sana karşı çıkana mani olmaya devam edeceğim. Ancak yine de nefsim Abdülmuttalib'in dininden ayrılmayı kabul edemiyor."
Ebu Leheb ise şöyle diyordu: "Allah'a yemin ederim ki bu ayıptır. Başkası ona mani olmadan siz mani olun."
Ebu Talip de:” Hayır, hayatta olduğumuz müddetçe onu müdafaa edeceğiz” diye cevap verdi. (1)

Safiyyurrahman Mubarek furi

(1) – İbnu’l-Esir, Fıkhu’s-Sire, s.77-78
 
A Çevrimdışı

Abdullah Yusuf

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Peygamber'imiz Safa Tepesi'nde

Efendimiz (s.a.), Ebu Talib'in himaye taahhüdünü aldıktan sonra, bir gün Safa Tepesi'nde ayağa kalkarak: "Ey cemaat! .. " diye seslendi. Bunun üzerine bütün Kureyş toplandı. Efendimiz de (s.a.) onları Allah'ın birliğine, kendisinin peygamberliğine ve ahiret gününe iman etmeye çağırdı.
Buhari bu kıssanın bir kısmını Abdullah b. Abbas'tan şöyle rivayet ediyor: (1) "Yakın akrabalarını korkut." ayeti nazil olunca Peygamberimiz (s.a.) Safa Tepesi'ne çıkarak Kureyş kollarına: "Ey Fihroğulları! Ey Adiyoğulları! v.s" diyerek seslenmeye başladı. Nihayet herkes toplandı. Gelemeyenler ne olup bittiğini kendilerine haber vermeleri için adam göndermişlerdi. Ebu Leheb'le birlikte diğer Kureyş'liler de geldiler.

Efendimiz (s.a.) şöyle hitap etti:
- "Size şu arkadaki vadide hücum etmek üzere bekleyen süvarilerin bulunduğunu haber versem ne dersiniz? Beni tasdik eder misiniz?"
- "Evet, çünkü senin doğru sözlü olduğunu biliyoruz" dediler. Efendimiz (s.a.):
- "Ben önünüzdeki şiddetli azaptan sizleri korkutmakla görevliyim" dedi. Bunun üzerine Ebu Leheb:
- "Helak olasın! Bizi bunun için mi topladın?" dedi. Bundan sonra da içinde; "Ebu Leheb'in iki eli kurusun, helak olsun." (Tebbet, 1-5.) ayeti bulunan Tebbet Suresi indi.

Müslim de bu kıssanın bir başka şeklini Ebu Hureyre'den şöyle rivayet ediyor: (2) "Yakın akrabalarım korkut" ayeti inince Resulullah (s.a.) uzak-yakın herkesi davet etti. Sonra da şöyle hitap etti:

- "Ey Kureyş topluluğu! Kendinizi Cehennem ateşinden kurtarın. Ey Ka'boğulları topluluğu! Kendinizi Cehennem ateşinden kurtarın. Ey kızım Fatıma! Kendini Cehennem ateşinden kurtar. Allah'a yemin ederim ki ben Allah'ın huzurunda sizin için hiçbir şey yapamam. Ben ancak bunu size haber veren bir yakınınızım."
Bu yüce nasihat, son derece beliğ bir ifadeydi. Resulullah (s.a.) en yakınlarının bu mesajı kabul etmelerinin aralarındaki münasebetin devamı için şart olduğunu, Araplar arasındaki ırk taassubunun Allah tarafından gelen bu inzarın harareti karşısında eriyip yok olduğunu açıkça bildiriyordu.

Hakkı Haykırma ve Müşriklerin Tepkileri

Bu ses, Mekke'nin dört bir köşesinde yankılanırken Cenab-ı Hakk'ın şu ayeti nazil oluyordu: "Şimdi sen ne ile emrolunuyorsan apaçık bildir! Müşriklere aldırış etme!" (Hicr, 94)

Bunun üzerine Efendimiz (s.a.) şirk, hurafe ve batıl inançların bulunaklığını açıklıyor, putların gerçek yüzünü ve hakikatte putların ne kadar değersiz olduklarını anlatıyor, atasözleri ve vecizelerle putların acizliğini ortaya koyarak putlara tapanların ve onları Allah'la kendi aralarında şefaatçi kabul edenlerin açık bir sapkınlık içinde bulunduklarını delillerle beyan ediyordu.
Müşriklerin ve puta tapanların sapkınlıklarını açıkça ilan eden bu sesi duyduklarında Mekke halkı kızgınlık hisleriyle kaynamış, kınama ve garip karşılama dalgalarıyla dalgalanmıştı. Sanki bu ses bulutları çarpıştıran, göğü gürleten, yıldırımlar yağdıran, sakin havayı sarsan bir felaketti onlar için... Adet ve geleneklerinin yok olmasından korkan Kureyş, ansızın ortaya çıkan bu devrimi kökünden kazımak için hazırlanmaya başladı.
Hareket geçtiler... Çünkü onlar biliyorlardı ki, "iman"ın manası Allah'tan başka her şeyin "ilahlığını-ilah kabul edilmesini" reddediyordu. Peygamberliğe ve ahiret gününe imanın manası: Başkalarının hakimiyeti bir yana, kendilerinin bile canları ve malları konusunda serbestçe hareket edemeyecek şekilde tam anlamıyla Allah ve Resulüne boyun eğmeleri, mutlak olarak teslim olmaları demekti.
Bu, kavimleri üzerinde din adına devam ettirdikleri hakimiyet ve sultalarının yok olması, Allah ve Resulünün rızası karşısında kendi arzularını bırakmaları, ezilmiş fakir tabakaya yaptıkları zulüm ve haksızlıklardan vazgeçmeleri, sabah-akşam işle¬dikleri günahları terk etmeleri anlamına geliyordu.
Mekkeli müşrikler tevhidin manasını anlamışlar, ancak nefisleri bu rezil yaşayışı terk etmeye razı olamamıştı. Halbuki içinde bulundukları durumun kötülüğünün ken¬dileri de farkındaydılar. "Bilakis insanoğlu daima kötülük yapmak ister." (Kıyamet 5 )

Safiyyurrahman Mubarek furi

(1) Buhari, K. et- Tefsir, Bab 2, I/385.
(2) Sahihu’l -Müslim, K. el-İman, Hadis No, 348, 1/114
 
Üst Ana Sayfa Alt