Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Risale-i Nurdaki Şirk Sözler

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
T Çevrimdışı

tevhidnesli

Üyeliği İptal Edildi
Banned
RİSALE-İ NURDAKİ ŞİRK SÖZLER

Risale-i Nur’un şefaatçı kabul edilmesiŞuâlar, Onüçüncü Şua’da geçen;…Bütün arkadaşlar lâ ilâhe illallah zikrine devam ediyorduk. Zelzele bütün şiddetiyle devam etmekteydi. O sırada hatırımıza geldi, Risale-i Nur’u aşkla ve bir saikle üç-beş defa şefaatçi ederek Cenab-ı Hak’tan halâs ettik.(Bu apaçık şirk değil midir?) Elhamdulillah derhal sakin oldu…Risalei Nur’un darda kalanlara ve günahkârlara yardım etmesi “Darda kalmış kişi dua ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hâkimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz..” (Neml 27/62) “De ki, Allah’ın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gidermeye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler. (isrâ 17/56) ayetlerini hatırda tutarak aşağıdaki bölümü okuyalım.. Sikke-i Tasdik-i Gaybî’de geçen bir şiirde: “Cürmümüzle külhan gibi pürnârız, Dert elinden hem her gün zâr u zârız. Affet bizi madem sana hep yârız, Ey nur-u rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur! Çevrildi ateşle bu koca dünya, Bir cehennem gibi kaynadı derya. Yetiş imdada ey şâh-ı evliya! Ey bu zamanda rahmet-i âlem Risaletü’n-Nur!” Risalei nurlar sığınılacak, af dilenecek makam, âlemlerin rahmeti olarak gösterilmektedir. Bu şiir yukarıdaki ayetlere ve Kur’ana göre şirktir. Çünkü af istenecek, sığınılacak, yardım istenecek Risale değil Allah; alemlerin rahmet nuru Risaleler değil Kur’an-ı Kerim’dir. Risale-i Nur’un ve talebelerinin manevî kişiliğinin Gavs-ı Âzam olması İslama göre “Gavs” (kendisine sığınanlara yardım eden) sadece Allah ‘tır. “yalnızca Sen’den yardım dileriz.” Ayetinin ışığında Kur’an; yardım istemek için bizleri Allah’a yöneltir. Aksi inanç ise şirktir. Fakat bakalım Risaleler yardım için kimlere yönlendiriyor.. Kastamonu Lâhikası’nda geçen;“Ben, eskide, Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum. Şimdi anlıyorum ki, Gavs-ı Âzam’da, kutbiyet ve gavsiyetle beraber, “Ferdiyet” dahi bulunduğundan, âhirzamanda, şakirtlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o Ferdiyet makamının mazharıdır. Sözüyle Said Nursi Risale-i Nur’u “Gavs” olarak kabul etmiş olup şirk işlemiş oluyor.Risalelerin koruyucu kabul edilmesi Emirdağ Lahikası, Yirmi Yedinci Mektup’da geçen: “ bîçare Ceylan yanıma geldi, dedi: “Biz yanıyoruz, mahvolduk.” Ben de iki gün evvel mağazalarında bulunan Âyet-ül Kübra’nın bir kısım matbu’ nüshalarını yanıma getirmek için söyledim, fakat getirmedi. Demek o ateşi söndürmek için orada kalmıştı. Ben de Risale-i Nur’u ve Âyet-ül Kübra’yı şefaatçı yapıp: “Ya Rabbi kurtar” dedim. Üç saat o dehşetli yangın hücumundabütün o büyük daireyi mahvetti. Altında ve bitişiğindeki dükkânları bütün yaktı, yıktırdı. Risale-i Nur’un ve Âyet-ül Kübra’nın hıfzında (korumasında) olan mağazaya kat’iyyen ilişmedi ve altındaki şakirdin dükkânı da müstesna olarak sağlam kaldı.” Sözleriyle Said Nursi Risalelerin yangına engel olduğunu, mağazayı koruduğunu iddia ederek şirk işlemiştir. Vahdeti vucud inancının kabul edilmesi Öncelikle, Vahdeti Vucud inancının kurucusu olan İbn Arabî’nin inandığı Allah’ın, Kur’an’ın anlattığı Allah olmadığını belirtelim, zira onun Allahı, her an yoktan yaratan, ahlâkî sıfatlara sahip olan şahsî bir Allah değildir. İbn Arabî, inandığı Allah’ı insana bağımlı kılmakta, insanı bir bakıma Allah’ın yaratıcısı kabul etmekte ve böylece insanı ilâhlaştırmakla din dairesinden çıkmış bulunmaktadır. Şimdi bu küfür ve şirk dolu inançla ilgili Said Nusi’nin cümlelerine bakalım..Lem’alar, Yirmisekizinci Lem’a; “Öyle de: Vahdet-ül-Vücûd mes’elesi gibi hakaik-ı ulviye,(yüce bir hakikat) ehl-i gaflet ve esbab içinde dalan avamlara girse, tabiat telâkki edilir ve üç mühim zarar verir.” Lem’alar, Dokuzuncu Lem’a; “…. Muhyiddin-î Arabî demiş: “Ruhun mahlukiyeti inkişafından ibarettir.” O suâl ile benim gibi zaif bir biçareyi Muhyiddin-î Arabî gibi müthiş bir harika-i hakikat, bir dâhiye-i ilm-i esrâra karşı mübarezeye mecbur ediyorsun. Fakat madem nusûs-u Kur’ana istinaden bahse girişeceğim, ben sinek dahi olsam o kartaldan daha yüksek uçabilirim. Belki: Hazret-î Muhyiddin aldatmaz, fakat aldanır. Hâdîdir, fakat her kitabında mühdî olamıyor. Gördüğü doğrudur. Fakat hakikat değildir.Vahdet-ül-Vücud ise bir meşreb ve bir hal ve bir nâkıs mertebedir. Fakat zevkli, neş’eli olduğundan, seyr ü sülûkta o mertebeye girdikleri vakit çoğu çıkmak istemiyorlar, orada kalıyorlar; en münteha mertebe zannediyorlar.”Nur Risaleleri’nde oldukça yumuşatılarak geçiştirilmiş olan konu hakkında Said Nursî’nin ifadeleri birbirini tutmamaktadır. Getirdiği izahlarda tutarlılık olduğu söylenemez. Bu şirk inancını bir yandan “tevhide gark olmak, tevhide dalmak, Hüdâperestlik, zevkî bir tevhîd, ulvî hakikatlar” vb. sözlerle nitelemektedir; diğer yandan da İslâmî esaslara aykırılığını bildiğinden “bunu avam anlayamaz” tarzında bir gerekçe ile insanları bu öğretiden men etmeye çalışmaktadır. Bu ne menem bir tevhittir ki, “avamın eline geçince onları firavunlaştırma, nefislerini mâbûd edinme” gibi gizli (potansiyel) bir tehlikeyi de içermektedir. Said Nursi’ye “Bediüzzaman” lakabı verilmesi Bedii’in sözlükte iki anlamı vardır: Biri; örneği ve benzeri olmayanı yaratmaktır. İkinci anlamı ise; “örneği ve benzeri olmayan, harika varlıktır. Kur’ana göre bu özellikler yalnız Allah’a aittir:“O (Allah), göklerin ve yerin bedi’idir.”(Bakara 117) Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, Sekizinci Şua’da konuyla ilgili;“…Hem şimdi anlıyorum ki: Eskiden beri benim liyakatım olmadığı halde bana verilen Bediüzzaman lâkabı benim değildir. Belki, Risale-i Nur’un mânevî bir ismi idi. Zâhir bir tercümanına âriyeten ve emaneten takılmış. Şimdi o emanet isim, hakikî sahibine iade edilmiş.” cümlesi geçer. Öyleyse soralım: Neden bu sıfatı Şakirtlerden başka hiç kimse âlimleri için kullanmıyor? Tarihte bu sıfatı kullanan hangi peygamber, hangi âlim var? El cevab: Yok. Çünkü bu apaçık bir şirktir, bunun lamı cimi de olamaz. Fakat Risale-i Nur’un tercümanı, müritlerince yakıştırılan bu sıfatı kabullenmiş eyvallah demiştir. Hz. Ali’nin ve evliyaların Geleceği (Gaybı) bildiği iddiasıSikke-i Tasdik-i Gaybî, Onsekizinci Lem’ada geçen; “….Hz. Ali diyor: “…. Evveli dünyadan kıyamete kadar ulum-u esrar-ı mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş, kim ne isterse sorsun, sözümüze şüphe edenler zelil olur.” Sike-i Tasdiki Gaybi Sekizinci Lemada geçen; “…ulûm-u evvelîn ve ahirîni bildiğini müftehirane iddia eden Hz. Ali (R.A.)…” Said-i Nursi Şuâlar, On Dördüncü Şuâ “…Hattâ, evliyanın bir kısmı, keramet-i gaybiyelerinde Risale-i Nur’u aynı o âhir zamanın hidâyet edicisi olduğu, bu tahkikatla teville anlaşılır diyorlar.” Siracü’n-Nûr isimli kitapta;“…Evet Hazret-i Ali Radıyallahü Anh, “Kaside-i Celcelûtiye”de iki suretle Risâle-i Nur’dan haber verdiği gibi..”,Denizli Müdâfâsı’nda ise Hz.Ali haşa Said’in geleceğini haber verir ve Said’le konuşur; “Hz. Ali’nin kasidesinde ebced hesabıyla, “binüçyüzellide Said-i Kürdî gelecektir” çıkıyor. Hülâgû’dan ve latin hurufundan ve İslâm deccalından ve bir kısım ulemâların yanlışlarından kat’i haber veren İmam-ı Ali o cümle ile biçare Said’e diyor: “Sen o zamana yetişeceksin. Cenab-ı Hak’tan muhafazanı niyaz eyle”Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, Sekizinci Şua’da;“… Birden bir ihtar-ı gaybî gibi kalbime denildi: İmam-ı Ali Radıyallahü anhü Risale-i Nur ile çok meşguldür. Mecmuundan haber verdiği gibi kıymetdâr risalelerine de işaret derecesinde remzedip îma ediyor. Eğer sarîh bir surette gaybdan haber vermek (çok zararları bulunduğundan hikmete münafi olduğu cihetle) hikmet-i İlâhiye tarafından yasak olmasa idi tasrih edecekti.” (Güya Hz. Ali, gerçek bir şekilde gaybı biliyor fakat Allah, bu gaybın açıkça haber verilmesini yasakladığı için sadece işaret yoluyla söylüyor!!!)Said Nursî ve Nur Risaleleri hakkında verilen bunca haberin (!) yanı sıra daha başka haberler de (!) vardır. Bunların en yoğun olanı “Keramet-i Gavsiye” adıyla takdim edilen Şeyh Abdülkadir Geylânî’nin haberleridir.Sike-i Tasdiki Gaybi Sekizinci Lemada geçen;“On dördüncü asırda “El-Kürdî” lâkabiyle yâdedilen Molla Said, benim müridimdir. O fitne ve belâ asrının her şer ve fitnesinden, Allah’ın izniyle ve havl-i kuvvetiyle onun muhafızıyım.”Hz. Ali’nin Risaleyi şefaatçi kılıp yardım istediği iddiasıAllah’tan başka bir dostunuz ve şefaatçınız yoktur. Düşünüp öğüt almıyor musunuz?” (Secde 4) “De ki: Göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse gaybı bilmez. ” ( Neml, 65)Allah’ın kitabındaki bu ve benzeri ayetleri bizden de iyi bilen Hz. Ali acaba Said-i Nursi’nin dediği gibi yapmış mıdır? Bakalım bu konuda Said-i Nursi ne diyor? Şuâlar, On Beşinci Şuâ’da Hz.Ali’nin gaybı bildiği ve Risaleden yardım istediği geçer; “ Birinci Kelime لا إله إلا الله tır. Bundaki hüccet ise matbu’ Âyetü’l-Kübra Risalesidir. O emsalsiz hüccetin harikalığı içindir ki; İmam-ı Ali (R.A.), Nur’un eczalarından haber verdiği sırada وبالآية الكبرى أمني من الفجت (Ayetül Kübrâ hakkı için beni ani ölümden koru) deyip o Âyetü’l-Kübra’yı şefaatçı yaparak…” Bu iddia, Hz. Ali’ye (r.a.) atılmış bir iftiradır; çünkü Hz. Ali Allah’ın Kitabını en iyi bilenlerdendir. Hz. Ali, şahadeti ile bitecek olayların bile sonuçlarını kestirememişken, kendisinden yüzyıllar sonra gelecek bir adamdan ve onun risalelerinden haber verecek… Üstelik onca sıkıntısının arasında oturacak ebced ve cifir hesapları yaparak, bu kitaplardan yardım isteyecek. Allah’tan başkasından yardım isteyip ölülere sığınma ve ölmüş bir insanın kendisinden yüzlerce yıl sonra yaşayan başka insanlara yardım ettiği iddiası“De ki, Allah’ın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gidermeye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler”. (isrâ 17/56) “Onları çağırsanız, çağrınızı işitmezler; işitmiş olsalar bile size karşılık veremezler; kıyâmet günü de sizin ortak saymanızı tanımazlar. Hiç kimse sana, her şeyin iç yüzünü bilen Allah gibi, haber veremez.” (Fatır 35/14) Bu ayetleri hatırda tutarak aşağıdaki yazılara bir bakalım.Sike-i Tasdiki Gaybi Sekizinci Lemada geçen;“On dördüncü asırda “El-Kürdî” lâkabiyle yâdedilen Molla Said, benim müridimdir. O fitne ve belâ asrının her şer ve fitnesinden, Allah’ın izniyle ve havl-i kuvvetiyle onun muhafızıyım.” …. Gavs’ın o müridi mahfuz kalmıştır. Korktuğu şer ve mehâlikten bir hıfz-ı gaybî ile kurtulmuştur” “O Gavs’ın müridi olan Said-ül-Kürdî, …. Allah’ın izniyle, havl ve kuvvet-i Rabbânî ile ona imdad etmişim ve istimdadına yetişmişim.” “ve Gavs-ı Azam’ın ceddi ve üstadı olan Hz. Ali (R.A.; …. Risale-i Nur şâkirdleri … o müthiş mehalike karşı sarsılmadıkları halde imdat-ı ruhaniye ve kuvve-i maneviyenin takviyesine pek çok muhtaç oldukları bir zamanda o ulûm-u evvelîn ve ahirîni bildiğini müftehirane iddia eden Hz. Ali (R.A.) hiç mümkün müdür ki; Evladından olan Gavs-ı Geylani’den geri kalsın. .. Risale-i Nur şâkirdlerinin imdadına yetişmesin. Elbette bu suretle yetişir ve yetişti. “Ben sekiz-dokuz yaşında iken, nahiyemizde ve etrafında bütün ahali Nakşî Tarikatında ve orada Gavs-ı Hîzan adıyla meşhur bir zattan yardım isterken, ben akrabama ve bütün ahaliye aykırı olarak “Yâ Gavs-ı Geylanî” derdim. Çocukluk itibariyle ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şeyim kaybolsa, “Yâ Şeyh! Sana bir fatiha, sen benim bu şeyimi buldur” derdim. Şaşırtıcıdır ama yemin ederim ki, böyle bin defa Hazret-i Şeyh, himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiştir.” Demek Cenâb-ı Hak o kudsî üstadımı, bir melek-i sıyanet gibi bana muhafız kılmış” Gençlik Rehberinde geçen;“ Hz.Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dan imdat ve Risale-i Nur’un şahs-ı mânevisinden himmet dileyerek çalışıyoruz” Mektubat, Birinci Mektubta geçen;Hattâ Seyyid-üş-şüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahü Anh, mükerrer vakıatla kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi.”. Barla Lâhikası, Yirmi yedinci Mektupta geçen;“ Hele Gavs-ı A’zam Şeyh Geylânî Hazretlerinin kerâmet ve ihbârât-ı gaybiyesini hemşîreniz o kadar lezzet ve muhabbetle dinliyor ki, üç sene evvelisi hastalığa tutulduğu vakit, o halinde ve kısmen aklı başında olmadığı zamanlar bahçede ağaçların dallarını tutup, “Yâ Abdülkâdir-i Geylânî, Yâ Veysel Karânî, meded!” diye bağırıp sallanıyordu.”Kendisinden yüzyıllar önce ölmüş bir insandan yardım istemek, bu insanın yardım ettiğini iddia etmek, Allah’tan başkasına sığınıp o kişiden yardım istemek Kurana göre şirktir. Bunun tevili, kıvırması olamaz.“Mescitler, kuşkusuz Allah’ındır. Allah ile beraber bir başkasına dua etmeyin! (…) De ki: ‘Ben ancak Rabbime yalvarırım ve hiç kimseyi ona ortak koşmam.’” (Cin,18-20)Evliya zannedilen bazı insanların ilahlaştırılmasıBarla Lâhikası Yirmiyedinci Mektupta geçen; “Özellikle, Allah adamı Hz. Abdülkadir, Gavs-ı A’zam, “ol” der “olur” dairesinin kutbu” (…)Sike-i Tasdiki Gaybi Sekizinci Lemada geçen; “Hazret-i Şeyhin vefatından sonra hayatta oldukları gibi tasarrufları ehl-i velâyetce kabûl edilen üç evliya-yı azîmenin en âzamı o Hazret-i Gavs-ı Geylânî’dir.” Mektubat, Birinci Mektubta geçen;
“Hattâ Seyyid-üş-şüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahü Anh, mükerrer vakıatla kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi.. ve dünyevî işlerini görmesi ve gördürmesi çok vâkıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve isbat edilmiş.
Mektubat, Birinci Mektubta geçen; “Hazret-i Hızır Aleyhisselâm hayatta mıdır?…Elcevap: Hayattadır, … Hazret-i Hızır ve İlyas Aleyhimesselâmın hayatlarıdır ki bir derece serbesttir. Yâni bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler… Tevatür derecesinde ehl-i şuhûd ve keşif olan evliyânın, Hazret-i Hızır ile maceraları, bu tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder.”Sözler, Onaltıncı Söz/Birinci Şua/Üçüncüsü;. “İşte şu sırdandır ki mahiyeti nur ve hüviyeti nuraniye olan Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyada bütün ümmetinin salâvatlarını birden işitir ve kıyamette bütün asfiya ile bir anda görüşür. Birbirisine mâni olmaz. Hattâ evliyâdan, ziyade nuraniyet kesbeden ve abdâl denilen bir kısmı, bir anda birçok yerlerde müşahede ediliyormuş. Aynı zat, ayrı ayrı çok işleri görüyormuş.”Sözler, 657’de geçen; “…Velilerin abdâlı, çok yerlerde bir anda zuhur eder, görünür”.Bediüzzaman Said Nursî, Afyon Hayatı; “… Aynen bunun gibi; Denizli’de, camilerde beni gördükleri gibi hattâ resmen ihbar da edilmiş, müdür ve gardiyana aksetmiş. Bazılar telâş ederek, “Kim ona hapishane kapısını açıyor?” demişler. Hem burada dahi aynen öyle oluyor. Halbuki, benim çok kusurlu ve ehemmiyetsiz şahsiyetime, pek cüz’î bir hârika isnadına bedel, Risale-i Nur’un harikalarını isbat edip gösteren “Sikke-i Gaybîye Mecmuası” yüz derece, belki bin derece ziyade Nurlara itimad kazandırır ve makbuliyetine imza basar. Hususan, Nur’un kahraman talebeleri ve onlar hakikaten hârika hallerimle ve kalemleriyle imza basıyorlar.”Allah Tealâ, kimilerini yaratırken, kimilerini öldürür. Kendisine edilen tüm dualara karşılık verir. Sesleri birbirine karıştırmadan ancak o işitir. Her şeyi ancak o görür, o bilir. Her türlü eksiklikten münezzeh olan sadece o; tüm kemal sıfatlarıyla muttasıf olan da sadece odur. Onun dışındaki herkes ve her şeyin eksiklikten bir nasibi vardır. Melekler ve peygamberler ise onun kullarıdır. Aynı anda birçok yerde olup, birçok işler yapamazlar. Her şeyi işitip, göremezler. Şüphesiz ki; işleri evirip çevirmede, yönetmede, âlemlere tasarrufta yüce Allah’ın hiçbir şeriki (ortağı) yoktur. Hay olan, hiç ölmeyen sadece Allah’tır. O, şöyle buyurur: “Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeyin yöneticisidir.” (39/62)“Bilmedin mi ki, göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı, yönetimi, mülkiyeti) yalnız Allah’ındır. Sizin için Allah’tan başka ne bir koruyucu, ne de bir yardımcı vardır.” (2/107)Şirk, Allah’a mahsus olan sıfatlardan herhangi birini, münezzeh ve yüce Allah’tan başkasına isnat etmektir. Bu sıfatlar KÜN FE YEKÛN (”ol” der olur) ile tabir edilen irade ile âlemde tasarruf etmek, yahut hastaya şifa icadı, rızkını daraltacak yahut öfke sebebiyle onu hasta yapacak, yahut bedbaht edecek derecede bir şahsa lânet etme ve gücenme, öfkelenme, yahut bir şahsa rızkını genişletecek, bedenine sağlık verecek, kendini mes’ut kılacak derecede rahmet etmek gibi sıfatlardır. Said-i Nursi’nin Kıyamet tarihini belirtmesiAllah; “Kıyamet vakti yaklaştı. Allah’tan başka onun vaktini bilen de yok.” (53/57-58) buyurduğu halde Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, Birinci Şuada; “.. Ve’l-ilmu indallahi lâ ya’lemu’l-gaybe illallâhu Hattâ ye’tiyallahu bu emrihi (şedde sayılır) fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi bin beşyüz kırkbeş (1545) olup kâfirlerin başında kıyamet kopmasına îmâ eder… Bu îmalar gerçi yalnız bir tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil, fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat’î tarzda kimse bilmez; fakat, böyle îmalar ile bir nevi kanaat bir gâlip ihtimal gelebilir. (…)” denilerek Allaha şirk koşulmaktadır.Said Nursî’nin, hesap aralarına “Allah’tan başka, hiç kimse gaybı bilmez” anlamına gelen “lâ ya‘lemu’l-gaybe illallâhu” cümlesini koyması, adeta fasıkların büyük günahları bile bile işlerlerken “tövbe, tövbe” demelerini andırmaktadır.
Her şeyin en doğrusunu Allah bilir.

HİLMİ POLAT İLAHİYATÇI YAZAR
 
M Çevrimdışı

muhammed ali ilk

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
hilmi efendi şu vahhabi ismini kullananlar olarak bazı noktalarda aşırıya gidib allahın mahkemesinde mesul olacaksınız meselelere ilmi cevab vermeye gerek duymuyorum zira enaniyeti kendisine kılavuzluk eden aciz insanoğlu bir damla suda boğulur gider artık hüccet kar etmez olur allah sizlere insaf versinki 1400 yıldır gelib gecen hakiki alimlerin küfür olmadığını sağlam delillerile tesbit etdiği noktalarda ifrata sapıp ilmi enaniyete düşerek küfür sözcüğünü rahatça kullanmak elcahilu cesurun a masadak olmakdır ya bu noktalardaki ehli sünnet alimlerinin ulaşdığı naslara ulaşamıyor yada konulara nufuz edemiyorsunuz anlatılanı anlamıyorsunuz biraz daha dikkatle vede müctehid ulemai selefin eserlerine ciddiyetle nazar ile ümid ederimki ehli sünnet ile barışacak ve akaid ittifakı olacaktır allah muvaffak etsin
 
T Çevrimdışı

tevhidulhak

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
ALLAHIN MAHKEMESİNDE ALLAHIN AYETLERİNİ SÖYLYENLERMİ MESUL OLACAK UYDURMA HADİSLERLE UYDURMA CEVŞENLE İNSANLARI UYUŞTURAN HURAFE MERKZLİ NURCULUK DİNİN KURUCUSU SAİD NURSİMİ O BİLİNMEZİ ALLAHIN MAHKESİNİ KURANDAN ÖĞRENİN RİSALE-İ NUR ADLI HURAFE MERKEZLİ KİTAPTAN DEĞİL

ALLAH NURCUYUM DİYEN HERKEZE HİDAYE VERSİN
 
N Çevrimdışı

nightlight06

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
İçinde bulunduğumuz ahir zaman fitnelerine en güzel cevaplar Risale-i Nur'da bulunmaktadır. Risalelerin içinde bit yeniği arayacağınıza hikmetleri anlamaya çalışsaydınız eminim bu sözleri sarf etmezdiniz. Madem doğruyu bilmiyorsunuz veyahut o mertebede değilsiniz bari yorum yapmayın.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
İçinde bulunduğumuz ahir zaman fitnelerine en güzel cevaplar Risale-i Nur'da bulunmaktadır. Risalelerin içinde bit yeniği arayacağınıza hikmetleri anlamaya çalışsaydınız eminim bu sözleri sarf etmezdiniz. Madem doğruyu bilmiyorsunuz veyahut o mertebede değilsiniz bari yorum yapmayın.


RİSALE-İ NUR'LARDA TEZAT VE YANLIŞLIKLAR !
https://www.islam-tr.org/tevhid/10458-risale-i-nurlarda-tezat-ve-yanlisliklar-kitap.html


TASAVVUF BÜYÜKLERİNİN KENDİ ESERLERİNDEN KÜFÜR AKİDELERİ !
https://www.islam-tr.org/tevhid/11950-tasavvuf-buyuklerinin-kendi-eserlerinden-kufur-akideleri-kitap.html

RİSALE-İ NUR - SAİD NURSİ
https://www.islam-tr.org/tevhid/11950-tasavvuf-buyuklerinin-kendi-eserlerinden-kufur-akideleri-kitap-3.html


FETHULLAH GÜLEN'in KİTAPLARINDAKİ SAPIKLIKLAR
https://www.islam-tr.org/tevhid/11950-tasavvuf-buyuklerinin-kendi-eserlerinden-kufur-akideleri-kitap-4.html
 
Son düzenleme:
M Çevrimdışı

muaşeret

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Selamun aleykum ;
Bismillahirrahmanirrahim
Said Nursi’ye “Bediüzzaman” lakabı verilmesi;Bedi-i Üzzaman ;zamanın bedi'i olanı.Zamanında kendisi gibi görülmedik olan.Kimseye benzemeyen ve zamanın garip ve acibi bulunan.(bak:Said Nursi)
Bediüzzaman hakkında Said Nursi kelimesinde bir derece izahat verildiği için burada sadece kronolojik hâyat safhalarına ait bir liste ile sonunda ibretamiz bir vakayı koymakla iktifa edildi.(Bknz:Osm-Türkçe lugat) burdada belirttiği gibi o zaman içindeki benzeri olmayan gibi çeşitli anlamlara geliyor ve tabiki şirk'e girmez.
Hz. Ali’nin ve evliyaların Geleceği (Gaybı) bildiği iddiası;Kullandığınız üzere gaybı bilgidi iddiası birşey yok.Gaybı ancak allah bilir.Alimler ve peygamberler ancak allahın onlara bildirdiğini bildirir.bunun ile birlikte Muhittin hazretleri Sin Şın'a girdiği zaman benim kabrim meydana çıkar diyor.Burdada olduğu Gibi Yavuz Sultan Selim Şama girdiği zaman Kabrini buluyor ve gerçekleşiyor ancak gaybı ancak allah biliyor bunuda unutmamalıyız ve şu var mesela ben size teknoloji çok ilerleye bilecek diyebilirim peki neye dayanarak?tabiki gidişata bakarak.Alimlerde Kuran'ı kerim'i tekrar tekrar okudukları için yada Rüyalarında görüyorlar ve buda gayb değildir.
Vahdeti vucud inancının kabul edilmesi;Said Nursi;değerli kardeşlerim Vahdeti vucuda dair bir parça izahat istiyorsunuz.Bu meseleye dair Otuz Birinci mektup lemasında Hazret-i Muhyiddin bu mesledeki fikrine karşı gayet kuvvetli ve izahlı bir cevap vardır.şimdilik bu kadar deriz ki;bu meseleyi Vahdeti vucud-u şimdiki insanlara tenkin etmek ciddi zararlar verir.nasıl ki teşbihat ve temsiller havassın elinden avamın eline ve ilmin elinden cehlin eline girse,hakikat telakki edilir.(osm-türkçe Lugat)
Risale-i Nur’un ve talebelerinin manevî kişiliğinin Gavs-ı Âzam olması;Risale-i Nur Gav's kelimesi sığınma manasına geldiği için gavs-ı azam demiştir.Buda oluyorki içeriğini okuyosan Allahın varlığını Birliğini herşeyini görürsü Ahireti Kabiri görürsün ve Allaha tam iman eder Risle-i Nur okuyonlar.Ve Bediüzzaman hazretleri, Kuran-ı Kerim Bir petek bal ise Risale ise bir damla süzme balı gibi kastedmiştir
Risalei Nur’un darda kalanlara ve günahkârlara yardım etmesi;Darda kalanlara Nasıl yardım ediyor,adam içki kumar zina bütün haramları iler dolayısıyla para pul kalmaz Risale-i nur ile tanışır gerçekleri görür ve o kötü alışkanlıkları terk eder ve geçm sıkıntısıda gider o manada kullanılmıştır..
Risale-i Nur’un şefaatçı kabul edilmesi;Risale-i Nur insanları iyiliğe götürdüğü için biraz öncede belirttiğim gibi Kuran-ı Kerimin bir damlası olduğu için Kuran-ı Kerim nasıl şefatçi kabul ediliyorsa oda ediliyor.Burda Kitap şefaat etmiyor yol gösterici kelimeleri uygulayan adama şefaat yolu açılıyor.Harita insana yolu göstermez eğer yolu açıp bakar isen takip eder isen yolu gösterir Risale-i nurda yolu gösteriyor.
Hz. Ali’nin Risaleyi şefaatçi kılıp yardım istediği iddiası;biraz öncede belirttiğim gibi aynı mesele ...
Allah’tan başkasından yardım isteyip ölülere sığınma ve ölmüş bir insanın kendisinden yüzlerce yıl sonra yaşayan başka insanlara yardım ettiği iddiası;
Evliya zannedilen bazı insanların ilahlaştırılması;Gayet yanlış bir telaffuz anlayışı
Said-i Nursi’nin Kıyamet tarihini belirtmesi;Kıyamet tarihini burda belirtmiyor.misal M.Fetullah Gülen Hoca Sohbetinde insanlar bir yerden biryere gidiceğini belirtmiş ve bunun geliceğini belirtmiştir ve buda bugunkü Tayyare dir.buda bize tahminlere dayalı bir şekilde yorum'a açık bir zemin hazırlıyor. ve şuana kadar bahsettiklerimizin hiçbiri ne Küfür adına nede şirk adına kaçar eğer kelimelerin diğer anlamlarına ve derin anlamlarına başka kaynaklardan araştırıp bakar ise daha aydın bir şekilde bilgileniriz..
Selametle
 
M Çevrimdışı

Mutedeyyin

Guest
Selamun aleykum ;
Bismillahirrahmanirrahim
Said Nursi’ye “Bediüzzaman” lakabı verilmesi;Bedi-i Üzzaman ;zamanın bedi'i olanı.Zamanında kendisi gibi görülmedik olan.Kimseye benzemeyen ve zamanın garip ve acibi bulunan.(bak:Said Nursi)
Bediüzzaman hakkında Said Nursi kelimesinde bir derece izahat verildiği için burada sadece kronolojik hâyat safhalarına ait bir liste ile sonunda ibretamiz bir vakayı koymakla iktifa edildi.(Bknz:Osm-Türkçe lugat) burdada belirttiği gibi o zaman içindeki benzeri olmayan gibi çeşitli anlamlara geliyor ve tabiki şirk'e girmez.
Hz. Ali’nin ve evliyaların Geleceği (Gaybı) bildiği iddiası;Kullandığınız üzere gaybı bilgidi iddiası birşey yok.Gaybı ancak allah bilir.Alimler ve peygamberler ancak allahın onlara bildirdiğini bildirir.bunun ile birlikte Muhittin hazretleri Sin Şın'a girdiği zaman benim kabrim meydana çıkar diyor.Burdada olduğu Gibi Yavuz Sultan Selim Şama girdiği zaman Kabrini buluyor ve gerçekleşiyor ancak gaybı ancak allah biliyor bunuda unutmamalıyız ve şu var mesela ben size teknoloji çok ilerleye bilecek diyebilirim peki neye dayanarak?tabiki gidişata bakarak.Alimlerde Kuran'ı kerim'i tekrar tekrar okudukları için yada Rüyalarında görüyorlar ve buda gayb değildir.
Vahdeti vucud inancının kabul edilmesi;Said Nursi;değerli kardeşlerim Vahdeti vucuda dair bir parça izahat istiyorsunuz.Bu meseleye dair Otuz Birinci mektup lemasında Hazret-i Muhyiddin bu mesledeki fikrine karşı gayet kuvvetli ve izahlı bir cevap vardır.şimdilik bu kadar deriz ki;bu meseleyi Vahdeti vucud-u şimdiki insanlara tenkin etmek ciddi zararlar verir.nasıl ki teşbihat ve temsiller havassın elinden avamın eline ve ilmin elinden cehlin eline girse,hakikat telakki edilir.(osm-türkçe Lugat)
Risale-i Nur’un ve talebelerinin manevî kişiliğinin Gavs-ı Âzam olması;Risale-i Nur Gav's kelimesi sığınma manasına geldiği için gavs-ı azam demiştir.Buda oluyorki içeriğini okuyosan Allahın varlığını Birliğini herşeyini görürsü Ahireti Kabiri görürsün ve Allaha tam iman eder Risle-i Nur okuyonlar.Ve Bediüzzaman hazretleri, Kuran-ı Kerim Bir petek bal ise Risale ise bir damla süzme balı gibi kastedmiştir
Risalei Nur’un darda kalanlara ve günahkârlara yardım etmesi;Darda kalanlara Nasıl yardım ediyor,adam içki kumar zina bütün haramları iler dolayısıyla para pul kalmaz Risale-i nur ile tanışır gerçekleri görür ve o kötü alışkanlıkları terk eder ve geçm sıkıntısıda gider o manada kullanılmıştır..
Risale-i Nur’un şefaatçı kabul edilmesi;Risale-i Nur insanları iyiliğe götürdüğü için biraz öncede belirttiğim gibi Kuran-ı Kerimin bir damlası olduğu için Kuran-ı Kerim nasıl şefatçi kabul ediliyorsa oda ediliyor.Burda Kitap şefaat etmiyor yol gösterici kelimeleri uygulayan adama şefaat yolu açılıyor.Harita insana yolu göstermez eğer yolu açıp bakar isen takip eder isen yolu gösterir Risale-i nurda yolu gösteriyor.
Hz. Ali’nin Risaleyi şefaatçi kılıp yardım istediği iddiası;biraz öncede belirttiğim gibi aynı mesele ...
Allah’tan başkasından yardım isteyip ölülere sığınma ve ölmüş bir insanın kendisinden yüzlerce yıl sonra yaşayan başka insanlara yardım ettiği iddiası;
Evliya zannedilen bazı insanların ilahlaştırılması;Gayet yanlış bir telaffuz anlayışı
Said-i Nursi’nin Kıyamet tarihini belirtmesi;Kıyamet tarihini burda belirtmiyor.misal M.Fetullah Gülen Hoca Sohbetinde insanlar bir yerden biryere gidiceğini belirtmiş ve bunun geliceğini belirtmiştir ve buda bugunkü Tayyare dir.buda bize tahminlere dayalı bir şekilde yorum'a açık bir zemin hazırlıyor. ve şuana kadar bahsettiklerimizin hiçbiri ne Küfür adına nede şirk adına kaçar eğer kelimelerin diğer anlamlarına ve derin anlamlarına başka kaynaklardan araştırıp bakar ise daha aydın bir şekilde bilgileniriz..
Selametle

Kardeş itikatını düzeltsen iyi olur inan bana bu bakış açısıyla sen incili bile temize çıkarırsın
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Muaşeret, sen nasıl zehirlenmişsin bilmem ama , eline aldığını yapıştırmadan önce bir verdiğimiz linklere baksan da elindekilerin paçavraya çevrildiğini görsen.
Bir yapıştırdığını kendin oku! bir tane Kuranı kerimden ayet veya hadisi şerif var mı?
Şıracıların panikle aklama heyezanlarından başka bir şey var mı? küfür ve şirkleri hehal gösteren sapıkların kendi durumlarına mezarlıktan geçen korkağın ıslık çalmasından başka bir şey var mı ?

Aşağıdaki linki tıkla ve yanlış olana Kuran ve sünnetten cevaz yaz , amigolardan değil.

RİSALE-İ NUR'LARDA TEZAT VE YANLIŞLIKLAR !

https://www.islam-tr.org/tevhid/10458...lar-kitap.html (RİSALE-İ NUR'LARDA TEZAT VE YANLIŞLIKLAR ! (kitap))
 
Son düzenleme:
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Allah hidayet versin. Çok acı bir durum. Hiç, okuyup akıl etmezler mi...!!!
 
M Çevrimdışı

muaşeret

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
mutedyyin ve Abdulmuizz Fida kardeşim az Adabınız olsa tekrar tekarar okursun şirk kelimesinin ne anlama geldiğini bilmeden burda konu ya hakim bir düşünce zayıf olur...

Selametle.....
 
M Çevrimdışı

Mutedeyyin

Guest
mutedyyin ve Abdulmuizz Fida kardeşim az Adabınız olsa tekrar tekarar okursun şirk kelimesinin ne anlama geldiğini bilmeden burda konu ya hakim bir düşünce zayıf olur...

Selametle.....


şirk kelimesinin ne anlama geldiğini biliyoruz çok şükür sizin adabınız olsa Kuran hakkında kafa yorardınız
 
M Çevrimdışı

muaşeret

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Selamun aleykumm
1- Birinci soruda mantık hatası var. Soru haline getirilen yumak "Şirk" kavramıdır. İfadede gayet net olduğu üzere Allah'tan afv istenmekte Emr'i bil Ma'ruf Nehy-i An'il Münker üzerine bir eser olan mübarek bir eser vesile edilmektedir. Yani Şirk değil mi? Derken şirk unsuru bir husus yok. Risalelerden medet umulduğunu imâ eden bir cümle var mı ki şirk olsun?

Hadi yaptıkları saçma soru cümlesine, hatalarını gözardı edip (unutmak değil) ciddiyet makamında cevap vermiş olalım.
Kur'an-ı Kerimde mealen Allah ferman edip buyuruyor ki, bir belde de hakk'ı ihya edip, haramlarla içli dışlı insanları uyaran bir zümre bulunduğu müddetçe O beldeye azap etmeyeceğim. İşte bu teminat'a binaen Risale- Nur'ların (Risalei Nurlar ismi ile 3 mana kastedilmiştir : Hem cildi içerisindeki kitap hem de bu kitapları yazan müellif, hem de Risalei Nurları ders yapan Risalei Nur Talebeleri ya da avam'ın anlayacağı tabirle Risalei Nurların yetiştidiği mümtaz ve müstesna büyük Alimler'in -Risalei Nur talebeleri- ıslah edici gayretleri işaret edilmektedir.)

Yani Risalei Nurların gördüğü büyük benzersiz çaptaki Islah hareketleri Allah'ın (azze ve celle) teminat verdiği şart-ı mutlak olan O salih zümreye işaret etmektedir.

Bu gibi davranışlara bir başka örnek verelim. Hadis-i Şeriflerde geçmiş kavimlerde olan bir hadise zikredilir. Bir mağarada üç şahıs çıkışsız kalırlar. Mağaranın tek olan girişine bir kaya yuvarlanmış ve çıkışları imkansız hale gelmiştir. Kaya çok büyüktür ve güçleri kayayı hareket ettirmeye yetmez. Her birerleri görür ki yaptıkları salih amelleri vesile edip dua etmeleri ile kaya peyder pey yerinden oynar ve çıkışları mümkün olur. Bu hadisenin Hadis-i Şeriflerdeki geniş faslına müracaat edilebilir. Burada görülüyor ki salih ameller ve salih amellere vesile olan esbab (şahıslar yahut hayratlar) vesile edilerek dua edilebilir.

2- Bu ikinci suale vereceğim cevap bütün maddelere sümullu belkemiği mesabesindeki bir izahat olacaktır.
Günümüzde büyük bir Çin devleti mevcuttur. Ve bu devletin ihrac ettiği alet ve ürünler bir tabiri lügatlarımıza kazandırmıştır. Çin malı! Çin malı dendi mi herkesin az buçuk fikir sahibi olması mümkündür. Aynen öyle de günümüzün bu maddi NUMUNESİ insanlar arasında da ÇİN MALI gibi olanlara işaret etmekte, hikmetli bir mesaj vermektedir.
Maalesef günümüzde çok insanlar var ki Zahiren tam ve eksiksiz olarak görünmelerine rağmen, batınen, iç alem olarak tam bir KOF ve BOMBOŞ olarak nefes alıp vermektedir. Sual diye derlenen bu ikinci maddeyi ifade eden şahıslar olsa olsa böylesine "Konuşuyorum" zanneden, "Mantık yürütüyorum" zanneden, ağzı laf yapan ama aklı ve hissiyatı işlemeyen insanlardır. İfade edilen bütün sorular okuyup ta okuduklarını hazmedememiş, içinde, fikrinde mayalayamamış, bir meyve haline getirecek şekilde işlettirememiş insanlar olduğunu AÇIK AÇIK ifade etmektedir. Bunlar hakaret kabul edilmemeli, bu cümleler bir ızdırabın, insanları ne kadar da MANA ikliminden uzak yaşadıklarının altını çizen bir tesbit ifadesidir.
Bu soruda ifade edilen şiirdeki kelime manasına göredir, zahirine göre değil. Manayı anlayamanlara verilecek kitap dolusu cevap dahi kıymet ifade etmez.

Canım sıkıldı, kelimesini (CAN=YAŞAM) (SIKILDI=MENGENEDE 1000Barlık BASKIYA) maruz kaldı diye anlayabilecek saflık ve manaya körlük taşıyanlara izahate hacet yoktur.
Aynı şekilde Risaleler yardım etti ifadesi, Risalelerin insanların fikir yapısını, israftan, isabetsiz yaşam tarzından koruması, daha ali ve yüksek performanslı, sihhatli, mükemmel ve en önemlisi, dünyada da ukbada da pişman olmayacağı bir hayat tarzını izah edip, fehmettirmesi sebebiyle yardım etti demektir. Arabanın kullanma kılavuzu yardım etti motor yağını aksatmadan ve yanlış yapmadan değiştirdik demek kullanma kılavuzunun iki kol çıkarıp arabanın altına yatıp motora müdahale etti manasını çıkaran ne kadar bedbaht ise aynen o şekilde Risalelerin yardım ettiği manasını çıkaran o dereceden bin beter bedbahtdır.

3- Müslüman olmayanlara Mi'raç mucizesini haber vermek abestir. Müslüman olmayanlara iman ve erkanını bildirmek, mucizeleri haber vermekten evvel gelir. Bu maddede Gavs kelimesini, tutup eline fırın ekmeği yapmak tarifini alıp Fırın ekmeği pişirmeye çalışan gibi bir acemilik, ametörlük ve neyi itham ettiğini bilmemezlik vardır.
Fırın ekmeğini tariflerden yapmaya çalışmayanlar bilmeyebilir. Tarifi eline alıp fırın ekmeği yapmaya çalışan birisinin karşısına görünümü göze hoş gelmeyen, yemesi yürek isteyen maya kokulu bir ekmek çıkarr. Usta fırın ekmeği yapmayı bilenler öyle tariflerde geçmeyen nice inceliklere vukuf olanlardır. Aynen öylede İslami tabirleri ve yaşam tarzını google'dan araştırır gibi irdeleyen ve inceliklerini eleştirmeye kalkanlar farkına varmazlar ki fırın ekmeği yaptım demekle yemesi kolay olmayan, güzel görünmeyen bir ekmek tecrübesini bizlere hakiki Fırın ekmeği yutturmaya çalışıyor. Hiç hakiki fırın ekmeği görmesek belki de bizi kandırmayı başaracak.

Gavs kelimesi güncel hayat'ta insanları iman problemlerinden kurtaran yani iman hususundaki şüphelerine cevaplar vererek, doğru bir iman'a girmesine vesile olan, hadd-i zatında imansız kişilere iman erkanını haber vererek iman etmelerine vesile olan şahıslar için kullanılmaktadır. Risale-i Nurların her bir paragrafı aynen bu şekilde iman edecek ve imanını şüphelerden kurtarma vazifesini görecek kıvamını tasdik eder ve kendi kendine delil olur. Risalei Nurların iddia eden kişiler gibi sözlükte gördüğü daracık bir mana ile kendi fırın ekmeği ile aldatmak gibi olmadığını deli raporuna haiz olmayan ve mantık sisteminde hastalık bulunmayan her akıl sahibi tasdik edecektir. Çin Malı gibi olan kelimelerin manasına vukufiyet kesbedemeyecekler de hariç diyelim.

4- Yine Manaya kapalı mantıkların icad ettiği bir sual. Cevabı uzun uzun yukarda gelmesi ile kısa keseceğiz. İman eden herkes bilir ki hem madde alemi vardır hem de mana alemi. Allah Kur'an-ı Kerimde kerratla "İman edip salih amel etmeyenlere" acı azab ve musibetlerin isabet edeceğini ihbar edip, tehdit etmektedir. Müslüman olan her bir ferd çok iyi bilir ki Risalei Nurlarla iştigal etmek işaret edilen Salih ameller kategorisinde olup felaket ve musibetlere karşı bir muafiyet sertifikası hükmündedir. El hak, Risalei Nurları okuyan ve okuduklarını en yüksek sadakat ile amel edenlere musibet isabet etmeyeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Allah (azze ve celle) hazretleri vaadinden dönmez, Vaad edip teminat veren Allah'tır. O nasıl dilerse öyle olur.
Misal verelim ki manaya kapalı olanlar sözler ve kurulan cümleler içerisinde anlayabilsin. Bir ormancı Ormanda yangından korunma kılavuzu okusa ve her maddesine çok dikkatli riayet etse Ormanın yangınlardan korumasını temin edip garanti etmiş olur mu olmaz mı? Demek O yangından korunma kılavuzu Ormanı yangındam muhafaza etmiş deriz.

5- Bu uzun maddeye verilecek tek bir cevap vardır. "Kalbini yarıp içine mi baktın ki İbn Arabi hazretlerini küf isnad etmekte çok rahatsınız?" Biz Hadis-i şeriflerde emredildiğimiz gibi meseleleri ele alırız "Bir müslüman bir müslüman kardeşi hakkında küfr isnad eder, Kafir derse ya O şahıs'ın kafir olduğu apaçık ve delilleriyle mevcud olmalı ya da isnad edenin kendisi kafirdir" der.
Şimdiye kadar Ulemanın ekserisi İbn Arabiye Küfr isnad etmemiştir. Biz de öyle ele alırız. İddia eden kendi imanını tazelesin!!

6- Beşinci maddedeki cevabımız bu pervasız "Kafir" isnad etme şahsiyetsizinin elhak cevabıdır. Bunca isabetsiz ve çıkarlarına göre konuşan bir şahsın isnad ettiği sıfatın büyüklüğü ve ehemmiyeti zaviyesinden bunları isnad edenin manen nasıl olduğunu bilemesekte, zahirde kendisini gösterdiği gibi Zahiren müslüman bir toplumdan olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Beşinci maddedeki Hadis-i Şerif çok ciddi tehdit ihbar etmektedir. Bir şahsın kafir olduğunu iddia etmek kolay olmadığını ifade edelim.

Bir örnek verelim, Efendimiz (aleyhisselatü vesselam) kalblerinde döneklik olanları, yani münafıkları çok iyi bildiği halde hiçbir mecliste bu şahısları "kafirdirler, şirk yapıyorlar" dememişlerdir. Bu tarz hareketler aslında imanında maraz olanların karşı taraftaki imanlı şahıslara karşı, kıskanç, zalimane, husumet dolu iftiralarıdır ki hiçbir Müslüman halk bununla amel etmemiştir, Münafıklar hariç!!

7- Kur'an-ı Kerimde açık olarak mevcuttur, mealen "Gaybı yalnız Allah ve bildirdikleri bilebilirler" "Gaybın bilgisi yalnız Allah'ta mevcuttur, başka kimse bilemez, Allah'ın bildirdikleri müstesnâ". Öyle ise bu gibi ilim sahibi olanlara karşı kıskanç tavırlarla husumet besleyenler olsa olsa çocuk gibi "neden benim de böyle bir hazinem yok" diyen safdil ve ahmak insanlar olsa gerek.
Ulemadan, şayet kendisinde gayb hususunda Allah'tan bir ilim geldi ise hiçbirisi hiçbir zaman "Gayb hakkında bir şey biliyorum" dememiştir. Her zaman kendisinden sonra çıkan bir başka İmam Önceki büyük imam'ın sırlı ifadelerini çözmüş ve O'nun haber verdilklerini halkın anlayacağı seviyeye indirdikten sonra O büyük İmamların büyüklüğüne dikkat çekmişlerdir.

Burada dikkat edilmesi gereken bir detay ve incelik mevcuttur. Sapık mezhep ve İmamların hepsi "ben gaybı biliyorum" "ben mesihim" vs gibi safdil iddialarla çıkmışlardır. İşte büyük fark buradadır. O büyük İmamlar hiçbir zaman gaybı biliyorum iddia etmemişlerdir. Bu da onların hak üzere, sırat-ı müstakimde olduklarına ayrı bir delildir.
Eskiden bir Şahıs çıkıp deseki gün gelecek demirden bir kutu, dört yuvarla üzerinde hareket edecek, atlara ihtiyacı olmayacak. O zamanın insanı bu muammaya cevap verememiş ve anlayamamışlardır. Gün gelmiş O araba cihazı çıkınca bir başka şahıs çıkıp demiş ki bir zaman herkese gayb olan bir mevzuyu Falanca şahıs şifreli halde haber vermiş, O haber verdiği şifreli yahut çok kısa ifadelerin anlamı budur, arabadır demiş tasdik etmiştir. Bu örnekte olduğu gibi bütün İmamlar bu şekilde hareket etmiştir.

8- Bu sualde geçen soruya birinci sorudaki mantıkla cevap verilir, esasen soru tamamen aynı, cerbeze yani lüzumsuz demogoji yaparak şişirilmiş bir mantık faciasıdır. Birinci sorunun cevab teferruatına müracaat edilebilir.

9- Bu sualin cevabı evvelen temas ettiğimiz gibi İman hususlarını bilmekten geçer. Tutup iman problemi olan bir şahıstan Mi'raç mucizesini tasdik etmesini beklemek isabetsiz bir beklenti olur. Bu soruyu soran şahıs ya Müslüman değil ya da müslüman olup Ay'da ömrünü sürdürmektedir. Ölmüş Salih insanlar aynen birinci sorudaki gibi dualarda vesile yapılırsa duaların kabulüne bir sebeb olabilir.

Bilir, olabilir diyoruz çünkü Allah'ın dilediği olur, dilemediği olmaz. Salihleri, Şehidleri vesile edinmek eskiden beri tecrübe ile sabit meşhur bir hakikatdir. Bu hakikatden ancak Ay'da neş'et etmiş bir kişi haberdar olmasa gerek.

Yapılan dua kabul olabilir, Öyle salih şahıs olduğu tasdik görmüş ve tecrübelerle sabit olan şahıslar "Şehitlere ölü demeyiniz" hükmünce avam yahut daha kötüsü kafirler gibi ölü olmayıp bir başka hayat mertebesinde Allah'ın izin verdiği dairelerde yardım edebilirler. Bunların tamamı Allah'ın izin ve müsaadesine bakmakta olup Allah'ın izin vermediklerinin meydana gelmeyeceği, vesile yapılan şahısların yardım etmeyeceği apaçıktır.

Birde yardım edilmeyesi, edilmeye layık olmayam doğru düzgün iman sahibi olmayanlarda mevcuttur ki Onların saatlerce dil dökmesi belki hayatta olup dinleyen insanlara başağrısı yapmaktan öteye geçmez.

10- Bu maddede Risale-i Nurlardan yapılan uzun uzun alıntıları bir kenara koyarsak soru'da "Abdülkâdir-i Geylani hazretlerinin" "Ol!" demek gibi bir yetkisi olduğu iftira halinde satırlar arasına sıkıştırılmış bir illüzyon oyununa müracaat edilmiştir ki bu madde apaçık soruları hazırlayan şahsın, YALANCI, MÜFTERİ, Büyük İslami Şahsiyetlere ASILSIZ ifadeleri mesned etmekte pervasız olduğunu isbat etmektedir. Risale-i Nurlarda Gavs-ı Geylani hazretlerine isnad edilen mutlak "Ol deme" yetkisini gösteremeyecek, müfteri zavallılardır. Güya uzun uzun alıntılarla göz boyanacak, baş dönecek?? Dokuzuncu maddedek izahatın dışında bir anlayış Risalei Nurların uzaktan yakından geçmemiştir!!

11- Bu maddede "imâ eder" denilen tarihin aksini ispat edebilirlerse buyursunlar.. :) İfadede "imâ eder" kelimesi Türkçe bilen birisi için kesinlik ifade etmeyip, iddia cümlesi olmadığına da delildir. Bu bariz sığ ve çıkarcı mana çıkarmayı yapsa yapsa Türkçeyi iki sene evvel öğrenmiş dedesinin mezarı balkan ülkelerinde yahut ecnebi diyarında olanlar yapsa gerek. Şirk unsuru olmayan bir paragraftan şirk manası çıkarmak, iddia edenin hayatında kullandığı bir tek "Kestim" cümlesinden kendisini kodese tıktırır, çünkü katildir. Çünkü kestim demiştir. Mümkün müdür ki "Kestim" cümlesine Katil manası vermek? Öyle ise böylesine sırlı bir paragrafa şirk isnadı yapan garazkar, kendi nefsini ulema yerine koyan, ikiyüzlü bir şahsiyet için başka cümleler bu kadar hafif olmasa gerek.

İnanmak isteyene güneşin bir küçük cam parçasındaki yansıması/aksi yeter, inanmak istemeyene Risalei Nurların sayfa adedince onbinlerce cam kırıntısı üzerinde güneş yansıması gösterseniz niye bu cam kırıntıları şöyle böyle der, demogoji yapar, hakikate gözünü yumar.

________________________________________
(f)
Vesselam
 
M Çevrimdışı

Mutedeyyin

Guest
Selamun aleykumm
1- Birinci soruda mantık hatası var. Soru haline getirilen yumak "Şirk" kavramıdır. İfadede gayet net olduğu üzere Allah'tan afv istenmekte Emr'i bil Ma'ruf Nehy-i An'il Münker üzerine bir eser olan mübarek bir eser vesile edilmektedir. Yani Şirk değil mi? Derken şirk unsuru bir husus yok. Risalelerden medet umulduğunu imâ eden bir cümle var mı ki şirk olsun?

Hadi yaptıkları saçma soru cümlesine, hatalarını gözardı edip (unutmak değil) ciddiyet makamında cevap vermiş olalım.
Kur'an-ı Kerimde mealen Allah ferman edip buyuruyor ki, bir belde de hakk'ı ihya edip, haramlarla içli dışlı insanları uyaran bir zümre bulunduğu müddetçe O beldeye azap etmeyeceğim. İşte bu teminat'a binaen Risale- Nur'ların (Risalei Nurlar ismi ile 3 mana kastedilmiştir : Hem cildi içerisindeki kitap hem de bu kitapları yazan müellif, hem de Risalei Nurları ders yapan Risalei Nur Talebeleri ya da avam'ın anlayacağı tabirle Risalei Nurların yetiştidiği mümtaz ve müstesna büyük Alimler'in -Risalei Nur talebeleri- ıslah edici gayretleri işaret edilmektedir.)

Yani Risalei Nurların gördüğü büyük benzersiz çaptaki Islah hareketleri Allah'ın (azze ve celle) teminat verdiği şart-ı mutlak olan O salih zümreye işaret etmektedir.

Bu gibi davranışlara bir başka örnek verelim. Hadis-i Şeriflerde geçmiş kavimlerde olan bir hadise zikredilir. Bir mağarada üç şahıs çıkışsız kalırlar. Mağaranın tek olan girişine bir kaya yuvarlanmış ve çıkışları imkansız hale gelmiştir. Kaya çok büyüktür ve güçleri kayayı hareket ettirmeye yetmez. Her birerleri görür ki yaptıkları salih amelleri vesile edip dua etmeleri ile kaya peyder pey yerinden oynar ve çıkışları mümkün olur. Bu hadisenin Hadis-i Şeriflerdeki geniş faslına müracaat edilebilir. Burada görülüyor ki salih ameller ve salih amellere vesile olan esbab (şahıslar yahut hayratlar) vesile edilerek dua edilebilir.

2- Bu ikinci suale vereceğim cevap bütün maddelere sümullu belkemiği mesabesindeki bir izahat olacaktır.
Günümüzde büyük bir Çin devleti mevcuttur. Ve bu devletin ihrac ettiği alet ve ürünler bir tabiri lügatlarımıza kazandırmıştır. Çin malı! Çin malı dendi mi herkesin az buçuk fikir sahibi olması mümkündür. Aynen öyle de günümüzün bu maddi NUMUNESİ insanlar arasında da ÇİN MALI gibi olanlara işaret etmekte, hikmetli bir mesaj vermektedir.
Maalesef günümüzde çok insanlar var ki Zahiren tam ve eksiksiz olarak görünmelerine rağmen, batınen, iç alem olarak tam bir KOF ve BOMBOŞ olarak nefes alıp vermektedir. Sual diye derlenen bu ikinci maddeyi ifade eden şahıslar olsa olsa böylesine "Konuşuyorum" zanneden, "Mantık yürütüyorum" zanneden, ağzı laf yapan ama aklı ve hissiyatı işlemeyen insanlardır. İfade edilen bütün sorular okuyup ta okuduklarını hazmedememiş, içinde, fikrinde mayalayamamış, bir meyve haline getirecek şekilde işlettirememiş insanlar olduğunu AÇIK AÇIK ifade etmektedir. Bunlar hakaret kabul edilmemeli, bu cümleler bir ızdırabın, insanları ne kadar da MANA ikliminden uzak yaşadıklarının altını çizen bir tesbit ifadesidir.
Bu soruda ifade edilen şiirdeki kelime manasına göredir, zahirine göre değil. Manayı anlayamanlara verilecek kitap dolusu cevap dahi kıymet ifade etmez.

Canım sıkıldı, kelimesini (CAN=YAŞAM) (SIKILDI=MENGENEDE 1000Barlık BASKIYA) maruz kaldı diye anlayabilecek saflık ve manaya körlük taşıyanlara izahate hacet yoktur.
Aynı şekilde Risaleler yardım etti ifadesi, Risalelerin insanların fikir yapısını, israftan, isabetsiz yaşam tarzından koruması, daha ali ve yüksek performanslı, sihhatli, mükemmel ve en önemlisi, dünyada da ukbada da pişman olmayacağı bir hayat tarzını izah edip, fehmettirmesi sebebiyle yardım etti demektir. Arabanın kullanma kılavuzu yardım etti motor yağını aksatmadan ve yanlış yapmadan değiştirdik demek kullanma kılavuzunun iki kol çıkarıp arabanın altına yatıp motora müdahale etti manasını çıkaran ne kadar bedbaht ise aynen o şekilde Risalelerin yardım ettiği manasını çıkaran o dereceden bin beter bedbahtdır.

3- Müslüman olmayanlara Mi'raç mucizesini haber vermek abestir. Müslüman olmayanlara iman ve erkanını bildirmek, mucizeleri haber vermekten evvel gelir. Bu maddede Gavs kelimesini, tutup eline fırın ekmeği yapmak tarifini alıp Fırın ekmeği pişirmeye çalışan gibi bir acemilik, ametörlük ve neyi itham ettiğini bilmemezlik vardır.
Fırın ekmeğini tariflerden yapmaya çalışmayanlar bilmeyebilir. Tarifi eline alıp fırın ekmeği yapmaya çalışan birisinin karşısına görünümü göze hoş gelmeyen, yemesi yürek isteyen maya kokulu bir ekmek çıkarr. Usta fırın ekmeği yapmayı bilenler öyle tariflerde geçmeyen nice inceliklere vukuf olanlardır. Aynen öylede İslami tabirleri ve yaşam tarzını google'dan araştırır gibi irdeleyen ve inceliklerini eleştirmeye kalkanlar farkına varmazlar ki fırın ekmeği yaptım demekle yemesi kolay olmayan, güzel görünmeyen bir ekmek tecrübesini bizlere hakiki Fırın ekmeği yutturmaya çalışıyor. Hiç hakiki fırın ekmeği görmesek belki de bizi kandırmayı başaracak.

Gavs kelimesi güncel hayat'ta insanları iman problemlerinden kurtaran yani iman hususundaki şüphelerine cevaplar vererek, doğru bir iman'a girmesine vesile olan, hadd-i zatında imansız kişilere iman erkanını haber vererek iman etmelerine vesile olan şahıslar için kullanılmaktadır. Risale-i Nurların her bir paragrafı aynen bu şekilde iman edecek ve imanını şüphelerden kurtarma vazifesini görecek kıvamını tasdik eder ve kendi kendine delil olur. Risalei Nurların iddia eden kişiler gibi sözlükte gördüğü daracık bir mana ile kendi fırın ekmeği ile aldatmak gibi olmadığını deli raporuna haiz olmayan ve mantık sisteminde hastalık bulunmayan her akıl sahibi tasdik edecektir. Çin Malı gibi olan kelimelerin manasına vukufiyet kesbedemeyecekler de hariç diyelim.

4- Yine Manaya kapalı mantıkların icad ettiği bir sual. Cevabı uzun uzun yukarda gelmesi ile kısa keseceğiz. İman eden herkes bilir ki hem madde alemi vardır hem de mana alemi. Allah Kur'an-ı Kerimde kerratla "İman edip salih amel etmeyenlere" acı azab ve musibetlerin isabet edeceğini ihbar edip, tehdit etmektedir. Müslüman olan her bir ferd çok iyi bilir ki Risalei Nurlarla iştigal etmek işaret edilen Salih ameller kategorisinde olup felaket ve musibetlere karşı bir muafiyet sertifikası hükmündedir. El hak, Risalei Nurları okuyan ve okuduklarını en yüksek sadakat ile amel edenlere musibet isabet etmeyeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Allah (azze ve celle) hazretleri vaadinden dönmez, Vaad edip teminat veren Allah'tır. O nasıl dilerse öyle olur.
Misal verelim ki manaya kapalı olanlar sözler ve kurulan cümleler içerisinde anlayabilsin. Bir ormancı Ormanda yangından korunma kılavuzu okusa ve her maddesine çok dikkatli riayet etse Ormanın yangınlardan korumasını temin edip garanti etmiş olur mu olmaz mı? Demek O yangından korunma kılavuzu Ormanı yangındam muhafaza etmiş deriz.

5- Bu uzun maddeye verilecek tek bir cevap vardır. "Kalbini yarıp içine mi baktın ki İbn Arabi hazretlerini küf isnad etmekte çok rahatsınız?" Biz Hadis-i şeriflerde emredildiğimiz gibi meseleleri ele alırız "Bir müslüman bir müslüman kardeşi hakkında küfr isnad eder, Kafir derse ya O şahıs'ın kafir olduğu apaçık ve delilleriyle mevcud olmalı ya da isnad edenin kendisi kafirdir" der.
Şimdiye kadar Ulemanın ekserisi İbn Arabiye Küfr isnad etmemiştir. Biz de öyle ele alırız. İddia eden kendi imanını tazelesin!!

6- Beşinci maddedeki cevabımız bu pervasız "Kafir" isnad etme şahsiyetsizinin elhak cevabıdır. Bunca isabetsiz ve çıkarlarına göre konuşan bir şahsın isnad ettiği sıfatın büyüklüğü ve ehemmiyeti zaviyesinden bunları isnad edenin manen nasıl olduğunu bilemesekte, zahirde kendisini gösterdiği gibi Zahiren müslüman bir toplumdan olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Beşinci maddedeki Hadis-i Şerif çok ciddi tehdit ihbar etmektedir. Bir şahsın kafir olduğunu iddia etmek kolay olmadığını ifade edelim.

Bir örnek verelim, Efendimiz (aleyhisselatü vesselam) kalblerinde döneklik olanları, yani münafıkları çok iyi bildiği halde hiçbir mecliste bu şahısları "kafirdirler, şirk yapıyorlar" dememişlerdir. Bu tarz hareketler aslında imanında maraz olanların karşı taraftaki imanlı şahıslara karşı, kıskanç, zalimane, husumet dolu iftiralarıdır ki hiçbir Müslüman halk bununla amel etmemiştir, Münafıklar hariç!!

7- Kur'an-ı Kerimde açık olarak mevcuttur, mealen "Gaybı yalnız Allah ve bildirdikleri bilebilirler" "Gaybın bilgisi yalnız Allah'ta mevcuttur, başka kimse bilemez, Allah'ın bildirdikleri müstesnâ". Öyle ise bu gibi ilim sahibi olanlara karşı kıskanç tavırlarla husumet besleyenler olsa olsa çocuk gibi "neden benim de böyle bir hazinem yok" diyen safdil ve ahmak insanlar olsa gerek.
Ulemadan, şayet kendisinde gayb hususunda Allah'tan bir ilim geldi ise hiçbirisi hiçbir zaman "Gayb hakkında bir şey biliyorum" dememiştir. Her zaman kendisinden sonra çıkan bir başka İmam Önceki büyük imam'ın sırlı ifadelerini çözmüş ve O'nun haber verdilklerini halkın anlayacağı seviyeye indirdikten sonra O büyük İmamların büyüklüğüne dikkat çekmişlerdir.

Burada dikkat edilmesi gereken bir detay ve incelik mevcuttur. Sapık mezhep ve İmamların hepsi "ben gaybı biliyorum" "ben mesihim" vs gibi safdil iddialarla çıkmışlardır. İşte büyük fark buradadır. O büyük İmamlar hiçbir zaman gaybı biliyorum iddia etmemişlerdir. Bu da onların hak üzere, sırat-ı müstakimde olduklarına ayrı bir delildir.
Eskiden bir Şahıs çıkıp deseki gün gelecek demirden bir kutu, dört yuvarla üzerinde hareket edecek, atlara ihtiyacı olmayacak. O zamanın insanı bu muammaya cevap verememiş ve anlayamamışlardır. Gün gelmiş O araba cihazı çıkınca bir başka şahıs çıkıp demiş ki bir zaman herkese gayb olan bir mevzuyu Falanca şahıs şifreli halde haber vermiş, O haber verdiği şifreli yahut çok kısa ifadelerin anlamı budur, arabadır demiş tasdik etmiştir. Bu örnekte olduğu gibi bütün İmamlar bu şekilde hareket etmiştir.

8- Bu sualde geçen soruya birinci sorudaki mantıkla cevap verilir, esasen soru tamamen aynı, cerbeze yani lüzumsuz demogoji yaparak şişirilmiş bir mantık faciasıdır. Birinci sorunun cevab teferruatına müracaat edilebilir.

9- Bu sualin cevabı evvelen temas ettiğimiz gibi İman hususlarını bilmekten geçer. Tutup iman problemi olan bir şahıstan Mi'raç mucizesini tasdik etmesini beklemek isabetsiz bir beklenti olur. Bu soruyu soran şahıs ya Müslüman değil ya da müslüman olup Ay'da ömrünü sürdürmektedir. Ölmüş Salih insanlar aynen birinci sorudaki gibi dualarda vesile yapılırsa duaların kabulüne bir sebeb olabilir.

Bilir, olabilir diyoruz çünkü Allah'ın dilediği olur, dilemediği olmaz. Salihleri, Şehidleri vesile edinmek eskiden beri tecrübe ile sabit meşhur bir hakikatdir. Bu hakikatden ancak Ay'da neş'et etmiş bir kişi haberdar olmasa gerek.

Yapılan dua kabul olabilir, Öyle salih şahıs olduğu tasdik görmüş ve tecrübelerle sabit olan şahıslar "Şehitlere ölü demeyiniz" hükmünce avam yahut daha kötüsü kafirler gibi ölü olmayıp bir başka hayat mertebesinde Allah'ın izin verdiği dairelerde yardım edebilirler. Bunların tamamı Allah'ın izin ve müsaadesine bakmakta olup Allah'ın izin vermediklerinin meydana gelmeyeceği, vesile yapılan şahısların yardım etmeyeceği apaçıktır.

Birde yardım edilmeyesi, edilmeye layık olmayam doğru düzgün iman sahibi olmayanlarda mevcuttur ki Onların saatlerce dil dökmesi belki hayatta olup dinleyen insanlara başağrısı yapmaktan öteye geçmez.

10- Bu maddede Risale-i Nurlardan yapılan uzun uzun alıntıları bir kenara koyarsak soru'da "Abdülkâdir-i Geylani hazretlerinin" "Ol!" demek gibi bir yetkisi olduğu iftira halinde satırlar arasına sıkıştırılmış bir illüzyon oyununa müracaat edilmiştir ki bu madde apaçık soruları hazırlayan şahsın, YALANCI, MÜFTERİ, Büyük İslami Şahsiyetlere ASILSIZ ifadeleri mesned etmekte pervasız olduğunu isbat etmektedir. Risale-i Nurlarda Gavs-ı Geylani hazretlerine isnad edilen mutlak "Ol deme" yetkisini gösteremeyecek, müfteri zavallılardır. Güya uzun uzun alıntılarla göz boyanacak, baş dönecek?? Dokuzuncu maddedek izahatın dışında bir anlayış Risalei Nurların uzaktan yakından geçmemiştir!!

11- Bu maddede "imâ eder" denilen tarihin aksini ispat edebilirlerse buyursunlar.. :) İfadede "imâ eder" kelimesi Türkçe bilen birisi için kesinlik ifade etmeyip, iddia cümlesi olmadığına da delildir. Bu bariz sığ ve çıkarcı mana çıkarmayı yapsa yapsa Türkçeyi iki sene evvel öğrenmiş dedesinin mezarı balkan ülkelerinde yahut ecnebi diyarında olanlar yapsa gerek. Şirk unsuru olmayan bir paragraftan şirk manası çıkarmak, iddia edenin hayatında kullandığı bir tek "Kestim" cümlesinden kendisini kodese tıktırır, çünkü katildir. Çünkü kestim demiştir. Mümkün müdür ki "Kestim" cümlesine Katil manası vermek? Öyle ise böylesine sırlı bir paragrafa şirk isnadı yapan garazkar, kendi nefsini ulema yerine koyan, ikiyüzlü bir şahsiyet için başka cümleler bu kadar hafif olmasa gerek.

İnanmak isteyene güneşin bir küçük cam parçasındaki yansıması/aksi yeter, inanmak istemeyene Risalei Nurların sayfa adedince onbinlerce cam kırıntısı üzerinde güneş yansıması gösterseniz niye bu cam kırıntıları şöyle böyle der, demogoji yapar, hakikate gözünü yumar.

sen kendi anladıklarını yazmışsın beni hiç enterese etmiyor yanlız beni enterese eden bir durum var siz kuran okuyormusunuz okuyorsanız anlıyormusunuz onu merak ettim çünkü sen eğer birazcık kelamın ruhunu bilsen eline aldığın o risaleleri bırak okuyup ihya etmeyi yaklaşmazdın bile mesela benim nurcu arkadaşım var onunla konuşup aslında tartışıp duruyoruz o diyor ki hırıistiyanların samimileride cennete gidecekmiş sen bu konu hakkında ne düşünüyorsun

________________________________________
(f)
Vesselam

Sen kendi anladıklarını yazmışsın beni hiç enterese etmiyor. Yanlız beni enterese eden bir durum var; Siz kuran okuyormusunuz, okuyorsanız anlıyormusunuz? Onu merak ediyorum, çünkü: sen eğer birazcık kelamın ruhunu bilsen eline aldığın o risaleleri bırak okuyup ihya etmeyi, yaklaşmazdın bile. Mesela benim nurcu arkadaşım var onunla konuşup, aslında tartışıp duruyoruz o diyor ki 'hırıistiyanların samimileri de cennete gidecekmiş 'sen bu konu hakkında ne düşünüyorsun. Anti parantez senin risalelerinin de bu konu hakkındaki tutumu nedir ( bir hatırlatma yapayım yahudi ve hırıstıyanların bırak cennete Resulullah sav kabeye bile girmesini yasaklamışken )

ve münmünse aşağıdaki yazıyı da okurmusun

Dikkat ederseniz, “insanın Allah ile konuşması” pek garipsenmez de, “Allah’ın insan ile konuşması” garipsenir hatta infialle karşılanır.
Acaba neden?
Çünkü sütten ağzımızın yandığı için artık yoğurdu üfleyerek yemekteyiz…
Yani “İstismar edilir, önüne gelen peygamberlik iddia eder” gerekçesiyle Allah’ı dilsiz bir Tanrı haline getirmek pahasına “Allah kimseyle konuşmaz” demekteyiz.
Oysa Kur’an “Allah beşerle konuşur…” diyor. (Şura; 42/51-52).
Yaşayan Kur’an esprisi çerçevesinde, bu konuşmanın bugün de oluyor alması lazım. Aksi halde bu ayetin bugün için bir anlamı kalmıyor ve boşluğa düşüyor. Halbuki Yaşayan Kur’an esprisi, Kur’an’ın hiçbir ayetinin boşluğa düştüğünü kabul etmez ve realitede bir şekilde karşılığını arar…
***
Peki o zaman sorun nedir?
Allah ile konuşma “dindarın” dili olarak kalsa sorun değil; “simsarın” dilinde sorun oluyor.
Ne demek dindarın dili, simsarın dili?
Dindarın dili, Kur’an’a paralel olarak her şeyi Allah üzerinden anlatan bir dildir: “Allah yardım etti, Allah korudu; verilmiş sadakamız varmış, Allah ile mazlumun arasında perde yoktur, Allah ‘Yürü ya kulum’ dedi, Allah söyletti” vs. diye konuşur.
Gündelik hayatta çokça kullanırız; kimse bunu sorun etmez.
Fakat simsar, bu dilden misyon çıkarır. Örneğin profesyonelce “Bunu Allah ‘bana’ söyledi/yazdırdı” diyerek kendine özel hale getirip tekelleştirir.
Dindarınki anonim bir dildir. Sadece kendisine yönelik anlamaz. Havayı herkesin soluması gibi Allah’ı da herkesle konuşur görür. Nefes alıp verdiğimiz hava nasıl tek bir kişinin tekeline alınamazsa, ilahî nefes (konuşma/sesleniş) de tek bir kişinin tekeline alınamaz. Her meselenin Allah üzerinden anlatılması bu kavrayış nedeniyledir ki tamamen doğrudur.
Simsarınki ise kişiye özeldir, tekelcidir. Allah başkasıyla değil; sadece onunla konuşmuştur ve ona bunları özel olarak yazdırmıştır.
Dindar simsara adeta şöyle der: Allah her kuluna ilham eder, söyletir… Neden sadece sen?”
***
Kur’an böyle simsar örnekleriyle doludur. Başta müşrikler olmak üzere Yahudilerin, Hristıyanların ve bir çok eski dünya dininin, Allah’a yakıştırmalarda bulunduklarını, iftiralar attıklarını yani demediği şeyi uydurduklarını söyler. Allah’ın öyle demediğini, yakıştırmalarından uzak olduğunu ısrarla vurgular.
Şunu demek ister: Evet, Allah “Yaşayan ve Konuşan Tanrı”dır. İnsanlarla konuştu/konuşuyor. Fakat o iddia ettikleri gibi değil. Onlar yalan söylüyor, iftira atıyor!
Yani Allah’ın insanlarla konuşmadığı/konuşmayacağı değil; konuştuğu/konuşacağı ve fakat öyle demediği/demeyeceği vurgulanır.
İşte bunun için İslam dil, tarih ve kültür evreninde insanın Allah ile konuşma (yakarış, dua, istek, dilek) kapısı açık tutulurken, tersi kapatılmıştır. Güvenlik gerekçesiyle içtihad kapısının kapatılması gibi, istismar gerekçesiyle de Allah’ın insanla konuşma kapısı kapatılmıştır. Sanki biz kapatmakla kapanıyormuş gibi…
Hal böyle olunca, Allah, boyuna susan dilsiz bir Tanrı gibi olmuştur. Artık karşınızda “ebedi sukunete” çekilmiş, adeta emekliye ayrılmış, yeryüzünde kıyametler kopsa, mahşerler kudursa da susan ve hep susacak olan bir Tanrı vardır.
Halbuki Kur’an Allah’ın “Yaşayan” (Hayy) ve “Konuşan” (Mutekellim) bir Tanrı olduğunu ısrarla vurguluyor. İnkarcıları ise “ölmüş tanrılara” (16/20-21) ve dualara icabet bile edemeyecek “dilsiz tanrılara” inanmakla suçluyor. Örneğin Hz. İbrahim bu dilsiz tanrılar için soruyor: “Şu en büyüğüne sorun bakalım, eğer dili varsa?” (Enbiya; 21/63)
Görülüyor ki Kur’an’ın tanrısı, gündelik hayatla ilgilenmeye tenezzül etmeyen, göğün derinliklerinde sessiz sükunete çekilmiş, vurdumduymaz ve keyfemayeşa bir tanrı değildir. Bilakis aktüel hayatın içinde, olaylara anbean tepki veren, acılara, ızdıraplara, yakarışlara, dualara son derece duyarlı, ilkeleri olan, icabında insanların gören gözü, işiten kulağı, haykıran sesi, yürüyen ayağı olabilen, yaşayan, konuşan, “insanlıkla birlikte yürüyen” dinamik bir tanrıdır.
Böylesi bir tanrı anlayışında, Allah’ın susması veya konuşsa bile bir dönemden itibaren bunu sona erdirmiş olması, bir daha zinhar kimseyle tek kelime etmemiş ve de etmeyecek olması düşünülebilir mi?
Tam tersi Allah insanlarla hep konuştu, konuşuyor, konuşacak!
Tarih boyunca hiç susmadı, susmuyor, susmayacak!
Çünkü biz yaşayan (Hayy) ve konuşan (Mutekellim) Allah’a inanıyoruz.
Dindarın dili bunu ifade ediyor.
Hem insana şahdamarından daha yakın olan, insana fucuru ve takvayı (seçecek yeteneği) ilham etmekte olan, tüm zamanlarda ve mekanlarda “Yaşayan ve Konuşan Tanrı”ya (Hayy, Mütekellim) inanacaksınız, hem de O’nun insanlıkla konuşmasını yedinci yüzyılda sona erdirdiğini söyleyeceksiniz!?
Burada bir sorun yok mu?
Var var olmasına da, bu seferde “Her Allah benimle de konuştu/konuşuyor diyene peygamber mi diyeceğiz?” sorusu bizi bekliyor…
Peki bu sorunu nasıl çözeceğiz?
Kanımca yukarıda bahsettiğim “dindarın dili” bu sorunu çözme potansiyeline sahiptir. Onu geliştirmeli, derinleştirmeli ve işlemeliyiz.
Öyle bir şey olmalı ki hem Allah herkesle konuşuyor olmalı, hem de her konuşana peygamber denmemeli!
Böyle olursa ancak hem Allah, hem de peygamberlik gereği gibi takdir edilmiş olur. Aksi halde, şu ana kadar yapıldığı gibi “İstismar olur, önüne gelen peygamberlik ilan eder” gerekçesiyle Allah’ı dilsiz bir Tanrı yaparız.
Böylesine hayati bir konunun Kur’an’da ele alınmamış olması düşünülemez herhalde, değil mi?
Kur’an’ın bu konuya özel bir önem verdiğini ve esaslı bir açıklama yaptığını görüyoruz. Burada ne dendiğini iyi anlarsak, hem Allah’ın herkesle konuşuyor olduğunu, hem de her konuşulanın peygamber demek olmadığını kavramış olacağız.
Bakın nasıl…
***
“Allah beşerle ancak vahyederek konuşur yada/yani perde gerisinden yada/yani dilediğini ona vahyedeceği bir elçi seçerek konuşur. Allah çok yücedir, çok bilgedir. İşte sana da iş ve oluş deryamızdan hayat veren bir mesaj vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Ama Biz bu hayat veren mesajı ışık saçan bir aydınlık yaptık. Onunla kullarımızdan lâyık gördüğümüzü doğru yolda yürüteceğiz. Sen de bu doğruluk ve dürüstlük yolunda yürüyorsun; bundan hiç şüphen olmasın.” (Şura; 42/51-52)
Görüldüğü gibi ayette birbirini açan üç konuşmadan bahsediliyor: İlham ederek (vahyen), perde gerisinden (verâi’l-hicâb) ve elçi seçerek (yursile resûlen)…
Kanımca bu ayet son derece dinamik, yaşayan, aktüel bir durumu betimliyor. Yani Allah’ın tarih boyunca ve elân (şimdi, şu an) insanlıkla ne tür bir iletişim (mukâleme) içinde olduğunu anlatıyor.
Şimdi, genelden özele, çoktan aza, anonimden kişisele, en genişten en dar çerçeveye doğru birbirini tefsir eden ve her biri bir iletişim demek olan bu “konuşma derecelerini” bakalım:
İLHAM EDEREK: Vahiy “fısıldamak” demek olduğuna göre yani fısıldayarak, insanoğlunda içsel bir ses oluşturarak, vicdanının sesini dinleterek konuşur. Yada ilham “yudumlamak” demek olduğuna göre yani suyu yudumlayarak içmemiz gibi yudum yudum insanoğlunun içine ilham düşürerek, akıl ve fikir doğurarak, takvayı ilham ederek konuşur. Konuşmanın bu derecesi istisnasız her beşerde vardır.
Buradaki “vahiy” kelime anlamında ve “ilham” manasında kullanılmaktadır. Çünkü vahiy aynı zamanda ilham demektir. Sonraki resul seçerek konuşmada bir kez daha kullanılan vahiyle karışmasın diye “ilham” sözcüğünü kullanıyoruz. Oysa bu da bir tür konuşmadır…
Bu tür vahiy/ilham tüm canlılarda varolan fıtratı ve doğallığı ifade eder. Zira tüm böcek, hayvan ve her kımıldayan canlı Kuran’ın vahiy/ilham dediği içgüdüsel bir güç taşır. Zekeriyya’nın arkadaşlarına vahyi (19/11), şeytanlar arasında vuku bulan vahiy (6/ 112- 121), Allah’ın arıya (16/68), göklere (41/12), yeryüzüne (95/5), Musa’nın annesine (20/38) vahyetmesi, fucuru ve takvayı ilham etmesi (91/8) gibi… Böylece her varlık mertebesinde farklı bir aşama muhafaza edilmekle birlikte içgüdüsel (doğal) vahiy/ilham, insanda akıl, vicdan, gönül, yürek ve zihin ile aynı kategoriye konulmuş olur.
Nitekim bir hadiste “Kim içinde hakka(gerçeğe/adalete), hayıra (erdeme) ve iyiliğe çağıran bir ses duyarsa bilsin ki bu Allah’tandır ve hemen Allah’a hamdetsin. Kim de içinde kötülük ve inkara çağıran bir fısıltı duyarsa ondan uzaklaşsın ve hemen şeytandan Allah’a sığınsın.” buyurulur. (Tirmizi; Tefsir, 2991).
Demek ki insanoğlunun içinde varolan iyiliğe, güzelliğe, doğruluğa, gerçeğe, adalete ve merhamete dair bütün doğal vahiyler/ilhamlar (içsel sesler) Allah’tandır. “İster Allah deyin, ister Rahman bütün güzel isimler O’nundur.” ayetinde geçtiği gibi, ister doğulu ister batılı, ister güneyli ister kuzeyli, ister Müslüman ister Hristıyan, ister Arap ister acem “vicdandan gelen” her ses O’ndandır. Allah bu noktada istisnasız her insanla “vicdanının sesi” yoluyla konuştu/konuşuyor. Fakat çoğu insan bunun farkında değil. İçindeki bu sesi uyutmakta ve batıl bağımlılıklara kendini kaptırarak köreltmekte, karartmaktadır.
Bize düşen birbirimize bu içsel sesi (potansiyeli) hatırlatmaktan (zikr) ibarettir. Yoksa kendi içsel sesimiz üzerine tekel kurup, “Başka kimsede yok, bu sadece bana özel” demek değil…
Kur’an’da “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” (Elestü birabbikum) diye sorulup “Dediler ki evet” (Galu bela) diye cevap verilen diyalog, Allah’ın insanoğlunun iç dünyası (ruhu, fıtratı, vicdanı) ile temsilî konuşmasıdır. Her insanda varolan bu fıtrî potansiyeli (doğal vahyi/ilhamı) hatırlatır. (Bkz. ‘Galu beladan beri Müslümanım’ ne demek” başlıklı makale).
Demek ki ayet, Allah’ın insanla nasıl konuştuğuna dair ilk önce genelleme yaparak, bütün herkeste varolan doğal potansiyele atıfta bulunarak başlıyor. Bu bir insana örneğin “Sen doktor, mühendis veya genetik uzmanı olabilirsin. fıtratında/doğanda bu var.” demeye benzer… Arkasından “Fakat bunu geliştirmelisin, bu yönde derinleşmelisin (perde gerisine inmelisin). Böylece alanının uzmanı, yıldızı (elçisi) haline gelebilirsin.” demek gelecektir.
Buradaki durumu Peygamberimizin “Kim içinde hakka(gerçeğe/adalete), hayıra (erdeme) ve iyiliğe çağıran bir ses duyarsa” ifadesi ne güzel açıklıyor. Anlatmaya çalıştığım tam da bu.
PERDE GERİSİNDEN: Verâi’l-hicap gizli, gömülü, saklı olanın içine girmek, derinine dalmak demektir. Dikkat edilirse evrende her şey sanki bir perde ile örtülmüştür. İnsan bedende, tohum toprakta, meyve ağaçta, civciv yumurtada, mineraller suda gizlidir. Ortalama insanlar bunları yüzeysel görür. Fakat bu perdeyi aşıp, gerisine inebilenler orada işleyen düzeni görürler, onun bilgisine ulaşırlar. Yeni mekanik düzenin bir mucidi, evrenin şimdiye kadar gizli kalmış yönlerini ortaya çıkaran bir kâşif, güzel bir senfoni yazan müzisyen vb. bunların tümü kendi alanlarında perde gerisine inmiş kişilerdir. Allah onlarla da keşfettikleri şeyler yoluyla konuştu/konuşuyor. Zaten “keşf” perdeyi kaldırmak demektir.
Simsarın dili ilk burada ortaya çıkar. Bazı insanlar birinci şıktaki doğal vahiy/ilhamdan öte, perde gerisine indiklerini, aradan perdeyi kaldırarak bazı şeyleri keşfettiklerini, kendilerine özel vahiy/ilham geldiğini söylerler ve bundan dolayı kendilerine özel bir misyon biçerek simsarlaşabilirler.
Bunu anlamak için perde gerisine inmenin yani keşfin test edilebilir olması gerekir. Yani perde gerisine indiğini iddia eden kişinin, aynı tecrübenin başkaları tarafından da tekrarlanabilir olduğunu ispat etmesi gerekir. Örneğin suyun 99 derecede kaynadığını, yer çekimi kuvveti olduğunu perde gerisine inerek (görünenin ötesine geçerek) keşfettiğini iddia eden birisi, aynı keşfi herkesin görebileceği şekilde ispat etmesi gerekir. İspat edemezse iddiası sadece kendini bağlar.
Aynı şekilde Allah ile perde gerisine inerek (keşf yoluyla) konuştuğunu ve kendisine bilgi verildiğini iddia eden birisi de, bunu, herkesin tecrübe edebileceği şekilde ispat etmesi gerekir. Aksi halde söylediği sadece kendini bağlar. Bunu peygamberlikten ayırmak için kelam kitaplarında “İlham, keşf ve rüya ‘dinde’ delil olmaz” denmiştir ki az sonra gelecek…
ELÇİ SEÇEREK: Vahiy birinci şıkta kelime anlamıyla ve ilham manasında kullanılırken burada ıstılahi (terim) anlamında kullanılmaktadır. Vahyin/ilhamın en üst derecesidir. En üst derecede fıtrî/doğal melekelerin tümü birden kendisinde uyananlar, insanların liderleri ve rehberleri olurlar. Bu liderler insan hayatının dini ve dünyevi her alanında görülürler. İstisnasız tümü aydınlanmaya ulaşırlar. Her biri kendi alanının yıldızı (elçisi) haline gelirler. Peygamberin bunlardan farkı çalıştıkları alanın farklı olmasıdır. Manevi tabipler olan peygamberlerin ilk ve asıl fonksiyonu insanların manevi ve ahlaki hayatlarını yeniden kurmak ve düzenlemektir.
Demek ki bu derecede vahiy insanın vicdan, akıl, gönül, yürek, kalp ve zihin kapasitesinin tümünün birden “taşması” sonucu ortaya çıkıyor. Bu durumda Allah, benliği genişleyen, iç dünyası taşan kişi ile ilişki kuruyor ve onun temiz vicdanı ve saf yürek temizliği üzerinden insanlığa sesleniyor. Peygamber bu sesleniş ile tarihin meydanına çıkıyor ve kendini peygamber olarak dünyaya tanıtıyor. İddiasının arkasında durarak gerekirse savaşıyor. Böylece peygamber tıpkı arı gibi “Rabbinin yollarında yürüyor.”
***
Şu halde Müslüman da tıpkı arı gibi Allah’ın yolunda yürümelidir. Aslında Allah bu yolu insanlığa göstermekte (hidayet) ve doğru yolda yürümek için bize Kuran’ın ta ilk başında fatiha suresinde dua ettirmekteydi; “Bizi doğru yolda yürüt”. İşte o yürüme bu yürümedir. Arının yaptığını yapmalı ve tabiî ve fıtrî olan yollardan yürümeliyiz. Bu yol aynı zamanda Kur’an lisanında “ahd-i misak” olarak tanımlanmıştır. Yani vicdanen, fıtraten, yaratılıştan bizde var olan fıtratın, vicdanın sesinin, sağduyunun, Âdeme öğretilen esmanın yolundan yürümek… Sık sık vicdanımıza dönmek ve buradan gelen sese (galu bela) kulak vermek… İşte vahiy bu sesin bir “el-emin” de zaman, mekân ve şartlar iyice kıvama erdiğinde, derunî bir varoluş sancısı ve yüksek derecede bir metafizik gerilimle fışkırıp taşmasıdır. Bu taşma hem vicdanın ve merhametin insanoğlunda canhıraş çığlığa dönüşmesi, hem de Allah’ın bir el-eminin saf yürek temizliği üzerinden insanlığa seslenişidir.
Bu durumda “Arı bal yaptı” dememizle “Allah bal verdi” dememizin aslında aynı şey olması gibi, “Vahiy peygamberin vicdanından taştı” demekle “Allah peygambere vahiy gönderdi” demek bir ve aynı şey olur. Yani peygamberlik bir yüzüyle tümden kesbî, öteki yüzüyle tümden vehbîdir. Bu ikisi aynı anda, (hemdem, senkronik) olmaktadır. Tıpkı doğal dilde “Kısırdım, on yıl çocuğum olmadı. İlaç tedavisi gördüm. Sonunda tüp bebek tedavisi ile çocuğum oldu” demenin, dindarın dilinde “Allah bizi on yıl imtihan etti, sonra nur topu gibi bir çocuk ihsan etti”ye dönüşmesi gibi. Aslında bu ikisi aynı şeydir… Yine tıpkı “Yağmur yağıyor” demekle “Rahmet yağıyor” demenin aslında aynı şey olması gibi… İbn Rüşd’ün tabiriyle söylersek, ilki bürhanî (doğa, akıl, felsefe, bilim) dili, diğeri hatabî (din, vahiy, manevî) dildir ve her ikisi de aynı memeden süt emmektedirler.
Bunlar arasında çelişki yoktur. Bu nedenle “Vahiy vehbî mi kesbî midir?” diye tartışanlar yanılıyorlar. Bu ikisi aslında aynı şeydir. Bir gerçeğin iki ayrı yüzü; iki ayrı dille ifade ediliş biçimidir.
Son günlerde Abdülkerim Suruş’un tartıştığı biçimde söyleyecek olursak “Kelâm-ı Muhammed” ile “Kelâmullah” bir ve aynı şeydir. Kur’an’ın kendisine hem Kavli Resulin Kerim (şerefli bir peygamberin sözü) (69/40), hem de Allah’ın Kelamı (2/75, 9/6) demesi bunu gösterir…
***
Yeri gelmişken usule dair bir ara hatırlatma: Fizik-fizik ilişkisi ile fizik-metafizik ilişkisini kurmada aynı mantığı kullanamayız. Yani doğa-insan, insan-insan, tarih-insan ilişkisi düz mantık dediğimiz surî mantıkla kurulabilir. Fakat Allah-insan, Allah-alem, Allah-peygamber ilişkisinde bu mantık geçersizdir. Burada paradox dediğimiz çelişik mantık kullanılır. Düz mantık “ya bu ya şu” diye işleyen mantıktır. Çelişik mantık ise “hem o hem bu” şeklinde işler.
Örneğin “Vahiy peygambere mi aittir (kesb) yoksa Allah’a mı aittir (vehb)” sorusunu düz mantıkla çözmeye çalışırsanız baltayı taşa vurursunuz. Aynı şekilde “Kulun fiilleri insana mı aittir (ihtiyar) yoksa Allah’a mı aittir (kader)” sorusu da böyledir. Çünkü konu Allah-peygamber, Allah-insan ilişkisi ile ilgilidir. Klasik kelam okulları (Eş’ari-Mutezile) düz mantıkla bu ilişkiyi çözmeye çalıştıkları için baltayı taşa vurmuşlardır. Hala aynı mantığı sürdürüp durmanın ne manası var?
***
Şu halde…
Allah insanla tarih boyunca konuşmuş, şimdi de konuşmaya devam etmektedir. Yaşayan ve konuşan Tanrı’ya inanıyorsanız bu böyledir. Kur’an bunun ne şekilde cereyan ettiğini aktarmaya çalıştığımız konuşma biçimleri (doğal vahiy/ilham, perde gerisini keşf, elçi seçerek vahiy) ile açıklıyor.
Bunların hepsi Allah’ın insanla konuşmasıdır. Bütün insanlar, meslekler ve sanatlar için geçerlidir. Etrafınıza bakın her insanın doğumundan ölümüne bu süreci takip ettiğini görüsünüz.
İnsanoğlu önce bir beşer olarak doğal potansiyel (akıl/vicdan/vahiy/ilham/keşf) ile doğar. Bir çok insan bunları içinde uyutur. İnsanların ancak bir kısmı derine dalar yani perde gerilerine inip bunları inkışaf ettirir. Bunların içinden de daha az kısmı bu yolda ilerleyerek derinliklerine daldığı alanın uzmanı, yıldızı, söz sahibi, bir numarası, elçisi olur. Bunlar dini ve dünyevi bütün alanlarda görünürler ve böylece insanların önderleri, liderleri, rehberleri olurlar.
Ele aldığımız ayette, insanoğlu ile bu türden ilişki süreçleri anlatılmaktadır. Bunu, sadece Ortadoğu’daki İbrani ve Arap kültürünün kodları içine hapsederek anlamak yerine bütün insanlığı kapsayacak şekilde açmalıyız. Çünkü Allah’ın İbranilerle veya Araplarla değil; “beşer” ile konuşmasından bahsediliyor.
***
Bu süreçleri Hz. Peygamber’in hayatına uygularsak durum şöyle olur: Her insan gibi Hz. Muhammed de bir beşer olarak doğmuştur. Ayette geçen Allah’ın bir beşerle konuşma süreçlerini yaşamıştır.
0-35 yaş arası dönem, ayetin ilk şıkkındaki doğal vahiy potansiyeli taşıyarak yaşadığı dönemdir. Bu dönemde Hilfu’l-Fudul’e girmiş, iyilik, doğruluk ve adalet adına bir çok iş, icraat ve söylemde bulunmuştur. Hepimiz gibi bu dönemde iyilik ve adalet adına söylediklerinin tamamı Allah’tandı.
35-40 yaş arası beş yıllık dönemde dağlara çekilerek derinlere dalmıştır. Yani perde gerisine inerek bir takım keşfler yaşamış, kendi iç dünyasına dönmüş, yalnızlığa bürünmüş (müddessir) ve vicdanının sesini dinlemiştir.
40-63 yaşları arasındaki 23 yıllık dönemde ise, tabiri caizse dini, ahlaki ve manevi alanın yıldızı haline gelmiş, büyük ve ağır sorumlulukların altına girmiş (müzzemmil) ve elçi seçilerek kendi halkı üzerinden tüm insanlığa seslenmiştir.
İslam kültür muhitinde böyle öne çıkan (seçilen) yıldız kişilere değişik derecelerde övücü isimler verildiğini görürüz: Fahr-i Kainat (Evrenin övüncü), Necmuddin (Dinin yıldızı), Seyfullah (Allah’ın kılıcı), Kelimullah (Allah’ın sesi), Halilullah (Allah’ın dostu), Habibullah (Allah’ın sevgilisi), Esedullah (Allah’ın arslanı), Nuru’l-Hakk (Gerçeğin/adaletin ışığı) vb.
Bunların hepsi dindarın dilinde anonimdir yani bir işte öne çıkmayı, o alanda yıldız haline gelmeyi (elçi seçilmeyi) ifade eder.
***
Demek ki ayette, Allah’ın beşerle konuşma dereceleri genelden özele doğru birbirini açarak betimleniyor: ilham (doğal vahiy), keşf (perdeyi kaldırma) ve özel vahiy (elçi seçerek)… İlki tüm insanlara, ikincisi alanında derinleşenlere, üçüncüsü de seçilmiş peygamberlere mahsustur.
Bunların üçü de Allah’ın beşerle konuşmasıdır. Aralarında derece ve yoğunluk farkı vardır. Nitekim Hz. Peygamber “Mü’minin rüyası, nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür.” (Buhari: Ta’bir 4; Muvatta: 1, (2, 956) yahut “İ’tidal (adaletli olmak), teenni (ileriyi düşünmek, tedbirli gitmek), hal ve gidişi iyi olmak peygamberliğin yirmi dört cüzünden bir cüzdür.” (Muvatta: Şi’r, 17; Ebu Davud: Edeb, 2) derken bunu anlatmaktaydı.
İnsanoğlu (beşer) bu şekilde iyiliğe, güzelliğe, doğruluğa, sevgiye, merhamete, gerçeğe ve adalete dair- aralarında derece ve yoğunluk farkı olmasına rağmen- her ne şey söylüyorsa Allah’tandır: Şairler ilham alarak, filozoflar fikir üreterek, arifler müşahade ederek, bilim adamları keşfederek, peygamberler vahiy alarak…
Bunlar arasında “dinî” anlamda bağlayıcı olan yalnızca peygamberin vahyidir. O da, insanlıkta doğru namına ne kalmışsa hepsini tasdik edip sürdüren (el-Musaddık) Kur’an’da toplanmıştır.
Demek ki vahiy (ilahi fısıltı/ilham/ses) herkese açıktır; fakat her vahiy alan peygamber değildir!
Peygambere gelen vahiy, içerik bakımından değil; kaynak bakımından test edilemez olduğu için, muhataplarının ölçüp biçme ve inanıp inanmama özgürlüğü vardır. Zira dinde zorlama yoktur! Peygambere gelen vahiy tarihin, hayatın ve tabiatın gerçekleri ile çelişmez. Başka bir deyişle kavlî ayet kevnî ayetle ters düşmez. Birbirini açar, tefsir eder
Keza Şah Veliyyullah Dehlevi’nin tasnifi ile yeryüzünde hak dinin şiarları; Kur’an, Hz. Muhammed, Kabe ve Namaz yeryüzünden silinip gitmedikçe (nesh) yeni bir peygambere gerek yoktur, ihtiyaç da yoktur. Bilakis peygamberi söylemlere ve eylemlere ihtiyaç vardır.
Yani onun getirdiklerini, yine onun izinden yürüyerek yeniden dünya gündemine taşıyacak, tıkanıklıkları aşacak, donmaları çözecek, türedi tabuları yıkacak, haham zincirlerini kıracak, hurafeleri temizleyecek yenilenmelere (tecdid) ihtiyaç vardır. Hak dini olanca sadeliği, basitliği, akla ve vicdana hitap ederliği ve tüm insanlığı gözetirliği ile ortaya koyacak yeniden inşalara ihtiyaç vardır. Ki bu da oturup mehdi, mesih, peygamber beklentileriyle değil; kollektif bir çabayla yani onlarca, yüzlerce yenilikçinin (müceddid) gayreti, alın teri, emeği, söylemi ve eylemi ile başarılabilecek bir iştir…
Peygamberi söylemler ve eylemler, kendinden önceki peygamberleri tasdik etmeleri, onlarla aynı kandilden konuşmaları (söylem birliği), aynı inanç ve ilkeleri getirmeleri (iman ve amel birliği), erdemli ve dürüst (el-emin) bir hayat sürmeleri ve yaptıkları karşılığında ücret istememeleri (dinden servet yığmamaları) ile tanınırlar…
***
Dikkat ederseniz, her Adem (beşer/insan), nefes alıp verme yoluyla havayı solur. Böylece yaşam soluğu (ruh) her Ademe hayat bahşeder, can verir… Keza üzerine ölü toprağı serpilmiş her halka Allah, hayat (ruh) dolu mesajlarla yaşam bahşeder, can verir. “Allah Adem’e ruhundan üfledi (üflüyor)” bu demektir. Zira her insan bir Adem, her halk da bir Adem topluluğudur.
Keza her Meryem, rahminde (sevgi ve merhamet yuvası) besleyip büyüterek yeni bir can doğurur. Böylece Nefes-i Rahmânî (sevgi ve merhamet nefesi/soluğu) her kadın rahminde yeni yaşamlar yaratır. “Allah Meryem’e ruhunu ulaştırdı (ulaştırıyor)” bu demektir. Zira her doğan nasıl bir Adem ise, her doğuran da bir Meryem’dir. Bunun için de her doğan çocuk (İsa) da Adem gibidir.
Ve her insan, iç dünyasında iyiliğe, güzelliğe, doğruluğa, sevgiye, merhamete, gerçeğe ve adalete dair vicdanî sesler duyar. Buradan ilhamlar alınır, karanlığın perdeleri yırtılır ve bir tanyeri (fecr) atanda nice güneşler doğar. Böylece insanlıkta nice büyük destanlar yazılır. “Allah beşerle… konuşur” da bu olmak icap eder.
Bütün bunlar dün oldu, bugün oluyor, yarın da olmaya devam edecek: “O, her an bir iş ve oluşta…”, “Sürekli oluş (kevn) ve yeniden yaratılış (halk-ı cedid) halinde…”
Yaşayan (Hayy), yaşam/ruh veren (Muhyi) ve konuşan (Mutekellim) Tanrı yalnızca Allah’tır!
Diğerleri ölmüş, ruhsuz ve dilsiz birer putturlar! İnsanlığın acı ve ızdıraplarına cevap veremezler. Ne ilham ederek, ne karanlığın perdelerini yırtarak, ne de güneşler, yıldızlar doğurarak insanlıkla birlikte yürüyemezler.
Oysa Allah insanoğlunun gören gözü, işiten kulağı, yürüyen ayağı ve haykıran sesi olur. (Buhari; Rikak 38). Böyle binbir çeşit esması ile hiç durmadan zuhur eder.
Allah’ın kapıları her insana açıktır. İnsandır Allah’a kapısını kapatan!
Allah her beşerle konuşur. Beşerdir Allah ile konuşmayan!

İhsan Eliaçık
 
S Çevrimdışı

Sadat-ı Kiram

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Said Nursi’ye “Bediüzzaman” lakabı verilmesi;Bedi-i Üzzaman ;zamanın bedi'i olanı.Zamanında kendisi gibi görülmedik olan.Kimseye benzemeyen ve zamanın garip ve acibi bulunan.(bak:Said Nursi)



Kardeşim , Bu cümleyi söylemene veya nurcuların bu cümledeki anlama nasıl inandığını yada itikad ettiğini öğrenebilirmiyim ?

'' Zamanında kendisi gibi görülmeyen '' sıfatını kim verdi Said-i Nurs'iye...

Nursiyi kötülemek için demiyorum sadece öğrenmek için diyorum bu sıfatı kendisine kim taktı ?

Bende derimki o zaman , Bedi-i'lik ünvanını Said-i Nurs-i ile AYNI ZAMANDA yaşayan Seyyid AbdulHakim Arvasi hz.lerine Aittir !! hadi bakalım :)
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
SORU - risale denilen saçmalıklar .yanlışlıklar manzumesi ALLAH celle celaluhunun bizlere göndermiş olduğu KUR'AN I KERİM İN içerisindekileri kapsama açısından tammıdır diğer bir deyişle içerisindeki barındırdığı ayet sayısı nedir tammıdır ......

CEVAP - BİR ŞEYİN TARTIŞILMASI İÇİN ONUN DEĞERLİ OLMASI GEREKİR DEĞERSİZ ŞEYLER NE OLURSA OLSUN İSLAMDA YOK HÜKMÜNDEDİR DEĞERSİZ ŞEYLER İLE VAKİT GEÇİRMEK MALAYANİ İŞİNİN TA KENDİSİDİR.HİÇ KİMSE YARIM YAMALAK YAZILMIŞ ŞAÇMALIKLAR MANZUMELERİNDEN BEN ÇOK SEY ÖĞRENECEĞİM
DİYEMEZ İSLAM ADINA HA OKUMAK İSTİYORSA ESKİLERİN LAFI TEKSAS TOMMİKS GİBİ OKUSUN DAHA ÇOK SAYFALARCA YAZILABİLİR AMA İNANIN ONA HARCANAN VAKTE YAZIK SELAMETLE......

ALLAH CELLE CELAUHU HEPİMİZİ İSLAM DIŞI ŞAÇMALIKLARDAN MUHAFAZA EYLESİN....
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Ana Sayfa Alt