F
Çevrimdışı
Filistinli Kadın Direnişin Her Cephesinde
Filistinli kadınlar direniş ve mücadelenin sembolü oldukları gibi İsrail zulmünü de bütün şiddetiyle ruhlarında hissetmektedirler. Yerine göre şehitlerin geride bıraktığı yetim çocukların geçim ve bakımını üstlenmek zorunda kalan dul kadınlardır. Yerine göre oğullarını kutsal davalarına ve vatanlarına feda eden şehit anneleridir. Yerine göre zindanda siyonist vahşetin pençesinde kalan oğullarının acılarını kendi yüreklerinde katlanmış olarak hisseden esir anneleridir. Yerine göre esir eşlerinin emanetlerine büyük bir hassasiyetle sahip çıkarken, onların İsrail canavarının elinde nasıl bir acı ve ızdırap çektiğini düşünmekten gözlerine uyku girmeyen acılı hanımlardır. Yerine göre direniş ve mücadeleye aktif olarak katılan dava kadınlarıdır.
Filistinli Kadın Tutsaklar Vahşetin Pençesinde
Tabii Filistinli kadınlar ve genç kızlar fiilen de direnişin içindeler. Bu yüzden İsrail zindanlarına doldurulan yüzden fazla Filistinli kadın var. Bu kadınlar zindanlarda çok zor şartlar altında hayat mücadelesi veriyorlar. Bunların arasında küçük yaşlarda kızlar olduğu gibi hapishanede doğum yapıp bebeğiyle orada hayat sürmeye çalışan kadınlar da var. Filistinli tutuklularla ilgilenen insan hakları örgütlerinin İsrail zindanlarına doldurulmuş Filistinli kadınların durumlarının gittikçe kötüleştiğine dikkat çekmelerine rağmen işgalci rejim şartların düzeltilmesi taleplerine kulak asmak bile istemiyor. Çoğu zaman sağlık durumlarının kötüleşmesinden dolayı tedaviye ihtiyacı olanların tedavisine dahi izin verilmiyor.
17 Nisan Esirlerle Dayanışma Günü münasebetiyle düzenlenen etkinliklerde Filistinli esirlerin davaları ve ızdırapları gündeme getirildi. O tutsakların seslerinin dünyaya duyurulması ve siyonist vahşete karşı tepkilerin uyarılması için bu etkinlikler on gün süreyle devam edecek. Biz bu çerçevede kadın tutsakların ızdıraplarının ayrıca ve özel olarak gündeme taşınması gerektiğini düşünüyoruz. Onlar Ebu Gureyb gerçeğini yıllardan beridir yaşıyorlar. İşte biz de Filistinli kadın tutsaklarla ilgili bu özel dosyamızla sizleri onlar hakkında biraz daha ayrıntılı bir şekilde bilgilendirmeye çalışacağız.
Filistin Gerçeğini Bir Kadının Hayat Hikâyesinde Bulursunuz
İsrail zulmünü tanımak istiyorsanız Filistin'de varlık mücadelesinin içinde doğmuş, büyümüş ve saçlarını ağartmış bir kadının hayat hikâyesini okuyun. Hayat hikâyesini okuyacağınız kadın çocukluğunu ya bir şehidin hanımına emanet ettiği bir yetim ya da bir tutsağın, baba yolunu gözleyen küçük yavrucağı olarak geçirmiştir. Baba ilgisinden mahrum halde, acılı bir annenin kucağında büyüyen bir yavru. Eskiyen ayakkabılarını yenileyecek babası ya şehit edilmiştir, ya da zindanda siyonist vahşetin pençesinde hürriyetinden mahrum bir halde gün saymaktadır.
Bütün bu acılara katlanarak büyür ve genç kızlık çağına gelir. O artık siyonist işgalciler tarafından kirletilen kutsal mabedlerini kurtarmak, vatanını işgal kirinden temizlemek için mücadele eden mücahideler kervanına katılmıştır. İşte bu kutsal mücadelede o bir gün olur birçok dava arkadaşı gibi kendini siyonist vahşetin esir kamplarından birinde bulur.
Esir kamplarından hasbelkader çıktığında kutsal davasına yeni mücahitler ve mücahideler kazandırmak için evlenmeye karar verir. Evlenir ama onun için bir balayı yoktur. Daha evliliğin sıcaklığını bile yeterince hissetmeden bir akşam genç kocasının işgalci siyonistler tarafından yakalanıp toplama kampına götürüldüğü haberini alır. Buna rağmen acı ve ızdırabı içine atarak sabır ve tahammül imtihanında başarılı olmanın mücadelesini vermektedir. İşte bu duygularla kocasının kendisine emanetleri olarak gördüğü yaşlı kayınvalidesine ve kayınpederine hizmet eder.
İşgalci siyonistlerin Filistinli tutsaklara yönelik herhangi bir yargı düzenleri olmadığından kocasının zindandan ne zaman çıkacağını bilmemektedir. Bununla birlikte belki bir gün, işgalciler tarafından rehin tutulan kocası bazı tavizler karşılığında serbest bırakılır ve o bu kez adeta evliliği yeniden yaşıyormuş, yeniden gerdek odasına giriyormuş gibi heyecanlanır.
O heyecan fazla sürmez, çünkü aradan ya birkaç gün ya da birkaç ay geçtikten sonra kocasının işgalci siyonistlerin vahşi saldırılarında şehit edildiğinin haberini alır. Bu haberle onun yüreğini paramparça olur ama acısını içine gömmek, sabretmek zorundadır. Çünkü o artık karnında bir emanet taşımaktadır. Onu doğurup büyütme, kutsal davaya yeni bir mücahit kazandırma, direniş bayrağının yere düşmemesi için verilen mücadeleye asker yetiştirme azmindedir.
Karnındaki emaneti doğurup bin bir sıkıntıyla büyütmeye çalışırken bir gece, saat 02.00'den sonra işgalciler onun evini kuşatır ve ellerindeki megafonlarla: "Derhal evi boşaltın aksi takdirde eviniz üstünüze yıkılacaktır" ilanı yaparlar. Evi boşaltmak zorundadırlar, çünkü daha önce evlerini boşaltmayan ailelerin evlerinin üstlerine yıkıldığı tecrübe edilmiştir. Evlerini boşaltırken küçük çocuğunun biberonunu ve süt şişesini bile dışarı çıkarmasına izin verilmez. İşgalciler getirdikleri iş araçlarıyla, vinçlerle evini yerle bir ederler. O yaşlı büyükleriyle ve henüz süt çağındaki yetim çocuğuyla birlikte evsiz barksız bir halde kendini sokakta bulur.
Ama direniş ve mücadele azminden hiçbir şey kaybetmemiştir. Çünkü o kendini, teslimiyeti asla kabul etmeyen bir davanın içinde görmektedir. Her şeye rağmen direnir. Bütün zorluklara katlanarak yetim çocuğunu büyütmeye çalışır. Büyütmeye çalıştığı yetim çocuğuna bir hayır kurumu "yetim kefaleti" programından yardım temin eder. Ama bu yardım da uzun sürmez, çünkü çok geçmeden o yardım kuruluşunun faaliyet yürüttüğü ülkedeki kukla yönetim bu kuruluşu "teröre destek vermek"le suçlayarak kapatır ya da faaliyetlerini durdurur. Daha yakın zamanda Almanya hükümetinin yaptığı gibi. Çünkü çağdaş emperyalizmin güdümündeki kukla yönetimler açısından varlık mücadelesinin içindeki dul kadınlara ve onların yetim çocuklarına yardım etmek de teröre destek anlamına gelmektedir.
İşte bu hikâye yani acılarla, ızdıraplarla dolu bir mücadele hikâyesi sürüp gitmektedir. Bu hayat Filistinli kadının hayatıdır. İşte bu hayat aynı zamanda direniş ve mücadele azminde örnek alınacak dik duruşlarla, kararlılıklarla dolu bir hayattır. Bu hayatın içindeki mücadele ve dava ehlini, ihanetle, kendi yurtlarını satmakla itham ederek, o insanların verdiği imtihanı Allah'ın kendilerine bir cezası olarak nitelendirenler hem o insanlara hem de Allah'ın adaletine iftira etmektedirler. Bu iddialarıyla vahşi siyonistlerin yıllardan beridir sürdürdükleri yalan ve iftiralarla dolu propaganda programlarına hizmet ettiklerinin, bu yüzden de büyük bir vebal yüklendiklerinin ise farkında değildirler.
Bu hayatın içindeki Filistinli kadın esaretin acısını da bütün yönleriyle yaşamaktadır.
Kadın Tutsakların Acıları
Filistinli kadın tutsaklar hakkındaki bilgileri Filistin Esirler Kulübü'nün hazırladığı dosyalardan alıyoruz. Bu dosyalarda verilen bilgilere göre 1967 işgalinden buyana, yeşil hat dışında kalan Filistin bölgelerinden beş bin Filistinli kadın işgalciler tarafından tutuklanarak zindana konuldu. Tutuklananlar arasında çocuk yaşındaki kızların yanı sıra yaşlı kadınlar da yer aldı. Tutuklananların önemli bir kesimini de çocuk sahibi anneler oluşturuyordu. Bunlardan bazıları uzun bir süre zindanda kaldı. Hatta zindanda çocuk doğurup, çocuklarını iki yıl boyunca orada emzirenler bile var. Macide Selayime, Zehra Kar'uş, Rabiha Ziyab, Itaf Ulyan ve Semiha Hamdan ömürlerinin önemli bir kısmını zindanda geçiren Filistinli kadınlara birkaç örnek. Bunlardan Semiha Hamdan, Macide Selayime, Emime el-Ağa ve son olarak da Menâl Ganem zindanda çocuk doğurup büyüten Filistinli tutsak kadınlara birkaç örnek. Kudüs'ten Mirfet Taha adında bir kadın tutsak da 8 Şubat 2003 tarihinde er-Remle zindanında doğum yaptı ve Vail adını verdiği bebeğini bütün süt döneminde orada emzirdi.
Siyonist Vahşet Kadın Tutsaklara İnsaf Etmiyor
Erkek tutsaklar gibi kadın tutsaklar da oldukça çirkin muamelelere ve işkencelere maruz kaldılar ve halen de kalıyorlar. Birçok tutsağın verdiği bilgiler ve haklarında tutulan doktor raporları kadın tutsakların da hem bedensel, hem de psikolojik işkenceye maruz kaldıklarını belgeliyor. Psikolojik işkencelerin maksadı ise onları yıldırmak ve davalarına sahip çıkmalarını engellemek.
Kadın tutsaklar çeşitli kötü muamelelere ve işkencelere maruz kaldıkları gibi içinde bulundukları zindanların şartları da son derece kötü. Bu kötü şartlardan dolayı hasta olanların ise tedavileriyle ilgilenilmiyor.
Kadın Tutsaklar Direniş ve Dayanışmada Örnek
Filistinli kadın tutsaklar çektikleri bütün zorluklara rağmen, bazen erkeklerin başaramadıkları örnek tavırlar sergilemeyi başarabildiler. Bunlardan biri 1996 Taba Anlaşması'ndan sonra sergiledikleri kahramanca tavırdır. Söz konusu anlaşmayla kadın tutsaklardan bazılarının serbest bırakılmasına karşı çıktı ve hepsinin birden serbest bırakılmaması durumunda hiçbirinin zindandan çıkmayacağını bildirdiler. Bu mücadelelerini 1997 başına kadar tavizsiz bir şekilde sürdürdüler ve sonuçta işgal devleti hepsini serbest bırakmak zorunda kaldı.
Kadın tutsaklar Oslo İlkeler Anlaşması'ndan sonra da "Tüm Kadın ve Erkek Tutsaklar Serbest Bırakılmadan Barış Yok" sloganıyla örnek bir hürriyet mücadelesi verdiler.
Bunun yanı sıra değişik zamanlarda gerçekleştirdikleri açlık grevleri, ortak direniş eylemleri vs. ile örnek mücadeleler sergilediler. Bunlardan biri 1984'te gerçekleştirdikleri ve 18 gün süren açlık grevidir. Yine 1992'de 15 gün, 1996'da 18 gün, 1998'de de 10 gün süreyle açlık grevine giderek seslerini dünyaya duyurmaya çalıştılar. Bu grevlerinde istedikleri en başta kendi koğuşlarının adi suçlardan dolayı tutuklananların koğuşlarından ayrılması, zindandaki hayat şartlarının iyileştirilmesi, hastalananlara muayene ve tedavi imkânları sağlanması, kendilerine kitap temini, radyo dinleme, basını takip etme imkânları sağlanması, ziyaretçiler vasıtasıyla elbise ve diğer ihtiyaç maddelerinin sokulmasına izin verilmesi ve gardiyanlar tarafından eziyet verici, tahrik amaçlı teftişlerin sona erdirilmesiydi. Kadın tutsaklar yürüttükleri direnişleriyle isteklerinden bazılarını kabul ettirmeyi başardılar.
Kadınların Tutuklanış Sebepleri
Bazen kadınlar sırf kocalarına işkence ve tehdit olsun diye tutuklanıyorlar. İşgalciler tutuklanan kadını sorgulamaya tabi tutulan kocasının yanına götürüp tehditte bulunarak tutuklu erkeği itirafta bulunmaya zorluyorlar. Bu uygulamanın tüm uluslararası anlaşmalara ve insan haklarına aykırı olmasına rağmen uluslararası kuruluşlar siyonist işgalcilere karşı herhangi bir yaptırım uygulamıyorlar.
Tutuklamaların başta gelen sebebi ise onların direniş faaliyetlerine katılmalarını engellemek ve bu yolla yıldırma politikası izlemektir.
Kadınlara yönelik zulüm ve tutuklamaların artmasına rağmen kadınların Aksa İntifadası'ndaki aktivitelerinin gittikçe artması siyonist işgalcileri şaşırtıyor.
Erkeklerden olduğu gibi bayanlardan da henüz çocuk yaşında olan birçok kişi tutuklandı. Bunlardan bazıları henüz 14 yaşında. Aksa İntifadası sürecinde de yasal yükümlülük yaşının altında birçok kız çocuk tutuklanıp zindana atıldı.
İşgal devleti kadınları zindana attığı gibi sürgün uygulamasına da tabi tutuyor. Örneğin Nablus'taki el-Asker mülteci kampından İntisar Muhammed adlı tutsak, hakkında altı ay idari hapis cezası verildikten sonra Temmuz 2002'de erkek kardeşi Kefah ile birlikte Gazze'ye sürgün edildi.
Kadın Tutsakların Dilinden
Filistinli kadın tutsakların İsrail zindanlarında ne gibi muamelelere tabi olduklarını öğrenmek için bir de onların kendi ağızlarıyla verdikleri bilgileri, yapmış oldukları açıklamaları gözden geçirelim:
Dört çocuk annesi, üç kere müebbed hapis cezasına çarptırılmış 27 yaşındaki Kahire es-Su'di şöyle konuşuyor: "Askerler beni şiddetle dövdü ve çirkin bir şekilde sövdüler. Bana çok çirkin ve aşağılayıcı hakaretlerde bulundular. Cenin mülteci kampındaki evimden beni aldıklarında tüfeklerin dipçikleriyle vurdu, sonra bir askeri araca bindirdiler. Sonra el-Meskubiye soruşturma merkezine getirip çırılçıplak edip aradılar. Sonra ellerim ve ayaklarım bir sandalyeye bağlı bir şekilde günlerce şibh denilen işkence uygulamasına maruz bıraktılar. (Şibh ŞABAK'ın en fazla uyguladığı işkence metodudur. Kolları tavana veya sandalyeye bağlayarak ayaklardan işkence etme tarzıdır.) Kendini Ebu Yusuf olarak niteleyen bir sorgulayıcı bir sandalye getirip bana yapışık halde oturdu ve görevinin bunu gerektirdiğini ileri sürerek benden uzaklaşmayı kabul etmedi. Sonra yine el-Meskubiye'de bodrum katta bir yere yerleştirdiler. Burası ışıksız, aşırı rutubetli, içi her türlü haşaratla dolu bir yerdi. İçerisinde çok pis kokular vardı. Dokuz gün burada beklettiler. Birkaç kez cinsel tecavüz tehdidinde bulundular."
es-Su'di çeşit çeşit işkencelere maruz kaldığı bu sorgulama merkezinde üç ay tutuluyor. Bu esnada banyo yapmasına izin verilmesini istemesi üzerine de Şolomo adlı bir subay tarafından demir çubuklarla dövülüyor.
Beytlaham'dan 18 yaşındaki Reşa Halid el-Izze de el-Meskubiye'de sorgulamaya alındığını dile getirerek aşağı yukarı aynı şeyleri anlatıyor. Kendisinin sorgulama esnasında kabir gibi bir yere götürüldüğünü söylüyor ve şöyle diyor: "Öyle ki uyumak istediğimde bacaklarımı uzatmaya imkân bulamıyordum. Çok küçük ve çok dar bir yerdi. Hiçbir havalandırma veya pencere de yoktu. Havası oldukça soğuktu. Dondurucu bir haldeydi. Yatak oldukça kirli üstelik içi kıl ve toz doluydu. Sorgulayıcılar sürekli çeşitli şekillerde sövüyorlardı. Sorgulama esnasında gözlerimi bağlıyorlardı. Kollarımı ve bacaklarımı da neredeyse kan gitmesini önleyecek şekilde sandalyeye bağlıyorlardı. Sorgulamanın sekizinci gününde artık hareket edemez, bütün ferimi kaybetmiş hale gelmiştim. Bu süre içinde hiç banyo yapmama da fırsat vermediler."
Nablus'un Beyti Furik kasabasından 24 yaşındaki Lenan Yusuf Melitât da şöyle diyor: "Sorgulama esnasında sorgulayıcı sandalyesini bana iyice yakın koyuyor, bana "sevgilim" diye hitap ediyordu. Çok iğrenç bir şekilde karşımda duruyor ve benim saçımın sarışın olduğunu, yahudi olmam gerektiğini söylüyordu. Beni itirafa zorlamak için sözlerin ve fiillerin en çirkinlerini bana karşı kullandılar."
Raide Muhammed Şehade şöyle diyor: "Cinsel tecavüz tehdidini işgalciler adeta benim boynuma dayanmış bir kılıç gibi kullanmaya çalıştılar. "İtirafta bulun yoksa şu asker hepimizin gözleri önünde sana tecavüz edecek" diye tehditte bulundular. Bu tehdit karşısında bütün bedenim titremeye başladı. Ama ben yine de kararlılığımdan bir şey kaybetmedim ve 'benim size söyleyecek bir sözüm yok' dedim."
Raide Muhammed Şehade kendisine yapılan bir başka işkenceyi de şöyle anlatıyor: "İki iri yarı ve haşin kadın kafama sert ve son derece çirkin koku yayan bir çuval geçirdiler. Sonra ellerimi hiç hareket edemeyecek şekilde bağladılar. Artık ellerimin hiçbir noktasını göremiyordum. Çuvalın yaydığı kötü koku adeta burnumu tıkayacak haldeydi ve sadece o çirkin kokuyu teneffüs ediyordum."
Cinsel tecavüz tehdidine maruz kalan kadın tutsaklardan biri de Fatıma el-Kurd. İşgalciler bazı kişileri onun yanına kadar getirtip bu tehdidi yapıyorlar. Fatıma el-Kurd bu tehdit karşısında çok korktuğunu, telaşa kapıldığını ancak daha sonra derhal kendini toparlayıp kararlılığını koruduğunu ifade ediyor.
Vahşi işkence ve tehdit metotlarına maruz kalan kadınlardan Safa Du'aybis de maruz kaldığı uygulamayı şöyle anlatıyor: "(Sorgucu) bana yaklaşarak: "Kocan seni aldığında bakire miydin?" diye sordu. Ben ona aşağılayıcı bir bakışla gözlerimi diktim. Bunun üzerine beni eğip, tecavüzde bulunacak kişiye karşı tutacağı tehdidinde bulundu."
Rehab el-İsevi de, kendisinden istenilen her konuda itirafta bulunmadığı takdirde Dürzî bir erkeği çağırarak tecavüz ettirecekleri tehdidi yapıldığını ifade ediyor.
Kadın tutsaklardan Able Taha, işgalcilerin özel yetiştirilmiş bazı kadınları yanına soktuklarını ve kendisinin, onlar tarafından hakarete ve çirkin muamelelere maruz bırakıldığını söylüyor. Saldırganlar Able Taha'ya süpürgelerle saldırıyorlar. Able Taha bu saldırıya uğradığında hamileliğinin ikinci ayındaymış. Saldırıdan dolayı kanama olunca işkenceciler doktor çağırmak yerine bu halini istismar ederek kendisiyle itirafta bulunması için pazarlıkta bulunmaya başlıyorlar.
Siham el-Burgusi kendisine yapılan işkenceyi şöyle anlatıyor: "Oldukça çirkin ve rahatsız edici koku yayan bir çuvalı başıma geçirip işkence ettiler. Bedenime dıştan belli olmayacak işkenceler yaptılar. Bu şekilde dıştan belli olmayan işkence metotları çok daha tehlikeli oluyor, çünkü öldürücü tesir yapabiliyor. İlk etapta bedende herhangi bir izi görülmüyor ama zaman içinde sivilcelenme, romatizma, iltihaplanma vs. gibi muhtelif müzmin hastalıkların ortaya çıkmasına sebep oluyor."
Hadice Ebu Arkub da yapılanları şöyle anlatıyor: "Beni şiddetle dövdüler, boğmaya çalıştılar. Saçlarımı yoldular. Bana tecavüz edecek askerler çağıracakları tehdidinde bulundular. Sadece tehdit etmekle de kalmadılar. Bir askeri üzerime sürdüler. O da katır gibi üzerime atladı. Vahşiler de bulunanların gözleri önünde elbiselerimi yırtmaya başladılar..."
Bunlar Filistinli kadın tutsakların dillerinden, onların maruz kaldıkları vahşeti gözler önüne seren birkaç örnek. Hepsi bu kadar değil tabii ki. Ayrıca yüksek sesle müzik dinletme, saatlerce ayakta tutma, uzun süre uykusuz ve aç bırakma, yakın akrabalarını getirterek onların gözleri önünde tehditte bulunma ve benzeri türden birçok işkence metodu uygulanıyor. Ancak yukarıda verdiğimiz örneklerin Filistinli kadın tutsakların maruz kaldıkları vahşeti gözler önüne serdiğini sanıyoruz. Bütün bu uygulamalar tutuklular ve tutsaklarla ilgili insan hakları hükümlerine ve uluslararası anlaşmalara aykırı olduğu halde İsrail işgal devletine herhangi bir yaptırım ve baskı uygulanmıyor.
Bütün bunların yanı sıra o tutsakların kaldığı zindanlar bizatihi kesintisiz işkence mekânlarıdır. Buralarda en başta temizlik olmadığından çok kötü kokular yayılmaktadır. Kadınlar, yanlarına yedek giysi almalarına fırsat verilmediğinden bazen haftalarca üstlerini değiştirmeden durmaya zorlanmaktadırlar. Kendilerine verilen yiyecekler son derece kalitesiz ve kötüdür. Sağlık hizmetleri verilmemektedir. Bazı zamanlarda verilen direnişler neticesinde birtakım şartlar nispeten iyileştirilse de zaman içerisinde kademeli olarak yine aynı şartlara geri dönülüyor.
Erkek çocuklar gibi henüz yasal sorumluluk çağına gelmemiş kız çocuklar da işgalciler tarafından tutuklanarak zindana atılıyor.
Bir Buçuk Yaşındaki Bebeğiyle Zindanda
Siyonist işgal devleti, katliam ve cinayetlerinde Filistinli bebeklere acımadığı gibi insanları zindana atarken de zerre kadar insaf etmiyor. Bu yüzden Filistinli bayan Menâl Abdurrazık Ganem bir buçuk yaşındaki bebeği küçük Nur'la birlikte zindanda tutuluyor.
Filistin Esirler Kulübü işgal devletinin Menâl Ganem isimli Filistinli kadının ve onun bir buçuk yaşındaki oğlu Nur'un serbest bırakılması için uluslar arası kuruluşlar tarafından müdahale edilmesini istedi.
Filistin Esirler Kulübü küçük Nur'un Telmund Kadınlar Cezaevi'nde dünyaya geldiğine dikkat çekerek gerek doğum esnasında yaşanan bazı problemler ve gerekse zindan şartlarının kötü olması sebebiyle adı geçen bebeğin çeşitli sağlık sorunları yaşadığını dile getirdi ve en kısa zamanda annesiyle birlikte zindandan çıkarılmasını istedi.
Menâl Ganem kendisi de müzmin bir hastalıktan muzdarip ve onun da acilen tedavi görmesi gerekiyor. Ancak işgal devleti bebeğe de anneye de insaf etmeyerek her ikisini birden Telmund cezaevinde karanlık ve berbat zindan ortamında hayatlarını sürdürmeye mecbur ediyor.
Kadın Tutsaklar Hakkında Özet Bilgiler
Hâlen İsrail zindanlarında 126 kadın tutsak bulunuyor. Mandela İnsan Hakları Kurumu'nun hazırladığı rapora göre bayan tutsaklardan 20 kişi evli. 7 bayan idarî tutuklu sıfatıyla bekletiliyor. İdarî tutuklu ise haklarında herhangi bir mahkeme davası açılmamış, sadece polisin talebiyle zindanda tutulan tutuklulara deniyor. 14 bayan tutuklu yasal mükellefiyet yaşının altında. Bunların içinde 14 yaşında olanlar da var. Tabiî annesiyle birlikte zindanda büyümeye mahkûm edilen küçük Nur gibi bebekler bu sayıya dâhil edilmiyor. 8 bayan tutuklu acil tedavi ve tıbbi bakım gerektiren müzmin hastalıklardan muzdarip durumda. Bunlardan biri de küçük Nur'un annesi Menâl Abdurrazık Ganem.
Kadın tutsaklardan 90 kişi Telmund, 26 kişi Remle, 4 kişi el-Celime cezaevinde tutuluyor. 6 tutsağın ise nerede olduğu hakkında kesin bir bilgi bulunmuyor.
Kadın tutsakların 40'ı Batı Yaka'nın Nablus bölgesinden, 27'si Cenin'den, 15'i el-Halil'den, 10'u Beytlaham'dan, 10'u Tulkerem'den, 8'i Kudüs'ten, 5'i Ramallah'tan, 4'ü Kalkiliya'dan, 2'si Gazze'den, 2'si de Nasıra'dan. Diğer üçünün nereden olduğu hakkında bilgi yok.
Zulüm ve İşkence Devam Ediyor
İsrail zindanlarında tutulan kadın tutsaklara yönelik insanlık dışı uygulamalar ve zulümler devam ediyor. Zulüm ve işkencede kadın tutsaklara yönelik uygulamalar erkek tutsaklara yönelik uygulamalardan geri kalmıyor. Üstelik onlara yönelik işkencelere cinsel yönden eziyet ve aşağılama, iffetlerinin kirletilmesi girişimleri de ekleniyor. Bu yüzden onlar daha çok zulüm ve haksızlığa uğratılmış oluyorlar.
Filistin Esirler Kulübü'nün yaptığı araştırmalara ve hazırladığı raporlara göre kadın tutsaklara yönelik vahşi uygulamaların başında cinsel taciz ve tehdit geliyor. Buna ek olarak şiddetli bir şekilde dövme, çirkin sözlerle hakaret etme, çırılçıplak ederek arama, onur kırıcı muamelelerle teftiş gibi muhtelif insanlık dışı uygulamalara da başvuruluyor. Ayrıca kadın tutsakların tutuldukları zindanlardaki hâkim şartlar da işkencenin en önemli boyutunu oluşturuyor. Yani kadın tutsakların kaldığı yerler de esir kamplarından daha kötü. Verilen yiyeceklerin sağlıksız olması da işkencenin önemli bir boyutunu oluşturuyor. Bir diğer işkence tarzı ise hastalananların, müzmin rahatsızlıklardan dolayı sürekli tıbbi bakıma ihtiyaçları olanların tedavilerine imkân tanınmaması.
Bütün bu sebeplerden dolayı kadın tutsakların dertleriyle, ızdıraplarıyla daha yakından ilgilenilmesi, onların davalarının dünyaya duyurulması için daha çok çaba sarf edilmesi gerekiyor.
Filistinli kadınlar direniş ve mücadelenin sembolü oldukları gibi İsrail zulmünü de bütün şiddetiyle ruhlarında hissetmektedirler. Yerine göre şehitlerin geride bıraktığı yetim çocukların geçim ve bakımını üstlenmek zorunda kalan dul kadınlardır. Yerine göre oğullarını kutsal davalarına ve vatanlarına feda eden şehit anneleridir. Yerine göre zindanda siyonist vahşetin pençesinde kalan oğullarının acılarını kendi yüreklerinde katlanmış olarak hisseden esir anneleridir. Yerine göre esir eşlerinin emanetlerine büyük bir hassasiyetle sahip çıkarken, onların İsrail canavarının elinde nasıl bir acı ve ızdırap çektiğini düşünmekten gözlerine uyku girmeyen acılı hanımlardır. Yerine göre direniş ve mücadeleye aktif olarak katılan dava kadınlarıdır.
Filistinli Kadın Tutsaklar Vahşetin Pençesinde
Tabii Filistinli kadınlar ve genç kızlar fiilen de direnişin içindeler. Bu yüzden İsrail zindanlarına doldurulan yüzden fazla Filistinli kadın var. Bu kadınlar zindanlarda çok zor şartlar altında hayat mücadelesi veriyorlar. Bunların arasında küçük yaşlarda kızlar olduğu gibi hapishanede doğum yapıp bebeğiyle orada hayat sürmeye çalışan kadınlar da var. Filistinli tutuklularla ilgilenen insan hakları örgütlerinin İsrail zindanlarına doldurulmuş Filistinli kadınların durumlarının gittikçe kötüleştiğine dikkat çekmelerine rağmen işgalci rejim şartların düzeltilmesi taleplerine kulak asmak bile istemiyor. Çoğu zaman sağlık durumlarının kötüleşmesinden dolayı tedaviye ihtiyacı olanların tedavisine dahi izin verilmiyor.
17 Nisan Esirlerle Dayanışma Günü münasebetiyle düzenlenen etkinliklerde Filistinli esirlerin davaları ve ızdırapları gündeme getirildi. O tutsakların seslerinin dünyaya duyurulması ve siyonist vahşete karşı tepkilerin uyarılması için bu etkinlikler on gün süreyle devam edecek. Biz bu çerçevede kadın tutsakların ızdıraplarının ayrıca ve özel olarak gündeme taşınması gerektiğini düşünüyoruz. Onlar Ebu Gureyb gerçeğini yıllardan beridir yaşıyorlar. İşte biz de Filistinli kadın tutsaklarla ilgili bu özel dosyamızla sizleri onlar hakkında biraz daha ayrıntılı bir şekilde bilgilendirmeye çalışacağız.
Filistin Gerçeğini Bir Kadının Hayat Hikâyesinde Bulursunuz
İsrail zulmünü tanımak istiyorsanız Filistin'de varlık mücadelesinin içinde doğmuş, büyümüş ve saçlarını ağartmış bir kadının hayat hikâyesini okuyun. Hayat hikâyesini okuyacağınız kadın çocukluğunu ya bir şehidin hanımına emanet ettiği bir yetim ya da bir tutsağın, baba yolunu gözleyen küçük yavrucağı olarak geçirmiştir. Baba ilgisinden mahrum halde, acılı bir annenin kucağında büyüyen bir yavru. Eskiyen ayakkabılarını yenileyecek babası ya şehit edilmiştir, ya da zindanda siyonist vahşetin pençesinde hürriyetinden mahrum bir halde gün saymaktadır.
Bütün bu acılara katlanarak büyür ve genç kızlık çağına gelir. O artık siyonist işgalciler tarafından kirletilen kutsal mabedlerini kurtarmak, vatanını işgal kirinden temizlemek için mücadele eden mücahideler kervanına katılmıştır. İşte bu kutsal mücadelede o bir gün olur birçok dava arkadaşı gibi kendini siyonist vahşetin esir kamplarından birinde bulur.
Esir kamplarından hasbelkader çıktığında kutsal davasına yeni mücahitler ve mücahideler kazandırmak için evlenmeye karar verir. Evlenir ama onun için bir balayı yoktur. Daha evliliğin sıcaklığını bile yeterince hissetmeden bir akşam genç kocasının işgalci siyonistler tarafından yakalanıp toplama kampına götürüldüğü haberini alır. Buna rağmen acı ve ızdırabı içine atarak sabır ve tahammül imtihanında başarılı olmanın mücadelesini vermektedir. İşte bu duygularla kocasının kendisine emanetleri olarak gördüğü yaşlı kayınvalidesine ve kayınpederine hizmet eder.
İşgalci siyonistlerin Filistinli tutsaklara yönelik herhangi bir yargı düzenleri olmadığından kocasının zindandan ne zaman çıkacağını bilmemektedir. Bununla birlikte belki bir gün, işgalciler tarafından rehin tutulan kocası bazı tavizler karşılığında serbest bırakılır ve o bu kez adeta evliliği yeniden yaşıyormuş, yeniden gerdek odasına giriyormuş gibi heyecanlanır.
O heyecan fazla sürmez, çünkü aradan ya birkaç gün ya da birkaç ay geçtikten sonra kocasının işgalci siyonistlerin vahşi saldırılarında şehit edildiğinin haberini alır. Bu haberle onun yüreğini paramparça olur ama acısını içine gömmek, sabretmek zorundadır. Çünkü o artık karnında bir emanet taşımaktadır. Onu doğurup büyütme, kutsal davaya yeni bir mücahit kazandırma, direniş bayrağının yere düşmemesi için verilen mücadeleye asker yetiştirme azmindedir.
Karnındaki emaneti doğurup bin bir sıkıntıyla büyütmeye çalışırken bir gece, saat 02.00'den sonra işgalciler onun evini kuşatır ve ellerindeki megafonlarla: "Derhal evi boşaltın aksi takdirde eviniz üstünüze yıkılacaktır" ilanı yaparlar. Evi boşaltmak zorundadırlar, çünkü daha önce evlerini boşaltmayan ailelerin evlerinin üstlerine yıkıldığı tecrübe edilmiştir. Evlerini boşaltırken küçük çocuğunun biberonunu ve süt şişesini bile dışarı çıkarmasına izin verilmez. İşgalciler getirdikleri iş araçlarıyla, vinçlerle evini yerle bir ederler. O yaşlı büyükleriyle ve henüz süt çağındaki yetim çocuğuyla birlikte evsiz barksız bir halde kendini sokakta bulur.
Ama direniş ve mücadele azminden hiçbir şey kaybetmemiştir. Çünkü o kendini, teslimiyeti asla kabul etmeyen bir davanın içinde görmektedir. Her şeye rağmen direnir. Bütün zorluklara katlanarak yetim çocuğunu büyütmeye çalışır. Büyütmeye çalıştığı yetim çocuğuna bir hayır kurumu "yetim kefaleti" programından yardım temin eder. Ama bu yardım da uzun sürmez, çünkü çok geçmeden o yardım kuruluşunun faaliyet yürüttüğü ülkedeki kukla yönetim bu kuruluşu "teröre destek vermek"le suçlayarak kapatır ya da faaliyetlerini durdurur. Daha yakın zamanda Almanya hükümetinin yaptığı gibi. Çünkü çağdaş emperyalizmin güdümündeki kukla yönetimler açısından varlık mücadelesinin içindeki dul kadınlara ve onların yetim çocuklarına yardım etmek de teröre destek anlamına gelmektedir.
İşte bu hikâye yani acılarla, ızdıraplarla dolu bir mücadele hikâyesi sürüp gitmektedir. Bu hayat Filistinli kadının hayatıdır. İşte bu hayat aynı zamanda direniş ve mücadele azminde örnek alınacak dik duruşlarla, kararlılıklarla dolu bir hayattır. Bu hayatın içindeki mücadele ve dava ehlini, ihanetle, kendi yurtlarını satmakla itham ederek, o insanların verdiği imtihanı Allah'ın kendilerine bir cezası olarak nitelendirenler hem o insanlara hem de Allah'ın adaletine iftira etmektedirler. Bu iddialarıyla vahşi siyonistlerin yıllardan beridir sürdürdükleri yalan ve iftiralarla dolu propaganda programlarına hizmet ettiklerinin, bu yüzden de büyük bir vebal yüklendiklerinin ise farkında değildirler.
Bu hayatın içindeki Filistinli kadın esaretin acısını da bütün yönleriyle yaşamaktadır.
Kadın Tutsakların Acıları
Filistinli kadın tutsaklar hakkındaki bilgileri Filistin Esirler Kulübü'nün hazırladığı dosyalardan alıyoruz. Bu dosyalarda verilen bilgilere göre 1967 işgalinden buyana, yeşil hat dışında kalan Filistin bölgelerinden beş bin Filistinli kadın işgalciler tarafından tutuklanarak zindana konuldu. Tutuklananlar arasında çocuk yaşındaki kızların yanı sıra yaşlı kadınlar da yer aldı. Tutuklananların önemli bir kesimini de çocuk sahibi anneler oluşturuyordu. Bunlardan bazıları uzun bir süre zindanda kaldı. Hatta zindanda çocuk doğurup, çocuklarını iki yıl boyunca orada emzirenler bile var. Macide Selayime, Zehra Kar'uş, Rabiha Ziyab, Itaf Ulyan ve Semiha Hamdan ömürlerinin önemli bir kısmını zindanda geçiren Filistinli kadınlara birkaç örnek. Bunlardan Semiha Hamdan, Macide Selayime, Emime el-Ağa ve son olarak da Menâl Ganem zindanda çocuk doğurup büyüten Filistinli tutsak kadınlara birkaç örnek. Kudüs'ten Mirfet Taha adında bir kadın tutsak da 8 Şubat 2003 tarihinde er-Remle zindanında doğum yaptı ve Vail adını verdiği bebeğini bütün süt döneminde orada emzirdi.
Siyonist Vahşet Kadın Tutsaklara İnsaf Etmiyor
Erkek tutsaklar gibi kadın tutsaklar da oldukça çirkin muamelelere ve işkencelere maruz kaldılar ve halen de kalıyorlar. Birçok tutsağın verdiği bilgiler ve haklarında tutulan doktor raporları kadın tutsakların da hem bedensel, hem de psikolojik işkenceye maruz kaldıklarını belgeliyor. Psikolojik işkencelerin maksadı ise onları yıldırmak ve davalarına sahip çıkmalarını engellemek.
Kadın tutsaklar çeşitli kötü muamelelere ve işkencelere maruz kaldıkları gibi içinde bulundukları zindanların şartları da son derece kötü. Bu kötü şartlardan dolayı hasta olanların ise tedavileriyle ilgilenilmiyor.
Kadın Tutsaklar Direniş ve Dayanışmada Örnek
Filistinli kadın tutsaklar çektikleri bütün zorluklara rağmen, bazen erkeklerin başaramadıkları örnek tavırlar sergilemeyi başarabildiler. Bunlardan biri 1996 Taba Anlaşması'ndan sonra sergiledikleri kahramanca tavırdır. Söz konusu anlaşmayla kadın tutsaklardan bazılarının serbest bırakılmasına karşı çıktı ve hepsinin birden serbest bırakılmaması durumunda hiçbirinin zindandan çıkmayacağını bildirdiler. Bu mücadelelerini 1997 başına kadar tavizsiz bir şekilde sürdürdüler ve sonuçta işgal devleti hepsini serbest bırakmak zorunda kaldı.
Kadın tutsaklar Oslo İlkeler Anlaşması'ndan sonra da "Tüm Kadın ve Erkek Tutsaklar Serbest Bırakılmadan Barış Yok" sloganıyla örnek bir hürriyet mücadelesi verdiler.
Bunun yanı sıra değişik zamanlarda gerçekleştirdikleri açlık grevleri, ortak direniş eylemleri vs. ile örnek mücadeleler sergilediler. Bunlardan biri 1984'te gerçekleştirdikleri ve 18 gün süren açlık grevidir. Yine 1992'de 15 gün, 1996'da 18 gün, 1998'de de 10 gün süreyle açlık grevine giderek seslerini dünyaya duyurmaya çalıştılar. Bu grevlerinde istedikleri en başta kendi koğuşlarının adi suçlardan dolayı tutuklananların koğuşlarından ayrılması, zindandaki hayat şartlarının iyileştirilmesi, hastalananlara muayene ve tedavi imkânları sağlanması, kendilerine kitap temini, radyo dinleme, basını takip etme imkânları sağlanması, ziyaretçiler vasıtasıyla elbise ve diğer ihtiyaç maddelerinin sokulmasına izin verilmesi ve gardiyanlar tarafından eziyet verici, tahrik amaçlı teftişlerin sona erdirilmesiydi. Kadın tutsaklar yürüttükleri direnişleriyle isteklerinden bazılarını kabul ettirmeyi başardılar.
Kadınların Tutuklanış Sebepleri
Bazen kadınlar sırf kocalarına işkence ve tehdit olsun diye tutuklanıyorlar. İşgalciler tutuklanan kadını sorgulamaya tabi tutulan kocasının yanına götürüp tehditte bulunarak tutuklu erkeği itirafta bulunmaya zorluyorlar. Bu uygulamanın tüm uluslararası anlaşmalara ve insan haklarına aykırı olmasına rağmen uluslararası kuruluşlar siyonist işgalcilere karşı herhangi bir yaptırım uygulamıyorlar.
Tutuklamaların başta gelen sebebi ise onların direniş faaliyetlerine katılmalarını engellemek ve bu yolla yıldırma politikası izlemektir.
Kadınlara yönelik zulüm ve tutuklamaların artmasına rağmen kadınların Aksa İntifadası'ndaki aktivitelerinin gittikçe artması siyonist işgalcileri şaşırtıyor.
Erkeklerden olduğu gibi bayanlardan da henüz çocuk yaşında olan birçok kişi tutuklandı. Bunlardan bazıları henüz 14 yaşında. Aksa İntifadası sürecinde de yasal yükümlülük yaşının altında birçok kız çocuk tutuklanıp zindana atıldı.
İşgal devleti kadınları zindana attığı gibi sürgün uygulamasına da tabi tutuyor. Örneğin Nablus'taki el-Asker mülteci kampından İntisar Muhammed adlı tutsak, hakkında altı ay idari hapis cezası verildikten sonra Temmuz 2002'de erkek kardeşi Kefah ile birlikte Gazze'ye sürgün edildi.
Kadın Tutsakların Dilinden
Filistinli kadın tutsakların İsrail zindanlarında ne gibi muamelelere tabi olduklarını öğrenmek için bir de onların kendi ağızlarıyla verdikleri bilgileri, yapmış oldukları açıklamaları gözden geçirelim:
Dört çocuk annesi, üç kere müebbed hapis cezasına çarptırılmış 27 yaşındaki Kahire es-Su'di şöyle konuşuyor: "Askerler beni şiddetle dövdü ve çirkin bir şekilde sövdüler. Bana çok çirkin ve aşağılayıcı hakaretlerde bulundular. Cenin mülteci kampındaki evimden beni aldıklarında tüfeklerin dipçikleriyle vurdu, sonra bir askeri araca bindirdiler. Sonra el-Meskubiye soruşturma merkezine getirip çırılçıplak edip aradılar. Sonra ellerim ve ayaklarım bir sandalyeye bağlı bir şekilde günlerce şibh denilen işkence uygulamasına maruz bıraktılar. (Şibh ŞABAK'ın en fazla uyguladığı işkence metodudur. Kolları tavana veya sandalyeye bağlayarak ayaklardan işkence etme tarzıdır.) Kendini Ebu Yusuf olarak niteleyen bir sorgulayıcı bir sandalye getirip bana yapışık halde oturdu ve görevinin bunu gerektirdiğini ileri sürerek benden uzaklaşmayı kabul etmedi. Sonra yine el-Meskubiye'de bodrum katta bir yere yerleştirdiler. Burası ışıksız, aşırı rutubetli, içi her türlü haşaratla dolu bir yerdi. İçerisinde çok pis kokular vardı. Dokuz gün burada beklettiler. Birkaç kez cinsel tecavüz tehdidinde bulundular."
es-Su'di çeşit çeşit işkencelere maruz kaldığı bu sorgulama merkezinde üç ay tutuluyor. Bu esnada banyo yapmasına izin verilmesini istemesi üzerine de Şolomo adlı bir subay tarafından demir çubuklarla dövülüyor.
Beytlaham'dan 18 yaşındaki Reşa Halid el-Izze de el-Meskubiye'de sorgulamaya alındığını dile getirerek aşağı yukarı aynı şeyleri anlatıyor. Kendisinin sorgulama esnasında kabir gibi bir yere götürüldüğünü söylüyor ve şöyle diyor: "Öyle ki uyumak istediğimde bacaklarımı uzatmaya imkân bulamıyordum. Çok küçük ve çok dar bir yerdi. Hiçbir havalandırma veya pencere de yoktu. Havası oldukça soğuktu. Dondurucu bir haldeydi. Yatak oldukça kirli üstelik içi kıl ve toz doluydu. Sorgulayıcılar sürekli çeşitli şekillerde sövüyorlardı. Sorgulama esnasında gözlerimi bağlıyorlardı. Kollarımı ve bacaklarımı da neredeyse kan gitmesini önleyecek şekilde sandalyeye bağlıyorlardı. Sorgulamanın sekizinci gününde artık hareket edemez, bütün ferimi kaybetmiş hale gelmiştim. Bu süre içinde hiç banyo yapmama da fırsat vermediler."
Nablus'un Beyti Furik kasabasından 24 yaşındaki Lenan Yusuf Melitât da şöyle diyor: "Sorgulama esnasında sorgulayıcı sandalyesini bana iyice yakın koyuyor, bana "sevgilim" diye hitap ediyordu. Çok iğrenç bir şekilde karşımda duruyor ve benim saçımın sarışın olduğunu, yahudi olmam gerektiğini söylüyordu. Beni itirafa zorlamak için sözlerin ve fiillerin en çirkinlerini bana karşı kullandılar."
Raide Muhammed Şehade şöyle diyor: "Cinsel tecavüz tehdidini işgalciler adeta benim boynuma dayanmış bir kılıç gibi kullanmaya çalıştılar. "İtirafta bulun yoksa şu asker hepimizin gözleri önünde sana tecavüz edecek" diye tehditte bulundular. Bu tehdit karşısında bütün bedenim titremeye başladı. Ama ben yine de kararlılığımdan bir şey kaybetmedim ve 'benim size söyleyecek bir sözüm yok' dedim."
Raide Muhammed Şehade kendisine yapılan bir başka işkenceyi de şöyle anlatıyor: "İki iri yarı ve haşin kadın kafama sert ve son derece çirkin koku yayan bir çuval geçirdiler. Sonra ellerimi hiç hareket edemeyecek şekilde bağladılar. Artık ellerimin hiçbir noktasını göremiyordum. Çuvalın yaydığı kötü koku adeta burnumu tıkayacak haldeydi ve sadece o çirkin kokuyu teneffüs ediyordum."
Cinsel tecavüz tehdidine maruz kalan kadın tutsaklardan biri de Fatıma el-Kurd. İşgalciler bazı kişileri onun yanına kadar getirtip bu tehdidi yapıyorlar. Fatıma el-Kurd bu tehdit karşısında çok korktuğunu, telaşa kapıldığını ancak daha sonra derhal kendini toparlayıp kararlılığını koruduğunu ifade ediyor.
Vahşi işkence ve tehdit metotlarına maruz kalan kadınlardan Safa Du'aybis de maruz kaldığı uygulamayı şöyle anlatıyor: "(Sorgucu) bana yaklaşarak: "Kocan seni aldığında bakire miydin?" diye sordu. Ben ona aşağılayıcı bir bakışla gözlerimi diktim. Bunun üzerine beni eğip, tecavüzde bulunacak kişiye karşı tutacağı tehdidinde bulundu."
Rehab el-İsevi de, kendisinden istenilen her konuda itirafta bulunmadığı takdirde Dürzî bir erkeği çağırarak tecavüz ettirecekleri tehdidi yapıldığını ifade ediyor.
Kadın tutsaklardan Able Taha, işgalcilerin özel yetiştirilmiş bazı kadınları yanına soktuklarını ve kendisinin, onlar tarafından hakarete ve çirkin muamelelere maruz bırakıldığını söylüyor. Saldırganlar Able Taha'ya süpürgelerle saldırıyorlar. Able Taha bu saldırıya uğradığında hamileliğinin ikinci ayındaymış. Saldırıdan dolayı kanama olunca işkenceciler doktor çağırmak yerine bu halini istismar ederek kendisiyle itirafta bulunması için pazarlıkta bulunmaya başlıyorlar.
Siham el-Burgusi kendisine yapılan işkenceyi şöyle anlatıyor: "Oldukça çirkin ve rahatsız edici koku yayan bir çuvalı başıma geçirip işkence ettiler. Bedenime dıştan belli olmayacak işkenceler yaptılar. Bu şekilde dıştan belli olmayan işkence metotları çok daha tehlikeli oluyor, çünkü öldürücü tesir yapabiliyor. İlk etapta bedende herhangi bir izi görülmüyor ama zaman içinde sivilcelenme, romatizma, iltihaplanma vs. gibi muhtelif müzmin hastalıkların ortaya çıkmasına sebep oluyor."
Hadice Ebu Arkub da yapılanları şöyle anlatıyor: "Beni şiddetle dövdüler, boğmaya çalıştılar. Saçlarımı yoldular. Bana tecavüz edecek askerler çağıracakları tehdidinde bulundular. Sadece tehdit etmekle de kalmadılar. Bir askeri üzerime sürdüler. O da katır gibi üzerime atladı. Vahşiler de bulunanların gözleri önünde elbiselerimi yırtmaya başladılar..."
Bunlar Filistinli kadın tutsakların dillerinden, onların maruz kaldıkları vahşeti gözler önüne seren birkaç örnek. Hepsi bu kadar değil tabii ki. Ayrıca yüksek sesle müzik dinletme, saatlerce ayakta tutma, uzun süre uykusuz ve aç bırakma, yakın akrabalarını getirterek onların gözleri önünde tehditte bulunma ve benzeri türden birçok işkence metodu uygulanıyor. Ancak yukarıda verdiğimiz örneklerin Filistinli kadın tutsakların maruz kaldıkları vahşeti gözler önüne serdiğini sanıyoruz. Bütün bu uygulamalar tutuklular ve tutsaklarla ilgili insan hakları hükümlerine ve uluslararası anlaşmalara aykırı olduğu halde İsrail işgal devletine herhangi bir yaptırım ve baskı uygulanmıyor.
Bütün bunların yanı sıra o tutsakların kaldığı zindanlar bizatihi kesintisiz işkence mekânlarıdır. Buralarda en başta temizlik olmadığından çok kötü kokular yayılmaktadır. Kadınlar, yanlarına yedek giysi almalarına fırsat verilmediğinden bazen haftalarca üstlerini değiştirmeden durmaya zorlanmaktadırlar. Kendilerine verilen yiyecekler son derece kalitesiz ve kötüdür. Sağlık hizmetleri verilmemektedir. Bazı zamanlarda verilen direnişler neticesinde birtakım şartlar nispeten iyileştirilse de zaman içerisinde kademeli olarak yine aynı şartlara geri dönülüyor.
Erkek çocuklar gibi henüz yasal sorumluluk çağına gelmemiş kız çocuklar da işgalciler tarafından tutuklanarak zindana atılıyor.
Bir Buçuk Yaşındaki Bebeğiyle Zindanda
Siyonist işgal devleti, katliam ve cinayetlerinde Filistinli bebeklere acımadığı gibi insanları zindana atarken de zerre kadar insaf etmiyor. Bu yüzden Filistinli bayan Menâl Abdurrazık Ganem bir buçuk yaşındaki bebeği küçük Nur'la birlikte zindanda tutuluyor.
Filistin Esirler Kulübü işgal devletinin Menâl Ganem isimli Filistinli kadının ve onun bir buçuk yaşındaki oğlu Nur'un serbest bırakılması için uluslar arası kuruluşlar tarafından müdahale edilmesini istedi.
Filistin Esirler Kulübü küçük Nur'un Telmund Kadınlar Cezaevi'nde dünyaya geldiğine dikkat çekerek gerek doğum esnasında yaşanan bazı problemler ve gerekse zindan şartlarının kötü olması sebebiyle adı geçen bebeğin çeşitli sağlık sorunları yaşadığını dile getirdi ve en kısa zamanda annesiyle birlikte zindandan çıkarılmasını istedi.
Menâl Ganem kendisi de müzmin bir hastalıktan muzdarip ve onun da acilen tedavi görmesi gerekiyor. Ancak işgal devleti bebeğe de anneye de insaf etmeyerek her ikisini birden Telmund cezaevinde karanlık ve berbat zindan ortamında hayatlarını sürdürmeye mecbur ediyor.
Kadın Tutsaklar Hakkında Özet Bilgiler
Hâlen İsrail zindanlarında 126 kadın tutsak bulunuyor. Mandela İnsan Hakları Kurumu'nun hazırladığı rapora göre bayan tutsaklardan 20 kişi evli. 7 bayan idarî tutuklu sıfatıyla bekletiliyor. İdarî tutuklu ise haklarında herhangi bir mahkeme davası açılmamış, sadece polisin talebiyle zindanda tutulan tutuklulara deniyor. 14 bayan tutuklu yasal mükellefiyet yaşının altında. Bunların içinde 14 yaşında olanlar da var. Tabiî annesiyle birlikte zindanda büyümeye mahkûm edilen küçük Nur gibi bebekler bu sayıya dâhil edilmiyor. 8 bayan tutuklu acil tedavi ve tıbbi bakım gerektiren müzmin hastalıklardan muzdarip durumda. Bunlardan biri de küçük Nur'un annesi Menâl Abdurrazık Ganem.
Kadın tutsaklardan 90 kişi Telmund, 26 kişi Remle, 4 kişi el-Celime cezaevinde tutuluyor. 6 tutsağın ise nerede olduğu hakkında kesin bir bilgi bulunmuyor.
Kadın tutsakların 40'ı Batı Yaka'nın Nablus bölgesinden, 27'si Cenin'den, 15'i el-Halil'den, 10'u Beytlaham'dan, 10'u Tulkerem'den, 8'i Kudüs'ten, 5'i Ramallah'tan, 4'ü Kalkiliya'dan, 2'si Gazze'den, 2'si de Nasıra'dan. Diğer üçünün nereden olduğu hakkında bilgi yok.
Zulüm ve İşkence Devam Ediyor
İsrail zindanlarında tutulan kadın tutsaklara yönelik insanlık dışı uygulamalar ve zulümler devam ediyor. Zulüm ve işkencede kadın tutsaklara yönelik uygulamalar erkek tutsaklara yönelik uygulamalardan geri kalmıyor. Üstelik onlara yönelik işkencelere cinsel yönden eziyet ve aşağılama, iffetlerinin kirletilmesi girişimleri de ekleniyor. Bu yüzden onlar daha çok zulüm ve haksızlığa uğratılmış oluyorlar.
Filistin Esirler Kulübü'nün yaptığı araştırmalara ve hazırladığı raporlara göre kadın tutsaklara yönelik vahşi uygulamaların başında cinsel taciz ve tehdit geliyor. Buna ek olarak şiddetli bir şekilde dövme, çirkin sözlerle hakaret etme, çırılçıplak ederek arama, onur kırıcı muamelelerle teftiş gibi muhtelif insanlık dışı uygulamalara da başvuruluyor. Ayrıca kadın tutsakların tutuldukları zindanlardaki hâkim şartlar da işkencenin en önemli boyutunu oluşturuyor. Yani kadın tutsakların kaldığı yerler de esir kamplarından daha kötü. Verilen yiyeceklerin sağlıksız olması da işkencenin önemli bir boyutunu oluşturuyor. Bir diğer işkence tarzı ise hastalananların, müzmin rahatsızlıklardan dolayı sürekli tıbbi bakıma ihtiyaçları olanların tedavilerine imkân tanınmaması.
Bütün bu sebeplerden dolayı kadın tutsakların dertleriyle, ızdıraplarıyla daha yakından ilgilenilmesi, onların davalarının dünyaya duyurulması için daha çok çaba sarf edilmesi gerekiyor.