İcmanın Şartları :
1. Muctehidlerin İttifakı:
Bu nedenle halkın (avamın) veya fıkıh ilminde muctehid olmayan alimlerin herhangi bir mesele üzerinde ittifak etmelerine icma denilemez.
Diğer yandan icmaın gerçekleşebilmesi için en az üç müctehidin bulunması şart koşulmuştur.
2. İttifaka Bütün Muctehidlerin Katılması:
İcmada aranan ittifak, belde ve kavimleri değişik olsa dahi, bütün muctehidler arasında tahakkuk eden ittifaktır. Bir muctehidin dahi ittifaka katılmaması İcmaın gerçekleşmesine manidir. Binaenaleyh, muhalif olanların sayısı çok az dahi olsa, çoğunluğun ittifakı, cumhur ulemaya göre, icma sayılmaz.
Buradaki muctehid kavramına dinin kesin hükümlerinden birini inkar etmeyen fırkalardaki muctehidler de dahildir. Buna mukabil, Gulatı Şia gibi İslâm'ın kesin olan hükümlerinden birini inkâr eden fırkaların müctehidleri icmada nazar-ı itibara alınmaz. Bunların herhangi bir rolleri yoktur.
3. Mevcut Muctehidlerin ittifakı:
İcmada, fıkhı meselenin ortaya çıkıp tartışıldığı zamanda yaşayan alimlerin ittifakı aranmaktadır. Bu itibarla, daha sonraki asırlarda gelen muctehidlerin aynı görüş üzerinde ittifak etmeleri şart olmadığı gibi, bir mesele üzerinde İttifak eden müctehidlerin, o meseleyle ilgili görüşlerini ölünceye kadar muhafaza etmeleri de şart değildir.
4. Peygamber'den Sonra Yapılması:
İttifak, Rasulullah (s.a.v) efendimizin ahirate göç etmesinden sonra gerçekleşmiş olmalıdır. Çünkü O hayatta olduğu sürece, Allah'ın elçisi olması itibariyle, meseleler üzerinde hüküm verme yetkisi yalnızca O'na aittir.
5. ittifakın Açıkça Yapılması:
İttifak, muctehidlerden her birinin aynı zamanda ve açıkça görüşlerini ortaya koymalarıyla gerçekleşmelidir. Bu da, ya bir araya gelmeleri suretiyle veya görüşleri karşılaştırılarak tahakkuk eder.
6. Gerçek veya Hukmî Bir İttifakın Bulunması:
Muctehidler tek bir görüşte ya gerçekten veya hükmen ittifak etmelidirler. Eğer bir mesele hakkında tek bir görüş ileri sürülür de onun üzerinde ittifak yapılırsa ortada gerçek bir İttifak vardır. Buna mukabil bir mesele hakkında iki görüş ileri sürülür de, muctehidler üçüncü bir görüşe yer vermezlerse, burada üçüncü bir görüşün bulunmadığı hususunda "hukmî" bîr ittfak söz konusudur.
Mesela; bir kişi ölür de, geride öz erkek kardeşleriyle veya baba bir üvey erkek kardeşleriyle birlikte dedesi kalırsa, dedenin miras payı hakkında sahabe-i kiram ikiye ayrılmışlardır:
Bazıları yalnız dedenin mirasçı olup, kardeşlerin öz olsun üvey olsun mirastan mahrum kalacaklarını beyan etmişler, diğerleri ise dede ile birlikte öz veya üvey erkek kardeşlerin de mirasçı olacaklarını bildirmişlerdir.
İşte bu meselede dedenin mirasçı olacağı hususunda "hukmî" bir icma vardır. Binaenaleyh, "dede mirastan tamamen mahrum edilir" şeklindeki üçüncü bir görüş hükmî icmaa ters düştüğü için red edilir.
İcmaın gerçekleşmesi için yukarıda zikredilen şartların bulunması gerekmektedir.
Bununla beraber bazı alimler bir kısım ittifakları, zikredilen şartları kapsamadıkları halde, icma saymışlardır.
Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür:
A. Çoğunluğun İttifakı:
Taberî, Ebu Bekr el-Razî, Hasen el-Hayyad, bir görüşe göre Ahmed b. Hanbel gibi bazı alimler, çoğunluğun ittifakıyla icmaın gerçekleşeceği görüşünü savunmuşlardır. Bunların delilleri şunlardır:
a. Bir hadis-i şerifte Peygamber efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: "Allah ummet-i Muhammed'i sapıklıkta birleştirmez. Allah'ın desteği birlik beraberlik içinde olanlaradır. Cemaatten ayrılan ateşe ayrılmış olur." (Tirmizî, Kit. Fiten, bab. 7, Hn. 2167)
Cumhur ulema ise bu hadis-i şerifin sadece çoğunluğun birleşmesini değil, bütün ummet-i Muhammed'in birleşmesini beyan ettiğini söylemişlerdir.
b. İslâm ummeti, Ebu Bekir (r.anh)''in halife seçilmesinde sahabelerin çoğunluğunun ittifakını icma saymışlardır.
c. Haber-i vahid kesinlik ifade etmeyip zan ifade ederken, cemaatten nakledilen haber-i mutevatir kesinlik ifade eder. İctihadda da durum böyledir. Çoğunluğun görüşü ile İcma tahakkuk etmiş olur.
d. Bütün muctehidlerin İttifakı şart koşulduğu takdirde hiç bir zaman icma gerçekleşemez. Zira, herhangi bir icmada bir veya iki kişinin muhalefet etmemesi mümkün değildir. Böyle bir veya iki kişinin muhalefet ettikleri ittifakı İcma kabul etmemek dînî bir delili işlemez hale getirmektir.
e. Sahabe-i kiram, Abdullah b. Abbas'ın "avl" [3] "Riba el-Fadl"[4] ve "Mut'a"da[5] çoğunluğa muhalefetini kınamışlardır.
[3]Avl: Hak sahibi mirasçıların paylarının tanı sayıdan fazla olmasına denilir. Mesela, bir kadın ölür de geriye mirasçı olarak kocasını, annesini, kızkardeşinî bırakırsa, ortada "avl" söz konusudur. Çünkü kocanın payı mirasın yarısı, annenin payı mirasın üçte biri, kızkardeşin payı ise mirasın yarısıdır. Burada akı tam sayı kabul edilirse, üçünü koca, üçünü de kızkardeş alır anneye pay kalmaz. İşte bu gibi meselelerde Abdullah b. Abbas'ın dışındaki sahabeler, mirası bütün mirasçılara dağıtmak maksadıyla, burada altıda eşitlenen paydayı bırakıp sekize ulaşan payı esas almışlar, mirası sekiz üzerinden taksim etmişlerdir. Bana göre netice şöyle olmaktadır: Kocanın payı sekizde üç, kızkardeşin payı sekizde üç, annenin payı ise sekizde ikidir. 1/2(3) + 1/3(2) + 1/2(3) = 3/6 + 2/6 + 3/6 = 8/6 '3/8 + 3/8 + 2/8 = 8/8)
[4] Riba (Faiz): İki kısımdır: Peşin alış verişte söz konusu olan faiz ki, buna "Riba el fa di" denilir. Diğeri ise, veresiye yapılan alış verişte söz konusu olan faiz ki, buna da "Riba en nesie" denilir.
a- Riba el fadi: Altın gibi tartılan eşyaların veya buğday gibi hacmen ölçülen eşyaia-rın kendi cinsleriyle peşin olarak değiştirildiklerinde birinin diğerinden fazla olması durumunda söz konusudur. Mesela, bir kimsenin bir kile buğdayı bir buçuk veya yarım kile karşılığında peşinen satmak, yahut on gram altını dokuz veya on-bİr gram altın karşılığında peşin olarak satması caiz değildir. Çünkü orada "Riba el fadl (fazlalık faizi)" söz konusudur. Abdullah bin Abbas ise, bu tür satışlara cevaz vermektedir. Görüldüğü gibi Riba el fadl, altın-gümüş gibi tartılan, buğday-arpa gibi hacmen ölçülen eşyalarda söz konusu iken, kumaş gibi boy ölçümü ile ölçülen, yumurta gibi sayı ile sayılan eşyalarda söz konusu değildir... / ... Bu itibarla iki metre kumaşı üç metre kumaş karşılığında peşinen satmak caiz olduğu gibi, beş adet yumurtayı yedi adet yumurta karşılığında peşin olarak satmak da caizdir.
b- Riba-i nesie: İki surette söz konusu olur:
1- Bir cinsten olan iki şeyi birbirleri karşılığında, eşit veya farktı miktarda veresiye satmak suretiyle gerçekleşir. Mesela, on gram altını on gram altın veya dokuz gram altın karşılığında veresiye satmak veya bir kile buğdayı bir kile ya da yarım kile buğday karşılığında veresiye satmak caiz değildir. Çünkü ortada "Riba en nesie (vade faizi)" mevcuttur.
2- Başka cinslerden olan, faka i ölçü birimi aynı olan iki şeyin birbirleri karşılığında eşit veya farklı miktarlarda veresiye satılmaları durumunda söz konusu olur. Mesela, boy ölçümüne tabi olan bir metre Türk kumaşını, bir, iki veya üç metre İngiliz beziyle veresiye satmak yine hacmen ölçülen bir kile buğdayı bir, iki yahut üç kile arpa karşılığında satmak, keza, gramla ölçülen beş gram altını beş, altı yahut yedi gram gümüş karşılığında veresiye satmak, sayı ile tedavül eden beş yumurtayı altı, yedi yahut dört yumurta karşılığında veresiye satmak caiz değildir. Çünkü, ortada "Riba en nesie" vardır.
Görüldüğü gibi, Riba en nesie kumaş gibi boyca ölçülen, altın gibi ağırlığı tartılan, buğday gibi hacmen ölçülen ve yumurta gibi sayılan eşyaların hepsinde söz konusudur
[5] Mut'a: Geçici bir süre için evlenmek demektir.
Cumhur ulema ise, muctehidlerden çoğunun ittifakıyla icmaın gerçekleşemeyeceğini beyan etmiş ve şunu söylemişlerdir:
İcmaın delilleri, İslâm ümmetinin ancak birleştiği takdirde hataya düşmeyeceğini, sadece bir kısım alimlerin ittifakında hata olabileceğini göstermektedir. Bu nedenle çoğunluğun görüşü icma değildir.
B. Medine Muctehidlerinin İttifakı:
İmam Malik'ten, "sahabe-i kiramdan sadece Medine'deki muctehidlerin ittifaklarının icma sayılacağı, buna delil olarak da şu hadis-i şerifi gösterdiği rivayet edilmektedir":
"Bir bedevi, Peygamber (s.a.v)'e geldi, O'na İslâm'a gireceğine dair biat etti. Ertesi gün ise kızgın bir şekilde gelerek, Biatimi boz, dedi. Üç kere tekrar etmesine rağmen Peygamber efendimiz kabul etmedi. Ve şöyle buyurdu:
- "Medine bir körüğe benzer. Habis olanı dışarı atar, iyi olanı parlatır.” [Buhârî, Kit. Medine, bab. 10; Muslim, Kit. Hacc, bab. 489, hn. 1383]
İmam Malik'e göre bu hadis, Medine'Ii muctehid alimlerin görüşlerinin doğruluğunu ifade eder. Çünkü hata, Medine'de bulunmayan "habis" şeydir.
Cumhur ulema yalnızca Medine'li muctehid alimlerin ittifakı ile İcmaın gerçekleşemeyeceğini, çünkü bunların da diğer şehirlerdeki alimler gibi masum olmadıklarım, bu hadisin ise Medine şehrinin mübarek yer olduğuna İşaret ettiğini, Medine halkının masumluğuna delalet etmediğini söylemişlerdir.
C. Hulefa-i Raşidîn'in İttifakı:
İmam Ahmed b. Hanbel ve bazı alimler, sadece Hulefa-i Raşidîn'in ittifaklarını icma saymışlar, şu hadis-i şerifi de delil olarak göstermişlerdir:
"Size düşen, benim sünnetime ve benden sonra gelen doğru yoldaki Hulefa-i Raşidîn'in sünnetine uymaktır. Bunlara sımsıkı sarılın ve bunları dişlerinizi üzerine kenetlercesine tutun.” (Ebû Dâuûd, Kit. Sünnet, bab. 5, hn. 4607; Tirmizî, Kit. İlim, bab. 16, hn. 2676)
Cumhur ulema, "bu hadis-i şerifin Hulefa-i Raşidîn'in ittifaklarının icma olacağım göstermediğini, bunların kendilerini taklid edenlere hayırlı ve layık önderler olduklarını gösterdiğini" söylemişlerdir.
D. Ebu Bekir ve Ömer (r.anhum)'in İttifakları:
Bir kısım alimler de şu hadis-i şerife dayanarak, Ebu Bekir ile Ömer'in ittifaklarının icma olacağını ileri sürmüşlerdir:
"Benden sonra gelen Ebu Bekir ve Ömer'e uyun.”(Tirmizî, Kit. Menakib, bab. 16-37, hn. 3662, 3805; İbniMace, Kit. Mukaddime, bab. 11, hn. 97; Musned, İmam Ahmed, c. 5, Slı. 382, 385, 399, 402)
Cumhur ulema bu hadis-i şerifin de, "Ebu Bekir ve Ömer'in izlerinden gidilecek birer önder olduklarını ifade ettiğini, onların ittifaklarının icma sayılacağına delalet etmediğini" belirtmiştir.
E. Haremeyn eş-Şerifeyn'deki Sahabelerin İttifakı:
Bazı alimler, Mekke ve Medine'de bulunan sahabelerin ittifaklarını icma saymışlardır. Bunlar, "sahabe-i kiram'ın önceleri bu iki beldede bulunduklarını ve daha sonra çeşitli yerlere dağıldıklarını" delil göstermişlerdir.
Cumhur ulema, bu görüşün isabetli olmadığını, çünkü, icmaın sadece sahabe dönemine tahsis edilemeyeceğini bildirmişlerdir.
F. Ehl-i Beyt'in İttifakı:
Şii alimleri, Ehl-i Beyt'in ittifakı ile icmaın gerçekleşeceğini söylemişler, delil olarak da şu âyet-i kerimeyi göstermişlerdir:
"... Ey Peygamber ailesi, şubhesiz Allah sizi murdarlıklardan arındırıb tertemiz yapmak ister." (Ahzab 33)
Şiiler, "yanlış görüşün de bir murdarlık olduğunu, bunun Ehl-i Beyt'de bulunmadığını, onlarda hakikatten başka şey görülmeyeceğini" söylemişler ve onların ittifaklarını icma saymışlardır.
Cumhur ulema ise, yalnızca Ehl-i Beyt'in ittifakının İcma sayılmayacağını, çünkü bunların da masum olmadıklarını ve delil gösterilen âyetin başta-rafindan anlaşıldığı üzere, burada Ehl-i Beyt'den maksadın Peygamber'imi-zin hanımları olduğunu söylemişlerdir.
Diğer yandan Şii'lerin iddia ettiği gibi, buradaki Ehl-i Beyt'den maksat Ali (r.anh), Fatıma ve bunların çocukları olsa dahi, âyet-i cehle bunların masumluğunu ifade etmemektedir. Kaldı ki günahtan arınmış olmaları ictihadlarında hata yapmamalarını gerektirmez. Zira ictihadda hala günah değildir. Nitekim Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Hâkim ictihad eder bir hüküm verir de isabet ederse onun için iki mukâfat vardır. Şayet ictihad eder de hüküm verirken yanıltrsa onun için bir mükâfat vardır.” (Buhârî, Kit. İtisam, bab. 21; Muslim, Kit. Akliye, bnb. 15, hn. 1716; Ebû Dâvûd, Kit. Akdiye, bab. 2, hn. 3574; İbn Mace, Kit. Ahkâm, bab. 3, hn. 2314; Nesei, Kit. el-Kudat, bab. 3; Musned, İmanı Ahmed c. II, Sh. 187. Musned'in rivayetinde, "...hükmünde isabet ederse ona on mukâfat vardır..." şeklindedir)
İcmâ' Yetkisi Olanlar:
Bir mesele hakkında icmâ' yapma yetkisine sâhib olanlar, elbette muctehidlerdir. Acebâ Haricîler, Rafızîler, Kaderiyeciler ve Cehmiye mensupları da bu işe dahil midirler? Cümhur'a göre, bunlar, bid'atlerinin propagandasını yapıyorlarsa icmâ' yapacak olan muctehidler arasına giremezler. Eğer kendi görüşlerinin yayılması için çalışmıyorlarsa , icmâ' ehli arasına girerler.
Bazı fakihlere göre, tuhaflıklarıyla tanınan bilginler ve bu arada kıyas'ı reddedenler, icmâ' ehline dahil olmazlar.
İyi bir muctehid fıkhî meseleleri, bunların delillerini ve hüküm çıkarma yollarını bilmelidir. Bunun içindir ki Şevkânî, "İrşadu'i-Fuhul" de şöyle der: "İlimde muteber bir icmâ', bu ilmi bilenlerin icmaldir; ötekilerin icmâ'ı değildir. Fıkhî meselelerde muteber olan icmâ', bütün fakihlerin icmâ'ıdrr... İcmâ' -için yetkili olan bir kimse muhalefet ederse icmâ' yapılmış olmaz. Bu muhalefet eden şaz'dır da denilemez; çünkü icmâ' ehline dahil olan kimse muhalefet ettiği için saz sayılamaz." (İrşadu'i-Fuhul, S. 78)
Bazı fakihlere göre icmâ'ın tamam olması için, icmâ'a katılan muctehidlerin ölmüş bulunması şarttır. Dolayısıyla, icmâ'a katılan müctehidlerden birisi hayatta olursa icmâ' gerçekleşmiş olmaz. Bu şart, muctehidin icmâ'dan vazgeçebileceğini, vazgeçerse icmâ'ın bozulacağını gösteriyor. Demek ki icmâ', halkı ilzam ediyor da, icmâ' yapan bilginleri ilzam etmiyor! Eğer böyle değilse, muctehidin ölmüş olması şartına ne lüzum kalır?
Ekseriyete göre böyle bir şart yoktur. Dolayısıyla, icmâ', hem halkı, hem de icmâ' yapanları ilzam eder. Bu da makul bir şeydir; çünkü icmâ', meseleyi inceleyip görüşler arasında mukayeseler yapan bilginleri ilzam etmezse, başkalarını hiç de ilzam etmez.
Bazı bilginlere göre de sukuti icmâ', ancak çağdaş bilginlerin ölümü ile tamamlanır; çünkü sukût eden muctehidlerin aksi bir fikir ileri sürmedikleri bu sayede anlaşılmış olur. Böylece icmâ', sukût mertebesinden sarahat mertebesine yükselmiş olur. Eğer icmâ' sarih ise, muctehidlerin ölümüne lüzum yoktur.
Burada şunu da kaydetmemiz gerekir: İmam Mâlik, Medîne'lilerin icmâ'ını huccet sayar. Mâlikîler de, ancak Peygamber'den öğrenilmesi mümkün olan hususlarda Medîne'lilerin icmâ'mı ittifakla huccet sayarlar; fakat inceleme ve ictihad konusu oîan şeyler üzerindeki Medîne'lilerin icma'ında Mâlikîler ihtilafa düşerler. İmam Mâlik'ten, bu gibi hususlarda da Medîne'lilerin icmâ'ının huccet olduğu rivayet edilir.