Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Sahabeyi Örnek Almak ( Ibni Mesud Örneği ) Bizim Durumumuz (tekfir Bunalimi )

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
A Çevrimdışı

abdulwahid-musab

Üye
İslam-TR Üyesi
Allah’a (c.c) ve Resulüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin. Yoksa çözülüp yılgınlaşırsınız da gücünüz gider. Sabredin şüphesiz Allah (c.c) sabredenlerle beraberdir.” (Enfal 46) Ve “hepiniz Allah’ın (c.c) ipine sımsıkı sarılınız ve bir birinizden ayrılmayınız.” Ve “Allah’ü (c.c) teala kalplerinizi birleştirdi de onun nimeti sebebiyle kardeş oluverdiniz.” (Ali İmran 103)

“Ey iman edenler! Allah’u (c.c) teala’nın yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın dinleyin ve size selam veren kimseye, dünya hayatının fani metaını arayarak sen mü’min değilsin demeyiniz.” (Nisa 94)



Rivayete göre İbn Mesud, «Bu iki surenin Kutan olmadığım» iddia etmiştir. îmam Ahmed, Bezzar, Tabarani ve İbn Merduveyh, sahih bir yolla İbn Mesud'dan şöyle rivayet ediyor: İbn Mesud, Mushaf'tan Felak ile Nas Surelerini kazımış ve «Sakın Kur'an'a Kur'an'dan olmayan şeyleri karıştırmayın» demiştir. Bunların iki¬si Allah'ın Kitabı'ndan değildir. Ancak Rasûlullah'a emredilmiştir ki onlarla Allah'a sığınsın, İbn Mesud onları namazlarında okumu¬yordu.» Bezzar «Bu hususta bir tek sahabi dahi İbn Mesud'a ka¬tılmamıştır. RasûLü Ekrem bu iki sureyi de namazda okumuştur.

ALİ AR SLAN, BÜYÜK KUR’AN TEFSİRİ FELAK SURESİ


Ahmed, Bezzar, Taberânî ve İbn Merduye'nin çeşitli tariklerden yap¬tıkları rivayete göre : İbn Mes'ûd (R.A.) kendi mushafindan Muavvezeteyn (veya Muavvizeteyn)i silmiş ve «Kur'ân'dan olmayan sözleri ona karıştır¬mayın. Zira bu iki teavvüz Allah'ın Kitabından değildir. Peygamber (A.S.) Efendimiz bu,ikisiyle şer ve kötülüklerden Allah'a sığınmayı emretmiştir» diyerek kendisi de bunları âyet niyetiyle okumaz ve o niyetle okunmasını tavsiye etmezdi..

Muavezeteyn'in Kur'an'dan olup olmaması meselesi:

Bu iki surenin konusunu ve muhtevasını anlamak için yukardaki bilgiler yeterlidir. Ama hadis ve tefsir kitaplarında, üç konu hakkında bazı münakaşa ve şüphelerin meydana geldiği yazılıdır. Onun için burada o şüpheleri ortadan kaldırmayı gerekli gördük.

Bunlardan birincisi, bu surelerin Kur'an'dan olduğu ve bunun da isbatlandığı; dolayısıyla şüpheye mahal olmadığıdır. Bu meselenin meydana gelmesinin sebebi İbn Mes'ud gibi yüksek seviyeli bir sahabîden menkul müteaddid rivayetlerde onun, bu iki sureyi Kur'an'dan saymadığı ve mushafına da almadığının kayıtlı bulunmasıdır.

İmam Ahmed, Bezzar, Taberanî, İbn Merduye, Ebu Ya'la, Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, Humeydî, Ebu Nuaym, İbni Mes'ud'dan nakletmişlerdir. Bu rivayetlerde İbni Mes'ud'un bu sureleri Kur'an'dan sadece çıkardığı değil, aynı zamanda şöyle dediği de nakledilir: "Kur'an'dan olmayanı O'na karıştırmayın. Bu iki sure Kur'an'dan değildir. Allah, Rasulullah'a, bu kelimelerle kendisine sığınmasını emretti". Bazı rivayetlerde de bu sureleri namazda okumadığı kayıtlıdır.

Bazı İslam düşmanları bu rivayetlere dayanarak, Allah'ın kitabının korunmuş olması hakkında şüpheler uyandırma fırsatı bulmuşlardır. Onlar şöyle iddia etmişlerdir: "İbn Mes'ud gibi bir sahabi bu surelerin Kur'an'a eklendiğini söylüyorsa, kimbilir daha neler eklenmiş ya da çıkarılmıştır?" Kadı Ebubekir El-Bakıllanî ve Kadı İyaz v.s. bu ithamdan kurtulmak için İbn Mes'ud'dan gelen rivayetleri şöyle tevil etmişlerdir: "İbn Mes'ud, Muavezeteyn'in Kur'an'dan olduğunu inkar etmezdi ama kendi mushafına yazmayı reddetti. Çünkü mushafına sadece Rasulullah'ın izin verdiklerini yazardı. Bu sureler hakkındaki Rasulullah'ın izni kendisine ulaşmadığı için muavezeteyn'i yazmamıştır." Ancak bu tevil doğru değildir. Çünkü sahih senetlerle gelen rivayetlerde İbn Mes'ud'un bu surelerin Kur'an'dan olduğunu inkar ettiği sabittir. Diğer büyüklerden İmam Nevevî, İbn Hazm, Fahruddin Razi ise İbn Mes'ud'un söylediği sözleri yalan kabul etmişlerdir. Fakat tarihi gerçekleri hiçbirşeye istinat etmeden reddetmek ilmî bir tavır değildir.

İbn Mes'ud'dan gelen bu rivayetlerden dolayı Kur'an hakkında oluşan şüphelere doğru cevap nedir? Bu sorunun pekçok cevabı olabilir. Onları aşağıda açıklıyoruz:

1) Hafız Bezzar, kendi Müsnedi'nde İbn Mesud'un bu sözünü naklettikten sonra, bu görüşte yalnız olduğunu ve hiçbir sahabinin bu görüşe katılmadığını belirtmiştir.

2) Sahabe-i Kiram'ın hepsinin ittifakı ile, üçüncü halife Osman'ın (r.a.) hazırlattığı ve İslam ülkelerinin değişik yerlerine gönderilen Kur'an nüshalarında bu iki sure mevcuttur.

3) Rasulullah döneminden bu güne kadar bütün İslam dünyasında, iki sureyi de ihtiva eden bu mushaf üzerinde icma edilmiştir. Sadece İbn Mes'ud'un görüşü farklıdır. Ama ne kadar seviyeli sahabi olursa olsun çoğunluğun görüşü karşısında O'nun görüşü pek değer taşımaz.

4) Rasulullah'tan nakledilen pek çok rivayette Rasulullah'ın bu sureleri namazda okuduğu ve başkalarına da tavsiye ettiği sabittir. Rasulullah bu sureleri, Kur'an'ın sureleri olarak başkalarına da öğretmiştir. Aşağıdaki önrekleri inceleyelim:

Müslim, Ahmed, Tirmizî ve Neseî'nin Ukbe b. Amr'dan naklettiğine göre Rasulullah, Felak ve Nas sureleri hakkında şöyle buyurmuştur: "Bu gece bana bu ayetler nazil oldu." Neseî'nin bir diğer rivayeti yine Ukbe b. Amr'dan mervidir: "Rasulullah bu iki sureyi sabah namazında okumuştur. İbn Hibban da Ukbe'den şöyle nakletmiştir: "Rasulullah, mümkün olduğu kadar bu iki sureyi okumayı terketmeyin buyurdu." Said b. Mansur, Muaz b. Cebel'den şöyle nakletmiştir: "Rasulullah namazda bu sureleri okumuştu." İmam Ahmed, Müsnedi'nde sahih senetlerle diğer bir sahabeden de, aynı şekilde Rasulullah'ın O'na şöyle söylediğini nakletmiştir: "Namaz kıldığında bu iki sureyi oku." Ahmed, Ebu Davud ve Neseî, Rasulullah'ın Ukbe'ye şöyle buyurduğunu naklederler: "Sana iki sure öğreteyim mi? Onlar en iyi surelerdendirler." Ukbe: "Ya Rasulallah, evet" dedi. Bunun üzerine Rasulullah O'na Muavezeteyn'i okudu. Daha sonra namaza kalktıklarında Rasulullah bu iki sureyi namazda da okudu. Namazdan döndükten sonra, geçerken O'na şöyle sordu: "Ya Ukbe, nasıl buldun?" Sonra O'na uyumadan önce ve uykudan kalktıktan sonra bu iki sureyi okumasını söyledi. Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, Tirmizî ve Neseî'de Ukbe b. Amr'ın bir rivayeti de şöyledir: "Rasulullah her namazdan sonra Muavazat'ı (yani İhlas ve Muavezeteyn) surelerini okumasını tavsiye etmişti." Neseî, İbn Merduye ve Hakim, Ukbe b. Amr'dan şunu nakletmişlerdir: "Birgün Rasulullah binek üzerinde yol alıyordu. Ben de yanında yürümekteydim. Ben şöyle dedim: "Bana Yunus veya Hud suresini öğretir misiniz?". Rasulullah şöyle buyurdu: "Allah indinde kul için Felak suresinden daha faydalı bir şey yoktur." Neseî, Beyhakî, Bağavî ve İbn Sa'd; Abdullah İbn Abis el-Cüheynî'den Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: "İbn Abis sana, kendisi ile Allah'a sığınacağın araç nedir söyleyeyim mi?" Ben "Tabi, Ya Rasulallah" dedim. Rasulullah "Felak ve Nas sureleri" buyurdu. İbni Merduye Ümmü Seleme'den, "Allah'ın en sevdiği sureler Felak ve Nas sureleridir" diye nakletmişlerdir.
Burada İbn Mes'ud'un bu iki sureyi Kur'an'dan saymama yanılgısına niçin düştüğü sorulabilir. Bu sorunun cevabı olabilecek iki rivayeti ortaya koyabiliriz. Birincisine göre İbn Mes'ud şöyle demiştir: "Rasulullah'a bu şekilde Allah'a sığın diye emir verilmiştir." Diğer rivayeti çeşitli senetlerle Buhari, Ahmed Müsned'inde, Hafız Ebubekir el-Humeydi Müsned'inde, Ebu Nuaym, El-Müstahreç isimli Müsned'inde ve Neseî, Sünen'inde Zir b. Hubeyş çeşitli kelime değişiklikleri ile, sahabe arasında Kur'an ilimleri bakımından önemli yeri olan Ubey b. Ka'b'tan nakletmiştir. Zir b. Hubeyş şöyle demiştir: "Ben Ubey'e, 'Kardeşiniz İbn Mes'ud şöyle şöyle diyor. Siz bu söz hakkında ne diyorsunuz? dedim. O şöyle cevap verdi: "Rasulullah'a bu konuda sormuştum. Rasulullah bana - Kul(de) - dedi. Ben de -kul- dedim. Onun için biz de Rasulullah'ın dediği gibi diyoruz." İmam Ahmed, Ubey'den şöyle rivayet etmiştir: "Ben şehadet ederim ki Rasulullah bana, Cebrail'in kendisine -kul euzu bi rabbi'l felak- dediğini, onun için bu şekilde söylediğini belirtti. Cebrail, -Kul euzu bi rabbi'n nas- dediğinde Rasulullah da bu şekilde söyledi. Dolayısıyla biz de Rasulullah'ın dediği gibi diyoruz." Bu iki tür rivayet üzerinde düşünürsek, İbn Mes'ud'un bu iki suredeki -kul- kelimesini görerek yanılgıya düştüğünü ve Rasulullah'a -euzu bi rabbi'l felak- ve -euzu bi rabb'in nas- demesinin emredildiğini zannettiği sonucuna varırız. Ayrıca Rasulullah'a bu konuda sormaya da ihtiyaç duymadı. Ubey b. Ka'b'ın aklına bu soru gelip sorunca, Rasulullah ona, Cebrail'in kendisine -Kul- dediği için O da -kul- dediğini açıkladı. Bu şöyle izah edilebilir: Bir kimseye bir şeyi emretmek kastedildiğinde şöyle denir: "De, ben sığınırım." Ama bunu okuyan kişi "De, ben sığınırım" demez. Sadece "sığınırım" der. Bunun tersine, en üst makamdan bir peygambere bu kelime mesaj olarak geldiğinde onu iletirken şöyle der: "De, ben sığınırım." Çünkü bu mesaj peygambere sadece kendisi için değil, başkaları için de geldiğinden, geldiği gibi ve eksiltmeden onlara iletmek durumundadır. Bu iki surenin başında -kul-kelimesinin bulunması bu kelamın vahiy olduğuna ve Rasulullah'a geldiği gibi iletildiğine açık delildir. Bu, sadece Rasulullah'a verilmiş bir emir değildi. Kur'an'ı Kerim'de bu iki surenin yanı sıra 330 ayet de -kul- kelimesi ile başlar. Bu durum, sözkonusu kelamın vahiy olduğuna ve Rasulullah'ın da aynen iletmekle görevli bulunduğuna delildir. Yoksa, -kul- sadece emir olsaydı, o zaman Rasulullah -kul- kelimesini hazfeder ve sadece emredileni iletirdi. Onu ayrıca Kur'an'a da yazdırmazdı. O emri sadece Rasulullah yerine getirmekle yetinirdi.

Burada bir kimse düşünürse, sahabeyi masum zannetmenin ve onların sözleri arasında yanlış birşey bulunduğunda bunu ifade edenleri saygısızlıkla itham etmenin ne kadar yanlış olduğunu açıkça anlar. Bu olayda İbn Mesud gibi ileri gelen sahabelerden birinin Kur'an'ın iki suresi hakkında ne kadar büyük bir yanılgıya düştüğünü görüyoruz. Böyle bir yanlışı İbn Mesud gibi büyük bir sahabe yaparsa, diğer ashabın da yanlışlık yapabileceği öncelikle mümkündür. Biz ilmi bakımdan onların görüşleri hakkında araştırma ve tartışma yapabiliriz. Bir sahabenin sözüne, eğer yanlışsa yanlış da diyebiliriz. Ama bir kimse, onların yanlış sözlerine yanlış demekten öteye giderek, onlara dil uzatırsa o zaman büyük bir zulüm işlemiş olur. Müfessirler ve Muhadissler, İBN MES'UD'UN BU İKİ SURE HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜNE YANLIŞ DEMİŞLER, ANCAK HİÇBİRİ, İBNİ MESUD'UN BU İKİ SUREYİ KUR'AN'DAN KABUL ETMEMEKLE KAFİR OLDUĞUNU SÖYLEMEYE CESARET EDEMEMİŞTİR.
MEVDUDİ TEFHİMUL KURAN FELAK SURESİ

Şimdi sevgili arkadaşlarım benim bu konu üzerinde bazı sorularım olacak
• Sahabe masum değil
• Kuranın iki suresini ibni mesud (r a) kurandan olmadığını söylemiş
• Kimse tekfir edememiş


Bu mevzular çerçevesinde Şeyh Makdisi nin iki ciltlik risalesi olan eseride göz önüne alındığında
TEKFİRDE AŞIRILIKTAN SAKINDIRMA KONUSUNDA OTUZ RİSALE - CİLT 1
TEKFİRDE AŞIRILIKTAN SAKINDIRMA KONUSUNDA OTUZ RİSALE - CİLT 2

Şeyh Makdisi şöyle der: İhvanı Müslim’ine mensup bir parlamenter, iç işleri bakanı ve yardımcıları eşliğinde bizim ziyaretimize gelmiş ve buna benzer gülünç mazeretler öne sürmüştü. Onların selamını almayı reddedip, küfürlerini yüzlerine vurduk. Kanun ve yönetimlerinden beri olduğumuzu belirttik. Kendilerinden hiçbir istekte bulunmadığımızı söyledik. Basında (çıkan) parlamenterlerin; insanları tekfir ettiğimize ilişkin söylediklerini reddettik. Kendisine ve beraberindekilerine bunun yalandan ibaret olduğunu gösterdik. Bizim insanları genel olarak tekfir etmediğimizi, savaşımızın avam halkla değil; Allah’ın dinine savaş açan kafir yönetimle olduğunu, sadece onu ve kanunlarını destekleyenleri, koruyanları ve yasalaştıranları tekfir ettiğimizi belirttik. Her zaman bu kanunları koruyup desteklemeyi bırakmaya ve Allah’ın dininin koruyucuları olmaya çağırdık. ( 30 Risale s.70)

Biz bu mübarek davetin hasımlarının bize iftira ettiği gibi insanları umumen tekfir etmiyoruz. Ayrıca aşırıya kaçanların, cahillerin veya başkalarının insanları tekfir ettiği hatalar veya şaz olan şeyler sebebi ile kimseyi tekfir etmiyoruz. (30 Risale s. 432)

Bir tek Müslüman’ı kafir sayan kişi için bu (büyük) tehdit yapılmışsa; Müslüman kitleleri kendilerine göre şer’i delil derecesinde olmayan bazı şüphelerden hareketle, küfür ile suçlayan patavatsız kişinin işlediği acaba ne boyutta olur????
Şüphesiz bu iş batıl ve bozuk olmasının yanında, kalpteki hastalığı Müslümanlara karşı düşmanlığı yada helak olacaklarının haber verildiği kişiler arasından kendini çekip çıkarmamak için büyük bir gurur ve kendini beğenme serseriliğini de içerir. Ebu Hureyre (ra) Rasulullah (sav)in şöyle buyurduğunu rivayet eder.: ‘Bir kimsenin insanlar helak oldu’ dediğini duyarsanız, bilin ki bunu söyleyen kişi, herkesten çok helak olandır. (Malik ve Ebu Davut rivayet etmiştir.) (30 Risale s. 26-27)



Ve bir kardeşimizin hapishanede tanışıp mülahaza ve münazara yaptığı loui sakka bu kardeşimize şöyle diyor vallahi sizin itikadınız ile gerek Usame gerekse Zerkavi nin itikadleri ayrı siz hariciliğe daha yakınsınız .

Kişilerin itikadleri elbette bizi bağlamaz bizim itikadimiz kuran ve sünnettir.

Şimdi bu çerçevede şunu sormak istiyorum biz bu işin neresindeyiz ?

kafamızı kurana sünnete ve selefe bakarak dinlemeliyiz kararımızı vermeliyiz


Fıkıhı mı itikadlaştırıyoruz ? itikadleri mi fıkıhlaştırıyoruz ?

cuma namazı gibi


Tevhidi olmanın derdindeyken tekfircimi oluyoruz ?

Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek "Sen mümin değilsin" demeyin. Çünkü Allah'ın nezdinde sayısız ganimetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lütfetti; o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
(Nisa 94)

Hadisi şerifler;

1-Rasulullah (s.a.v.): “Herhangi bir kimse, din kardeşine “Ey kafir!” derse, bu tekfir sebebiyle ikisinden biri muhakkak küfre döner. Eğer o kimse dediği gibi ise ne ala. Aksi takdirde sözü kendi aleyhine döner.” buyurdular.
(Müslim 1/319)

2-“Mü’mine lanet etmek onu öldürmek gibidir. Bir mü’mini küfr ile itham eden onu öldürmüş gibi olur.”
(Sahih-i Buhari C: 7, Sh: 233, İST/ 1315)

3-“Bizim gibi namaz kılan, kıblemize yönelen ve kestiğimizi yiyen kimse, Allah’ın ve Resulünün teminatıni elde etmiş kabul edilir. 0 halde (böylelerini öldürmek suretiyle) Allah’ın verdiği teminat ve ahdi bozmayın.”
(Sahih-i Buhari C: 1, Sh: 102, İST/ 1315)

4-“Bir insan (müslüman) kardeşine: 'Ey kafir” diye hitabettiği zaman, ikisinden biri bu sözü üzerine almış olur. Şayet söylediği gibi ise küfür onda kalır, değilse söyleyene döner.”
(Sahih-i Buharı C: 7, Sh: 97, İST/ 1315)

5-“Bir kimse müslüman kardeşini tekfir ederse küfür (tekfir edilen veya edenden) biri üzerine döner.”
(El Müsned-Ahmed b. Hanbel, C: 2, Sh: 142, Beyrut/ty.)

Kardavi tekfir mevzuunda Zahira Fittekfir adlı eserinde bu yanlışlığa düşmenin sebebini şöyle anlatır: “Haddi zatında zamanımızda hakiki küfr ve irtidat ehli çoğalmış, ellerindeki imkânlarla küfr ve ilhadlarını yayar olmuşlar, bazı dünya âlimleri de onları bu tutumlarına rağmen Müslümanlıkta zoraki tutmak için hoşgörü yarışına geçmişlerdir. İslam’ın temel bilgilerini bile tam alamayan tekfir eğilimcileri ise, nassların bir kısmını ihmal etmişler, müteşabihata dalmışlar, küllî kaide dururken cüz’î kaideyi küllîleştirmişler, nassları yüzeysel olarak ele almışlar vb... Hâlbuki bu durumun kâmil bir fetva için yeterli olamayacağı açıktır. İhlâs sahibi olmak yeterli değildir. Ve birçok sahih hadisle zemmedilen haricilerin hatasına düşmüşlerdir.”
İslam uleması asla toplumu top yekûn tekfir etmemişler, ancak toplumun lügavî manada düştükleri bataklığa dikkat çekmişlerdir. Düzendeki şirk ve küfür yapılanması ile top yekûn toplumu şirk ve küfürde görmeyi yanlış kabul etmişlerdir.


Tekfirci olmayalım derken mürciemi oluyoruz ?

Herkes tertemiz pak demiyoruz elbette


Bu işin dengesi nedir ? Vasat ümmet olma sırrı nedir ?

Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki, insanlara karşı Şahitler olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun. Biz Peygambere uyanı, ökçesi üzerinde geri dönenden ayıralım diye, eskiden yöneldiğini (Kâbe'yi) kıble yaptık. Bu, Allah'ın doğru yola ilettiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz Allah, insanlara Rauf(Fefkatli) ve Rahim (merhametli) dir" (el-Bakara, 2/143).

Yada bu işin özü şu sözde mi gizli ? Kadı değil davetçiyiz ?

KÂDI:İslâm hukûkuna göre hüküm veren hâkim.
Kâdılar üç kısımdır: Biri Cennet'te, ikisi Cehennem'dedir. Hakkı bilen ve ona göre hüküm veren kâdı Cennet'tedir. Hakkı bilen fakat ona göre hüküm vermeyen kâdı Cehennem'dedir. Bilmediği hâlde hüküm veren kâdı da Cehennem'dedir. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce, Ebû Dâvûd, Tirmizî)
Kâdı yerine oturunca, onun yanına iki melek iner ve zulmetmedikçe ona yol gösterirler. Onu muvaffak kılmaya çalışırlar. Eğer zulmederse, oradan ayrılıp kendi hâline bırakırlar. (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)
Kâdı da müftî gibi mutlak olarak Ebû Hanîfe'nin kavilleriyle (ictihadlarıyla, fetvâlarıyla) amel etmeli, ondan sonra Ebû Yûsuf'un, ondan sonra İmâm-ı Muhammed'in, daha sonra İmâm-ı Züfer ve Hasan ibni Ziyâd'ın fetvâlarıyla bu tertip üzerine hüküm ver melidir. (Secâvendî)
Kâdının müctehid olması evlâdır, daha iyidir. Eğer müctehid kâdı bulunmazsa âdil, sâlih, dîninde emniyetli, aklında, anlayışında güvenilir olan biri seçilir. Ayrıca fıkhı ve sünneti de iyi bilmesi lâzımdır. (İbn-i Hümâm)



YOLDAKİ TAŞI KALDIRMAK İMANDAN BİR CÜZ İSE KİŞİNİN OLAYLARA KARŞI EL İLE DİL İLE VE BUĞZ EDEREK MÜDAHALİ İTME HAKKI VARKEN HERKESTEN EL İLE DÜZELTMESİNİ BEKLEMEK ZULÜM DEĞİLMİDİR ?

Selam ve dua ile

BİLGİLERİNİZİ PAYLAŞIRSANIZ BU BUNALIMDAN ENKISA ZAMANDA ÇIKARIZ İNŞ
 
A Çevrimdışı

abdulwahid-musab

Üye
İslam-TR Üyesi
“Ey iman edenler! Allah’u (c.c) teala’nın yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın dinleyin ve size selam veren kimseye, dünya hayatının fani metaını arayarak sen mü’min değilsin demeyiniz.” (Nisa 94)
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Son yıllarda tekfir öyle büyüdüki ; insanlar bölük pörçük oldu. Hayırlı işleri bırakıp , birbirilerini yemeye başladılar. Allah bizleri tekfircilikden ve mürcie'likden uzak tutsun.
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
İslam Hukukunda Cehalet Kavramına Dair İlim Ehlinin Sözleri

BİSMİLLAH-ELHAMDULİLLAH

“Halimizi ancak Allah’a arzediyoruz. Allah bizlere hayırlısını versin. O her şeye kadirdir. Gidenden daha ço*ğunu verir, eksilttiğini artırır. O’nun ihsanları bizleri sarar. Sonsuz nimetleri bizleri boğar. Şükrünü edadan aciziz. Her şey O’nun lütfu ve keremi iledir. Biz kendi kendimize hüküm veremeyiz. O’ndan geldik ve O’na döneceğiz. Her emanet sahibine verilir. Önce de, sonra da, bidayette ve nihayette hamd ancak O’na mahsustur.”

Hiç şüphesiz ki bugün insanlık koyu bir karanlık içerisinde saplanmış bulunmaktadır. İlmin yok olmaya yüz tutması bununla beraber rabbani alimlerin sayılarının yok denecek kadar az olması dinin aslının insanlar tarafından kabulünde çok ciddi bir problem olarak görünmektedir. Bununla birlikte alim kisvesi altında Allah’ın indirdiği esasları tahrif eden, gereği gibi açıklamayan bununla beraber geçmiş dönemde yaşamış alimlerin sözlerini birbirinden kopartarak, değişikliğe uğratarak bel’amvari nakleden, din adamı kisvesindeki sapkın bir topluluğun olması da insanların sahih İslam ile yüz yüze gelmeleri noktasında yine ciddi bir problem oluşturmaktadır.

Tahrif edilen, değiştirilerek farklı bir konumda sunulan meselelerden bir tanesi de “İslam Hukukunda Cehalet Kavramı” olmuştur. Bu mesele özellikle zalim sultanların hakimiyetini sürdürdüğü Suud selefiliğini esas alan bir takım saray mollaları tarafından tamamen karmakarışık bir hale getirilmiştir.

Biz bu yazımızda “İslam Hukukunda Cehalet Kavramını” işlemekten ziyade bu konu etrafında İslam alimlerinin sözlerini nakledeceğiz. Ancak bu noktada daha detaylı bilgi almak isteyenler Şehadet isimli dergimizin 6. sayısına müracaat edebilirler.

Ancak öncelikle bu konu etrafında kendilerini selefi olarak isimlerindiren telefilerin görüşlerini kısaca hatırlamakta fayda vardır. Onlar Cehalet meselesi ile ilgili olarak şöyle derler:

“Cehalet umumen mazerettir. İslam alimleri kitaplarında cehaletin bir mazeret teşkil ettiğini hassaten belirtmişlerdir. Bu noktalarda deliller sayılamayacak kadar çoktur. İçinde yaşadığımız toplum genel itibarıyla cahil kalmış, Kur’an ve sünnetten bir haber yaşamaktadırlar. Bu sebeple içinde yaşadığımız toplumun üzerinde bulunan bu cehaletten dolayı tekfir edilmesi kesinlikle selef alimlerinin bir görüşü değildir. Bu tip bir tavır ancak hariciliktir. Zaten yukarıda da belirttiğimiz gibi selef uleması böyle toplumların cahilliğinin mazeret olduğunu kitaplarında zikretmişlerdir.”

Yukarıda yazmış olduğumuz bu görüş yaşadığımız coğrafya da telef ehli tarafından devamlı zikredilmektedir. Gerek bu kimselerle birebir yapmış olduğumuz konuşmalarda gerekse bu kimseler tarafından çıkarılan “Cehalet Özürdür” başlıklı kitap ve risalelerde bu görüşü görmek mümkündür.

Acaba gerçekten İslam alimleri cehaleti mutlak bir mazeret olarak görmüşler midir?

Cehaletin mazeret olduğunu söyleyen alimler bu noktada belirli şartlar öne sürmüşler midir?

İşte biz bu yazımızda elimizde ki imkan nispetinde bu meseleyi aydınlatmaya çalışacağız, selef ulemasının konu etrafındaki görüşlerini zikredeceğiz.

1- İbn- Teymiyye:

Cehaletin umumen mazeret olduğunu iddia edenlerin yapışıp tutunduğu alimlerden ilki hiç şüphesiz Şeyh’ul İslam İbn-i Teymiyye’dir. Cehalet heveslisi bu kimseler İbn-i Teymiyye’nin konu hakkında sözlerini birbirinden kopuk olarak naklederler ve sanki hiçbir şartsız ve ön koşulsuz İbn-i Teymiyye’nin Cehaleti Mazeret olarak gördüğünü iddia ederler. Evet İbn-i Teymiyye cehaleti bir mazeret olarak görmektedir. Cehalet taraftarları İbn-i Teymiyye’nin cehaleti mazeret olarak gördüğüne dair birçok nakiller getirirler ancak O’nun Temekkün kuralı ile ilgili sözlerinin hiç birisinden bahsetmemektedirler. Temekkün kişinin bilgiyi elde etme imkanına sahip olma halidir. “Oysa Onun risalet hüccetinin ikamesi ile ilgili söylediklerinin tümü bu kural ile kayıtlıdır. Alimlerinsözlerinin hepsi bir araya getirilerek incelenmelidir ki mutlak olanı, şarta bağlı (mukayyed) olanından; kapalı (mücmel) olanı, ayrıntılarıyla açıklanmış (müfesser) olanından ayırt edilebilsin. Onların sözlerinin durumu da şer’î nasların durumu gibidir (bir araya getirilerek karşılaştırılmalıdır). Bu, alimlerce ittifak edilmiş bir husustur.”

Bakınız bu noktada İbn-i Teymiyye şunları söylemektedir:

“Kim, kendisine risalet ulaşmamış olması gibi; ilim elde etme imkanını bulamamak yahut onunla amel etme gücüne sahip olamamak nedeniyle vacip olan imandan bazılarını terk ederse, işlemekten aciz olduğu bu şeylerden sorumlu değildir. Bunlar; her ne kadar dinden ve vacip olan imandan iseler de bu kimse hakkında, dinden ve vacip olan imandan sayılmamaktadırlar.”()

“Özürlülük ancak giderilmesi mümkün olmayan durumlarda muteberdir. İnsan ne zaman doğru bilgiye ulaşma imkanı bulursa o zaman özürlü değildir.”

“Teklif için; aslı akıl olan ilim elde etme imkanına ve fiilli işleme gücüne sahip olma şartları koşulmuşsa...” ()

“...Bu, ancak giderilmesi mümkün olmadığı zaman özür sayılabilir. Aksi taktirde insan hakkı bilme imkanına sahip olur da bu hususta gereken yapmazsa mazur sayılmaz.”()

“Burada söylenilebilecek en doğru şey, ilim elde etmek mümkün olmadıkça hükmün de sabit olmayacağıdır. Böylece de kişi vacip olmadığını bilmediği şeyi kaza etmez”()

“Bilakis şart olan, mükelleflerin bu bilgiye ulaşmalarının mümkün olmasıdır. Eğer ihmalkar davranarak, hüccet ikame edenin üzerine düşeni yerine getirmesine rağmen bu ilme ulaşmak için çaba harcamazlarsa, ihmal kendilerine aittir hüccet ikame edene değil.”()

“Rasulün söylediğini yalanlama söz konusu olsa bile, bunu yapan kişi İslam’a yeni girmiş ya da uzakta, kırsal bölgede yetişmiş bir kimse olursa; bu gibi kimseler kendilerine hüccet ikame edilmeden inkarları sebebiyle hemen tekfir edilmezler.”()

“..Haram işleyen kimse için tehdidin gerçekleşmesi, onun işlediğinin haramlığını bilmesi yahut haram olduğunu öğrenme imkanına sahip olması şartına bağlıdır. Ancak kırsal bölgede yetişen veya İslam’a yeni girmiş olan kimse bilmeksizin haram olan bir şey işlerse, bunun helalliğine dair şerî bir delile dayanmıyor olsa da günahkar olmaz ve ona had cezası uygulanmaz.”()

İşte İbn-i Teymiyye’nin mesele üzerinde ki sözleri… O ancak cehaletin giderilmesi mümkün olmadığı bir durumda, kırsal bölgede yetişen, yeni Müslüman olan, bilgiye ulaşma imkanı olmayan, ilimden çok uzak bölgelerde yaşayan kimselerin cehaletini mazeret olarak görmekte, bununla beraber ilme ulaşma, cehaleti giderme noktasında ihmalkar davranan kimselerinde cehaletini asla mazeret olarak görmemektedir.

2- İbn-i Kayyım El’Cevziyye:

Cehalet heveslilerinin kendileri için delil olarak kabul ettikleri alimlerden bir tanesi de İbnu’l-Kayyım El’Cevziyye’dir. Ancak O’da bu mesele üzerinde hocasından farklı şeyler söylememiştir:

“Kulun, itaat de etse, asi de olsa Allah’ın ona risalet hüccetini ikame ettiğini itiraf etmesi, imanın gereklerinden birisidir. Kullara Allah’ın hücceti, peygamberler göndermekle, kitaplar indirmekle ve bunların onlara ulaşması, onların da sonuçta bilgiyi elde etseler de etmeseler de fark etmeksizin, sırf ilmi elde etme imkanına sahip olmaları ile ikame edilmiş olur. Allah’ın emir ve nehiylerini bilme imkanına sahip olup da, bunları talepte gerekeni yapmayarak bilgilenmeyen kimse kendisine hüccet ikame edilmiş kimse hükmündedir.”()

“Ancak Rasul’ün sözünden başkası ile emir veya hükmetmez ya da Onun söylediğinden başkasını söylemez zannı ile bir tek kişinin sözünü veya hükmünü, ona itaatı veya onun rızasını öne geçiren ve onun görüşlerini bu anlayışla kabul eden kimse, eğer bundan başkasına güç yetiremiyor ise mazurdur. Ancak peygambere ulaşmaya güç yetirebiliyor veya tâbi olduğu kimseden bir başkasının mutlak olarak yahut sadece bazı şeylerde ondan daha iyi olduğunu biliyorsa ve buna rağmen rasule veya diğerinden daha iyi olan bu kimseye yönelmiyorsa, bu kimsenin durumundan korkulur ve bu kişi tehdite muhataptır.”()

“Teklifle ilgili hükümler, ilim elde etme imkan ve gücüne göre değişiklik arzeder.”()

“Kendisinin hidayette olduğunu zanneden ve sapıklıklarının kaynağı Rasul’ün getirmiş olduğu vahiyden yüz çevirmek olan benzeri kimseler, kendilerini hidayet üzere sansalar da mazur değildirler. Çünkü hidayet davetçisine uymaktan yüz çevirmekle, ihmalde (tefrît) bulunarak gerekeni yapmamışlardır. Bu durumda saptıkları taktirde, ihmal ve yüz çevirme nedeniyle sapmışlardır. Onların bu durumu, risaletin kendisine ulaşmamış olması ve buna ulaşmaktan aciz olması nedeniyle dalalete düşen kimsenin durumuna terstir.”()

“Nebi’nin şöyle dediği sahih olarak rivayet olunmuştur:

-Kim bir sapıklığa çağırırsa, ona kendisine uyanların günahları miktarınca günah vardır. Ona uyanların günahlarından da hiç bir şey eksilmez.-

Bu da göstermektedir ki; tâbi olanların küfrü, sırf diğerlerine uyma ve taklitlerinden dolayıdır. Ancak burada, karışıklığı ortadan kaldıracak bir açıklamaya gerek vardır. Bu da; hakkı öğrenip bilme imkanına sahip olup da ondan yüz çeviren mukallid ile, herhangi bir şekilde bu imkandan yoksun olan kimse arasında fark olduğudur. Bahsettiğimiz bu her iki gurup da mevcuttur. İlim elde etme imkanına sahip olup da yüz çeviren, gerekeni yerine getirmemiş ve üzerine düşen vacibi terk etmiştir. Bu nedenle Allah katında bu kimsenin özrü yoktur. Ancak herhangi bir şekilde ilim elde edemeyip, sormak ve öğrenmekten aciz olan kişiye gelince; bu da iki kısımdır: Birisi hidayeti isteyen, onu her şeye tercih eden, ona sevgi besleyen fakat hidayete ve onu aramaya, kendisine yol gösteren olmaması nedeniyle güç yetiremeyen kimsedir. Bu kimsenin hükmü, fetret dönemlerinde yaşayan ve davet kendisine ulaşmayan kişinin hükmü gibidir.

İkincisi, hidayeti istemeyip ondan yüz çevirendir.

Bu kimse kendisinin üzerinde bulunduğu durumdan başkasını içinden geçirmeyendir.

Birincisi şöyle der: Ey Rabbim; eğer üzerinde bulunduğum dinden daha hayırlı bir din olduğunu bilsem, elbette kendime onu din edinir ve üzerinde bulunduğumu terk ederdim. Ancak bundan başkasını bilmediğim gibi, bundan başkasına güç de yetiremiyorum. Benim gayretimin ve bilgimin son noktası budur.

İkincisi ise; üzerinde bulunduğu durumdan razıdır. Bir başka şeyi o duruma tercih etmez ve ondan başkasını da talep etmez. Onun aciz olması ile güç yetirebilir olması arasında fark yoktur.
Aslında bu iki örnekteki kişilerin her ikisi de acizdir. Fakat aralarında şöyle bir fark olmasından ötürü ikincisi birinciye kıyaslanmaz.:

Birinci kişi, fetret döneminde dini arayıp, bulmayı başaramayan, bunun için imkanının elverdiği tüm çabayı sarfettikten sonra, acizlik ve bilgisizlik nedeniyle bundan vazgeçen kimse gibidir. İkincisi ise; hiç istemeyen, bundan aciz kalacak olsa bile, dini hiç aramamış ve şirki üzere ölmüş kimse gibidir. Dini bulmak isteyen aciz ile, bundan yüz çeviren aciz arasındaki fark da işte budur.”()

Alıntılardan anlaşılacağı üzere İbn-i Kayyım’da tereddütsüz olarak cehaletin mazurluluğunu ilmi elde etme imkan ve gücüne göre belirlermiştir. Hatta O’nun ifadelerinde bir nokta da vardır açıklığa kavuşan. Şayet kişi üzerindeki cehaleti gidermeye muktedir değilse bununla beraber içersinden bu cehaleti gidermeye dair bir sahih düşünce geçmiyor ise bu kişi de mazeretli değildir.

3- İbn- Hazm:

“Ancak, kişi sadece cehaleti ile ve bilgiden yoksun olması ile mazur olabilir. Kendisine Nebi’nin varlığı ulaşan kimse ise, yeryüzünün neresinde olursa olsun Onu araştırması kendisine farzdır. Eğer kendisine Nebi’nin uyarısı ulaşırsa, Onu tasdik ve Ona ittiba; kendisine gerekli olan dini bilgileri talep etmek ve bunun için vatanından çıkmak üzerine farzdır. Eğer bunu yapmazsa; kafirliği, ateşte ebedi kalmayı ve Kur’an naslarında bildirilen azabı hak etmiş olur.” )

“Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve Onun getirdiklerinin haberi kendisine ulaşan fakat kendisini ülkesinde bu konuda bilgilendirecek kimse bulamayan kişiye gelince, bu kimsenin gerçekleri araştırmak için bulunduğu yerden başka ülkelere çıkması üzerine farzdır. Çölde olup da orada dininin kurallarını kendisine öğretecek birisini bulamayan herkese, erkek olsun kadın olsun, dinlerini öğretecek bir fakihin bulunduğu yere yolculuk etmeleri yahut kendilerine dinlerini öğretecek bir fakihi, bulundukları yere getirtmeleri farzdır. Şayet imam bu kimselerin durumunu biliyorsa, onlara hemen dinlerini öğretecek bir fakih göndermesi gerekir.”()

Görüleceği üzere İbn-i Hazm’da cehaletin mazeret olma halini ancak kişinin gerekli çabayı sarfettikten sonra ilme ulaşamaması esasına bağlamaktadır. Bununla beraber cahil kimse üzerine cehaletini gidermesi adına bütün gücünü kullanmasını şart koşmaktadır.

4- Kâdî Şihabuddîn el-Kârâfî el-Mâlikî:

İbadetlerde unutmak kınanmaz, bilgisizlik kınanır. Rasulullah’ın (s.a.v) şu hadisine göre unutkan kimse kınanmamıştır:

“Ümetimden hata ve unutkanlık durumlarının ve ikrah altında yapılan şeyin sorumluluğu kaldırılmıştır.”

Ümmet, unutkanlık durumunda günahın kalktığı hususunda genel olarak icma etmişlerdir. Unutkanlık ile cehalet arasındaki birinci fark budur.
İkinci farka gelince; unutkanlık kişinin elinde olmadan meydana gelen bir şeydir, ilimle kaldırılmasına imkan yoktur. Cehaletin ise ilimle ortadan kalkması mümkündür. İşte bu iki farkla, unutkanlık ve cehalet arasındaki fark da anlaşılmış olur.

Affedilen cehaletin tespitinde ölçü; cehaletin, genellikle sakınmanın mümkün olmadığı türden bir cehalet olmasıdır. Sakınmanın mümkün ve kolay olduğu cahillik ise affedilmemiştir. Şer’î kural, mükellefin gidermesinin mümkün olduğu cehaletin, cahil için bir bahane teşkil etmediğini göstermektedir. Allahu Teala yarattıklarına mesajlarını ileten peygamberler göndermiştir ve onlara, gönderdiklerini öğrenip bunlarla amel etmelerini vacip kılmıştır. Kim öğrenmeyi ve ameli terk ederek cahil kalırsa, iki vacibi terk etmesinden ötürü asi ve günahkar olmuş olur.”

5- Ebu Hâmid El’Gazzâlî

“Bilmeksizin, herhangi bir günah ile hayır elde etmeyi amaçlayan kimse mazur değildir. Ancak İslam’a yeni girmişse ve öğrenmek için zaman bulamamışsa o zaman mazur sayılır.”)

6- İbn Kudame el-Hanbelî:

“Zinanın haram olduğunu bilmeyen kimseye had uygulanmaz. Eğer zina eden kimse, haram olduğunu bilmediğini iddia ediyorsa ve İslam’a yeni girmiş olmak, kırsal bir yerde yetişmek gibi cahil olma ihtimalini gösteren bir durum mevcut ise, bu kimsenin cahillik iddiası kabul edilir. Çünkü doğru söylüyor olması mümkündür. Eğer bu kimse Müslümanlar arasında yetişmiş birisi yahut ilim sahibi birisi gibi, böyle bir şeyin kendisine gizli kalması mümkün olmayacak bir kimse ise, cehalet iddiası kabul edilmez.”()

8- Suyûti:

“Kimin cahillik iddiası kabul edilir ve kimin edilmez:

İnsanların çoğunluğunun, haramlığını bildiği şey hususunda hiç kimsenin cahillliği kabul edilmez. Ancak İslam’a yeni girmiş olmak veya zinanın haramlığı, adam öldürmek, hırsızlık yapmak , içki içmek, namazda konuşmak, oruç esnasında yemek gibi bazı meselelerin bilinmediği uzak kırsal bir bölgede yetişmiş olmak gibi durumlar müstesnadır.”(),

9- İbn Hacer el-Heytemî:

“Bizce kişinin bulunduğu bölge; Müslümanlar’ın yanına gidip, onlardan dinini öğrenmeyi terk etmesinde herhangi bir ihmalin bulunduğu düşünülemeyecek şekilde, onların bulunduğu bölgeden uzak ise, yahut bu kimse İslam’a yeni girmiş birisi ise, cehaletinde mazurdur ve doğru olan kendisine öğretilir. Bundan sonra, yine önceki sözüne dönerse kafir olur. İçinde bulunduğu durumu güzel gören yahut bundan hoşnut olan kimse için de aynı şey söylenir.”()

10- Şeyh Muhammed ibn Abdilvehhab Rahimehullah:

“Bu meselede hala nasıl şüphe ediyorsunuz şaşılacak şey doğrusu. Halbuki ben size, defalarca anlattım ki; İslam’a yeni girmiş veya uzakta çölde yetişmiş olup kendisine hüccet ikame edilmemiş olan yahut cahilliği; sevgi ve nefret büyüsü gibi bilinmeyen kapalı bir mesele ile ilgili olan kimse, bunu öğreninceye dek tekfir edilmez. Ancak Allahu Teala’nın apaçık beyan ettiği, Kitabı’nda hükmünü muhkem şekilde açıkladığı dinin asıllarına gelince; bu noktada Allah’ın hücceti Kur’an’dır; kime Kur’an ulaşmışsa, ona hüccet ulaşmıştır.”()

“Onun, cehaletin mutlak olarak özür olduğunu ifade eden sözlerini bu sözü kayıtlar.”

11- Şeyh Şenkıtî:

“Bilgi edinme gücüne sahip olup da, ihmalkar davranan kimse ve insanların görüşlerini, Allah’ın vahyinde bildirmiş olduğu şeylerin önünde tutan kimse, mazeret sahibi olmayan kimsedir.”()

12- Şeyh Abdulazîz ibn Bâz:

Cehalet iddiası ve cehaletin özür sayılması meselesiyle ilgili bazı ayrıntılar bulunmaktadır. Cehalet herkes için özür değildir. İslam’ın getirmiş olduğu, Rasul’ün (s.a.v) insanlara beyan ettiği, Allah’ın Kitabı’nın açıkça bildirdiği ve Müslümanlar arasında yaygın olan şeylerde cehalet iddiası kabul olunmaz. Özellikle de bu, akide ve dinin temelleri ile ilgili konularda olursa. Allah Azze ve Celle Nebisi’ni Aleyhissalatu Vesselam insanlara dinlerini açıklasın ve ayrıntılarıyla öğretsin diye göndermiştir. Bundan ötürü O, apaçık tebliği ulaştırmış, ümmete dinlerinin hakikatini açıklamış, onlara herşeyin ayrıntılarını öğretmiş ve onları gecesi de gündüzü gibi olan, aydınlık bir yol üzere bırakmıştır. Hidayet ve nur Allah’ın Kitabı’nda mevcuttur. Böyleyken bazı insanlar, dinin kaçınılmaz olarak bilinen meselelerinde (zarûrâtu dîniyye) ve insanlar arasında yaygın olarak bilinen konularda bile cehalet iddiasında bulunurlarsa bu hiç birisi kabul edilmez.

Bir kimse ne kadar da bilmediğini iddia etse; kabirlerin ve putların başında müşriklerin işlemiş oldukları, ölülere dua etme, onlardan yardım isteme (istiane), onlara kurban kesme ve adakta bulunma yahut putlara, yıldızlara, ağaçlara, taşlara kurban kesme veya ölülerden, putlardan, cinlerden, meleklerden yahut nebilerden şifa ve düşmana karşı yardım dileme fiillerinin tümü dinin kaçınılmaz olarak bilinen konularıdır.
Çünkü bunların şirk olduğunu Allahu Teala Kitabı’nda açık seçik bildirmiş, Rasul’ü de beyan etmiştir.
Dinin asılları ile, akidenin asılları ile, İslam’ın erkanı ve açık haramlar ile ilgili şeylere gelince; bunlar hususunda hiç kimsenin cehaleti kabul edilmez. Müslümanlar içerisinde bulunan bir kimse, ben zinanın haram olduğunu bilmiyorum dese, hiçbir şekilde mazur kabul edilmez. Bilakis kendisine zina haddi uygulanır. Yahut bir kimse Müslümanlar arasında yaşayıp da içkinin haram olduğunu bilmediğini veya ana babaya isyanın haram olduğunu bilmediğini söylerse mazur görülmez. Bilakis dövülerek cezalandırılır ve terbiye edilir. Aynı şekilde bir kişi eşcinselliğin haram olduğunu bilmiyorum demekle mazur kabul edilmez. Çünkü tüm bunlar açık ve İslam tarafından tanımlanmış olup, Müslümanlarca bilinen şeylerdir.

Ancak İslam’dan uzak bazı ülkelerde yahut çevresinde Müslümanlar’ın bulunmadığı Afrika’nın uzak bölgelerinde bulunan kimsenin cehalet iddiası kabul edilebilir. Eğer kişi bu durumda ölürse, işi Allah’a kalmıştır. Hükmü, fetret döneminde yaşayanların hükmü gibidir. Doğru olan onların kıyamet günü imtihan edilecekleridir. Eğer gereken karşılığı verir ve itaat ederlerse cennete girerler, şayet karşı gelirlerse cehenneme girerler. Ancak Müslümanlar arasında bulunup da Allah’ı inkarın her çeşidini işleyen ve bilinen vacipleri terk eden kimseye gelince, bu kimse mazur değildir. Çünkü herşey apaçıktır ve elhamdulillah Müslümanlar mevcutturlar; namaz kılmakta, oruç tutmakta, hac etmekte, zinanın, içkinin, veya ana babaya isyanın haram olduğunu bilmektedirler. Tüm bünlar Müslümanlarca bilinen ve onlar arasında yaygın olan şeylerdir ve böyle bir durumda bilmemek iddiası geçersiz bir iddiadır.”()

“Cehalet için iki durum söz konusudur: Cehaletin özür olarak kabul edildiği durumlar ve özür olarak kabul edilmediği durumlar. Bir kimse küfür olan bir ameli, Müslümanlar arasında yaşıyor iken işlemiş, Allah’a şirk koşmuş ve Allah’tan başkasına ibadet etmişse; böyle bir kimse mazur değildir. Çünkü araştırıp öğrenmemesi sebebiyle ihmalkar davranmış ve dini için gereği gibi düşünme ve araştırmada bulunmamıştır. Öyleyse; ölüler, ağaçlar, taşlar, putlar gibi , Allah’tan başka şeylere ibadet etmede, Allah’ın Dini’nden yüz çevirme ve ihmal sebebiyle, mazur değildir. Dünyanın ücra bir köşesinde, İslam’dan uzak bir ülkede yetişen kimse gibi risalet hücceti kendilerine ulaşmamış olan kimseler cahilliklerinden dolayı mazurdurlar.”()

13- Seyyid Kutub:

“Bilmediklerinden ötürüdür ki Allah'ın bu dosdoğru dinine uymamaktadırlar. Bu noktada hiçbir şey bilmeyen bir kimsenin, ne inanması beklenebilir, ne de gerekenleri yapması!.. Dinin özünü ve gerçeğini bilmeyen birtakım kimseleri, onlar da bu dine mensup diye nitelemek ne akla sığar, ne de realiteye! Bu tür kimseleri müslüman olarak niteleyip eksikliklerinin faturasını da bilgisizliklerine çıkarmak geçerli bir mazeret değildir. Zira bilgisizlik ya da bilmemek, söz konusu niteliği taşıyabilmeyi anında engellemektedir. Aslında bir şeye inanmak, o şeyi bilip öğrenmiş olmanın sonucudur... Akla da mantığa da uygun olanı budur. Bunun böyle olduğu zaten kendiliğinden apaçık ortadadır.”

14- Ebu Basir Abd’ul Mun’im Mustafa Halime:

“Kişi İslam’a girmiş ancak tevhidin detayları hakkında bilgiyi öğrenmekten aciz kalmış, aczini giderememiş, cehaletini kaldırmamışsa bu kişi cehaleti sebebiyle tekfir edilemez. Ancak kişi, tevhide dair bilgiye ulaşabilecek konumda ise ya da öğrenmekten aciz değilse ve ya dünya menfaatlari ve lezzetinden dolayı azalarını harekete geçirmiyorsa bu kişi için cehalet asla bir mazeret değildir.”

15- Suud Devleti Daimî Fetva Kurulu”nun 4400 sayılı fetvası:

“Nebimiz Muhammed’in (s.a.v) risaletine ve şeriat olarak getirmiş olduğu diğer şeylere inanan her kim Allah’tan başka velilerden, kabirdekilerden yahut tarikat şeyhlerinden birine secde ederse;

İslam’dan çıkan mürted, kafir ve ibadette Allah’a ortak koşan bir müşrik olduğu kabul edilir. Secde ederken şehadeti tekrarlasa bile durum değişmez. Çünkü Allah’tan başkasına secde edişi bu söylediği sözü geçersiz kılar. Ancak bu kişi, cehaletinden dolayı mazur sayılabilir. Kendisine hüccet ikame edilip doğrular bildirilir ve üç gün düşünüp tevbe etmesi için süre verilir.

Eğer açıklandıktan sonra da, Allah’tan başkasına secde etmekte ısrar ederse riddetinden dolayı öldürülür. Daha önce açıklama ve hüccet ikame etme, kişiye cezanın uygulanabilmesi içindir. Kafir olarak isimlendirilebilmesi için değildir. İşlediği fiilden dolayı kişi zaten kafir olarak isimlendirilir”

Sonuç:

Yukarıda alıntıladığımız alimlerin sözlerinden açıkca anlaşılmaktadır ki cehalet gerçekten arızi bir hal olarak kişiler için bazı durumlarda mazerettir.
Ancak önemle tekrarlamak gerekir ki, Allahu Teala insanoğlu üzerindeki cehaleti gidermek için rasuller göndermiş, kitaplar indirmiş, işin evvelinde İslam fıtratı üzerine yaratarak sahih bilgiye ulaşma imkanı vermiştir. Bununla beraber elbette insanların sahih bilgi ile aralarında engeller olabilir.

İşte İslam Hukukunda Cehalet kişilerin Allah’a yönelmeleri aşamasında, sahih olan bilgiye ulaşma noktasında üzerlerinde var olan engelleri def etmeleri kesinlikle mümkün değilse bir mazeret olarak görülmektedir. Cehalet ancak kişinin üzerindeki cehaleti giderme imkanının olmaması, def’i mümkün olmayan bir hastalığa tutulma,İslam’a yeni girmiş olması ve Müslümanlardan çok uzakta, kırsal bölgelerde bulunması halinde belki bir mazeret olabilir.

Bununla beraber, kişi dinin asıllarından habersiz olmamalı, cehaletini giderme noktasında ihmalkar davranmamalıdır. Dinini öğrenmek için ilmin olduğu yere bir an önce hicret etmesi kendisine farzdır. İçinde bulunduğu halden hoşnut olan, bir rahatsızlık duymayan kimseler cehaleti sebebiyle özürlü değillerdir. Bununla beraber insanların görüşlerini Allah’ın vahyinden üstün tutan, şeytanın saptırmış olduğu kişileri taklid edenlerin cehalati de mazur değildir.

İçinde yaşadığımız şu zaman ve şu toplumda Allah’ın kitabı ilk günkü gibi tazeliğini korumaktadır. Yine Allah’ın kitabının beyanı mahiyetinde Rasulullah (s.a.v)’in sünneti elimizin altında bulunmaktadır. 14 asır boyunca bu dinin mahiyetine dair yazılmış binlerce eser mevcuttur. Ayrıca Allah’ın dinini en net aslıyla, açık bir dille tebliğ eden Müslümanlar toplumun her köşesindedir.

Bununla beraber içinde yaşadığımız toplum Allah’ın dininde çok uzak bir yaşam sergilemektedirler ve bu yaşamlarından da gayet memnun bir haldedirler. Üzerlerinde ki pisliği kaldırma adına zerre kadar bir çalışma altına girmemektedirler. Öyle ki bir çok kimse daha hayatında bir kere dahi Allah’ın kitabını açıp okumamıştır bile.

Tüm bunlara rağmen içinde yaşadığımız şu toplumda kim cehaletin mazeret olduğunu iddia ederse o kişi ya çok cahil bir zorba ya da aklını kaybetmiş bir sefihtir. Kim de İslam alimlerinin bu şartlar altında cehaleti mazeret olarak gördüklerini iddia ederse o kişi de Allah’tan korkmayan bir müfteridir.

İşte bu ikinci risalemiz cehalet heveslisi telefilere ve onların peşinden gidenlere açık bir uyarı ve hüccetimizdir. Bu kimselerin yapmaları gereken bir an önce cehalet hevesini bırakmalı, sahih İslam’ı öğrenmeli, dillerini rabbani alimlere iftira atmaktan korumak olmalıdır.

Hiç şüphesiz bidayette ve nihayette hamd Alemlerin Rabbi Olan Allah’a mahsustur.



Murat GEZENLER
10 Şewwal 1425 – 23 Kasım 2004

Murat Gezenler Hocamıza Allah'dan RAHMET Diliyoruz.

NOT:

1.TEKFİR ve CEHALET Meselesi Geniş bir Konuyu İhtiva eder,Öyle ki bu Konuyu Detaylı açıklamak Mutlaka Zaruret Teşkil eder.

-Konunun Gereği ve ''Selef-i Salihin''in İlimde Üslup ve takındıkları Tavrı Örnek alarak Metodlaştırmak ve Ehem ve Muhim önceliğine göre açıklama yapılması gerekli olduğundan ,Ehemmiyet Teşkil eden ''TEKFİR MEVZU'' su mutlaka ''ÖZÜRLÜ OLAN TARAF'' ve ''ÖZÜR BEYAN EDEMEYECEK'' durumda olan tarafları açığa kavuşturulması ile Değerlendirilmesi gerekmektedir.

2.İlim Ehli'nin Görüşleri Yeterince açıktır Konu İki Noktada birleşmketedir.

A-ÖZÜRLÜ OLAN VE ''TEKFİR'' EDİLMESİ HALİNDE KİŞİYE GERİ DÖNEN ''TEKFİR'' VE ÖZÜRLÜ OLMASINDA ''SİLSİLE GÖZETMEKSİZİN'' YAPILMASI HALİNDE YİNE ''TEKFİR EDENE DÖNEN KÜFÜR'' olarak Birincisidir.

B-ÖZÜR BEYAN EDEMEYEN TARAF ''TEKFİR EDİLMESİ GEREKEN'' Taraftır,İslam'n ''VELA VE BERA'' ilkesi Gereğidir ki,''DOST VE DÜŞMAN'' Tanımı içine alınacak olan ''TEKFİR EDİLMESİ GEREKEN'' taraftır,Bunda dahi Silsile ve Delil Gereklidir.Silsile Takip edilmeden ve Sahih Nakiller Ulaşmadan ,Bir Kimse Tekfir edilemez.


İNŞALLAH KONUYA İLAVELER YAPILACAKTIR,BU HUSUS YETERİNCE AÇIK OLUP KABULE YANAŞMAYANLARI ''TEK TARAFLI BAKIŞ ESAS DEĞİLDİR'' VE ''TEKFİR EDİLMESİ GERENLERDE VARDIR'' edilmesi halinde Kişiye Dönen durumlarda Söz konusudur..

Allah okuyup Amel edenlerden Kılsın yoksa ''Kitap Yüklü Merkep'' lerden Bir farkı olmaktan Allah -Subhaneu ve Teala-ya sığınırız.Allahume AMİN.


 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Esselamu aleykum ve rahmetullah
Subhanallah!

Üstte ''İslam Hukukunda Cehalet Kavramına Dair İlim Ehlinin Sözleri'' adlı Mekale Hakkında Şüphelerin Giderilmesi...üzerine..

Rabbimizin rızasını gözetip edeb dairesinde
sizin amacınızın ne olduğunu dahi düşünmeden
durumunuzu Rabbe havale ederek önemli olduğunu düşündüğümüz bir kaç meseleyi
sizin ve diğer üyelerimizin bilgisine sunuyoruz.

Şöyle ki;
Öncelikle Vahhabi dediğiniz alimlerin durumlarını kısaca beyan edeyim inşAllah:

İbn-i Hazm: Zahiridir. Zahiri mezhebinin en güçlü savunucularındandır. Ona muhalif alimler bile “İbn-i Hazm’ın ilmini ancak kalbinde nifak tohumları olan kimseler inkar eder” demişlerdir.

Karrrafi: Maliki mezhebinin en güçlü usul alimlerinden bir tanesidir.

Ebu Hamid el Gazali: Şafilerin en güçlü usul alimlerindendir. Mustasfa isimli eseri özellikle usulde temel bir kaynak olarak kabul edilmiştir.

İbn-i Kudame: Muğni isimli eseri ile ün yapmış mukaraneli bir fıkıh kitabının sahibi. Hanbelilerin en güçlü fıkıh alimlerinden bir tanesidir.

Suyuti: Kendisinin mutlak müctehid olduğunu söylemiş, her konuda yazdığı eşsiz eserlerle ümmet tarafından kabul görmüş bir alimdir.

İbn-i Hacer el Heytemi: Şafi fıkıhçısıdır.

Ancak tüm bunlardan daha mühim olanı şudur ki,
önemine binaen burasını büyük puntolrla yazmayı uygun görüyorum,
inşAllah BATILI HAK ZANNEDEN GÖZLER İÇİN UFACIK DA OLSA BİR IŞIK OLUR!

"Bu alimler ile vahhabilik arasında en az 600 yıl vardır.. "

Bunu da dedikten sonra
en son kararın verileceği kıyamet gününde
yüzümümzün ak çıkması adına şu duayı yapıyor
ve bu duayı önce nefsim için kabulünü ısrarla istiyorum :

"Ey kalplari evirip çeviren Allah'ım!
Kalbimizi İSLAM dini üzere sabit kıl!"
Allahumme amin!!!

Fiemanillah...

M.Gezenler ,Allah Kardeşimize Rahmet etsin.
 
R Çevrimdışı

rambo

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Müslümanın birinci vazifesi iyiligi emretmek kötülükten alıkoymak biz insanları islama Allahın yolun cagırırken daha islamın vede imanın gereklerini ögretmeden usul vede fıkıh ögretmeye kalktıgımızda insanlar neye nicin inanacklarını ögrenmeden bizce birinci öncelikmiş gibi zalim zulum kavramlarıını ortaya koydugumuzda alimlerin bile üz yılardır tartısdıgı konuları öncelikliymişgibi ortaya koydugumuzda karşımızdaki muhatabımız ya bu din ne kadar zormuş deyip kacıyor yada yarım doktor candan hesabı yarım hoca takılıyor anlatmak istediklerinide anlatamadıgı icin toplumla yada diger cemaatlerle çatışma haline giriyorkitehlikede burda başlıyor,kişi kendi haklılıgını ortaya koymak için tartışmalı konuları ön plana çıkarıp biz bu toplumdan farklıyız demeye çalışıyor...... CİHAD bölgelerini bilmeden internetten gördügü kadarıyla ved e internetten okudugu ihtilaflı konularla kendinin basamak atladıgını sanan lar kendilerinin Türkiyede mücadele ettigini sanıyor ama bir cogu bilmiyorki burdaki halkın bilgilenmesini engeeledikleri gibi ordaki savasanlarında gercek yapılarının burdakiler tarafından yanlış anlşılmasına sebebiyet veriyorlar.Tekfir hastalıgı su anda en fazla kendinin cihadi oldugunu iddaa eden grupların fertlerinde görülmekte ne hikmetsede baska grupları tekfir etmekle suclamaktadırlar.Yahudiler müslümanların arasına fitne sokmakla kendilerini kenara cekip müslümanların birilerini tekfir etmesini ve de öldürmesini seyretmektedirler.Eger müslümanların arasında nifak tohumları filizlenmese idi Çeçenistan,Afganistan,Irak bugün ki gibi kan gölü olmazdı bu kadar yetim kalmazdı bu kadar müslüman ceza evinde olmaz dı bu kaadar kadına tecavüz edilmezdi.Birinci önceligimiz iyiligi emretmek kötülükten alı koymak BİZ kendimizi RAB yerine koyup kimseyi tekfir edemeyiz elimizde imanı ölcen bi iman ölcerimiz yok ve de ALLAH (c.c) bize böyle bir yetki görevde vermemiştir
 
S Çevrimdışı

serhildan

Üyeliği İptal Edildi
Banned
buram buram mürcie yanlısı söylemler var ortada.. tamam harici yanlışlarına karşı çıkın ama burada belirgin bir "gocunma" durumu sezdim ben. yani bu hemen hissediliyor. yani seçim günü sandık başında oy kullanıyor akşam da eve gelip okan baygülgeni seyredip gülüp eğleniyorsa o sıradan bir insan, sıradan bir kafirdir. hayır bu yaşam tarzının küfür olduğuna birinin itirazı mı var?

nedense günümüzde herkes gitgide akp leşiyor... hoşgörü, tebliğ, diyalog söylemleri, "cahil" kalabalıkların yediği her haltın, her puştluğun mazur görülmesi, bunlar hiç hayra alamet değil...

"görünen yüzü radikal islamcı, görünmeyen yüzü akp" li bir anlayışı düşünmek istemiyorum.
 
A Çevrimdışı

abdulwahid-musab

Üye
İslam-TR Üyesi
buram buram mürcie yanlısı söylemler var ortada.. tamam harici yanlışlarına karşı çıkın ama burada belirgin bir "gocunma" durumu sezdim ben. yani bu hemen hissediliyor. yani seçim günü sandık başında oy kullanıyor akşam da eve gelip okan baygülgeni seyredip gülüp eğleniyorsa o sıradan bir insan, sıradan bir kafirdir. hayır bu yaşam tarzının küfür olduğuna birinin itirazı mı var?

nedense günümüzde herkes gitgide akp leşiyor... hoşgörü, tebliğ, diyalog söylemleri, "cahil" kalabalıkların yediği her haltın, her puştluğun mazur görülmesi, bunlar hiç hayra alamet değil...

"görünen yüzü radikal islamcı, görünmeyen yüzü akp" li bir anlayışı düşünmek istemiyorum.


10-15 gündür bu gocunmayı kimse sezmedi siz sezdiniz maşallah

allah size akıl ve fikir versin

nerede gocunmuşum

mürcieye meyil varmış allah sana ihsan nasip etsin
akpleşiyor demişsiniz beni tanıyormusunuz eğer akp li olacaksan kendinede kapı arama

ben sevmem ama okan bayülgeni seyretmek dinin hangi sabitesini ihlaldir elbette izlenmemeli ama okan bayülgen izleyen itikadından neyi silmiştir yada onu izleyip izlememenin itikadi yönü nedir

SAPLA SAMANI KARIŞTIRIP BİRBİRİNE GİYDİRİN BAKALIM MİLLETE

ALLAH SONUMUZU HAYREYLEYE

TEK KİTAPLA ALLEMEYİ CİHAN OLURUZ BİZ HİÇ ŞAŞIRMADIM

selam ve dua ile
 
R Çevrimdışı

rambo

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Serhildan kardeş" hoşgörü, tebliğ, diyalog söylemleri, "cahil" kalabalıkların yediği her haltın, her puştluğun mazur görülmesi, bunlar hiç hayra alamet değil..." teblig müslümanın birinci vazifesi peygamber efendimizin hayatına baktıgın zaman kendisine vede sahebeye dahi işkence edenlere bile hoşgörülü yaklaşıp onların kalplerini islama ısındırmaya çalışıyordu . Mekke fethedildigi zaman peygamberimize işkence eden kaç kişiye işgence edildi..
yazıları yazarken biraz daha dikkatli olmanızı tavsiye ediyorum.
yazınızı yabancı birisi okusa zan ederki müslüman hoşgörüsüz vazifeside teblig deil böyle bi islam bilmiyom
 
K Çevrimdışı

Kontrol Ediliyor...

Üye
İslam-TR Üyesi
KavluFasıl

cahillik mazeret değildir.

Laik-demokratik kapitalizm dini geçmiş alimların eserlerini kendisine zarar vermiyecek şekilde değiştirdi.

bundan dolayı kimin ne dediğini kimin ne olduğunu ayırmamız zordur.

elimizde olan değişmemiş Kur'an ve bize kadar gelen sünneti iyi uygulamalıyız.

islamın en başı ilk kuralı

Lailaheillallahmuhammedunresulillah deyip bozmamaktır.

bunu bozana müslüman diyemeyiz.

Allah c.c den başka insanın ilke ve inkilaplarına söz verenlere nasıl müslüman deriz.

binlarce ayeti dışlayan nasıl müslüman olur.

cahillik mazeret değildir.din tamamlanmıştır.

inşallah herkes kur'anın tercümesine isterse ulaşır.

istemiyorsa kur'anı yol gösterici almıyorsa Allah c.c de o kişiyi istediği yolda yolunu açar.

imtihandayız.

herkes imtihanda imtihan sorularının ve cevaplarının Kur'an da var olduğunu bilir.

inşallah cahillik mazereret değildir.

Allah c.c ilim istiyene ilmi cahillik istiyene de cahillik verir.

Allah c.c herşeye kadirdir.
 
H Çevrimdışı

Hüseyin.

Üye
İslam-TR Üyesi
yav bu murat gezenler öldü mü ki, Murat Gezenler Hocamıza Allah'dan RAHMET diliyoruz, diyorsunuz...?
 
boran el muvahhid Çevrimdışı

boran el muvahhid

Üye
İslam-TR Üyesi
Kurtubi el mufhim de şöyle diyor:

tekfir meselesi tehlikeli bir meseledir.ondan güzel durmak kadar güzel birşey yoktur.bunu ibn hacer kaydedip rivayet etmiştir.

tekfiri kendiniz öğrenmeden öğretmekten sakının.insanları yanlış yönlendirmeyin.
tekfiri detaylıca öğrenmeye gücünüz yetmiyorsa bunu alimlere bırakın.fakat tekfirde cehaletin mazaret olduğu durumunu bilmemek tekfir in t sini dahi bilmemek demek.
 
H Çevrimdışı

Hüseyin.

Üye
İslam-TR Üyesi
tamam, doğru, onu ben de biliyorum.

ancak, daha önce hiçbir alıntı yazının altında yazarın isminin yanında Allah rahmet etsin ifadesini görmediğim için sordum.

murat gezenler'in farklı bir özelliği mi var da adının arkasına Allah rahmet etsin diye yazıyorlar?..
 
K Çevrimdışı

Kontrol Ediliyor...

Üye
İslam-TR Üyesi
müslüman

1-tağut ile ilgili ayetleri öğrenirse uygular kabül eder tağutu reddeder. bu red Allah c.c nin tekfir etmesi ile müslüman emre uyarak tağutu tekfir eder.

2-münafık ile ilgili ayetleri süreleri okuyup öğrenirse,uygular,kabül eder ,münafıkları kardeş kabül etmez.münafıkları tekfir eden Allah c.c nin emirlerine göre tekfir ederek Allah c.c nin emrini tatbik eder.

3-kafirler ile ilgili ayetleri öğrenir,kabül eder,uygular kafirleri kardeş kabül etmez.kafirleri tekfir eden Allah c.c nin emirlerine göre tekfir eder.

4-müslümanlıkla ilgili ayetleri öğrenir,kabül eder ,uygular müslümanı kardeş kabül eder.kardeşini tekfir etmez.aksi halde tekfir etmenin en büyük günahlardan olduğunu bilir.affı da yoktur.


şahsen yukarıdaki ayetlerden haberim olmadığı sadece kulaktan dolma müslüman olduğum cahillik dönemimde

benimle dalga geçenler gibiydim.nerede bir hoca duysam ona gidip bilgi alırdım.camilerde vaazları kaçırmazdım.

camilerde cemaatle namazımı kılardım. Laik imamlara çok saygı gösterir onları çok severdim. onlarda beni severdi.

islam dinini doğru yaşadığımdan emindim.

hemde çok çok emindim.

ayetleri okumayı arabca biliyordum. meal bilgim yoktu.gerekte görmüyordum.meal okumayı.tefsir okumayı.

birgün islama karşı ilke - inkilap - devrim yapana dua edildiğni cemaate de amin dettirildiğine şahit oldum.

bu bana çok tesir etti.

meal okumaya başladım.

birgün bildiğim ayeti laik imam ters anlatınca moralim bozuldu.

namaz sonrası cemaat dağılınca yanına gittim.yanlış anlamış olup olmadığımı kendisine sordum.

bana bir cevap vermedi.hiçbirşey söylemedi.

ertesi akşam yine gittim.yine böyle ramazan ayı idi.

bekledim ki özelden bana cevap vermedi .belki cemaate benim gibi anlamayanlara yanlış veya doğru izah eder.

vaaze başladı bana cemaat içinde bakarak dediki:

--Adam mühendis benim işime karışıyor.sen git mühendisliğini yap . bizim işimizi bize bırak.

tabi etrafımda cemaat içinde beni yakınen tanıyanlar vardı.bana öyle baktılar.ben de pişkinliğe verdim.

boynumu büktüm.

bu bana çok hız verdi.

daha çok araştırdım daha çok meal ve tefsir okudum.

araf süresi 175-176. ayetleri okuyunca bunların Allah c.c nin benzemesiyle köpekler olduklarını anladım.

birde en önemlisi

her mealin bazı küçük hataları yanında aralarında fark olmadığını ,meali doğru olan kişilerin hayatlarının meale göre olmadığı ,konuşmalarının vaazlarının meal ve tefsirlere göre olmadığını,laik-demokratik-kapitalizm dinine-düzenine sistemine-rejimine göre olduğunu anladım.

inşallah Kur'an ve sünnete göre yaşamanın gerçeğine ulaştım.

inşallah sizlerinde buna ulaşmasını diliyorum.

benim sizlere yardımcı olmaktan-bildiklerimi-tecrübelerimi paylaşmaktan başka bir amacım yoktur.

Allah c. c. yar ve yardımcımız olsun
 
K Çevrimdışı

Kontrol Ediliyor...

Üye
İslam-TR Üyesi
sonra araştırdım

Ebuhanzala -ubadullah gibi gerçekten alim kardeşlerimize ulaştım.sözleri ile mealler tefsirler örtüşüyor.

inşallah uygulamaları da örtüşmektedir.

www.ayetler.com

www.tevhidyolcusu.com

gibi birçok daha bilgi siteleriyle aynı yolu paylaştığımı ,benim gibi Kur'an ve sünnete göre amel-uygulama yapmak istek ve arzusunda olan laik dini atmış sadece islam dininden olan kardeşlerimiz olduğunu gördüm.

Allah c.c yar ve yardımcımız olsun
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
öncelikle edeble yaz. Ne yazdığının farkında olarak yaz. Yazı puntosunu büyük insanın gözüne kadar sokmanızdaki gayret içine düştüğünüz gafletin göstergesidir.

Tağutla alakalı kimsenin burada tartıştığı yok. Tağutun ne olduğu hakkında ihtilafa düşende yok.

Ben size yorum yaparak hüküm verir gibi yazmayın diyorum siz makarayı baştan sarıyorsunuz.

MaşaAllah ne kadar büyük alimsiniz de bana saya saya 2 isim saydınız bırakın alim olmayı ilim talebesi bile değil üstüne ubeydullah hoca tekfir görüşünden geri döndü ubeydullah hocaya gelince o hala içine düştüğü gafletin içinde.

Sizin gibi heyacanlı kardeşler malesef forumuza zarar veriyor o yüzden forumdan uzaklaştırıldınız Rabbim hatalarınızı size göstersin bizim hatamız varsa bize göstersin ve düzeltebilmeyi nasip etsin.

Cehaletin mazeret olduğuna dair deliller sitemizde defalarca delilleriyle yazıldı görmek isteyen koca koca puntoya bakmadan görür. Araştırması okuması size kalmış hidayet Allah cc'dandır.

Hiç görenle görmeyen bir olur mu elbette olmaz.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt