A
Çevrimdışı
Allah’a (c.c) ve Resulüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin. Yoksa çözülüp yılgınlaşırsınız da gücünüz gider. Sabredin şüphesiz Allah (c.c) sabredenlerle beraberdir.” (Enfal 46) Ve “hepiniz Allah’ın (c.c) ipine sımsıkı sarılınız ve bir birinizden ayrılmayınız.” Ve “Allah’ü (c.c) teala kalplerinizi birleştirdi de onun nimeti sebebiyle kardeş oluverdiniz.” (Ali İmran 103)
“Ey iman edenler! Allah’u (c.c) teala’nın yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın dinleyin ve size selam veren kimseye, dünya hayatının fani metaını arayarak sen mü’min değilsin demeyiniz.” (Nisa 94)
Rivayete göre İbn Mesud, «Bu iki surenin Kutan olmadığım» iddia etmiştir. îmam Ahmed, Bezzar, Tabarani ve İbn Merduveyh, sahih bir yolla İbn Mesud'dan şöyle rivayet ediyor: İbn Mesud, Mushaf'tan Felak ile Nas Surelerini kazımış ve «Sakın Kur'an'a Kur'an'dan olmayan şeyleri karıştırmayın» demiştir. Bunların iki¬si Allah'ın Kitabı'ndan değildir. Ancak Rasûlullah'a emredilmiştir ki onlarla Allah'a sığınsın, İbn Mesud onları namazlarında okumu¬yordu.» Bezzar «Bu hususta bir tek sahabi dahi İbn Mesud'a ka¬tılmamıştır. RasûLü Ekrem bu iki sureyi de namazda okumuştur.
ALİ AR SLAN, BÜYÜK KUR’AN TEFSİRİ FELAK SURESİ
Ahmed, Bezzar, Taberânî ve İbn Merduye'nin çeşitli tariklerden yap¬tıkları rivayete göre : İbn Mes'ûd (R.A.) kendi mushafindan Muavvezeteyn (veya Muavvizeteyn)i silmiş ve «Kur'ân'dan olmayan sözleri ona karıştır¬mayın. Zira bu iki teavvüz Allah'ın Kitabından değildir. Peygamber (A.S.) Efendimiz bu,ikisiyle şer ve kötülüklerden Allah'a sığınmayı emretmiştir» diyerek kendisi de bunları âyet niyetiyle okumaz ve o niyetle okunmasını tavsiye etmezdi..
Muavezeteyn'in Kur'an'dan olup olmaması meselesi:
Bu iki surenin konusunu ve muhtevasını anlamak için yukardaki bilgiler yeterlidir. Ama hadis ve tefsir kitaplarında, üç konu hakkında bazı münakaşa ve şüphelerin meydana geldiği yazılıdır. Onun için burada o şüpheleri ortadan kaldırmayı gerekli gördük.
Bunlardan birincisi, bu surelerin Kur'an'dan olduğu ve bunun da isbatlandığı; dolayısıyla şüpheye mahal olmadığıdır. Bu meselenin meydana gelmesinin sebebi İbn Mes'ud gibi yüksek seviyeli bir sahabîden menkul müteaddid rivayetlerde onun, bu iki sureyi Kur'an'dan saymadığı ve mushafına da almadığının kayıtlı bulunmasıdır.
İmam Ahmed, Bezzar, Taberanî, İbn Merduye, Ebu Ya'la, Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, Humeydî, Ebu Nuaym, İbni Mes'ud'dan nakletmişlerdir. Bu rivayetlerde İbni Mes'ud'un bu sureleri Kur'an'dan sadece çıkardığı değil, aynı zamanda şöyle dediği de nakledilir: "Kur'an'dan olmayanı O'na karıştırmayın. Bu iki sure Kur'an'dan değildir. Allah, Rasulullah'a, bu kelimelerle kendisine sığınmasını emretti". Bazı rivayetlerde de bu sureleri namazda okumadığı kayıtlıdır.
Bazı İslam düşmanları bu rivayetlere dayanarak, Allah'ın kitabının korunmuş olması hakkında şüpheler uyandırma fırsatı bulmuşlardır. Onlar şöyle iddia etmişlerdir: "İbn Mes'ud gibi bir sahabi bu surelerin Kur'an'a eklendiğini söylüyorsa, kimbilir daha neler eklenmiş ya da çıkarılmıştır?" Kadı Ebubekir El-Bakıllanî ve Kadı İyaz v.s. bu ithamdan kurtulmak için İbn Mes'ud'dan gelen rivayetleri şöyle tevil etmişlerdir: "İbn Mes'ud, Muavezeteyn'in Kur'an'dan olduğunu inkar etmezdi ama kendi mushafına yazmayı reddetti. Çünkü mushafına sadece Rasulullah'ın izin verdiklerini yazardı. Bu sureler hakkındaki Rasulullah'ın izni kendisine ulaşmadığı için muavezeteyn'i yazmamıştır." Ancak bu tevil doğru değildir. Çünkü sahih senetlerle gelen rivayetlerde İbn Mes'ud'un bu surelerin Kur'an'dan olduğunu inkar ettiği sabittir. Diğer büyüklerden İmam Nevevî, İbn Hazm, Fahruddin Razi ise İbn Mes'ud'un söylediği sözleri yalan kabul etmişlerdir. Fakat tarihi gerçekleri hiçbirşeye istinat etmeden reddetmek ilmî bir tavır değildir.
İbn Mes'ud'dan gelen bu rivayetlerden dolayı Kur'an hakkında oluşan şüphelere doğru cevap nedir? Bu sorunun pekçok cevabı olabilir. Onları aşağıda açıklıyoruz:
1) Hafız Bezzar, kendi Müsnedi'nde İbn Mesud'un bu sözünü naklettikten sonra, bu görüşte yalnız olduğunu ve hiçbir sahabinin bu görüşe katılmadığını belirtmiştir.
2) Sahabe-i Kiram'ın hepsinin ittifakı ile, üçüncü halife Osman'ın (r.a.) hazırlattığı ve İslam ülkelerinin değişik yerlerine gönderilen Kur'an nüshalarında bu iki sure mevcuttur.
3) Rasulullah döneminden bu güne kadar bütün İslam dünyasında, iki sureyi de ihtiva eden bu mushaf üzerinde icma edilmiştir. Sadece İbn Mes'ud'un görüşü farklıdır. Ama ne kadar seviyeli sahabi olursa olsun çoğunluğun görüşü karşısında O'nun görüşü pek değer taşımaz.
4) Rasulullah'tan nakledilen pek çok rivayette Rasulullah'ın bu sureleri namazda okuduğu ve başkalarına da tavsiye ettiği sabittir. Rasulullah bu sureleri, Kur'an'ın sureleri olarak başkalarına da öğretmiştir. Aşağıdaki önrekleri inceleyelim:
Müslim, Ahmed, Tirmizî ve Neseî'nin Ukbe b. Amr'dan naklettiğine göre Rasulullah, Felak ve Nas sureleri hakkında şöyle buyurmuştur: "Bu gece bana bu ayetler nazil oldu." Neseî'nin bir diğer rivayeti yine Ukbe b. Amr'dan mervidir: "Rasulullah bu iki sureyi sabah namazında okumuştur. İbn Hibban da Ukbe'den şöyle nakletmiştir: "Rasulullah, mümkün olduğu kadar bu iki sureyi okumayı terketmeyin buyurdu." Said b. Mansur, Muaz b. Cebel'den şöyle nakletmiştir: "Rasulullah namazda bu sureleri okumuştu." İmam Ahmed, Müsnedi'nde sahih senetlerle diğer bir sahabeden de, aynı şekilde Rasulullah'ın O'na şöyle söylediğini nakletmiştir: "Namaz kıldığında bu iki sureyi oku." Ahmed, Ebu Davud ve Neseî, Rasulullah'ın Ukbe'ye şöyle buyurduğunu naklederler: "Sana iki sure öğreteyim mi? Onlar en iyi surelerdendirler." Ukbe: "Ya Rasulallah, evet" dedi. Bunun üzerine Rasulullah O'na Muavezeteyn'i okudu. Daha sonra namaza kalktıklarında Rasulullah bu iki sureyi namazda da okudu. Namazdan döndükten sonra, geçerken O'na şöyle sordu: "Ya Ukbe, nasıl buldun?" Sonra O'na uyumadan önce ve uykudan kalktıktan sonra bu iki sureyi okumasını söyledi. Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, Tirmizî ve Neseî'de Ukbe b. Amr'ın bir rivayeti de şöyledir: "Rasulullah her namazdan sonra Muavazat'ı (yani İhlas ve Muavezeteyn) surelerini okumasını tavsiye etmişti." Neseî, İbn Merduye ve Hakim, Ukbe b. Amr'dan şunu nakletmişlerdir: "Birgün Rasulullah binek üzerinde yol alıyordu. Ben de yanında yürümekteydim. Ben şöyle dedim: "Bana Yunus veya Hud suresini öğretir misiniz?". Rasulullah şöyle buyurdu: "Allah indinde kul için Felak suresinden daha faydalı bir şey yoktur." Neseî, Beyhakî, Bağavî ve İbn Sa'd; Abdullah İbn Abis el-Cüheynî'den Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: "İbn Abis sana, kendisi ile Allah'a sığınacağın araç nedir söyleyeyim mi?" Ben "Tabi, Ya Rasulallah" dedim. Rasulullah "Felak ve Nas sureleri" buyurdu. İbni Merduye Ümmü Seleme'den, "Allah'ın en sevdiği sureler Felak ve Nas sureleridir" diye nakletmişlerdir.
Burada İbn Mes'ud'un bu iki sureyi Kur'an'dan saymama yanılgısına niçin düştüğü sorulabilir. Bu sorunun cevabı olabilecek iki rivayeti ortaya koyabiliriz. Birincisine göre İbn Mes'ud şöyle demiştir: "Rasulullah'a bu şekilde Allah'a sığın diye emir verilmiştir." Diğer rivayeti çeşitli senetlerle Buhari, Ahmed Müsned'inde, Hafız Ebubekir el-Humeydi Müsned'inde, Ebu Nuaym, El-Müstahreç isimli Müsned'inde ve Neseî, Sünen'inde Zir b. Hubeyş çeşitli kelime değişiklikleri ile, sahabe arasında Kur'an ilimleri bakımından önemli yeri olan Ubey b. Ka'b'tan nakletmiştir. Zir b. Hubeyş şöyle demiştir: "Ben Ubey'e, 'Kardeşiniz İbn Mes'ud şöyle şöyle diyor. Siz bu söz hakkında ne diyorsunuz? dedim. O şöyle cevap verdi: "Rasulullah'a bu konuda sormuştum. Rasulullah bana - Kul(de) - dedi. Ben de -kul- dedim. Onun için biz de Rasulullah'ın dediği gibi diyoruz." İmam Ahmed, Ubey'den şöyle rivayet etmiştir: "Ben şehadet ederim ki Rasulullah bana, Cebrail'in kendisine -kul euzu bi rabbi'l felak- dediğini, onun için bu şekilde söylediğini belirtti. Cebrail, -Kul euzu bi rabbi'n nas- dediğinde Rasulullah da bu şekilde söyledi. Dolayısıyla biz de Rasulullah'ın dediği gibi diyoruz." Bu iki tür rivayet üzerinde düşünürsek, İbn Mes'ud'un bu iki suredeki -kul- kelimesini görerek yanılgıya düştüğünü ve Rasulullah'a -euzu bi rabbi'l felak- ve -euzu bi rabb'in nas- demesinin emredildiğini zannettiği sonucuna varırız. Ayrıca Rasulullah'a bu konuda sormaya da ihtiyaç duymadı. Ubey b. Ka'b'ın aklına bu soru gelip sorunca, Rasulullah ona, Cebrail'in kendisine -Kul- dediği için O da -kul- dediğini açıkladı. Bu şöyle izah edilebilir: Bir kimseye bir şeyi emretmek kastedildiğinde şöyle denir: "De, ben sığınırım." Ama bunu okuyan kişi "De, ben sığınırım" demez. Sadece "sığınırım" der. Bunun tersine, en üst makamdan bir peygambere bu kelime mesaj olarak geldiğinde onu iletirken şöyle der: "De, ben sığınırım." Çünkü bu mesaj peygambere sadece kendisi için değil, başkaları için de geldiğinden, geldiği gibi ve eksiltmeden onlara iletmek durumundadır. Bu iki surenin başında -kul-kelimesinin bulunması bu kelamın vahiy olduğuna ve Rasulullah'a geldiği gibi iletildiğine açık delildir. Bu, sadece Rasulullah'a verilmiş bir emir değildi. Kur'an'ı Kerim'de bu iki surenin yanı sıra 330 ayet de -kul- kelimesi ile başlar. Bu durum, sözkonusu kelamın vahiy olduğuna ve Rasulullah'ın da aynen iletmekle görevli bulunduğuna delildir. Yoksa, -kul- sadece emir olsaydı, o zaman Rasulullah -kul- kelimesini hazfeder ve sadece emredileni iletirdi. Onu ayrıca Kur'an'a da yazdırmazdı. O emri sadece Rasulullah yerine getirmekle yetinirdi.
Burada bir kimse düşünürse, sahabeyi masum zannetmenin ve onların sözleri arasında yanlış birşey bulunduğunda bunu ifade edenleri saygısızlıkla itham etmenin ne kadar yanlış olduğunu açıkça anlar. Bu olayda İbn Mesud gibi ileri gelen sahabelerden birinin Kur'an'ın iki suresi hakkında ne kadar büyük bir yanılgıya düştüğünü görüyoruz. Böyle bir yanlışı İbn Mesud gibi büyük bir sahabe yaparsa, diğer ashabın da yanlışlık yapabileceği öncelikle mümkündür. Biz ilmi bakımdan onların görüşleri hakkında araştırma ve tartışma yapabiliriz. Bir sahabenin sözüne, eğer yanlışsa yanlış da diyebiliriz. Ama bir kimse, onların yanlış sözlerine yanlış demekten öteye giderek, onlara dil uzatırsa o zaman büyük bir zulüm işlemiş olur. Müfessirler ve Muhadissler, İBN MES'UD'UN BU İKİ SURE HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜNE YANLIŞ DEMİŞLER, ANCAK HİÇBİRİ, İBNİ MESUD'UN BU İKİ SUREYİ KUR'AN'DAN KABUL ETMEMEKLE KAFİR OLDUĞUNU SÖYLEMEYE CESARET EDEMEMİŞTİR.
MEVDUDİ TEFHİMUL KURAN FELAK SURESİ
Şimdi sevgili arkadaşlarım benim bu konu üzerinde bazı sorularım olacak
• Sahabe masum değil
• Kuranın iki suresini ibni mesud (r a) kurandan olmadığını söylemiş
• Kimse tekfir edememiş
Bu mevzular çerçevesinde Şeyh Makdisi nin iki ciltlik risalesi olan eseride göz önüne alındığında
TEKFİRDE AŞIRILIKTAN SAKINDIRMA KONUSUNDA OTUZ RİSALE - CİLT 1
TEKFİRDE AŞIRILIKTAN SAKINDIRMA KONUSUNDA OTUZ RİSALE - CİLT 2
Şeyh Makdisi şöyle der: İhvanı Müslim’ine mensup bir parlamenter, iç işleri bakanı ve yardımcıları eşliğinde bizim ziyaretimize gelmiş ve buna benzer gülünç mazeretler öne sürmüştü. Onların selamını almayı reddedip, küfürlerini yüzlerine vurduk. Kanun ve yönetimlerinden beri olduğumuzu belirttik. Kendilerinden hiçbir istekte bulunmadığımızı söyledik. Basında (çıkan) parlamenterlerin; insanları tekfir ettiğimize ilişkin söylediklerini reddettik. Kendisine ve beraberindekilerine bunun yalandan ibaret olduğunu gösterdik. Bizim insanları genel olarak tekfir etmediğimizi, savaşımızın avam halkla değil; Allah’ın dinine savaş açan kafir yönetimle olduğunu, sadece onu ve kanunlarını destekleyenleri, koruyanları ve yasalaştıranları tekfir ettiğimizi belirttik. Her zaman bu kanunları koruyup desteklemeyi bırakmaya ve Allah’ın dininin koruyucuları olmaya çağırdık. ( 30 Risale s.70)
Biz bu mübarek davetin hasımlarının bize iftira ettiği gibi insanları umumen tekfir etmiyoruz. Ayrıca aşırıya kaçanların, cahillerin veya başkalarının insanları tekfir ettiği hatalar veya şaz olan şeyler sebebi ile kimseyi tekfir etmiyoruz. (30 Risale s. 432)
Bir tek Müslüman’ı kafir sayan kişi için bu (büyük) tehdit yapılmışsa; Müslüman kitleleri kendilerine göre şer’i delil derecesinde olmayan bazı şüphelerden hareketle, küfür ile suçlayan patavatsız kişinin işlediği acaba ne boyutta olur????
Şüphesiz bu iş batıl ve bozuk olmasının yanında, kalpteki hastalığı Müslümanlara karşı düşmanlığı yada helak olacaklarının haber verildiği kişiler arasından kendini çekip çıkarmamak için büyük bir gurur ve kendini beğenme serseriliğini de içerir. Ebu Hureyre (ra) Rasulullah (sav)in şöyle buyurduğunu rivayet eder.: ‘Bir kimsenin insanlar helak oldu’ dediğini duyarsanız, bilin ki bunu söyleyen kişi, herkesten çok helak olandır. (Malik ve Ebu Davut rivayet etmiştir.) (30 Risale s. 26-27)
Ve bir kardeşimizin hapishanede tanışıp mülahaza ve münazara yaptığı loui sakka bu kardeşimize şöyle diyor vallahi sizin itikadınız ile gerek Usame gerekse Zerkavi nin itikadleri ayrı siz hariciliğe daha yakınsınız .
Kişilerin itikadleri elbette bizi bağlamaz bizim itikadimiz kuran ve sünnettir.
Şimdi bu çerçevede şunu sormak istiyorum biz bu işin neresindeyiz ?
kafamızı kurana sünnete ve selefe bakarak dinlemeliyiz kararımızı vermeliyiz
Fıkıhı mı itikadlaştırıyoruz ? itikadleri mi fıkıhlaştırıyoruz ?
cuma namazı gibi
Tevhidi olmanın derdindeyken tekfircimi oluyoruz ?
Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek "Sen mümin değilsin" demeyin. Çünkü Allah'ın nezdinde sayısız ganimetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lütfetti; o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
(Nisa 94)
Hadisi şerifler;
1-Rasulullah (s.a.v.): “Herhangi bir kimse, din kardeşine “Ey kafir!” derse, bu tekfir sebebiyle ikisinden biri muhakkak küfre döner. Eğer o kimse dediği gibi ise ne ala. Aksi takdirde sözü kendi aleyhine döner.” buyurdular.
(Müslim 1/319)
2-“Mü’mine lanet etmek onu öldürmek gibidir. Bir mü’mini küfr ile itham eden onu öldürmüş gibi olur.”
(Sahih-i Buhari C: 7, Sh: 233, İST/ 1315)
3-“Bizim gibi namaz kılan, kıblemize yönelen ve kestiğimizi yiyen kimse, Allah’ın ve Resulünün teminatıni elde etmiş kabul edilir. 0 halde (böylelerini öldürmek suretiyle) Allah’ın verdiği teminat ve ahdi bozmayın.”
(Sahih-i Buhari C: 1, Sh: 102, İST/ 1315)
4-“Bir insan (müslüman) kardeşine: 'Ey kafir” diye hitabettiği zaman, ikisinden biri bu sözü üzerine almış olur. Şayet söylediği gibi ise küfür onda kalır, değilse söyleyene döner.”
(Sahih-i Buharı C: 7, Sh: 97, İST/ 1315)
5-“Bir kimse müslüman kardeşini tekfir ederse küfür (tekfir edilen veya edenden) biri üzerine döner.”
(El Müsned-Ahmed b. Hanbel, C: 2, Sh: 142, Beyrut/ty.)
Kardavi tekfir mevzuunda Zahira Fittekfir adlı eserinde bu yanlışlığa düşmenin sebebini şöyle anlatır: “Haddi zatında zamanımızda hakiki küfr ve irtidat ehli çoğalmış, ellerindeki imkânlarla küfr ve ilhadlarını yayar olmuşlar, bazı dünya âlimleri de onları bu tutumlarına rağmen Müslümanlıkta zoraki tutmak için hoşgörü yarışına geçmişlerdir. İslam’ın temel bilgilerini bile tam alamayan tekfir eğilimcileri ise, nassların bir kısmını ihmal etmişler, müteşabihata dalmışlar, küllî kaide dururken cüz’î kaideyi küllîleştirmişler, nassları yüzeysel olarak ele almışlar vb... Hâlbuki bu durumun kâmil bir fetva için yeterli olamayacağı açıktır. İhlâs sahibi olmak yeterli değildir. Ve birçok sahih hadisle zemmedilen haricilerin hatasına düşmüşlerdir.”
İslam uleması asla toplumu top yekûn tekfir etmemişler, ancak toplumun lügavî manada düştükleri bataklığa dikkat çekmişlerdir. Düzendeki şirk ve küfür yapılanması ile top yekûn toplumu şirk ve küfürde görmeyi yanlış kabul etmişlerdir.
Tekfirci olmayalım derken mürciemi oluyoruz ?
Herkes tertemiz pak demiyoruz elbette
Bu işin dengesi nedir ? Vasat ümmet olma sırrı nedir ?
Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki, insanlara karşı Şahitler olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun. Biz Peygambere uyanı, ökçesi üzerinde geri dönenden ayıralım diye, eskiden yöneldiğini (Kâbe'yi) kıble yaptık. Bu, Allah'ın doğru yola ilettiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz Allah, insanlara Rauf(Fefkatli) ve Rahim (merhametli) dir" (el-Bakara, 2/143).
Yada bu işin özü şu sözde mi gizli ? Kadı değil davetçiyiz ?
KÂDI:İslâm hukûkuna göre hüküm veren hâkim.
Kâdılar üç kısımdır: Biri Cennet'te, ikisi Cehennem'dedir. Hakkı bilen ve ona göre hüküm veren kâdı Cennet'tedir. Hakkı bilen fakat ona göre hüküm vermeyen kâdı Cehennem'dedir. Bilmediği hâlde hüküm veren kâdı da Cehennem'dedir. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce, Ebû Dâvûd, Tirmizî)
Kâdı yerine oturunca, onun yanına iki melek iner ve zulmetmedikçe ona yol gösterirler. Onu muvaffak kılmaya çalışırlar. Eğer zulmederse, oradan ayrılıp kendi hâline bırakırlar. (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)
Kâdı da müftî gibi mutlak olarak Ebû Hanîfe'nin kavilleriyle (ictihadlarıyla, fetvâlarıyla) amel etmeli, ondan sonra Ebû Yûsuf'un, ondan sonra İmâm-ı Muhammed'in, daha sonra İmâm-ı Züfer ve Hasan ibni Ziyâd'ın fetvâlarıyla bu tertip üzerine hüküm ver melidir. (Secâvendî)
Kâdının müctehid olması evlâdır, daha iyidir. Eğer müctehid kâdı bulunmazsa âdil, sâlih, dîninde emniyetli, aklında, anlayışında güvenilir olan biri seçilir. Ayrıca fıkhı ve sünneti de iyi bilmesi lâzımdır. (İbn-i Hümâm)
YOLDAKİ TAŞI KALDIRMAK İMANDAN BİR CÜZ İSE KİŞİNİN OLAYLARA KARŞI EL İLE DİL İLE VE BUĞZ EDEREK MÜDAHALİ İTME HAKKI VARKEN HERKESTEN EL İLE DÜZELTMESİNİ BEKLEMEK ZULÜM DEĞİLMİDİR ?
Selam ve dua ile
BİLGİLERİNİZİ PAYLAŞIRSANIZ BU BUNALIMDAN ENKISA ZAMANDA ÇIKARIZ İNŞ
“Ey iman edenler! Allah’u (c.c) teala’nın yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın dinleyin ve size selam veren kimseye, dünya hayatının fani metaını arayarak sen mü’min değilsin demeyiniz.” (Nisa 94)
Rivayete göre İbn Mesud, «Bu iki surenin Kutan olmadığım» iddia etmiştir. îmam Ahmed, Bezzar, Tabarani ve İbn Merduveyh, sahih bir yolla İbn Mesud'dan şöyle rivayet ediyor: İbn Mesud, Mushaf'tan Felak ile Nas Surelerini kazımış ve «Sakın Kur'an'a Kur'an'dan olmayan şeyleri karıştırmayın» demiştir. Bunların iki¬si Allah'ın Kitabı'ndan değildir. Ancak Rasûlullah'a emredilmiştir ki onlarla Allah'a sığınsın, İbn Mesud onları namazlarında okumu¬yordu.» Bezzar «Bu hususta bir tek sahabi dahi İbn Mesud'a ka¬tılmamıştır. RasûLü Ekrem bu iki sureyi de namazda okumuştur.
ALİ AR SLAN, BÜYÜK KUR’AN TEFSİRİ FELAK SURESİ
Ahmed, Bezzar, Taberânî ve İbn Merduye'nin çeşitli tariklerden yap¬tıkları rivayete göre : İbn Mes'ûd (R.A.) kendi mushafindan Muavvezeteyn (veya Muavvizeteyn)i silmiş ve «Kur'ân'dan olmayan sözleri ona karıştır¬mayın. Zira bu iki teavvüz Allah'ın Kitabından değildir. Peygamber (A.S.) Efendimiz bu,ikisiyle şer ve kötülüklerden Allah'a sığınmayı emretmiştir» diyerek kendisi de bunları âyet niyetiyle okumaz ve o niyetle okunmasını tavsiye etmezdi..
Muavezeteyn'in Kur'an'dan olup olmaması meselesi:
Bu iki surenin konusunu ve muhtevasını anlamak için yukardaki bilgiler yeterlidir. Ama hadis ve tefsir kitaplarında, üç konu hakkında bazı münakaşa ve şüphelerin meydana geldiği yazılıdır. Onun için burada o şüpheleri ortadan kaldırmayı gerekli gördük.
Bunlardan birincisi, bu surelerin Kur'an'dan olduğu ve bunun da isbatlandığı; dolayısıyla şüpheye mahal olmadığıdır. Bu meselenin meydana gelmesinin sebebi İbn Mes'ud gibi yüksek seviyeli bir sahabîden menkul müteaddid rivayetlerde onun, bu iki sureyi Kur'an'dan saymadığı ve mushafına da almadığının kayıtlı bulunmasıdır.
İmam Ahmed, Bezzar, Taberanî, İbn Merduye, Ebu Ya'la, Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, Humeydî, Ebu Nuaym, İbni Mes'ud'dan nakletmişlerdir. Bu rivayetlerde İbni Mes'ud'un bu sureleri Kur'an'dan sadece çıkardığı değil, aynı zamanda şöyle dediği de nakledilir: "Kur'an'dan olmayanı O'na karıştırmayın. Bu iki sure Kur'an'dan değildir. Allah, Rasulullah'a, bu kelimelerle kendisine sığınmasını emretti". Bazı rivayetlerde de bu sureleri namazda okumadığı kayıtlıdır.
Bazı İslam düşmanları bu rivayetlere dayanarak, Allah'ın kitabının korunmuş olması hakkında şüpheler uyandırma fırsatı bulmuşlardır. Onlar şöyle iddia etmişlerdir: "İbn Mes'ud gibi bir sahabi bu surelerin Kur'an'a eklendiğini söylüyorsa, kimbilir daha neler eklenmiş ya da çıkarılmıştır?" Kadı Ebubekir El-Bakıllanî ve Kadı İyaz v.s. bu ithamdan kurtulmak için İbn Mes'ud'dan gelen rivayetleri şöyle tevil etmişlerdir: "İbn Mes'ud, Muavezeteyn'in Kur'an'dan olduğunu inkar etmezdi ama kendi mushafına yazmayı reddetti. Çünkü mushafına sadece Rasulullah'ın izin verdiklerini yazardı. Bu sureler hakkındaki Rasulullah'ın izni kendisine ulaşmadığı için muavezeteyn'i yazmamıştır." Ancak bu tevil doğru değildir. Çünkü sahih senetlerle gelen rivayetlerde İbn Mes'ud'un bu surelerin Kur'an'dan olduğunu inkar ettiği sabittir. Diğer büyüklerden İmam Nevevî, İbn Hazm, Fahruddin Razi ise İbn Mes'ud'un söylediği sözleri yalan kabul etmişlerdir. Fakat tarihi gerçekleri hiçbirşeye istinat etmeden reddetmek ilmî bir tavır değildir.
İbn Mes'ud'dan gelen bu rivayetlerden dolayı Kur'an hakkında oluşan şüphelere doğru cevap nedir? Bu sorunun pekçok cevabı olabilir. Onları aşağıda açıklıyoruz:
1) Hafız Bezzar, kendi Müsnedi'nde İbn Mesud'un bu sözünü naklettikten sonra, bu görüşte yalnız olduğunu ve hiçbir sahabinin bu görüşe katılmadığını belirtmiştir.
2) Sahabe-i Kiram'ın hepsinin ittifakı ile, üçüncü halife Osman'ın (r.a.) hazırlattığı ve İslam ülkelerinin değişik yerlerine gönderilen Kur'an nüshalarında bu iki sure mevcuttur.
3) Rasulullah döneminden bu güne kadar bütün İslam dünyasında, iki sureyi de ihtiva eden bu mushaf üzerinde icma edilmiştir. Sadece İbn Mes'ud'un görüşü farklıdır. Ama ne kadar seviyeli sahabi olursa olsun çoğunluğun görüşü karşısında O'nun görüşü pek değer taşımaz.
4) Rasulullah'tan nakledilen pek çok rivayette Rasulullah'ın bu sureleri namazda okuduğu ve başkalarına da tavsiye ettiği sabittir. Rasulullah bu sureleri, Kur'an'ın sureleri olarak başkalarına da öğretmiştir. Aşağıdaki önrekleri inceleyelim:
Müslim, Ahmed, Tirmizî ve Neseî'nin Ukbe b. Amr'dan naklettiğine göre Rasulullah, Felak ve Nas sureleri hakkında şöyle buyurmuştur: "Bu gece bana bu ayetler nazil oldu." Neseî'nin bir diğer rivayeti yine Ukbe b. Amr'dan mervidir: "Rasulullah bu iki sureyi sabah namazında okumuştur. İbn Hibban da Ukbe'den şöyle nakletmiştir: "Rasulullah, mümkün olduğu kadar bu iki sureyi okumayı terketmeyin buyurdu." Said b. Mansur, Muaz b. Cebel'den şöyle nakletmiştir: "Rasulullah namazda bu sureleri okumuştu." İmam Ahmed, Müsnedi'nde sahih senetlerle diğer bir sahabeden de, aynı şekilde Rasulullah'ın O'na şöyle söylediğini nakletmiştir: "Namaz kıldığında bu iki sureyi oku." Ahmed, Ebu Davud ve Neseî, Rasulullah'ın Ukbe'ye şöyle buyurduğunu naklederler: "Sana iki sure öğreteyim mi? Onlar en iyi surelerdendirler." Ukbe: "Ya Rasulallah, evet" dedi. Bunun üzerine Rasulullah O'na Muavezeteyn'i okudu. Daha sonra namaza kalktıklarında Rasulullah bu iki sureyi namazda da okudu. Namazdan döndükten sonra, geçerken O'na şöyle sordu: "Ya Ukbe, nasıl buldun?" Sonra O'na uyumadan önce ve uykudan kalktıktan sonra bu iki sureyi okumasını söyledi. Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, Tirmizî ve Neseî'de Ukbe b. Amr'ın bir rivayeti de şöyledir: "Rasulullah her namazdan sonra Muavazat'ı (yani İhlas ve Muavezeteyn) surelerini okumasını tavsiye etmişti." Neseî, İbn Merduye ve Hakim, Ukbe b. Amr'dan şunu nakletmişlerdir: "Birgün Rasulullah binek üzerinde yol alıyordu. Ben de yanında yürümekteydim. Ben şöyle dedim: "Bana Yunus veya Hud suresini öğretir misiniz?". Rasulullah şöyle buyurdu: "Allah indinde kul için Felak suresinden daha faydalı bir şey yoktur." Neseî, Beyhakî, Bağavî ve İbn Sa'd; Abdullah İbn Abis el-Cüheynî'den Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: "İbn Abis sana, kendisi ile Allah'a sığınacağın araç nedir söyleyeyim mi?" Ben "Tabi, Ya Rasulallah" dedim. Rasulullah "Felak ve Nas sureleri" buyurdu. İbni Merduye Ümmü Seleme'den, "Allah'ın en sevdiği sureler Felak ve Nas sureleridir" diye nakletmişlerdir.
Burada İbn Mes'ud'un bu iki sureyi Kur'an'dan saymama yanılgısına niçin düştüğü sorulabilir. Bu sorunun cevabı olabilecek iki rivayeti ortaya koyabiliriz. Birincisine göre İbn Mes'ud şöyle demiştir: "Rasulullah'a bu şekilde Allah'a sığın diye emir verilmiştir." Diğer rivayeti çeşitli senetlerle Buhari, Ahmed Müsned'inde, Hafız Ebubekir el-Humeydi Müsned'inde, Ebu Nuaym, El-Müstahreç isimli Müsned'inde ve Neseî, Sünen'inde Zir b. Hubeyş çeşitli kelime değişiklikleri ile, sahabe arasında Kur'an ilimleri bakımından önemli yeri olan Ubey b. Ka'b'tan nakletmiştir. Zir b. Hubeyş şöyle demiştir: "Ben Ubey'e, 'Kardeşiniz İbn Mes'ud şöyle şöyle diyor. Siz bu söz hakkında ne diyorsunuz? dedim. O şöyle cevap verdi: "Rasulullah'a bu konuda sormuştum. Rasulullah bana - Kul(de) - dedi. Ben de -kul- dedim. Onun için biz de Rasulullah'ın dediği gibi diyoruz." İmam Ahmed, Ubey'den şöyle rivayet etmiştir: "Ben şehadet ederim ki Rasulullah bana, Cebrail'in kendisine -kul euzu bi rabbi'l felak- dediğini, onun için bu şekilde söylediğini belirtti. Cebrail, -Kul euzu bi rabbi'n nas- dediğinde Rasulullah da bu şekilde söyledi. Dolayısıyla biz de Rasulullah'ın dediği gibi diyoruz." Bu iki tür rivayet üzerinde düşünürsek, İbn Mes'ud'un bu iki suredeki -kul- kelimesini görerek yanılgıya düştüğünü ve Rasulullah'a -euzu bi rabbi'l felak- ve -euzu bi rabb'in nas- demesinin emredildiğini zannettiği sonucuna varırız. Ayrıca Rasulullah'a bu konuda sormaya da ihtiyaç duymadı. Ubey b. Ka'b'ın aklına bu soru gelip sorunca, Rasulullah ona, Cebrail'in kendisine -Kul- dediği için O da -kul- dediğini açıkladı. Bu şöyle izah edilebilir: Bir kimseye bir şeyi emretmek kastedildiğinde şöyle denir: "De, ben sığınırım." Ama bunu okuyan kişi "De, ben sığınırım" demez. Sadece "sığınırım" der. Bunun tersine, en üst makamdan bir peygambere bu kelime mesaj olarak geldiğinde onu iletirken şöyle der: "De, ben sığınırım." Çünkü bu mesaj peygambere sadece kendisi için değil, başkaları için de geldiğinden, geldiği gibi ve eksiltmeden onlara iletmek durumundadır. Bu iki surenin başında -kul-kelimesinin bulunması bu kelamın vahiy olduğuna ve Rasulullah'a geldiği gibi iletildiğine açık delildir. Bu, sadece Rasulullah'a verilmiş bir emir değildi. Kur'an'ı Kerim'de bu iki surenin yanı sıra 330 ayet de -kul- kelimesi ile başlar. Bu durum, sözkonusu kelamın vahiy olduğuna ve Rasulullah'ın da aynen iletmekle görevli bulunduğuna delildir. Yoksa, -kul- sadece emir olsaydı, o zaman Rasulullah -kul- kelimesini hazfeder ve sadece emredileni iletirdi. Onu ayrıca Kur'an'a da yazdırmazdı. O emri sadece Rasulullah yerine getirmekle yetinirdi.
Burada bir kimse düşünürse, sahabeyi masum zannetmenin ve onların sözleri arasında yanlış birşey bulunduğunda bunu ifade edenleri saygısızlıkla itham etmenin ne kadar yanlış olduğunu açıkça anlar. Bu olayda İbn Mesud gibi ileri gelen sahabelerden birinin Kur'an'ın iki suresi hakkında ne kadar büyük bir yanılgıya düştüğünü görüyoruz. Böyle bir yanlışı İbn Mesud gibi büyük bir sahabe yaparsa, diğer ashabın da yanlışlık yapabileceği öncelikle mümkündür. Biz ilmi bakımdan onların görüşleri hakkında araştırma ve tartışma yapabiliriz. Bir sahabenin sözüne, eğer yanlışsa yanlış da diyebiliriz. Ama bir kimse, onların yanlış sözlerine yanlış demekten öteye giderek, onlara dil uzatırsa o zaman büyük bir zulüm işlemiş olur. Müfessirler ve Muhadissler, İBN MES'UD'UN BU İKİ SURE HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜNE YANLIŞ DEMİŞLER, ANCAK HİÇBİRİ, İBNİ MESUD'UN BU İKİ SUREYİ KUR'AN'DAN KABUL ETMEMEKLE KAFİR OLDUĞUNU SÖYLEMEYE CESARET EDEMEMİŞTİR.
MEVDUDİ TEFHİMUL KURAN FELAK SURESİ
Şimdi sevgili arkadaşlarım benim bu konu üzerinde bazı sorularım olacak
• Sahabe masum değil
• Kuranın iki suresini ibni mesud (r a) kurandan olmadığını söylemiş
• Kimse tekfir edememiş
Bu mevzular çerçevesinde Şeyh Makdisi nin iki ciltlik risalesi olan eseride göz önüne alındığında
TEKFİRDE AŞIRILIKTAN SAKINDIRMA KONUSUNDA OTUZ RİSALE - CİLT 1
TEKFİRDE AŞIRILIKTAN SAKINDIRMA KONUSUNDA OTUZ RİSALE - CİLT 2
Şeyh Makdisi şöyle der: İhvanı Müslim’ine mensup bir parlamenter, iç işleri bakanı ve yardımcıları eşliğinde bizim ziyaretimize gelmiş ve buna benzer gülünç mazeretler öne sürmüştü. Onların selamını almayı reddedip, küfürlerini yüzlerine vurduk. Kanun ve yönetimlerinden beri olduğumuzu belirttik. Kendilerinden hiçbir istekte bulunmadığımızı söyledik. Basında (çıkan) parlamenterlerin; insanları tekfir ettiğimize ilişkin söylediklerini reddettik. Kendisine ve beraberindekilerine bunun yalandan ibaret olduğunu gösterdik. Bizim insanları genel olarak tekfir etmediğimizi, savaşımızın avam halkla değil; Allah’ın dinine savaş açan kafir yönetimle olduğunu, sadece onu ve kanunlarını destekleyenleri, koruyanları ve yasalaştıranları tekfir ettiğimizi belirttik. Her zaman bu kanunları koruyup desteklemeyi bırakmaya ve Allah’ın dininin koruyucuları olmaya çağırdık. ( 30 Risale s.70)
Biz bu mübarek davetin hasımlarının bize iftira ettiği gibi insanları umumen tekfir etmiyoruz. Ayrıca aşırıya kaçanların, cahillerin veya başkalarının insanları tekfir ettiği hatalar veya şaz olan şeyler sebebi ile kimseyi tekfir etmiyoruz. (30 Risale s. 432)
Bir tek Müslüman’ı kafir sayan kişi için bu (büyük) tehdit yapılmışsa; Müslüman kitleleri kendilerine göre şer’i delil derecesinde olmayan bazı şüphelerden hareketle, küfür ile suçlayan patavatsız kişinin işlediği acaba ne boyutta olur????
Şüphesiz bu iş batıl ve bozuk olmasının yanında, kalpteki hastalığı Müslümanlara karşı düşmanlığı yada helak olacaklarının haber verildiği kişiler arasından kendini çekip çıkarmamak için büyük bir gurur ve kendini beğenme serseriliğini de içerir. Ebu Hureyre (ra) Rasulullah (sav)in şöyle buyurduğunu rivayet eder.: ‘Bir kimsenin insanlar helak oldu’ dediğini duyarsanız, bilin ki bunu söyleyen kişi, herkesten çok helak olandır. (Malik ve Ebu Davut rivayet etmiştir.) (30 Risale s. 26-27)
Ve bir kardeşimizin hapishanede tanışıp mülahaza ve münazara yaptığı loui sakka bu kardeşimize şöyle diyor vallahi sizin itikadınız ile gerek Usame gerekse Zerkavi nin itikadleri ayrı siz hariciliğe daha yakınsınız .
Kişilerin itikadleri elbette bizi bağlamaz bizim itikadimiz kuran ve sünnettir.
Şimdi bu çerçevede şunu sormak istiyorum biz bu işin neresindeyiz ?
kafamızı kurana sünnete ve selefe bakarak dinlemeliyiz kararımızı vermeliyiz
Fıkıhı mı itikadlaştırıyoruz ? itikadleri mi fıkıhlaştırıyoruz ?
cuma namazı gibi
Tevhidi olmanın derdindeyken tekfircimi oluyoruz ?
Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek "Sen mümin değilsin" demeyin. Çünkü Allah'ın nezdinde sayısız ganimetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lütfetti; o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
(Nisa 94)
Hadisi şerifler;
1-Rasulullah (s.a.v.): “Herhangi bir kimse, din kardeşine “Ey kafir!” derse, bu tekfir sebebiyle ikisinden biri muhakkak küfre döner. Eğer o kimse dediği gibi ise ne ala. Aksi takdirde sözü kendi aleyhine döner.” buyurdular.
(Müslim 1/319)
2-“Mü’mine lanet etmek onu öldürmek gibidir. Bir mü’mini küfr ile itham eden onu öldürmüş gibi olur.”
(Sahih-i Buhari C: 7, Sh: 233, İST/ 1315)
3-“Bizim gibi namaz kılan, kıblemize yönelen ve kestiğimizi yiyen kimse, Allah’ın ve Resulünün teminatıni elde etmiş kabul edilir. 0 halde (böylelerini öldürmek suretiyle) Allah’ın verdiği teminat ve ahdi bozmayın.”
(Sahih-i Buhari C: 1, Sh: 102, İST/ 1315)
4-“Bir insan (müslüman) kardeşine: 'Ey kafir” diye hitabettiği zaman, ikisinden biri bu sözü üzerine almış olur. Şayet söylediği gibi ise küfür onda kalır, değilse söyleyene döner.”
(Sahih-i Buharı C: 7, Sh: 97, İST/ 1315)
5-“Bir kimse müslüman kardeşini tekfir ederse küfür (tekfir edilen veya edenden) biri üzerine döner.”
(El Müsned-Ahmed b. Hanbel, C: 2, Sh: 142, Beyrut/ty.)
Kardavi tekfir mevzuunda Zahira Fittekfir adlı eserinde bu yanlışlığa düşmenin sebebini şöyle anlatır: “Haddi zatında zamanımızda hakiki küfr ve irtidat ehli çoğalmış, ellerindeki imkânlarla küfr ve ilhadlarını yayar olmuşlar, bazı dünya âlimleri de onları bu tutumlarına rağmen Müslümanlıkta zoraki tutmak için hoşgörü yarışına geçmişlerdir. İslam’ın temel bilgilerini bile tam alamayan tekfir eğilimcileri ise, nassların bir kısmını ihmal etmişler, müteşabihata dalmışlar, küllî kaide dururken cüz’î kaideyi küllîleştirmişler, nassları yüzeysel olarak ele almışlar vb... Hâlbuki bu durumun kâmil bir fetva için yeterli olamayacağı açıktır. İhlâs sahibi olmak yeterli değildir. Ve birçok sahih hadisle zemmedilen haricilerin hatasına düşmüşlerdir.”
İslam uleması asla toplumu top yekûn tekfir etmemişler, ancak toplumun lügavî manada düştükleri bataklığa dikkat çekmişlerdir. Düzendeki şirk ve küfür yapılanması ile top yekûn toplumu şirk ve küfürde görmeyi yanlış kabul etmişlerdir.
Tekfirci olmayalım derken mürciemi oluyoruz ?
Herkes tertemiz pak demiyoruz elbette
Bu işin dengesi nedir ? Vasat ümmet olma sırrı nedir ?
Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki, insanlara karşı Şahitler olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun. Biz Peygambere uyanı, ökçesi üzerinde geri dönenden ayıralım diye, eskiden yöneldiğini (Kâbe'yi) kıble yaptık. Bu, Allah'ın doğru yola ilettiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz Allah, insanlara Rauf(Fefkatli) ve Rahim (merhametli) dir" (el-Bakara, 2/143).
Yada bu işin özü şu sözde mi gizli ? Kadı değil davetçiyiz ?
KÂDI:İslâm hukûkuna göre hüküm veren hâkim.
Kâdılar üç kısımdır: Biri Cennet'te, ikisi Cehennem'dedir. Hakkı bilen ve ona göre hüküm veren kâdı Cennet'tedir. Hakkı bilen fakat ona göre hüküm vermeyen kâdı Cehennem'dedir. Bilmediği hâlde hüküm veren kâdı da Cehennem'dedir. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce, Ebû Dâvûd, Tirmizî)
Kâdı yerine oturunca, onun yanına iki melek iner ve zulmetmedikçe ona yol gösterirler. Onu muvaffak kılmaya çalışırlar. Eğer zulmederse, oradan ayrılıp kendi hâline bırakırlar. (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)
Kâdı da müftî gibi mutlak olarak Ebû Hanîfe'nin kavilleriyle (ictihadlarıyla, fetvâlarıyla) amel etmeli, ondan sonra Ebû Yûsuf'un, ondan sonra İmâm-ı Muhammed'in, daha sonra İmâm-ı Züfer ve Hasan ibni Ziyâd'ın fetvâlarıyla bu tertip üzerine hüküm ver melidir. (Secâvendî)
Kâdının müctehid olması evlâdır, daha iyidir. Eğer müctehid kâdı bulunmazsa âdil, sâlih, dîninde emniyetli, aklında, anlayışında güvenilir olan biri seçilir. Ayrıca fıkhı ve sünneti de iyi bilmesi lâzımdır. (İbn-i Hümâm)
YOLDAKİ TAŞI KALDIRMAK İMANDAN BİR CÜZ İSE KİŞİNİN OLAYLARA KARŞI EL İLE DİL İLE VE BUĞZ EDEREK MÜDAHALİ İTME HAKKI VARKEN HERKESTEN EL İLE DÜZELTMESİNİ BEKLEMEK ZULÜM DEĞİLMİDİR ?
Selam ve dua ile
BİLGİLERİNİZİ PAYLAŞIRSANIZ BU BUNALIMDAN ENKISA ZAMANDA ÇIKARIZ İNŞ