RAMAZAN KAYAN
Hayati öneme sahip olan Kur’an kavramlarını doğru anlamak, her müminin önemli vazifeleri arasında olmalıdır. Olaylara Kur’an perspektifinden bakmanın, bu kavramların doğru anlaşılması ve doğru kullanılmasıyla yakın bir ilişkisi vardır. “Özgün İrade” olarak, bu gerçekten hareketle; Şahitlik/Şehadet/Şehitlik kavramlarını masaya yatırmak istedik. Bu kavramların anlam dünyasına ilişkin kıymetli Üstadımız Ramazan Kayan hoca ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Umarız bu söyleşi düşünce dünyamızın ve ufkumuz daha da berraklaşmasına ve genişlemesine vesile olur.
Hocam öncelikle, şahitlik, şehadet, şehitlik kavramlarını açıklayarak söyleşimize başlayalım?
Bismillahirrahmanirrahim. Şahit ne anlama geliyor, kısaca sözlük anlamından hareketle ıstılahi anlamı da kapsayacak bir tanım yapacak olursak; bir yerde bulunan, bir şeyi gören ve gördükleriyle bildikleri konusunda bilgi veren, tanık olan, bir akdin yapılması sırasında taraflardan birinin yanında hazır bulunan, doğrulayan, ispat eden ve bir de ALLAH’ın birliğine şehadet eden kişi demektir. Kur’an-ı Kerim’i incelediğimizde şahit ve şehadet kelimelerinin aynı kökten geldiğini görürüz. Türevleriyle birlikte bu kavram Kur’an’da 150 yerde geçer. Yine bu bağlamda Kur’an-ı Kerim’i incelediğimizde vahyin önümüze koyduğu donelere, verilere baktığımızda şahitliğin üç aşaması ile karşı karşıya kalıyoruz.
Bir; A’raf Suresi 172. ayette henüz dünyaya gelmeden önce ruhlar aleminde ALLAH (cc) ile insanlar arasında gerçekleşen ahdi misakla ve orada insanın kendisine şahit tutulması gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz. Hani yüce ALLAH; “elestü bi rabbiküm-ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye soruyor da kullar; “galu bela-evet sen bizim Rabbimizsin, şehidna-şahit olduk” diyorlar ya. Ayetin öncesinde beyan edildiği üzere yüce ALLAH, kendilerini kendilerine şahit tutarak bu ahdi misakı gerçekleştiriyor. Böylece ALLAH ile muahede gerçekleşiyor. Henüz dünya hayatına gelmeden şahitliğin bir boyutunun olduğunu görüyoruz. Akabinde insanoğlu dünyaya geliyor. Özellikle mükellef olma, akıl baliğ olma aşamasına gelince bu defa kelime-i şehadetle muhatap oluyor. Kelime-i şehadeti getirerek aslında ruhlar alemindeki o şehadetini, gaybi olan şehadetini dünya gözüyle vicahiye dönüştürüyor. Bil fiil bunu dünyada da dillendirmiş oluyor.
İkincisi; Kelime-i şehadetle birlikte bu defa diğer şahitlik devreye giriyor. Bakara Suresi 143. ayette bakıyoruz ki “Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta bir ümmet yaptık.”
Üçüncüsü de; Maide suresi 8. ayette; “Ey iman edenler! Adil şahitler olarak ALLAH için hakkı ayakta tutun” şeklindeki emri ilahidir.
İşte bunlar şahitliğin aşamaları olarak karşımıza çıkıyor. Bunun en zirve noktası da kişinin bu şahitliği hayatıyla ispatlamasıdır. Yani yaşamını ALLAH yoluna tahsis ederek, teslim ederek, adayarak şehitlik dediğimiz mertebeye ulaşmasıdır. İşin zirve noktasıdır şehitlik.
Ülkemizde “Şehadet” kavramı bir nevi kanlı bir şekilde ölme, bir merminin ucunda yaşamını yitirme manasında anlaşılıyor. Bu konudaki düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Şehitliğin ulvi bir nimet olduğu tartışılmaz. Yani bu konuda kuşku yok. Gelen ayetlere ve hadislere baktığımız zaman, her müminin dünyadaki en büyük gayesinin şehitlik olması gerektiğine inanıyorum. Çünkü ALLAH Rasulü (sav) dünyadaki en büyük isteğinin ALLAH yolunda öldürülüp, tekrar diriltilip tekrar öldürülmek, tekrar diriltilip tekrar öldürülmek olduğu şeklindeki talebini hesaba kattığımız zaman, bu büyük mertebenin, yüce hedefin üstünlüğünde hiçbir kuşkumuz kalmıyor. Ancak burada şehitlikle şahitliği birlikte düşünmek lazım. Yani şehitlik şahitliğin bir sonucudur. Hayatında şahitliği gerçekleştirenleri en son ALLAH (cc) şehitlikle mükâfatlandırıyor. Yani öncesinde şahitlik boyutunu ele almamız lazım. Bundan neyi kastediyorum? Bir yönüyle -sanıyorum siz de sorunuzda onu kastediyorsunuz- şahit olmak şehit olmaktan daha evladır.
Şehit olmakla bir anlamda salt kendinizi kurtarmış oluyorsunuz. Kendi cennetinizi kurtarmış oluyorsunuz. Şahit olarak yaşarsanız, belki binlerce insanın cehennemden kurtulmasına vesile olursunuz. Yani şahitliğinizle, sorumluluğunuzla, örnekliğinizle, insanları hidayete ve hakikate çağırmadaki kararlılığınızla binlerce insanın kurtuluşuna vesile olabilirsiniz. Bu açıdan, şehitliği kavradığımız kadar şahitliği de kavramamız gerekiyor, önemini idrak etmemiz gerekiyor. Birine önem vermek diğerinin önemsizliği anlamına da gelmiyor. Ya da onu es geçmek veya onun ağırlığının hafiflediği anlamına gelmiyor. Şahitlikte ve şehitlikte karşımıza çıkan şudur; şahitlik bilinciyle, şehadet ruhuyla, arzusuyla yaşayan müminin temelde hayata yaklaşımı şudur: Kendisini bu dünyaya ait hissetmez. Bu dünyaya takılı kalmaz. Tüm hesaplarını bu hayat ekseninde düşünmez. Şahitlik ve şehadet bilincini yakaladığı zaman esas ait olduğu dünyayı idrak etmiş olur.
Peki, siz bu bilincin oluştuğunu düşünüyor musunuz? Ayrıca şunu da sormak istiyorum; farklı bölgelere cihad için gidenler hakkında sizin görüşünüz nedir?
Birçok kavram gereği gibi anlaşılmadığı için, içi doldurulmadığı için ya da zamanla içi boşaltıldığı için farklı anlamlara çağrışım yapabilmekte ve insanları farklı mecralara sürükleyebilmekte… Şu kadarını ifade edeyim; samimi niyetlerle, gerçekten ALLAH’ın rızasını arayış içerisinde sıcak cihad ortamlarının özlemini çekenleri suçlamak ve dışlamaktan ziyade belki tercih ettikleri yolun ve yöntemin sağlıklı olup olmadığı noktasında bilgilendirmeyle karşı karşıyayız. Yoksa tarihin tüm dönemlerinde şehadet bilinci, cihad ruhu, direniş bilinci ümmet için, ümmetin dirilişi ve direnişi için olmazsa olmaz diyebileceğimiz değerlerdir, dinamiklerdir. Bu hiçbir zaman önemini kaybetmez. Ancak cihadla cinayeti karıştırmamak lazım. Ganimetle talanı karıştırmamak lazım. Bidatle sünneti ayrıştırmak lazım. Şehidlikle, şehitlik adına bir takım yanlışlıkları tefrik etmek lazım. Ancak şehitlik adına yanlış yollara sapanlar varsa ondan hareketle de şehitlikle ilgili şüpheler oluşturmamak lazım.
Hayati öneme sahip olan Kur’an kavramlarını doğru anlamak, her müminin önemli vazifeleri arasında olmalıdır. Olaylara Kur’an perspektifinden bakmanın, bu kavramların doğru anlaşılması ve doğru kullanılmasıyla yakın bir ilişkisi vardır. “Özgün İrade” olarak, bu gerçekten hareketle; Şahitlik/Şehadet/Şehitlik kavramlarını masaya yatırmak istedik. Bu kavramların anlam dünyasına ilişkin kıymetli Üstadımız Ramazan Kayan hoca ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Umarız bu söyleşi düşünce dünyamızın ve ufkumuz daha da berraklaşmasına ve genişlemesine vesile olur.
Hocam öncelikle, şahitlik, şehadet, şehitlik kavramlarını açıklayarak söyleşimize başlayalım?
Bismillahirrahmanirrahim. Şahit ne anlama geliyor, kısaca sözlük anlamından hareketle ıstılahi anlamı da kapsayacak bir tanım yapacak olursak; bir yerde bulunan, bir şeyi gören ve gördükleriyle bildikleri konusunda bilgi veren, tanık olan, bir akdin yapılması sırasında taraflardan birinin yanında hazır bulunan, doğrulayan, ispat eden ve bir de ALLAH’ın birliğine şehadet eden kişi demektir. Kur’an-ı Kerim’i incelediğimizde şahit ve şehadet kelimelerinin aynı kökten geldiğini görürüz. Türevleriyle birlikte bu kavram Kur’an’da 150 yerde geçer. Yine bu bağlamda Kur’an-ı Kerim’i incelediğimizde vahyin önümüze koyduğu donelere, verilere baktığımızda şahitliğin üç aşaması ile karşı karşıya kalıyoruz.
Bir; A’raf Suresi 172. ayette henüz dünyaya gelmeden önce ruhlar aleminde ALLAH (cc) ile insanlar arasında gerçekleşen ahdi misakla ve orada insanın kendisine şahit tutulması gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz. Hani yüce ALLAH; “elestü bi rabbiküm-ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye soruyor da kullar; “galu bela-evet sen bizim Rabbimizsin, şehidna-şahit olduk” diyorlar ya. Ayetin öncesinde beyan edildiği üzere yüce ALLAH, kendilerini kendilerine şahit tutarak bu ahdi misakı gerçekleştiriyor. Böylece ALLAH ile muahede gerçekleşiyor. Henüz dünya hayatına gelmeden şahitliğin bir boyutunun olduğunu görüyoruz. Akabinde insanoğlu dünyaya geliyor. Özellikle mükellef olma, akıl baliğ olma aşamasına gelince bu defa kelime-i şehadetle muhatap oluyor. Kelime-i şehadeti getirerek aslında ruhlar alemindeki o şehadetini, gaybi olan şehadetini dünya gözüyle vicahiye dönüştürüyor. Bil fiil bunu dünyada da dillendirmiş oluyor.
İkincisi; Kelime-i şehadetle birlikte bu defa diğer şahitlik devreye giriyor. Bakara Suresi 143. ayette bakıyoruz ki “Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta bir ümmet yaptık.”
Üçüncüsü de; Maide suresi 8. ayette; “Ey iman edenler! Adil şahitler olarak ALLAH için hakkı ayakta tutun” şeklindeki emri ilahidir.
İşte bunlar şahitliğin aşamaları olarak karşımıza çıkıyor. Bunun en zirve noktası da kişinin bu şahitliği hayatıyla ispatlamasıdır. Yani yaşamını ALLAH yoluna tahsis ederek, teslim ederek, adayarak şehitlik dediğimiz mertebeye ulaşmasıdır. İşin zirve noktasıdır şehitlik.
Ülkemizde “Şehadet” kavramı bir nevi kanlı bir şekilde ölme, bir merminin ucunda yaşamını yitirme manasında anlaşılıyor. Bu konudaki düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Şehitliğin ulvi bir nimet olduğu tartışılmaz. Yani bu konuda kuşku yok. Gelen ayetlere ve hadislere baktığımız zaman, her müminin dünyadaki en büyük gayesinin şehitlik olması gerektiğine inanıyorum. Çünkü ALLAH Rasulü (sav) dünyadaki en büyük isteğinin ALLAH yolunda öldürülüp, tekrar diriltilip tekrar öldürülmek, tekrar diriltilip tekrar öldürülmek olduğu şeklindeki talebini hesaba kattığımız zaman, bu büyük mertebenin, yüce hedefin üstünlüğünde hiçbir kuşkumuz kalmıyor. Ancak burada şehitlikle şahitliği birlikte düşünmek lazım. Yani şehitlik şahitliğin bir sonucudur. Hayatında şahitliği gerçekleştirenleri en son ALLAH (cc) şehitlikle mükâfatlandırıyor. Yani öncesinde şahitlik boyutunu ele almamız lazım. Bundan neyi kastediyorum? Bir yönüyle -sanıyorum siz de sorunuzda onu kastediyorsunuz- şahit olmak şehit olmaktan daha evladır.
Şehit olmakla bir anlamda salt kendinizi kurtarmış oluyorsunuz. Kendi cennetinizi kurtarmış oluyorsunuz. Şahit olarak yaşarsanız, belki binlerce insanın cehennemden kurtulmasına vesile olursunuz. Yani şahitliğinizle, sorumluluğunuzla, örnekliğinizle, insanları hidayete ve hakikate çağırmadaki kararlılığınızla binlerce insanın kurtuluşuna vesile olabilirsiniz. Bu açıdan, şehitliği kavradığımız kadar şahitliği de kavramamız gerekiyor, önemini idrak etmemiz gerekiyor. Birine önem vermek diğerinin önemsizliği anlamına da gelmiyor. Ya da onu es geçmek veya onun ağırlığının hafiflediği anlamına gelmiyor. Şahitlikte ve şehitlikte karşımıza çıkan şudur; şahitlik bilinciyle, şehadet ruhuyla, arzusuyla yaşayan müminin temelde hayata yaklaşımı şudur: Kendisini bu dünyaya ait hissetmez. Bu dünyaya takılı kalmaz. Tüm hesaplarını bu hayat ekseninde düşünmez. Şahitlik ve şehadet bilincini yakaladığı zaman esas ait olduğu dünyayı idrak etmiş olur.
Peki, siz bu bilincin oluştuğunu düşünüyor musunuz? Ayrıca şunu da sormak istiyorum; farklı bölgelere cihad için gidenler hakkında sizin görüşünüz nedir?
Birçok kavram gereği gibi anlaşılmadığı için, içi doldurulmadığı için ya da zamanla içi boşaltıldığı için farklı anlamlara çağrışım yapabilmekte ve insanları farklı mecralara sürükleyebilmekte… Şu kadarını ifade edeyim; samimi niyetlerle, gerçekten ALLAH’ın rızasını arayış içerisinde sıcak cihad ortamlarının özlemini çekenleri suçlamak ve dışlamaktan ziyade belki tercih ettikleri yolun ve yöntemin sağlıklı olup olmadığı noktasında bilgilendirmeyle karşı karşıyayız. Yoksa tarihin tüm dönemlerinde şehadet bilinci, cihad ruhu, direniş bilinci ümmet için, ümmetin dirilişi ve direnişi için olmazsa olmaz diyebileceğimiz değerlerdir, dinamiklerdir. Bu hiçbir zaman önemini kaybetmez. Ancak cihadla cinayeti karıştırmamak lazım. Ganimetle talanı karıştırmamak lazım. Bidatle sünneti ayrıştırmak lazım. Şehidlikle, şehitlik adına bir takım yanlışlıkları tefrik etmek lazım. Ancak şehitlik adına yanlış yollara sapanlar varsa ondan hareketle de şehitlikle ilgili şüpheler oluşturmamak lazım.