Ben nedense hiç şaşırmadım hatta İhsan Eliaçık burada televizyon karşısında olduğu için bazı şeyleri söylemekten çekinmiş bence… neden derseniz yine aynı ekipten olan İlhami Güler’in bu konuda yani peçe ve çarşaf konusunda bir yazısı var… onu buraya ekleyeceğim inşallah…
Bunlar kısa bir süre önce İstanbul’da emek ve adalet platformu adında bir platform düzenleyerek “hanif—marksizm” diye bir akım başlattılar… Neden kendilerine bu ismi verdiklerini filan anlattılar… Kendilerinin modernist, aydınlanmacı, ateist, kemalist ve laik değil; Hanif Marksist olduklarını; İslamiyetten önce Haniflerin olması gibi, Marksizm’den önce de ezilenler mücadelesinin olduğunu, bunun köklerinin Ebuzer-i Ğifari’den itibaren İslam tarihinde bulunduğunu, kendilerinin bu tarihi çizginin bir devamı olduklarını ve bu tarihe Marksizm öncesi ezilenlerin tarihi anlamında “Hanif Marksizim” adını verdiklerini filan açıkladılar… ama konumuz bu olmadığı için burada onun üzerinde durmayacağım çünkü o da ayrı bir konu…
Ama bunların genel olarak tesettüre, peçe ve çarşafa bakış açıları hep aynı… İşte İhsan Eliaçık’ın bir makalesinde övdüğü İlhami Güler’in bu “Direniş Teolojisi” adlı kitabında bulunan peçe ve çarşaf hakkındaki yazıyı aynen buraya aktarıyorum arkadaşlar… Biraz uzun bir yazı ama okursanız bunların tesettüre bakış açılarının da ne olduğunu anlarsınız... ben yazı hakkında yorum bile yapmıyorum...
....
PEÇE VE ÇARŞAF NEYİ ÖRTÜYOR?
HİNT alt kıtasında, İran’da, Afganistan’da ve Arap dünyasında oldukça yaygın, Türkiye’de ise marjinal Muhafazakar bazı dindarların tercih ettiği peçe ve çarşaf, Deniz Baykal’ın son politik açılımı ile gündeme geldi. Politik kaygılarla kıymete binen peçe ve çarşafı, teolojik kaygı ile eleştirinin konusu yapmak, sanırım bunları tercih edenlere karşı haksızlık olmaz. Bazı din kitaplarına bakarsanız veya özellikle Arap ve Pakistanlı kimi din adamlarına sorarsanız, peçe (Türkiye’deki haliyle ‘yaşmak’) ve çarşaf (genellikle siyah tek parça kadın giysisi) veya Afganistan’daki haliyle ‘burka’, Müslüman kadının iffet ve namusunu erkeklere karşı korumanın en tam ve doğru aracıdır. Etnolojik ve antropolojik olarak, siyah tek parça kadın giysisi olarak çarşaf ve köken itibariyle çölde insanların kum esintisinden korunmak için yüzün örtülmesinden kaynaklanan peçe, İslam’ın doğduğu coğrafyaya, asra, hatta daha da gerilere (Hititlere, Mısırlılara) götürülebilir. Bugün de bu tarz giyim, aynı işleviyle bazı yerlerde devam etmektedir.
Ancak yerel, geleneksel, kültürel bir olguyu kalkıp da İslam’ın kadına uygun gördüğü örtünme biçimi, hatta kadının iffetini-namusunu korumasının dini bir tarzı olarak görmek, biraz cahilliğin biraz da estetik duygusunun gelişmemesinin bir göstergesidir.
Olaya siyasal açıdan ‘zorla’ müdahale yapılamaz. Mustafa Kemal dahi kıyafet devrimine rağmen, kadınların kıyafetine dokunmamıştır. Aslında kıyafet ‘devrimi’ aklın, mantığın alabileceği bir şey değildir. Kültürel olarak topluma yeni pencereler açılabilir; ancak, kültür devrimi, aşağılık psikolojisinden kaynaklanan bir yanılsamadır. Değişim kendiliğinden, parçalı, iradi ve gönüllü olur.
Dolaysıyla, CHP’nin şimdiye kadar olan zihniyeti ile(zorla şapka giydirme, zorla baş açtırma), peçe ve çarşaf giydirenlerin zihniyeti arasında totaliterlik açısından bir fark yoktur. Bu bağlamda CHP zihniyetinin, başını örten reşit kız öğrencileri üniversitelere sokmaması, tam bir akıl tutulmasıdır.
Tanrının izi insanın yüzü
Ancak, peçe ve çarşafa teolojik açıdan yaklaştığımızda, olayı salt dinsel bir yorum (içtihat) farkı olarak görüp saygı duyulacak bir mevzu saymak doğru değildir. Olayın ciddi estetik ve ahlaki boyutları vardır. Dinin düşünceden çok inanca, sorgusuz teslimiyete (dogmatizme) dayandığını iddia edenler bunu kabul etmeyeceklerdir. Kanaatime göre, peçe ve çarşaf, kadın onuruna karşı girişilmiş ağır bir hakaretin ve aşağılamanın ifadesidir. Çünkü peçe, kadının yüzünü, çarşaf da onun bedenini toplumsal olarak inkar etmektedir. İkisi birlikte kadını insan olmaktan çıkararak onu organları belli olmayan garip bir ‘mahluk’a dönüştürmektedir. Çarşafla vücut, peçe ile de yüz kaybolmaktadır.
Yüz (vech), hem Arapçada hem de Türkçede -hatta sanırım bütün dillerde- aynıyla bizatihi insanı, onun onurunu, değerini, şerefini simgeler. Örneğin Türkçede ‘yüzsüz’, ‘iki yüzlü’, ‘yüzü yerde’, ‘yüzü kızarmak’, ‘yüzü tutmak’, ‘yüzünü kara çıkarmak’, ‘yüzünün akıyla çıkmak’ gibi bir sürü deyim ve ifade, insanın ‘yüz’ olduğunu ortaya koyar.
Ünlü Fransız Yahudi filozofu Emmanuel Levinas, ‘Tanrının izi insanın yüzünden geçer’ der. Yüz, insanın ötekine karşı ahlaki sorumluluğunu ifade eder. Kadının önemli iki değeri olan iffeti ve namusunu, sözüm ona koruma adına kadının (insanın) en yüce, kutsal, manevi ve değerli yerini salt cinsel bir uzuv olarak görüp onu örtmeye kalkışmanın ne büyük bir cinayet, ilkellik olduğu ortadadır.
Freud’ü sollayan yaklaşım
Peçe ve çarşaf, ayrıca kadına ve erkeğe güvenmeme, onları bilerek veya bilmeyerek bir nevi potansiyel cinsel sapık olarak görme bağlamında da hem kadına, hem de erkeğe bir hakaret içermektedir. Kadına denmek isteniyor ki, sen eğer yüzünü açıp kendine yakıştırdığın şık elbiseler giyersen, bu demektir ki, sen karşı cinsi ‘cinsel’ anlamda arzuluyorsun ve sadece bu nedenle onun dikkatini çekmek istiyorsun. Amiyane deyimle bu, kadına farkında olmadan potansiyel fahişe gözüyle bakmaktır. Erkeğe yönelmiş hakarete gelince, onlara da, siz kadının yüzüne bakar veya onu şık elbiseler içinde görürseniz, sizin niyetiniz bozulur ve hemen onu cinsel olarak arzularsınız denmektedir. Bu bakış açısı, farkında olmadan erkekleri cinsel sapık olarak görmektedir. Aynı şekilde bu söylem, Freud’ün teorisini de sollayarak, kadın ile erkeği birer insan olarak görme yerine, onları ‘ateş ile barut’ olarak nitelemektedir. Oysa kanaatimce, İslam’ın kadından örtmesini istediği yerler, erkeklerde cinsel cazibe uyandıran göğüs ve bacaklarıdır. Yani bölge olarak, boyun-bilek ve diz altıdır. Bu talebi, bir özgürlük kısıtlaması olarak görmek yanlıştır. Amaç, toplumsal ve bireysel ilişkilerde kadını, ‘dişi’liği aşırı vurgulanmış bir varlık olarak değil; onu ‘kişi’liği ile muhatap almaktır. Örtünme, neslin devamı ve evlenme-aile bağlamında anlam kazanan bir öneridir. Konuya estetik açıdan bakacak olursak, erkeğin saçı ve sakalı Aslan’ın yelesine, kadının saçı da tavus kuşunun kuyruğuna, taraklı kuşun tarağına benzer. Yani her ikisi de estetik unsurlarıdır. Ahsen-i takvim olarak yaratılmanın ifadesidir.
Kadının yüzü ile saçı arasında estetiklik açısından bir fark yoktur. Saçı ve yüzü, yani başı cinsel bir bölge olarak görmek, sapıklıktır. Estetik olan ile erotik olanı birbirine karıştırmaktır. İsteyen saçı ile isteyen de başörtüsü ile şıklığını tamamlayabilir. Başörtüsü, Kur’an’ın indiği dönemde her kadında -hatta erkekte- varolan bir giyim unsurudur. 24/Nur-31’deki ‘Başörtülerini göğüslerine örtsünler’ ifadesinin gerçek amacının -Allah doğrusunu bilir- göğüs dekoltesini örtmek olduğu kanaatindeyim; yoksa hem saç hem de göğüs değil. Bu nedenle saçların da o gün için ‘görünen kısımlar’ kapsamında değil, fakat hükmünde olduğu kanaatindeyim. Çünkü o günkü örf ve adet, hatta iklimsel zorunluluk dolaysıyla başlar örtülüydü. Ayrıca Tanrı’nın ‘görünen yerler müstesna’ şeklindeki atfı, O’nun makul örfe olan itibarını ve güvenini gösterir. Özetle, iffet İslami bir erdemdir.
Örtünme (tesettür), bu erdemi pratize eden İslami bir hükümdür. Başın (saçların) örtünmesi, Müslüman alimlerin üzerinde icma ettikleri bir yorumdur. Bu yoruma ya saygı duyulur ve uyulur veya delil ile reddedilir. İffet kaygısıyla (niyet) başlarını örtenler sevap kazanır. Başlarını örtmeyenler günah kazanmaz. Cinsel saiklerle açılıp saçılanlar, günahkar olur.
Modern Avrupa kökenli çıplaklık kültürünü hariç tutarsak, insanlık hiçbir zaman makul sınırları aşmadı. Erkeğin, sakal bırakarak sevap beklemesi saflık veya kurnazlık; kadının saçını da cinsel bir unsur olarak görmesi sapıklıktır.
Peçe ve çarşaf, kadını önce yoğun veya salt ‘cinsel’ bir varlık olarak tasarlama; sonra da, bütün renklerin ve kumaşların şıklığına ve güzelliğine ‘karşıt’ olarak tek ‘siyah’ renkle onu mahkum etme ve frenleme girişimidir.
Bu yaklaşım, Freud’u teoride yadsımasına rağmen, pratikte onun her türlü insan edimini libido ve cinsellik ile açıklama girişimini onaylamaktadır. Böylece insanların karakterleri, akılları ve iradeleriyle insan oldukları; esas olanın, bunları eğitmek olduğu göz ardı edilir. Kuran’ın deyimi ile ‘esas olanın takva örtüsü olduğu’ (7/Araf-26) unutulur.
Çıplaklık kültürü
Genç kadın vücudunun ‘cinsel’, yüzünün de ‘güzel’ olabileceği ve bu nitelikleriyle de erkek için tabiî olarak ‘çekici’ olduğu doğrudur. Kur’an bu tabiîliğe şöyle atıf yapar: ‘.......ve kadınlara karşı cinsellik arzusu erkeklere hoşlandırıldı.’ (3/Al-i İmran 14) Ancak, kadının vücudunun ‘cazip’ yerlerini teşhir ederek erkekleri ‘tahrik’ etmesi doğru olmadığı gibi; namusunu ve iffetini onun vücudunu inkar ederek koruma yolu da doğru değildir. Bunlar ifrat ve tefrittir. Normal ve doğru olan orta yoldur. Ortaçağların sonuna kadar bütün dünyada (dinlerde ve kültürlerde) kadın tepeden tırnağa örtülü idi. Şu andaki dünya ortalaması boyun-bilek ve diz altıdır. Çarşaf ve peçe, cinselliğin ‘aşırı’ ve ‘belirgin’ bir şekilde geri çekilmesidir. Zihinlerde durduk yerde cinselliğin hatırlatılmasıdır. Amiyane deyimle “eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmektir”.
Kaldı ki, peçe ve çarşafın bazı insanlarda tersinden zihinsel bir fantezi olarak ‘erotizm’ doğurabileceği de söylenebilir. Normal hali dikkatimizi çekmeyen bir nesne, paketlendiğinde insandaki ‘merak’ duygusunu uyandırmaz mı? Peçenin tek faydası varsa o da, ‘çirkin’ kadınları onların lehine kamu nezdinde güzellerle eşitlemektedir.
Yüzünde meymenet olmak
Kadın yüzü güzelliğin, estetiğin konusudur; cinselliğin ve erotizmin değil. Arzu, irade ve akıl ‘gözler’ aracılığı ile yüzü cinselliğin, erotizmin konusu yapabilir. Ancak bunu önlemenin yolu, yüzü kapatmak değildir. Arzuyu, iradeyi, aklı eğitmektir. İslam bunu yapmaya çalışır. ‘Kadınlara ve erkeklere söyle, gözlerini korusunlar.’ (24/Nur, 30-31) emri bunun içindir. Tanrı ‘yüzlerini’ korusunlar demiyor. Çünkü yüz, insan varoluşunun sonsuz anlam zenginliğinin kaynağıdır. İnsanın (kadının) utancını, arını, mahcubiyetini, gururunu, onurunu, sevincini, üzüntüsünü, öfkesini, kaygısını, umutsuzluğunu.... toplumsal mekánda ifade aracıdır. Peçe, kadının suratsızlaştırılmasıdır.
Çarşaf ise onu organlarıyla insan olmaktan çıkarmaktır. Bütün insanlığın hafızasında kadın-erkek olarak ‘insan’, yüzü dahil organlarıyla ve elbiseleriyle insandır. Yüz kaybolduktan sonra, ismin ve birden fazla olmanın, ben/kimlik olmanın bir anlamı kalır mı? Peçe ve çarşaf, kadının toplum içinde sürüleştirilmesidir. Peçe ve çarşaf, kadının cinsel tacizlerden korunmasının bir yolu değil, bir tür ‘gizlenme’ olarak dürüstlüğe terstir. Çünkü çoğu kez insanlar yüze güvenir, ona inanır.
Meymenet (bahtiyarlık, mutluluk), insanın yüzündedir veya yoktur. Bedevi, Hz Muhammed’in yüzünü gördüğünde: ‘Bu adam yalan söylüyor olamaz’ deyip hemen iman etmiştir. Yüzü görünmeyen kadın nasıl utanacak, arlanacak ve bunların belirtisi olarak ‘yüzü kızaracaktır’? Yüz kapatılınca bütün dillerdeki edebiyatın hatırı sayılır bir bölümü yok sayılmayacak mı?
İslami kıyafet nedir?
Antropolojik, etnik kökenini dışarıda tutarsak, peçe ve çarşafı dinsel olarak kadın iffet ve namusunun korunmasının sözümona ‘muttaki’ yolu olarak ‘içtihat’ edenler erkeklerdir. Bu yorum, aslında hastalıklı bir halet-i ruhiyenin ‘namus ve iffet’ olarak kendini kadınlara yutturmasıdır. Geleneğin, tarihin ve erkeğin egemenliğinde olan ‘zavallı’ kadınların bunu görememesi normaldir. Köleliğin köleler tarafından ‘normal’ olarak algılandığını tarihten biliyoruz.
Psikanaliz, bize insanın ahlaki ve estetik olmayan onlarca ‘haz’ından bahseder. Bu bir ‘sahte bilinç’tir.
İslam tabii bir dindir. Tabii bir din, insan tabiatına, fıtratına ve fiziki tabiata ters bir şey söylemez. Tabiatı ne olduğundan fazla tabii kılmaya çalışır, ne de onu eksiltmeye çalışır. Onun kurallarına uygun olarak çalışır. İslám’ın gayesi, insan tabiatını ahlaken geliştirmek, toplum tabiatını da düzenlemektir. Güzel giyinme insanlığın ortak arzusudur. Cinsel tahrik amaçlı aşırı dekolte ve peçe-çarşafla örtünme, ekstrem davranışlardır. İslam’ın önerdiği ‘tesettür’, insanlığın normal giyinmesine karşı bir husus değildir. Kadını onuruyla toplumda aktif tutma girişimidir. Cinsellik vurgulu aşırı açıklık ise kadını cinsel bir meta durumuna düşürür.
Polis kıyafeti, hemşire kıyafeti, asker kıyafeti gibi ‘İslami kıyafet’ diye bir şey olamaz. İslam, insanlığın tecrübeyle biriktirdiği normal kıyafeti benimser. Evrensel bir din bütün kültürlerin yarattığı estetik zenginliğe, ‘şıklığa’ karşı çıkmaz.
Ancak emperyalist veya dogmatik-totaliter bir ideoloji bütün kültürleri ve insanları bir kalıbın içine sokmaya çalışır. Onlara değer vermez, güvenmez, onları aptal yerine koyar. Çünkü ‘sözün bütünü aptala söylenir’.
Prof. Dr. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi İlhami Güler
Direniş Teolojisi / Sayfa :121-126