ŞEHADET BİR RUHTUR
“… İşte bu günler (zafer ve hezimet günleri öyle günlerdir) ki, onları insanlar arasında evirip çeviririz. Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve içinizden ŞEHİDLER edinsin! Allah zalimleri sevmez.”[1]
ŞEHADET; İslam literatürüne mahsus bir mefhum olup kelime-i şehadetin muktezası olarak, her daim müslümanın fiili ve kavli duasında ve arzusunda yer alan bir olgudur. Müslüman, Allah(cc)’a verdiği ahdini şehadetle taçlandırmayı en büyük ideal ve hedef olarak belirler. Zira Allah(cc)’a olan kulluğun şehadetle noktalanmasının, kulluğun ve hüsnü hatimenin zirvesi olduğuna yakinen inanır. İşte Müslüman, bu yüceler yücesi olan mertebeye / dereceye ve rıza-i ilahiye mazhar / nail olma uğruna bütün varlığını ve değerlerini feda edip seferber etmektedir. Çünkü o biliyor ki şehadet, Allah (cc)’ın seçkin kulları için arzuladığı yüce bir lütuf ve ihsandır. İşte Mü’min, Allah(cc)’ın bu seçkin kullarından olma arzu ve isteğinin müştakıdır!... Hakikatten bu, çok ideal ve pek isabetli bir taleptir. Öyle ise her akl-ı selim ve iz’an sahibi Mü’min, böylesi ulvi bir hedefi yakalama adına çabalamalı, didinmeli, büyük fedakârlıklar göstermeli ve bütün varlığıyla-halisen Allah(cc) ve onun yüce dini için olmalıdır ki, Rabbi de ona seçkin kulları arasında yer edinmeyi nasip etsin! Evet bütünüyle Allah için olma ameliyesi!... “De ki; Hiç şüphesiz benim namazım da, ibadetlerim de hayatım ve ölümüm de âlemlerin Rabbi olan Allah içindir!”[2] İşte bu ayeti kerimenin muhtevi olduğu mana ve mefhumu, hayatının bütün karelerine nakşeden Mü’min, ancak bu yüce mertebeye layık olabilir.
Konumuzun başına aldığımız ayeti kerimede de görüldüğü gibi Allah u Teala, “sadık olan mümin kullarını ortaya çıkarmak ve şehitler edinmek için (hezimet ve zafer) günlerini, insanların arasında evirip çevirmektedir.” Bu bir sünnetullahtır. Allah(cc)’ın kıyamete dek değişmeyecek olan kanunu ve muhkem hükmüdür. Evet şehitler edinsin diye!... Bu, Rabbimizin arzu ve isteğidir. Bizden, yani İslam ümmetinden şehitler edinmek istiyor. Hem de seçkin kulları arasından… Zira bu şerefe, ancak onun seçkin kulları layık olabilirler.
Müminler olarak şu gerçeğe kesin olarak inanıyoruz ki, hakikaten Allah (cc)’ın kulları için ihtiyar buyurduğu her şey hayırdır, velev acı ve zahmetli olsa dahi. Öyle ise şehadet olgusu, İslam ümmeti için bir kayıp ve ziyan değildir. Akl-ı selim sahibi hiçbir Müminin, şehadet hakikati için kayıp ifadesini kullanması mümkün değildir. Allah(cc)’ın arzuladığı ve kulları için istemiş olduğu ferman-ı ilahisine kayıp veya zarar demek mümkün müdür? O halde şu hakikati çok açık ve net olarak söyleyebiliriz ki, şehadet; İslam ümmeti için en büyük kazanç ve yarınlarımız için en büyük yatırımımızdır. Zira şehitlerimizin akıtmış oldukları o mübarek kanlarının tüm zerreleri, bir rahmet yağmuru misali, ölü bedenleri diriltip canlandıracaktır ve meyus olan gönüllere büyük umutlar muştulayıp zerk edecektir. Evet, ŞEHADET BİR RUHTUR, ölü olan hücrelere, gönüllere ve bedenlere, İsrafil(as)’in nefha-i sanisi gibi hayat bahşetmekte, canlandırmakta ve ihtizaza / harekete geçirmektedir. İslam ümmetinin hayat / can damarı ve varlık iksiri olan şehadete hiçbir zaman kayıp denilebilir mi?
Hayat önderimiz ve şehadet öğretmenimiz olan Resul-ü Zişan efendimiz buyurur ki; “Öylesi bir zaman gelecek ki, aç insanların yemek kabı üzerine üşüştükleri gibi yabancı milletler de sizin başınıza üşüşeceklerdir!” Ashab (r. Anhüm): “Ey Allah(cc)’ın Resulü! O gün bizim azlığımızdan mı bu olacaktır?” diye sorunca, Resulullah(sav): “Hayır, bilakis sizler çok olacaksınız, fakat sel üzerindeki çer-çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizden çekinme duygusunu çekip alacak sizin kalbinize ise acziyet sokacaktır.” Ashab (r.Anhüm): “Ey Allah’ın Resulü! Acziyet nedir?” deyince, Resulullah(sav): “Dünyayı sevmek ve ölümden nefret etmektir!” buyurmuştur.[3]
Resulullah(sav), mucizevî bir ğaybi haberle İslam ümmetinin yaşamış olduğu son karanlık ve maküs asrı ne güzel tasvir etmiştir. Ölümden korkan ve çer-çöp mesabesinde olanların içinde bulundukları süfli hali ne güzel resmetmiştir. İşte bugün bütün dünya küfrü avanesiyle birlikte, İslam’ın nurunu söndürmek ve hayat damarlarını koparıp yok etmek için Müslümanların başına üşüştükleri dönemin son perdesini yaşıyoruz. Çünkü dünya küfrünün artık nefesi kesilmiş ve takatten düşmüş bir manzara arz ediyor. Allah(cc)’ın izniyle artık son çırpınışlarını yaşıyorlar. Adeta kudurmuş kilablar gibi sağa-sola saldırıyorlar, denenmemiş silahlarını dahi kullanıyorlar, kimyasal ve biyolojik silahlarla şehirleri içindeki bütün canlılarla beraber yakıyorlar. Ancak bütün bu kıyımlarıyla ve vahşetleriyle ve de silahlarıyla beraber artık çaresizliği ve hezimeti oynuyorlar!...
Allah(cc)’ın yardım ve inayetiyle artık bundan sonra işler kâfirlerin, mürtetlerin ve hainlerin arzuladıkları ve planladıkları minval üzeri gitmeyecektir. Zira biz Müslümanlar olarak artık ölümden korkmuyoruz!
Allah(cc)’ın izniyle çer-çöp olma halinden kurtulduk! Çünkü Şehadet Öğretmenleri, şehadet dersini en güzel şekilde verdiler! Öyle ki, bu dersi bütün zerrelerimize, beyinlerimizin tüm kıvrımlarına ve de bütün genlerimize nakşettiler. Hem de tatbiki bir eğitim formasyonuyla gönüllerimize ve dimağlarımıza kazıdılar. Onlar, üzerimize çöken karanlık bulutları misbahlarıyla dağıttılar. Artık ufukta ışık şuleleri belirmiştir, gün artık doğacak gibidir! Zira bu sünnetullahtır, onun cari olan sünnetinde hiçbir değişiklik, aksaklık olur mu? Şehitlerimizin mübarek kanları, günümüzün firavun ve tağutları için Kızıldeniz olmuştur.
Kâfirler ve hakikat düşmanları, hesaplar yapmakta, tuzaklar ve desiseler kurmaktadırlar. Ama artık Allah(cc)’ın izniyle bütün bu kurdukları tuzaklar başlarına dolanacaktır. Çünkü mevlamız da onlar için mekirler / tuzaklar kurmaktadır. Unutulmamalı ki en etkili mekir Allah (cc)’ın mekridir, zira o, tuzak kuranların en hayırlısıdır.
Kâfirlerin ve mülhitlerin, dünya ve dünyadaki metaa / menfaate karşı aşırı derecede sevgi besledikleri ve dünyadaki zevk-ü sefanın tutkuluları oldukları bir gerçektir. Oysa Allah davasının cengâver ve serdengeçtilerin şehadet ve rıza-i ilahiye olan sevgi ve tutkuları kat be kat daha fazladır. Onlar, şehadet âşıklarıdırlar, ilahi vuslatın sevdalılarıdırlar. Kanlarıyla laleleri yetiştirecekleri anı büyük bir iştiyak ve sabırsızlıkla beklemektedirler. Tarihin hiçbir kesitinde şehadet âşıkları ve ilahi davanın sevdalıları karşısında duran ve direnen hiçbir şer ve şeytani güç olmuş mudur?
Ey yeryüzünün tağutları, mücrimleri, azgınları ve fasıkları! Bizim hiçbir silahımız olmasa dahi, şahaplar saçan yüreklerimiz vardır. Bedenlerimizle Seddi Zülkarneynler oluşturup, Ye’cüc ve Me’cüc’ün torunlarının azgınlık ve tuğyanlarının önünde setler oluşturacağız. Şunu hiç unutmayınız ki artık o karanlık ve zilletli günler geride kaldı. Tarihin karanlık sahifelerine gömüldü ve artık yeni bir tarih yazılıyor! “Bunlar Allah(cc)’ın günleridir, insanların arasında deveran edip durur!” Artık deveran eden günler bizden tarafa dönüyor. Kararttığınız hayatımıza nur saçan güneş ufukta belirmiş, İslam ümmetine tebessüm etmektedir. Allah(cc)’ın izniyle ebede kadar da kanlarımızın parıltılarıyla ışık saçmaya devam edecektir.
Uzun süre Müslümanlar, cihad ve şehadet atmosferinden uzak kaldıklarından, dünyadan öte hiçbir hesap ve beklentileri olmayan küfür ve tuğyan ehli olanlar, zulüm ve zorbalık, küfür ve tuğyanlarıyla yeryüzüne hâkim oldular. Öyle ki, Müslümanların en mahrem ve kutsal mekânları dahi, onların o necis postallarıyla çiğnenmiş oldu. Onlar, ölümün üzerine üzerine giderlerken hatta gencecik kızlarını öldürücü silahlarla donatıp üzerimize salarlarken topraklarımızı ve zenginliklerimizi gasp edip değerlerimizi çiğnerlerken, ümmetin içinde İslam’da kan akıtmanın haramlılığı ve hoşgörü masallarıyla insanlarımızı izzet ruhundan uzak tutmaya ve kafirlere de daha geniş imkanlar ve meydanlar sunmaya çalışanlar oldu. Haliyle Müslümanlar da, zillet altında esaretli bir hayata razı olmuşlardı. Yeter ki Allah ve İslam düşmanlarıyla boğuşmasın, cihad ve kavganın zahmet ve sıkıntılarından uzak durmuş olsun ve şehadetle gelecek ölümden uzak kalmış olsunlar. Evet, ölmemek ve yaşamak için şehadetten fersah fersah uzak kaldılar. Oysa ölümsüzlük ancak şehadetle mümkün oluyordu. Rabbimiz: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayın! Bilakis onlar Rableri katında diridirler, rızıklanırlar!”[4] buyurmaktadır.
Ayeti kerimede görüldüğü gibi Rabbimiz, şehitler için ‘ölüler’ demekten bizi alıkoymakta ve onların Rableri katında diri ve en üstün nimetlerle rızıklandırıldıklarını apaçık bir şekilde beyan etmekte iken, Müslümanlar uzun bir süre bu hakikatleri idrak edip hayata geçirmekte tereddüt ettiler.
İslam ümmetine ölümsüz bir hayatın çığrını açan, izzetle yaşamanın sürurunu tattıran ve bu yolda önümüzde nur olup ışık saçan ümmetin tüm ŞEHİDLERİNE selam ve ihtiram olsun, minnet ve şükranlarımız onların aziz ruhlarınadır. Onlar bizim en azizlerimiz oldukları gibi, gözlerimizin nuru olan evlatları ve pek muhterem eşleri ve akrabaları da, en azizlerimiz, en kıymetlilerimiz ve en mümtaz şahsiyetlerimiz olarak İslam ümmetinin içinde yerlerini almaya devam edeceklerdir. Onlar ne kadar bahtiyardırlar ki, Mevla onlara böylesi üstün bir şeref ve lütuf, ihsan etmiştir.
Ancak onlara layık olmanın elzemliliğini de asla unutmamak gerekir. Onların o yüce hatıralarına halel getirmemek de büyük bir sorumluluktur. Rabbim bizleri de onların takipçileri ve onlar gibi seçkin kullarından kılsın!...
(Faruk Hamza)
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Âl-i İmran Suresi: 3 / 140
[2] En’am Suresi: 6 / 162
[3] Süneni Ebu Davud
[4] Âl-i İmran Suresi: 3 / 169
“… İşte bu günler (zafer ve hezimet günleri öyle günlerdir) ki, onları insanlar arasında evirip çeviririz. Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve içinizden ŞEHİDLER edinsin! Allah zalimleri sevmez.”[1]
ŞEHADET; İslam literatürüne mahsus bir mefhum olup kelime-i şehadetin muktezası olarak, her daim müslümanın fiili ve kavli duasında ve arzusunda yer alan bir olgudur. Müslüman, Allah(cc)’a verdiği ahdini şehadetle taçlandırmayı en büyük ideal ve hedef olarak belirler. Zira Allah(cc)’a olan kulluğun şehadetle noktalanmasının, kulluğun ve hüsnü hatimenin zirvesi olduğuna yakinen inanır. İşte Müslüman, bu yüceler yücesi olan mertebeye / dereceye ve rıza-i ilahiye mazhar / nail olma uğruna bütün varlığını ve değerlerini feda edip seferber etmektedir. Çünkü o biliyor ki şehadet, Allah (cc)’ın seçkin kulları için arzuladığı yüce bir lütuf ve ihsandır. İşte Mü’min, Allah(cc)’ın bu seçkin kullarından olma arzu ve isteğinin müştakıdır!... Hakikatten bu, çok ideal ve pek isabetli bir taleptir. Öyle ise her akl-ı selim ve iz’an sahibi Mü’min, böylesi ulvi bir hedefi yakalama adına çabalamalı, didinmeli, büyük fedakârlıklar göstermeli ve bütün varlığıyla-halisen Allah(cc) ve onun yüce dini için olmalıdır ki, Rabbi de ona seçkin kulları arasında yer edinmeyi nasip etsin! Evet bütünüyle Allah için olma ameliyesi!... “De ki; Hiç şüphesiz benim namazım da, ibadetlerim de hayatım ve ölümüm de âlemlerin Rabbi olan Allah içindir!”[2] İşte bu ayeti kerimenin muhtevi olduğu mana ve mefhumu, hayatının bütün karelerine nakşeden Mü’min, ancak bu yüce mertebeye layık olabilir.
Konumuzun başına aldığımız ayeti kerimede de görüldüğü gibi Allah u Teala, “sadık olan mümin kullarını ortaya çıkarmak ve şehitler edinmek için (hezimet ve zafer) günlerini, insanların arasında evirip çevirmektedir.” Bu bir sünnetullahtır. Allah(cc)’ın kıyamete dek değişmeyecek olan kanunu ve muhkem hükmüdür. Evet şehitler edinsin diye!... Bu, Rabbimizin arzu ve isteğidir. Bizden, yani İslam ümmetinden şehitler edinmek istiyor. Hem de seçkin kulları arasından… Zira bu şerefe, ancak onun seçkin kulları layık olabilirler.
Müminler olarak şu gerçeğe kesin olarak inanıyoruz ki, hakikaten Allah (cc)’ın kulları için ihtiyar buyurduğu her şey hayırdır, velev acı ve zahmetli olsa dahi. Öyle ise şehadet olgusu, İslam ümmeti için bir kayıp ve ziyan değildir. Akl-ı selim sahibi hiçbir Müminin, şehadet hakikati için kayıp ifadesini kullanması mümkün değildir. Allah(cc)’ın arzuladığı ve kulları için istemiş olduğu ferman-ı ilahisine kayıp veya zarar demek mümkün müdür? O halde şu hakikati çok açık ve net olarak söyleyebiliriz ki, şehadet; İslam ümmeti için en büyük kazanç ve yarınlarımız için en büyük yatırımımızdır. Zira şehitlerimizin akıtmış oldukları o mübarek kanlarının tüm zerreleri, bir rahmet yağmuru misali, ölü bedenleri diriltip canlandıracaktır ve meyus olan gönüllere büyük umutlar muştulayıp zerk edecektir. Evet, ŞEHADET BİR RUHTUR, ölü olan hücrelere, gönüllere ve bedenlere, İsrafil(as)’in nefha-i sanisi gibi hayat bahşetmekte, canlandırmakta ve ihtizaza / harekete geçirmektedir. İslam ümmetinin hayat / can damarı ve varlık iksiri olan şehadete hiçbir zaman kayıp denilebilir mi?
Hayat önderimiz ve şehadet öğretmenimiz olan Resul-ü Zişan efendimiz buyurur ki; “Öylesi bir zaman gelecek ki, aç insanların yemek kabı üzerine üşüştükleri gibi yabancı milletler de sizin başınıza üşüşeceklerdir!” Ashab (r. Anhüm): “Ey Allah(cc)’ın Resulü! O gün bizim azlığımızdan mı bu olacaktır?” diye sorunca, Resulullah(sav): “Hayır, bilakis sizler çok olacaksınız, fakat sel üzerindeki çer-çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizden çekinme duygusunu çekip alacak sizin kalbinize ise acziyet sokacaktır.” Ashab (r.Anhüm): “Ey Allah’ın Resulü! Acziyet nedir?” deyince, Resulullah(sav): “Dünyayı sevmek ve ölümden nefret etmektir!” buyurmuştur.[3]
Resulullah(sav), mucizevî bir ğaybi haberle İslam ümmetinin yaşamış olduğu son karanlık ve maküs asrı ne güzel tasvir etmiştir. Ölümden korkan ve çer-çöp mesabesinde olanların içinde bulundukları süfli hali ne güzel resmetmiştir. İşte bugün bütün dünya küfrü avanesiyle birlikte, İslam’ın nurunu söndürmek ve hayat damarlarını koparıp yok etmek için Müslümanların başına üşüştükleri dönemin son perdesini yaşıyoruz. Çünkü dünya küfrünün artık nefesi kesilmiş ve takatten düşmüş bir manzara arz ediyor. Allah(cc)’ın izniyle artık son çırpınışlarını yaşıyorlar. Adeta kudurmuş kilablar gibi sağa-sola saldırıyorlar, denenmemiş silahlarını dahi kullanıyorlar, kimyasal ve biyolojik silahlarla şehirleri içindeki bütün canlılarla beraber yakıyorlar. Ancak bütün bu kıyımlarıyla ve vahşetleriyle ve de silahlarıyla beraber artık çaresizliği ve hezimeti oynuyorlar!...
Allah(cc)’ın yardım ve inayetiyle artık bundan sonra işler kâfirlerin, mürtetlerin ve hainlerin arzuladıkları ve planladıkları minval üzeri gitmeyecektir. Zira biz Müslümanlar olarak artık ölümden korkmuyoruz!
Allah(cc)’ın izniyle çer-çöp olma halinden kurtulduk! Çünkü Şehadet Öğretmenleri, şehadet dersini en güzel şekilde verdiler! Öyle ki, bu dersi bütün zerrelerimize, beyinlerimizin tüm kıvrımlarına ve de bütün genlerimize nakşettiler. Hem de tatbiki bir eğitim formasyonuyla gönüllerimize ve dimağlarımıza kazıdılar. Onlar, üzerimize çöken karanlık bulutları misbahlarıyla dağıttılar. Artık ufukta ışık şuleleri belirmiştir, gün artık doğacak gibidir! Zira bu sünnetullahtır, onun cari olan sünnetinde hiçbir değişiklik, aksaklık olur mu? Şehitlerimizin mübarek kanları, günümüzün firavun ve tağutları için Kızıldeniz olmuştur.
Kâfirler ve hakikat düşmanları, hesaplar yapmakta, tuzaklar ve desiseler kurmaktadırlar. Ama artık Allah(cc)’ın izniyle bütün bu kurdukları tuzaklar başlarına dolanacaktır. Çünkü mevlamız da onlar için mekirler / tuzaklar kurmaktadır. Unutulmamalı ki en etkili mekir Allah (cc)’ın mekridir, zira o, tuzak kuranların en hayırlısıdır.
Kâfirlerin ve mülhitlerin, dünya ve dünyadaki metaa / menfaate karşı aşırı derecede sevgi besledikleri ve dünyadaki zevk-ü sefanın tutkuluları oldukları bir gerçektir. Oysa Allah davasının cengâver ve serdengeçtilerin şehadet ve rıza-i ilahiye olan sevgi ve tutkuları kat be kat daha fazladır. Onlar, şehadet âşıklarıdırlar, ilahi vuslatın sevdalılarıdırlar. Kanlarıyla laleleri yetiştirecekleri anı büyük bir iştiyak ve sabırsızlıkla beklemektedirler. Tarihin hiçbir kesitinde şehadet âşıkları ve ilahi davanın sevdalıları karşısında duran ve direnen hiçbir şer ve şeytani güç olmuş mudur?
Ey yeryüzünün tağutları, mücrimleri, azgınları ve fasıkları! Bizim hiçbir silahımız olmasa dahi, şahaplar saçan yüreklerimiz vardır. Bedenlerimizle Seddi Zülkarneynler oluşturup, Ye’cüc ve Me’cüc’ün torunlarının azgınlık ve tuğyanlarının önünde setler oluşturacağız. Şunu hiç unutmayınız ki artık o karanlık ve zilletli günler geride kaldı. Tarihin karanlık sahifelerine gömüldü ve artık yeni bir tarih yazılıyor! “Bunlar Allah(cc)’ın günleridir, insanların arasında deveran edip durur!” Artık deveran eden günler bizden tarafa dönüyor. Kararttığınız hayatımıza nur saçan güneş ufukta belirmiş, İslam ümmetine tebessüm etmektedir. Allah(cc)’ın izniyle ebede kadar da kanlarımızın parıltılarıyla ışık saçmaya devam edecektir.
Uzun süre Müslümanlar, cihad ve şehadet atmosferinden uzak kaldıklarından, dünyadan öte hiçbir hesap ve beklentileri olmayan küfür ve tuğyan ehli olanlar, zulüm ve zorbalık, küfür ve tuğyanlarıyla yeryüzüne hâkim oldular. Öyle ki, Müslümanların en mahrem ve kutsal mekânları dahi, onların o necis postallarıyla çiğnenmiş oldu. Onlar, ölümün üzerine üzerine giderlerken hatta gencecik kızlarını öldürücü silahlarla donatıp üzerimize salarlarken topraklarımızı ve zenginliklerimizi gasp edip değerlerimizi çiğnerlerken, ümmetin içinde İslam’da kan akıtmanın haramlılığı ve hoşgörü masallarıyla insanlarımızı izzet ruhundan uzak tutmaya ve kafirlere de daha geniş imkanlar ve meydanlar sunmaya çalışanlar oldu. Haliyle Müslümanlar da, zillet altında esaretli bir hayata razı olmuşlardı. Yeter ki Allah ve İslam düşmanlarıyla boğuşmasın, cihad ve kavganın zahmet ve sıkıntılarından uzak durmuş olsun ve şehadetle gelecek ölümden uzak kalmış olsunlar. Evet, ölmemek ve yaşamak için şehadetten fersah fersah uzak kaldılar. Oysa ölümsüzlük ancak şehadetle mümkün oluyordu. Rabbimiz: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayın! Bilakis onlar Rableri katında diridirler, rızıklanırlar!”[4] buyurmaktadır.
Ayeti kerimede görüldüğü gibi Rabbimiz, şehitler için ‘ölüler’ demekten bizi alıkoymakta ve onların Rableri katında diri ve en üstün nimetlerle rızıklandırıldıklarını apaçık bir şekilde beyan etmekte iken, Müslümanlar uzun bir süre bu hakikatleri idrak edip hayata geçirmekte tereddüt ettiler.
İslam ümmetine ölümsüz bir hayatın çığrını açan, izzetle yaşamanın sürurunu tattıran ve bu yolda önümüzde nur olup ışık saçan ümmetin tüm ŞEHİDLERİNE selam ve ihtiram olsun, minnet ve şükranlarımız onların aziz ruhlarınadır. Onlar bizim en azizlerimiz oldukları gibi, gözlerimizin nuru olan evlatları ve pek muhterem eşleri ve akrabaları da, en azizlerimiz, en kıymetlilerimiz ve en mümtaz şahsiyetlerimiz olarak İslam ümmetinin içinde yerlerini almaya devam edeceklerdir. Onlar ne kadar bahtiyardırlar ki, Mevla onlara böylesi üstün bir şeref ve lütuf, ihsan etmiştir.
Ancak onlara layık olmanın elzemliliğini de asla unutmamak gerekir. Onların o yüce hatıralarına halel getirmemek de büyük bir sorumluluktur. Rabbim bizleri de onların takipçileri ve onlar gibi seçkin kullarından kılsın!...
(Faruk Hamza)
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Âl-i İmran Suresi: 3 / 140
[2] En’am Suresi: 6 / 162
[3] Süneni Ebu Davud
[4] Âl-i İmran Suresi: 3 / 169