Bosna Trajedisi Ve Şehid Selami Yurdan
Sıcak Ağustos günleri geldiğinde Yiğit Selami’nin hatıraları canlanır gözümde. Niye derseniz; şehid olmadan önce, fazla gözümüze batmayan, öylesine tanıdığımız arkadaşlardan birisiydi Selami Yurdan.
Ağustos sıcağında; cezaevi idaresi tarafından kasıtlı olarak cezalandırılan arkadaşlarına, destek vermek için gelen insanlar arasında Selami Yurdan da vardı. O Ağustos sıcağını, hiç unutamıyorum. O sıcak altında, cezaevindeki insanlara yapılan haksızlıklara engel olmak veya engel olamıyorsak, en azından kardeşlerimize destek olalım diye gelenlerin arasındaki Selami…
Beyazıt meydanında sıcak, kavurucu güneş altında Bosna’da zulme maruz kalan Boşnak Müslümanlara destek gayesiyle toplananlar arasındaki Selami…
Sıcak soğuk, kar kış demeden, zor durumda olan insanlara destek toplantılarının ve gösterilerinin olduğu tüm meydanlarda görebilirdiniz Selami’yi…
Bu sıcakta, birçok insan gibi evinin serin odasında, kitap okuyabilirdi veya tesbih çekip Rabbine iyi bir kul olmak isteyebilirdi… Pekala böyle yapabilirdi Selami… Fakat böylesi bir tavır Selami’ye göre değildi… O, Bosna’daki kardeşlerinin acısıyla, ciğerleri dağlananlardandı… Bir yolunu bulup, mutlaka Bosna’lı kardeşlerinin acısını paylaşmalıydı…. Çünkü uğruna ölünecek, her şeyin feda edileceği yüce kitap, şöyle diyordu:
“Size ne oldu ki Allah yolunda ve; ‘Rabbimiz bizi şu, halkı zalim (olan) şehirden çıkar, bize katından bir koruyucu ver, bize katından bir yardımcı ver !’ diyen zayıf erkek, kadın ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?”
Selami’nin ciğerini, bu buyruk dağlıyordu. Bosnalı kadınlar, çocuklar feryat ediyorlardı:
“Nemali ko da nas spasi? : Bizi kurtaran yok mu?”
Bosna’ya nasıl ulaşabilecekti? Bir yolu mutlaka olmalıydı. Kendisi gibi Bosnalı Müslümanların sıkıntılarını paylaşmak isteyen Ufuk…. ile buluştu. Birlikte yola çıktılar. Önce Bulgaristan-Romanya-Macaristan yolunu denediler. Yugoslavya’ya giremediler. Dönüp Makedonya üzerinden, Arnavutluk’a ulaştılar. Arnavutluk’tan bir gemiyle, Hırvatistan’ın Split şehrine ve oradan karayolu ile Bosna Hersek topraklarına girmeyi başardılar. Bosna Hersek’te Zenica ve Travnik şehrinde Müslimanski Snage güçlerine katıldılar. Selami’nin yol ve cephe arkadaşı Ufuk… o günleri şöyle anlatıyor:
“….. Selami ile bizim gidişimiz, yolculuğumuz problemli oldu, ancak 16. gün, Bosna’ya varabildik. Fakat aramızda, hiçbir problem olmadı. Yani düğüne gider gibi gittik, Allah’a şükür. Selami ile yolda, Türkiye’de sohbetlerde konuştuğumuz gibi, Türkiye’deki cemaatler hakkında bir saat bile konuşmadık. Konuşmalarımız, Bosna’ya girince kesildi. Artık hiç konuşmuyordu. Daha sonra eğitime gittik. Orada bir Türk arkadaş vardı, vurulmuştu. Arapların yanında, bir operasyonda yaralanmıştı. Onu gördüm. Ben daha evvelden onu tanıyordum, dedim ki; bizi Arapların yanına götür. O da dedi ki “ Visoko’da büyük bir harekât yapılacak.” Özellikle Selami “Biz oraya gidelim” dedi. Biz üç gün orada kaldık. Ondan sonra, o tutturdu “illa oraya gidelim. Orda direniş var, biz oraya gidelim.” Biz ise “Türbe cephesine gidelim” diyorduk . O cephede, o kadar büyük çatışma olmuyordu. Ben cephede bulunan arkadaşlara haber yolladım. Onlar bizi çağırdılar. Biz oraya gittik. Bir gün silah atışı yaptık. O akşam yattık, sabahleyin yola çıktık. Selami’nin haleti ruhiyesinde, büyük bir değişme vardı. Yolculuk boyunca, doğru dürüst konuşmamıştı. Sabah üçte yola çıktık. Saat on birde, cepheye yakın bir yere vardık. Orada bir gün dinlendik. Selami, oradaki çocuklara ilahi söyletiyordu. Boşnaklar ilahiyi çok severler. Bayram Doçe diye bir ilahi var. Yunus Emre’nin, Bayram Geldi ilahisini Boşnakça’ya çevirmişler. Selami, onlara bu ilahiyi söyletiyordu. Bir saat falan onlara bu ilahiyi söyletti. Hatta şehid olduktan sonra, onu tanıyan çocuklar “Bu Bayram Doçe, Bayram Doçe” diyorlardı. İkinci günün gecesinde, saat üçte kaldırıldık ve cepheye gittik. Önümüzdeki sırada, Boşnaklar vardı. Bizler 50-55 kişi civarındaydık. Biz oradan operasyona gittik. Saat 7.00 civarında operasyon başladı. Biz, operasyon sırasında, ayrılıp Sırplar’ın arasına girmişiz. Biz, zaten nereye gittiğimizi, çıktığımızı bilmiyorduk. Selami devamlı olarak “Arkadaş! Biz buraya şehid olmaya geldik” deyip, şu ayeti okuyordu: “İnna Lillahi ve İnna ileyhi raciun.” Dünya kelamı olarak, sadece bir kere, bana “Hadi Ufuk yürü!” dedi. Daha sonra, ağzından, bir tek dünya kelamı dahi çıkmadı. Bir yerden üç dört defa gidip geldik. Ben buna bir anlam veremediğim için ‘Niye böyle oluyor?’ dedim. O “No problem, Cihad-ı Fi Sebîlillâh” diye cevapladı. O arada yanıma bir Boşnak grubu geldi. İlerlenecekti. Selami , bana “Hadi Ufuk yürü!” dedi. Söylediği son dünya kelamı da bu oldu. Ben onların arkasına geçtim. Benim önümde bir arkadaş, onun önünde de Selami vardı. Aramızda en fazla on metre vardı. Biz mevzi aldık. Üzerimize, sağ tarafımızdan, doğu tarafından ateş ediliyordu. Bulunduğumuz yer ormanlıktı ve yerde, tam dört parmak kalınlığında kuru yapraklar bulunuyordu. Bastığımızda kayıyorduk. Doğu tarafımızdan sürekli ateşe devam ediliyordu. Önümüzde mayınlı bir bölge olduğunu önceden biliyorduk. Buradan geriye doğru çekiliyorduk, tam o sırada mayınlı bölgenin Sırp tarafından, bizim bulunduğumuz bölge, ağır silahlarla taranmaya başlandı. Tam o esnada ben Selami’nin tekbirlerini duydum. Selami vurulduktan sonra, arka arkaya 5 kere tekbir getirdi. Daha sonra gördüğümüzde bir kurşunla vurulduğunu anladık. Kurşunu yedikten sonra, kalan son gücüyle beş defa tekbir getirdiği anlaşılıyordu. Yanımdaki arkadaş bana bağırdı “Ufuk! Selami vuruldu. Git onu al!” Ben hemen yerimden fırladım. Vurulduktan sonra geriye doğru yamaçtan yuvarlanmıştı. Yanına ulaştığımda, yüzüstü yatıyordu. Karın boşluğundan tek kurşun yemişti. Kurşun, girdiği yerin tam arkasından çıkmıştı. Ruhunu Allah’a teslim etmişti. Biz üzülmedik, bilakis sevinmiştik. Ben Selami’yi aldım, geri hatlarımıza doğru götürüyordum. Arkamızdan yaylım ateşine devam ediyorlardı. Aramızdan yüzlerce kurşun geçiyordu. Etrafımıza havan mermileri düşüyordu. Yaprakların üzerinden kaya kaya gidiyorduk. Üzerimize sürekli olarak ateş ediliyordu. İki kişi, kol ve bacaklarından yaralanmıştı. Ama şehid olmak sadece Selami’ye nasib olmuştu. Daha sonra doktorlar, ‘kurşun bacaklara giden ana damarı parçalamış, yoksa tek kurşunla ölmez’ dediler. Saldırdığımız bir Sırp kasabasıydı. Sırplar da çok büyük kayba uğramışlardı. Selami bu şekilde şehid oldu. Konuşmadı, son sözü de, tekbir olmuştu. Birçok arkadaş vardık. Fakat tek vasiyet eden oydu. Silahlı olarak fotoğrafının çekilmesini istemiyordu. Daha önce gömüleceği yeri göstererek “Beni buraya gömün” demişti. “Beyazıt’ta benim için, cenaze namazı kılın” diyordu. Terlikler almıştı ve “Bunları benim kardeşime götür” demişti. “Sigaralarımı da içmeyin, onları Türkiye’ye geri götürün” demişti. Yani tek vasiyette bulunan Selami olmuştu. Herhalde kendisine malum olmuştu. Selami’yi, vasiyeti üzerine Travnik şehrinde bulunan, Osmanlı’dan kalma Hacı Ali Baba Camii mezarlığına gömdük. Defin olayı bittikten sonra, birden yağmur yağmaya başladı. 84 günden beri yağmayan yağmur, akşama, hava kararana kadar devam etmişti. Bir daha da yağmadı. Ümmete mübarek olsun.”
Sıcak Ağustos günleri geldiğinde Yiğit Selami’nin hatıraları canlanır gözümde. Niye derseniz; şehid olmadan önce, fazla gözümüze batmayan, öylesine tanıdığımız arkadaşlardan birisiydi Selami Yurdan.
Ağustos sıcağında; cezaevi idaresi tarafından kasıtlı olarak cezalandırılan arkadaşlarına, destek vermek için gelen insanlar arasında Selami Yurdan da vardı. O Ağustos sıcağını, hiç unutamıyorum. O sıcak altında, cezaevindeki insanlara yapılan haksızlıklara engel olmak veya engel olamıyorsak, en azından kardeşlerimize destek olalım diye gelenlerin arasındaki Selami…
Beyazıt meydanında sıcak, kavurucu güneş altında Bosna’da zulme maruz kalan Boşnak Müslümanlara destek gayesiyle toplananlar arasındaki Selami…
Sıcak soğuk, kar kış demeden, zor durumda olan insanlara destek toplantılarının ve gösterilerinin olduğu tüm meydanlarda görebilirdiniz Selami’yi…
Bu sıcakta, birçok insan gibi evinin serin odasında, kitap okuyabilirdi veya tesbih çekip Rabbine iyi bir kul olmak isteyebilirdi… Pekala böyle yapabilirdi Selami… Fakat böylesi bir tavır Selami’ye göre değildi… O, Bosna’daki kardeşlerinin acısıyla, ciğerleri dağlananlardandı… Bir yolunu bulup, mutlaka Bosna’lı kardeşlerinin acısını paylaşmalıydı…. Çünkü uğruna ölünecek, her şeyin feda edileceği yüce kitap, şöyle diyordu:
“Size ne oldu ki Allah yolunda ve; ‘Rabbimiz bizi şu, halkı zalim (olan) şehirden çıkar, bize katından bir koruyucu ver, bize katından bir yardımcı ver !’ diyen zayıf erkek, kadın ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?”
Selami’nin ciğerini, bu buyruk dağlıyordu. Bosnalı kadınlar, çocuklar feryat ediyorlardı:
“Nemali ko da nas spasi? : Bizi kurtaran yok mu?”
Bosna’ya nasıl ulaşabilecekti? Bir yolu mutlaka olmalıydı. Kendisi gibi Bosnalı Müslümanların sıkıntılarını paylaşmak isteyen Ufuk…. ile buluştu. Birlikte yola çıktılar. Önce Bulgaristan-Romanya-Macaristan yolunu denediler. Yugoslavya’ya giremediler. Dönüp Makedonya üzerinden, Arnavutluk’a ulaştılar. Arnavutluk’tan bir gemiyle, Hırvatistan’ın Split şehrine ve oradan karayolu ile Bosna Hersek topraklarına girmeyi başardılar. Bosna Hersek’te Zenica ve Travnik şehrinde Müslimanski Snage güçlerine katıldılar. Selami’nin yol ve cephe arkadaşı Ufuk… o günleri şöyle anlatıyor:
“….. Selami ile bizim gidişimiz, yolculuğumuz problemli oldu, ancak 16. gün, Bosna’ya varabildik. Fakat aramızda, hiçbir problem olmadı. Yani düğüne gider gibi gittik, Allah’a şükür. Selami ile yolda, Türkiye’de sohbetlerde konuştuğumuz gibi, Türkiye’deki cemaatler hakkında bir saat bile konuşmadık. Konuşmalarımız, Bosna’ya girince kesildi. Artık hiç konuşmuyordu. Daha sonra eğitime gittik. Orada bir Türk arkadaş vardı, vurulmuştu. Arapların yanında, bir operasyonda yaralanmıştı. Onu gördüm. Ben daha evvelden onu tanıyordum, dedim ki; bizi Arapların yanına götür. O da dedi ki “ Visoko’da büyük bir harekât yapılacak.” Özellikle Selami “Biz oraya gidelim” dedi. Biz üç gün orada kaldık. Ondan sonra, o tutturdu “illa oraya gidelim. Orda direniş var, biz oraya gidelim.” Biz ise “Türbe cephesine gidelim” diyorduk . O cephede, o kadar büyük çatışma olmuyordu. Ben cephede bulunan arkadaşlara haber yolladım. Onlar bizi çağırdılar. Biz oraya gittik. Bir gün silah atışı yaptık. O akşam yattık, sabahleyin yola çıktık. Selami’nin haleti ruhiyesinde, büyük bir değişme vardı. Yolculuk boyunca, doğru dürüst konuşmamıştı. Sabah üçte yola çıktık. Saat on birde, cepheye yakın bir yere vardık. Orada bir gün dinlendik. Selami, oradaki çocuklara ilahi söyletiyordu. Boşnaklar ilahiyi çok severler. Bayram Doçe diye bir ilahi var. Yunus Emre’nin, Bayram Geldi ilahisini Boşnakça’ya çevirmişler. Selami, onlara bu ilahiyi söyletiyordu. Bir saat falan onlara bu ilahiyi söyletti. Hatta şehid olduktan sonra, onu tanıyan çocuklar “Bu Bayram Doçe, Bayram Doçe” diyorlardı. İkinci günün gecesinde, saat üçte kaldırıldık ve cepheye gittik. Önümüzdeki sırada, Boşnaklar vardı. Bizler 50-55 kişi civarındaydık. Biz oradan operasyona gittik. Saat 7.00 civarında operasyon başladı. Biz, operasyon sırasında, ayrılıp Sırplar’ın arasına girmişiz. Biz, zaten nereye gittiğimizi, çıktığımızı bilmiyorduk. Selami devamlı olarak “Arkadaş! Biz buraya şehid olmaya geldik” deyip, şu ayeti okuyordu: “İnna Lillahi ve İnna ileyhi raciun.” Dünya kelamı olarak, sadece bir kere, bana “Hadi Ufuk yürü!” dedi. Daha sonra, ağzından, bir tek dünya kelamı dahi çıkmadı. Bir yerden üç dört defa gidip geldik. Ben buna bir anlam veremediğim için ‘Niye böyle oluyor?’ dedim. O “No problem, Cihad-ı Fi Sebîlillâh” diye cevapladı. O arada yanıma bir Boşnak grubu geldi. İlerlenecekti. Selami , bana “Hadi Ufuk yürü!” dedi. Söylediği son dünya kelamı da bu oldu. Ben onların arkasına geçtim. Benim önümde bir arkadaş, onun önünde de Selami vardı. Aramızda en fazla on metre vardı. Biz mevzi aldık. Üzerimize, sağ tarafımızdan, doğu tarafından ateş ediliyordu. Bulunduğumuz yer ormanlıktı ve yerde, tam dört parmak kalınlığında kuru yapraklar bulunuyordu. Bastığımızda kayıyorduk. Doğu tarafımızdan sürekli ateşe devam ediliyordu. Önümüzde mayınlı bir bölge olduğunu önceden biliyorduk. Buradan geriye doğru çekiliyorduk, tam o sırada mayınlı bölgenin Sırp tarafından, bizim bulunduğumuz bölge, ağır silahlarla taranmaya başlandı. Tam o esnada ben Selami’nin tekbirlerini duydum. Selami vurulduktan sonra, arka arkaya 5 kere tekbir getirdi. Daha sonra gördüğümüzde bir kurşunla vurulduğunu anladık. Kurşunu yedikten sonra, kalan son gücüyle beş defa tekbir getirdiği anlaşılıyordu. Yanımdaki arkadaş bana bağırdı “Ufuk! Selami vuruldu. Git onu al!” Ben hemen yerimden fırladım. Vurulduktan sonra geriye doğru yamaçtan yuvarlanmıştı. Yanına ulaştığımda, yüzüstü yatıyordu. Karın boşluğundan tek kurşun yemişti. Kurşun, girdiği yerin tam arkasından çıkmıştı. Ruhunu Allah’a teslim etmişti. Biz üzülmedik, bilakis sevinmiştik. Ben Selami’yi aldım, geri hatlarımıza doğru götürüyordum. Arkamızdan yaylım ateşine devam ediyorlardı. Aramızdan yüzlerce kurşun geçiyordu. Etrafımıza havan mermileri düşüyordu. Yaprakların üzerinden kaya kaya gidiyorduk. Üzerimize sürekli olarak ateş ediliyordu. İki kişi, kol ve bacaklarından yaralanmıştı. Ama şehid olmak sadece Selami’ye nasib olmuştu. Daha sonra doktorlar, ‘kurşun bacaklara giden ana damarı parçalamış, yoksa tek kurşunla ölmez’ dediler. Saldırdığımız bir Sırp kasabasıydı. Sırplar da çok büyük kayba uğramışlardı. Selami bu şekilde şehid oldu. Konuşmadı, son sözü de, tekbir olmuştu. Birçok arkadaş vardık. Fakat tek vasiyet eden oydu. Silahlı olarak fotoğrafının çekilmesini istemiyordu. Daha önce gömüleceği yeri göstererek “Beni buraya gömün” demişti. “Beyazıt’ta benim için, cenaze namazı kılın” diyordu. Terlikler almıştı ve “Bunları benim kardeşime götür” demişti. “Sigaralarımı da içmeyin, onları Türkiye’ye geri götürün” demişti. Yani tek vasiyette bulunan Selami olmuştu. Herhalde kendisine malum olmuştu. Selami’yi, vasiyeti üzerine Travnik şehrinde bulunan, Osmanlı’dan kalma Hacı Ali Baba Camii mezarlığına gömdük. Defin olayı bittikten sonra, birden yağmur yağmaya başladı. 84 günden beri yağmayan yağmur, akşama, hava kararana kadar devam etmişti. Bir daha da yağmadı. Ümmete mübarek olsun.”