Sehitler Ile Ilgili Uydurmalar....

G Çevrimdışı

Gulamcan

Üye
İslam-TR Üyesi
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
Sorularla İfsat web sitesine gönderilen soru ve verdikleri Cevap:

Soru
Şehitlerin bir daha bu dünyaya gelip hayır işlemeleri söz konusu değildir. Çünkü şehitler dâhil, bütün ölüler için artık imtihan kapısı kapanmıştır.

Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

"İnsan öldüğü zaman üç şey dışında diğer bütün amelleri kesilmiş olur (Artık, kendisine sevap kazandıracak herhangi bir ameli söz konusu olmaz). Sevabı devam eden üç şey ise: Sadaka-i cariye(Cami, okul, Kur'an kursu, hastane, çeşme gibi sürekli akan ve sevap akıtan müesseseler), faydalı bir ilim (din ve dünyaya ait olup, insanlığa faydalı olan bilgileri öğreten talebe, kitap ve ilgili kurumlar) ve arkasından kendisine dua eden Salih bir evlat" (Müslim, Vasiyet, 14) mealindeki hadisi şerifte bu hakikate işaret edilmektedir. Bir hadiste Hz. Peygamber(a.s.m) şöyle buyurmuştur: "Öldükten sonra Allah katında kendisi için bir hayır/bir mükâfat bulan hiçbir kul -bütün dünya ve içindekiler kendisine verilse dahi- tekrar dünyaya dönmek istemez. Ancak şehit olanlar bunun dışındadır. Onlar, şehitliğin yüksek mertebesini gördükleri için, tekrar dünyaya dönüp Allah yolunda öldürülmeye can atarlar"(Buharî, Cihad, 6). Bu hadisten de, şehitlerin hayır - hasenat yapmak için dünyaya gelmeleri söz konusu olmadığını anlamak mümkündür. Ancak şehitlerin -diğer veliler gibi- bazen temessül etmeleri ve dünyada bazı kimselere görünmeleri, onların yardımına koşmaları ehl-i sünnet akidesine göre caizdir ve vakidir. "Allah yolunda öldürülenlere; “ölüler” demeyin. Bilâkis onlar diridirler. Fakat siz bunun farkında değilsiniz" (Bakara, 2/154), " Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma! Bilakis onlar diridirler. Rablerinin katında rızıklanmaktadırlar "(Al-i İmran, 3/169) mealindeki ayetlerde şehitlerin diğer ölülerden farklı bir konumda olduklarını ve kabir/berzah âlemindeki hayatları diğer ölülerin durumundan çok farklı olduğunu göstermektedir. " Allah yolunda öldürülenlere; “ölüler” demeyin. Bilâkis onlar diridirler. Fakat siz bunun farkında değilsiniz" (Bakara, 2/154), " Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma! Bilakis onlar diridirler. Rablerinin katında rızıklanmaktadırlar "(Al-i İmran, 3/169) mealindeki ayetlerde şehitlerin diğer ölülerden farklı bir konumda olduklarını ve kabir/berzah âlemindeki hayatları diğer ölülerin durumundan çok farklı olduğunu göstermektedir. Ey hitap mümkün olan herhangi bir kimse, yahut Ey Muhammed! "Allah yolunda öldürülen kimseleri ölüler zannetme". (Bakara Suresi, 169) İmam Ahmed b. Hanbel'in ve daha birçoklarının İbnü Abbas hazretlerinden rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte Allah'ın Resulü buyurmuştur ki: "Uhud'da kardeşleriniz şehid oldukça Allah Teâlâ onların ruhlarını yeşil kuşların içlerine koydu ki, cennetin ırmaklarından sulanırlar, meyvelerinden yerler ve Arş'ın gölgesinde asılmış altın kandillere giderler, istirahat ederler. Ne zaman ki yiyecek ve içecek yerlerinin hoşluğunu ve uyuyacak yerlerinin güzel letafetini taddılar, 'Nolaydı Allah'ın bize neler verdiğini kardeşlerimiz bilselerdi de cihaddan çekinmeseler, savaştan gocunmasalardı.' dediler. Allah Teâlâ da: 'Tarafınızdan ben onlara bunu tebliğ ederim.' buyurdu ve bu âyetleri indirdi. Tirmizî'nin "hasen", Hakim ve diğerlerinin "sahih" olarak Cabir b. Abdullah hazretlerinden tahric ettikleri bir hadis-i şerifte de şöyle rivayet edilmiştir: "Cabir (r.a.) dedi ki: Resulullah (s.a.v.) bana rastgeldi, 'Ey Cabir, seni üzgün görüyorum, niye?' dedi. 'Ey Allah'ın Resulü, dedim, babam şehit oldu, çoluk-çocuk ve borç bıraktı.' Buyurdu ki: 'Allah Teâlâ babanı ne şekilde kabul buyurdu sana müjde edeyim mi?' 'Evet' dedim. Buyurdu ki: 'Allah Teâlâ hiç kimseye perde arkasından başka bir şekilde kelâm söylemedi. Babanı ise diriltti de yüzüne karşı ona, 'Ey kulum, dile benden, vereyim sana.' dedi. O da: 'Ey Rabbim, bana hayat verirsin de senin yolunda ikinci defa öldürülürüm' dedi. Rabbi Teâlâ: 'Benden onlar bir daha dönmezler.' diye söyledi buyurdu. O da: 'Ey Rabbim, arkamdan tebliğ et.' dedi, Allah Teâlâ da bu âyeti indirdi." İkisinin de vukuu mümkün olduğu gibi bu, bir âyet; diğeri bir kaç âyet hakkında olması yönünden iki rivayet arasında zıtlık yoktur. Ve bu âyetlerin Uhud şehidleri sebebiyle inmiş olduğu hakkında haberler açıktır. Nitekim Bakara Sûresindeki (Bakara, 2/154) âyeti Bedir şehidleri sebebiyle inmiştir. O şehitler, arkalarından kendilerine katılmayan (yani şehit olmayıp hayatta kalan) bütün müminlerin sonunda korku ve üzüntüden kurtulup mesut olmalarıyla müjdelenir, sevinir ve neşeli olurlar. Bu şekilde demek ki kalanların din ve dünya selamet ve saadetiyle devamlı oluşu, şehitlerin rızıklandıkları refah ve sevincin sebeplerinden birini teşkil eder. Diğer bir mânâ ile, arkalarında mücahede eden ve henüz şehit olmak suretiyle kendilerine katılmamış bulunan gelecekteki şehitlerin, bugün çektikleri acı ve zahmete rağmen neticede şehit olarak, dünya ve ahiretin korku ve hüznünden bütün bütün kurtulacaklarını ve kendileri gibi mesut olacakları müjdesini alırlar da sevinirler. Şu halde geride savaşı kaybeden ve şehid olmaktan mahrum kalan ve düşman işgali altında inleyen ve özellikle dinlerinin yok olması tehlikesiyle karşı karşıya bulunanların halinden haberdar olurlarsa şehitlerin de üzgün olmaları gerekecektir. Demek oluyor ki, Allah Teâlâ şehitlere bunların durumlarını ya bildirmeyecek, ilgilendirmeyecek veya bildirdiği şekilde onları o üzüntüden koruyacak, lutfunun nimetiyle memnun edecektir. Çünkü Allah yolunda şehit olanlar "kendilerine hiçbir korku olmayanlar ve üzülmeyecek olanlar" dır. (Elmalılı, Tefsir) Kur’an-ı Kerim de şehitlerin ölmediğinin bildirilmesi onların kabir hayatına gitmedikleri anlamında değildir. Yani kendilerinin öldüğünün farkında değillerdir. Kendilerini hala yaşıyor zannediyorlar. Mesela iki adam düşünün. Rüyada çok güzel bir bahçede beraber bulunuyorlar. Biri rüya olduğunu bilir. Diğeri ise rüya olduğunun farkında değil. Hangisi daha mükemmel lezzet alır? Elbetteki rüya olduğunu bilmeyen. Rüya olduğunu bilen kimse, şimdi uyanırsam şu lezzet kaçacak diye düşünür. Diğeri ise tam ve gerçek lezzet alır. İşte normal ölüler, öldüklerinin farkında olduğu için lezzetleri eksiktir. Halbuki şehitler öldüklerini bilmediğinden aldıkları lezzet tamdır. "Dördüncü tabaka-i hayat: Şüheda hayatıdır. Nass-ı Kur'ân'la, şühedanın(şehitlerin), ehl-i kuburun(kabirde yatan normal ölülerin) fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet, şüheda, hayat-ı dünyevîlerini tarik-i hakta feda ettikleri için, Cenâb-ı Hak, kemâl-i kereminden, onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı âlem-i berzahta(kabir/berzah âleminde)onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar. Yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar, kemâl-i saadetle mütelezziz oluyorlar, ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar. Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir(yani: her ne kadar kabirde yatan diğer ölmüş insanların ruhları da bâkidir); fakat –onlar-kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saadet, şühedanın(şehitlerin) lezzetine yetişmez. Nasıl ki, iki adam bir rüyada cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rüyada olduğunu bilir; aldığı keyif ve lezzet pek noksandır. "Ben uyansam şu lezzet kaçacak" diye düşünür. Diğeri rüyada olduğunu bilmiyor; hakikî lezzet ile hakikî saadete mazhar olur. İşte, âlem-i berzahtaki emvat ve şühedanın hayat-ı berzahiyeden istifadeleri öyle farklıdır. Hadsiz vakıatla ve rivayatla, şühedanın bu tarz-ı hayata mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildikleri sabit ve kat'îdir. Hattâ, Seyyidü'ş-Şüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahu Anh, mükerrer vakıatla, kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi ve dünyevî işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vakıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve ispat edilmiş.” (Mektubat, s. 6).
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet Editör
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
islam-tr.org El Cevap:

ŞEHİTLERİN SAVAŞMASI

Prof.Dr.Abdulaziz Bayındır:'ın Şeyhlerle Sohbet Kitabından alınan bir Pasajla Cevaplıyoruz..

MÜRİT- Savaşlara katılan şehit ruhları için ne diyeceksin? Bunu düşmanlar bile kabul ediyor. Şehitler ölmediğine göre bu olamaz mı? Allahu Teâlâ şöyle buyurur: "Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin, zira onlar diridirler." (Bakara 2/154)

BAYINDIR- Ayetin sonunu da okuyun lütfen. Şehitlere büyük ikramı olan Allah Teâlâ buyuruyor ki, "..onlar diridirler ama siz bunu anlayamazsınız." Allah'ın "anlayamazsınız" dediği bir konuda akıl yürütmek, Allah'a karşı bilgiçlik taslamak olmaz mı?

Allah Teâlâ Müslüman orduları, şehit ruhları ile değil, meleklerle destekler. Bedir Savaşı'nda bu olmuştur:

"Doğrusu siz Bedir'de düşkün bir durumda iken Allah size yardım etmişti. Allah'tan sakının ki şükredebilesiniz.

O gün sen müminlere şunu diyordun: Rabb’inizin, indirilmiş üç bin melekle yardım etmesi size yetmez mi?"

Evet, yeter. Eğer sabreder ve sakınırsanız onlar da hemen üzerinize gelirlerse Rabbiniz size, nişanlı beş bin melekle yardım eder.

Allah bunu size, sırf bir müjde olsun ve böylece kalpleriniz yatışsın diye yapmıştır. Yoksa zafer, ancak güçlü ve Hakim olan Allah katından olur." (Al-i İmrân3/123-126)

"O gün Rabbin meleklere şunu vahyediyordu: "Ben sizinleyim, haydi inananlara destek olun; ben inkar edenlerin kalplerine korku salacağım. Haydi vurun boyunların üstüne! Vurun onların her parmağına." (Enfal 8/12)

Bedir Savaşı'na katılanlardan Ebû Davud el-Mâzinî diyor ki, Bedir'de müşrik erkeklerden birini vurmak için peşine düşmüştüm. Daha kılıcım boynuna inmeden başı yere düştü. Anladım ki, onu bir başkası öldürdü[1].

Bedir Savaşı'nda Ebu Cehil, Abdullah b. Mes'ûd'a şöyle demişti: "Bana öldürücü darbeyi sen mi vurdun yani? Bana bu darbeyi vuran, bütün gayretime rağmen mızrağımın ucu, atının tırnağına yetişmeyen kişidir[2]."

Kurtubî, yukarıdaki âyetle ilgili olarak şunu söylüyor: Düşman karşısında direnen ve Allah rızasını gözeten her ordunun yanına melekler gönderilir ve onlarla birlikte savaşırlar[3].

MÜRiT- Şehitler ölmediğine göre savaşlara niye katılmasınlar ki? Onların hayatını tam olarak anlayamazsak bir bölümünü de mi anlayamayız?

BAYINDIR- Böyle bir konuda konuşmak için ya Kur'an'a ya da sahih hadislere dayanmak gerekir. Geçmiş peygamberlerin veya eskiden şehit olmuş müminlerin ruhlarının Hz. Muhammed ile veya ashabıyla birlikte savaşa katıldıklarına dair tek bir delil yoktur.

Şehitlerle ilgili olarak şöyle buyruluyor: ".. onlar Rableri katında rızıklanmaktadırlar.

Allah kendilerine bol bol verdiği için sevinçlidirler. Arkalarından henüz kendilerine katılmamış olanlar hakkında korkulacak bir şey olmadığı ve onlar da üzülmeyeceği için mutludurlar.
Allah'ın nimetinden, onlara vereceği ikramiyeden, ve Allah'ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceğinden ötürü de mutludurlar." (Al-i imran 3/169-171)

İkramı bol olan Allah, kendi yolunda ölenleri diğer ölülerden ayırıp özel olarak ağırlıyor. Bunların savaşa gönderildiğini kabul etmek için delil gerekir. Böyle bir delil olmadığına göre şehitlerin savaşlara katıldığını kabul edemeyiz. Çünkü âyetlere göre savaşa katılanlar meleklerdir.

KAYNAKLAR


[1]- Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Tefsîr'ut-Taberî Beyrut 1412/1992, c.3, s. 423-424.

[2]- Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî el-Kurtubî, el-Cami' li Ahkâm'il-Kur'an, Beyrut 1408/1988, c. III, s.125.

[3]- Kurtubî, a.g.e., c.III, s. 125.
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
GÖRÜNMEZ ERENLER (Rical'ül-Gayb)

Prof.Dr.Abdulaziz Bayındır:'ın Şeyhlerle Sohbet Kitabından alınan bir Pasajla Cevaplıyoruz..

MÜRİT- Sen şimdi üçler, yediler, kırklar, kutuplar ve gavsları da mı kabul etmiyorsun?

Bilmez misin, velîlerin üstün vasıflı olanlarına “evtâd” (direkler) denir. Onların üstünde “revâsî” (dağlar) vardır. Bir felaket zamanında kullar evtâda yönelir, evtâd da revâsîye yönelir. Revâsîyi Kutup idare eder.
Kutuptan sonra gelen iki kişiye “imâmân” denir. Bunlardan birine “imam-ı yemîn”, diğerine “imam-ı yesâr” adı verilir. İmam-ı yemîn kutbun hükümlerine, imam-ı yesâr da hakikatine mazhardır. Kutup ölünce onun yerini imam-ı yesâr alır. Kutup ile iki imam, üçleri oluşturur.

Kutup en büyük velîdir. Bütün erenlerin başı, Allah’ın izniyle kâinatta tasarruf sahibidir.

Gavs: Darda kalındığında sığınılan ve istimdâd edilen yani yardım istenilen kutuptur. Darda kalan sûfiler, “Yetiş ya Gavs!” diye gavsa sığınırlar. Gavs, istimdad edene yardım elini uzatır. Abdülkadir Geylânî, “Gavs-ı a’zam” lakabıyla ünlüdür.

Ancak bütün bu sığınma ve istimdâdlar, zahirde gavsa ise de hakikatte Allah’adır. Çünkü alemde yegane mutasarrıf Allah Teâlâ’dır. Ondan başka fail-i mutlak yoktur. “Gavs” olarak bilinenler, esmâ ve sıfât-ı ilahî mazharıdırlar.

Bunlardan başka, sayıları bir rivayette sekiz, diğer bir rivayette kırk olan “nücebâ” ile, sayıları on ya da üç yüz olan “nukabâ” denilen ve insanların iç dünyalarından haberdar olan şahsiyetler vardır.

Genel olarak ricâlü’l-gayb ve gayb erenleri olarak anılan bu Hakk dostlarının makamı boş kalmaz. Ölenin yerine sırayla kendisinden sonraki yükseltilir[1].

BAYINDIR- Bu konuda bir dayanağınız var mı? Bunları neye dayandırıyorsunuz?

Bir de "Kutup en büyük velidir, bütün erenlerin başıdır ve Allah'ın izniyle kâinatta tasarruf sahibidir" diyorsunuz. Bu tanımınız Mekke müşriklerinin Kabe'yi tavaf ederken, "Emret Allah'ım, Senin hiçbir ortağın yoktur. Yalnız bir ortağın vardır ki, onun da bütün yetkilerinin de sahibi sensin[2]." demeleri gibi olmuyor mu?

MÜRİT- Allah dünyanın cismânî düzenini sağlamak için bazı insanların birtakım görevler üstlenmesini murâd ettiği gibi, alemdeki manevî ve ruhanî düzenin korunması, hayırların temini, kötülüklerin giderilmesi için de sevdiği bazı kullarını görevlendirmiştir. Bunlar büyük peygamberlerin yerine, onlardan bedel[3] kişilerdir. “Allah’ın yeryüzünü kendilerine musahhar kıldığı” kimseler olarak değerlendirilmiştir. Onlar alemin intizam sebebidir. İnsanların işlerini tanzim ettiklerine inanılır[4].

BAYINDIR- Bunlar Allah’ın yeryüzünü kendilerine musahhar kıldığı kimselerdir, diyorsunuz. Ama ifade tarzınız, buna pek inanamadığınızı gösteriyor.
Musahhar kılma, bir hedefe doğru zorla sürükleme demektir[5]. Türkçe karşılığı boyun eğdirmedir.
Bütün varlıklara hâkim olan Allah şöyle diyor:
"Denizi size musahhar kılan Allah'tır. Bu, içinde gemilerin buyruğuyla akıp gitmesi ve onun bol vergisinden payınızı aramanız içindir. Belki şükredersiniz.
"Göklerde ne varsa ve yerde ne varsa hepsini size o musahhar kılmıştır. İşte bunda, düşünenler takımı için esaslı dersler vardır." (Câsiye 45/12-13)

Allah'ın musahhar kılması ile denizde, göklerde ve yerde olan her şeyden yararlanırız. Onlar tüm insanlara musahhar kılınmıştır. Bunlara karşılık Allah'ın bizden istediği bir teşekkür, yani ona şükretmektir. Bugün bu nimetlerden gayrimüslimler daha çok yararlanmaktadır.
Musahhar kılma, kimi şahıslara ayrıcalık tanıma değildir. Sizin durumunuz, topraklarından geçen ana yola köprü yapılan köy halkının durumu gibidir. Açılışı yapan yetkili; "Köprü emrinizdedir." deyince, onu kendi malları sanmış, geçiş ücreti koymuş ve ödemeyeni geçirmemişlerdir. Bu suçtur. Çünkü o köprü yalnız o köyün değil, o yoldan geçen herkesin hizmetindedir, herkese musahhar kılınmıştır.

MÜRİT- Üçler, yediler, kırklar, kutuplar ve gavslar sıradan insanlar değil ki. Büyük peygamberlerin yerine, onlardan bedel kişilerdir.

BAYINDIR- Madem öyle, hangi peygambere "alemdeki manevî ve ruhanî düzenin korunması, hayırların temini ve kötülüklerin giderilmesi" görevi verilmiştir?

İnsana sınırlı yetki veren Allah, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme şöyle emrediyor:


قُلْ إِنِّي لَا أَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلَا رَشَدًا (21)


قُلْ إِنِّي لَنْ يُجِيرَنِي مِنْ اللَّهِ أَحَدٌ وَلَنْ أَجِدَ مِنْ دُونِهِ مُلْتَحَدًا (22) إِلَّا بَلَاغًا مِنْ اللَّهِ وَرِسَالَاتِهِ وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَإِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا (23)

21-"De ki: Benim size ne zarar vermeye gücüm vardır, ne de olgunlaştırmaya.
22-De ki: Beni Allah'ın azabından kimse kurtaramaz. Ben ondan başka bir sığınak da bulamam.

23- Benimkisi yalnız Allah'tan olanı, onun gönderdiklerini tebliğdir o kadar. Artık kim Allah'a ve onun elçisine baş kaldırırsa, ona içinde ebedi kalacakları cehennem ateşi vardır.." (Cin 72/21-23)

"Alemdeki manevî ve ruhanî düzenin korunması, hayırların temini ve kötülüklerin giderilmesi" yalnız ve yalnız Allah'ın elindedir. Bu konuda birilerini yetkili saymak şirk olur.

Eğer Hz. Muhammed'in gücü yetseydi kâfirleri imana zorlamak için her şeyi yapardı. Yüce Rabbimiz bu konuda şöyle buyurur:

وَإِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ إِعْرَاضُهُمْ فَإِنْ اسْتَطَعْتَ أَنْ تَبْتَغِيَ نَفَقًا فِي الْأَرْضِ أَوْ سُلَّمًا فِي السَّمَاءِ فَتَأْتِيَهُمْ بِآيَةٍ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدَى فَلَا تَكُونَنَّ مِنْ الْجَاهِلِينَ (35)

35-"Onların yüz çevirmesi sana ağır gelince yeri delmeye veya göğe merdiven dayamağa gücün yetseydi onlara bir mucize getirirdin. Eğer Allah dileseydi onları doğru yolda toplayıverirdi. Sakın ha, cahillerden olma." (En'am 6/35)

Mucize göstermek elçinin elinde değildir. Allah ne zaman isterse mucizeyi o zaman yaratır.

"And olsun ki, senden önce birçok elçi gönderdik; onların kimini sana anlattık, kimini de anlatmadık. Hiçbir elçi, Allah'ın izni olmadan bir mucize getiremez. Allah'ın buyruğu gelince iş gerçekten biter. İşte o zaman, boşa uğraşanlar hüsranda kalırlar."(Mümin 40/78)

KAYNAKLAR




[1]- Hasan Kamil YILMAZ, Altınoluk Mecmuası, Aralık 1995 sayısı.
[2]- Müslim, Hacc, 22, Hadis no 1185.
[3]- Bedel, bir şeyin yerini tutabilen şeye denir. Büyük peygamberlerden bedel olmak da onların yerini tutabilmek demektir.
[4]- Hasan Kamil YILMAZ, Altınoluk Mecmuası, Aralık 1995 sayısı.
[5]- Rağıb el-İsfahânî, el-Müfredât, s. 402, SHR maddesi.
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
Sorularla islamiyet'den alınıtıdır...

Kaynak Link:
Sorularla İslamiyet | GAVS, GAVSU'L-ÂZAM


GAVS, GAVSU'L-ÂZAM

Tasavvufta kâinatın yönetiminden sorumlu olduğuna inanılan velîler örgütünün başı. Kutub ve kutbu'l-aktâb (kutublar kutbu) da denir. Manevî makamı esas alındığında daha çok kutup ya da kutbu'l-aktâb denildiği halde, özellikle kendisinden yardım istenilmesi durumunda "yardım eden" anlamında gavs ya da gavsu'l-âzam (en büyük gavs) olarak anılır. Ancak gavs ve kutub kelimeleri mücerret olarak kullanıldığında gavsu'l-âzam ve kutbu'l-aktâb anlaşılır. Gavslık makamına ibâdet ve riyâzetin çokluğu ile ulaşılmaz; doğrudan doğruya Allah'ın bağışı neticesinde elde edilir.

Mutasavvıflara göre gavs ya da gavsu'l-âzam (eşanlamda kutub ve kutbu'l-aktâb) hakikat-i Muhammediye (Muhammedî hakikat)'ın mazharıdır. Bütün kâinatın kalbi mesabesindedir. Değirmen taşının milin (kutb) çevresinde dönmesi gibi kâinat da gavsın çevresinde döner. Kâinat içindeki bütün varlıklar hayat ruhlarını gavstan alırlar. Cebrâil onun nefs-i nâtıkası (ruhu, konuşması); Mikâil kuvvei câzibesi (çekme gücü) ve Azrâil kuvve-i dâfiası (itme gücü) hükmündedir. Kâinatta dilediği gibi tasarruf eder. Tasarrufu ilmine; ilmi, Allah'ın ilmine tabidir. Zâhiriyle âlemin zâhirini, bâtınıyla âlemin bâtınını idare eder.

Bazı mutasavvıflar gavslık (gavsiyet, kutbiyet) makamını ikiye ayırırlar. Birinci makam: İrşâd, ikinci makam: Vücud makamını oluşturur. İrşâd makamı, nübüvvetin bâtınını; vücud makamı da son nebi Hz. Muhammed'in bâtınını temsil eder. İrşâd makamı birden çok gavs tarafından temsil edilebilir, dolayısıyla aynı anda birçok gavs bulunabilir. Fakat vücud makamı ancak tek gavs tarafından işgal edilebilir; bu nedenle her yüzyılda ancak bir vücud gavsi vardır. Bu tarifte vücud gavsı, gavsu'l-âzam demektir. Gavsu'l-âzam'a ayrıca Abdullah, Abdu'l-Câmi adları da verilir.

Gavs'ın ya da gavsu'l-âzam'ın başkanlık ettiği veliler örgütüne ricâlu'l-gayb (gayb adamları, gayb erenleri) denir. Bunlar, Kur'an'ın, "Yeri döşedik ve oraya sabit dağlar (revâsi) yerleştirdik" (Kaf, 50/7) ayetinde andığı "dağlar" mesâbesindedir. Ricâlullah, merdân-ı huda, merdân-ı gayb, hükûmet-i sûfiye gibi adlarla da anılan ricâlu'l-gayb örgütünde gavs'ın altında İmaman (iki İmam) bulunur. Sağdaki imama, İmam-ı yemîn, soldaki imama; İmam-ı yesâr denir. İmam-ı yemîn, gavs'ın hükümlerinin, imamı yesâr gavs'ın hakîkatinin mazharıdır. Gavs öldüğü zaman yerine İmam-ı yesâr geçer. Üçler de denilen gavs ile imaman'ın altında yeryüzünün dört yönünü yöneten evtâd-ı erbaa (dört direk) bulunur. Daha aşağıda ise nüceba (necibler, sekiz ya da kırk veli) ve nükebâ (nakibler, denetçiler, on ya da üçyüz veli) yeralır.

Başka bir tasnife göre, ricâlu'l-gayb toplam dörtbin velîden oluşur. Bunlar halktan gizlidirler (mektûm). Bunlar içinde ahyâr (hayırlılar) adı verilen üçyüz velî, ilk üst grubu oluşturur. Ahyâr, işlerin yapılmasına ya da yapılmamasına karar veren ehl-i hal ve'l-akd velîler, komutan velîlerdir. Bunların üstünde kırk velîden oluşan ve abdâl, büdelâ denilen velîler; bunların üstünde de ebrâr (iyiler) denilen yedi velî yer alır. Örgütün en üst mertebelerini de dört velîden oluşan evtâd (direkler); üç velîden oluşan nükebâ (denetçiler) ve gavs (ya da gavsu'l-âzam) işgal ederler. Ricâlu'l-gayb, yardımlaşarak kâinatı idare ederler.

Bu görüşlerin bir kısmında ifrat var ise tamamen inkar etmeyen zatlar da vardır.
 
DAVA Çevrimdışı

DAVA

İslam-tr Sakini
Site Emektarı
kardes bu site yanlis anlamadiysam Ihlascilara ait, birsürü Mevzu asli astari olmayan kaynaklari dagitmada birinci saftalar :)

buna benzer birsürü siteleri mevcut
 
Üst