Selefiye, İslam tarihi boyunca iki şekilde belirmiştir:
Birincisi: İki asıl (Kitap ve Sünnet) ile ilişkisi yönünden ilmi bir menhectir. Çünkü Selefiye, hareket ve hayat için istenilen hükümleri elde etmeye çalışırken sadece Kitap ve Sünnet’e başvurur.
İkincisi: Bu metodun uygulaması yönünden amel ve davranıştır.
Selefiye, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabının ilmen ve amelen yürüdükleri yoldur. İşte Selefiye budur ve böyle olması gerekmektedir. Allahu Teala’nın, bu ilmi ve ameli yola olan merhametinin belirtilerinden biri, bu yol ile en üst seviyede ilişki kurmalarının bir sonucu olarak; kendileri yol ile yol da kendileriyle özdeşleşen kimseler ortaya çıkarmasıdır. İşte bu meydana geldiğinde, bu yolun ismi, bunların şahsiyetleriyle ilişkilendirilip, kendilerine bizzat yolun ismi verilen ve yolu uygulama konusunda herkesten önde olan kişilere “Selef” denildi.
Tabiin, hedefe ulaştırmaları ve selef olmaları nedeni ile Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabına uydular.
Tabii’nden sonra gelenler de, hedefe ulaştırmaları ve selef olmaları nedeni ile Tabiilere uydular ve bu ittiba, bu şekilde devam etti. İkinci asrın sonlarıyla üçüncü asrın başlarında bid’atların çoğalması ve özellikle de bid’atçı kelam ehlinin, Kitap ve Sünnet ile ilişkili icat ettikleri yeni bir takım yollar takdim etmeleri ve böylece işlerin karışması üzerine Ehl-i Sünnet, bu yolu diğer yollardan, selefin yoluna uyan kimseleri de sonradan gelenlere uyanlardan ayırt etmek için harekete geçti ve bu bağlamda ilim ehlinden bazıları bu yolun öncüleri ve ölçüleri olarak kabul edildi. İmam Kurci, “Tenkih’ül-Füsul Fi’l-Usuli Ani’l-Eimmet’il-İsna Aşer’il-Fuhul” isimli eserinde bu öncü isimlerin şunlar olduğunu zikreder: Malik, Şafi, Süfyan Es-Sevri, Abdullah bin Mübarek, Leys bin Sa’d, İshak bin Raheveyhi, Ahmed bin Hanbel, Süfyan bin Uyeyne, Evzai, Muhammed bin İsmail el-Buhari, Ebu Zür’a ve Abu Hatim er-Raziyan.( Bkz: İbn-i Teymiye, Der’u Taarudü’l Akli ve’n-Nakl, 2/95–98)
Tabi ki, bu konuda zikredilecek âlimler sadece bunlardan ibaret değildir. Ancak, diğer âlimler bunlara tabi oldukları için sadece bunlar zikredilmiştir. Buraya kadar yaptığımız açıklamadan sonra konuyu maddeler halinde şöyle özetlemek istiyoruz:
1- Her sloganın altında gerçekler ve yalanlar olduğu gibi, Selefiye’de de hem gerçeklik hem de gerçek dışılık bulunmaktadır. Bu nedenle kullanılan sloganın da önem ve zaruretine rağmen, sloganlara göre değil, gerçeklere göre hareket etmek gerekir.
2- Selefiye, ilmi ve ameli bir yol olup, bu yolun önderleri Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem sahabeleridir. Diğerleri ise sahabelere tabidirler. Bu nedenle, yanlışları düzelterek insanları doğruya iletme hakkı sadece sahabelere aittir.
3- Selefiye’yi, hareket ve hayat hakkındaki anlayışının isabetliliğine emin olunmayan bazı şahıslarda özdeşleştiren kimselerin hata ve inhiraflarını ve yine Selefiye’yi bir örgüt, bir parti veya bir teşkilat olarak görenlerin dalalet ve bid’atçılıklarını anlamamız gerekmektedir. Bundan daha sapık olanlar ise, “falan kişi selefidir veya falan kişi selefi değildir” şeklinde Selefiye ismini fertlerle ilişkilendirenlerdir. Yine Selefiye’yi kendine sempati duyulan veya kendisine düşmanlık beslenilen fıkhi bir mezhep olarak görenlerin hata ve inhiraflarını da anlamamız gerekmektedir.
Sihirbazların yolu, gerçekleri gizlemek ve insanlara olduğundan farklı göstermektir. Sihirbazlar; her zaman, ya şeytana dayanan hayal yoluyla insanların gözlerinde eşyanın suretini değiştirirler, ya da sözlü sihir yoluyla zihinlerde eşyanın hakikatini değiştirirler. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bu iki gruptan da şiddetle sakındırmış ve ümmetini bunlardan gelecek tehlikelere karşı uyarmıştır. Ehl-i Sünnet biliyor ki, insanlık tarihinin en büyük sihirbazı; ahir zamanda ortaya çıkarak gözbağcılık ve hokkabazlıklarıyla insanları Allahu Teala’nın Tevhidi konusunda fitneye düşürecek olan Deccal’dir. Müminlerin ona aldanmamaları ve göstereceği hokkabazlıkları gerçekle karıştırmamaları için, onun gerçek yüzünü açıklayan birçok hadis-i şerif bulunmaktadır. Rahmet ve iyilik Peygamberi olan Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir hadis-i şeriflerinde yukarıda zikredilen sihirbazların her iki kısmından da sakındırmıştır. İmam Ahmed’in, Musnedi’nde Deccal ile ilgili rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır: “Ümmetim hakkında Deccal’den daha tehlikeli olanlar ise; sapık imamlardır.”[ Senedi sahihtir]
Bu hadis ile Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir taraftan Deccal fitnesini ortaya koyarken, bir taraftan da sapık imamların ortaya çıkarılmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Bazı hadislerde, dünyadaki en büyük fitnenin Deccal olduğu rivayet edilmekle beraber, bu hadis, sapık imamların fitne, kötülük ve fesad bakımından Deccal’den de büyük olduğunu göstermektedir. O halde sapık imamlar kimlerdir?
İmam: İlmi veya ameli herhangi bir hususta kendisine uyulan kimse demektir. Allahu Teala şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de.” [4 Nisa/59] İbn-i Kesir Rahimehullah, âlimlerin ayette geçen “sizden olan emir sahiplerine” ifadesi ile ilgili açıklamalarını ve bunların âlimler mi, idareciler mi olduğu hakkındaki ihtilaflarını zikrettikten sonra, özetle bunların, hem âlimleri ve hem de idarecileri kapsadığını söylemektedir.
O halde sapık imamlardan maksat, hem sapık idareciler ve hem de sapık âlimlerdir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, insanların salâhını bu iki grubun salâhına bağladığı gibi, fesatlarını da onların fesadına bağlamaktadır. İbn-i Mübarek Rahimehullah şöyle der: “Dini, hükümdarlardan, kötü âlimler ve rahiplerden başkası bozmadı.”
İdarecilerin Fesadı
İmam Buhari’nin, Sahih’inde rivayet ettiğine göre, Ahmesoğullarından bir kadın Ebu Bekir’e Radıyallahu Anhu şöyle sordu: “Cahiliyyeden sonra Allah’ın bizlere nasip ettiği bu durum üzerinde ne kadar kalacağız?” Ebu Bekir Radıyallahu Anhu: “İmamlarınız istikamet üzerinde bulunduğu sürece” dedi. Bunun üzerine kadın: “İmamlar da kimdir?” dedi. Ebu Bekir Radıyallahu Anhu şöyle cevap verdi: “Kavminin, kendisine itaat ettikleri reisleri olmadı mı?” dedi. Kadın: “Oldu” deyince, Ebu Bekir Radıyallahu Anhu: “İşte insanların imamları onlardır” diye cevap verdi.”[Buhari, Hadis no: 3934]
İdarecilerin salâhı; İslam’la amel etmeleri, şeriatı uygulamaları ve hükümlerinde adil olmalarına; fesatları ise, Allahu Teala’nın dinini terk etmelerine ve insanlar arasında onun hükümleriyle amel etmemelerine bağlıdır. Ki, Ebu Bekir Radıyallahu Anhu, “İmamlarınız istikamet üzerinde bulunduğu sürece” diyerek, insanların fesadını imamların fesadına bağlamıştır. Hafız İbn-i Hacer Rahimehullah bu hadisin şerhinde şöyle der: “İmamlarınız sizin için istikamet üzere olduğu sürece” sözü, insanların, yöneticilerinin dini üzerinde olduğunun belirtilmesi içindir. İmamlardan kim bu durumu değiştirirse, hem kendisi sapar ve hem de halkı saptırır.”[Fethu’l-Bari 7/151]
İdarecilerin hayattaki önem ve değerlerinden dolayı Şari’, Müslümanları, kendilerine bir zarar gelse dahi, idarecilerini düzeltmek için onları kontrol altında tutmalarını ve gereken çabayı göstermelerini emredip teşvik etmektedir. Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır: “Cihadın en faziletlisi (üstünü), zalim sultanın yanında hakkı söylemektir.”[ Ahmed, sahih bir sened ile Ebu Ümame’den rivayet etmiştir]
Tabi ki bütün bunlar, Müslüman idareciler hakkındadır. Kâfir idarecilere gelince, Müslümanların mutlaka onları azledip işbaşından uzaklaştırmaları gerekmektedir. Kadı İyad şöyle der: “Şayet idareci dinden çıkar veya şeriatı değiştirir ya da bid’at ehlinden oluverirse, idarecilik vasfını kaybederek itaatı düşer ve Müslümanların onu azledip uzaklaştırmaları gerekir.”
Âlimlerin Fesadı
Buhari ve Müslim’in, Abdullah bin Amr bin As’tan Radıyallahu Anhu merfu olarak rivayetlerine göre Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “Allahu Teala ilmi, çekip alarak değil, âlimleri çekip alarak bitirir. Âlim kalmayınca, insanlar cahil liderler edinirler. Bunlar da kendilerine sorulan sorulara bilmeden fetva verirler, hem kendileri sapıtır, hem de başkalarını saptırırlar.”
Birçok ilim ehli; örnek salih imamları, onların güzel davranış ve sözlerini, insanlara ve memleketlere dokunan iyiliklerini; zalim idarecilerin zulüm ve fesatlarına karşı çıkan örnek âlimleri; davranışlarıyla isimlerini İslam tarihine hayırlı kimseler olarak geçirenleri zikretmek için adeta kendi nefislerini adamışlardır. Ancak bunları zikrederken karşı cepheyi yani sapık idarecileri ve sapık âlimleri de unutmamışlardır. Ben, hakkın karşısında durup yok etmek isteyen veya insanların arasında sapık düşünceleri yaymak için dini kisvelerini istismar etmek isteyen sapık âlimlerin prensiplerini zikredeceğim. Çünkü bunlar, bugün ve yarın bu sapıkların ortaya çıkarılması için Müslüman gence yardımcı olacaklardır. Zikredeceklerim, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in, sözlerinde ve kitaplarında sakındırdıkları prensiplerden başkası değildir.
Birincisi: İki asıl (Kitap ve Sünnet) ile ilişkisi yönünden ilmi bir menhectir. Çünkü Selefiye, hareket ve hayat için istenilen hükümleri elde etmeye çalışırken sadece Kitap ve Sünnet’e başvurur.
İkincisi: Bu metodun uygulaması yönünden amel ve davranıştır.
Selefiye, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabının ilmen ve amelen yürüdükleri yoldur. İşte Selefiye budur ve böyle olması gerekmektedir. Allahu Teala’nın, bu ilmi ve ameli yola olan merhametinin belirtilerinden biri, bu yol ile en üst seviyede ilişki kurmalarının bir sonucu olarak; kendileri yol ile yol da kendileriyle özdeşleşen kimseler ortaya çıkarmasıdır. İşte bu meydana geldiğinde, bu yolun ismi, bunların şahsiyetleriyle ilişkilendirilip, kendilerine bizzat yolun ismi verilen ve yolu uygulama konusunda herkesten önde olan kişilere “Selef” denildi.
Tabiin, hedefe ulaştırmaları ve selef olmaları nedeni ile Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabına uydular.
Tabii’nden sonra gelenler de, hedefe ulaştırmaları ve selef olmaları nedeni ile Tabiilere uydular ve bu ittiba, bu şekilde devam etti. İkinci asrın sonlarıyla üçüncü asrın başlarında bid’atların çoğalması ve özellikle de bid’atçı kelam ehlinin, Kitap ve Sünnet ile ilişkili icat ettikleri yeni bir takım yollar takdim etmeleri ve böylece işlerin karışması üzerine Ehl-i Sünnet, bu yolu diğer yollardan, selefin yoluna uyan kimseleri de sonradan gelenlere uyanlardan ayırt etmek için harekete geçti ve bu bağlamda ilim ehlinden bazıları bu yolun öncüleri ve ölçüleri olarak kabul edildi. İmam Kurci, “Tenkih’ül-Füsul Fi’l-Usuli Ani’l-Eimmet’il-İsna Aşer’il-Fuhul” isimli eserinde bu öncü isimlerin şunlar olduğunu zikreder: Malik, Şafi, Süfyan Es-Sevri, Abdullah bin Mübarek, Leys bin Sa’d, İshak bin Raheveyhi, Ahmed bin Hanbel, Süfyan bin Uyeyne, Evzai, Muhammed bin İsmail el-Buhari, Ebu Zür’a ve Abu Hatim er-Raziyan.( Bkz: İbn-i Teymiye, Der’u Taarudü’l Akli ve’n-Nakl, 2/95–98)
Tabi ki, bu konuda zikredilecek âlimler sadece bunlardan ibaret değildir. Ancak, diğer âlimler bunlara tabi oldukları için sadece bunlar zikredilmiştir. Buraya kadar yaptığımız açıklamadan sonra konuyu maddeler halinde şöyle özetlemek istiyoruz:
1- Her sloganın altında gerçekler ve yalanlar olduğu gibi, Selefiye’de de hem gerçeklik hem de gerçek dışılık bulunmaktadır. Bu nedenle kullanılan sloganın da önem ve zaruretine rağmen, sloganlara göre değil, gerçeklere göre hareket etmek gerekir.
2- Selefiye, ilmi ve ameli bir yol olup, bu yolun önderleri Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem sahabeleridir. Diğerleri ise sahabelere tabidirler. Bu nedenle, yanlışları düzelterek insanları doğruya iletme hakkı sadece sahabelere aittir.
3- Selefiye’yi, hareket ve hayat hakkındaki anlayışının isabetliliğine emin olunmayan bazı şahıslarda özdeşleştiren kimselerin hata ve inhiraflarını ve yine Selefiye’yi bir örgüt, bir parti veya bir teşkilat olarak görenlerin dalalet ve bid’atçılıklarını anlamamız gerekmektedir. Bundan daha sapık olanlar ise, “falan kişi selefidir veya falan kişi selefi değildir” şeklinde Selefiye ismini fertlerle ilişkilendirenlerdir. Yine Selefiye’yi kendine sempati duyulan veya kendisine düşmanlık beslenilen fıkhi bir mezhep olarak görenlerin hata ve inhiraflarını da anlamamız gerekmektedir.
Sihirbazların yolu, gerçekleri gizlemek ve insanlara olduğundan farklı göstermektir. Sihirbazlar; her zaman, ya şeytana dayanan hayal yoluyla insanların gözlerinde eşyanın suretini değiştirirler, ya da sözlü sihir yoluyla zihinlerde eşyanın hakikatini değiştirirler. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bu iki gruptan da şiddetle sakındırmış ve ümmetini bunlardan gelecek tehlikelere karşı uyarmıştır. Ehl-i Sünnet biliyor ki, insanlık tarihinin en büyük sihirbazı; ahir zamanda ortaya çıkarak gözbağcılık ve hokkabazlıklarıyla insanları Allahu Teala’nın Tevhidi konusunda fitneye düşürecek olan Deccal’dir. Müminlerin ona aldanmamaları ve göstereceği hokkabazlıkları gerçekle karıştırmamaları için, onun gerçek yüzünü açıklayan birçok hadis-i şerif bulunmaktadır. Rahmet ve iyilik Peygamberi olan Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir hadis-i şeriflerinde yukarıda zikredilen sihirbazların her iki kısmından da sakındırmıştır. İmam Ahmed’in, Musnedi’nde Deccal ile ilgili rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır: “Ümmetim hakkında Deccal’den daha tehlikeli olanlar ise; sapık imamlardır.”[ Senedi sahihtir]
Bu hadis ile Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir taraftan Deccal fitnesini ortaya koyarken, bir taraftan da sapık imamların ortaya çıkarılmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Bazı hadislerde, dünyadaki en büyük fitnenin Deccal olduğu rivayet edilmekle beraber, bu hadis, sapık imamların fitne, kötülük ve fesad bakımından Deccal’den de büyük olduğunu göstermektedir. O halde sapık imamlar kimlerdir?
İmam: İlmi veya ameli herhangi bir hususta kendisine uyulan kimse demektir. Allahu Teala şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de.” [4 Nisa/59] İbn-i Kesir Rahimehullah, âlimlerin ayette geçen “sizden olan emir sahiplerine” ifadesi ile ilgili açıklamalarını ve bunların âlimler mi, idareciler mi olduğu hakkındaki ihtilaflarını zikrettikten sonra, özetle bunların, hem âlimleri ve hem de idarecileri kapsadığını söylemektedir.
O halde sapık imamlardan maksat, hem sapık idareciler ve hem de sapık âlimlerdir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, insanların salâhını bu iki grubun salâhına bağladığı gibi, fesatlarını da onların fesadına bağlamaktadır. İbn-i Mübarek Rahimehullah şöyle der: “Dini, hükümdarlardan, kötü âlimler ve rahiplerden başkası bozmadı.”
İdarecilerin Fesadı
İmam Buhari’nin, Sahih’inde rivayet ettiğine göre, Ahmesoğullarından bir kadın Ebu Bekir’e Radıyallahu Anhu şöyle sordu: “Cahiliyyeden sonra Allah’ın bizlere nasip ettiği bu durum üzerinde ne kadar kalacağız?” Ebu Bekir Radıyallahu Anhu: “İmamlarınız istikamet üzerinde bulunduğu sürece” dedi. Bunun üzerine kadın: “İmamlar da kimdir?” dedi. Ebu Bekir Radıyallahu Anhu şöyle cevap verdi: “Kavminin, kendisine itaat ettikleri reisleri olmadı mı?” dedi. Kadın: “Oldu” deyince, Ebu Bekir Radıyallahu Anhu: “İşte insanların imamları onlardır” diye cevap verdi.”[Buhari, Hadis no: 3934]
İdarecilerin salâhı; İslam’la amel etmeleri, şeriatı uygulamaları ve hükümlerinde adil olmalarına; fesatları ise, Allahu Teala’nın dinini terk etmelerine ve insanlar arasında onun hükümleriyle amel etmemelerine bağlıdır. Ki, Ebu Bekir Radıyallahu Anhu, “İmamlarınız istikamet üzerinde bulunduğu sürece” diyerek, insanların fesadını imamların fesadına bağlamıştır. Hafız İbn-i Hacer Rahimehullah bu hadisin şerhinde şöyle der: “İmamlarınız sizin için istikamet üzere olduğu sürece” sözü, insanların, yöneticilerinin dini üzerinde olduğunun belirtilmesi içindir. İmamlardan kim bu durumu değiştirirse, hem kendisi sapar ve hem de halkı saptırır.”[Fethu’l-Bari 7/151]
İdarecilerin hayattaki önem ve değerlerinden dolayı Şari’, Müslümanları, kendilerine bir zarar gelse dahi, idarecilerini düzeltmek için onları kontrol altında tutmalarını ve gereken çabayı göstermelerini emredip teşvik etmektedir. Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır: “Cihadın en faziletlisi (üstünü), zalim sultanın yanında hakkı söylemektir.”[ Ahmed, sahih bir sened ile Ebu Ümame’den rivayet etmiştir]
Tabi ki bütün bunlar, Müslüman idareciler hakkındadır. Kâfir idarecilere gelince, Müslümanların mutlaka onları azledip işbaşından uzaklaştırmaları gerekmektedir. Kadı İyad şöyle der: “Şayet idareci dinden çıkar veya şeriatı değiştirir ya da bid’at ehlinden oluverirse, idarecilik vasfını kaybederek itaatı düşer ve Müslümanların onu azledip uzaklaştırmaları gerekir.”
Âlimlerin Fesadı
Buhari ve Müslim’in, Abdullah bin Amr bin As’tan Radıyallahu Anhu merfu olarak rivayetlerine göre Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “Allahu Teala ilmi, çekip alarak değil, âlimleri çekip alarak bitirir. Âlim kalmayınca, insanlar cahil liderler edinirler. Bunlar da kendilerine sorulan sorulara bilmeden fetva verirler, hem kendileri sapıtır, hem de başkalarını saptırırlar.”
Birçok ilim ehli; örnek salih imamları, onların güzel davranış ve sözlerini, insanlara ve memleketlere dokunan iyiliklerini; zalim idarecilerin zulüm ve fesatlarına karşı çıkan örnek âlimleri; davranışlarıyla isimlerini İslam tarihine hayırlı kimseler olarak geçirenleri zikretmek için adeta kendi nefislerini adamışlardır. Ancak bunları zikrederken karşı cepheyi yani sapık idarecileri ve sapık âlimleri de unutmamışlardır. Ben, hakkın karşısında durup yok etmek isteyen veya insanların arasında sapık düşünceleri yaymak için dini kisvelerini istismar etmek isteyen sapık âlimlerin prensiplerini zikredeceğim. Çünkü bunlar, bugün ve yarın bu sapıkların ortaya çıkarılması için Müslüman gence yardımcı olacaklardır. Zikredeceklerim, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in, sözlerinde ve kitaplarında sakındırdıkları prensiplerden başkası değildir.