İnsanlar eğlenmek ister de niçin eğlenceyi dini bir kılıfla kamufle etmeye çalışırlar bunu anlamak pek kolay değil. (1)
Eğlence fuarlarında dönme dolaplara binip güle oynaya, eğlenen, korkusundan bağıran, üstüne başına kusan insanlar vardır. Onlar bu işi sevap diye yapmazlar. Hatta biri gelse bu dolapta dönmek sevapmış dese gülerler. Bu dolaplara binip Allah'ı zikretmeyi kendine meslek edinmiş kimseyi de duymamışız. Tabi bu ilerde böyle bir zikir merasimi çıkmayacağı anlamına gelmiyor.
Hal böyleyken, birileri düdükçünün üfürmesiyle hareketlenip, plakların üzerinde dönen biblolar gibi dönerek sevap işlemek gibi bir keşfin tadını çıkarıyorlarmış. Daha sonraları böyle bir meslek alanı oluşacağından haberi olmayan bu kaşifler, keşiflerini turist çekmek için de başlatmamışlar. Amma her şeyin ucunda para arayan insanoğlu bu işi de kazanç kapısı bilmiş. Nasıl ki mevlidhânlar mevlid okur para kazanır, hafızlar Kur'an okur para kazanır, birileri de düdük üfürür, ilahi okur döner, seyrettirir para kazanır olmuş. Bu işleri para için yaptıkları halde iyi bir meslek icra eder havaları, sevap da işliyoruzdur heyulâları şeytanın teşvik kredilerinden sadece birkaçıdır. Müslüman (!) oldu diye her şeyden vaz mı geçsin adamlar (!) Bu eğlenceyi icad eden eski kaşiflerin maksadı bir eğlenceye dini kisve giydirmek ve eğlenen dindarlar olmak, eğlenceyle bari olsun insanları dine bağalamaktı belki. Bu hüsn-ü zan ile onları dinimizi bozmak isteyen bid’atçılar ithamından korumak istesek de, Allah işin aslını bilmektedir.
Dönerek zikir, dönerek tefekkür, dönerek uçan sarhoşlar olmak, üflenen neyin ezgisinde nefsi terbiye etmek… gibi çeşit çeşit bid’atları dinmiş gibi yaygınlaştıranlar, bu bid’atlarla gerçek İslam’ı perdelemiş, kendilerinden önce dini tahrif edenler gibi onlar da Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) in öğrettiği ibadetlerle yetinmeyip, kendi hevalarının da ilah gibi din teşri etme arzusunu ihmal etmemişlerdir. Allah azze ve celle buyurmuştur ki: 'Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? ' (Furkan 43)
İnsan karışık duygularla dolu kalbini yokladığında görecektir ki, hayatta kendisi eliyle icra edilen birçok iş sadece nefsinin arzuladığı haklılıklar, işine gelen adalet, ayıbını örten dindarlık, kibrini okşayan tevazulardan ibarettir. Tabiri caizse bu kalp bir çöplüktür ve nefsini ilah edinmeye meyillidir. İhdina’s sırâta’l müstekıym (bizi dosdoğru yola ilet) diyen bir müslümana yakışan, dosdoğru yolu göstermek için binlerce peygamber gönderen Allah'ın kitabına ve peygamberinin sünnetine sımsıkı tutunmak ve onun dışında yollara sapmamaktır.
Kur'anın ve sahih sünnetin yolu sıratı müstekıym’dir. Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammedin onun kulu ve rasulü olduğuna inandıktan sonra kul bu sırat-ı müstekıym yolu üzerine oturmuştur, fakat ayağa kalkmalı ve hayat devam ettiği sürece bu yolda yürüyüş devam etmelidir. Kimse olduğu yerde bekleyemez. Niçin? Çünkü şeytanlaşmış insanlar ve şeytanlar ve nefis sürekli kulu saptırmaya uğraşır. Şüpheler ilka eder, başka yollara çekmek için kolundan tutar çekerler. Onların çektiği yolun sıratı müstekıymden dışarıda olup olmadığını bilmek ise bilgiyle olur. Kur’anı okuyup anlamayan, sünneti öğrenmemiş bir adam ayaklarının hangi yol üzerinde olduğunu hiçbir zaman bilemez.
Nasıl ki bir arkadaşı kendisini bir içki meclisinde oturmaya çağırsa, hayasızlığı izlemeye çağırsa bu çağrı şeytanidir ve ahlaken sıratı müstekıymden çıkıştır. Hurafe ve bid’atların menkıbeler şeklinde insanların kalplerine yerleştirildiği sohbetlere de çağırsa, sema ayinlerine, halay çekerek zikir yapmaya da çağırsa bu çağrı şeytanidir ve iştirak eden insanın niyeti sevap kazanmak olduğu halde sıratı müstekıymden çıkıştır. Sema ayinleri, ilahi adı altında şarkıcılık, ud, cümbüş, tef, ney ve daha birçok enstrümanla besteleri çalınan tasavvuf mûsikîsi denilen haddi aşmışlıklar için açıkça soruyorum; “bu hangi İslam? ” Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) in ve ashabının dahi şeytanın mizmarıdır deyip kulaklarını kapadığı bu çalgılarla dans ettiklerini iddia edecek bir iftiracı varsa -ki böyleleri dinimizi bozmak için var- iddiasını isbat edeceği delilini getirsin.
Müzekkin Nüfus kitabının sahibi Eşrefoğlu Rumi böyle bir iftiraya kitabında yer vermiştir. O der ki: Rasulullah ve dörtyüz sahabisi kendinden geçinceye kadar ve hırkası sırtından düşünceye kadar raks etti (oynadı, dans etti) ve sonra hırkanın düşmesiyle raks bitti, düşen hırkayı ashabı kapıştılar, aralarında dörtyüz parçaya böldüler. Bir kere dörtyüz sahabinin şahit olup bizzat içinde bulunduğu bu olayı kim rivayet etmiş diye sormadan ve bu rivayet hangi hadis kitabında geçiyor demeden, bu anlatılanlara inanalım mı? Bu iftirayı bağrımıza basıp, bu ibadettir diye köçekleşelim mi? Hayır kıyamete kadar hangi dinden olduğu belirsiz şeytanlar bizim dinimizi bozmaya çalışacaklardır. Bu sebeple biz Sıratı müstekıym olan Kur’anın ve pak sünnetin dışında yeni yollar ihdas edenlerin ve dalalete çağıranların çağrısına bakmamalıyız. Böyle bir hadis var mı yok mu diye araştıramayan insan için peygamberiyle biraz olsun tanışmak bile ayaklarını sağlamlaştırmaya yetecektir.
Şimdi düşünüyoruz; bu hangi edep ki, Habeşli kölelerin kılıç kalkan oyunlarını dahi çirkin gören Ebu Bekr, bir kaval sesine kulaklarını tıkayan İbn-i Ömer ve perde ehli kızlar kadar utangaç bir peygamber, gûya dans ettiler, raks ettiler, sema edip döndüler(!)
Bunların hiçbiri olmadığı halde, bu hangi din sahibi iftiracı ki, peygambere ve dörtyüz sahabisine iftira ederek, “bu sünnettir” diye yutturmaya ve ümmeti dansa raksa, semaa teşvik etmektedir. (2)
İnsanın ayağını sıratı müstekıymden kaydırmak için dinimize sapkınlığı yamayan ve bu yamalıklara din süsü veren deccallerin şerrinden ancak dinimizi sahih kaynaklardan öğrenerek kurtulabiliriz. İnsanları başına toplayan, kasıtlı olarak dini bozmak istemese de, kendisi dinin cahili olan adamların da kendi vebali bir yana, o cemaatin hali ne olacak. Sahih dini öğrenemedikleri bu toplantılarda ayakları sıratı müstekıym üzere kalacak mı? Şayet bu iş böyle yürüyorsa imtihan bunun neresinde? Bir hadis öğrenmek için diyar diyar gezen Buhari’nin çabaları boşuna mıydı? Yoksa şimdi ciltler dolusu hadis kitapları elinin altında olduğu halde açıp okumayan adam mı karlı bir iş yapmaktadır?
[1] İhyau'ulumi'd-din Cilt 2 - İmam Gazali, Bedir Yay., Tercüme: Ahmed Serdaroğlu, İstanbul 1985 Gazali’ye göre “Sema (dönüş) keşfe sebep olabilir. Uyanıkken hakkı müşahade eder veya gayb’tan kendine sesler gelir.” yalanı! (S.724-725) Keşif sebeblerinin birisi de, semâ'ın yardımı ile kalb neş'esinin uyanmasıdır. Bu sayede daha önce güç yetiremediği şeyleri müşahedeye güç yetirir. Nitekim deve, devecinin sarkıları sayesinde daha önce taşıyamadığı ağır yükleri taşıyabilmesi gibi. Devenin işi ağır yükleri taşımak olduğu gibi, kalbin işi de melekûtun esrarını düşünmek ve keşf yolu ile müşahede etmektir. İşte bu sebeblerdendir ki semâ', keşfe sebeb olabilir. Belki kalb temizlenip cilâlandığı zaman, basiret gözü ile uyanıklık hâlinde Hakk'ı müşahede eder veya hafiften [gâib ten] kendisine sesler gelebilir. Uyku halinde de rüya ile bunlara ulaşabilir. Rüya ise nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür.
[2] Eşrefoğlu Rumî’nin kitabında naklettiği bu rivayetin uydurma oluşuyla ilgili bakınız. (İmam Şâtıbî El-İ’tisâm ter. sf.252 Kitap Dünyası yayınları)
Eğlence fuarlarında dönme dolaplara binip güle oynaya, eğlenen, korkusundan bağıran, üstüne başına kusan insanlar vardır. Onlar bu işi sevap diye yapmazlar. Hatta biri gelse bu dolapta dönmek sevapmış dese gülerler. Bu dolaplara binip Allah'ı zikretmeyi kendine meslek edinmiş kimseyi de duymamışız. Tabi bu ilerde böyle bir zikir merasimi çıkmayacağı anlamına gelmiyor.
Hal böyleyken, birileri düdükçünün üfürmesiyle hareketlenip, plakların üzerinde dönen biblolar gibi dönerek sevap işlemek gibi bir keşfin tadını çıkarıyorlarmış. Daha sonraları böyle bir meslek alanı oluşacağından haberi olmayan bu kaşifler, keşiflerini turist çekmek için de başlatmamışlar. Amma her şeyin ucunda para arayan insanoğlu bu işi de kazanç kapısı bilmiş. Nasıl ki mevlidhânlar mevlid okur para kazanır, hafızlar Kur'an okur para kazanır, birileri de düdük üfürür, ilahi okur döner, seyrettirir para kazanır olmuş. Bu işleri para için yaptıkları halde iyi bir meslek icra eder havaları, sevap da işliyoruzdur heyulâları şeytanın teşvik kredilerinden sadece birkaçıdır. Müslüman (!) oldu diye her şeyden vaz mı geçsin adamlar (!) Bu eğlenceyi icad eden eski kaşiflerin maksadı bir eğlenceye dini kisve giydirmek ve eğlenen dindarlar olmak, eğlenceyle bari olsun insanları dine bağalamaktı belki. Bu hüsn-ü zan ile onları dinimizi bozmak isteyen bid’atçılar ithamından korumak istesek de, Allah işin aslını bilmektedir.
Dönerek zikir, dönerek tefekkür, dönerek uçan sarhoşlar olmak, üflenen neyin ezgisinde nefsi terbiye etmek… gibi çeşit çeşit bid’atları dinmiş gibi yaygınlaştıranlar, bu bid’atlarla gerçek İslam’ı perdelemiş, kendilerinden önce dini tahrif edenler gibi onlar da Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) in öğrettiği ibadetlerle yetinmeyip, kendi hevalarının da ilah gibi din teşri etme arzusunu ihmal etmemişlerdir. Allah azze ve celle buyurmuştur ki: 'Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? ' (Furkan 43)
İnsan karışık duygularla dolu kalbini yokladığında görecektir ki, hayatta kendisi eliyle icra edilen birçok iş sadece nefsinin arzuladığı haklılıklar, işine gelen adalet, ayıbını örten dindarlık, kibrini okşayan tevazulardan ibarettir. Tabiri caizse bu kalp bir çöplüktür ve nefsini ilah edinmeye meyillidir. İhdina’s sırâta’l müstekıym (bizi dosdoğru yola ilet) diyen bir müslümana yakışan, dosdoğru yolu göstermek için binlerce peygamber gönderen Allah'ın kitabına ve peygamberinin sünnetine sımsıkı tutunmak ve onun dışında yollara sapmamaktır.
Kur'anın ve sahih sünnetin yolu sıratı müstekıym’dir. Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammedin onun kulu ve rasulü olduğuna inandıktan sonra kul bu sırat-ı müstekıym yolu üzerine oturmuştur, fakat ayağa kalkmalı ve hayat devam ettiği sürece bu yolda yürüyüş devam etmelidir. Kimse olduğu yerde bekleyemez. Niçin? Çünkü şeytanlaşmış insanlar ve şeytanlar ve nefis sürekli kulu saptırmaya uğraşır. Şüpheler ilka eder, başka yollara çekmek için kolundan tutar çekerler. Onların çektiği yolun sıratı müstekıymden dışarıda olup olmadığını bilmek ise bilgiyle olur. Kur’anı okuyup anlamayan, sünneti öğrenmemiş bir adam ayaklarının hangi yol üzerinde olduğunu hiçbir zaman bilemez.
Nasıl ki bir arkadaşı kendisini bir içki meclisinde oturmaya çağırsa, hayasızlığı izlemeye çağırsa bu çağrı şeytanidir ve ahlaken sıratı müstekıymden çıkıştır. Hurafe ve bid’atların menkıbeler şeklinde insanların kalplerine yerleştirildiği sohbetlere de çağırsa, sema ayinlerine, halay çekerek zikir yapmaya da çağırsa bu çağrı şeytanidir ve iştirak eden insanın niyeti sevap kazanmak olduğu halde sıratı müstekıymden çıkıştır. Sema ayinleri, ilahi adı altında şarkıcılık, ud, cümbüş, tef, ney ve daha birçok enstrümanla besteleri çalınan tasavvuf mûsikîsi denilen haddi aşmışlıklar için açıkça soruyorum; “bu hangi İslam? ” Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) in ve ashabının dahi şeytanın mizmarıdır deyip kulaklarını kapadığı bu çalgılarla dans ettiklerini iddia edecek bir iftiracı varsa -ki böyleleri dinimizi bozmak için var- iddiasını isbat edeceği delilini getirsin.
Müzekkin Nüfus kitabının sahibi Eşrefoğlu Rumi böyle bir iftiraya kitabında yer vermiştir. O der ki: Rasulullah ve dörtyüz sahabisi kendinden geçinceye kadar ve hırkası sırtından düşünceye kadar raks etti (oynadı, dans etti) ve sonra hırkanın düşmesiyle raks bitti, düşen hırkayı ashabı kapıştılar, aralarında dörtyüz parçaya böldüler. Bir kere dörtyüz sahabinin şahit olup bizzat içinde bulunduğu bu olayı kim rivayet etmiş diye sormadan ve bu rivayet hangi hadis kitabında geçiyor demeden, bu anlatılanlara inanalım mı? Bu iftirayı bağrımıza basıp, bu ibadettir diye köçekleşelim mi? Hayır kıyamete kadar hangi dinden olduğu belirsiz şeytanlar bizim dinimizi bozmaya çalışacaklardır. Bu sebeple biz Sıratı müstekıym olan Kur’anın ve pak sünnetin dışında yeni yollar ihdas edenlerin ve dalalete çağıranların çağrısına bakmamalıyız. Böyle bir hadis var mı yok mu diye araştıramayan insan için peygamberiyle biraz olsun tanışmak bile ayaklarını sağlamlaştırmaya yetecektir.
Şimdi düşünüyoruz; bu hangi edep ki, Habeşli kölelerin kılıç kalkan oyunlarını dahi çirkin gören Ebu Bekr, bir kaval sesine kulaklarını tıkayan İbn-i Ömer ve perde ehli kızlar kadar utangaç bir peygamber, gûya dans ettiler, raks ettiler, sema edip döndüler(!)
Bunların hiçbiri olmadığı halde, bu hangi din sahibi iftiracı ki, peygambere ve dörtyüz sahabisine iftira ederek, “bu sünnettir” diye yutturmaya ve ümmeti dansa raksa, semaa teşvik etmektedir. (2)
İnsanın ayağını sıratı müstekıymden kaydırmak için dinimize sapkınlığı yamayan ve bu yamalıklara din süsü veren deccallerin şerrinden ancak dinimizi sahih kaynaklardan öğrenerek kurtulabiliriz. İnsanları başına toplayan, kasıtlı olarak dini bozmak istemese de, kendisi dinin cahili olan adamların da kendi vebali bir yana, o cemaatin hali ne olacak. Sahih dini öğrenemedikleri bu toplantılarda ayakları sıratı müstekıym üzere kalacak mı? Şayet bu iş böyle yürüyorsa imtihan bunun neresinde? Bir hadis öğrenmek için diyar diyar gezen Buhari’nin çabaları boşuna mıydı? Yoksa şimdi ciltler dolusu hadis kitapları elinin altında olduğu halde açıp okumayan adam mı karlı bir iş yapmaktadır?
[1] İhyau'ulumi'd-din Cilt 2 - İmam Gazali, Bedir Yay., Tercüme: Ahmed Serdaroğlu, İstanbul 1985 Gazali’ye göre “Sema (dönüş) keşfe sebep olabilir. Uyanıkken hakkı müşahade eder veya gayb’tan kendine sesler gelir.” yalanı! (S.724-725) Keşif sebeblerinin birisi de, semâ'ın yardımı ile kalb neş'esinin uyanmasıdır. Bu sayede daha önce güç yetiremediği şeyleri müşahedeye güç yetirir. Nitekim deve, devecinin sarkıları sayesinde daha önce taşıyamadığı ağır yükleri taşıyabilmesi gibi. Devenin işi ağır yükleri taşımak olduğu gibi, kalbin işi de melekûtun esrarını düşünmek ve keşf yolu ile müşahede etmektir. İşte bu sebeblerdendir ki semâ', keşfe sebeb olabilir. Belki kalb temizlenip cilâlandığı zaman, basiret gözü ile uyanıklık hâlinde Hakk'ı müşahede eder veya hafiften [gâib ten] kendisine sesler gelebilir. Uyku halinde de rüya ile bunlara ulaşabilir. Rüya ise nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür.
[2] Eşrefoğlu Rumî’nin kitabında naklettiği bu rivayetin uydurma oluşuyla ilgili bakınız. (İmam Şâtıbî El-İ’tisâm ter. sf.252 Kitap Dünyası yayınları)