Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Senin Getirdiğin Şeyleri Getiren Her Kişiye Düşmanlık Edilmiştir

E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
“SENİN GETİRDİĞİN ŞEYLERİ GETİREN HER
KİŞİYE DÜŞMANLIK EDİLMİŞTİR”


Ebu Muhammed Asım el Makdisi



Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selam efendimiz olan Hz.
Resulullah’a olsun.

Bu yüce dinin yapısını ve mükellefiyetinin büyüklüğünü anlayanlar azdır.
Allah’u teala Cennet’i ve Cehennem’i yaratıp, Cebrail (a.s)’ı görmesi için
gönderdiğinde, O Cennet’i ve nimetlerini ilk etapta görünce dedi ki; “Ya Rabbi bunu duyan herkes oraya girmek ister.” Daha sonra Cennet’in etrafının çetin şeylerle donatıldığını görünce dedi ki; “Ya Rabbi korkarım ki kimse oraya girmeyecektir.”
Allah’u teala Cennet’e ulaştıracak yolu güzel şeylerle ve güllerle donatmamıştır.
Bilakis onun etrafı belalarla, imtihanlarla, eziyetlerle ve kanlarla donatılmıştır…
Eğer bu yoldan gitmeden cennete girilmiş olsaydı, bunu evvela Allah’ın seçtiği ve üstün kıldığı peygamberler ve nebiler yapardı…
Onlara eziyet edildi ve ayıplandılar ve Onlar Allah’ın yardımı gelene dek
yalanlandılar. Peygamberlerin hayatlarını ve bu davetin seklini bilip okuyan her akıllı bu gerçeği bilir. Bu sebeple Peygamber efendimiz (s.a.v) geçmiş kitapları okumuş olan
Varaka bin Nevfel’den duyduğu ilk haber buydu; “Senin getirdiğin şeyleri getiren her kişiye düşmanlık edilmiştir.”
Peygamberlerin varisleri olmayı hayal edenler, sonra gidip insanların ya da
hükümetlerin rızalarını arayanlar bu yolun gerçek mahiyetini anlamamışlar demektir.
Peygamberler kavimlerine geldiklerinde kötü olan durumlarına rağmen onlarla
ortak yasamaya ve kötülüklerini ıslah davasıyla yamamaya değil, durumlarını bastan ayağa değiştirmeye gelmişlerdi. Çünkü sirk hastalığı ancak kökünden sökülmesiyle tedavi edilir. İste bu sebeple onlar ve onlara tabi olanlara düşmanlık edip eziyetlere maruz bıraktılar.

Eğer peygamberimiz (s.a.v)’in daveti; müşriklerden ve sirklerinden uzak
olduğunu bildiren, kendisi ve ona tabi olanların karsı safa geçip karsı durdukları ve müşriklere “De ki; Ey kafirler ben sizin taptığınıza tapmam. Siz de benim taptığıma tapmazsınız…” demeyipte, toplumun bazı sorunlarını giderici sade ıslahi bir davet üslubu üzere toplumun fakirliğini, kötülüğünü, geri kalmışlığını ve başkalarının buyruğu altında kalmışlığı giderme yönünde olsaydı ve buna benzer aydın geçinen akılcıların çene yorduğu tarz üzere olsaydı, kendisine ve sahabesine bunca eziyetler dokunmaz, en sevdikleri memleketlerinden çıkıp hicret etmez ve kendi diyarlarında emin bir şekilde yasarlardı.

Bazıları çağdas bir gazetede yazı yazmış, dedikleri gibi sopayı ortadan tutmaya
çalışmış, kendisine selefi ismini takmış, lakin tabir ettiği üzere cihadi selefileri
eleştirmiş… Sanki o, onu cihatsız bir selefilik olarak istiyor… Cihadi selefilik bir çok darbelere maruz kalmış, bu sebeple o tağutlardan darbe yemeyecek bir selefilik istiyormuş… Sağda ve solda araştırınca sonunda aradığı ıslahi, hataları yamayan ve topluma karışıpta toplumda eriyen bir selefilik çeşidi bulmuş. Bu yol peygamberlerin, sahabelerin tabilerin yolu olmadığı için onları davasında örnek edinmemiş! Cemalettin Afgani; Muhammed Abduh ve onların izlerini takip edenleri kendisine ve davasına rehber edinmiştir.
Hatırıma su adam geliyor; Cihadi selefiler diye isimlendirdiği kişilerin
yazdıklarını yayan ve reklamını yapan biri vardı. Bilmiyorum, Allah’ın bereketlendirdiği bir maldı ve ondan istifade mi etti?.. Yoksa metod olarak kanaat getirdiği şeyler miydi?
Sonra bir gün ikimizi, Allah düşmanlarının soruşturma odası bir araya getirdi.
Her birimiz birkaç sopa yedik sonra her birimizi ayrı ayrı üç haftadan az olmak üzere tekli zindanlara koydular. Sonra adam oradan çıkınca bu ıslahi, yenilikçi ve çağdas fikirlerle meydana çıktı ve cihadi selefiliği kötülemeye, onu geri ve kıt düşünmekle vs’lerle ve ondan beri olmakla nitelemeye başladı.
İmtihanların ve zindanların durumu budur; Ya semere verir ya da kırar…
Sakin ol Ey Islahi Selefi, henüz bir şey tatmadın… Sadece birkaç sopa yedin...
Tağutlara kurban olarak takdim ettiğin bu makale ve yayınlarınla ve bu metodtan beri olduğunu bildiren beyanatınla bu yüce gördüğün hedefine mi ulaşacaksın!..
Belki beraber yediğimiz sopalar seni biraz acıtmış olabilir, çünkü sopayı tutan o
tağut, sopanın başamı, yüzemi, parmaklaramı yoksa başka yeremi değeceğini
önemsemiyordu. Bundan sonra sunu söylemende haklısın; “Bu akım, hükümetlerden yapılan darbelere karsı zaafa uğramaya başladı... Su an bu akım temelinde ve gidişatında kapsayıcı bir geri adım atmaktadır. Birçok elemanı fikirlerinden ve gidişatlarından geri dönmekteler.”
Tabi sen o sayılı sopaları yedikten sonra kendi akımını kastediyorsun… Yoksa
bizim Allah’ın bereketlendirdiği, imtihana tabi tutuldukça alevlenen Selefi Cihadı akımı değil. Delil olarak; Washington ve New York gazvesinden sonra yeryüzünün çeşitli kuvvetlerinden en ağır darbeleri yemektedir. Bununla beraber sebatta, yayılmada ve alevlenmede gelişmekten başka bir şey olmadı... İslam dünyasına, İslami gençliğin yasadığı değişikliğe bakarsan bu adamın ne denli gerçekleri saptırdığı ortadadır.
O darbelerden sonra bu ümmetin gençlerindeki değişikliği gören her basiretli
kişi o darbelerin onlarda ne kadar etki ettiğini müşahede etmektedir.
Bu asrımızda yasayan bir çok kişi, ancak bu darbelerden sonra izzetin tadını
almış, hak yolu görmüş ve hak-batıl sürtüşmesinin gerçek mahiyetini öğrenmiştir.
Ama içerden hezimete uğramış olanları, belalar onların hezimetlerini çoğaltmaktadır.
Darbeler onları ancak eğilme ve yatışlarını çoğaltmaktadır.
Asrımızın cihad imamının dediği gibi insanlar iki kısma ayrılmıştır; Değişik
renklere giren kişilerin değişikliği artık onlara fayda etmiyor. Onların renk değişikliği bu ümmetin gençlerinde ve düşmanlarında fayda etmiyor. Onların kültürleriyle görüşleri açılmış(!), bu çağdas aydınların dinin sağlam kulplarını cıvıklaştırmaları ve Önderimizin (s.a.v)’in kavmine davetinin ilk yıllarında açıkça beyan ettiği gibi; “Ey Kureyş ahalisi! Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki sizleri boğazlamakla gönderildim!” gibi bu dinin gerçek mahiyetini açıklamada sıkıldıkları o tutumları düşmanlar arasında fayda etmez.
Bütün bu gerçekleri gizlemeleri onları ikna etmeyecektir, ancak müşriklere
katılıp kafirlerin safında yer alıp bu tevhid milletini bırakırlarsa o zaman onlardan razı olurlar.
Bunu açıkça onlara haçın kulu ve küfrün bası demedi mi; “Ya bizimle beraber
olursunuz ya da teröristlerle!..”
Eğer Allah’u tealanın vahyini anlamış olsalardı Allah’ın su ayetinden
faydalanırlardı; “Yahudi ve Hıristiyanların dinlerine tabi olmadıkça onlar senden
razı olmazlar.”
Bu adam bazı karıştırmalarıyla bana hapiste beraber olduğumuz ahmak bir
adamı hatırlatıyor; Bu adam bizim metodumuzu kabul etmemesiyle beraber bizim sebat ve tağutların yardımcılarına boyun eğmememizi beğeniyor bizlere saygı ile davranıyordu. Bu sebeple bizlere dili ile eziyet etmiyor, davamıza dil uzatmıyordu.
Hapis hayatı ona uzun gelip o ve bazı arkadaşları peygamberlerin davetlerinin
gerçeğini bilmedikleri için tağutlardan bağışlanma üzere bağışlanma dilemeye
başladılar… O’na bir akrabası gelip sunu söyledi; “Devlet yetkilileri diyorlar ki; ‘Biz onları nasıl affederiz onlar bizleri kafir görüyorlar! Siz kendinizi onlardan ayırın. Çünkü devlet yetkilileri sizlerle tekfircileri ayırt edemiyor.’ ” Adam bir anda bizden nefret etmeye ve bize düşmanlık beslemeye başladı. O diğer arkadaşımız gibi hakkımızda yazılar yazmaya ve bizleri geri kafalılıkla, donuklukla, aşırıcılık ve tekfircilikle itham etmeye başladı ve bunun O’na tağutların yanında fayda sağlayacağını ve bu sebeple O’nu affedeceklerini zannediyordu. Vallahi bizler hapisten izzetli, davamızla şeref duyarak, tağutlardan ve sirklerinden uzak bir halde çıktıktan sonra oda bir müddet sonra çıktı… Dünyayı ikiye bölen ve yankıları her tarafı saran ve tağutları sarsan o büyük darbeden sonra bugün sopayı yarıdan tutmanın hiçbir anlamı yoktur. Ya cihad ve mücahidlerle beraber olacağız ya da ineklerin kuyruğu arkasında yürüyeceğiz. O hayırlı olanı alçak olanla değiştirenler, ineklerle ve hayvanlarla yasamaya razı olanlar eğer özür sahibi mustaz’aflardan olup dillerini de mücahitlerden ve cihadlarına dil uzatmaktan korurlarsa Allah katında mazurlu olurlar…Ancak gerçekleri saptırıp ineklerin arkasından yürümeyi bu ümmetin kurtuluşu ve düzelmesi olarak telkin ederlerse. Cihadı ve yolunu donukluk ve aşırıcılık görürlerse!..

Bundan dolayı bu fikirlerden dönüş yaptıklarını... Yenilik yaptıklarını...
Dışa açıldıklarını… Barışa girdiklerini beyan ederlerse pişmanlığın fayda vermeyeceği günde pişman olacaklardır..
Esat bin Zürara’nın (r.a) genç olmasına rağmen kavmini vazgeçirmek ya da
ağırlaştırmak maksadıyla değil de isin ehemmiyetini göstermek amacıyla
peygamberimizin elinden tutup söylediği sözler çok önemlidir; “Ey Medine halkı! Bugün onu yurdunuza çağırmanız bütün Araplardan ayrılmanız anlamını taşır. Ya da ileri gelenlerinizin öldürülmesi ve kılıçların sizleri doğraması anlamındadır. Ya siz buna sabredersiniz, O’nu alır ve ecrinizi Allah’tan beklersiniz. Ya da siz basınıza geleceklerden korkar O’nu bırakırsınız. Bunu açıklayın bu sizin için Allah katında daha iyidir…” (Ahmed, Beyhaki)

O gün sahabe Esat’a şunu dediler; “Elini çek ey Esat. Biz bugün bu bey’atı ne
terk ederiz ne de sözümüzden vazgeçeriz.”
Bizlerde bu adama ve buna benzer asrımızın tevhid gerçeğini açıklamaktan
utanan ya da ondan uzaklaşan ya da onu tahrif eden ve bu dinin düşmanlarını razı etmek için bizim davetten uzaklaşan günümüz davetçilerine deriz ki; “Bizler ve bir çok kardeşimiz eziyetler altında, tağutların kovalaması ve insanların bizlere cephe açtığı bir dönemde, açıkça ve haykırararak sunu ilan ediyoruz:


“Ey adam elini çek!
Biz bu bey’atı ne terk ederiz ne de sözümüzden vazgeçeriz!..”


Ebu Muhammed el Makdisi
 
Üst Ana Sayfa Alt