Sevdiği Sözler SERİYYE
Allah Resulünün (SAV), yüce şahıslarıyla bizzat katılmadığı, mübarek sancaklarını, nur halkası ashaplarından birine teslim ederek onun komutası altında gönderdikleri birliklerin gerçekleştirdiği siyasi ve askeri harekatlar..
Tesis edilen ilk SERİYYE'lerde gaye; Mekke ile Şam arası ticaret yolu gibi stratejik önem taşıyan bölgeleri kontrol altında tutmak, orada sağladığı hakimiyeti ve inisiyatifi gerektiğinde Mekkeli müşrikleri susturmak amacıyla değerlendirmek, hiç ummadıkları bir yerde ansızın karşılarına çıkabileceği izlenimini uyandırarak müşriklerin gözünü korkutmak… ilk SERİYYE'ler örgütlenmelerini bu ve bu doğrultudaki ara gayeler üzerinde tesis etti…
Suya düşen taşın merkezden çevreye genişleyerek dağıldığı dalgalar halinde, genişleyen, çağlar üzerinden aştı, "Onun olmadığı her yerde Onun olarak ben varım" düsturunca, Allah Resulünün (SAV) zamanın gaye noktası olduğunu idrakte bütün Müslümanların boynuna borç halkasını fert fert geçiriverdi.
Allah Resulü (SAV) zamanın gaye noktası olduğunu idrakte bütün Müslümanların boynuna borç halkasını fert geçiriverdi.
Allah Resulü (SAV), herhangi bir SERİYYE için sancağını ashaptan birine vereceği zaman, onu mescidin avlusuna diker, yiğitlerden bir seçim yaptıktan sonrada harekat anı gelmeden SERİYYE KUMANDANI'na gidecekleri yeri söylemezlerdi… Bütün manaların yekununu şahsında toparlamış olduğu halde, kumandanlığında "ne idüğü"nü remzlendiren Allah Resulü (SAV), bazen de SERİYYE komutanına ağzı kapalı bir mektup verir, gidecekleri yeri bilmeden kaba hatlarıyla yönlendirir ve onlara tarif ettikleri yere gelmeden mektubu açmamalarını tembih ederdi… Amaç, en ince bir tedbir halinde, düşmana bilgi sızmasını önlemek… Veda haccında, yüz kusur bin sahabe karşısında, "Şahid Ol Ya Rab, Şahid Ol Ya Rab, Şahid Ol Ya Rab" nidası ile Allah ( C.C)'ı şahit tutarak ümmetine emanet ettiği Allah (C.C)'ın Kitabı ve Sünnetiyle, aslında her bir yiğide, gideceği mevkii tayin ederek, mektubunu teslim etmişti.
Kimi mevkiini bulmuş ve açmasıyla ödeyeceği bedelin nefsinde uyandırdığı ürkeklikle mektubunu açmamış, kimi beceriksizliğiyle mektubunu yanlış anlayarak mecrasını şaşırmış, kimi kaybolmuş, kimi mektubunu yanlış anlayarak mecrasını şaşırmış, kimi kaybolmuş, kimi mektubu basit bir postacı keyfiyetiyle bile taşıyacak alakayı yitirmiş…
İşte 21. asır İslam Dünyasının, içerisinde bulunduğu "Kumandanına Riayet" hali.. Sizce basit bir bedahat haliyle bile her an, O (SAV)'nun yönlendirdiği mecreyi sezemez, keskin bir asker titizliğiyle mektubunu açamaz mıyız? Vakit geçiyor… O (SAV)'nun işaret ettiği noktada, O (SAV)'nun adına… MEKTUBUNUZU AÇINIZ…!!!
Müşriklere her an karşılarına çıkılabileceği, her an şiddetli bir balyoz hükmünde tepelerine inilebileceği hissini ilham ederek, İslam'ın serçelerin ötüşlerinde bile bir nizam ve intizam isteyen adalet kılıcını imansız ler kafanın tepesinde hazır bulunduran SERİYYE, Müslüman Türk'ün Anadolu'sunda, zarfına sıkışmış bir mektup halinde… Zarfından söküleceği ve okunacağı günü beklemekte… Ancak O okununca, milyonlar huzurunda, maymun kafasından daha soylu bir kafaya sahip olmayan kafasızlar, kafaları üzerindeki şakırdıyı fark edecek, mukaddesatlarımıza saldırılarındaki rahatlıklarını yitireceklerdir. Evet O okununca sanları okunacak…
Biliyoruz, O (SAV)'na ve SERİYYE'sine tam manasıyla layık olmak, "Had Pazılarımızın" kaldırabileceği, altından kalkabileceği iş değil… Haddimizi bilerek; maneviyatı kol kol, bucak bucak dünya coğrafyasını dolanırken, Maddesinin irtihali sebebiyle, SERİYYE'sine kabul olunma nasibini arıyoruz. "14 Asır evvelki köhnemiş zihniyet" saçmasının, normale büründüğü bir anormallikte, 14 asır geçmiş olmasın rağmen böyle bir nasibi aramanın bile bir nasip işi olduğunu takdire bırakıp, haddimize riayetle;
BİZ SERİYYEYİZ, RESUL(SAV)'UN İZİNDEYİZ!!!
Gençlik… Avuçlarımıza yerleştirilmiş bir parça buz… Ne kadar parmaklarını kapatıp sarılırsa kendisine, o kadar çabuk eriyip gidiyor avuçlarından… Allah ( C.C)'ın kuluna emanet ettiği canda emanet, bir lahzalık letafet ve aksiyon zirvesi… Avuçlarındaki buzu henüz erimemiş sayılacak biri olarak yakından ve özünden bir tesbit… Yani içlerindeyken derinliğine, içlerinde olmama rağmen dışlarındayken genişliğine bir tesbit;
Ruh kenefeçisine, en ince ve en zarif dokunuşlarla, iplik iplik aşkını nakşetmesi gerektiği bir yama, elinde en kaba mezarcı kazması iştigalinde bulunduğu mevzusunun mahrumu ve yıkıcısı… Kazmasına mahkum… "İyilik yap, denize at. Balık görmezse Halık görür" düstrunca, ulvi duygularından mahrum olduğunun bile mahrumluğunda, ulvi soydan gibi görünen her davranış kıpırdanmasında, en adi pop artistinden bile daha ifşacı ve reklam dolu… Toprağın boyumuzdan aşacağı güne doğru, avuçlarındaki buz eriye dursun, kafasında Yaradanına vereceği hesaba dair hiçbir telaş ve girişim bulundurmayan gençliğimiz, kurallarını süfli beşerin çizdiği gölge tiyatrosunda en hareketli şekilde, sahnedeki yerini almış, rolünü icra memuriyetinde… gözler çakıldan, kalpler plastikten, beyinler kartondan… Soysuzlaşan metropol şehirlere, toprağıyla namuslu Anadolu'mdan iffet getirmesi gerekirken, metropollerin soysuzluğunda iffetini yitiren kızlarımız… Onlar, bir göz kaymasıyla yüzlerine bakıldığında, al elma gibi kızarması gereken bizim kızlarımız… Anadolu'nun kızları… Ne kadar ağlasak yeridir… Her bir köşeyi tutmuş bin türlü serserisinden tutunda, üniversitesindeki hocasına kadar, bir avmış gibi üzerine ağlar atıla duruşu, tepe tepe Anadolu'nun hatırına olsun, bekliyoruz…
Şube şube gençlerimiz maddenin kodeslerinde mahkumiyette… Nazlı vatanımın pazarlarında, fabrikalarında, çarşılarında, tamirhanelerinde, işporta tezgahlarında.. Daha nere ve nerelerinde, genç imamlar "ekmek mahkumluğunda" cebren çalına dursun, ümidimizin motor kuvvetini kendisine bağladığımız, üniversite gençliği, önüne yığılan mevzuat saçması bir dağ dolusu kitaptan, değil öteleri izlemeyi, burnunu ucunu bile göremiyor… Küflü kütüphane raflarında, epislelamos bağının yaşama koşullarını araştırırken küflene dursun, onu bulutlar üzerinden aşıracak iman ve idrak çilesine erdiği şafağı yakınlaştırmak, altından mağaması çıksın diye kalp patlamasını sağlamak için, karınca kararınca, kervanımızı yürütmeye devam diyoruz… Evet, önündeki "mevzuattan dağ" üzerine yıkılmadan tekmeyi koy ki, altında mevzuatçılar ezilsin… Çatlat ki kalbini, altından mağman çıksın… O (SAV)'nun sancağından zerre koku alırsan ilk gördüğün kervan iştirak et … Ya da;
AÇ MEKTUBUNU, YÜRÜT KERVANINI…
Allah Resulünün (SAV), yüce şahıslarıyla bizzat katılmadığı, mübarek sancaklarını, nur halkası ashaplarından birine teslim ederek onun komutası altında gönderdikleri birliklerin gerçekleştirdiği siyasi ve askeri harekatlar..
Tesis edilen ilk SERİYYE'lerde gaye; Mekke ile Şam arası ticaret yolu gibi stratejik önem taşıyan bölgeleri kontrol altında tutmak, orada sağladığı hakimiyeti ve inisiyatifi gerektiğinde Mekkeli müşrikleri susturmak amacıyla değerlendirmek, hiç ummadıkları bir yerde ansızın karşılarına çıkabileceği izlenimini uyandırarak müşriklerin gözünü korkutmak… ilk SERİYYE'ler örgütlenmelerini bu ve bu doğrultudaki ara gayeler üzerinde tesis etti…
Suya düşen taşın merkezden çevreye genişleyerek dağıldığı dalgalar halinde, genişleyen, çağlar üzerinden aştı, "Onun olmadığı her yerde Onun olarak ben varım" düsturunca, Allah Resulünün (SAV) zamanın gaye noktası olduğunu idrakte bütün Müslümanların boynuna borç halkasını fert fert geçiriverdi.
Allah Resulü (SAV) zamanın gaye noktası olduğunu idrakte bütün Müslümanların boynuna borç halkasını fert geçiriverdi.
Allah Resulü (SAV), herhangi bir SERİYYE için sancağını ashaptan birine vereceği zaman, onu mescidin avlusuna diker, yiğitlerden bir seçim yaptıktan sonrada harekat anı gelmeden SERİYYE KUMANDANI'na gidecekleri yeri söylemezlerdi… Bütün manaların yekununu şahsında toparlamış olduğu halde, kumandanlığında "ne idüğü"nü remzlendiren Allah Resulü (SAV), bazen de SERİYYE komutanına ağzı kapalı bir mektup verir, gidecekleri yeri bilmeden kaba hatlarıyla yönlendirir ve onlara tarif ettikleri yere gelmeden mektubu açmamalarını tembih ederdi… Amaç, en ince bir tedbir halinde, düşmana bilgi sızmasını önlemek… Veda haccında, yüz kusur bin sahabe karşısında, "Şahid Ol Ya Rab, Şahid Ol Ya Rab, Şahid Ol Ya Rab" nidası ile Allah ( C.C)'ı şahit tutarak ümmetine emanet ettiği Allah (C.C)'ın Kitabı ve Sünnetiyle, aslında her bir yiğide, gideceği mevkii tayin ederek, mektubunu teslim etmişti.
Kimi mevkiini bulmuş ve açmasıyla ödeyeceği bedelin nefsinde uyandırdığı ürkeklikle mektubunu açmamış, kimi beceriksizliğiyle mektubunu yanlış anlayarak mecrasını şaşırmış, kimi kaybolmuş, kimi mektubunu yanlış anlayarak mecrasını şaşırmış, kimi kaybolmuş, kimi mektubu basit bir postacı keyfiyetiyle bile taşıyacak alakayı yitirmiş…
İşte 21. asır İslam Dünyasının, içerisinde bulunduğu "Kumandanına Riayet" hali.. Sizce basit bir bedahat haliyle bile her an, O (SAV)'nun yönlendirdiği mecreyi sezemez, keskin bir asker titizliğiyle mektubunu açamaz mıyız? Vakit geçiyor… O (SAV)'nun işaret ettiği noktada, O (SAV)'nun adına… MEKTUBUNUZU AÇINIZ…!!!
Müşriklere her an karşılarına çıkılabileceği, her an şiddetli bir balyoz hükmünde tepelerine inilebileceği hissini ilham ederek, İslam'ın serçelerin ötüşlerinde bile bir nizam ve intizam isteyen adalet kılıcını imansız ler kafanın tepesinde hazır bulunduran SERİYYE, Müslüman Türk'ün Anadolu'sunda, zarfına sıkışmış bir mektup halinde… Zarfından söküleceği ve okunacağı günü beklemekte… Ancak O okununca, milyonlar huzurunda, maymun kafasından daha soylu bir kafaya sahip olmayan kafasızlar, kafaları üzerindeki şakırdıyı fark edecek, mukaddesatlarımıza saldırılarındaki rahatlıklarını yitireceklerdir. Evet O okununca sanları okunacak…
Biliyoruz, O (SAV)'na ve SERİYYE'sine tam manasıyla layık olmak, "Had Pazılarımızın" kaldırabileceği, altından kalkabileceği iş değil… Haddimizi bilerek; maneviyatı kol kol, bucak bucak dünya coğrafyasını dolanırken, Maddesinin irtihali sebebiyle, SERİYYE'sine kabul olunma nasibini arıyoruz. "14 Asır evvelki köhnemiş zihniyet" saçmasının, normale büründüğü bir anormallikte, 14 asır geçmiş olmasın rağmen böyle bir nasibi aramanın bile bir nasip işi olduğunu takdire bırakıp, haddimize riayetle;
BİZ SERİYYEYİZ, RESUL(SAV)'UN İZİNDEYİZ!!!
Gençlik… Avuçlarımıza yerleştirilmiş bir parça buz… Ne kadar parmaklarını kapatıp sarılırsa kendisine, o kadar çabuk eriyip gidiyor avuçlarından… Allah ( C.C)'ın kuluna emanet ettiği canda emanet, bir lahzalık letafet ve aksiyon zirvesi… Avuçlarındaki buzu henüz erimemiş sayılacak biri olarak yakından ve özünden bir tesbit… Yani içlerindeyken derinliğine, içlerinde olmama rağmen dışlarındayken genişliğine bir tesbit;
Ruh kenefeçisine, en ince ve en zarif dokunuşlarla, iplik iplik aşkını nakşetmesi gerektiği bir yama, elinde en kaba mezarcı kazması iştigalinde bulunduğu mevzusunun mahrumu ve yıkıcısı… Kazmasına mahkum… "İyilik yap, denize at. Balık görmezse Halık görür" düstrunca, ulvi duygularından mahrum olduğunun bile mahrumluğunda, ulvi soydan gibi görünen her davranış kıpırdanmasında, en adi pop artistinden bile daha ifşacı ve reklam dolu… Toprağın boyumuzdan aşacağı güne doğru, avuçlarındaki buz eriye dursun, kafasında Yaradanına vereceği hesaba dair hiçbir telaş ve girişim bulundurmayan gençliğimiz, kurallarını süfli beşerin çizdiği gölge tiyatrosunda en hareketli şekilde, sahnedeki yerini almış, rolünü icra memuriyetinde… gözler çakıldan, kalpler plastikten, beyinler kartondan… Soysuzlaşan metropol şehirlere, toprağıyla namuslu Anadolu'mdan iffet getirmesi gerekirken, metropollerin soysuzluğunda iffetini yitiren kızlarımız… Onlar, bir göz kaymasıyla yüzlerine bakıldığında, al elma gibi kızarması gereken bizim kızlarımız… Anadolu'nun kızları… Ne kadar ağlasak yeridir… Her bir köşeyi tutmuş bin türlü serserisinden tutunda, üniversitesindeki hocasına kadar, bir avmış gibi üzerine ağlar atıla duruşu, tepe tepe Anadolu'nun hatırına olsun, bekliyoruz…
Şube şube gençlerimiz maddenin kodeslerinde mahkumiyette… Nazlı vatanımın pazarlarında, fabrikalarında, çarşılarında, tamirhanelerinde, işporta tezgahlarında.. Daha nere ve nerelerinde, genç imamlar "ekmek mahkumluğunda" cebren çalına dursun, ümidimizin motor kuvvetini kendisine bağladığımız, üniversite gençliği, önüne yığılan mevzuat saçması bir dağ dolusu kitaptan, değil öteleri izlemeyi, burnunu ucunu bile göremiyor… Küflü kütüphane raflarında, epislelamos bağının yaşama koşullarını araştırırken küflene dursun, onu bulutlar üzerinden aşıracak iman ve idrak çilesine erdiği şafağı yakınlaştırmak, altından mağaması çıksın diye kalp patlamasını sağlamak için, karınca kararınca, kervanımızı yürütmeye devam diyoruz… Evet, önündeki "mevzuattan dağ" üzerine yıkılmadan tekmeyi koy ki, altında mevzuatçılar ezilsin… Çatlat ki kalbini, altından mağman çıksın… O (SAV)'nun sancağından zerre koku alırsan ilk gördüğün kervan iştirak et … Ya da;
AÇ MEKTUBUNU, YÜRÜT KERVANINI…