Satışın kârı
“Şüphesiz Allah, mü'minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah bunu Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da kesin olarak va'detmiştir. Kimdir sözünü Allah'tan daha iyi yerine getiren? O halde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.” [Tevbe: 111].
Hamd alemlerin rabbinedir ve biz de O’na hamd ediyoruz. Ondan istiyor ve ona istiğfar ediyoruz. Nefislerimizin şerrinden amellerimizin kötülüğünden Allah’a sığınıyoruz. Allah kimi hidayete erdirirse onu sapıttıracak yoktur. Kim de sapıtırsa onu doğru yola iletecek yoktur. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. O tektir ortağı yoktur. Ve yine şehadet ederim ki Muhammed, O’nun kulu ve resulüdür. Onu (salat onun, tüm ashabının, hidayetine tabi olanların ve kıyamete kadar sünneti üzerine yürüyenlerin üzerine olsun) kafirler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için hidayet ve hak dinle göndermiştir.
Ve sonra:
Ey Allah’tan Rabb, İslam’dan din, Muhammed’den (s.a.v.) peygamber ve elçi olarak razı olanlar! Allah’tan sakının! Öyle ki Allah Azze ve Celle’ye karşı takvalı olmak, Allahu Subhanehu ve Teala’nın ‘(Ey müminler Ahiret için) Azık toplayın. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten) sakının’ buyurduğu gibi en hayırlı azıktır.
Bildiğiniz gibi kardeşler Allahu Subhanehu ve Teala bizlere mesajların sonuncusu İslam’ı din kılmış, din olarak kullarına ondan başkasından razı olmamıştır. Allahu Subhanehu ve Teala şöyle buyurmaktadır: “Kim İslam’dan başka bir din ararsa (bilsin ki o din) kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o kimse ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” Bu yüce dinle bizim için nimetini kemale erdirmiş ve üzerimize tamamlamıştır. Zira Allahu Subhanehu ve Teala şöyle buyurmaktadır: “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı beğendim.” Aynı şekilde Allahu Subhanehu ve Teala bizlere, doğru yola götüren hidayetin, kullarından istediğine ihsan ettiği nimetlerinden olduğunu haber vermiştir. Biz namazlarımızın her rekatında “Bize doğru yolu göster. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu! Gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!” diyoruz. Onlar (doğru yola ilettikleri) hakkında ise Allahu Subhanehu ve Teala şöyle buyurmaktadır: “Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar!” [Nisa: 69]
İslam, Allahu Subhanehu ve Teala’nın bir nimeti, mahlukatı için rahmettir. İslam’ın hidayetine ermek Allahu Subhanehu ve Teala’dan bir nimettir. Allahu Teala her kimin gönlünü İslam’a açar ve kalbini hidayetle nurlandırırsa muhakkak ki ona en büyük ihsanda bulunmuş, en açık hediyeyi vermiş demektir. Bir insanın Allah yolunda hidayete ermesi ise ancak Allahu Subhanehu ve Teala’nın bahşetmesi ve safi ihsanı ile mümkündür. Zira Allahu azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın izni olmadıkça hiçbir kimse iman edemez.” Bir başka ayette ise şöyle buyurmaktadır: “Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar.”
Bizi doğru yola ileten Allahu Subhanehu ve Teala’dır. Bizi, gönderilmişlerin efendisinin (s.a.v) takipçileri olmakla şereflendiren O’dur. Bu dine mensupluk açısından insanlar ikiye ayrılmıştır: Hak, hidayet ve doğru yol grubu ki bunlar Allah’ın hizbi olan müminlerdir. Diğeri ise lanetlenmiş şeytanın hizbi olan dalalet ve kötülük (şekavet) grubu. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: “Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah'a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan ve içlerinde ebedi kalacakları cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, Allah'ın tarafında olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” Allahu Azze ve Celle başka bir ayette de şöyle buyuruyor: “Sizin dostunuz ancak Allah'tır, Resûlüdür ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren mü'minlerdir. Kim Allah'ı, onun peygamberini ve inananları dost edinirse bilsin ki şüphesiz Allah taraftarları galiplerin ta kendileridir.” Allahu Teala şeytan hakkında ise şöyle buyurmuştur: “İşte onlar şeytanın taraftarıdırlar. İyi bilin ki şeytanın taraftarları mutlaka kaybedenlerdir.”
Hidayet grubu hak ehlidir ve onlar, -ta ki Allah Subhanehu ve Teala kitaplarını kendilerine indirdiğinden, yeryüzüne ve üzerindekilere varisçi olana kadar peygamberlerinin takipçileridirler. Şeytanın takipçileri ise zelil, rezil ve alçaklardır. Allahu Subhanehu ve Teala şöyle buyurmaktadır: “Allah'a ve Resülüne düşmanlık edenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır.” Ayrıca şöyle buyurmaktadır: “Allah'a ve peygamberine düşman olanlar var ya, işte onlar en aşağı kimselerin arasındadırlar.” Bu bölünme, ikiyedir.İlki iman, hidayet grubu ki bunlar Rahmanın hizbidirler. İkincisi de dalalet, küfür ve kötülük grubudur. Bunlarsa şeytanın hizbidirler. Allahu Subhanehu ve Teala bizlere bu bölünmenin iki grup arasında asla kesilmeyecek bir itişme ve çatışmaya yol açacağını haber vermektedir. Allahu Azze ve Celle, kafirler hakkında şöyle buyuruyor: “Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler.” Bir başka ayette de şöyle buyuruyor: “Sen dinlerine uymadıkça, Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmazlar.” Allahu Teala bizlere onların içlerinde gizledikleri kıskançlık ve nefreti de bildirmiş ve şöyle buyurmuştur: “Ehl-i kitaptan çoğu, hak ve doğru olan kendilerine apaçık belli olduktan sonra sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek isterler.” Ayrıca şöyle buyurmuştur: “(Ey müminler!) Kafirler de putperestler de Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Halbuki Allah rahmetini dilediğine tahsis eder.” Öyleyse bu demek oluyor ki çatışma asla kesilmeyecek.
İman ehlinin niyeti ve hedefi, insanların hidayete ermeleri, karanlıklardan aydınlığa, sıkıntılı bir hayattan rahmete, darlıktan bolluğa kavuşmalarıdır. Zira Allahu Subhanehu ve Teala şöyle buyurmaktadır: “De ki: İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah’a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz (kör bir saplantı içinde değiliz)” Allahu Subhanehu ve Teala, peygamberine de şöyle buyurmaktadır: “(Resulüm!) Biz, seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” Rahmet! İslam dini rahmet, hidayet ve genişlik dinidir.
Şeytanın hizbi (taraftarları) ise istikamet ve hak ehlinin doğru yoldan sapmalarını ve şehvetlerinin kölesi olmalarını ister.
“Şehvetlerine uyanlar ise, sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi isterler.” “İnananlar arasında hayasızlığın yayılmasını arzu eden kimseler var ya; onlar için dünya ve ahirette elem dolu bir azap vardır.” Bu çatışmanın farklı çeşitleri bulunmaktadır. Bu çeşitlerinden biri ve en üstün dereceli olanı ise Allah yolunda cihaddır. Allahu Tealu bu ibadeti, hak ehlini batıl ehlinden ayırmak ve Müslümanların saflarını kötülük şüphesinden temizleyip arındırmak için vardır. Allahu Subhanehu ve Teala şöyle buyurmaktadır: “Allah kirlenmişi temizden ayırt etmeksizin mü’minleri bulunduğunuz halde bırakacak değildir.” Bir ayette de şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın murdarı temizden ayıklaması içindir.”
Öyleyse İslam ya da Allah yolunda cihad hidayet ve istikamet ehlini diğerlerinden ayırmaktadır. Peki neden?
Çünkü Allah yolunda cihad, Allah’ın taraftarı olan müminlere bağlılığın ve şeytanın taraftarı kafirlerden beraatin en açık ve yüksek mertebesidir. Sen ‘Allah Azze ve Celle’yi seviyorum, peygamberinin (s.a.v) takipçisiyim ve Allah’ın taraftarı müminleri dost ediniyorum’ dediğin zaman buna delilin nedir? Delilin; Allahu Subhanehu ve Teala’nın yarattığı canını, yine O’nun (c.c.) dininin zaferi ve kitabında indirdiği emrine itaat için ortaya koymandır. Şeytanın taraftarlarına ve takipçilerine karşı savaşman onlardan, ilahlarından ve dinlerinden beraatinin ilanıdır. Beraatin, düşmanlık ve öfkenin ilanının en üst derecesi de onları öldürmeyi ve onlara karşı savaşmayı hedeflemendir. Bu nedenle cihad, müminleri dost edinip kafirlerden beri olduğunu ilanın gerçek adresidir. İnsan, cihad meydanında bulunup bu büyük ibadeti yerine getirmekle Allah’a, Resulüne (s.a.s.) ve müminlere bağlılığını beyan etmiş olur. Aynı şekilde her çeşidi ve her çeşidi ile o mücrim kafirlerden beri olduğunu da ortaya koymuş olur.
Allahu Subhanehu ve Teala ey kardeşlerim! Bizleri o mümin, mücahidlerden olmakla şereflendirdi. Bu, Allah Azze ve Celle’nin istediğine ihsan ettiği lütfüdür. Bunun için ey kardeşlerim, Allahu Subhanehu ve Teala, yolunda cihadı kendisine karşı dürüstlüğün, samimiyetin adresi kılmıştır. Zira Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah'a ve elçisine iman etmiş sonra şüphe etmemiş ve mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad etmişlerdir. İşte doğrular onlardır.” Allahu Subhanehu ve Teala bir başka ayette ise şöyle buyurmaktadır: “Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sadık kaldılar. Onlardan kimi (Allah yolunda şehid edilmek suretiyle) adağını yerine getirdi, kimi de (şehid olmayı) beklemektedir. (Ahidlerinde) hiçbir değişiklik yapmamışlardır.” Cihad, Allahu Subhanehu ve Teala’ya karşı samimiyetin adresidir. Dürüst, samimi olanlar da mücahidlerdir. Müslümanların da Allahu Subhanehu ve Teala’nın “Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun” şeklinde emrettiği gibi sadıklarla (dürüstlerle) beraber olmaları gerekir.
Neden cihad dürüstlüğün, bir kimsenin Allahu Subhanehu ve Teala’ya karşı samimiyetinin ve ihlasının göstergesi olmuştur?
Çünkü onda kulla Allahu Subhanehu ve Teala arasındaki satış anlaşmasının yerine getirilmesi söz konusudur. Allahu Azze ve Celle’nin dinine girmiş ve rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, peygamber olarak da Muhammed’den (s.a.v) razı olduğunu ilan eden her Müslüman, bu ilanla kendisi ve Allahu Subhanehu ve Teala arasında bir anlaşma imzalamış olmaktadır. Muhakkak ki bu en büyük anlaşmadır. Allahu Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur.” Bu ayet kardeşlerim, Allahu Subhanehu ve Teala ile anlaşma ayetidir. Satışın tüm rükünlerini içermektedir. Bu anlaşmada satın alan (müşteri) bulunmaktadır ki o, Allahu Subhanehu ve Teala’dır. Satan (satıcı) da vardır. O da Allahu Azze ve Celle’ye karşı dürüst olan tüm müminlerdir. Bir fiyat vardır. O cennettir. Satılan bir mal vardır. O da canlar ve mallardır. Bu anlaşmada sözleşme belgesi vardır. O da Kur’an, Tevrat ve İncil’dir. Öyleyse bu, mümin kul ile Allahu Subhanehu Teala arasında yapılan tam bir satış anlaşmasıdır.
Allahu Azze ve Celle”Allah müminlerden satın aldı” buyurmaktadır. Ayette ‘Allah satın alacak ya da satın alıyor’ demiyor. Aksine ‘satın aldı’ diyor. Yani bu anlaşma yapıldı, tamamlandı ve geçti. Artık ondan cayma yok. İslam dinine girerek ve kalbinin bu dine bağlayarak, kul ve Allahu Subhanehu ve Teala arasında yapılan anlaşmayı imzalamış oldu. Öyleyse şu taşıdığın canın satılmıştır.
Sen onun sahibi değilsin. Şu an senden istenen onu müşteriye teslim etmendir ki o da Allahu Subhanehu ve Teala’dır.
“Allah müminlerden satın aldı!” Müminlerin nefisleri temiz ve iyidir. Bu nedenle Allahu Subhanehu ve Teala cennet karşılığında ‘satın alınan’ olarak onu kabul etmiştir. Çünkü onlar Allahu Azze ve Celle’ye karşı ihlas ve tevhide bağlılıklarıyla temiz olan nefislerdir. Müşriklerinki gibi şirkle kirlenip pislenmemiştir. “Allah’a ortak koşanlar ancak bir pislikten ibarettir.” Bu nedenle onlar cennet ehli olmayı hak etmemektedir. Pislik bir kimse nasıl cennete girebilir? Allahu Subhanehu ve Teala şöyle buyurmaktadır: “Eğer şirk koşarsan amelin boşa gider.” Başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır: “Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler. Sizden kim dininden döner de kafir olarak ölürse öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır.” Öyle ise cennete Allah Resulü’nün (s.a.s.) de buyurduğu gibi müminden başkası giremez.
Müminler dünyadaki imanlarına göre derece derecedir. “İman, yetmiş küsur derecedir.
En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya da imandandır.” (Buhari, Müslim)
“Allah müminlerden satın aldı.” Öyleyse insan kendini Allah’ın taraftarı müminlerden saydığı zaman canı Allahu Subhanehu ve Teala’ya satılmış demektir. Senin de artık bu eşyayı teslim edecek çarşıyı aramaya çalışman gerekir. Nedir bu eşya?
“Allah müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır.” Bildiğimiz üzere kardeşler, Allahu Azze ve Celle’nin kitabında geçen ve içinde mal ve canla cihaddan bahseden ayetlerin tümünde malla cihad canla cihadın önüne geçirilmiştir. Tek (şu an bahsetmekte olduğumuz) bu ayet hariç! Allahu Subhanehu ve Teala şöyle buyurmaktadır: “İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler” Burada mal, candan önce gelmiştir. Allahu Azze ve Celle başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır: “İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler.” Başka bir ayette ise şöyle geçmektedir: “Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin.” Allah Azze ve Celle bir ayette de şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Resulü’ne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız.” Malın zikri canı geçmektedir. Çünkü cihada kalkışılması ve cihadın sürmesi ancak malın varlığıyla mümkün olabilir. Buradan da Allahu Subhanehu ve Teala’nın cihad için harcayacak bir şey, binek, yiyecek ve kullanarak cihad edecekleri para bulamayan fakirleri mazur gördüğünü görüyoruz. Zira Allahu Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Allah’a ve Resulüne karşı sadık ve samimi oldukları takdirde, güçsüzlere, hastalara ve seferde harcayacakları bir şey bulamayanlara (sefere katılmadıkları için) bir günah yoktur. İyilikte bulunan kimselerin (kınanması) için de bir sebep yoktur. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Kendilerini bindirip (cepheye) sevk edesin diye sana geldikleri zaman, senin, ‘Sizi bindirebileceğim bir şey bulamıyorum’ dediğin; bu uğurda harcayacakları bir şey bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözleri yaş döke döke geri dönen kimselere de bir sorumluluk yoktur.” Allah yolunda cihad etmek için harcayacakları bir şeyleri yok! İşte sadece Allahu Subhanehu ve Teala canı, malın önüne geçirmiştir. Peki neden?!
Çünkü durum, pazarlık durumu! (çünkü burada pazarlık söz konusu). (Allahu Teala’nın buyurduğu gibi) Onlarla pazarlık etti ve fiyatı yükseltti. Kendilerinden en değerli şeylerini istedi. O da canlarıdır. İnsanın canı kendisine malından daha kıymetlidir.
İnsanın canını, davalardan bir dava ya da inançlardan bir inanç için hibe etmesi onun o dava veya inancı taşıdığı candan üstün gördüğüne delil teşkil etmektedir.
Malı bağışlamak asil bir hibedir
Canı bağışlamak ise hibenin en üstün mertebesidir
(Malla cihad me’curdur, canla cihad etmek ise cihadın en yüksek mertebesidir)
Allahu Subhanehu ve Teala şöyle buyurmaktadır: “Allah müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır.” Ne karşılığında?
“Cennet karşılığında”. Canları karşılığında kendilerine cennet verilsin diye! Bu anlaşmayı iyice bir düşünün kardeşler! Allahu Subhanehu ve Teala’nın bizden satın aldığı canlarımızı yaratan zaten kendisi ve sana canını, genişliği yer ve gökler kadar olan cennetle beraber geri döndürecek. Senden istediği sadece Allah Azze ve Celle’ye sevgindeki samimiyeti kanıtlaman. Senden istediği sadece talep ettiği eşyayı kendisine teslim etmen konusunda samimiyetini ispat etmen! Eşyaya gelince şüphesiz Allahu Subhanehu ve Teala o eşyadan müstağnidir. “Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise her bakımdan sınırsız zengin olandır.” Bu can sen istesen de istemesen de senden çıkacak. Herkes ölecek. “Her nefis ölümü tadacaktır.” “Nerede olursanız olun surlarla tahkim edilmiş kalelerin içinde bile olsanız ölüm sizi bulur.” “De ki: “Kendisinden kaçtığınız o ölüm, mutlaka size gelip çatacaktır.” Öyleyse bu can, istesen de istemesen de senden çıkacak. Senin yapman gereken ise, Allahu Subhanehu ve Teala ile arandaki anlaşmaya bağlılığını ve vefanı göstermek için o canın Allahu Subhanehu ve Teala’nın isteyeceği bir mekanda çıkması için çaba sarfetmendir.
Öyleyse Allahu Subhanehu ve Teala bizden, zaten kendisinin bize verdiği bir şeyi satın almaktadır. Yine kendisinden bir ikram olarak da genişliği yer ve gökler kadar olan cennetle beraber bize geri verecektir. Allahu Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Cennet karşılığında.” Bakınız! Müminlerin canlarını ve mallarını cennetle aldı demedi. “Çünkü onlara cennet” dedi. (Konuşmanın bu kısmı dilbilgisi açıklaması içerdiği için ayetin Arapçası’nı burada zikrediyoruz: Bienne lehumulcenneh) Öncelikle: ‘Enne’ teyit harfidir. Satıcı olan müminde hiçbir şüphe, tereddüt kalmaması için gelmiştir. Sonra Allahu Subhanehu ve Teala’nın bu ayette ‘car ve mecrur’ u (lehum) cennet kelimesinin önüne geçirdiğini görüyoruz. Çünkü bu, tahsise işaret etmektedir. Haberin mübtedanın önüne geçmesi, bu gibi durumlarda tahsisin göstergesidir. Sanki Allahu Subhanehu ve Teala ‘cennet onlara, başkasına değil’ buyuruyor. Sanki ‘cennet onlara özel’, buyuruyor. Yani Allahu Azze ve Celle’den o cenneti hak ettiklerine ve eğer o eşyayı (canını) teslim etmeye çalışmada dürüstlüklerini ortaya koyarlarsa yakında onu (cenneti) teslim alacaklarına dair bir tekit söz konusu.
İyice bir düşünün kardeşlerim! Günlerden bir gün kesinlikle kaybedeceğin canının bedeli genişliği yer ve gökler olan cennet! Cennette Allahu Subhanehu ve Teala’nın rıdvanı (rızası), cennette Allah Azze ve Celle’yi görmek, peygamberlerle, sadıklarla, şehidler ve salihlerle arkadaşlık etmek, tükenmez, asla kesilmez nimet var. Cennette üzüntü, yorgunluk, hastalık yok. Ey kardeşler! Cennetin nimetlerinin hepsine sahip olacaksınız. Cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir insanın aklına gelmeyen nimetler var ve bu nimetleri zaten günlerden bir gün, istesen de istemesen de kaybedeceğin canın karşılığında alacaksın.
Allahu Subhanehu ve Teala şöyle buyuruyor “Cennet karşılığında”. Bizden istenen nedir? Bu eşyayı (canı) teslim etme konusunda bizim ciddiyetimizi gösteren delil nedir? Ya da eşyayı hangi çarşıda Allahu Azze ve Celle’ye teslim etmek için uğraşmaktayız?
Tüm insanlar bu ticari eşyayı (can) teslim etmek, kendisi ile Allahu Subhanehu ve Teala arasında yapılan satış anlaşmasına bağlı kalmak istediğini iddia edebilir. Ancak Allah Azze ve Celle iddialara mecal bırakmamış ve bu hususta açık argüman, delil ve kanıt istemiştir. Öyle ki “Allah yolunda savaşırlar” buyurmuştur. Her kim canını verme karşılığında cennete kavuşma talebinde dürüst ve ciddi ise Allah yolunda savaşması gerekir. Allah yolunda cihad ederler, buyurmadı. Aksine yorumlara mecal kalmaması, bir kimsenin kalkıp da ‘buradan kasıt nefse karşı cihad’ ya da ‘şeytana karşı cihad’ veya da ‘iyiliği emredip kötülükten alıkoyma cihadı’ veya ‘Allah Azze ve Celle’ye davet cihadı’ ya da başka bir türlü cihadtır dememesi için “Allah yolunda savaşırlar” buyurdu. Yok! Aksine Allahu Azze ve Celle “savaşırlar” buyurdu. ‘Savaşırlar’ (yukatilun) kelimesi ise belli, açık bir manası olan Arapça bir kelimedir. ‘Savaştı’, ‘savaşıyor’, ‘savaş’, ve ya ‘öldüren’ ya da ‘öldürülen’dir. Her insan bu kelimenin ne anlama geldiğini anlar. Öyleyse Allahu Subhabehu ve Teala, her müminden mücahid, savaşçı olmasını istemektedir. Yani ‘askeri bir adam’ İşte Allah Resulü’nün (s.a.v) sireti ortada! Allah Resulü (s.a.v) ashabının öğretmeni, hayır davetçisi, insanlar arasını ıslah edendi. Cuma günleri hutbe verirdi. Evinde eş, savaşların komutanı idi. Savaşlara bizzat katılırdı. Yoksa orduları gönderip kendisi Medine’de kalmazdı. Aksine ilk safta yer alırdı. Sahabe (r.anhum) şöyle demiştir: “Vallahi, biz savaş kızıştı mı Resulullah (sas)'a sığınırdık. Bizim cesurumuz Resulullah (sas)'a, aynı hizada durabilendi.” Savaş çetinleştiğinde, kafalar uçuşmaya, cesurlar cesurlarla karşılaşmaya başladığında Allah Resulü (s.a.v) ilk safta durur, sahabe ise ona sığınırdı. Cesurları, Allah Resulü’nün (s.a.s.) yanında duranları olurdu. İşte Allah Resulü’nün (s.a.v) sireti bu! Yani elinde kılıcını tutup boyunları vuruyordu. Yoksa ‘ben Allah Resulüyüm (s.a.s), bana cihad yok’ ya da ‘ben sadece insanlara öğretmekle meşgul olacağım’ demiyordu. Aksine bu, insanlara sözlü ve uygulamalı olarak öğretilmesi gereken ilimdir. Allahu Azze ve Celle bize cihadda nasıl savaşacağımızı ve düşmanları nasıl öldüreceğimizi dahi öğretti. Allahu Azze ve Celle şöyle buyuruyor: “Kafirlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurunuz.” Bize bunu Allahu Subhanehu ve Teala öğretiyor. Allahu Azze ve Celle başka bir ayette ise şöyle buyuruyor: “Hani Rabbin meleklere, "Ben sizinle beraberim. İman edenlere sebat verin. Ben kafirlerin kalplerine korku salacağım. Şimdi vurun boyunlarının üstüne. Vurun, onların bütün parmaklarına" diye vahyediyordu.”
Öyle ise alim olsun, eğitimli biri olsun, tüccar ya da davetçi olsun, hatip ya da doktor veya başka bir şey olsun her kim Allah Resulü’nü (s.a.v) örnek almak isterse, onu (s.a.s.) her konuda örnek almak için uğraşması, çaba sarfetmesi gerekir. Bunların arasında da Allah yolunda savaş vardır. Hayatında silah nedir bilmeden, ayağı Allah yolunda bir gün dahi tozlanmadan yaşayan bir kimse nasıl Allah Resulü’nü (s.a.v) örnek almış ya da onun (s.a.s) takipçisi olabilir?
O zaman kardeşler! Allah Resulü’nü (s.a.v) tüm itaat, sünnet ve iyilik bölümlerinde örnek almak için çalışıp didinmemiz gerekir.
Allahu Azze ve Celle “Allah yolunda savaşırlar” buyuruyor. Sizler de Allah yolunda cihadın faziletini biliyorsunuz. Cihadı emreden, terkinden nehyeden, bu konuda ihmalkarlık gösterme hususunda uyaran, ehlini (cihad ehlini) öven, Allahu Subhanehu ve Teala’nın kendilerine neler hazırladığını haber veren birçok ayet ve hadis bulunmaktadır. Allahu Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Mü’minlerden –özür sahibi olanlar başka- oturanlar ile malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri derece bakımından üstün kıldı. Gerçi Allah (müminlerin) hepsine de güzellik (cennet) vaat etmiştir. Ama mücahidleri oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.” Allahu Azze ve Celle ayrıca şöyle buyurmaktadır: “Size karşı savaş açanlara, Allah yolunda olarak savaşın.” Başka bir ayette de şöyle buyuruyor: “Size ne oldu da Allah yolunda ve Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla, diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” Yani zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğruna.
Allahu Azze ve Celle bir ayette de şöyle buyuruyor: “O halde, dünya hayatını ahret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar.” Onların gözünde dünyanın bir kıymeti yok. Çünkü onlar, Allah Azze ve Celle’nin katında olanı istiyorlar. “Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükafat vereceğiz.” Allahu Teala, peygamberine de şöyle buyurmaktadır: “Artık Allah yolunda savaş. Sen kendinden başkası (sebebiyle) sorumlu tutulmazsın. Mü’minleri de teşvik et.”
Cihadın fazileti konusunda hadisler de pek çoktur. Bunlardan bazılarından gerekli olduğu çeşitli yerlerde bahsettik. Kaldı ki Allah Resulü’nün bu noktaya ilişkin şu hadisi şerifi bize yeter de artar bile: ‘Muhammed’in nefsi elinde olan Allah’a yeminle söylüyorum, Müslümanlara zorluk vermeyecek olsa (ümmetimden benden geri kalmak kendilerine hoş gelmeyecek adamlar bulunmasa) Allah yolunda gaza eden hiçbir seriyeden (bölükten) asla geri kalmazdım.’ İşte Allah Resulü (s.a.v) böyle idi! Yani bölüklerle (cihada) çıkmanın fazileti ve ecrinden ötürü! ‘Eğer benim kendilerini sürekli bırakmama dayanamayacak, kendilerini hoşnut etmek için yanlarında kaldığım fakir ve zayıf müminler olmasaydı hiçbir bölüğün gerisinde kalmazdım.’ Yani bir bölük gönderip de asla gerisinde kalmaz aksine o bölüğün içinde olurdum.’(hadisin açıklaması). Öyle ise ömrünü, tüm milletlerden kafirlerin Müslümanlara musallat olduğu, apaçık kendilerine tüm dünyanın gözleri önünde eziyet ettiği şu cihad ve savaş devrinde hiçbir bölüğe katılmadan geçiren kişinin durumu nasıldır? Müslümanların başına gelenleri herkes görüyor, öyle değil mi?! İnsan okulunda, camisinde, muayenehanesinde, görev yerinde ya da dükkanında sanki bu hal kendisini ilgilendirmiyormuş, sanki kendisi bu ümmetin bir parçası değilmiş ve Müslüman kardeşlerinin başına gelenler kendisine dokunmamış gibi oturuyor. Oysa Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Merhametleri, sevgileri ve şefkatleri hususunda müminlerin misali, tek bir bedenin misali gibidir ki, bu bedenin bir uzvu şikayetçi olsa bedenin diğer azaları, ateş ve uykusuzluk ile ona destek olur.”
Öyle ise her Müslüman’ın Allah yolunda mücahid ve savaşçı olması gerekir. Yahudilerden, Hıristiyan ve mürtetlerden Allah Azze ve Celle düşmanları, bu ümmetin üzerinde ancak cihad ve Allah yolunda savaş niteliğini kaybetmesinden sonra hakimiyet kurmuş, ümmeti, gençlerini ve yaşlılarını boyun eğdirmiştir. Bu nedenle şu anda tüm ülkelerde silah edinilmesi yasa ile cezalandırılan bir töhmet sayılmaktadır. Oysa hakikatinde Müslüman’ın silah sahibi, savaşçı ve mücahid olması gerekir. Öyle değil mi? Şimdi sana diyorlar ‘şu kişi on yıl hapis cezasına çarptırılmış.’ Neden? Kendisinde ruhsatsız bıçak ya da tabanca veya klaşnikof veya da başka tür bir silah bulunmuş! Allah düşmanları, İslam Ümmeti’ni bu şekilde küçük düşürmüştür. Oysa sahabeyi kiramın (r.anhum) hepsi savaşçı idi. Allah Resulü (s.a.v) Ali bin Ebu Talip’i (r.a.) Tebuk Gazvesi’nde halife olarak bıraktığında –onu Medine’ye halife olarak bıraktı- ona Medine’de kal, dedi. Çünkü orada kadınlar ve çocuklar vardı ve işlerinin, hacetlerinin görülmesi gerekiyordu. Ordu çıktığında Ali bin Ebu Talip de çıktı. (Savaşa katılmak istiyordu) Münafıklar kendisi hakkında ‘korkudan gitmedi, oturdu’ diye konuşmaya başladı. Ya siz?! Onlar çıkmadı (savaşa gitmedi). Münafıklar Ali’yi kınıyor kendilerini kınamıyorlar. Ali Bin Ebu Talip (r.a.) Allah Resulü’ne (s.a.v) çıktı ve ‘beni kadın ve çocuklarla mı bırakıyorsun, dedi. Allah Resulü (s.a.v) ile çıkmak istedi. Ancak Allah Resulü (s.a.v) kendisine şöyle dedi: ‘Sen Harun’un Musa’ya olan derecesi nispetinde bana yakın olmak istemez misin? Ne var ki benden sonra peygamber yoktur.’
Öyleyse kardeşler! Müslüman diniyle güçlüdür. Müslüman, mücahid bir adamdır. Şimdi dengelerin nasıl değiştiğini iyi düşünün kardeşler! Günümüzde Müslümanlara yöneltilen suçlamalardan biri de mücahid olduğudur. Doğru mu yanlış mı?
Sana ‘şu adam mücahid diyor’ Cihad ne zaman insanın suçlandığı veya cezalandırıldığı bir suçtu?
Olması gereken budur. Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuyor mu : "İnsanlar cihadı terk ettikleri vakit Allah onlara bela ve musibetler verir." Öyle ise onların küçük görmelerine ve terbiyesizliklerine aldırma.
Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor: “Allah yolunda savaşırlar.” Hiç kimse bu ayetin anlamını bozamaz ya da ayeti silemez. Bu, Allah Azze ve Celle’nin kitabında muhkem bir ayettir. Allah yolundaki bu savaş, hevesler yolunda bir savaş değildir. İnsan bir aşireti destekleme, cahiliyet taassubu yolunda, cemaatini desteklemek ya da vatanı için ya da bunun gibi başka bir şey için savaşmaz. Savaşı, Allah yolundadır. Yani Allah Azze ve Celle’nin kelimesi en yüce olsun diye savaşır. Bu manayı zihnimizde iyice canlandırmamız gerekir kardeşler! Biz, Allah’ın kelimesi en yüce, Allah’ın şeriatı tüm kanunların, hükmü tüm hükümlerin üzerinde olsun diye savaşıyoruz. Biz, Allah’ın şeriatının uluslararası meşruiyetin, hükmünün Güvenlik Konseyi’nin hükümlerinin üzerinde olması, dahası Güvenlik Konseyi’nin hükümlerinin ortadan kalkması, kalmaması için savaşıyoruz. Bizler bu cahiliyet hükümlerinin ortadan kaldırılmasıyla emrolunduk. “Fitne ortadan kalkıp din yalnızca Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” Öyleyse “Allah yolunda savaşırlar”!
Bizim niyetimiz ve maksadımız Allahu Subhanehu ve Teala’yı razı etmektir. Bunun için de onların dediklerine aldırış etmiyoruz. Eğer Allah senden razı ise insanların memnuniyetsizliği sana ne zarar verebilir?
Eğer Allahu Subhanehu ve Teala seni övmüşse insanların seni eleştirmesi seni neden endişelendirsin?
Eğer Allahu Subhanehu ve Teala senin dereceni yükseltmişse düşmanlarının seni alt tabakalara indirmeye çalışması sana zarar verir mi?!
Hayır! Sen Allah Subhanehu ve Teala’nın yolundasın. Hiç umursama! Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi: “(Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar.” Radyolar, uydu kanalları konuşuyor, seminerler yapılıyor, düşünürler, analistler konuşuyor, sefih kimseler geliyor… Bunların hiçbiri bizi ilgilendirmiyor. Çünkü biz, bizi Allahu Subhanehu ve Teala’ya götürecek bir yolda yürüyoruz. “Allah yolunda savaşırlar.” Öyle ise insanın eşyasını (canını) Allahu Subhanehu ve Teala’ya sunduğu Pazar neresidir? Cihad meydanı!
Bunun için Allahu Subhanehu ve Teala cihadı ticaret kılmıştır. “Ey iman edenler’ Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi?” Satış ve alış. “İnsanlardan bazıları vardır ki, Allah’ın rızasını talep için nefsini satar (canını feda eder)”.
“Öyleyse, dünya hayatına karşılık ahreti satın alanlar, Allah yolunda savaşsınlar.” Bu da demek oluyor ki, cihada gitme yolları kendisine açık olduğu halde hiç bunu düşünmeyen bir insanın Allahu Subhanehu ve Teala’ya karşı dürüst olduğunu iddia etmesi yeterli değildir. Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur: ‘Kim gazve yapmadan…’ ( Hadisin tamamı: ‘Kim gazve yapmadan ve gaza yapmayı temenni etmeden ölürse nifaktan bir şube üzerine ölmüş olur’) Ey sen Müslüman kişi! Kendine sor. Bu hadis bir kimsenin hali ile mutabık olabilir. O vakit Allahu Subhanehu ve Teala’yla nasıl karşılaşacak?
‘Kim gazve yapmadan ve gaza yapmayı temenni etmeden ölürse nifaktan bir şube üzerine ölmüş olur’ Sahih Müslim’den bir hadis. İnsanın kendi kendine temenni edip de ‘vallahi gazve yapmayı temenni ediyorum’ demesi yetmez. Yol açık ve kolaylaştırılmış. Azık mevcut. Para sende. Cihad meydanı mevcut, cihad çarşısı kurulmuş. Buna karşın Allah yolunda cihad etmeyi temenni ediyorum diyorsan seni engelleyen ne? Allah yolunda cihadla arana giren nedir?
Kişinin kendine dikkat etmesi gerekir.
Allahu Subhanehu ve Teala şöyle buyuruyor: “Allah yolunda savaşırlar.” Savaşlarının ardından da şu olur ‘öldürürler ve öldürülürler.’ Allah ve Resulü’ne karşı gelen Allah düşmanlarını öldürürler. Yani onlar bir tarafta. Allah ve Resulü diğer tarafta! Allah’a ve Resulü’ne karşı gelenler, iman edenleri dinlerinden saptıranlar, Allahu Subhanehu ve Teala’ya şirk koşanlar… İşte tüm bu kafirlere karşı savaşıyorlar. Çünkü onlar necistir (pislik) ve (Allah yolunda savaşanlar) yeryüzünü onlardan temizliyorlar.
Allahu Subhanehu ve Teala şöyle buyurmaktadır: “Öldürürler.” Öyleyse kafirlere karşı savaşmak ve ve onları öldürmek, bilinen şer’i hükümlere göre –cihadla ilgili bölümlerde- şer’an övülen, Allahu Subhanehu ve Teala’nın sevdiği bir şeydir. Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: ‘Bir kafir ve onun katili cehennemde asla bir araya gelmezler.’Eğer bir Müslüman bir kafiri öldürür, kendisi iman ve tevhit üzere ölürse onunla (kafirle) asla cehennemde bir araya gelmez. “Allah yolunda savaşırlar ve öldürürler.” Allah düşmanı kafirleri öldürürler ve “öldürülürler.” Yani Allah yolunda şehadete kavuşurlar. Tabi bunun anlamı insan, Allahu Subhanehu ve Teala’nın vermeyi vaat ettiği cennete ancak Allah yolunda cihad edip bu yolda öldürülürse girecek, demek değil. Yok! Allahu Subhanehu ve Teala’nın bizden istediği cihada gidebilmek, savaşabilmek, şehadet için çaba sarf etmemizdir. Sonra eğer insan öldürülürse (şehid edilirse) bu, Allah’ın istediğine verdiği lütfüdür. Ancak yatağında vefat ettiği halde Allah yolunda şehadet talebinde sadık ise yine de şehid olarak ölmüştür. Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Kim gerçekten içinden gelerek samimiyetle şehid olmayı isterse; Allah o kimseyi yatağında ölse bile şehidlerin derecesine ulaştırır.”
Bazı ilim ehlinin doğruladığı başka bir hadiste de Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyuruyor: ‘Kim Allah yolunda evinden ayrılır da ölürse ya da öldürülür, yahut atı veya devesi (yere atıp) boynunu kırar veya biz zehirli yılan akrep ya da yılan sokar veya yatağında ölür ise, Allah’ın dilediği hangi musibetle ölmüş olursa olsun şehid olarak ölür ve ona cennet vardır.’ Allahu Subhanehu ve Teala kitabında şöyle buyurmaktadır: “Andolsun, eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah’ın bağışlaması ve rahmeti onların topladıkları (dünyalıkları)ndan daha hayırlıdır.” Bir başka ayette de şöyle buyurmaktadır: “Allah yolunda hicret edip sonra öldürülen veya ölenlere gelince; Allah onları muhakkak güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır.”
Öyleyse mücahid kardeş sen Allahu Subhanehu ve Teala’ya giden cennet yolundasın. Dahası eğer onu isteğinde samimi isen şehadet yolundasın. Sen cihad meydanında iken cennetin kapısında duruyorsun. Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur: ‘Cennetin kapıları kılıçların gölgeleri altındadır.’ Peygamber (s.a.v) ayrıca şöyle buyurmuştur: ‘Allah yolunda cihad, Cennet kapılarından bir kapıdır ki, Allah (c.c.) onun sebebiyle hüzün ve kederden korur.’ Öyle ise daha ne! Sen cennetin kapısında duruyor ve her an sana açılmasını bekliyorsun. Her gün demiyorum! Her an! Hüzün, keder, yorgunluk ve bitkinlik diyarından çıkmak için kapısının açılmasını bekliyorsun. Allah yolunda şehadet (i bekliyorsun)! Allah Resulü şöyle buyuruyor: ‘Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki herşey kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmeyi arzu etmez. Sadece şehid, gördüğü itibar ve iktam sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehid olmayı ister.’ Bu çok büyük bir şey kardeşler. Yani cennete girip orada bitip tükenmez nimetleri ve Allahu Subhanehu ve Teala’nın ikramını gördükten sonra ‘ne dersin dünyaya dön ve sana yeryüzündeki her şeyi verelim’ sorusuna herkes ‘hayır, ben dünyaya dönmek istemiyorum’ cevabını verir. Sadece şehid hariç!
Şehid ise dünyaya sadece bir kere değil on kere dönmek ister. Ancak dünyaya yeryüzündekilere sahip olmak için mi dönmek ister?! Hayır! Sadece tekrar şehid olmak için dönmek ister. Bir daha öldürülsün diye (ister). Tam on kere! Birinde kurşun… Bir diğerinde şarapnel parçası… Bir diğerinde bombardıman, dördüncüsünde mayın… İşte bu şekilde; Allahu Subhanehu ve Teala’nın katında gördüğü ikramdan ötürü bunu ister. Dünyaya dönmeyi babasını ziyaret etmek, ya da annesiyle oturmak veya çocuklarını veya eşini görmek ya da kendilerini sevdiği, onların da kendisini sevdiği mücahid kardeşleriyle oturmak için istemez. Hayır hayır, yok, yok! Bunu istemiyor. Dünyaya, şehadetin tadını tekrar tatmam için dönmek istiyor. Allahu Subhanehu ve Teala’dan bir lütuf olan o tadın kendisinden asla kesilmesini istemiyor.
Öyleyse bizim de onlardan olabilmek için azmetmemiz gerekir kardeşler. Bu nasıl olur?
Kim samimiyetle Allah’tan şehid olmayı dilerse yatağında ölse bile Allah onu şehidlik mertebesine ulaştırır.
Allahu Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler.” Ey kardeşler!
Mücahidlerin cennetteki dereceleri farklı farklı olduğu gibi şehidlerin mertebeleri de tek değildir. Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Cennette yüce Allah'ın kendi yolunda cihad edenler için hazırladığı yüz derece vardır. Bunlardan iki tanesinin arasındaki mesafe ise gökle yer arası kadardır.” Bu, mücahidler içindir. Aralarına şehidler de diğerleri de dahildir. Allah Resulü (s.a.v) şehidler hakkında ise şöyle buyurmaktadır: “(Savaşta) öldürülenler üç çe*şittir: Canıyla, malıyla Allah yolunda cihad eden mü’min. O düş*manla karşılaştığında savaşır, nihayet öldürülür!” Hz. Peygamber (s.a.v) bunun hakkında sözüne şöyle devam etti:
"İşte o, Allah'ın arşının altındaki çadırındadır!’ Bir başka rivayette de şöyle geçmektedir: ‘ Pey*gamberlerin ona sadece Peygamberlik derecesiyle üstün geldikleri Allah’ın cennetindedir…’
İkinci mertebe hakkında şöyle buyurmuştur: ‘İyi bir işle diğer bir kötüsünü birbirine ka*rıştıran mü'mindir. O, canıyla malıyla Allah yolunda cihad etmiştir.’ Kötü işler yapmış. Allah Resulü (s.a.v) bunun hakkında sözüne şöyle devam etti: ‘Günahlarını ve hatalarını silip süpüren bir yıkama ve te*mizleme!’ Yani şehadet, tüm günahlarını ve hatalarını yıkamış. Sonra şöyle devam etti: ‘Muhakkak ki, kılıç hataları çok silip süpürücüdür! Bu kimse, Cennet'in sekiz kapısının hangisinden isterse oradan Cennet'e gir*dirilir.’ Bu ikincisi. Üçüncüsü hakkında ise Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyuruyor: ‘Canıyla, malıyla cihad eden münafık kimse. O da düşmanla karşılaştığında öldürülünceye kadar savaşmıştır.’ Onun hakkında şöyle buyurmuştur: ‘Ama bu kimse (Cehennem) ateşindedir! Zira kılıç mü*nafıklığı silmez.’ Allah’tan afiyet diliyoruz.
Allahu Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler.” Allah için öne atılan müminin kalbinde en ufak tereddüt ya da şüphe kalmaması için Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor: “O’nun üzerine hak bir vaattir.” Yani Allahu Subhanehu ve Teala bu alışverişi kendi üzerine hiçbir şüphesi bulunmayan kesin bir vaat olarak vacip kılmıştır. Allahu Subhanehu Teala bu hak vaadi en yüce kitapları Tevrat’ta; Musa’ya indirdiği Tevrat’ta, İsa’ya indirdiği İncil’de ve Muhammed’e indirdiği Kur’an’da yazmış ve kendi üzerine hak bir vaat olarak zikretmiştir.
Bu tekitten sonra da en ufak bir şüphe dahi kalmaması için Allahu Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: “(Bu), Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaattir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır?” Vaade Allah Azze ve Celle’den daha sadık kimse var mıdır? Yani yoktur! Öyle ise şekke şüpheye düşmeyin, tereddüt etmeyin. Sizler, Allah Azze ve Celle’ye giden yolunuzdasınız. Cennete giden yolunuzdasınız. Üzerinize düşen sadece bu eşyayı (canınızı) Allah Azze ve Celle’ye sunarken Allah Azze ve Celle’ye karşı samimi ve dürüst olmaktır. Sonra tüm endişeler, sıkıntılar, darlık, keder, kovalamaca ve diğer şeyler bitiyor. Hepsi bitti! Bir anda! Bir anda bu dünyadan çıkarak kendini asla kesilmez bir nimetin içinde buluyorsun.
Ey Kardeşler! Allah Resulü (s.a.v), cenneti bir çok vasıfla nitelendirdikten sonra şöyle buyurdu: ‘Onda hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin aklına gelmeyecek şeyler hazırladım.’ Kimsenin hayal edemeyeceği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir gözün görmediği nimetler. Bunun için Allah Resulü (s.a.v) kendisine şehidlerin en faziletlisi kimdir, diye sorulduğunda ‘ön safa atılanlardır’ buyurmuştur. Çünkü onlar Allah’a yönelmişlerdir ve Allahu Subhanehu ve Teala’nın kendilerine vaadettiğine doğru yol aldıklarından emindirler. Dünyaya iltifat etmezler. Arkalarına bakmazlar. Dünyanın lezzetlerinden de musibetlerinden de bir şeyi düşünmezler. Onlar, Allah Azze ve Celle’ye yönelmişlerdir. Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: ‘Ön saflara atılıp yüzlerini çevirmeyenler cennette yüksek odalarda yerleşirler. –Yüksek odalarda oradan oraya yer değiştirerek yaşarlar-Rabbin onlara güler. Ve Rabbin bir kula gülerse ona hesap yoktur.
Allahu Subhanehu ve Teala şöyle buyuruyor: “(Bu), Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaattir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır?” Hala (bu noktada dahi) bu mananın teyidi; her müminin kalbinde hiçbir şüphesi bulunmayan kesin bir emre (hale) dönüşmesi için Allahu Azze ve Celle şöyle buyuruyor: “Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde O’nunla yapmış olduğunuz bu alış verişten dolayı sevinin.” Bu alışverişten ötürü sevinin! “O’nunla yapmış olduğunuz bu alış verişten dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kurtuluştur.” Allahu Subhanehu ve Teala’dan bizleri kendilerine yolunda şehadeti nasip ettiği o müttaki, sadık, ihlaslı mümin kullarından kılmasını niyaz ediyoruz. Şüphesiz O (c.c.) işiten ve yakın olandır. Salat ve selam peygamberimiz Muhammed’e ehline ve tüm ashabına olsun.