İSLAM'DA , TEKFİRE MAZERET OLABİLECEK DURUMLAR
Üç mazeret varki, kişi Müslüman olduğunu söyleyerek küfür işi veya sözünü de söylese bu mazeretleri kendisinin kafir olmasına engel olabilir.
Bunlardan 1.si zorlamak , diğeri nasların birini bırakıp diğerine dayanarak tevil etmek, 3.sü ise yapmış olduğu veya söylemiş olduğunun dine ters olduğunu bilmemek, yani cehalet.
1. Mazeret : Zorlama - İkrah
Bütün alimler “bir insan küfre bulaşır ve hür iradesi dışında değil de, bu işi zorla kendisine yaptırılacak olursa o kişi mazur olur küfre düşmez” diye ittifak etmişlerdir.
Ancak zorlamanın derecesi ne olmalı ki kişiyi mazur kılsın?, bu hususta görüşler farklıdır.
Zorlamanın mazerete olacağına en bariz delil Nahl suresinin 106. ayetidir.
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
مَن كَفَرَ بِاللّهِ مِن بَعْدِ إيمَانِهِ إِلاَّ مَنْ أُكْرِهَ
وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالإِيمَانِ وَلَـكِن مَّن شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْراً
فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِّنَ اللّهِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ {106
- Kalbi iman ile sükûnet bulduğu halde (dinden dönmeye) zorlananlar dışında, her kim imanından sonra küfre kalbini açarsa, mutlaka onların üzerine Allah'tan bir gadab gelir ve kendilerine çok büyük bir azab vardır. (Nahl 106)مَن كَفَرَ بِاللّهِ مِن بَعْدِ إيمَانِهِ إِلاَّ مَنْ أُكْرِهَ
وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالإِيمَانِ وَلَـكِن مَّن شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْراً
فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِّنَ اللّهِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ {106
Burada “iman ettikten sonra küfre düşer” ifadesi beyan ediyor ki bu müslümanmış fakat söylediği bir söz veya yaptığı bir iş kendisini dinden çıkarmış. İstisna edilen zorlama karşılığında bunu söyleyen veya yapanlar.
1. Delil : Al-i İmran suresi . ayet.
Yüce mevlamız buyuruyor ki :
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
لاَّ يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُوْنِ الْمُؤْمِنِينَ وَمَن
يَفْعَلْ ذَلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّهِ فِي شَيْءٍ إِلاَّ أَن تَتَّقُواْ مِنْهُمْ
تُقَاةً وَيُحَذِّرُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ وَإِلَى اللّهِ الْمَصِيرُ {28
- Mûminler, mûminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin ve onu her kim yaparsa Allah'dan ilişiği kesilmiş olur, ancak onlardan bir korunma yapmanız başkadır. Bununla beraber Allah Sizi kendisinden korunmanız hususunda uyarır. Nihâyet gidiş Allah'adır. (Al-i İmran 28)لاَّ يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُوْنِ الْمُؤْمِنِينَ وَمَن
يَفْعَلْ ذَلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّهِ فِي شَيْءٍ إِلاَّ أَن تَتَّقُواْ مِنْهُمْ
تُقَاةً وَيُحَذِّرُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ وَإِلَى اللّهِ الْمَصِيرُ {28
Burada mûminlerin dışında kafirleri dost edinenler, kafirlerin şerrinden ciddi bir şekilde korkarsa mazur olacakları, Allahu tealanın yukarıda geçen tehdidine maruz kalmayacakları belirtiliyor.
Hadisler olarak ta şu aşağıda gelen sahabilerden gelen zikredilen hadisi şerifler buna delildir.
Ebu Zer-i Gifari diyor ki : Rasulullah (s.a.v) buyurdular ki :
Allah ummetimden hata etmenin (yanlışlık yapmanın) ve unutmanın birde kendisine zorla yaptırılanın günahından hesaba çekmesinden vazgeçmiştir. (yani hesaba çekmeyecektir)
Aynı hadisi şerif daha öncede belirtildiği gibi Ebu Zer’le birlikte Ebu Hurayra, Abdullah ibni Abbas , Sevban , Abdullah ibni Ömer’den rivayet edilmekte.
Hadisler Kutub-i sitte’den ibn Mace, Beyhaki’nin Sunen-i Kubra’sında, Darekutni’de, Taberani’nin Mucemi Kebir’inde, Hakim'in Mustedrak’inde, İbni Hibban’ın Sahih’inde bunlar çeşitli şekildeki rivayetlerle zikderilmektedir.
Her ne kadar hadisin ravileri içindeki gevşekler, yer yer hakkında konuşulanla r bulunulmuş ise de, çokça sahabiden gelmesi , 2. veya 3. derecede bulunan bir çok kaynakta zikredilmesi sebebiyle alimler hadisin sahih olduğunu karar vermişlerdir. Zayıf olduğunu da söylemeyenler yoktur. Her halukarda bu hadiste var olan şekliyle zorla yaptırılandan insanların sorumlu olmadığını beyan etmektedir .
2. Delil : Gerek Rasulullah döneminde gerekse sahabeler döneminde küfri icab ettirenler vakıalardır.
Bunlardan dolayı bu işlere girift olanlara kafir denilmemiş aksine , kendilerine o andaki imanı sorulmuş, “biz sendelemedik imanımızdan dönmedik” deyince, kendileri mu’min kabul edilmişler , yerine göre ruhsatı seçmelerinden dolayı dolayı tebrik dahi edilenleri vardır.
Bu olaylardan 1.si peygamberlik iddiasında bulunan Museylime el Kezzab’ın esir aldığı 2 esirin durumudur.
Museylime, bunlardan birini yakalayınca “sen Muhammedin Allah’ın peygamberi olduğuna şahidlik eder misin?” diye sormuş. Kişi Evet cevabını vermiş. Sonra “Benimde Allah'ın peygamberi olduğuma şahidlik eder misin?” diye sorunca bu zat Museylime’nin kulağına eğilerek “benim kulaklarım duymuyor, sağırım” cevabını vermiştir.
Museylime “Ne oluyor sana, benim peygamberliğime şahidlik etmeye gelince kulakların duymuyor sağır oluyorsun? demiş ve bu zatı öldürtmüştür.
Diğer birine “sen Muhammedin peygamber olduğuna şahidlik eder misin?“ dediğinde “Evet” , “Benim peygamber olduğuma şâhidlik eder misin?” diye sorduğunda da “evet” cevabını vermiş.
Museylime bunu serbest bırakmış.
Serbest bırakılan sahabe, Rasulullah’a (s.a.v.) varınca “helak oldum ey Allah’ın rasulu” demiş. Rasulullah “Ne oldu da helak oldun?” diye sorunca olayı kendisine haber vermiştir.
Rasulullah (s.a.v.) “Arkadaşın imanı üzerine gitti, sen ise ruhsatı tercih ettin” cevabını vermiştir.
Bu hadis Musannef ibni ebi Şeybe’de , Çeşitli tefsirlerden , Kurtubi’de, Ruhu’l Meani’de, fıkıh kitaplarında zikredilmektedir.
Burada Rasulullah (s.a.v.) “sen onu söyleyerek kafir oldun” dememiş , ruhsatı tercih ettiğine dair kendisinin de iman üzerine olduğunu vurgulamıştır.
3. Delil : Diğer bir olay , Abdullah ibn Abbas’a Said bin Cubeyr diyor ki:
Ben Abdullah ibni Abbas’a dedim ki: “Yani müşrikler Rasulullahın sahabelerine o kadar işkence yapıyorlar mıydı ki, bazıları dini bıraktığını söyleyebiliyorlardı ve bunda da mazur görülüyorlardı?”
Abdullah bin Abbas dedi ki : “Evet, o derece işkence ediyorlar , onları aç ve susuz bırakıyorlardı ki yerlerinden doğrulup oturamıyorlardı, çokça kendilerine yapılan işkencelerden dolayı nihayet istenilen soruyu kabullenip cevab vermek durumunda kalıyorlardı. Hatta “Lat, Uzza putu Allah’tan başka senin ilahın değil mi?” diye sorduklarında bazıları “evet” deme mecburiyetinde kalıyorlardı. Hatta oradan geçen hamam böceklerini gösterip “herhalde senin Allah'ın budur” cebredip söylediklerinde yine bir kısmı “evet” deme mecburiyetinde kalıyorlardı kendilerinin içine düşmüş oldukları yorgunluk ve bitkinlikten dolayı “
(İbn Hişam, el bidaye ve’n –Nihaye, hayatu’s sahabe)
Başka bir olay Ammar bin Yasir olayı.
Muşrikler Ammar bin yasir’i yakalayıp, Onun Rasulullah (s.a.v.)'e dil uzatmasına kadar bırakmayıp kendisine işkence etmişler.
Nihayet Yasir onların ilahlarını hayırla yad etmek mecburiyetinde kalmış. Rasulullah'a varınca : “Ne bıraktın arkanda ne oldu sana“ diye sormuş “sorma ya Rasulullah (s.a.v.) beni bırakmadılar , ta ki sana dil uzattım , onların ilahlarını da hayırla andım”
Rasulullah (s.a.v.) O'na : “şu an kalbini nasıl buluyorsun?” diye sorduğunda,
Ammar : “Kalbimi imanla mutmain huzur içinde buluyorum” demiş.
Rasulullah da “bir daha aynı şeyleri yaparlarsa sende bu haline dön bu lalinde ol” cevabını vermiştir.
Bu olay Ebu Nuaym’in Hilye adlı hadis kitabında, İbn Sa’d de, Hayatu’s Sahabe’de, çeşitli Tarih kitablarında zikredilmektedir. Kenzu’l Ummal , muğnil ibni kudame , siyret-i ibni Hişam’da da geçmektedir.
Ammar’la ilgili hadisler oldukça fazla fakat hepsi aşağı yukarı bu mahiyette, Rasulullah s.a.v. “bir daha sana işkence ederlerse aynı tavrı takın yani kalbin imanla mutmain olsun sakın sendeleme” tavsiyesinde bulunmuşlardır.
4. Delil : Bir başka olay Abdullah bin Huzafe el sehmi olayıdır.
Rumlar bunu esir alıp krallarına getirdiklerinde “bu Muhammed’in sahabilerinden en değerli birileri, buna gerekenleri yapalım bu hırıstiyan olursa bir çoğu hırıstiyanlığı kabul eder” diye telkinlerde bulunmuşlar.
Kral da Abdullah'a: “Ben sana elimde bulunan iktidara ortak edeceğim , otorite sahibi kılacağım gel hırıstiyan ol” diye teklifte bulunmuş .
Abdullah: “sen bütün elinde bulunanları , hatta Arabların elinde bulunanları bana verecek olsan Muhammed’in dininden bir göz açıp kapayıncaya kadar bir zaman için dahi vazgeçmem“ cevabını vermiş.
Kral: ”O halde seni öldüreceğim” demiş .
Abdullah: ”Bildiğini yapmakta serbestsin” cevabını vermiş.
Kral: “Abdullah’ın bir yerden aşağı asılmasını, okçular tarafından ellerine, ayaklarına okların yağdırılmasını ve burada Abdullah’ın hırıstiyanlığı kabul etmek zorunda kalacağını” söylemiş.
Bu işlemler Abdullah’a yapılırken , Abdullah diretmiş evet dememiştir.
Sonra indirilmesini, yakmış olduğu ateşte suyun kaynatılmasını, Müslümanlardan 2 esirin getirilib onun içine atılarak kebab edilmesini emretmiş. Abdullah burada da hırıstiyanlığı kabul etmeyi reddetmiş hırıstiyan olmamıştır.
Sonra Abdullah’ın da aynı suyun içine atılarak yakılmasını emretmiş. Abdullah ağlayınca kral bundan ümitvar olmuş. Artık dininden döneceğini zannetmiş , getirin onu buraya deyip tekrar hırıstiyan olmasını teklif etmiş, Abdullah ağlamış.
Kral : “sen niye ağlıyorsun?” deyince
Abdullah: “Kendi içimden dedim ki “Şu an kaderin gereği buraya atılıyorsun, ve ben arzuluyordum ki başımdaki bulunan saçların adetince cesedimde başlarım olsun, her biri Allah yolunda şehid olsun. Şu an birden ölüp gidiyorum buna ağlıyorum.”
Kral: ”Ne dersin benim başımı öp seni serbest bırakayım?” demiş
Abdullah: ”Diğer bütün Müslüman esirleri de serbest bırakacak mısın?” diye sorunca
Kral: ”Evet diğer bütün Müslüman esirleri de serbest bırakacağım”
Abdullah diyor ki: içimden dedim ki “bu Allah’ın düşmanlarından biri , başını öpeyim beni serbest bıraksın , diğer Müslümanları da serbest bıraksın, ondan sonra benim bunu göreceğim yok, umurumda değil ne olursa olsun.”
Yaklaştı bana, öptüm başını. Esirleri verdi bana. Onlarla Ömer’in huzuruna vardım, Ömer’e durumu anlattım.
Ömer dedi ki :”Her müslümanın Abdullah bin Huzafe’nin başını öpmesi icab eder. İlk Onun başını öpmeye de ben başlıyorum” dedi ve öptü.
(Bu olay Hakim’in Mustedrak’inde, Hayatu’s sahabede, el-İsabe fi Temyizi's-Sahabe, Kenzul Ummal isimli hadis kitabında , Beyhaki’nin Suneninde, İbn Asakir’de zikredilmektedir.)
Evet alimler bu olaylara dayanılarak bir insan ikrah karşısında diretirse şehid olur amma diretmeyip zorlama olursa, dininden döndüğünü söyleyerek canını kurtarırsa kafir olmaz kanaatine varmışlardır.
Ancak ikrahın mahiyeti hususunda sahabilerden çeşitli görüşler zikredilmiştir.
Ömer diyor ki : “Kişi eğer aç bırakılırsa veya tehdit edilip korkutulursa yahut hapsedilirse artık kendisi bakımından emniyet içinde olmaz ikrah içindedir.”
Huzeyfe’tu-l Yeman diyor ki: ”Kamçılarla dövmenin insanı baştan çıkarması kılıçtan daha beterdir. Görmezmisiniz kişiyi kamçılayarak idam sehpasına çıkarır orda idam ederler.”
Abdullah bin Mesud (r.anh) diyor ki: “ Bir yöneticinin huzurunda bana vurulan 2 kamçı dahi benim bazı sözleri söylememi mubah kılar”. Bu husustaki en az işkenceyle bir çok sözün söyleneceğini ifade eden görüştür.
(Musannef ibni ebi Şeybe’de geçiyor , tefsir-i Kurtubi’de geçiyor)
Altmış kusur yıl kadılık yapan Şureyh diyor ki :
“Bir adamı hapsedersen veya elini kolunu bağlarsan yahut başka tehditlerde bulunursan bu onun için zorlamadır.”
Buhari diyor ki: “Takiyye kıyamete kadar caizdir”.
Diğer sahabelerden görüşlerin tümünü aldığımızda İkrah ; aç bırakma, tehdit etme, elini kolunu bağlama, hapsetmelerle tahakkuk edeceği zikredilmiştir. Ancak kişinin küfür sözü veya işini yapaması için miktarlarının ne olacağı mezhebler arasında farklılık arzetmektedir.
Hanefilere göre; “bir insanın küfür sözünü veya işini yapabilmesi için, hayat tehlikesi veya organının koparılması tehlikesine kesin kanaatini getirmesi şarttır. Ayrıca ebu Hanife’ye göre, bu tehditi yapanın devlet otoritesi olması şarttır. Korsanların, eşkiyaların tehditi yeterli değildir.
Hanefi mezhebinden iki alim İmam Muhammed ve İmam Yusuf’a göre “tehditi gerçekleştirebilecek herkesin tehditi yeterlidir.”
İkrahın derecesi hususunda en geniş yer veren İmam Şafii’nin mezhebidir. Hapsedilmede ikrahtır, dövmede ikrahtır , hatta şahsiyetli kişileri az dövülmesi bile ikrahtır. Akrabalarından birini öldürmeyle tehditte ikrahtır. Velev ki üst tarafı veya alt tarafı olsun, şeklinde ikrahın çeşitli şekillerde olacağı , kişiden kişiye , sebebten sebebe fark edeceği arz edilmiştir. Ama bu mezhebe göre de tehdit eden tehditini yerine getirebilecek güçte olmalı, tehdit edilende buna kesin kanaatini getirmelidir. Sadece zanlar yeterli değildir.
İmam Ahmed b. Hanbel’in mezhebine göre de dövme , boğazını sıkma, suya sokma benzeri işkenceler ikrah olabilir fakat yeter ki bunlardan bir kısmı fiilen uygulanmış olsun. Sadece laf ile tehdit, sahih görüşe göre ikrah sayılmaz. Tehdit edilenlerden bir kısmı fiilen tehdit edilene uygulanmış olması lazım. Ammar b. Yasir olayı bunun böyle olduğunu göstermektedir.
İmam Malik’e göre bir farklılık , ikrah edilen kimse neye mal olursa olsun küfür sözü veya işini yaparken, ondan istenilenin aynısı değil değiştirerek karşıdakileri aldatıp başka bir şey yapması gerekir. Yani sözlerinde tevriye, (bir şeyi söyleyip başka birşeyi kastetme) veya tahrif ederek konuşma, işlerinde onların istediğine ters bir şekilde, secde ederken kafasını yan çevirme veya yere yatma vb. şeylerle ikrahın ondan istenilen maddesini aynen uygulamaması lazım, yoksa dinden çıkar diyorlar.
Verilen delillerden de anlıyoruz ki , sadece mal yalnız ikrah olmuyor. “Senin fabrikanı yakarım” tehditi ikrah olmuyor. İmam Şafii’ye göre eğer tahammül edilemeyecek bir mal ise tehdit olabilir diğerlerinde malla tehdit ikraha girmemektedir.
2. Mazeret : Tevil
Tevil ; Bir insan kendisinin bir şeyi hatırladığında veya bildiği halde bir nassı bırakıyor başka bir nassı işletiyor, O nassda sahih nass. Direk nassı bırakıp en direkt yoldan kendisine fetva buluyor. Böyle bir insan günahtan kolay kurtulamaz, isyankardır, ahirette cezasını çekecektir. Ancak dinden çıkıp kafir olurmu olmaz mı; sahih olan görüşe göre tevil eden , bir nassı bırakıp diğerine geçen kafir olmaz.
1. olay:
Bu husuta Kudame bin Maz’un olayı var. Ömer (r.anh) döneminde Bahreyn valisidir.
Özetle : Bunun içki içtiğine dair Carut isminde oranın beylerinden bir zat Ömer (r.anh)'e gelib şikayet ediyor. Ömer (r.anh) şikayetini aldığından Kudame b. Maz’un’u çağırıyor.
Tek şahid olduğundan buna ceza uygulanamıyor. Carut tekrar ısrar edib ebu Hurayra’ninde bu hususta şahid olduğunu ifade ediyor.
Ebu Hurayra’ya sorulduğunda “ben içki içerken görmedim sarhoşken gördüm” deyince,
Ömer (r.anh) “şahidliği tam ifa etmedin” deyib Kudame bin Maz’unu bırakıyor.
Carut tekrar ısrar edince, Kudame b. Maz’un’un hanımı Hint bintu Velid’e başvuruluyor.
Hanımı bunun içki içtiğine şahidlik edince bu defa
Kudame : “Farzet ki ben içki içmiştim. Ben şu ayete dayanarak içki içtim. Yüce Mevla buyurmuyor ki: “İman edip Salih amel işleyenlere yemiş olduklarından dolayı herhangi bir günah yoktur.” (Maide 93) Ben iman ettim , Rasulullahla beraber savaşlara katıldım, Salih amel işledim.” deyince
Ömer (r.anh): “Sen tevilini yanlış yaptın, eğer Allah’tan korksaydın Allah’ın sana haram kıldığı şeylerden vazgeçerdin” dedi, insanlara yöneldi.
“Ben buna sopa atacağım ne diyorsunuz” dedi.
Burada bulunanlar “hastadır bırak ya emir el mûminin” cevabını verdiler.
Ömer (r.anh) belli bir dönem bıraktıktan sonra kanaatini değiştirerek “bunun kamçılar altında Allahın huzuruna çıkması, benim boynumda bir cezayı uygulamama sorumluluğuyla Allah’ın huzuruna çıkmamdan daha hayırlıdır” dedi ve kamçıyı çağıdı ve Kudame bin Maz’un’a 80 sopa attı.
Başka bir rivayette Ali (r.anh) ile istişare ederek, Ali (r.anh) buna gereğini yapılmasını söylemişti O’da yapmıştı.
Burada Kudame’nin Maide suresi 93. ayetine dayanarak içki içmenin serbest olduğu kanaatine varması, haramı helal görmesi, kendisini küfre götürür muamelesi yaptırmamış, “gel iman et kafir oldun yoksa kelleni alırız” gibi değil buna sopa atılmış. Bunun tevilinin kendisini günahtan değil ama tekfirden kurtardığı kanaatine varılıyor.
2. olay:
Aynı olay, Şam’da Yezid velayeti zamanında valiyken (Halife değil Vali olduğu zaman) tekrar etmiş. Bir takım sahebeler ve tabiinler içki içmişler. Tövbe ettirlimiş kendilerine sadece sopa atılmıştır.
3. olay:
Yine Ömer, Hatib bin ebi Beltea muşriklere mektub yazınca: “ey Allahın Rasulu bu munafığın tekidir bırak ta kafasını alayım” dediğinde Rasulullah (s.a.v.) Hatib’e sormuş. Hatib mazeretlerini belirttikten sonra Rasulullah (s.a.v.) “doğru söyledi, bırak bunu” demiş hz. Ömer’e.
Rasulullah (s.a.v.) , Ömer (r.anh)'i “Bu munafıktır” sözünden dolayı hesaba çekmemiştir.
(Buhari, Muslim, Tirmizi , darimi, ebu davud, imam ahmed)
4. olay:
Muaz bin Cebel’in arkasında namaz kılan bir sahabi, Muaz’ın namazı çokça uzatmasından dolayı terk ediyor ayrıca namazı kılıp gidiyor.
Bundan sonra Muaz, “bu giden adam munafıktır” diyor. Olay Rasulullah (s.a.v.) aktarılıyor:
Rasulullah (s.a.v.) Muaz’ı uyarıyor. “Sen Bakara suresini sabah namazında zemmi sure okuyorsun. Ey Muaz insanları fitneye mi düşüreceksin” diye 3 kere söylüyor akabinde de “ve'ş Şemsi ve'd Duhahe, ve's Sebbih ismi rabbikel ala sana yetmez miydi?” diyor.
Yani burada Muaz’ı “sen buna munafık dediğin için dinden çıktın” demiyor, çünkü Muaz orada görülen adamın halinden bunu çıkarıyor, bu ithamı kendisine söylüyor.
5. olay:
Haricilerin Ali (r.anh) dahil bir çok sahabeyi tekfir etmeleri, hatta Ali’yi şehid etme cüretine varmalarına rağmen bunlar ayetlere dayanarak “kısası uyguluyoruz” diyerek tevile gittiklerinden tekfir edilmemişlerdir.
Ali’yi şehid eden kişi Abdurrahman bin Mulcem adlı biridir. Kendisi kurra’lardan biri , fıkıh erbabı. Mısır’ın fethine katılmış, Amr ibni As ile birlikte fethetmiştir.
Ali’yle birlikte Sıffin’de Onun ön saflarında idi. Allah kimseyi şaşırtmasın.
Bermek, Amr bin Bekr adlı iki kişiyle ittifak ederek Ali’yi , Muaviye’yi , Amr ibni As’ı Ramadan'ın 17. gecesinde öldüreceklerine karar vermişler.
Muaviye namaza gelmemiş kurtulmuş , Amr ibni As’a isabet edememişler, Ali (r.anh)’ye Abdurrahman bin Mulcem şakağına indirdiği kılıçla şehid etmiş. Buna rağmen Abdurrahman bin Mulcem’in kısas olarak kellesi alınmış fakat hariciler kafirdir dememişlerdir.
Ayrıca günümüzdeki bazı bidat ehli, sahabelere dil uzatmakta yerine göre tekfir etmekteler. Buna rağmen biz onlara kafir değil bidat ehli diyoruz.
6. olay:
Mutezile kulu hür iradesiyle yaptığı fiilleri yapan değil yaratan kabul etmişlerdir. Halbuki onların aleyhlerine şu kadar ayetler vardır.
وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ {96
"Halbuki sizi de yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır." (Saffat 96)
54{وَالأَمْرُأَلاَ لَهُ الْخَلْقُ
Dikkat edin yaratma da Allaha aittir, emir de Allaha aittir. (A’raf 54)
102{ فَاعْبُدُوهُذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمْ لا إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ
İşte Rabb'iniz Allah bu! O'ndan başka ilah yoktur; O, her şeyin yaratanıdır. O'na kulluk edin, (En’am 102)"Halbuki sizi de yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır." (Saffat 96)
54{وَالأَمْرُأَلاَ لَهُ الْخَلْقُ
Dikkat edin yaratma da Allaha aittir, emir de Allaha aittir. (A’raf 54)
102{ فَاعْبُدُوهُذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمْ لا إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ
İşte bu, Allah'ın yarattığıdır. Haydi gösterin bana O'ndan başkaları ne yaratmıştır? Fakat o zalimler, apaçık bir sapıklık içindedirler. (Lukman 11)
Allah'tan başka bir yaratıcı mı var? O size gökten ve yerden rızık verir. O'ndan başka ilah yoktur. O halde (haktan) nasıl çevrilirsiniz? (Fatır 3)
Allah, her şeyin yaratıcısıdır. Her şey üzerine vekil de O'dur. (Zumer 62)
Bütün bu ayetlere rağmen Mutezile direterek “bu ayetler kulun refleks fiillerini ifade ediyor yani irade dışı fiillerini ifade ediyor, hür iradesiyle yaptığı fiiller buraya girmez” demişlerdir. Kuru kuruya lafta kalmış olsalardı yukarıdaki ayetlerden dolayı küfürlerine hükmedilirlerdi. Fakat başka nasslara dayandıklarından tevil ettiklerinden tekfirlerinde ihtiyatlı olunmuş tekfir edilmemişlerdir. Mesela dayandıkları ayetlerden biri Maide 110 :
110{ مِنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ بِإِذْنِيتَخْلُقُ وَإِذْ
.. Hatırla o zamanı ki sen çamurdan kuşlar yaratıyordun, ona üflüyordun ve onlar benim iznimle kuş oluyorlardı (Maide 110)Mutezile : “Bak burada Allahu teala İsa’ya (a.s.) yaratma işini isnad etmiş yapıyordun demiyor” demektedir. Ayrıca Mûminun suresi
فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ {14
Yaratanların en güzeli olan Allah yüceler yücesidir. (Mu’minun 14)
Yaratanların en güzeli olan Allah yüceler yücesidir. (Mu’minun 14)
Mutezile : “Yaratanlar çok ki yaratanların en güzeli demiş. Kulda işini yaratır”. Yine Saffat suresi 125’de
أَتَدْعُونَ بَعْلًا وَتَذَرُونَ أَحْسَنَ الْخَالِقِينَ
Ey ahmaklar! Siz Ba’l putunu çağırıyor da yaratanların en güzeli Allah’ı bırakıyorsunuz he! (Saffat 125)Burada “yaratanların en güzeli” ifadesi geçiyor.
Mutezile : “Vel hasıl bu ve benzer ayetlere dayanarak kulun iradesiyle yapmış olduğu işlere “kendisi yaratmıyor” dersek “Allah yaratıyor birde hesaba çekiyor” durumuna varırırz ki Allah’a zulüm isnat etmiş oluruz. Allah da zulümden munezzehdir. Bunu kul yaratıyor ondan sorumluluğa da kendisi çekiyor “ demiş diretmişlerdir.
Halbuki yaratma ile yapmalar farklı şeylerdir.
Yaratma işin son kararını verme manasınadır. Yapma ise sebeblere başvurup işi meydana getirmedir.
Çiftçinin tohumunu yere saçarak gereken sulamayı yapıp her şeyi yapması yapmadır. Amma buğdayın bitip meydana gelmesi yaratmadır. Yaratıldıktan sonra başağı koparmamaya izin vermeme yine yaratmadır.
Mutezile yaratma ile yapma ne kadar izah edilse de bir türlü kabul etmemişler, inatlarından dönmemişlerdir. Yine de kendileri tekfir edilmemişlerdir. Çünkü bir nassa dayanarak diğer nassı yoruma (tevil) kalktıkları için.
3. Mazeret : Bilmeme - Cehalet
Cehalet iki zumre insan için söz konusudur.
1. Kendisine hiç davet ulaşmayan, iki peygamber arasında yaşayan ve isimlerine ehl-i fetret denilen insanlar.
2. Peygamberin daveti kısmen kendilerine ulaşan fakat tümüyle ulaşmayan gerek Dar’ul harbde yaşadığından gerekse topluluklardan uzak adalarda, dağlarda vs. yaşayan dinin tamamını bilmeyen insanlar için söz konusudur.
1. sınıftan olan cahiller yani ehl-i fetret olanların ahirette akıbeti ne olacaktır?
Dünyada bunların kafir olduğu , kendilerine kafir muamelesi yapılacağı muhakkaktır.
Adl-i ilahide sorumlu olacaklar mı olmayacaklar mı?
Bu husuta iki görüş zikredilmektedir.
Birincisi :
Maturidi ve Hanefilerin bayraktarlığını yaptığı görüştür ki; buna göre kişiye hiçbir peygamberin daveti ulaşmasa dahi onun Allah’ın zatını, genel olarak sıfatlarını bilme mecburiyeti vardır, aksi taktirde ahirette sorumlu olacaktır. Sorumluluğunun derecesi hususunda da aynı mezheb aynı görüş içerisinde iki görüş vardır.
Birincisine göre “ebedi olarak cehennemde kalacaklardır” manasını kastetmektedirler. İkincisine göre “ahirette günahkar olarak haşrolunacaklar, belli hesabları verdikten sonra akıbeti belli değil Allah bilir” diye ifade etmişlerdir.
Bu gurubun özetle delilleri şunlardır:
Ey Muhammed hatırla, Bir zaman Rabbin, Âdemoğullarından, bellerindeki zurriyetlerini alıp da onları kendi nefislerine şahid tutarak: “Ben sizin Rabb'iniz değil miyim?" dediği vakit, onlarda demişlerdi ki "evet biz şahidiz ki Sen bizim Rabb'imizsin" dediler. (Yüce Mevla) kıyamet günü "Bizim bundan haberimiz yoktu." demeyesiniz diye (yapmıştık). (A’raf 172)
Ayet ahiratte sorumluluğu dolaylı yoldan ifade ediyor. Çünkü insanlık yaratılışında zerrecikler olarak Rabb'inin varlığını kabul etmiş, kafasına monte edilen aklı da bunu bilecek güçtedir. Bunu kullanmazsa, acizse muaftır, aciz değil diğer dünyevi işlere kullanıyor dinine kullanmıyorsa adl-i ilahide hesabı vardır. Diğer ayet-i kerime:
{30 حَنِيفاًوَجْهَكَ لِلدِّينِفَأَقِمْ
Sen yüzünü hanif olarak dine çevir. Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. (A’raf 172)Ayeti kerimede insanın fıtratının temiz olarak yaratıldığı , Allah'ın dinini kabullenecek temâyul ve güçte olduğu beyan buyuruluyor. Buna rağmen Allah'ın dinini fıtratının gereği bilmezse özellikle yüce Mevla’yı ve sıfatlarını bilmezse ahirette hesaba çekilecektir. Diğer yönden Ankebut 61’de
“Andolsun ki onlara, "Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?" diye sorsan "Allah" derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar?”
buyurulmaktadır.
Bakınız muşrikler, Allah’ın yeri ve gökleri yaratıldığını itiraf edip kabul ediyorlar. Buna akıllarıyla vardılarsa yine Allah'ın birliğini ve diğer sıfatlarını da bilmek zorundadırlar. Yine Mûminin suresi 84 -85 de:
-(Rasulum!) onlara de ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir?"
- "Allah'a aittir" diyecekler. "Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız?" de. (Mu’minun 84-85) Ve benzeri ayetleri ileri sürüp ahiratte insanların sorumlu olacaklarını , Allahın zatı ve sıfatlarından hesaba çekileceklerini zikretmişlerdir.
Hadis olarak; konuyla ilgili olarak şu iki hadis zikredilmektedir.
Enes’ten nakledilen bir rivayette de şöyle anlatılmaktadır:
Biri: Ya Rasûlullah, babam nerededir? diye sordu. Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem):
“Cehennemdedir” buyurdu.
Adam, arkasını dönüb üzgün üzgün giderken, Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem) onu çağırdı ve:
“Benim de, senin de baban cehennemdedir” buyurdu.
(Muslim, İman, 347-203; Ebû Dâvûd, Sunne, 17-4717; Ahmed b. Hanbel, Musned, 119, 268.)
Başka bir rivayette de şöyle denilmektedir:
Ebû Hurayra’den yapılan bir rivayete şöyle buyurmaktadır:
Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem) annesinin kabrini ziyaret etti. (Kabrin yanındayken) ağladı. Yanındakileri de ağlattı. Sonra şöyle buyurdu:
“Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, bana izin verdi. Kabirleri ziyaret ediniz, çünkü onlar ölümü hatırlatır”
(Ebû Dâvud, Cenâiz 77-3234; İbn Mâce, Cenâiz 49-1572, Muslim, Cenâiz, 105, 106, 108-976; Tirmizî, Cenâiz, 60; Nesâî, Cenâiz, 101-2042; Ahmed b. Hanbel, Musned, II, 441; V, 356.-s.441)
Görüldüğü gibi hadisi şerifte Rasulullah (s.a.v.) daha 6 yaşındayken kaybettiği annesine dua etmeyi taleb etmiş yüce Mevla izin vermemiştir. Eğer kurtuluşa eren, necate erenlerden olsaydı yüce Mevla izin verirdi diye beyanda buyurmuşlardır.
İkincisi :
Eşari ve ona tabi olan alimlerin fetret ehl-i ile mezhebi ise;
Kendisine peygamber gönderilmeyen veya peygamberin daveti kendisine ulaşmayan insanlara ahirette sorumluluk söz konusu değildir. Velev ki Allah’ın zatı ve sıfatları hakkında dahi olsa. Zira Yüce Mevla İsra suresi 15. ayette yüce Mevla :
“… Biz bir Peygamber göndermedikçe, hiç kimseye azab edecek değiliz”. (İsra 15) buyurmuştur.
Bunlara peygamber gönderilmediği, daveti ulaşmadığına göre ahirette nasıl kendilerine azab edilir.
Diğer gurup, birinci görüş sahipleri bu delile cevaben:
“ayeti kerime biz onlara dünyada azab etmeyiz” diye buyurulmuştur yoksa ahiretteki azabı bakidir.”
(Kanaatimizce ayeti kerime mutlak ifade edilmiştir. Onun sadece dünya için geçerli olabilir diye söyleme bir tevildir. Doğruda olabilir yanlışta-Hasan hoca)
2. Kendilerine peygamber gönderilmiş, onun daveti kendilerine ulaşmış fakat tümüyle ulaşmamış insanlar, bu tür insanlardır. Bu tür insanlar, yani dinin tümünün kendilerine ulaşmamış insanların kendilerine ulaşan kısımların tamamından adl-i ilahide sorulacaklarında ittifak vardır.
Ancak dinin kendilerine ulaşmadığı dallarda dini bilmez, sert davranırlarsa hatta kendilerini inkara götürecek laflar söylerde, ciddi bir şekilde uyarılıp onun inkar olduğu kendilerine tebliğ edilmezse bunlar adl-i ilahide sorumlu olmayacakları, bilmedikleri konulardan mazur kalacakları beyan edilmiştir.
Öyle ki bu durum Rasulullah (s.a.v.) zamanında bile yani dine ters sözleri söyleme hatta yüce Mevla’nın bazı sıfatlarında sorularak sorarak “böyle midir” diyerek öğrenmeye çalışmalar olmuştur. Onların cehaletleri Rasulullah (s.a.v.) tarafından mazur görülmüş, kendilerine imanlarını yenilemeleri veya küfre düştükleri tövbe edip yeniden Müslüman olmaları beyan edilmemiştir.
Aşağıda zikredeceğimiz ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde de bunlar vurgulanmaktadır.
Evvela daha önce zikrettiğimiz cehaletin mazeret olduğunu beyan eden İsra 15. ayeti kerimeye ilaveten şu ayetlerde zikredilmiştir:
Eğer biz, onları bundan (peygamber veya Kur'ân'dan) önce bir azab ile yok etseydik, muhakkak "Ey Rabb'imiz! bize bir peygamber gönderseydin de, alçak ve rezil olmadan önce âyetlerine uysaydık, olmaz mıydı?" diyeceklerdi (Ta ha 134)
“Yüce Mevla peygamber göndermese Onların bu iddiaları baki kalırdı. Peygamber gönderilip daveti ulaşanların artık böyle bir şey söyleme hakkı yoktur” diye izah edilmiştir.
-Daha önce sana anlattığımız peygamberlerle, anlatmadığımız başka peygamberlere de (vahyettik). Ve Allah Musa ile de konuştu.
- Peygamberleri müjdeciler ve azab habercileri olarak gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah mutlak üstündür, yegane hikmet sahibidir. (Nisa 164-165)
Ayet-i Kerimede uyarıcı ve müjdeleyici peygamberler gönderdik ki artık peygamberler kendilerine geldikten sonra kimse kendisine bir gerekçe sunarak bana peygamber gelmedi demesin. Binealeyh peygamberin davetinin kendisine ulaşmayanın böyle bir şeyden sorumlu olacağı beklenilmemelidir. Adli İlahide buna musaade edilmez.
De ki: ….. "bu Kur'ân vahyolundu ki, onunla hem sizi, hem de sizden sonra kendisine ulaşan herkesi uyarayım.” (En’am 19)
Belli ki Kur’an kendisine ulaşmayanlar bu hükmün dışında kalıyor. Başka bir ayeti kerimede Yüce Allah cehennemi vasfederken diyor ki :
-Az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara: "Size korkutucu bir peygamber gelmemiş miydi?" diye sorarlar.
- Derler: "Evet, bize uyarıcı geldi ama biz yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz." dedik. (Mulk 8-9)
Görüldüğü gibi ayeti kerimede kendilerine uyarıcılar geliyor, onları yalanlıyorlar ondan sonra cehenneme girmeye hak ediyorlar. Uyarıcının uyarısı kendisine ulaşmayanlar sorumlu değillerdir.
-Ateştekiler, cehennem bekçilerine derler ki: "Rabb'inize dua edin de bir gün olsun bizden azabı biraz hafifletsin."
- Bekçiler de: "Size peygamberleriniz mucizelerle gelmiyorlar mıydı?" diye sorarlar. Onlar: "Evet" derler. Bekçiler: "Öyle ise kendiniz dua edin" derler. Kâfirlerin duası ise hep çıkmazdadır, sapıklıktır. (Mûmin 49-50)
- İşte bu (Kur'ân) da mubârak bir Kitab'dır. Onu biz indirdik. Ona uyun ve Allah'tan korkun ki, size rahmet edilsin.
- (Onu size indirdik ki: "Kitab, sadece bizden önceki iki topluluğa (yahudi ve hıristiyanlara) indirildi; biz ise, onların okumasından habersizdik (o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk)" demeyesiniz.
- Yahut: "Eğer bize kitab indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk", demeyesiniz. İşte size de Rabb'inizden açık delil, hidayet ve rahmet geldi. Allah'ın âyetlerini yalanlayıp, onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle azabın en kötüsüyle cezalandıracağız. (En’am 155-156-157)
-(Allah) "Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugününüze kavuşacağınız hususunda Sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?" deyince, Onlar: "Kendi aleyhimize şahidiz" derler. Dünya hayatı Onları aldattı ve kendilerinin kâfir olduklarına şahidlik ettiler. (En’am 130)
Bu konudaki benzeri ayetler Kur’anı Kerim’de oldukça fazladır. Binealeyh kişiye davet tam ulaşmazsa adl-i ilahide ulaşmadığı dalda hesaba çekilmeyecektir.
Bakınız bu konuda İbn Kayyım el Cevziyye Tarikul Hicreteyn ve babu Saadeteyn adlı kitabında şöyle demektedir:
“Allah c.c. ancak peygamberliğin ve peygamberin delilinin kendisine ulaştığı kimseyi azab eder. Bu kesin bir şeydir. Fakat insanları ferdlere indirgeyerek Zeyd'e emre bu deliller ulaştı, ulaşmadı bunu bilmemiz mümkün olmaz. Bunu ancak Allah bilir, Kullarıyla Allah arasındaki incelikleri Ona havale ederiz.”
Yani şunu demek istiyor ki, piyasada bir takım insanlar varsa kendi kanaatimizle “buna dava ulaşmış diyelim yoksa buna dava ulaşmamış diyelim” bilemeyebiliriz bu hususu Allah’a bırakın diyor.
Aslında kula gerekli olan şudur: İslam dininden başka bir dini kendine din edinen genel olarak kafirdir. Bizde Allah kuluna delilini göndermedikçe ona azab etmeyecektir. Buna mukabil işi kişilere bizzat indirgememek, Allah'ın ilmine bırakmak lazımdır. Yani sana davet ulaşmış, sende iman etmemiş kafirin tekisin demede tedbirli olun diyor. Bu mesele ahiretle ilgili meseledir. Dünyada ise biz bunlara görünürünü yaparız. Kafir görünümlü ise kafir muamelesi, Müslüman görünümlü ise müslüman muamelesi yaparız.
İbn Teymiyye’de fetvalar isimli eserinin 7. cildinin 237 sayfasından şöyle buyuruyor:
“Bakarsın ki insan bir şeyi yalanlar veya inkar eder. Peygamberin onu haber verdiğini veya onu emrettiğini bilmez, öyle ki bunu bilecek olsa bunu yalanlamaz, inkar etmez. Sonra zaman gelir onu duyar veya öğrenir , düşünür yahut ta anlamamışsa manasını kendisine açıklanır veya kendisi bir başka delilden onun manasını anlar yalanladığı şeyi tasdik eder. Bu onun için yeni bir tasdiktir, yeni bir imandır, imanının artması demektir. Bu kimse bilmediği bir şeyden dolayı daha önceden kafirdir anlamına gelmez, fakat cahil olduğundan mazur görülür. Bu usulde mucmel ve mufassala benzer” diye ibn Teymiyye devam ediyor.
Bu husustaki ayeti kerimeler ve pek çok daha alimlerin ifadeleri de bulunmaktadır.
Dinin kendilerine tebliğ edilmeyen bölümünü iman etmezlerse veya yalanlar iseler ahrette sorumlu olmaz diyenlerin izahları bunlardır.
Bu husustaki bazı hadisleri zikredeceğiz:
Ebu Said el Hudri , ebu Hurayra, Huzeyfe’tul Yeman , Ebubekir es Sıddik, Abdullah bin Mesud, Muaviye bin Hide’den rivayet edilen şu hadisi şeriftir:
Hadisin kısa rivayeti şöyledir.
Rasulullah (s.a.v.) bir adamı anlattı. “Ve bu sizden önce geçen ummetlerden biriydi” buyurdu.
“Allah c.c. bu adama bolca mal ve evlat vermişti. Ölüm gelip kendisine çatınca oğullarına” :
“Yavrularım Beni sizin için nasıl bir baba görüyorsunuz?” diye sordu.
Oğulları da : “hayırlı bir baba biliyoruz” dediler.
Rasulullah s.a.v. buyurdu ki: “Ne var ki bu adam Allah katına hiçbir şey göndermemişti, orada hiçbir şey hazinelememiş, depolamamıştı, hayrı yoktu”.
Ve şöyle dedi: “Eğer Allah bana gücü yeterse azab eder, sizler bakın düşünün ölünce beni yakın, kömür olduğumda beni ezin. Fırtınalı bir günde külümü savurun çevreye dağılsında Allah beni diriltmesin”
Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Buna dair oğullarından ahidler aldı. Rabbime yemin olsun ki oğullarıda bunu yaptılar. Sonra onu fırtınalı günde külünü savurdular.”
Yüce Mevla buyurdu ki “ol”.
Hemen adam ayakta bir adam olarak yüce mevlanın karşısında dikildi.
Yüce Mevla buyurdu ki: “Ey kulum , seni bu yaptıklarına sevk eden nedir?” diye sordu.
Yakılıp savrulan ve sonra diriltilen adama dönüştürülen kul buyurdu ki : “Sen daha iyi biliyorsun ki senden korkmamdır”. dedi
Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Bu sözü ağzından çıkar çıkmaz Allah ona rahmet eyledi , afveyledi.”
(Buhari; tevhid 35, rikak 22, enbiya 50; Muslim 2754- 2757; Nesei Cenaiz 117; İmam Malik Muvatta Cenaiz 115; Ahmed b. Hanbel, Musned c.4,447, sf: 30-266; Nuraddin el Heysemi, Mecmâu'z-Zevaid, 10/195 (Ahmed ve Taberani'den), Bu hadisin şahidleri için : Buhari, Rikak, 25(7/185);Muslim, Tevbe, 24-28(4/2109-2112)
Görüldüğü gibi bu kişi yüce Mevla’nın kendisinin zerrecikler halinde küllerinin savrulması hainde diriltemeyeceğine inanarak ölmüş. Fakat bunu bilmediğinden dolayı mazur görülmüş , afvedilmiş.
Cehaletin mazeret olduğuna hadis olarak en büyük delillerden biridir.
Hadis sahihayn’de yani Buhari ve Muslim’de geçtiği gibi daha pek çok hadis kitabında geçmekte ve pek çok sahabeden gelmekte olması dikkate alınmalıdır.
İkinci bir hadis Muavviz’in kızı Rubeyye’den geliyor. Diyor ki :
Benim tam düğünümün yapıldığı gece Rasulullah (s.a.v.) geldi , şöyle senin oturduğun gibi benim döşeğime oturdu. Birtakım cariyelerde defler çalıyor, Bedir gününde öldürülen babalarına dair marşları, ağıtları söylüyorlardı.
Nihayet bir cariye şöyle dedi : ”İçimizde yarın ne olanı bilen peygamber de var”.
Rasulullah (s.a.v.) buyurdular ki : “Böyle söyleme, daha önce söylediğin şeyleri söyle”
(Buhari: Magazi 12, Nikah 48 , Edeb 51/ 4922 ; Ebu Davud; Tirmizi , İbn Mace)
Tirmizi, hadisin hasen ve sahih olduğunu söylüyor.
Görüldüğü gibi “içimizde yarın ne olacağını bilen peygamber var” diyen sahabeyi cariyeye, Rasulullah (s.a.v.) “Gaybi Allah’tan başka kimsenin bilmediğini” hatırlatarak “sen iman et küfre düştün” diye bir ikazda bulunmuyor , cehaletini mazeret kabul ediyor.
Üçüncü bir hadis-i şerif Muaz bin Cebel’in Rasulullah’a secde etme olayı.
Hadis Abdullah bin ebi Evfa, Suheb-iRûmî; Ebu Zabyen ve Zeyd bin Erkam gibi sahabilerden geliyor.
Hadisin kaynakları ise Ahmed bin Hanbel’in Musnedi, Taberani, İbni Mace, Bezzar gibi kaynaklar.
Bu hadisi şerifin kaynakları yukarıdaki birinci hadisi şerif kadar kuvvetli değil değil ancak çeşitli zatlar tarafından rivayet edilmiş olduğundan güven telkin ediyor.
Hadisin rivayetlerinden bir tanesini aktaralım :
Abdullah bin ebi Evfa diyor ki ; Muaz , Şam’dan gelince Rasulullah’a secdeye kapandı.
Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Ey Muaz bu da ne ?”
Muaz dedi ki: “Ben Şam’a vardım. Orada şuna denk geldim ki, Şam’daki Hırıstiyanlar Oskoflarına, patriklerine secde ediyorlar. İçimden şunu arzuladım ki “biz bunu Rasulullah’a da yapalım ve yaptım”
Rasulullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Yapma, çünkü ben bir kişinin başka birine secde etmesini emredecek olsaydım kadının kocasına secde etmesini emretmiş olurdu. Allah’a yemin olsunki kadın beyinin hakkını ödemeden Rabbinin hakkını ödeyemez”
…….
(İbn Mace , Ahmed B. Hanbel, Musned; ….. )
Dördüncü bir hadis-i şerif Aişe’nin Rasulullah’ı (s.a.v.) takib etme olayı .
Aişe buyuruyor ki :
“Benimle Rasulullah arasında geçen bir olayı anlatayım mı?”
Sahabeler diyor ki: “anlat.”
Aişe : “Benim sıram olan gecede Rasulullah yanımdaydı.”
''Nebi (s.a.v.), benim yanımda bulunduğu gece olunca geldi. Muteakiben ridasını yere koydu, ayakkabılarını çıkarıp onları da ayaklarının yanına koydu. İzarının bir tarafını döşeğinin üzerine yayıp uzandı. Ancak benim uyuduğumu zannedinceye kadar bekledi. Muteakiben yavaşça ridasını aldı. Kapıyı yavaşça açtı, evden çıktı yavaşça kapattı.
Elbisemi başımdan geçirip büründüm. İzarımı da giyindim, sonra arkasından gittim. Nihayet Rasulullah (s.a.v.) Baki mezarlığına vardı, ayakta durdu ve duruşunu uzattı. Sonra üç defa ellerini kaldırdı. Sonra üç defa ellerini kaldırdı. Sonra geri döndü. Bende geri döndüm. O süratle yürüdü. Ben daha süratle yürüdüm, koştum. Neticede ben onun önüne geçtim ve eve girdim. Ben yatar yatmaz o da eve girdi ve:
Rasulullah (s.a.v.) : “Ya Aişe, neyin var soluk soluğasın, karnın kalkıp iniyor?”, buyurdu.
Ben: “Bir şey yok” dedim.
Rasulullah (s.a.v.) : “Ya bana haber verirsin, yahut da Latifu'l Habir Olan Allah bana haber verir”, buyurdu.
Ben: “ya Rasulullah: Anam babam sana feda olsun” dedim ve olanı anlattım.
Rasulullah (s.a.v.) : “O önümde gördüğüm insan karıltısı sen miydin ?buyurdu..
Bunun üzerine beni gögsümden bir defa itti ve bu itişle beni sarstı.
Sonra:“(Nöbetinde) Allah ve Rasulunun sana zulmedeceğini mi sandın be ey Aişe?” dedi.
Aişe: “İnsanlar her gizlediğini Allah bilir mi ?” dedim.
Rasulullah (s.a.v.) : “evet bilir” buyurdu. Devamında
— Senin gördüğün zaman Cibrîl bana geldi ve beni çağırdı. Senden gizli olarak beni istedi. Bende, O’na cevab verdim fakat cevâbımı Senden gizledim.
Ben, Senin uyuduğunu zannettim de, uyandırmak istemedim. Dışarı çıkıp gittim.
Rabbimin emriyle , Bakî'de yatanların yanına giderek onlar için af diledim.
Bende dedim ki:— Ey Allahın Rasulu, kabristana vardığımda, (ziyaret ettiğimde) onlara ne diyeyim?
Peygamber (s.a.v.)- Deki “Ey mu'min ve Müslüman olan burada yatanlar Size selam olsun! Allah, bizden önce geçenlere de rahmet eylesin bizden sonra geleceklerimize de rahmet eylesin. Bizler de inşeAllah mutlaka sizlere kavuşacağız” kabirde böyle de buyurdu.
(Muslim 974; Nesai, Cenaiz 103/3973; Ahmed b. Hanbel, Musned c.6, s:221)
Bu hadiste Aişe (r.anha), Rasulullah (s.a.v.)’e “insanların her gizlediğini Allahu Teala bilir mi?” diye sorduğunda, Rasulullah (s.a.v.) “Evet bilir” cevabı dışında ek bir ikazda bulunmamıştır. Kendisinin bunu bilmeyişi O’nun o anda küfrüne hüküm
vermeyi gerektirmemiştir. Cehaletin mazeret olduğuna bu yönü delil gösterilmiştir.
Beşinci bir hadis-i şerif;
Ebû Vâkıd el Leysî (r.anh) diyor ki :
Rasulullah (s.a.v.) Hayber’e giderken muşriklere ait bir ağacın yanından geçtiler. Ağaca da askılı ağaç deniliyordu. Muşrikler silahlarını oraya asıyorlar ve orada itikaf ediyorlardı.
Rasulullah (s.a.v.) ile bulunan sahabaler dediler ki : “Ey Allahın Rasulu, nasıl bunların askılı ağaçları varsa sende bize böyle bir ağaç ihdas et, yap”
Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Subhanallah, bu tıpkı Musa’nın kavminin Musa’ya söylediği sözler: “Ey Musa bunların ilahları olduğu gibi bize de ilah yap (A’raf 138)”. Canım elinde olan Allaha yemin olsun ki sizlerde geçmiş milletlerin yolunu tutacaksınız!
Yüce Mevla buyuruyor ki:
- Ve İsrailoğullarının denizden geçmelerini sağladık? Derken bir kavme vardılar ki, Onlar, kendilerine mahsus bir takım putlara tapıyorlardı.
Dediler ki; Ey Musa! Onların ilahları gibi, sen de bize bir ilah yap! Musa da Onlara dedi ki: Siz gerçekten cahillik eden bir kavimsiniz. (A’raf 138)
Musa (a.s.), kavmine “sizler kafir oldunuz” gelin iman edin deme yerine “Sizler cahil bir topluluksunuz” diye buyurmuş. Rasulullah (s.a.v.)’de bu olayı hatırlatarak “sizler gelin yeniden dine girin , ne demek tekrar putçuluğa mı dönüyorsunuz” dememiş.
Çünkü “onların bunun putçuluk olduğunu bilmemeleri, böyle ağacın etrafında itikafa girerek tavaf ederse mahzurlu olmadığını sanmaları kendilerini küfre düşürmediğini göstermiştir” diyor alimler.
Günümüzde iç içe yaşadığımız, ve dini mubine ters davranarak, değil ki amellerine namaz kılmamak, sadece oruç tutmama; itikadiyle ilgili, Allah’ın Uluhiyetiyle, Rabb'liğiyle, kainatı sevk idare etmesiyle, insanlara yasalar belirlemeyle ilgili sıfatlarında adeta peynir ekmek yer gibi tahriflerde bulunmaları, o sıfatlarını gevelemeleri onları nereye götürüyor?
Bunlar, bu huylarında dediklerinde, yaptıklarında burada zikredilen cahiller guruhundan veya değiller?
Bunu Allah’a bırakalım. Artık İbn Kayyım’ında, İbn Teymiyye’nin de dediği gibi kişilere indirgemede bırakalım Allah’a belirlesin bu bunu biliyor mu bilmiyor mu, ama küfrünü gördüğümüzde “bu küfür işi”, Müslümanlığını gördüğümüzde de “Müslüman işi” diyebiliriz.
Yani bunlara rahat rahat “Müslüman kardeşlerimiz, canımız ciğerimiz, yaptığını da biz yapalım” dersek halimiz ne ola ? Veya “bunlar kafirlerin tekidir, canı, malı, kanı helaldir gidin öldürün” o da caiz değildir.
Allah bu tür olanlara da hakiki iman nasib eylesin. Allah İslam’ın hakimiyetini bize versin ki, kimin ne olduğu net bir şekilde ortaya çıkmış olsun. (Amin)