“Allahu Teâlâ ilmi insanların arasından çekip almaz, ancak âlimleri alır.” Kimileri dünyayı terk ederken arkasında mal mülk bırakma gayretine girerken, peygamberlerin varisleri geride ilim bırakırlar. Bu ilme mirasçı olanlar ise, büyük bir hayır elde eder. Değerli hocamızdan geriye, ilmi eserler, ilim talebeleri ve davet faaliyetleri dışında bir şey bıraktığını görmemekteyiz. Onu tanıyan dava arkadaşları bunun birinci tanıklarıdır. Küçük yaşlarında Erzurum’da ilme başlayan Hasan hocamız, kısa sürede hafızlığını tamamlar ve Arapçada iyi bir seviyeye gelir. Türkiye’deki medreselerin yetersizliği nedeniyle ilmini geliştirmek için Mısır’a gitmeye karar verir. Uzun yıllar kaldığı Mısır’da el-Ezher üniversitesini tamamlar ve Muhammed Ebu Zehra gibi zamanın büyük âlimlerinden özel dersler alır. Öğrenciliği sırasında bir dönem maddi sıkıntılardan ötürü çalışmak için Almanya’ya gider. Almanya anılarıyla ilgili olarak şunları söylediğini hatırlıyorum: “İnsanın bir amacı olunca dünya metaı hiçbir haz vermiyor. Biran evvel işlerimi tamamlayıp amacıma geri dönmek istiyordum. Bazen geceleri sıkıntıdan biriktirdiğim markları duvarlara çarptığım oluyordu.” Yaklaşık bir sene içerisinde elde ettiği birikim üzerine, hiç zaman kaybetmeden ilim öğrenimine devam eder. Türkiye’ye döndüğünde Mehmed Nuri Yılmaz, Fethullah Gülen ve Cemaleddin Kaplan gibi medrese arkadaşlarının resmi kurumlarda görev aldıklarını ve tanınan simalar olduklarını görür. Kendisinin de böyle bir yolla makam elde etme imkânı varken, resmi kurumların baskısı altında kalmamak için bağımsız hareketini başlatır. Sonraki dönemlerde, bağımsız ilmi çalışmaların ürünlerinin daha ihlaslı ve daha bereketli olduğu görülecektir. Bir medrese sezonu bitimi toplantısında, ‘lise ve üniversitelerde birçok öğrencisi bulunmasına rağmen işi omuzlayacak olanların medrese öğrencileri olduğunu’ söylediğini hatırlıyorum. Medrese öğrencilerine özel ilgi gösterir, onlara zaman ayırır, sıkıntılarını dinler ve dertleriyle dertlenirdi. Medrese dönemimizde akaid dersine gelen Hasan Hoca’dan Teftazani’nin “Şerhu’l-Akaid” kitabını okuma şerefine nail olduk. Bu vesileyle güncel akaid meselelerini bizzat kendisinden dinleme ve farklı akımları tanıma fırsatı elde ettik. Kendisi mezhep olarak Hanefi mezhebini benimseyip bu mezhebe göre amel etse de, diğer mezheplerin usullerine de çok vakıftı. Türkiye’de Fıkıh Usulu konusunda ilk telifte bulunanlardan ve bu ilmi tanıtanlardan birisi Hasan hocadır, ki hala “Fıkıh Usulü” kitabı, alanında en muteber eserlerden birisi olarak kabul edilmekte.
Mısır’da bulunduğu süre zarfında İhvan-ı Müslimin hareketini yakından tanıma fırsatı bulur ve ilerleyen dönemlerde İhvan deneyimini Türkiye’deki davet çalışmalarına aktarır. Mahallelerde açılan çay ocakları, mescidler ve yayınlar başlıca davet araçlarıdır. Hedef kitle ise, lise ve üniversite öğrencilerinden oluşan genç nesildir. Bizzat kendisinin başında durduğu medrese çalışması ise, davet sıkıntılarını üstlenebilecek ve bu işi devralıp gelecek nesillere aktaracak nitelikte bir çalışmadır. Burada değinilmesi gereken hususlardan birisi de, Hasan hocanın, Türkiye’ye cihad fikrini doğru bir şekilde tanıtan öncü şahsiyetlerden birisi oluşudur. Dünya Müslümanlarının gündeminde “cihad” diye bir kavramın olmadığı baskı dönemlerinde, Abdullah Azzam’ın “Tevbe Suresi Gölgesinde Cihad Dersleri” adlı eşsiz eserini Türkçeye kazandırarak Türkiye Müslümanlarının cihad fikriyle tanışmasına vesile olmuştur. O dönemde böyle bir çalışma, başlı başına birçok hayrın vesilesi olmuştur. Sonraki dönemlerde cihada çıkan tüm Türk ve Türkçe konuşan mücahidlerin “Cihad Dersleri” adlı eserini okuduklarını ve bu eserden etkilendiklerini görürsünüz. Böyle büyük bir hayra vesile olmak ve bu hayrı işleyenlerin ecirlerine ortak olmak, ancak Allahu Teâlâ tarafından bir muvaffakiyet olarak açıklanabilir. Yine o dönemlerde birçok kimsenin yabancısı olduğu Taliban Hareketi’ni etrafındaki arkadaşlarına ve öğrencilerine tanıtması, amaçlarını ve neleri gerçekleştirdiklerini anlatması, Türkiye’de bulunan davetçilerin siyasal İslam konularında bilinçlenmelerine ve ülkeler arasındaki sınırları tanımayan tek bir ümmet bilincine ulaşmasına büyük katkıları olmuştur. Taliban İslam Emirliği’nin nasıl ve ne koşullarda ilan edildiğini bizzat kendisinden dinleme fırsatım oldu. Bazı kesimlerde hilafetin ilgasından sonra Müslümanların devlet olma düşüncelerinin somut örnekleri ve yöntemleri bu bilinçlendirmeler üzerine konuşulmaya ve tartışılmaya başlandı. Ömrünü İslami ilimleri öğrenmeye ve yaymaya adayan bu değerli hareket önderi âlimimizi kaybetmemiz hepimizi derinden etkiledi. Geride bıraktığı ilim talebeleri, davetçiler ve İslami faaliyetler ise en büyük tesellimiz. Rabbimizden kendisine gani gani rahmet etmesini, günahlarını bağışlamasını ve cennetin en üst derecelerine almasını diliyorum.
Muhammed Atta