İbn Teymiyye rhm'ın sözlerini naklediyorum.
''İşte bunun için, her yöneticinin doğru ve adaletli kişilerden yardım alması gerekir. Bu imkansız olursa, yalancılığı ve haksızlığı olsa bile var olanlar içerisinde en ehil olanı seçer. Çünkü Yüce Allah bu dine facir adamlar veya kavimler ile de yardım eder. VACİP OLAN GÜÇ YETİRİLENİN YAPILMASIDIR.
Allah Rasul'u ve ashabı,Hristiyanların Mecusileri yenmelerine sevinmişlerdi. Ve ikisi de kafirdi. Ancak (sevinme sebebi) bir sınıf İslam'a daha yakındı. Bizanslılarla İranlılar savaştıklarında Allah, "Rum" suresini indirdi. Kıssa meşhurdur.
Nebi olan Yusuf a.s da böyleydi. Hem kendisi hemde kavmi müşrik olan Mısır Firavununun veziri idi. Gücü yettiğince adaletli ve hayırlı hareket etti. İmkanı nisbetin de onları hayra imana davet etti.
el-Hisbe - Dar-u İbn Hazm - S.59-60
Şeyhülislâm İbni Teymiyye Rahimehullah'a;
"Zalimlerin, kâfirlerin sultasında Müslüman birinin görev alıp alamayacağı ile ilgili soruya değişik yerlerde şu cevabı verir:
“Bu şartlarda görev alan kişi, eğer gücü yettiği kadar adaleti ikame edip, zulmü Müslümanlardan hafifletiyorsa ve onun o görevde bulunması diğerlerine göre daha faydalı ise onun o
görevde kalması caizdir.
Gücün yettiği kadar adaletin ikamesi ve zulmün giderilmesi Müslümanlar üzerine farzı kifaye olduğu için bu işi ondan başka yapacak birisi yok ise bu görev onun için VACİP olur.
Elinden geldiği kadar zulmü gidermekle sorumludur.
Her şey elinden gelemeyebilir.
Onun mevcudiyetine rağmen Müslümanların başına sıkıntılar geliyorsa o gideremediği müddetçe sorumlu değildir.
Hatta bazen büyük zulmü hafifletmek için bizzat kendisi küçük zulmü Müslümanlara istemeyerek uygulamışta olabilir.
Bundan dolayı sorumlu tutulmaz.
Bütün bunlar maslahatın mefsedete galip olduğu durumlardadır.
Hz. Yusuf'un Mısır Kralının hazinelerinin başına geçmesi bu kabildendir.
Kral ve toplum kâfir idi.
Şüphesiz kafir kralın adil olmayan uygulamaları vardı.
Hz. Yusuf, o uygulamaların hepsinin önüne geçemiyordu.
Ancak o, imkânı ölçüsünde adaleti ve iyiliği ayakta tutmaya çalışıyordu.
Bunların hepsi 'Gücünüz yettiği kadar Allah'tan korkun' ayetinin mazmununa girer.”
/ Mecmuu'l Fetâvâ, Cilt 20, Sayfa 55 /
Şeyhul İslam İbn-i Teymiyye el Harrani Mecmuatul Fetava eserinde şöyle örnekler var :
--“Hayırlar kendi arasında ya da hayır ve şer arasında ya da şerler kendi arasında çakışıp insan ikisinden birini tercih etme zorunda kaldığı vakit en çok faydalı olan ya da faydası ağır basan veya da zararı az olan tercih edilecek…”
--“Elinden geldiğince adil davranmayı zulmü izale etmeyi Müslümanların maslahatını ve onlara yardımcı olmayı hedefleyen ve faydası dokunanı ancak bazı menfi şartlardan dolayı bazı zulümleri işlemek ve bazı vecibeleri yerine getirememek zorunda kalan bir genel veya yerel yönetici veya bir askeri komutan (makamında kalması mı yoksa bırakması mı iyidir? Soruna cevaben) eğer onun yerini dolduracak daha iyisini yapacak kimse yoksa ve eğer makamından ayrılsa Müslümanlara zulüm edecek günbegün zulüm artacaksa kısmi de olsa zulmü kaldıran veya en azından artmasına engel olabilen kişiler kendi Makamlarında kalmalarında herhangi bir beis olmadığı gibi bilakis eğer gerçekten niyeti Müslümanlara yardımcı olmaksa ve ondan daha iyi yapabilen de yoksa kendi makamında kalması vaciptir.”
--(Bu fetvayı da Hz. Yusuf (Aleyhissalatu vesselam)’un Mısır’ın kâfir yönetiminde maliye bakanlığını talep etmesine dayandırmaktadır.)
--“İnsan iki haram arasında kalıp hafifini işlemeden ağır olandan kurtulması imkânsız ise hafifini işlemek mutlak manada haram deniliyorsa da hakikatte haram değildir.”
--Tearuz” (çakışma) konusu yani efdali hayrı ve ehven-i şerri tercih etmek zorunda kalma konusu geniş bir konudur.
--Özellikle Peygamberliğin etkisinin azalmaya yüz tuttuğu zaman ve mekânlarda bu meselelerle daha fazla karşılaşılmaktadır.
--Müslümanlarda dini eksiklik arttıkça bu tür meseleler de artacaktır.”
--“Ümmet arasındaki var olan fitnelerin bir kısmı da bu tearuzlardan (iyilik veya menfilik veya menfiliklerin birbiri arasında çakışmasından) kaynaklanıyor.
--Çünkü iyilik ve menfilikler birbirine karıştığı zaman (veya iki menfiden birini tercih etmek zorunda kalındığı zaman) şaşkınlık ortaya çıkıyor.
--Bazı insanlar olayın genelini görmüyor, gözünü salt iyilik tarafına dikiyor, böyle ortamlarda da salt iyilik olmayınca da tercihleri isabetsiz hatta daha büyük menfiliklere sebep oluyor.
--Bazı insanlarda meseleye sadece menfi olması yönüyle bakıp terk ediyor.
--Hâlbuki bazen nefi de olsa daha büyük menfilikleri engellediği için terk ettikleri şeyin barındırdığı hayır ve faydaları görmüyorlar.
--Bazı insanlar da her iki tarafa bakıyor, ancak müspetlikler mi yoksa menfilikler mi fazladır kestiremiyor. Ya da kestiriyorlar fakat iyilikleri yapmak ve menfiliklerden uzaklaşmak için yardımcı bulamıyorlar.
--Çünkü genelde nefsanî arzular görüşlere karışıyor (ve böylece insanlar bir noktada birleşemiyor, ihtilaf ve fitneler yaygınlaşıyor).
--Bundandır ki Hadis-i şerifte geçiyor; “Çelişkilerle karşılaşıldığı zaman Allahu Teâlâ keskin gözleri sever.
Şehevi manzaralarla baş başa kalındığı zaman da kâmil aklı sever.” (Iraki ve Ebu Naim)
--Dolayısıyla İslam ulemasının ümmetin bu tür meselelerini iyi tahlil etmeleri gerekiyor.
--Böylece ümmeti aydınlatabilirler.
--Bazı durumda da niyete göre hüküm değişiyor.
--Örneğin bir zalim bir zayıf insandan zorla bir miktar mal almak istese bir aracı da araya girip o mazluma dese:
--“Bir miktar ver ki daha fazla zulmetmesin” bu durumda aracının niyeti mazluma yardımsa sevap kazanır, zalime yardımsa günahkâr olur.”
Bunları nasıl anlamalıyız? Her olayda Hz Yusuf (as) örnek getirmesi ilgimi çekti. Şeyh Makdisi ve Ebu Katade gibi alimler İbni Teymiyye'nin bu sözlerini nasıl anlıyor?