Şeytanın vesvesesi: Nefsi aklamak
Mevcut kapitalizm sistemi içerisinde yaşayan Müslümanlara, İslam'a aykırı bir şekilde düşünme öğretilmektedir. Müslümanlar ise maalesef asıllarına aykırı bu yabancı düşünce şekline göre yaşamaktadırlar.
Özellikle Müslüman gençler, Müslüman bir aile içerisinde yetişmiş olmalarına rağmen, uyuşturucu, alkol ve zina dâhil, kapitalizmin çürük meyvelerinden etkilenmişlerdir. Maalesef bu zehirli ve çürük meyvelerden tatmışlardır. Nihayetinde kendilerini dibe doğru çeken bir hortumun içerisinde, her gün İslam'dan biraz daha uzaklaşmaktadırlar. Dinlerinden taviz vermektedirler.
Müslümanların tattığı çürük meyvelerin en zehirlilerinden biri, kişinin kendi nefsini aklamaya çalışmasıdır. Kişinin kendini haklı çıkarmaya çalışması, Ümmete bulaşmış en tehlikeli fikri hastalıklardandır. Bu hastalık, Müslümanlara İslam'dan sapma fırsatını verir. Aynı zamanda, İslam'dan uzağa atılan her adımı, nefislere doğrulatma, onaylatma imkânını sunar. Alkol tüketmek, uyuşturucu kullanmak, zina yapmak, gıybet etmek, yalan söylemek, din kardeşinden yüz çevirmek, Allah'ın davetine icabet etmemek vs. gibi haram olan fiiler, alenen işlendiklerinde ve sonrasında biran evel tövbe edilip tekrar Allah'a (cc) yönelinmediğinde suçluluk duygusu yavaş yavaş azalır. Ardından işlenilen bu haramları, nefislere doğrulatma yoluna gidilir. Er ya da geç hata yapmış olma ve bunun neticesinde meydana gelen suçluluk duygusu yok olur. Dolayısı ile kul, Allah'dan (cc) uzaklaşır. Örneğin; İslam'ın en önemli farzlarından namaz, mesela iş yoğunluğu bahane edilerek, ilk önce arada sırada kılınır. Bir zaman sonra, sadece cuma günleri cuma namazı kılınır. Ve son olarak namaz sadece bayramlarda eda edilen bir ibadet haline gelir.
Arkadaş çevresi bahane edilerek, ilk önce belki arada sırada esrarlı sigara içilir. Ardından bu düzenli alışkanlık haline gelir ve son olarak uyuşturucunun etkisini arttırmak için daha sert maddelerin kullanımına gidilir.
Nefsi aklama hastalığının çeşitli semptomları vardır.
Kıyaslama: "En azından ben diğerlerinden daha iyiyim."
Müslümanların ne derece harama girdikleri değişmektedir. Kişi, bazı insanları kendinden daha iyi veya daha kötü görür. Bu fikre sahip bir Müslüman kendi fiillerini hırsızlık yapmak, domuz eti yemek veya tecavüz etmek gibi büyük haramlar işleyen bir diğer Müslümanın fiilleriyle kıyaslar. Kendisinin daha az veya daha hafif haramlar işlediğine, en azından İslam'ın bazı hükümlerine uyduğuna, dolayısı ile kendisinin karşısındakinden en azından "daha iyi" olduğuna, karşısındakinin ise "kötü" olduğuna karar verir. Böylelikle nefsini teskin etmiş olur.
Aynı bahaneyi tekrar tekrar nefsine sunup haram işlemeye devam eder. Bu esnada vicdan azabı onu rahatsız eder. Tamamıyla "kötü" değil, en azından "kötünün iyisi" olduğunu düşünür. Haram işlemeye devam etmesiyle, bu düşüncede yok olmaya başlar.
Artık vicdan azabı da duymamaktadır.
İşlediği haramı artık hata olarak görmez, göremez. Bir gereklilik veya bir ihtiyaç olduğuna kendini inandırır. Ve nihayetinde onun nazarında, önce yanlış gördüğü doğru, önce haram gördüğü ise caiz hale gelir. Mesela içki içtiğinde; "En azından uyuşturucu kullanmıyorum," der. Zina yaptığında: "En azından niyetim evlenmek," der. Farz namazları kılmadığında: "En azından cuma namazını kılıyorum," der.
Bu fikre sahip olan Müslümanların mantığıyla hareket edilindiğinde, "bir eşcinsel en azından tecavüzcü değildir, bir alkolik en azından kumarbaz değildir," gibi düşünceler meydana gelmektedirler.
"Ben en azından diğerlerinden daha iyiyim," düşüncesinde, iki ayrı noktada İslam'a aykırılık görülmektedir:
Birinci hata; doğru ve yanlış kaynağının insan zihninden çıkıyor olmasıdır. Bu fikir ise İslam'ın temelini oluşturan 'Lailaheillallah Muhammedurrasulallah' kriterine aykırıdır.
İyi davranışı kötü davranıştan ayırabilme kudreti sadece Allahu Teala'dadır. Kelime-i Tevhid'de geçen 'ilah' kelimesi اله kökünden gelmekte ve kanun koymak, kurallar yapmak anlamını taşımaktadır. Yani hangi amelin iyi olduğu ve hangi amelin kötü olduğu hususunda belirleyici Allah'dır (cc). Çünkü neyin iyi ve neyin kötü olduğu sadece Allahu Teala'nın herşeyi kuşatan, eksiksiz ilmindedir. Buna insan akıl yetiremez.
Bir haramın diğerine tercih edilebilmesi söz konusu dahi değildir. Nitekim Allah (cc) hiçbir haramı hoş görmemektedir. Allah'ın (cc) nezdinde haram olan davranışlar kötü ve iyi olan davranışlar güzeldir. Yani Allah'ın (cc) nezdinde, namaz kılmamakla, anne babaya itaat etmemek, domuz eti yemek, tecavüz etmek, zina yapmak, eşcinsellik, uyuşturucu kullanmak, kan bağı bulunmayan karşı cinsle münasebet kurmak, içki içmek, yalan söylemek, vs arasında fark yoktur. Hepsi haram olan fiillerdir. Haram, münkerdendir. Münker ise kalpte leke olarak kalır ve tövbe edilmediğinde insanı doğrudan cehennem ateşine götürür.
Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır:
"Bir kimse, günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta hasıl olur. Eğer tevbe ederse, o leke silinir. Tevbe etmeyip tekrar günah işlerse, o leke büyür ve kalbin tamamını kaplar, kalb, kapkara olur." [Harâiti]
Dolayısı ile haramlar arasında bir kıyaslama yapmak ve bunun sonucunda işlenilen haramı hafif görmek, şeytanın vesvesesi ve nefsi aklamak hastalığının semptomlarındadır.
İkinci hata; bu fikre sahip olan Müslümanların, ahirette her bir şahsın kendi hesabını kendisinin verecek olmasını unutuyor olmalarıdır. Hesap gününde, kişinin işlediği haramlar, başkasının işlediği haramlarla kıyaslanmayacaktır. Ameller, kişinin dünyada sergilemiş olduğu bizzat kendi davranışlarına göre değerlendirilecektir.
Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
"Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür." (Zilzal 7-8)
Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor: "Cehennemde ateş, odun yoktur! Herkes kendi ateşini, odununu dünyadan kendi götürür."
Geleceğe ertelemek: (İleride değişeceğim.)
Nefsi aklama yollarından bir diğeri de, heva ve hevesin peşinde koşup, işlenilen haramları ileride terk etme niyetinde olmaktır. Daha doğrusu, bu fikre sahip Müslümanlar bu şekilde kendilerini kandırmaktadırlar. İleride değişeceklerini düşünerek nefislerini teskin etmektedirler.
Bu fikir daha çok gençler arasında yaygındır. Yaşları ilerlediğinde, evlenip, çoluk çocuğa karıştıktan sonra hacca gitmeyi ve bununla hayatlarında bembeyaz yeni bir sayfa açmayı düşünmektedirler.
Dünyayı ve içerisindeki zevkleri arzulayıp ebedi saadete götürecek, Allah'a (cc) itaatı erteleyenler hakkında Rasul (sav) şöyle buyurmaktadır:
"Akıllı kimse dünyasının harap olmasına aldırmaz, ahiretini mamur etmenin yollarını arar. Akılsız kimse ise, ahireti viran edip, dünyasını mamur eder."
Bir diğer hadiste ise şöyle geçmektedir:
"Gerçek akıllı, Yüce Allah'ın emir ve yasaklarını hakkıyla anlayan kimsedir."
Unutulan bir hakikat vardır!
İster Müslüman olsun, ister kafir olsun, ölümün vaar olduğunu, ansızın geldiğini ve ecelin genç yaşlı ayırt etmediğini hiç kimse inkar edemez.
Allahu Teala şöyle buyurmuştur:
"...Kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır." (Lokman 34)
Ömer (ra)'dan Buhari şöyle rivayet etmiştir: "Gece oluncaya kadar hayatta kalmayı başarırsan, sabaha kadar yaşamayı bekleme. Sabah oluncaya kadar hayatta kalmayı başarırsan, geceye kadar yaşamayı bekleme. Sağlığın olduğu müddetçe, hastalık için hazırlık yap. Hayatta olduğun müddetçe, ölüm için hazırlık yap."
Gece olduğunda, güneşin ışığını tekrar görüp göremeyeceğimiz belli değil iken nasıl olurda bir Müslüman ebedi yaşayacakmışcasına, arzularının peşinde koşup, Allahu Teala'yı (cc) yaşlandığında hatırlamaya ve ancak o zaman O'na (cc) kulluk etmeye karar verebilir?! Nasıl olurda, kendi kurtuluşunu, garantisi olmayan yarına erteler?!
Allah (cc) Cuma süresi 8. ayette şöyle buyurmaktadır:
"De ki: "Doğrusu kendisinden kaçtığınız ölüm mutlaka karşınıza çıkacaktır; sonra; görüleni de görülmeyeni de bilen Allah'a döndürüleceksiniz, O size işlediklerinizi haber verecektir."
Ecel geldiğinde haram işliyor olmak ne kadar kötü, ne kadar acı!
Ecelin Allah'a (cc) isyan ederken gelmesi ne kadar kötü, ne kadar acı!
Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır:
"Her kul öldüğü hal üzere dirilecektir." (Müslim)
Ölümün kaçınılmazlığının yanı sıra, gençlikte haram işleyip, yaşlılıkta Allah'ın (cc) emirlerine uymak ve buna karşın işlenilen ammellerin kabulunu umup, sevap beklemek ne kadar doğru olur aceba?
Gençlikte yapılması zor gelen ameller, yaşlıkta kolaylaşacakmıdır?! Bu şekilde cennet kazanılabilecek midir?!
Allahu Teala şöyle buyurmuştur:
"Onlardan birine ölüm gelince: "Rabbim! Beni geri çevir, belki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim" der... Tartıları hafif gelenler, işte onlar, kendilerine yazık edendir, cehennemde temellidirler." (Muminun 99-103)
Alışkanlık:" Değişmek çok zor, henüz hazır değilim."
Bu bahane ardındaki gerçek neden, insanların işledikleri haramları terk etmek istememeleridir. Bu bahanenin arkasına gizlenen Müslümanlar, işledikleri haramlara o denli alışmılardırki bu haram adeta yaşam tarzları haline gelmiştir. Hatta hayatlarının bir parçası olmuştur. Sürekli sabahın erken saatlerinde namaza kalkmak zorunda olmak, İslam'ı öğrenmeye vakit ayırmak veya karşı cinsle münasebet kurmanın haramlılığı onlara ağır gelmektedir.
Ne ilginçtir ki İslam'ın getirdiği hükümleri uygulamakta müthiş derecede zorlanan Müslümanlar envai çeşit sıkıntılara yol açmalarına rağmen haramları gönül rızasıyla işlemektedirler. Müslümanlar, insan fıtratına aykırı olan davranışların hakim olduğu kapitalizm toplumuna ayak uydurmaya gayret eder hale gelmişlerdir. Ve maalesef haram işlemeye gösterdikleri özeni ve gayreti, Allah'ın (cc) emirlerini uygulamakta göstermemektedirler. Dahası, haramlardan uzaklaşmak için gayret etmemektedirler. Allah'ı (cc) razı etmek ve böylelikle kendilerini cehennem ateşinden kurtarıp, cenneti kazanmak için çabalamakaktadırlar.
İslam dini meleklere değil insanlara indirilmiştir ve insanlar bu yükümlülüğü taşıyabilme gücüne sahiptirler. Tüm Müslümanlarda İslami şahsiyete sahip olma kapasitesi mevcuttur.
Nitekim Allah (cc) şöyle buyurmuştur:
"Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler; kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir." (Bakara 286)
Bu ayeti kerimeye rağmen, Allahu Teala'nın emirleri doğrultusunda yaşamanın zor olduğu ve nefislerin, şerri hükümleri taşıyamayacağı tabi ki düşünülemez. Bu düşünceye sahip olanların, sahabelerin İslam olmadan önce ve İslam olduktan sonra ki hayatlarını yakından incelediklerinde, bu düşüncenin ne kadar yanlış olduğunu göreceklerdir.
Sahabelerin İslam'a girmeleriyle düşünceleri, yaşam tarzları ve ahlakları tamamıyla değişmiştir. İnsanların en kötüsü ve cahili iken, kıyamet gününe kadar, insanlığın yol gösterici yıldızları haline gelmişlerdir.
Ömer İbn Hattab Müslüman olmadan önce, iki kızını toprağa gömmüştü. Zaman geçti, aynı Ömer İbn Hattab Müslüman olduktan sonra, yoksulluktan çocuklarına taş kaynatan bir kadının evine sırtında un taşıdı.
Ömer İbn Hattab Müslüman olmadan önce, zevklerin zirvesinde yaşamakta iken, aynı Ömer İbn Hattab Müslüman olduktan sonra, kendisine hergün ölümü hatırlatması için, adam tutmuştu.
Ömer İbn Hattab kafir iken, büyük bir hışımla, Peygamber Efendimizi (sav) öldürmek niyetiyle, elinde kılıcıyla yola çıkmıştı. Aynı Ömer İbn Hattab Müslüman olduktan sonra, şeytanın kendisinden korktuğu, cennetle müjdelenmiş, "gökyüzündeki bir yıldız" haline geldi.
Ömer İbn Hattab bir peygamber veya bir melek değildi. Her birimiz gibi, bir insandı. Böylesine köklü bir değişim ve Allahu Teala'ya bağlılık sadece sahabelere mahsus bir hal değildir. Günümüzde, İslam'a giren Müslüman kareşlerimize baktığımızda, bu köklü değişime şahit olabiliriz. Sadece sonradan İslam'a giren kardeşlerimiz değil, bazı Müslümanlar bir zamanlar alkolik, zani, uyuşturucu bağımlısı, kumarbaz iken, Allah'ın davetini işitip icabet etmiş, İslam'ın tekrar yeryüzüne hakim olması için, aktif bir şekilde çalışan, aydın şahsiyetler haline gelmişlerdir. İslam dini ağır bir yük değil, aksine, insanlığı haysiyete, şerefe, izzete ve felaha eriştirebilecek tek nurlu yoldur.
İyi niyet: "Kalbim temiz olduğu sürece, Allah beni affedecektir."
Kalplerinin temiz olduğunu iddia edenlerin iddialarının aksine, esasında kalpleri temiz değildir. Evet, Allah (cc) müslümanın kalbinin temiz olmasını emretmiştir. Fakat temiz bir kalpten kasıt fiillere yansıyan bir imanı içeren kalptir. İman ile amellerin durumu, kalbin vücuddaki konumu gibidir. Birisi diğerinden ayrılmaz. Kalbi olmayan bedende hayat olamaz. Bedensiz de kalp düşünülemez. Bunların ikisi ayrı ayrı şeylerdir fakat aynı şeyi oluşturmaktadırlar. İman olmadan amellerin herhangi bir değeri yoktur. Amel olmadanda imanın canlı kalması mümkün değildir. Akide olarak kapte bulunan iman, kendi özelliği ve önemi gereği fiilere yansıyan bir yönü olması şarttır.
Adem (as) dan Peygamber Efendimize kadar tüm peygamberler, peygamber oldukları ve cennetle müjdelendikleri halde, hesap gününde, olacakların endişesini taşımaktaydılar. Onlar hesap gününün sıkıntısını çekerken bizler nasıl olurda bu dünya hayatında; "kalbimiz temiz, amele ihtiyaç yok" diyebilecek kadar rahat olabiliriz?!
Unutulmamalıdır ki, ecel geldiği an tövbe etmek için çok geç kalınmış olacaktır. O dehşetli günde küçük büyük her şeyin hesabı mutlaka sorulacaktır.
"Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür." (Zilzal 7)
Allah kendisine isyanda ısrar edenlerin tövbesini kabul etmeyeceğini buyurmaktadır:
"Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm çatınca; "ben şimdi tövbe ettim" diyenler ile kafir olarak ölenler için kabul edilecek tövbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır." (Nisa 18)
Nefsi aklamak ve şeytanın vesvesesi:
Genel olarak bir Müslüman yukarıda belirtilen bazı nefsi aklama belirtilerinden bir kaçını birden nefsinde bulundurmaktadır. Kişinin nefsini aklaması ile haram olan bir ameli helalleşmez.
Birçok Müslüman farkında olmadan nefsini aklama yoluna giderek aslında şeytanın adımlarını takip etmektedir. Allahu Teala nın emirleri yerine, heva ve heveslerinin peşinden koşmaktadırlar.
"Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımların takip ederse, muhakkak ki o, edepsizliği (yüz kızartıcı suçları) ve kötülüğü emreder." (Nur 21)
Şeytanın vesvesesine uymamalıyız. Bir haram işlemeye yöneldiğimizde, şeytanın vesvesesinden dolayı böyle bir eğilim içerisine girdiğimizi unutmamalıyız. Namaz kılmakta gevşeklik gösteremenin, ebeveyine isyan etmenin, karşı cinsin cazibesine kapılmanın vs. şeytandan olduğunu bilmeliyiz. Allahu Teala'nın bir farzını yerine getirmediğimizde veya O'nu kızdıracak bir davranışta bulunduğumuzda, bunun şeytandan olduğunu bilmeliyiz.
Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor:
"İnsan vücudunda kanın dolaştığı gibi şeytan da insanın vücudunda dolaşır."
Şeytanın vesvesesinden korunmak mümkün. Bu ancak Allahu Teala'nın bize Kuranı Kerim'de gösterdiği şekilde yapılabilir, yapılmalıdır:
"İnsanların kalplerine vesvese sokan, (insan Allahı andığında) pusuya çekilen cin ve insan şeytanının şerrinden insanların Rabbine, insanların Melikine (mutlak sahip ve hakimine), insanların İlahına sığınırım!" (Nas 1-6)
"De ki: Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım."(Müminun 97)
Birçok genç anne ve babasının görebileceği bir yerde, kendisine kızmalarından korktuğu için, haram işlemekten çekinir. Fakat Allah (cc) bir Müslümanı her yerde, her an görmektedir!
Bir Müslüman bir haramı terk ettiği zaman bunu başkalarından korktuğu için değil Allah (cc) böyle emrettiği için terk etmelidir. Allah'tan (cc) korkmalıdır. O'nu görüyormuşçasına Şer'i hükümlere sarılmalıdır. Bu husus hakkında şöyle rivayet edilmiştir:
Cebrail Peygamber Efendimize (sav) ihsan hakkında sordu. Resul (sav) şöyle cevap verdi:
"İhsan, Allah'ı (cc) görüyormuşsun gibi Kendisine kulluk etmendir. Sen O'nu görmesende, O seni mutlaka görmektedir." (Buhari)
Nefsi hesaba çekmek: Müslüman özeleştiri yapmak zorundadır
Şeytan aslında sanıldığı kadar kuvvetli değildir. Bilindiği gibi şeytan sadece vesvese verir. Onun yolunda gitmeye davet eder. Fakat onu takip edip etmeme kararını, insan kendisi iradesi ile verir. Sonuçta şeytanın yaptığı tek şey nefislerde içkarışıklığı meydana getirmektir yani fısıldamaktır. İçerisinde bulunduğumuz kapitalizm sisteminden ötürü bu fısıltılar kuvvetlenmiştir. Fakat buna rağmen bu fısıltılara uymama gücü Allah (cc) tarafından insana verilmiştir.
Buna rağmen insanoğlu şeytanın davetine koşarak gider. Üstelik şeytanın vaad ettiği her hangi birşey dahi yoktur. Fakat Allah (cc) bizleri ebedi cennetler vaad etmektedir:
"(Hesapları görülüp) İş bitirilince, şeytan diyecek ki: ‘Şüphesiz Allah size gerçek olanı vaad etti, bende size vaad ettim ama size yalancı çıktım. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ben, sadece sizi (inkara) çağırdım, sizde benim davetime hemen koştunuz. O halde beni yermeyin, kendinizi yerin. Ne ben sizi kurtarabilirim, nede siz beni kurtarabilirsiniz! Kuşkusuz daha önce ben, beni (Allah'a) ortak koşmanızı red ettim.' Şüphesiz zalimler için elem verici bir azap vardır." (İbrahim 22)
Bu durumda insan kendine karşı dürüst olmalı ve öz eleştiri yapmalıdır. Allahu Teala'nın kendisine bir irade verdiğini ve kendisini sürekli gördüğünü asla unutmamalıdır. Amellerimizin dışında, elimizde hiçbir şey bulunmaksızın Hesap günüde, Allah'a (cc) hesap verecek olmamız, kaçınılmaz ve sürekli hatırlanılması gerek bir hakikattir.
Şeytanın vesvesesinden ve şerrinden sana sığınırız ya Rabbi!
Nefsimizin kibirlenmesinden ve gururlanmasından sana sığınırız ya Rabbi!
Esma Sıddık
Mevcut kapitalizm sistemi içerisinde yaşayan Müslümanlara, İslam'a aykırı bir şekilde düşünme öğretilmektedir. Müslümanlar ise maalesef asıllarına aykırı bu yabancı düşünce şekline göre yaşamaktadırlar.
Özellikle Müslüman gençler, Müslüman bir aile içerisinde yetişmiş olmalarına rağmen, uyuşturucu, alkol ve zina dâhil, kapitalizmin çürük meyvelerinden etkilenmişlerdir. Maalesef bu zehirli ve çürük meyvelerden tatmışlardır. Nihayetinde kendilerini dibe doğru çeken bir hortumun içerisinde, her gün İslam'dan biraz daha uzaklaşmaktadırlar. Dinlerinden taviz vermektedirler.
Müslümanların tattığı çürük meyvelerin en zehirlilerinden biri, kişinin kendi nefsini aklamaya çalışmasıdır. Kişinin kendini haklı çıkarmaya çalışması, Ümmete bulaşmış en tehlikeli fikri hastalıklardandır. Bu hastalık, Müslümanlara İslam'dan sapma fırsatını verir. Aynı zamanda, İslam'dan uzağa atılan her adımı, nefislere doğrulatma, onaylatma imkânını sunar. Alkol tüketmek, uyuşturucu kullanmak, zina yapmak, gıybet etmek, yalan söylemek, din kardeşinden yüz çevirmek, Allah'ın davetine icabet etmemek vs. gibi haram olan fiiler, alenen işlendiklerinde ve sonrasında biran evel tövbe edilip tekrar Allah'a (cc) yönelinmediğinde suçluluk duygusu yavaş yavaş azalır. Ardından işlenilen bu haramları, nefislere doğrulatma yoluna gidilir. Er ya da geç hata yapmış olma ve bunun neticesinde meydana gelen suçluluk duygusu yok olur. Dolayısı ile kul, Allah'dan (cc) uzaklaşır. Örneğin; İslam'ın en önemli farzlarından namaz, mesela iş yoğunluğu bahane edilerek, ilk önce arada sırada kılınır. Bir zaman sonra, sadece cuma günleri cuma namazı kılınır. Ve son olarak namaz sadece bayramlarda eda edilen bir ibadet haline gelir.
Arkadaş çevresi bahane edilerek, ilk önce belki arada sırada esrarlı sigara içilir. Ardından bu düzenli alışkanlık haline gelir ve son olarak uyuşturucunun etkisini arttırmak için daha sert maddelerin kullanımına gidilir.
Nefsi aklama hastalığının çeşitli semptomları vardır.
Kıyaslama: "En azından ben diğerlerinden daha iyiyim."
Müslümanların ne derece harama girdikleri değişmektedir. Kişi, bazı insanları kendinden daha iyi veya daha kötü görür. Bu fikre sahip bir Müslüman kendi fiillerini hırsızlık yapmak, domuz eti yemek veya tecavüz etmek gibi büyük haramlar işleyen bir diğer Müslümanın fiilleriyle kıyaslar. Kendisinin daha az veya daha hafif haramlar işlediğine, en azından İslam'ın bazı hükümlerine uyduğuna, dolayısı ile kendisinin karşısındakinden en azından "daha iyi" olduğuna, karşısındakinin ise "kötü" olduğuna karar verir. Böylelikle nefsini teskin etmiş olur.
Aynı bahaneyi tekrar tekrar nefsine sunup haram işlemeye devam eder. Bu esnada vicdan azabı onu rahatsız eder. Tamamıyla "kötü" değil, en azından "kötünün iyisi" olduğunu düşünür. Haram işlemeye devam etmesiyle, bu düşüncede yok olmaya başlar.
Artık vicdan azabı da duymamaktadır.
İşlediği haramı artık hata olarak görmez, göremez. Bir gereklilik veya bir ihtiyaç olduğuna kendini inandırır. Ve nihayetinde onun nazarında, önce yanlış gördüğü doğru, önce haram gördüğü ise caiz hale gelir. Mesela içki içtiğinde; "En azından uyuşturucu kullanmıyorum," der. Zina yaptığında: "En azından niyetim evlenmek," der. Farz namazları kılmadığında: "En azından cuma namazını kılıyorum," der.
Bu fikre sahip olan Müslümanların mantığıyla hareket edilindiğinde, "bir eşcinsel en azından tecavüzcü değildir, bir alkolik en azından kumarbaz değildir," gibi düşünceler meydana gelmektedirler.
"Ben en azından diğerlerinden daha iyiyim," düşüncesinde, iki ayrı noktada İslam'a aykırılık görülmektedir:
Birinci hata; doğru ve yanlış kaynağının insan zihninden çıkıyor olmasıdır. Bu fikir ise İslam'ın temelini oluşturan 'Lailaheillallah Muhammedurrasulallah' kriterine aykırıdır.
İyi davranışı kötü davranıştan ayırabilme kudreti sadece Allahu Teala'dadır. Kelime-i Tevhid'de geçen 'ilah' kelimesi اله kökünden gelmekte ve kanun koymak, kurallar yapmak anlamını taşımaktadır. Yani hangi amelin iyi olduğu ve hangi amelin kötü olduğu hususunda belirleyici Allah'dır (cc). Çünkü neyin iyi ve neyin kötü olduğu sadece Allahu Teala'nın herşeyi kuşatan, eksiksiz ilmindedir. Buna insan akıl yetiremez.
Bir haramın diğerine tercih edilebilmesi söz konusu dahi değildir. Nitekim Allah (cc) hiçbir haramı hoş görmemektedir. Allah'ın (cc) nezdinde haram olan davranışlar kötü ve iyi olan davranışlar güzeldir. Yani Allah'ın (cc) nezdinde, namaz kılmamakla, anne babaya itaat etmemek, domuz eti yemek, tecavüz etmek, zina yapmak, eşcinsellik, uyuşturucu kullanmak, kan bağı bulunmayan karşı cinsle münasebet kurmak, içki içmek, yalan söylemek, vs arasında fark yoktur. Hepsi haram olan fiillerdir. Haram, münkerdendir. Münker ise kalpte leke olarak kalır ve tövbe edilmediğinde insanı doğrudan cehennem ateşine götürür.
Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır:
"Bir kimse, günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta hasıl olur. Eğer tevbe ederse, o leke silinir. Tevbe etmeyip tekrar günah işlerse, o leke büyür ve kalbin tamamını kaplar, kalb, kapkara olur." [Harâiti]
Dolayısı ile haramlar arasında bir kıyaslama yapmak ve bunun sonucunda işlenilen haramı hafif görmek, şeytanın vesvesesi ve nefsi aklamak hastalığının semptomlarındadır.
İkinci hata; bu fikre sahip olan Müslümanların, ahirette her bir şahsın kendi hesabını kendisinin verecek olmasını unutuyor olmalarıdır. Hesap gününde, kişinin işlediği haramlar, başkasının işlediği haramlarla kıyaslanmayacaktır. Ameller, kişinin dünyada sergilemiş olduğu bizzat kendi davranışlarına göre değerlendirilecektir.
Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
"Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür." (Zilzal 7-8)
Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor: "Cehennemde ateş, odun yoktur! Herkes kendi ateşini, odununu dünyadan kendi götürür."
Geleceğe ertelemek: (İleride değişeceğim.)
Nefsi aklama yollarından bir diğeri de, heva ve hevesin peşinde koşup, işlenilen haramları ileride terk etme niyetinde olmaktır. Daha doğrusu, bu fikre sahip Müslümanlar bu şekilde kendilerini kandırmaktadırlar. İleride değişeceklerini düşünerek nefislerini teskin etmektedirler.
Bu fikir daha çok gençler arasında yaygındır. Yaşları ilerlediğinde, evlenip, çoluk çocuğa karıştıktan sonra hacca gitmeyi ve bununla hayatlarında bembeyaz yeni bir sayfa açmayı düşünmektedirler.
Dünyayı ve içerisindeki zevkleri arzulayıp ebedi saadete götürecek, Allah'a (cc) itaatı erteleyenler hakkında Rasul (sav) şöyle buyurmaktadır:
"Akıllı kimse dünyasının harap olmasına aldırmaz, ahiretini mamur etmenin yollarını arar. Akılsız kimse ise, ahireti viran edip, dünyasını mamur eder."
Bir diğer hadiste ise şöyle geçmektedir:
"Gerçek akıllı, Yüce Allah'ın emir ve yasaklarını hakkıyla anlayan kimsedir."
Unutulan bir hakikat vardır!
İster Müslüman olsun, ister kafir olsun, ölümün vaar olduğunu, ansızın geldiğini ve ecelin genç yaşlı ayırt etmediğini hiç kimse inkar edemez.
Allahu Teala şöyle buyurmuştur:
"...Kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır." (Lokman 34)
Ömer (ra)'dan Buhari şöyle rivayet etmiştir: "Gece oluncaya kadar hayatta kalmayı başarırsan, sabaha kadar yaşamayı bekleme. Sabah oluncaya kadar hayatta kalmayı başarırsan, geceye kadar yaşamayı bekleme. Sağlığın olduğu müddetçe, hastalık için hazırlık yap. Hayatta olduğun müddetçe, ölüm için hazırlık yap."
Gece olduğunda, güneşin ışığını tekrar görüp göremeyeceğimiz belli değil iken nasıl olurda bir Müslüman ebedi yaşayacakmışcasına, arzularının peşinde koşup, Allahu Teala'yı (cc) yaşlandığında hatırlamaya ve ancak o zaman O'na (cc) kulluk etmeye karar verebilir?! Nasıl olurda, kendi kurtuluşunu, garantisi olmayan yarına erteler?!
Allah (cc) Cuma süresi 8. ayette şöyle buyurmaktadır:
"De ki: "Doğrusu kendisinden kaçtığınız ölüm mutlaka karşınıza çıkacaktır; sonra; görüleni de görülmeyeni de bilen Allah'a döndürüleceksiniz, O size işlediklerinizi haber verecektir."
Ecel geldiğinde haram işliyor olmak ne kadar kötü, ne kadar acı!
Ecelin Allah'a (cc) isyan ederken gelmesi ne kadar kötü, ne kadar acı!
Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır:
"Her kul öldüğü hal üzere dirilecektir." (Müslim)
Ölümün kaçınılmazlığının yanı sıra, gençlikte haram işleyip, yaşlılıkta Allah'ın (cc) emirlerine uymak ve buna karşın işlenilen ammellerin kabulunu umup, sevap beklemek ne kadar doğru olur aceba?
Gençlikte yapılması zor gelen ameller, yaşlıkta kolaylaşacakmıdır?! Bu şekilde cennet kazanılabilecek midir?!
Allahu Teala şöyle buyurmuştur:
"Onlardan birine ölüm gelince: "Rabbim! Beni geri çevir, belki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim" der... Tartıları hafif gelenler, işte onlar, kendilerine yazık edendir, cehennemde temellidirler." (Muminun 99-103)
Alışkanlık:" Değişmek çok zor, henüz hazır değilim."
Bu bahane ardındaki gerçek neden, insanların işledikleri haramları terk etmek istememeleridir. Bu bahanenin arkasına gizlenen Müslümanlar, işledikleri haramlara o denli alışmılardırki bu haram adeta yaşam tarzları haline gelmiştir. Hatta hayatlarının bir parçası olmuştur. Sürekli sabahın erken saatlerinde namaza kalkmak zorunda olmak, İslam'ı öğrenmeye vakit ayırmak veya karşı cinsle münasebet kurmanın haramlılığı onlara ağır gelmektedir.
Ne ilginçtir ki İslam'ın getirdiği hükümleri uygulamakta müthiş derecede zorlanan Müslümanlar envai çeşit sıkıntılara yol açmalarına rağmen haramları gönül rızasıyla işlemektedirler. Müslümanlar, insan fıtratına aykırı olan davranışların hakim olduğu kapitalizm toplumuna ayak uydurmaya gayret eder hale gelmişlerdir. Ve maalesef haram işlemeye gösterdikleri özeni ve gayreti, Allah'ın (cc) emirlerini uygulamakta göstermemektedirler. Dahası, haramlardan uzaklaşmak için gayret etmemektedirler. Allah'ı (cc) razı etmek ve böylelikle kendilerini cehennem ateşinden kurtarıp, cenneti kazanmak için çabalamakaktadırlar.
İslam dini meleklere değil insanlara indirilmiştir ve insanlar bu yükümlülüğü taşıyabilme gücüne sahiptirler. Tüm Müslümanlarda İslami şahsiyete sahip olma kapasitesi mevcuttur.
Nitekim Allah (cc) şöyle buyurmuştur:
"Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler; kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir." (Bakara 286)
Bu ayeti kerimeye rağmen, Allahu Teala'nın emirleri doğrultusunda yaşamanın zor olduğu ve nefislerin, şerri hükümleri taşıyamayacağı tabi ki düşünülemez. Bu düşünceye sahip olanların, sahabelerin İslam olmadan önce ve İslam olduktan sonra ki hayatlarını yakından incelediklerinde, bu düşüncenin ne kadar yanlış olduğunu göreceklerdir.
Sahabelerin İslam'a girmeleriyle düşünceleri, yaşam tarzları ve ahlakları tamamıyla değişmiştir. İnsanların en kötüsü ve cahili iken, kıyamet gününe kadar, insanlığın yol gösterici yıldızları haline gelmişlerdir.
Ömer İbn Hattab Müslüman olmadan önce, iki kızını toprağa gömmüştü. Zaman geçti, aynı Ömer İbn Hattab Müslüman olduktan sonra, yoksulluktan çocuklarına taş kaynatan bir kadının evine sırtında un taşıdı.
Ömer İbn Hattab Müslüman olmadan önce, zevklerin zirvesinde yaşamakta iken, aynı Ömer İbn Hattab Müslüman olduktan sonra, kendisine hergün ölümü hatırlatması için, adam tutmuştu.
Ömer İbn Hattab kafir iken, büyük bir hışımla, Peygamber Efendimizi (sav) öldürmek niyetiyle, elinde kılıcıyla yola çıkmıştı. Aynı Ömer İbn Hattab Müslüman olduktan sonra, şeytanın kendisinden korktuğu, cennetle müjdelenmiş, "gökyüzündeki bir yıldız" haline geldi.
Ömer İbn Hattab bir peygamber veya bir melek değildi. Her birimiz gibi, bir insandı. Böylesine köklü bir değişim ve Allahu Teala'ya bağlılık sadece sahabelere mahsus bir hal değildir. Günümüzde, İslam'a giren Müslüman kareşlerimize baktığımızda, bu köklü değişime şahit olabiliriz. Sadece sonradan İslam'a giren kardeşlerimiz değil, bazı Müslümanlar bir zamanlar alkolik, zani, uyuşturucu bağımlısı, kumarbaz iken, Allah'ın davetini işitip icabet etmiş, İslam'ın tekrar yeryüzüne hakim olması için, aktif bir şekilde çalışan, aydın şahsiyetler haline gelmişlerdir. İslam dini ağır bir yük değil, aksine, insanlığı haysiyete, şerefe, izzete ve felaha eriştirebilecek tek nurlu yoldur.
İyi niyet: "Kalbim temiz olduğu sürece, Allah beni affedecektir."
Kalplerinin temiz olduğunu iddia edenlerin iddialarının aksine, esasında kalpleri temiz değildir. Evet, Allah (cc) müslümanın kalbinin temiz olmasını emretmiştir. Fakat temiz bir kalpten kasıt fiillere yansıyan bir imanı içeren kalptir. İman ile amellerin durumu, kalbin vücuddaki konumu gibidir. Birisi diğerinden ayrılmaz. Kalbi olmayan bedende hayat olamaz. Bedensiz de kalp düşünülemez. Bunların ikisi ayrı ayrı şeylerdir fakat aynı şeyi oluşturmaktadırlar. İman olmadan amellerin herhangi bir değeri yoktur. Amel olmadanda imanın canlı kalması mümkün değildir. Akide olarak kapte bulunan iman, kendi özelliği ve önemi gereği fiilere yansıyan bir yönü olması şarttır.
Adem (as) dan Peygamber Efendimize kadar tüm peygamberler, peygamber oldukları ve cennetle müjdelendikleri halde, hesap gününde, olacakların endişesini taşımaktaydılar. Onlar hesap gününün sıkıntısını çekerken bizler nasıl olurda bu dünya hayatında; "kalbimiz temiz, amele ihtiyaç yok" diyebilecek kadar rahat olabiliriz?!
Unutulmamalıdır ki, ecel geldiği an tövbe etmek için çok geç kalınmış olacaktır. O dehşetli günde küçük büyük her şeyin hesabı mutlaka sorulacaktır.
"Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür." (Zilzal 7)
Allah kendisine isyanda ısrar edenlerin tövbesini kabul etmeyeceğini buyurmaktadır:
"Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm çatınca; "ben şimdi tövbe ettim" diyenler ile kafir olarak ölenler için kabul edilecek tövbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır." (Nisa 18)
Nefsi aklamak ve şeytanın vesvesesi:
Genel olarak bir Müslüman yukarıda belirtilen bazı nefsi aklama belirtilerinden bir kaçını birden nefsinde bulundurmaktadır. Kişinin nefsini aklaması ile haram olan bir ameli helalleşmez.
Birçok Müslüman farkında olmadan nefsini aklama yoluna giderek aslında şeytanın adımlarını takip etmektedir. Allahu Teala nın emirleri yerine, heva ve heveslerinin peşinden koşmaktadırlar.
"Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımların takip ederse, muhakkak ki o, edepsizliği (yüz kızartıcı suçları) ve kötülüğü emreder." (Nur 21)
Şeytanın vesvesesine uymamalıyız. Bir haram işlemeye yöneldiğimizde, şeytanın vesvesesinden dolayı böyle bir eğilim içerisine girdiğimizi unutmamalıyız. Namaz kılmakta gevşeklik gösteremenin, ebeveyine isyan etmenin, karşı cinsin cazibesine kapılmanın vs. şeytandan olduğunu bilmeliyiz. Allahu Teala'nın bir farzını yerine getirmediğimizde veya O'nu kızdıracak bir davranışta bulunduğumuzda, bunun şeytandan olduğunu bilmeliyiz.
Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor:
"İnsan vücudunda kanın dolaştığı gibi şeytan da insanın vücudunda dolaşır."
Şeytanın vesvesesinden korunmak mümkün. Bu ancak Allahu Teala'nın bize Kuranı Kerim'de gösterdiği şekilde yapılabilir, yapılmalıdır:
"İnsanların kalplerine vesvese sokan, (insan Allahı andığında) pusuya çekilen cin ve insan şeytanının şerrinden insanların Rabbine, insanların Melikine (mutlak sahip ve hakimine), insanların İlahına sığınırım!" (Nas 1-6)
"De ki: Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım."(Müminun 97)
Birçok genç anne ve babasının görebileceği bir yerde, kendisine kızmalarından korktuğu için, haram işlemekten çekinir. Fakat Allah (cc) bir Müslümanı her yerde, her an görmektedir!
Bir Müslüman bir haramı terk ettiği zaman bunu başkalarından korktuğu için değil Allah (cc) böyle emrettiği için terk etmelidir. Allah'tan (cc) korkmalıdır. O'nu görüyormuşçasına Şer'i hükümlere sarılmalıdır. Bu husus hakkında şöyle rivayet edilmiştir:
Cebrail Peygamber Efendimize (sav) ihsan hakkında sordu. Resul (sav) şöyle cevap verdi:
"İhsan, Allah'ı (cc) görüyormuşsun gibi Kendisine kulluk etmendir. Sen O'nu görmesende, O seni mutlaka görmektedir." (Buhari)
Nefsi hesaba çekmek: Müslüman özeleştiri yapmak zorundadır
Şeytan aslında sanıldığı kadar kuvvetli değildir. Bilindiği gibi şeytan sadece vesvese verir. Onun yolunda gitmeye davet eder. Fakat onu takip edip etmeme kararını, insan kendisi iradesi ile verir. Sonuçta şeytanın yaptığı tek şey nefislerde içkarışıklığı meydana getirmektir yani fısıldamaktır. İçerisinde bulunduğumuz kapitalizm sisteminden ötürü bu fısıltılar kuvvetlenmiştir. Fakat buna rağmen bu fısıltılara uymama gücü Allah (cc) tarafından insana verilmiştir.
Buna rağmen insanoğlu şeytanın davetine koşarak gider. Üstelik şeytanın vaad ettiği her hangi birşey dahi yoktur. Fakat Allah (cc) bizleri ebedi cennetler vaad etmektedir:
"(Hesapları görülüp) İş bitirilince, şeytan diyecek ki: ‘Şüphesiz Allah size gerçek olanı vaad etti, bende size vaad ettim ama size yalancı çıktım. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ben, sadece sizi (inkara) çağırdım, sizde benim davetime hemen koştunuz. O halde beni yermeyin, kendinizi yerin. Ne ben sizi kurtarabilirim, nede siz beni kurtarabilirsiniz! Kuşkusuz daha önce ben, beni (Allah'a) ortak koşmanızı red ettim.' Şüphesiz zalimler için elem verici bir azap vardır." (İbrahim 22)
Bu durumda insan kendine karşı dürüst olmalı ve öz eleştiri yapmalıdır. Allahu Teala'nın kendisine bir irade verdiğini ve kendisini sürekli gördüğünü asla unutmamalıdır. Amellerimizin dışında, elimizde hiçbir şey bulunmaksızın Hesap günüde, Allah'a (cc) hesap verecek olmamız, kaçınılmaz ve sürekli hatırlanılması gerek bir hakikattir.
Şeytanın vesvesesinden ve şerrinden sana sığınırız ya Rabbi!
Nefsimizin kibirlenmesinden ve gururlanmasından sana sığınırız ya Rabbi!
Esma Sıddık