Kaynak: Seyyid Abdülhakim El Hüseyni ve Nakşibendi Tarikatı, Menzil Kitabevi, Adalet Matbaası, Ankara 1996
1. Tasavvuf dininin şirk içeren kaynakları (S.5)
Kaynak olarak şu kitaplara başvurulmuştur: Risaletül Halidiyye. Nefahatül Üns. Tenvirül Kulûb. Resahat. Mektu-bat-ı Rabbani, Cami-ül Usul, Gavs'ın Minah-ı, Mecd-i Talid, Behcetüs Seniyye, İhya-ul Ulum, Avarif-ül Maarif. Risaleyi Kuşeyriyye, Bedi-üz zaman'ın Risaleleri, Akşemseddin'in Risaleleri. İbn-i Hacer El Hevte-mi'nin Feteva-yı Hindîye'si ve Edeple Varış Lütûfla Dönüş.
2. “Allah’a yemin ederim ki ,benim mürşidimin bir nazarını onun hacı gibi bin hacca değişmem” iftirası (S.32)
Ben Hazne'de hizmet ederken Şeyh Muhammed Arbavî (K.S.) gelip beraber Hacc'a gidelim dedi. Ben "param yoktur, gelemem" dedim.
Dedi ki: «Sen rüyasında Peygamber (A.S.)'i görüp, uyandığı zaman ben sahabe oldum, diyen kişiye benziyorsun.» Ben bu söze üstada hür-meten bir şey demedim. Ama Allah'a yemin ederim ki, ben mürşidimin bir nazarını onun Hacc'ı gibi bin Hacc'a değişmem. Ben çok defa şahit oldum ki, Hacc'a giden bazı kişiler Hazne'ye gelip Şah'ı gördük-leri zaman, variyetlerini tekkeye bağışlayıp, Hac farizasından vazge-çip, tövbe-tarikat alarak geri dönerlerdi.
3. “Benim kanaatimce hazne(şeyh) yakınında üzerine toz değen kişiyi Cehennem yakmaz.” yalanı (S.32)
Bütün amellerden maksat Allah (C.C.)'tır. Benim kanatimce Hazne yakında üzerine toz değen kişiyi Cehennem ateşi yakmazı itiraz ederseniz size derim ki; Peygamber (S.A.V.) bir harp dönüşü buyuru-yor: "Biz küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz.» Sahabe-i Kiram (R.A.) itiraz ettiler. Âmir Peygamber (S.A.V.): «Evet, o cihad. nefis ve şeytanla olandır.» buyurdu. Diğer bir hadis-i şerifte: «Allah yolundaki cihadın tozu ile cehennem dumanı bir kişide bulunmaz.» buyurmuştur. Hazne yolculuğundan çeşitli meşakkatlere katlanan bir insanın niyeti; nefis ve şeytanın esiri olmayıp, sâlih bir müslümanlık içindir, bu gayret «cihad-ı ekber» dir. Benim kanaatimce Şah-ı Hazne (K.S.)'nin ekmeğini yiyen cehenneme girmeyecektir. Eğer benim yetmiş senelik amelim olsa Şah-ı Hazne (K.S.)'nin ekmeğini amelinden üstün tutarım.
4. Ruhban sınıfının oluşma biçimi ve hurafesi (S.34)
Halifelik üç kısımdır.
a — Birincisi: Cenab-ı Hak'tan doğrudan Resulullah (A.S.)'a gelir, ondan da silsiledeki sâdâta, onlardan da hayattaki mürşide bildirilir.
Mürşid de halifelik emri gelen kişiye tebliğ; eder. Bu kişi bu emri reddedemez. Bu evsafdaki kişi kalb. letâif ve Nefi-yu isbat virdini sırası ile çekip bitirmiştir.
b — İkincisi: Mürşid, kendi şeyhi veya silsiledeki başka meşayihlerle istişare kurarak bazı zâtlara halifelik verebilir. Bu zat da aynı şekilde seyri sülûkünü tamamlamıştır.
c — Üçüncüsü: Mürşid; uygun gördüğü bir şahsa, kısa zamanda vazifesini tamamlatır, veya onu çileye tabi tutar, veyahutta kendi gö-rüş ve yetkisine dayanarak bir kişiye hilafet verebilir.
Bu bilgileri bizzat Gavs (K.S.) bir sohbetinde dile getirmiştir. Gavs (K.S.) önceleri ilmi - şeriatı tahsil etmiş sonraları da tarikat ameline başlamıştır.
Mübarek Şah-ı Hazne (K.S.)'ye intisab ettikten sonra özel vird ve amelinin yanında tekke hizmetlerini de en iyi şekilde yapmıştır. Mübarek kırk seneye yakın bir zaman tarikatle uğraşıp, Şah-ı Hazne (K. S.) ile ilgi kurmuştur. Bu müddet zarfında Şeyhi kendisine devamlı Şeyh Abdülhakim diye hitap etmiştir.
Gavs (K.S.) büyük bir âlimdi. Ayrıca tarikat ameli olan kalb, le-tâif ve Nefi-yu isbatını tamamladıktan bir zaman sonra Ramazan ayında gördüğü rüyayı Şahı Hazne'ye (K.S.) anlatır.
Rüya şöyledir: «Hazret der: Abdülhakim, Şahı Hazne (K.S.)'ye söyle, seni artık fazla yormasın. Sen halifeliği hakkı ile kazandın artık hakkını versin yeter» bu rüyadan sonra Şah-ı Hazne (K.S.) der: «Şeyh Abdülhakim (K.S.) ben de biliyordum ama Ramazan Ayının feyz ve bereketinden daha fazla istifade edesin diye seni çalıştırıyordum Madem Sâdat böyle istiyor, hakkındır deyip 1938 yılında hilâfeti vermiştir.
5. “Allah resulu’nun ruhaniyeti, başta olmak üzere ,diğer bütün sadatlar o halkaya inerken ; orada bulunan cemaatin arzularını kayıt ederler.”yalanı (S.39-40)
Efendim biz hatme yapıyoruz, sadatlar da bu işin üzerinde çok duruyorlar .Acaba bu hatmelerden bize ne fayda geliyor?
CEVAP : Menfaatlan çoktur. Bir örnek verelim; Şimdi Resûl-i Ekrem (A.S.) bize dese» sen ümmetime en iyi bir amel tavsiye et, öğret. Bilir-misiniz ben ne tavsiye ederim? Hatme-î Hâcegânı tavsiye, ederim. Çünkü hatmenin reisi Resul-i Ekrem (A.S.) dır.
Silsile-i şerif okunmaya başladıktan sonra. Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'
in ruhaniyeti başta olmak üzere, diğer bütün sâdatlar o halkaya iner. Ve orada bulunan bütün cemaatın arzularını kayıt ederler. Silsile okunması tamam olduktan sonra Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'in rûhâniyeti ve sâdatlar o halkada bulunanların arzu ve isteklerini doğrudan Rabb'ül-Âlemîn'e götürürler. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in götürdüğü istekler hiç reddedilmez..
6. Halkı tasavvuf dinine bağlamak ve sömürmek için şeyhle müridin antlaşması yalancılığı (S.63-64)
Bir sene hacca gitmiştim. Akşam Mescid-i Nebevî'de yatsı namazını bekliyordum. Bir ara bende ani bir cezbe hâli peyda oldu. Halime taaccüb ederek, sebebini merak ettim. Bu hal üzere, etrafa göz gezdirmeye, çevremde ehlullahtan birisi var mı, yok mu, diye aramaya baş-ladım. Görünürde dikkatimi çeken biri yoktu. Bir ara geriye baktım O anda, sarıklı, nûrani yüzlü bir zat ile göz göze geldim. Heybetine ka pılarak hemen ellerine sarılıp öptüm. Aramızda şu konuşma geçti:
— Efendim, sorabilir miyim, hangi memlekettensiniz?
— Türkiye.
— Türkiye'nin neresindensiniz?
— Bitlis'tenim.
— Siz Seyyid Abdülhakim El-Hüseynî Hazretleri (K.S.) değil mi-
siniz?
— Evet.
— Sizi çoktandır ziyaret etmek isterdim. Bir türlü nasib olmadı.
— İnşallah geleceksin! İnşallah geleceksin! İnşallah geleceksin!
Üç kez böyle söyledikten sonra yine benimle konuşmaya devam et
tiler.
— Sen nerelisin?
— Filân yerliyim.
— Sen Ali'sin değil mi?
Bu konuşmanın arkasından yatsı namazını kıldık. Camiden çıkarken O'nu göremedim. Ertesi gün Bitlis'ten gelen hacıları aradım. Siyah sakallı birisine rastladım ve kendisine:
— Sen Şeyh Abdü'l-Hakîm (K.S.)'i tanıyor musun? diye sordum.
O hacı bana:
— Evet, dedi.
— Pekâlâ Şeyh Hazretleri (K.S.) bu yıl hacca geldiler mi?
— Hayır, ama o gelse de gelmese de, buralarda görülebilir.
Hacca gideceğim zaman, önce Hz. Gavs (K.S.)' ziyaret edip, bayır dua ve tavsiyelerini almak için yanına gittim. Bana dedi:
— Sofi. Şah-ı Hazne (K.S.)'ye rabıta yap, rabıtayı bırakma.
Mübarek beldeye varıp tavafa başladım. Tavaf esnasında bir an
baktım. Gavs (K.S.) Hz.leri benim önümde tavaf ediyor. Birden haykırdım: «— Bakın Gavs (K.S.) burada, o da tavaf ediyor.» Etrafdakiler ise görmediklerini söylediler. Ben ise tavafda üç defa daha gördüm, ancak tavaftan sonra göremedim. Ayrıca Ravza'da da ğdrdüm. Vakıf olduğum bu hadiseyi, geldiğim zaman Gavs (K.S.)'a anlattım. Kendi-leri sakin sakin dinleyip dedi: .
— Şah-ı Hazne (K.S.)'nin de böyle durumları olurdu.
7. Keramet imal etme tekniği ve yalanı (S.73)
Ertesi gün o kardeşimize ders ve talimat verdik. Daha sonra da o kardeşimizle birlikte Hz. Gavs (K.S.)'ı ziyarete gittik. Gavs (K.S.) Hazretleri hacca gittiklerinden henüz yurda dönmemişlerdi. Kendisini Diyarbakır'ın Silvan kazasında beklemeye başladık. Misafir edildiğimiz evde, Hz. Gavs'ımızın (K.S.), Şah-ı Hazne'ııin (K.S.) ve Hazret'in (K.S.) resimleri vardı. Kardeşimiz o resimleri görünce gülümsedi Sebebini sorduğumda:
— Biliyor musun, sen ders verirken sağdaki resimle görülen zat
senin sağında, ortadaki İse senin sol tarafında dikildiler. Bana talimat
verip bitirinceye kadar yanımızdan ayrılmadılar, dedi.. Söylediği Sa-
dat'dan biri Şah-ı Hazne (K.S.), öteki ise Gavs Hazretleriydi (K.S.).
Anladım ki, bu tarikat bastan sona Sadât-ı Kiram'ın himmeti bereketi
ve tasarrufu iledir. Bazı hallerde ruhaniyetleriyle hazır olmaktadırlar.
8. Şeyh Ömer b.el Farit İslam dinine göre zındık olduğu halde tasavvufa göre veliyullah olup, sözlerini marifet ehli anlayabilir yalanı (S.111-112)
Allâme İbn-i Hacer el-Heytemi el-Mekkî anlatıyor! «On sekiz ya-şında iken, Mısır'daki El-Ezher camiasında oturuyordum. Şeyh-ul islâm Şems-i Deleci adında bir hocam vardı. Hocam şer-î ve aklî ilim-lerde oldukça ileri; fesahat ve belağat. sahihi, ilmî kabiliyeti ve kitap telifleriyle ün kazanmıştı. Bir gün Telhis'in eserini okurken, ayrıca AKAÎD ilminde kendisinin yazdığı bir kitabı da okuduk. Bir ara, söz sırası gelince Şeyh Ömer İbn-i Farid (K.S.)'den söz açıldı. Birden hocamız şiddet ve öfke ile dolu dizgin söze girişti:
— Allah kendisine lanet etsin bu ne küfürdür böyle! Şuna bakın
hele, bütün şiirleri ittihat in ve hulûl'den (2)ibarettir, lâkin şiir tek-
niği ve ustalığı yönünden iyi bir şairdir.»
Toplulukta bir ben söz aldım:
— O'nun küfrünü ilân etmekten,. Allah'a hulul ve ittihad isnad et
tiğine kail olmaktan Allah'a sığınırım! O'nda gerçekten ne küfür ala-
meti ne de itikad bozukluğu vardır. O bir veliyyullah olup, sözlerini ma-
rifet ehli olanlar anlayabilir, dedim. O, hem Şeyh Ömer'e hem de bana
karşı hırçın bir şekilde inkârını tazelemekten başka bir şey yapmadı.
Ben de kendisine oldukça sert karşılıklar verdim. Tartışmamız oldukça
uzun sürdü. Hocamda, nefes darlığı müzmin bir hâl almıştı. Bir ara bi-
ze:
- Uzun zamandır ne rahat uzanabiliyor ve de rahat uyuyabiliyorum, diye dert, yandı. Hemen atıldım:
— Hocam, eğer sen, Şeyh Ömer İbn-i Fârid ve onun gibi evliyanın
münkirliğinden dönecek olursan, kesinlikle şu hastalığından şifa bula-
cağına inanıyorum, dedim. O, yüzünde hiç bir inanç belirtisi olmaksı-
— Hiç öyle şey olur mu? Senin söylediğin boş hayalden başka bir
şey değil evlât! diye güç belâ söylendi. Ben de:
— Gelin bir tecrübe etmeye razı olun..,, Ne kaybedersiniz sanki?
Sen bir süre azmedip samimiyetle bu yanlış ve peşin fikirlerinden dolayı pişman ol. Şayet şifa bulamazsan, nasıl istersen öyle inan! Tamam mı? diye üsteledim. Sonunda razı oldu.
— Pekala, bir süre tecrübe etmekten bir şev kaybetmem Bunun
arkasından bir süre gerçekten pişmanlık alâmetleri gösterdi. Önceki
fikirlerinden söz etmez oldu. Çoğu defa kendisine:
— Hocam, gördünüz ya kefaletimizi Allah Teala hak çıkardı, di-
yordum. O da:
— Evet öyle, diyerek tebessüm edip dururdu. Sonraları eski inkâr
ve inadına döndü ve hastalığı eskisinden daha şiddetli bir hâl aldı,
Yirmi sene o hastalığın eziyetini çektikten sonra öldü.»
9. Bir hikayede şeriata ve Allah’a yapılan büyük iftira (S.125-126)
HZ. ALI (K.V.)'NlN KERAMETİ:
Hz. Ali (R.A.) halîfe iken, çok sevdiği biri hırsızlık yapıyor. O'nu yakalayıp Hz. Ali'ye getiriyorlar. Hz. Ali (R.A.) kendisine: «Sen gerçek ten çaldın mı?» diye sorar. Adam: «Evet çaldım, ya Emir-el Mü'minin» diye cevap verir. Kendi ifadesine göre davranarak elini kestirir. Adam zenci bir köleymiş. Yolda kendisini Selman-ı Farisî ile İbnul Keva görürler. Elini kimin kestiğini sorarlar. «Elimi mü'minlerin emiri, Müslümanların devlet başkanı, Hz. Peygamber (A.S.)'in damadı ve Fatımatü'z-Zehra'nın kocası'kesti.» diye cevap verir, îbnü'l Keva kendisine: «Ali (K.V.) senin elini kesmiş daha sen onu medhediyorsun!» diye söyler. Zenci köle, «Elbette medhedeeeğim O'nu! O beni cehennem azabından kurtardı! Elimi de haklı olarak kesti.» dedi. Bu haberi Sel-mani Farisi Hz. Ali'ye ulaştırınca adamı yanına çağırdı. Kopuk elini yerine yapıştırarak, üzerine bir perde attı. Gizliden dua ve niyaza başladı. Selman (R.A.) diyor ki: «Hafiften bir ses işittik: O elin üzerindeki perdeyi kaldırın»!.. Adamın elinin üzerinden örtüyü kaldırıp baktık ki hiçbir şey olmamış gibi adamın eli sapa-sağlam yerinde duruyordu.
10. Bütün Dünya’yı yöneten tasavvuf dini ve hükümeti Ricalü’l Gayb (gizli erenler) (S.131)
Ricalü'1-gayb: Gayb erleri, bilinmeyen kişiler demektir. Ricalü'l-gayb'a. dahil olan kişileri kimse tanıyamadığı için kendilerine bu ad verilmiştir. Bunların başı: Kutbü'l-Bausül - Ferd el - Cami'dlr. Bu zat, Ruhaniyetiyle dünyanın dört .köşesini dolaşabilmektedir. Allah (C.C.) kendisini çok sevdiğinden O'nu herkesten gizlemiştir. Gerek havastan gerek avamdan hiç kimse O'nu tanıyamamaktadır. Kendisi cahil gibi görünür, âlimdir: anlayışsız görünür, ama çok zekidir. Hem yakın görünür, ama uzaktır. Hem alır görünür, ama almaz. Hem kendisinden korkulur, hem de kendisine emniyetle bakılır. Hâlleri böyle çok değişiktir. Veliler arasındaki veri, daireye göre merkezi nokta gibidir. Alemin düzen ve salâhı onunladır.
Evtad (Bunlara bazan AKTAB denir) dört tanedir. Bunları havas-tan olanlar tanırlar, lâkin avamdan olanlar tanıyamazlar. Bunlardan birisi doğuda, birisi batıda, birisi Şam'da birisi de Yemen'dedir.
Ebdal için, yedi, ondört, otuz, kırk gibi değişik sayılarda olduklarını söyliyenler mevcuttur. Asıl olan bunların yedi kişi olduğudur.
Nükaba (seçilmiş kişiler) kırk kişiden: Nüceba ise üçyüz kişiden oluşur. Bunlardan Kutbü'1-Gavs ne zaman vefat ederse dörtlerin en iyisi onun yerine seçilir. Dörtlerden birisi vefat ederse yedilerin en iyisi onun yerine seçilir. Yedilerin birisi vefat ederse kırklardan en iyisi onun yerine seçilir. Besyüzlerden birisi vefat ederse. Salihlerden birisi onun yerine seçilir. Ne zamanki Allah (C.C.) kıyametin kopma-sını dilerse hepsi birden vefat ederler. Zira bunların aracılığı ile Al-lah'ü Teala kullarından bela ve musibeti def eder. Yine bunların vesilesiyle yağmur yağdırır.
11. Hızır’dan rivayet yalanı (S.132)
Bazıları Hızır (A.S.)'dan rivayetle şöyle söylemiştir. Üçyüz evliyâ'dır. Yetmiş nücebadır. Kırklar evtad'dır. On Nükeba'dır. Yedi Urefa'dır Üç Muhtarun (Seçilmişler) dur.
12. Hz.Ali (R.A) yapılan iftira (S.132)
Hz. Ali (K.V.)'den rivayetle şöyle buyrulmuştur. «Ebdal Şam'dadır. Nüceba Mısır'dadır. Asaib Irak'tadır. Nükebâ Horasan'dadır. Evtad çeşitli yerlerdedir. Bunların başkam Hızır (A.S.) dır.
13. İmam-ı Yafii’nin şahsında Resul-u Ekrem (S.A.V) yapılan iftira (S.132)
İmam Yafii'nin rivayet ettiği bir dadiste, Resul-i Ekrem (S.A.V.) şöyle buyurmuşlardır: «Allah'ın halis kullarından yerde üçyüz kişi vardır ki kalbleri Adem (A S )'ın kalbi üzerindedir. Kırk kişi yardır ki kalb-leri Musa. (A.S.)'tn kalbi üzerindedir. Yedi kişi vardır ki kalbleri İbrahim Halilullah'ın kalbi üzerindedir. Beş kişi vardır ki kalbler Cibril
(A.S.) kalbi üzerindedir. Üç kişi vardır ki kalbleri Mikâil (A.S.) kalbi üzerindedir. Bir kişi de vardır ki kalbi İsrafil (A.S.)'m kalbi üzerindedir. Bir kişi olan vefat ederse, üçlerden, üçlerden birisi vefat ederse beşlerde, beşlerden birisi vefat ederse yedilerden, yedilerden birisi vefat ederse kırlardan, kırklardan birisi vefat ederse, diğer velilerden biri yerine geçer. Bunlardan dolayı şu ümmetten belâ ve'kaza def'olur.»
14. Hızır ölmedi diyen Yavi’nin kur’an’a iftirası (S.132-133)
İmam Yafii (R.A.) şöyle diyor. O Bir'in "Kutbül-Ferd ve Gavs olduğunu söyleyen bazı arifler mevcuttur. Ariflerden birisi demiştir ki, «Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Peygamberler ve Melekler arasında ne-den kendi kalbini söz konusu etmedi? Çünkü gerek alem-i halk ve gerekse alemi emirde O'nun kalbinden daha güzel ve lâtif, daha eşref bir kalb yaratılmamıştır, işin aslı şudur ki tüm Peygamber ve Meleklerin Kalbi yıldızların güneşe karşı nisbeti gibi Resülullâh (S.A-V.)'in kalbi-ne dönüktür. Ben İbrahim Halüıülah'ın makamı arasında bulunurken Necm-i Esbehani (R.A.)'den işittim. «Hızır (A.S.V Kur'an'ı Kerim kalk-tığı, zaman, Allah'tan hemen ruhunu kabzetmesini diler.» Allah bilir buna göre o zaman mevcut olacak olan; gerek kutub, gerek tüm ri-cal-i gayb; gerekse tüm öteki velilerin hepsi de ruhlarının kabzedilmesini, isterler. Zira Kur'an'ın hükmü ve kendisi kalktıktan sonra... hayır ehli için yeryüzünde hayat yoktur. Hızır (A.S.) 'm hayatta olduğunda valiler ittifak etmişlerdir. Fakihler, usulcüler ve muhaddislerin çokla-rı da bu görüsü benimsemiştir. Sıddıklardan, velilerden, onunla görüşüp haber getirenler sayılmayacak kadar çoktur. Hatta Allah'a yemin ederim, bana dediler kif «Hızır (A.S.) seninle görüştü ve senden bazı şeyler sordu.» Fakat ben onu tanıyamamışım, zira herkes onu tanıyamaz. Ancak Allah'ın sevgili kullarından kabiliyet sahibi olanlar tanıyabilirler.
İbn-i Kayyim el-Cevzi'nin Hızır (A.S..)'ın hayatta olduğunu inkâr etmesi haddini aşmasının ta kendisidir. Güneşi güpegündüz yok saymak gibidir. Bu konudaki görüşleri de üstelik çelişkilidir. O'nun ha-yatta olduğu hakkında dört mufassıl senetli rivayetler mevcuttur? Rivayetler Hz. Ali, İbn-i Abbas ve İbn-i Mesud (R.A.)'dan gelmektedir. Ne tuhaftır ki İbn-i Kayyim el-Cevzi. sofilerin büyüklerinden zuhur eden halleri ve anlavamadıkları hikmetli sözleri inatla inkar eder. En çok yırtıcı olan da şudur. Yer ver onlardan garip sözler rivayet ederek, kendi sözlerine renk ve güvenlik katmaya çalışıyor. Başka bir zaman ise onunla en şiddetli bir biçimde itiraz ediyor." Yafii'nin sözleri burada bitti
15. Sofiye diye tarif edilen makam ; Allah’a, resulüne, kitabına, meleklerine ve müminlerine yapılan en büyük iftira (S.241)
Sofiye diye tarif olunan makam merdiyyenin tekamülünden ibaret-tir. Bu makamda nefs tamamen saflaştırılmıştır. Bu nefsin sahibi olan veli ile Nebi arasındaki fark şudur. Veli aynen peygamberler gibi yaşar. Ancak ona vahiy gelmez. Kendisiyle tabiî olduğu peygamber arasındaki fark, peygamberlik makamıdır. Aslında peygamber emirleri melek vasıtasıyla doğrudan Allah'tan alır. Velî ise peygamberinin mevcut olan şeriatının mânâ ve hükümlerini ilham meleklerinin vasıtasıyla güzelce anlar. Yani Kur'an ve Hadisin mânâsını işaretlerini ilhamla bilir. Bu ilhama mecazen «vahiy» denilmiştir. Bir de peygamber vahiy getiren Cibril'i görür ve tanır. Velî ise Cibril'i görmekten mahrum olduğu gibi yardımcılarını da göremez. Fakat Cibril'in yardımcılarından ilham alır ve seslerini işitir. Bu sayede şeytan onun sevdiklerine bile musallat olamaz.. Velî, Arif-i Billah olduktan sonra ona bir ruh daha üfürülür. Meselâ Hz. Ömer (R.A.) sesini. Medine'den. Nihavent'e bu ruh ile ulaştırmıştır. Yine Akşemseddin de Eyyüb-el Ensârî (R.A.)'ün türbesini yine bu ruh ile bulmuştur (tespit etmiştir.) Yusuf (A.a.t da Peygamber olmadan evvel, ruhun kuvveti ile Züleyha'dan kapıya kaçtı ve günah işleyemedi. Hattâ Yusuf (AS.) da bu ruhla Züleyha'yı müslüman etti ve Firavunun karısı da aynı ruhla kendini Firavun'dan korudû. Nitekim Hasgil yüz sene dağa çekilip bu ruhla insanları irşad etti.
16. “O meclislerde Hz.Ali yardım eder , Hz. Hızır su dağıtır.” yalanı (S.243)
O meclislerde Hz. Ali (K.V.) himmet eder, yer hazırlayıp manevi minderler döşer. Hz. Hızır (A.S.) da o meclislerde saki olur. Binaenaleyh dervişlerin meclislerinden daha yüksek bir meclis yoktur
17. Soranların ve cevap veren Gavs’ın cehaletleri (S.245)
Gavs (K.S.) Hazretlerine sordular:
— Şeyhin sureti görüldüğü halde, müridden ayrılmazsa. mürid şey-
hinip ruhaniyetinden çok utanır, o zaman müride ne lâzım? Mübarek
tebessüm ederek buyurdu:
— Günah islemek müstesna, beşeri ihtiyaçlar anında, üstadın ru-
haniveti görülse bile, ondan utanmak ve sakınmak lâzım gelmez. Ni
tekim biz meleklerden sakınmıyoruz.
Gavs Hazretlerine sordular:
— Şeyhini hayaline bile getiremeyen ne yapsın? Mübarek buyurdu:
— Zararı yoktur. Maksad kalbin üzerinde rabıta ile durmaktır.
Tekrar Mübareğe soruldu:
— Efendim kalbin üzerinde rabıta ile duramayanın hali nice olur.
Mübarek dedi: — Şeyhi yanına gelmeyen. sık sık şeyhinin yanına gider. Hayali ile ona yalvarır. Şeyhinin oturmasını, kalkmasını, hâl ve harekelerini hayaline getire getire şeyhinin emirlerini yapar, yasaklarından sakınır. Akıl ve hayali ile şeyhin yanına gider, gelir. Müridin istikameti ne kadar düzelirse, sevgisi de o kadar artar, istikametin doğruluğundan ihlâs ve muhabbet doğar. O zaman, üstad yüzündeki perdeyi kaldırır. Mürid, nerede olursa olsun, şeyhini görür hiç aramaz.
18. İmam-ı Rabbani’nin uydurduğu tanrısı (S.246-247)
İmam-ı Rabbani (K.S.) şöyle buyuruyor:
Bilmek gerekir ki:
Bu tarikatı alîyye, Resûl-i Ekrem'in sünnetine iktidâ eden şeyhe «Rabıta etmek» esasına bağlıdır. Bu uzun yol, ona rabıta etmekle, kısa zamanda kat'edilir. Cezbe kuvvetiyle bu kemâlât ile boyanmak ancak bu yol ile mümkün olur. Mürşid-i Kamil'in bir nazarı emraz-ı kal-
biyyenin şifasıdır. Onun bir teveccühü manevi illetleri defeder. Bu ke malatının sahibi olan zat, vaktin imamı (Îmamü'l-Vakti). zamanın halifesi (=Halifetü'z-zaman)'dır. Kutuplar, onun makâmâtının göl-gelerine sığınırlar, Memleketlerinin Büyükleri olan mürşidler. onun okyanuslar gibi muazzam kemalatıyla müteselli olurlar. İrşadı güneşin
ziyası gibi, insanları birbirinden tefrik edemeden her tarafa yayılır. Bizzat o güneşe teveccüh edip, istifade edebilmek için, ona yönelen bir sâlikin ne kadar istifade edebileceğini bir düşün!
19. Yusuf 24’e yanlış mana vermesi ve Keşşaf tefsirine iftira etmesi (S.255)
"Eğer Rabbim bürhanını görmeseydi" âyetinin bu cümlesinin tefsirinde, ruhaniyeti cismaniyetine galib bulunan zevatın (nebiler ve veliler) gibi, tasarruf ve imdad edebilecekleri hakikatim sarahaten beyan etmişlerdir.
Onlardan keşşaf tefsiri sahibi ki, tariki i'tidal'den inhiraf etmişBURHAN kelimesini şöyle tefsir etmiştir; Yusuf (A.S.) O kadı-nm kaldığı zaman, o kadından sakın!. Sesini işit-
mişti, Bir anda kendini toparladı. Sesi ikinci defa işittiği zaman, ondan ». tamamen yüz çevirdi ve ondan kurtuldu. Bir de baktı ki, karşı-sındaYakûb (A.S.) temessül etmiş olarak parmaklarını ısırıyor. Bir rivayette Yakub (A.S.), eliyle Yusuf (A.S.)'ın sadrına vurdu.
20. Şeyhin tanrılaşması ve müridin tapınması gerçeği (S.261-262)
1° Mürşidin suretini (yüzünü) sadece hayalinde tasarlamak... Bir kısım, zikrin başlangıcında lâzımdır.
2° Mürşidin suretini kalbinde tasavvur etmek... Ve zikir esnasın-da bu suret ihtiyarsızca, zuhur ederse onu kalbinde durdurmak ve böylece devam etmek...
3° Pirin kıyafet ve hayaline aynen bürünmek, kendini mürsid şeklinde görmek ve hayal etmek... Bu vaziyette meydanda olan sanki kendisi değil mürşlddir. Bu kısım rabıta ibadetlere mahsustur. Meselâ Kur'an dinlerken gözlerini yumar ve kendisini mürşidin vücut ve kı-yafetinde, görür. Kendisi yoktur. mürsid vardır. Keza Kur'an okurken vaaz ve ders dinlerken kendisini mürşidin kıyafet ve halinde hayal eder. Bu halde zikir ve ibadetin halâvet ve lezzeti başkadır.
İlahi huzura, girmek isterken girmek istediği yere layık bir vası-tayla girilir ve «Allah'a (yaklaşmaya) vesile arayın" "Vesileye yapışı-nız!" (Maide 5, 35) mealindeki ayete uygun hareket edilir.
Rabıtanın Ayrıca başka bir tecellisi vardır. O da şudur: Mürid her an mürşidini kendi yanında kabul edip daima mürşid ile beraber ol-mak. Bu hal ile sadıklarla beraber olmayı emreden ayete uymuş olu-
nur.
Bu yolla amel eden salik çabuk terakki eder ve Allah'a yakınlığın yüksek derecelerine erer.
Bu son nokta şekline «telebbüsi rabıta-kılığa bürünme rabıtasın
ismi de verilir.
Muhtasarrüssülûk kitabına göre mürid şöyle rabıta da yapar.
l ° Mürid, şeyhinin nurlu suretini alnında yani "Nefis letaifi"
olan iki kaşının bir parmak üstünde tahayyül eder.
Bir fakirin bir sultandan tazarru ve tariklik ile hacetini ister gibi feyiz talep eder.
2° Mürid, şeyhin nurlu suretini nefis letaifinin karşısında blle-rek nefis letaifine olan daimi bir feyz «akan bir nur» bilmelidir. Zikrin husule gelebilmesi için gaflet ve havatırın memba, yeri olan nefsin temizlenmesi lâzımdır.
3° Mürid, şeyhin nurlu suretini kalbinin karşısında hazır ve mevcut bilerek o hayalden feyiz talep eder.
4 Şeyhinin nurlu suretinin kalbin içinde ortasında hazır oldu-ğunu tahayyül eder. Kalbine ondan feyiz ister.
5° Kalbinin karşısında şeyhini bir nur denizi olarak tahayyül eder, ondan kalbine fevz akmasını ister.
6" Şeyhini, kalbinin içinde bir nur-denizi farz eder. Ontın vasıtasıyla Allâh-ı zikr eder.
Muhtasarrüssülûk'ün İbaresi burada tamam oldu.
Şeyh Fethullah (k.s.) risalesinde de rabıtanın çeşitlerini ve açık-
lamasını yaparken -Üstadın huzurunda: Sanki bir kürsi üzerine
oturmuş bir hükümdarın önünde duran bir fakir gibi bulunmak veya müridin kalbi keşkül "dilenci torbası" olur ve bunu açarak bizzat hükümdarın huzuruna arz eder. Bu hal hayal ile değildir. Çünkü orada üstat hazırdır ve hayale yer yoktur, üstadın vereceği şeyi bekler.
21. Şirk ve hayali rabıta cahiliyesi (S.263-265)
Şah-ı Hazne (k.s.) Şeyh Muhammed Ziyaüddin'in halifesi Mol-la Zeynüddin'e yazdığı mektubunda şöyle buyuruyor:
Dostum molla Zeynüddin:
Bize son gelişinden itibaren hayâli rabıta yapmakla sana emrettik. Hayali rabıta şöyledir: Mürid. sanki üstadı daima kendisiyle imiş gibi, hatta helaya gittiği, cinsî münasebette bulunduğu, yediği, dostlarıyla konuştuğu, başkalarıyla karşılaştığı zaman da hatırından çıkarmayıp onu anması ve ilk yatacağı ve uykudan kalktığı vakitte baş ucunda bulunduğunu talebeye ders verirken, dersi bitirirken, namaza ilk kalkarken, namazı bitirirken mürşidi mülahaza etmektir. Mümkün olduğu kadar bu mülâhazaya devam, nefsin sevdiği şeye iltifat edilmemesi gerekir.
Hazret «Şeyh Muhammed Ziyauddin» Allah bizi ve sizi onun sabrıyla kutlasın, buyurdular ki: nefsin insana düsmanlığı itibarıyla. mürşid ona evvelâ bir şeyin daha sonra ikinci birşeyin yapılmasına dair bir talimat verse, nefsin adeti şudur ki: birinci şeyin yapılmasında kendine; tam bir menfaat için onunla ilgilenip, ikinci şeyde menfaati olduğu için onun hakkındaki talimatı sevmez.
Hayali rabıta nasıl önemli olmasın: halbuki onun hakkında İmam-ı Rabbani (K.S.) ki, pirin "mürşidin" gölgesi. «hayale getirilmesi»-hakkın zikrinden efdaldir buyurdular. Yani menfaat, bakımından evlâ-dır. Gölgeden maksad rabıtadır.
Üstad-ı Azam'da dedi ki: «Pirin (mürşidin) hayalinin vasıtasın-dan başka nefsi hiç bir şeyle öldürmeye gücün yetmez.»
Ekabirden bazısı da: Rabıtanın nuru güneşin, zikrin nuru ise çıranın nuru gibidir.
Rabıta ile hasıl olacak fena «fanilik haleti» devamlı olur. Zikir ile hasıl olacak fena haleti ise zail olabilir, diye buyurdu:
Seyyid Taha'da (K.S.) buyurdular ki; zikirden mücerred olan «yalnız» rabıta ile Allah'a kavuşmak mümkündür. Fakat, rabıtadan mücerred olan zikir durumu böyle değildir.
Gavsül Azam Seyyid Sibğatullahi (Ervasi) (K.S.) buyurdular ki: Rabıtadan ayrılmayın, rabıtadan ayrılmayın, deyip onun için çok tavsiye eder ve ilk olarak en çok müride hasıl olan hallerden biri rabıtadır, derdi.
Gavs-ı Azam, bazı şeyhlerden nakletti ki; müridlerine talimat verince yalnız rabıta ile yetinirdi ve bası mürşidlerin yaptıklarını beğenirdi.
Üstad-ı Azam (k.s.) rabıtanın kalb içinde faydası dıştan kalbe gelen faidesiz düşünceleri izale eder "götürür." derdi
İmam-ı Rabbani (K.S.) rabıta. Allah'a ibadet için huzura kavuş-turucu, gaflet ve dışardan kalbe gelen düşüncelerini giderici sebeplerin cümlesindendir. Sebeplere, maksud olan şeyhlerin hükümleri vardır, diye buyurmuştur.
Yine buyurdular ki: Deneme ve tevatür, rivayetlerde muteber olan
sayısından daha çok bir cemaatten rivayetle bize kanaat hasıl oldu ki,
bizler rabıtayı tasavvur ettiğimizde Allah (C.C.)'dan başka bütün şeylerin düşüncesi kalbimizden sıyrılıp, onda yalnız mürşidin hayali kaldıktan sonra ondan da vazgeçip Allah (C.C.)'ın mânevi huzurunda baş-başa kalıyoruz.
Rabıta öyle bir insana benzer ki; birçok düşmanları olup, kendisini bazılarına sevdirir, sonra onu diğer düşmanları üzerine saldırır. Tâ ki onları helak eder, artık onlardan tek birisi vardır ki onu ortadan kaldırmaya takati vardır. Mürid için rabıta, bizatihi matlûb olmayıp belki
başka birşey içindir. Çünkü, dıştan kalbe gelen Allah'tan başka anıları, def ve gafleti yok etmeyi icabeder. Vasıtalardandır ki, insana matlubunu sağlamaktır. Vasıta olan şeylere matlûbun hükmü vardır. Va-cib olan şeyin husulüne sebep olan şeyde vacibtir. Sonra sîze söyledi-ğimiz bu sözlerden dolayı, Allah'tan af dileriz, çünki bizlerim yüce ki-şilerin alanında değiliz. Hatta bizim gibilere rabıta yapılmasının öldürücü bir zehir olacağından korkarız. Fakat bizler, rabıtaya ehil ve müstehak «layık» olan zat «kuddise sirruh» tarafından yapılmasına memur olduğumuzdan dolayı, onlardan size ve emsalinize imdat gelmesini. himmetleri sayesinde zarar gelmemesini rica ederiz. Farsça şiir:
«Ah ki biz bir milyon merhale uzaktayız, bu makamdan uzaktayız.»
Burada Şeyh Ahmed'ül Haznevi (k.s.)'nin hayali rabıtaya dair mektubu bitiyor. Allah (c.c.) ondan razı olsun.
Bazı büyüklerde demişler ki: Rabıta, sûrî ve manevî olmak üzere ikiye ayrılır.
A - Üstadın beşeri olan suretini, aydan parlak bir şekilde karşısında bulundurup, su ve duman şeklinde, feyzin onun iki kaşları arasından müntesibin kalbine gelip, umum bedenini kuşattığım tasavvur etmektir. Eğer kalbine ve diğer latifelerine gelişini tasavvur etmeye muktedir olursa bu daha faydalıdır. Bu keyfiyete rabıtay-ı ittiha ve sereyan ismi verilir. Bu keyfiyetle her zaman rabıtada bulunan daha erken muhabbetin galibiyetinden, mahviyet ve fena makamına gelir Buna sûri rabita denir. Hidayette hayalî, nihayette hakiki olur.
B — üstadını keyfiyetsiz mücerred büyük bir nur olarak tasavvur etmek ve kendinden geçinceye kadar, diğer tabirle fena buluncaya kadar tefekkür etmektir. Bir billurda su sereyan ettiği gibi, bu keyfiyet-te rabıtadan dolayı şeyhin rûhaniyeti de salikm bedeninde sereyan eder. Başlangıçta bu zordur, sonunda çok kolaydır. Ve hakiki olur. Hülasa bunu tatmayan idrâk edemez.
Şah-ı Hazne (K.S.)'den rivayet edildiğine göre, şu dört şeyle rabı-ta bozulur:
a — Mürşidi hakkında şüpheye düşmek. Bu halden kurtulmanın çaresi sık sık tövbe tazelemekle olur.
b-- Gıybet ve gaflete düşmekle rabıta bozulur. Bu halin de çaresi, hayırlı meclislere devam ve salihleri sevmek.
c — Şeyhinden başkasının etkisinde kalmak veyahut gönlünü başka birisine kaptırmak. Bu halin de tedavisi; kendisini şeyhinden uzâklaştıracak her şeyi sarfı nazar etmek. Mümkünse bilfiil şeyhinin yanına gidip gelmek, mümkün değilse hayalen şeyhi ile beraberliği tasavvur etmek.
d - Büyük günah işlemekten mütevellid. tembellik ve ümidsizlik rabıtayı bozar. Bu halin çaresi, devamlı mücahadedir. Kişi günde yet-miş defa günah işlese, yine yetmiş defa şeyhine varıp beyatını tazeler, tevbe eder.
22. “Sizler işlerinizden şaşkın ve muhayyer olduğunuz vakit kabir ehlinden yardım isteyiniz.” Yalanı, şirki ve hurafesi(S.266-267)
Peygamber (S.A.V.) buyuruyor: «Sizler iğlerinizden şaşkın ve muhayyer olduğunuz vakit kabir ehlinden vardım dileyiniz.»
Bu hadis-i şerife binaen ve başka ser'i delillerden de bildirildiğine göre nebiler ve onların varisleri olan veliler, hayatlarında olduğu gibi vefatlarında da himmet istenildiği zaman, himmet ederler.
Uzaklık ve yakınlık söz konusu olmaksızın kabiliyetli her mü'min, bühusus mürid. peygamberin kabri şerifine veyahut hakkında ümmet-i Muhammed'in ittifak ettiği büyüklerin ruhlarına kalbini rabt edebilir. Yönelmiş olup himmet istediği zattan feyz alabilir.
23. “Kabirdeki şeyh ile rabıta kurar.”şirk ve hurafesi
Yalnız edebe riayet etmek lâzımdır. Şöyle ki: Bir kabri ziyaret ede-cek olan mürid, nefsini her türlü dış etkenlerden temizler, kalbini dün-ya hallerinden temizler. Ziyaret ettiği zevatın ruhaniyetini hissi keyfiyetlerden mücerred bir nur farzeder. Kâmil velîlerin ruhaniyetleri feyz kaynağıdır. Feyiz isteklisi ziyaretçi, feyiz vericinin kabrinin ayak ucuna yakın sol tarafa durur. O zata karşı aynı hayattaki edebini muhafaza eder. Rabıta usullerinden birisi ile şeyhine rabıta kurar, bede-nine bir hareket ve canlılık geldiği zaman, sahibi kabre döner ve selâm verip, onbir ihlâs ve bir Fatiha okur. Sonra kabrin sahibine döner.
24. “İntisab eden ravza’da olsa Saadet’ül mescidin dışında mürşidine dönerek rabıta eder.”şirki ve hurafesi (S.266-267)
Müntesib ravza'da olsa bile, Saadetü'l Mescid'in dışında mürşidi-nin bulunduğu taraf a yüzünü döndürür, hayatta olan mürşide yapılan rabıtalardan biri ile mürşidinin ruhaniyetine sığınır, onu vasıta eder, hararet bedenine hakim olduktan sonra kemâli edeb, kemali ihlâs ve kemali muhabbetle kabri şerife döner. 11 kerre (Es-saletü vesselâmü aleyke Ya Rasûlellah) dedikten sonra 11 ihlâsı şerife ve bir Fatiha okur. Sonra şöyle niyazda bulunur: «Ey Allah'ın Resulü! Rabbim, kim ciddi tevbe eder, Rasûlünün huzurunda istiğfar ederken Rasîllüm de ona istiğfar ederse geçmiş bütün günahlarını afv eder, yarlığarım» buyurmuştur, işte senin ümmetinden filan oğlu filanım. Umum suçlarımı itiraf edip, ondan tevbe etmekle huzuru saadetinde istiğfar ederim» der. Kemali itina ile mücerred bir nûranı keyfiyetten ibaret Fahri Alem'in kabri şerifine yönelir, pirkaç dakika ayakta olduğu halde bu keyfiyete devam eder. Sonra mescidin içine girer, kemali edeb ve tavazu ile Fahri Alem Aleyhtesâletü Vesselam'ın penceresi karşısına gider, orda da aynı keyfiyete devam eder. Sonra döner, Hz. Eba Bekir-i Sıddîk ve Hz. Ömer'in pencerelerinden vazifeleri ifa eder. Ravza ile mimber arasında iki rekât nafile namaz kılar, o yeri gasb etmeksizin kalkar biraz uzaklaşır, müsait bir yerde oturur. Oturduktan sonra dilerse rabıtaya devam., dilerse salavat-ı şerife veya münasib ibadete devam eder.
25. “Gavs-ı Hızani(K.S): Mürid şeyhinin rabıtasına kemal-i itina gösterir , hatta Ravza’da dahi şeyhine rabıta ederdi.” Hurafesi ve şirki (S.267)
Gavs-ı Hızanî (K.S.); mürid kendi şeyhinin rabıtasına kemâli itina gösterir, hatta Ravza'da dahi kendi şeyhine rabıta eder Diğer enbiya ve evliya merkatlarında da üstadın rabıtasını terk etmemek müridliğin alâmetlerindendir. Müntesib alemül misalde, merkatlar yanında bile neyi görürse muhakkak gördüğü şey mürşidinin latifelerinden bir lâtife olarak sûretlenmiş, görülmüştür. Çünkü şeyhinden geçen mürid bile, her ne görürse görsün, hepsi şeyhinin olduğundan kalbine gelmiştir, buyurur.
26. Tassavuf dininin Cahiliye kuralları ve hurafesi (S.267-269)
Eğer bir evliya türbesini ziyaret ederse, müntesib yine mürşidinin rabjtasıyla yukardaki keyfiyetle salâvatsız olarak yapar. Sonra kabir sahibinin ruhaniyetini, şeyhinin suretinde veya nurdan beyaz bir direk olarak tefekkür eder. Onunla kuşatıldığını hayaliyle düşünür. Orda da gördüğünü şeyhinden bilmelidir.
Ziyaret olunacak kabire gider gitmez, bir Fatiha, onbir İhlâs okur, ellerini göbek üstüne bağlar, mürşidinin rabıtasından sonra içeri girer, nebini maddî unsurlardan çeker, alâkayı keser, kalbini de vesvese, il-mi meselelerden ve umûm tabii kanunlardan koparır, sonra ayak tarafından dilerse ayakta, dilerse oturur. Kabir sahibinin mücerred ruhu-nu hayalinde hıfz eder. Korkmadan bir müddet kalbinin üzerinde durur ve kabir sahibine yönelir. Eğer edebi bozmadan sâlik bu keyfiyete devam ederse, kabir sahibinden onun kalbine feyz gelir. Rabıtanın kuvvet derecesine göre, kabir sahibinin hallerinden bir hal rabıta ede-nin kalbine aks eder. Zira kâmil zevatın ruhaniyeti, Allah Teâlâ'nın feyzine menba ve oluktur. Olukların altında durup sabır edenin mut-
Kabiliyetli her mü'min, bulunduğu yerde de bu keyfiyetle istediği zevatın ruhuna rabıta kurabilir. O vefat eden zat nerede olursa olsun, bu keyfiyetle rabıtaya devam edeni irşad eder.
Ancak şu beş hususa riayet etmek şarttır, aksi takdirde zarardır. a- Hayale, evhama kapılmamak.
b— Korkmamak, kaçmamak, azimle sebat etmektir.
c — Kemali edeble rabıtada kusur etmemektir.
d — Umum gayri mesruyu terk etmekle farz ve vacibleri yerine ge-tirmek, beynamazın yemeğini yemekten sakınmak.
e — Mahremiyete son derece önem vermekle sır saklamaktır. Uveysiyul meşreb olanların hepsi bu yolla tekâmül etmişler ve bulmuşlardır.
Bu yolda yetişen ne kadar yücelirse yücelsin. zahirde bir zattan icazeti almazsa irşadı sahih değildir. Sahi Nakşibend, Hace Âbdülhâlik Gucdevani'den bu yolla kesbi kemal ettiği halde Seyyid Emir Kûl'al'-dan ayrıca irşad etmeğe izin ve icazet aldıktan sonra irşada başlamıştır.
Hem meselâ: Ebu Hasan El-Harkânî, Bayezid-i Bestami'nin ruhu ile terbiye olmuştur. Halbuki tevellüdü Bayezid-i Bestami'nin vefa-tından sonradır. Bunun gibi her zaman ve her asırda faidelenenler olmuştur.
Her mü'min, namazında Esselâmü aleyke eyyühenne biyyû demesi anında Hz. Fahri Alem'in ruhaniyetinin hazır olduğunu bilmek, Zatı Şerifin selâmı aldığına inanmaktır. Bazı ulemadan ehli huzur olanlar, musalli onun nurunu beyaz bir direk suretinde mülahaza eder, kendi huzur ve tevazu ile Es-selâmü aleyke eyyühen-nebiyyü der. İmam Gazali, İmam Sehreverdi ve benzerleri, namazın iğinde Peygamberin rabıtasını bu keyfiyetle beyan ettiler, İbn-i Hacer Heytemi'de bu rabıtanın meşruiyetini beyan etmekle, huzura çok faideli olduğunu tasrih etmiştir. Her bir zat nıhaniyetinin kabiliyetine ve müşahedesine göre bu rabıtayı tarif ettiler.
İlk asırlarda salihler Hılye-i Şerif'i lâfız ve manâsıyla ezberleyip, Hılye-i Şerifte tarif olunduğu gibi Hz. Mustafa'nın suretine rabıta ederlerdi. Ehli huzur, Peygamberin rabıtasını terk etmezlerdi. Bilahara yani son asırlarda kubbetli amel edenler azaldığından Hz. Mustâfa'ya ve cihanyari Güz'ine rabıta azalmıştır.
Seyh Süleyman Zührî; her kim kemâli edebde Hılye-i Şerifi okur, mânâsını mülâhaza ederse, iştiyak ve muhabbeti çoğalır. O zaman keşif ve rüyada o za tın görülmesi kolaylaşır. Ciharyari Güzin'in hilyeleri de aynı huzur ve nisbete vesile olur, diye tasrih etmiştir.""
İştiyak ve muhabbetin nihayetinde keşfi ya rüyada o zatın görülmesini kolaylaştırır. Ciharyari Güzin'in bilyeleri de aynı huzur ve nis-bete vesile olur, diye tasrih etmiştir.
İmam Şeyh Ekmeleddin El-Hanefi (K.S.), ayrıca «Kim beni görürse muhakkak o Hak'kı görmüştür.» mealindeki hadisin şerhinde uyku veyahut uyanıklıkta Peygamberi gören O'nun hakikatini görmüş-tür. Yoksa Allah'ın görülmesi mümkün değildir. Lakin beni gören Ce-nab-ı Hak'ta görmüş gibidir, şeklinde mânâ ettikten sonra müşarünileyhuyku veya uyanıklıkta, vefat etmiş bir şahısla buluşmak ve görüşmek mümkündür ve beş esasa dayanır:
a — Zatında tamamen iştirak,
b - - Sıfatında ittiba olarak iştirak,
c — Fiilde tamamî iştirak,
d — Halde tamamî iştirak,
e — Mertebelerde iştiraktir.
Eğer diri zatla vefat eden zat arasında bu beş iştirakle münasebet kemal bulursa, hayattaki ile vefat edenin aralarında, buluşmak mümkündür. Bu münasebet kuvvet buldukça birleşmek ve buluşmakta çoğalır. Asli muhabbet de budur, buyurmuştur.
Sevh Parisa (K.S.), iki diri arasında da aynı münasebet olsa yine birleşmek hasıl olur. Sonra aynı münasebet ikisinden hangisinde kuvvetleşirse diğerinde muhabbet çoğalır, buyurmuştur.
27. Hatme ve teveccuhteki rabıta ve büyü şirk ve hurafesi (S.273-275)
Şeyh Fethullah Verkanisi (K.S.) şöyle buyurur:
«Sohbet ve hatmelerde, eğer müntesib üstadın huzurunda, ise bir dilencinin bir sultanın huzurunda el açtığı gibi, kendisi de üstadın huzurunda kalbini açar, üstada yalvarır. Ustad tarafındân bir şey verildi ise, cezbe ve halini tutarak daha fazlasını talep eder. Verilmedi ise nefsinin kusurundan bilir ve ümitsiz olmaz. Üstadın gıyabında ise, hatme ve teveccühten sonra var gücü ile kalbine yönelir. Rabıta keyfiyetlerinden birisi ile üstadına yönelir. Hatmede okunan sadatların ismi geçerken, sadatlar o mecliste hazır olanlara, muhabbet, marifet, terki dünya, sabır., vb. manevi nimetler getirirler. Gelen hediye ve ilaçlan, kendi' mürşidi hazır olan sadatlardan alır, müridlerine dağıtır, diye inanır. Ve kalbini açar, dilekte bulunur. Kıraat ve rabıta ne kadar kuvvetli olursa, o kadar şefkat ederler inancı ile kalben yalvarır. En güzel rabıta; büyük nurâni, her tarafı kuşatmış, birbirinin içine girmiş nurlaratasavvur etmek ve ondan kalbe feyzin gelişini itikad etmek keyfiyetidir. Bunu yapamayan şöyle tasavvur eder; ismi okunan sadatlar hep hazırdırlar. Üstad yüksek bir tahta oturmuş, suretinden nur parıltıları, kıvılcımları, kalp, ruh, sır, hafi, ahfa ve nefsi natıkalarına akseder, diye tasavvur eder.
Aksam ve yatsı arasındaki rabıtalarda da. aynı keyfiyet muteberdir. Hülâsa, her zaman mürid gözünü kapattığı vakit, üstadın kemâlâtını veya suretini mücerred bir nur tasavvur eder, kendisinin de o nur ile kuşatıldığını tasavvur etmesi gerekir.
Teveccühün keyfiyeti ve rabıtası:
Tevaccühde halka halinde oturulur, halkaya sığmayanlar halkanın ortasında birbirlerine sırt vererek oturur. Hemen müntesib, günahlarını gözünün önüne getirerek, kalbinin, günahların tesiriyle parçalanmış, siyahlaşmış ve hastalanmış olduğunu tasavvur eder. Kendi kalbinin şifası için oturduğuna inanır ve şöyle tasavvur eder:
İsa (A.S.) kör, topal, sağır ve envai çeşit hastalara şifayı Allah'tan dileyip, kendisi de vesile olduğu gibi, üstadın da yanında envai çeşit dermanlar vardır. Biraz sonra gelir, hastaları muayene eder ve en faideli ilâçlarla onları tedavi eder. Ben de müflis bir hastayım; diye düşünüp müflisliğini ve hastalığını nazar-ı itibara alarak, üstada şiddetle yalvarır. Üstad içeri girerken, muazzam bir sükût halinde kalbi üzerinde durur. Gözleri kapalı olduğu halde, hastalarının İsa (A.S.)'ı görüp-te sevindikleri gibi sevinir. Kalbini ve hastalığım üstada âfzetmekle üstada mukabilinde veyahut başının .üzerinde mülâhaza eder. Kalb gözü ile de güneşten daha parlak meşale, sol memenin iki parmak aşağısın-daki kalbine nüfuz ettiğini düşünür. Yani müridin, sol memesinin iki parmak aşağısındaki kalb-i hayvanisinden başka, bir de nurani ye be-deni kuşatmış, başı kalbin üzerinde olan kalbi insaniyeyi tefekkür eder. Fakat kalbi insani çok aydın olduğundan dolayı, ancak sadatların himmetiyle ve üstadın vasıtasıyla, görülebilir. Teveccühte otururken, onun da müşahedesini mürid talep eder. Şeyhinin huzurunda ve sohbetlerde bu rabıta, son derece faideli olur. Böyle rabıtayı, Şeyh İbrahim Çokreşi (K.S.) Hazretleri, Piri Tahi'den nakletmiştir:
Şeyh Fethullah Verkanisi (K.S.)'de teveccühteki rabıtayı şöyle tarif eder: Rabıtada maksat, huzur ve istimdatı celb etmektir. Mürid teveccüh alacağı gece sekiz adabı öğrenir, istihare yapar, yatar. Tarikat tazeleyen teveccühe kadar konuşmaz. Teveccüh olacak günde, sabah namazından teveccühün sonuna kadar yemekten sakınırlar. Teveccühten biraz evvel, istihare eden veya rüya gören, imkân bulursa hallerini üstada arzeder. Teveccüh adabları öğretilir, acemiler ayrı bir halkada oturur. Onlara şu talimat verilir:
Sol memenin iki parmak altında, çam kozalağı şeklinde bir parça et var, her hayvanda olduğu gibi insanda da vardır. Üst tarafı ulvi, alt tarafı süflidir. İçi boş hatlar halindedir, aslı maddedir. Alemi emirden ona bağlı lâtif bir cevherde, kalbi insanî vardır. Kalbi insaninin ilk makamı arşdır. Allah'ın tecelli ve azametinin istilâsına mahaldir. Kalbi hayvaninin içine konulmuştur. Kendisi çok büyük ve geniştir. Hatta arşı bi1e kuşatır. Bu kalb zor riyazetler, halis ve çok amellerle müşahede edilir. Salik teveccühte, bu kalbe mukabil olan, kalbi hayvaniye'ye basiretle yönelip bakar. Bu kalbin nurunun ancak günahlardan karar-mış olduğuna, nefs ve şeytanın müdahalesinden yarıldığını tasavvur eder. Günah nisbetinde bu kalb nuraniyetten karanlığa girmiş ise de üstadın nefesiyle ve eliyle temizlenir, açılır diye inanır. Üstad teveccühe girdiğinde, beraberinde Lokman hekimin tıbbı, İsa (A.S.)'ın duası vardır. Bir gözle üstada, bir gözle kalbinin yaralarına bakar. Teveccühte oturan arkadaşlarından istimdat ister. Kendisini muhasebe ede rek, üstada yalvarır. Üstadın sesini duyduğu an ferahlayıp, lezzet duyar. Üstada karşı, kendini korku ve ümid arasında bulundurur. Kendi-ne. teselli verir. Şimdiye kadar nefsimin emri altında ve isyanda olduğum için, ben nerede Allah'ın affı nerede, fakat şimdilik nefsimin esaretinden kurtulup, Allah'ın dostlarından bir dostun tasarrufu altına girdim. Nefsimden dolayı uzağım fakat evliyanın duası en büyük sığınaktır, himmetleri hazırdır, onların ruhları, enbiya, melekler ve ashabın ruhları ile birlikte hazırdırlar. Hazır oldukları içinde, Allah'ın tecelliyeleri teveccüh mahallini kuşatmıştır. Kendi kalbi gafil olduğun-dan bu meclise lâyık olmadığını düşünür, kemâli edeble inler, feryad eder, nefsini yok eder. Var gücü ile üstadın sesini ve gelişini bekler. Hiçbir an gaflete düşmez. Üstad karşısına gelinceye kadar böylece devam eder. Üstad karşısına gelir, ellerini omuzlarına koyup yüzüne üfürür.. Bundan sonra mürid ağlar, inler. Bu devletin ve bu büyük saadetin lezzetini taleb eder. Korku ümidiyle beraber sevinir. Üstadın nefesini içine çeker, nefesinin, nur nisbetinin kalbine girdiğini tasavvur eder. Üstad nefesini aldığı zaman, üstadım, kalbimin içindeki acıyı, gafleti karanlığı nefesi ile çekdi diye sevinir. Üstad gittiği zaman, himmetini diler, ziyadesini talcb eder. Kalbinin şifa bulduğuna inanır, teveccühten sonra da bu temizlik üzerinde sebat etmeyi azmeder, diye buyurmuştur.
28. Silsile-i Ruhban sınıfı (S.344-345)
5 — Beyazıd-ı Bestami (K.S.)
6 — Ebul Hasan Harkani (K.S.)
7 — Ebu Ali Farmedi (K.S.)
8 — Yusuf Hemedani (K.S.)
9 — Abdul Halik El Gücdevani (K.S.)
10 — Arifer Revegeri (K.S.)
11 — Mahmud İnciri Fağnevi (K.S.)
12 — Ali Ramiteni (K.S.)
13 — Muhammed Baba Semmasi (K.S.)
14 — Seyyid Emir Külal (K.S.)
15 — Şah-ı Nakşibend Muhammed Bahaeddin (K.S.)
16 — Alaaddin Attar (K.S.)
17 — Yakup Cerhi (K.S.)
18 -- Ubeydullah Ahrar (K.S.)
19 — Muhammed Zahid Bedahşi (K.S.)
20 — Derviş Muhammed (K.S.)
21 — Hacegi Emkeneki (K.S.)
22 — Hace Muhammed Bakabillah (K.S.)
23 — İmam-ı Rabbani El Müceddid-i Elfi Sani Şeyh Ahmed-i l
Serhendi (K.S.)
24 — Muhammed Masum bin Ahmed Faruk (K.S.)
25 — Şeyh Seyfüddin bin Muhammed Masum (K.S.)
26 — Şeyh Seyyid Nur Muhammed Bedvani (K.S.)
27 — Şeyh Şemsüddin Habibullah Mirza Canan El Mazhar (K.S
28 — Şeyh Abdullah Dehlevi (K.S.)
29 — Mevlana Halid Bağdadi (K.S.)
30 — Şeyh Seyyid Abdullah el Nehri-1 Hakkari (K.S.)
31 — Şeyh Seyyid Taha el Nehri-1 Hakkari (K.8.)
32 — Seyyid Sıbgatullahi Ervasi (Gavs-ı Hizani) (K.3.)
33 — Hazreti Şeyh Abdurrahman-ı Taği (K.8.)
34 — Şeyh Fethullah (K.S.)
35 — Şeyh Muhammed Ziyaeddin (K.S.)
36 — Şeyh Ahmedül Haznevi (K.S.)
37 — Şeyd Seyyid Abdulhakim el Hüseyni (Gavs-ı Bilvanisi) (K.S.)
1. Tasavvuf dininin şirk içeren kaynakları (S.5)
Kaynak olarak şu kitaplara başvurulmuştur: Risaletül Halidiyye. Nefahatül Üns. Tenvirül Kulûb. Resahat. Mektu-bat-ı Rabbani, Cami-ül Usul, Gavs'ın Minah-ı, Mecd-i Talid, Behcetüs Seniyye, İhya-ul Ulum, Avarif-ül Maarif. Risaleyi Kuşeyriyye, Bedi-üz zaman'ın Risaleleri, Akşemseddin'in Risaleleri. İbn-i Hacer El Hevte-mi'nin Feteva-yı Hindîye'si ve Edeple Varış Lütûfla Dönüş.
2. “Allah’a yemin ederim ki ,benim mürşidimin bir nazarını onun hacı gibi bin hacca değişmem” iftirası (S.32)
Ben Hazne'de hizmet ederken Şeyh Muhammed Arbavî (K.S.) gelip beraber Hacc'a gidelim dedi. Ben "param yoktur, gelemem" dedim.
Dedi ki: «Sen rüyasında Peygamber (A.S.)'i görüp, uyandığı zaman ben sahabe oldum, diyen kişiye benziyorsun.» Ben bu söze üstada hür-meten bir şey demedim. Ama Allah'a yemin ederim ki, ben mürşidimin bir nazarını onun Hacc'ı gibi bin Hacc'a değişmem. Ben çok defa şahit oldum ki, Hacc'a giden bazı kişiler Hazne'ye gelip Şah'ı gördük-leri zaman, variyetlerini tekkeye bağışlayıp, Hac farizasından vazge-çip, tövbe-tarikat alarak geri dönerlerdi.
3. “Benim kanaatimce hazne(şeyh) yakınında üzerine toz değen kişiyi Cehennem yakmaz.” yalanı (S.32)
Bütün amellerden maksat Allah (C.C.)'tır. Benim kanatimce Hazne yakında üzerine toz değen kişiyi Cehennem ateşi yakmazı itiraz ederseniz size derim ki; Peygamber (S.A.V.) bir harp dönüşü buyuru-yor: "Biz küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz.» Sahabe-i Kiram (R.A.) itiraz ettiler. Âmir Peygamber (S.A.V.): «Evet, o cihad. nefis ve şeytanla olandır.» buyurdu. Diğer bir hadis-i şerifte: «Allah yolundaki cihadın tozu ile cehennem dumanı bir kişide bulunmaz.» buyurmuştur. Hazne yolculuğundan çeşitli meşakkatlere katlanan bir insanın niyeti; nefis ve şeytanın esiri olmayıp, sâlih bir müslümanlık içindir, bu gayret «cihad-ı ekber» dir. Benim kanaatimce Şah-ı Hazne (K.S.)'nin ekmeğini yiyen cehenneme girmeyecektir. Eğer benim yetmiş senelik amelim olsa Şah-ı Hazne (K.S.)'nin ekmeğini amelinden üstün tutarım.
4. Ruhban sınıfının oluşma biçimi ve hurafesi (S.34)
Halifelik üç kısımdır.
a — Birincisi: Cenab-ı Hak'tan doğrudan Resulullah (A.S.)'a gelir, ondan da silsiledeki sâdâta, onlardan da hayattaki mürşide bildirilir.
Mürşid de halifelik emri gelen kişiye tebliğ; eder. Bu kişi bu emri reddedemez. Bu evsafdaki kişi kalb. letâif ve Nefi-yu isbat virdini sırası ile çekip bitirmiştir.
b — İkincisi: Mürşid, kendi şeyhi veya silsiledeki başka meşayihlerle istişare kurarak bazı zâtlara halifelik verebilir. Bu zat da aynı şekilde seyri sülûkünü tamamlamıştır.
c — Üçüncüsü: Mürşid; uygun gördüğü bir şahsa, kısa zamanda vazifesini tamamlatır, veya onu çileye tabi tutar, veyahutta kendi gö-rüş ve yetkisine dayanarak bir kişiye hilafet verebilir.
Bu bilgileri bizzat Gavs (K.S.) bir sohbetinde dile getirmiştir. Gavs (K.S.) önceleri ilmi - şeriatı tahsil etmiş sonraları da tarikat ameline başlamıştır.
Mübarek Şah-ı Hazne (K.S.)'ye intisab ettikten sonra özel vird ve amelinin yanında tekke hizmetlerini de en iyi şekilde yapmıştır. Mübarek kırk seneye yakın bir zaman tarikatle uğraşıp, Şah-ı Hazne (K. S.) ile ilgi kurmuştur. Bu müddet zarfında Şeyhi kendisine devamlı Şeyh Abdülhakim diye hitap etmiştir.
Gavs (K.S.) büyük bir âlimdi. Ayrıca tarikat ameli olan kalb, le-tâif ve Nefi-yu isbatını tamamladıktan bir zaman sonra Ramazan ayında gördüğü rüyayı Şahı Hazne'ye (K.S.) anlatır.
Rüya şöyledir: «Hazret der: Abdülhakim, Şahı Hazne (K.S.)'ye söyle, seni artık fazla yormasın. Sen halifeliği hakkı ile kazandın artık hakkını versin yeter» bu rüyadan sonra Şah-ı Hazne (K.S.) der: «Şeyh Abdülhakim (K.S.) ben de biliyordum ama Ramazan Ayının feyz ve bereketinden daha fazla istifade edesin diye seni çalıştırıyordum Madem Sâdat böyle istiyor, hakkındır deyip 1938 yılında hilâfeti vermiştir.
5. “Allah resulu’nun ruhaniyeti, başta olmak üzere ,diğer bütün sadatlar o halkaya inerken ; orada bulunan cemaatin arzularını kayıt ederler.”yalanı (S.39-40)
Efendim biz hatme yapıyoruz, sadatlar da bu işin üzerinde çok duruyorlar .Acaba bu hatmelerden bize ne fayda geliyor?
CEVAP : Menfaatlan çoktur. Bir örnek verelim; Şimdi Resûl-i Ekrem (A.S.) bize dese» sen ümmetime en iyi bir amel tavsiye et, öğret. Bilir-misiniz ben ne tavsiye ederim? Hatme-î Hâcegânı tavsiye, ederim. Çünkü hatmenin reisi Resul-i Ekrem (A.S.) dır.
Silsile-i şerif okunmaya başladıktan sonra. Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'
in ruhaniyeti başta olmak üzere, diğer bütün sâdatlar o halkaya iner. Ve orada bulunan bütün cemaatın arzularını kayıt ederler. Silsile okunması tamam olduktan sonra Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'in rûhâniyeti ve sâdatlar o halkada bulunanların arzu ve isteklerini doğrudan Rabb'ül-Âlemîn'e götürürler. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in götürdüğü istekler hiç reddedilmez..
6. Halkı tasavvuf dinine bağlamak ve sömürmek için şeyhle müridin antlaşması yalancılığı (S.63-64)
Bir sene hacca gitmiştim. Akşam Mescid-i Nebevî'de yatsı namazını bekliyordum. Bir ara bende ani bir cezbe hâli peyda oldu. Halime taaccüb ederek, sebebini merak ettim. Bu hal üzere, etrafa göz gezdirmeye, çevremde ehlullahtan birisi var mı, yok mu, diye aramaya baş-ladım. Görünürde dikkatimi çeken biri yoktu. Bir ara geriye baktım O anda, sarıklı, nûrani yüzlü bir zat ile göz göze geldim. Heybetine ka pılarak hemen ellerine sarılıp öptüm. Aramızda şu konuşma geçti:
— Efendim, sorabilir miyim, hangi memlekettensiniz?
— Türkiye.
— Türkiye'nin neresindensiniz?
— Bitlis'tenim.
— Siz Seyyid Abdülhakim El-Hüseynî Hazretleri (K.S.) değil mi-
siniz?
— Evet.
— Sizi çoktandır ziyaret etmek isterdim. Bir türlü nasib olmadı.
— İnşallah geleceksin! İnşallah geleceksin! İnşallah geleceksin!
Üç kez böyle söyledikten sonra yine benimle konuşmaya devam et
tiler.
— Sen nerelisin?
— Filân yerliyim.
— Sen Ali'sin değil mi?
Bu konuşmanın arkasından yatsı namazını kıldık. Camiden çıkarken O'nu göremedim. Ertesi gün Bitlis'ten gelen hacıları aradım. Siyah sakallı birisine rastladım ve kendisine:
— Sen Şeyh Abdü'l-Hakîm (K.S.)'i tanıyor musun? diye sordum.
O hacı bana:
— Evet, dedi.
— Pekâlâ Şeyh Hazretleri (K.S.) bu yıl hacca geldiler mi?
— Hayır, ama o gelse de gelmese de, buralarda görülebilir.
Hacca gideceğim zaman, önce Hz. Gavs (K.S.)' ziyaret edip, bayır dua ve tavsiyelerini almak için yanına gittim. Bana dedi:
— Sofi. Şah-ı Hazne (K.S.)'ye rabıta yap, rabıtayı bırakma.
Mübarek beldeye varıp tavafa başladım. Tavaf esnasında bir an
baktım. Gavs (K.S.) Hz.leri benim önümde tavaf ediyor. Birden haykırdım: «— Bakın Gavs (K.S.) burada, o da tavaf ediyor.» Etrafdakiler ise görmediklerini söylediler. Ben ise tavafda üç defa daha gördüm, ancak tavaftan sonra göremedim. Ayrıca Ravza'da da ğdrdüm. Vakıf olduğum bu hadiseyi, geldiğim zaman Gavs (K.S.)'a anlattım. Kendi-leri sakin sakin dinleyip dedi: .
— Şah-ı Hazne (K.S.)'nin de böyle durumları olurdu.
7. Keramet imal etme tekniği ve yalanı (S.73)
Ertesi gün o kardeşimize ders ve talimat verdik. Daha sonra da o kardeşimizle birlikte Hz. Gavs (K.S.)'ı ziyarete gittik. Gavs (K.S.) Hazretleri hacca gittiklerinden henüz yurda dönmemişlerdi. Kendisini Diyarbakır'ın Silvan kazasında beklemeye başladık. Misafir edildiğimiz evde, Hz. Gavs'ımızın (K.S.), Şah-ı Hazne'ııin (K.S.) ve Hazret'in (K.S.) resimleri vardı. Kardeşimiz o resimleri görünce gülümsedi Sebebini sorduğumda:
— Biliyor musun, sen ders verirken sağdaki resimle görülen zat
senin sağında, ortadaki İse senin sol tarafında dikildiler. Bana talimat
verip bitirinceye kadar yanımızdan ayrılmadılar, dedi.. Söylediği Sa-
dat'dan biri Şah-ı Hazne (K.S.), öteki ise Gavs Hazretleriydi (K.S.).
Anladım ki, bu tarikat bastan sona Sadât-ı Kiram'ın himmeti bereketi
ve tasarrufu iledir. Bazı hallerde ruhaniyetleriyle hazır olmaktadırlar.
8. Şeyh Ömer b.el Farit İslam dinine göre zındık olduğu halde tasavvufa göre veliyullah olup, sözlerini marifet ehli anlayabilir yalanı (S.111-112)
Allâme İbn-i Hacer el-Heytemi el-Mekkî anlatıyor! «On sekiz ya-şında iken, Mısır'daki El-Ezher camiasında oturuyordum. Şeyh-ul islâm Şems-i Deleci adında bir hocam vardı. Hocam şer-î ve aklî ilim-lerde oldukça ileri; fesahat ve belağat. sahihi, ilmî kabiliyeti ve kitap telifleriyle ün kazanmıştı. Bir gün Telhis'in eserini okurken, ayrıca AKAÎD ilminde kendisinin yazdığı bir kitabı da okuduk. Bir ara, söz sırası gelince Şeyh Ömer İbn-i Farid (K.S.)'den söz açıldı. Birden hocamız şiddet ve öfke ile dolu dizgin söze girişti:
— Allah kendisine lanet etsin bu ne küfürdür böyle! Şuna bakın
hele, bütün şiirleri ittihat in ve hulûl'den (2)ibarettir, lâkin şiir tek-
niği ve ustalığı yönünden iyi bir şairdir.»
Toplulukta bir ben söz aldım:
— O'nun küfrünü ilân etmekten,. Allah'a hulul ve ittihad isnad et
tiğine kail olmaktan Allah'a sığınırım! O'nda gerçekten ne küfür ala-
meti ne de itikad bozukluğu vardır. O bir veliyyullah olup, sözlerini ma-
rifet ehli olanlar anlayabilir, dedim. O, hem Şeyh Ömer'e hem de bana
karşı hırçın bir şekilde inkârını tazelemekten başka bir şey yapmadı.
Ben de kendisine oldukça sert karşılıklar verdim. Tartışmamız oldukça
uzun sürdü. Hocamda, nefes darlığı müzmin bir hâl almıştı. Bir ara bi-
ze:
- Uzun zamandır ne rahat uzanabiliyor ve de rahat uyuyabiliyorum, diye dert, yandı. Hemen atıldım:
— Hocam, eğer sen, Şeyh Ömer İbn-i Fârid ve onun gibi evliyanın
münkirliğinden dönecek olursan, kesinlikle şu hastalığından şifa bula-
cağına inanıyorum, dedim. O, yüzünde hiç bir inanç belirtisi olmaksı-
— Hiç öyle şey olur mu? Senin söylediğin boş hayalden başka bir
şey değil evlât! diye güç belâ söylendi. Ben de:
— Gelin bir tecrübe etmeye razı olun..,, Ne kaybedersiniz sanki?
Sen bir süre azmedip samimiyetle bu yanlış ve peşin fikirlerinden dolayı pişman ol. Şayet şifa bulamazsan, nasıl istersen öyle inan! Tamam mı? diye üsteledim. Sonunda razı oldu.
— Pekala, bir süre tecrübe etmekten bir şev kaybetmem Bunun
arkasından bir süre gerçekten pişmanlık alâmetleri gösterdi. Önceki
fikirlerinden söz etmez oldu. Çoğu defa kendisine:
— Hocam, gördünüz ya kefaletimizi Allah Teala hak çıkardı, di-
yordum. O da:
— Evet öyle, diyerek tebessüm edip dururdu. Sonraları eski inkâr
ve inadına döndü ve hastalığı eskisinden daha şiddetli bir hâl aldı,
Yirmi sene o hastalığın eziyetini çektikten sonra öldü.»
9. Bir hikayede şeriata ve Allah’a yapılan büyük iftira (S.125-126)
HZ. ALI (K.V.)'NlN KERAMETİ:
Hz. Ali (R.A.) halîfe iken, çok sevdiği biri hırsızlık yapıyor. O'nu yakalayıp Hz. Ali'ye getiriyorlar. Hz. Ali (R.A.) kendisine: «Sen gerçek ten çaldın mı?» diye sorar. Adam: «Evet çaldım, ya Emir-el Mü'minin» diye cevap verir. Kendi ifadesine göre davranarak elini kestirir. Adam zenci bir köleymiş. Yolda kendisini Selman-ı Farisî ile İbnul Keva görürler. Elini kimin kestiğini sorarlar. «Elimi mü'minlerin emiri, Müslümanların devlet başkanı, Hz. Peygamber (A.S.)'in damadı ve Fatımatü'z-Zehra'nın kocası'kesti.» diye cevap verir, îbnü'l Keva kendisine: «Ali (K.V.) senin elini kesmiş daha sen onu medhediyorsun!» diye söyler. Zenci köle, «Elbette medhedeeeğim O'nu! O beni cehennem azabından kurtardı! Elimi de haklı olarak kesti.» dedi. Bu haberi Sel-mani Farisi Hz. Ali'ye ulaştırınca adamı yanına çağırdı. Kopuk elini yerine yapıştırarak, üzerine bir perde attı. Gizliden dua ve niyaza başladı. Selman (R.A.) diyor ki: «Hafiften bir ses işittik: O elin üzerindeki perdeyi kaldırın»!.. Adamın elinin üzerinden örtüyü kaldırıp baktık ki hiçbir şey olmamış gibi adamın eli sapa-sağlam yerinde duruyordu.
10. Bütün Dünya’yı yöneten tasavvuf dini ve hükümeti Ricalü’l Gayb (gizli erenler) (S.131)
Ricalü'1-gayb: Gayb erleri, bilinmeyen kişiler demektir. Ricalü'l-gayb'a. dahil olan kişileri kimse tanıyamadığı için kendilerine bu ad verilmiştir. Bunların başı: Kutbü'l-Bausül - Ferd el - Cami'dlr. Bu zat, Ruhaniyetiyle dünyanın dört .köşesini dolaşabilmektedir. Allah (C.C.) kendisini çok sevdiğinden O'nu herkesten gizlemiştir. Gerek havastan gerek avamdan hiç kimse O'nu tanıyamamaktadır. Kendisi cahil gibi görünür, âlimdir: anlayışsız görünür, ama çok zekidir. Hem yakın görünür, ama uzaktır. Hem alır görünür, ama almaz. Hem kendisinden korkulur, hem de kendisine emniyetle bakılır. Hâlleri böyle çok değişiktir. Veliler arasındaki veri, daireye göre merkezi nokta gibidir. Alemin düzen ve salâhı onunladır.
Evtad (Bunlara bazan AKTAB denir) dört tanedir. Bunları havas-tan olanlar tanırlar, lâkin avamdan olanlar tanıyamazlar. Bunlardan birisi doğuda, birisi batıda, birisi Şam'da birisi de Yemen'dedir.
Ebdal için, yedi, ondört, otuz, kırk gibi değişik sayılarda olduklarını söyliyenler mevcuttur. Asıl olan bunların yedi kişi olduğudur.
Nükaba (seçilmiş kişiler) kırk kişiden: Nüceba ise üçyüz kişiden oluşur. Bunlardan Kutbü'1-Gavs ne zaman vefat ederse dörtlerin en iyisi onun yerine seçilir. Dörtlerden birisi vefat ederse yedilerin en iyisi onun yerine seçilir. Yedilerin birisi vefat ederse kırklardan en iyisi onun yerine seçilir. Besyüzlerden birisi vefat ederse. Salihlerden birisi onun yerine seçilir. Ne zamanki Allah (C.C.) kıyametin kopma-sını dilerse hepsi birden vefat ederler. Zira bunların aracılığı ile Al-lah'ü Teala kullarından bela ve musibeti def eder. Yine bunların vesilesiyle yağmur yağdırır.
11. Hızır’dan rivayet yalanı (S.132)
Bazıları Hızır (A.S.)'dan rivayetle şöyle söylemiştir. Üçyüz evliyâ'dır. Yetmiş nücebadır. Kırklar evtad'dır. On Nükeba'dır. Yedi Urefa'dır Üç Muhtarun (Seçilmişler) dur.
12. Hz.Ali (R.A) yapılan iftira (S.132)
Hz. Ali (K.V.)'den rivayetle şöyle buyrulmuştur. «Ebdal Şam'dadır. Nüceba Mısır'dadır. Asaib Irak'tadır. Nükebâ Horasan'dadır. Evtad çeşitli yerlerdedir. Bunların başkam Hızır (A.S.) dır.
13. İmam-ı Yafii’nin şahsında Resul-u Ekrem (S.A.V) yapılan iftira (S.132)
İmam Yafii'nin rivayet ettiği bir dadiste, Resul-i Ekrem (S.A.V.) şöyle buyurmuşlardır: «Allah'ın halis kullarından yerde üçyüz kişi vardır ki kalbleri Adem (A S )'ın kalbi üzerindedir. Kırk kişi yardır ki kalb-leri Musa. (A.S.)'tn kalbi üzerindedir. Yedi kişi vardır ki kalbleri İbrahim Halilullah'ın kalbi üzerindedir. Beş kişi vardır ki kalbler Cibril
(A.S.) kalbi üzerindedir. Üç kişi vardır ki kalbleri Mikâil (A.S.) kalbi üzerindedir. Bir kişi de vardır ki kalbi İsrafil (A.S.)'m kalbi üzerindedir. Bir kişi olan vefat ederse, üçlerden, üçlerden birisi vefat ederse beşlerde, beşlerden birisi vefat ederse yedilerden, yedilerden birisi vefat ederse kırlardan, kırklardan birisi vefat ederse, diğer velilerden biri yerine geçer. Bunlardan dolayı şu ümmetten belâ ve'kaza def'olur.»
14. Hızır ölmedi diyen Yavi’nin kur’an’a iftirası (S.132-133)
İmam Yafii (R.A.) şöyle diyor. O Bir'in "Kutbül-Ferd ve Gavs olduğunu söyleyen bazı arifler mevcuttur. Ariflerden birisi demiştir ki, «Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Peygamberler ve Melekler arasında ne-den kendi kalbini söz konusu etmedi? Çünkü gerek alem-i halk ve gerekse alemi emirde O'nun kalbinden daha güzel ve lâtif, daha eşref bir kalb yaratılmamıştır, işin aslı şudur ki tüm Peygamber ve Meleklerin Kalbi yıldızların güneşe karşı nisbeti gibi Resülullâh (S.A-V.)'in kalbi-ne dönüktür. Ben İbrahim Halüıülah'ın makamı arasında bulunurken Necm-i Esbehani (R.A.)'den işittim. «Hızır (A.S.V Kur'an'ı Kerim kalk-tığı, zaman, Allah'tan hemen ruhunu kabzetmesini diler.» Allah bilir buna göre o zaman mevcut olacak olan; gerek kutub, gerek tüm ri-cal-i gayb; gerekse tüm öteki velilerin hepsi de ruhlarının kabzedilmesini, isterler. Zira Kur'an'ın hükmü ve kendisi kalktıktan sonra... hayır ehli için yeryüzünde hayat yoktur. Hızır (A.S.) 'm hayatta olduğunda valiler ittifak etmişlerdir. Fakihler, usulcüler ve muhaddislerin çokla-rı da bu görüsü benimsemiştir. Sıddıklardan, velilerden, onunla görüşüp haber getirenler sayılmayacak kadar çoktur. Hatta Allah'a yemin ederim, bana dediler kif «Hızır (A.S.) seninle görüştü ve senden bazı şeyler sordu.» Fakat ben onu tanıyamamışım, zira herkes onu tanıyamaz. Ancak Allah'ın sevgili kullarından kabiliyet sahibi olanlar tanıyabilirler.
İbn-i Kayyim el-Cevzi'nin Hızır (A.S..)'ın hayatta olduğunu inkâr etmesi haddini aşmasının ta kendisidir. Güneşi güpegündüz yok saymak gibidir. Bu konudaki görüşleri de üstelik çelişkilidir. O'nun ha-yatta olduğu hakkında dört mufassıl senetli rivayetler mevcuttur? Rivayetler Hz. Ali, İbn-i Abbas ve İbn-i Mesud (R.A.)'dan gelmektedir. Ne tuhaftır ki İbn-i Kayyim el-Cevzi. sofilerin büyüklerinden zuhur eden halleri ve anlavamadıkları hikmetli sözleri inatla inkar eder. En çok yırtıcı olan da şudur. Yer ver onlardan garip sözler rivayet ederek, kendi sözlerine renk ve güvenlik katmaya çalışıyor. Başka bir zaman ise onunla en şiddetli bir biçimde itiraz ediyor." Yafii'nin sözleri burada bitti
15. Sofiye diye tarif edilen makam ; Allah’a, resulüne, kitabına, meleklerine ve müminlerine yapılan en büyük iftira (S.241)
Sofiye diye tarif olunan makam merdiyyenin tekamülünden ibaret-tir. Bu makamda nefs tamamen saflaştırılmıştır. Bu nefsin sahibi olan veli ile Nebi arasındaki fark şudur. Veli aynen peygamberler gibi yaşar. Ancak ona vahiy gelmez. Kendisiyle tabiî olduğu peygamber arasındaki fark, peygamberlik makamıdır. Aslında peygamber emirleri melek vasıtasıyla doğrudan Allah'tan alır. Velî ise peygamberinin mevcut olan şeriatının mânâ ve hükümlerini ilham meleklerinin vasıtasıyla güzelce anlar. Yani Kur'an ve Hadisin mânâsını işaretlerini ilhamla bilir. Bu ilhama mecazen «vahiy» denilmiştir. Bir de peygamber vahiy getiren Cibril'i görür ve tanır. Velî ise Cibril'i görmekten mahrum olduğu gibi yardımcılarını da göremez. Fakat Cibril'in yardımcılarından ilham alır ve seslerini işitir. Bu sayede şeytan onun sevdiklerine bile musallat olamaz.. Velî, Arif-i Billah olduktan sonra ona bir ruh daha üfürülür. Meselâ Hz. Ömer (R.A.) sesini. Medine'den. Nihavent'e bu ruh ile ulaştırmıştır. Yine Akşemseddin de Eyyüb-el Ensârî (R.A.)'ün türbesini yine bu ruh ile bulmuştur (tespit etmiştir.) Yusuf (A.a.t da Peygamber olmadan evvel, ruhun kuvveti ile Züleyha'dan kapıya kaçtı ve günah işleyemedi. Hattâ Yusuf (AS.) da bu ruhla Züleyha'yı müslüman etti ve Firavunun karısı da aynı ruhla kendini Firavun'dan korudû. Nitekim Hasgil yüz sene dağa çekilip bu ruhla insanları irşad etti.
16. “O meclislerde Hz.Ali yardım eder , Hz. Hızır su dağıtır.” yalanı (S.243)
O meclislerde Hz. Ali (K.V.) himmet eder, yer hazırlayıp manevi minderler döşer. Hz. Hızır (A.S.) da o meclislerde saki olur. Binaenaleyh dervişlerin meclislerinden daha yüksek bir meclis yoktur
17. Soranların ve cevap veren Gavs’ın cehaletleri (S.245)
Gavs (K.S.) Hazretlerine sordular:
— Şeyhin sureti görüldüğü halde, müridden ayrılmazsa. mürid şey-
hinip ruhaniyetinden çok utanır, o zaman müride ne lâzım? Mübarek
tebessüm ederek buyurdu:
— Günah islemek müstesna, beşeri ihtiyaçlar anında, üstadın ru-
haniveti görülse bile, ondan utanmak ve sakınmak lâzım gelmez. Ni
tekim biz meleklerden sakınmıyoruz.
Gavs Hazretlerine sordular:
— Şeyhini hayaline bile getiremeyen ne yapsın? Mübarek buyurdu:
— Zararı yoktur. Maksad kalbin üzerinde rabıta ile durmaktır.
Tekrar Mübareğe soruldu:
— Efendim kalbin üzerinde rabıta ile duramayanın hali nice olur.
Mübarek dedi: — Şeyhi yanına gelmeyen. sık sık şeyhinin yanına gider. Hayali ile ona yalvarır. Şeyhinin oturmasını, kalkmasını, hâl ve harekelerini hayaline getire getire şeyhinin emirlerini yapar, yasaklarından sakınır. Akıl ve hayali ile şeyhin yanına gider, gelir. Müridin istikameti ne kadar düzelirse, sevgisi de o kadar artar, istikametin doğruluğundan ihlâs ve muhabbet doğar. O zaman, üstad yüzündeki perdeyi kaldırır. Mürid, nerede olursa olsun, şeyhini görür hiç aramaz.
18. İmam-ı Rabbani’nin uydurduğu tanrısı (S.246-247)
İmam-ı Rabbani (K.S.) şöyle buyuruyor:
Bilmek gerekir ki:
Bu tarikatı alîyye, Resûl-i Ekrem'in sünnetine iktidâ eden şeyhe «Rabıta etmek» esasına bağlıdır. Bu uzun yol, ona rabıta etmekle, kısa zamanda kat'edilir. Cezbe kuvvetiyle bu kemâlât ile boyanmak ancak bu yol ile mümkün olur. Mürşid-i Kamil'in bir nazarı emraz-ı kal-
biyyenin şifasıdır. Onun bir teveccühü manevi illetleri defeder. Bu ke malatının sahibi olan zat, vaktin imamı (Îmamü'l-Vakti). zamanın halifesi (=Halifetü'z-zaman)'dır. Kutuplar, onun makâmâtının göl-gelerine sığınırlar, Memleketlerinin Büyükleri olan mürşidler. onun okyanuslar gibi muazzam kemalatıyla müteselli olurlar. İrşadı güneşin
ziyası gibi, insanları birbirinden tefrik edemeden her tarafa yayılır. Bizzat o güneşe teveccüh edip, istifade edebilmek için, ona yönelen bir sâlikin ne kadar istifade edebileceğini bir düşün!
19. Yusuf 24’e yanlış mana vermesi ve Keşşaf tefsirine iftira etmesi (S.255)
"Eğer Rabbim bürhanını görmeseydi" âyetinin bu cümlesinin tefsirinde, ruhaniyeti cismaniyetine galib bulunan zevatın (nebiler ve veliler) gibi, tasarruf ve imdad edebilecekleri hakikatim sarahaten beyan etmişlerdir.
Onlardan keşşaf tefsiri sahibi ki, tariki i'tidal'den inhiraf etmişBURHAN kelimesini şöyle tefsir etmiştir; Yusuf (A.S.) O kadı-nm kaldığı zaman, o kadından sakın!. Sesini işit-
mişti, Bir anda kendini toparladı. Sesi ikinci defa işittiği zaman, ondan ». tamamen yüz çevirdi ve ondan kurtuldu. Bir de baktı ki, karşı-sındaYakûb (A.S.) temessül etmiş olarak parmaklarını ısırıyor. Bir rivayette Yakub (A.S.), eliyle Yusuf (A.S.)'ın sadrına vurdu.
20. Şeyhin tanrılaşması ve müridin tapınması gerçeği (S.261-262)
1° Mürşidin suretini (yüzünü) sadece hayalinde tasarlamak... Bir kısım, zikrin başlangıcında lâzımdır.
2° Mürşidin suretini kalbinde tasavvur etmek... Ve zikir esnasın-da bu suret ihtiyarsızca, zuhur ederse onu kalbinde durdurmak ve böylece devam etmek...
3° Pirin kıyafet ve hayaline aynen bürünmek, kendini mürsid şeklinde görmek ve hayal etmek... Bu vaziyette meydanda olan sanki kendisi değil mürşlddir. Bu kısım rabıta ibadetlere mahsustur. Meselâ Kur'an dinlerken gözlerini yumar ve kendisini mürşidin vücut ve kı-yafetinde, görür. Kendisi yoktur. mürsid vardır. Keza Kur'an okurken vaaz ve ders dinlerken kendisini mürşidin kıyafet ve halinde hayal eder. Bu halde zikir ve ibadetin halâvet ve lezzeti başkadır.
İlahi huzura, girmek isterken girmek istediği yere layık bir vası-tayla girilir ve «Allah'a (yaklaşmaya) vesile arayın" "Vesileye yapışı-nız!" (Maide 5, 35) mealindeki ayete uygun hareket edilir.
Rabıtanın Ayrıca başka bir tecellisi vardır. O da şudur: Mürid her an mürşidini kendi yanında kabul edip daima mürşid ile beraber ol-mak. Bu hal ile sadıklarla beraber olmayı emreden ayete uymuş olu-
nur.
Bu yolla amel eden salik çabuk terakki eder ve Allah'a yakınlığın yüksek derecelerine erer.
Bu son nokta şekline «telebbüsi rabıta-kılığa bürünme rabıtasın
ismi de verilir.
Muhtasarrüssülûk kitabına göre mürid şöyle rabıta da yapar.
l ° Mürid, şeyhinin nurlu suretini alnında yani "Nefis letaifi"
olan iki kaşının bir parmak üstünde tahayyül eder.
Bir fakirin bir sultandan tazarru ve tariklik ile hacetini ister gibi feyiz talep eder.
2° Mürid, şeyhin nurlu suretini nefis letaifinin karşısında blle-rek nefis letaifine olan daimi bir feyz «akan bir nur» bilmelidir. Zikrin husule gelebilmesi için gaflet ve havatırın memba, yeri olan nefsin temizlenmesi lâzımdır.
3° Mürid, şeyhin nurlu suretini kalbinin karşısında hazır ve mevcut bilerek o hayalden feyiz talep eder.
4 Şeyhinin nurlu suretinin kalbin içinde ortasında hazır oldu-ğunu tahayyül eder. Kalbine ondan feyiz ister.
5° Kalbinin karşısında şeyhini bir nur denizi olarak tahayyül eder, ondan kalbine fevz akmasını ister.
6" Şeyhini, kalbinin içinde bir nur-denizi farz eder. Ontın vasıtasıyla Allâh-ı zikr eder.
Muhtasarrüssülûk'ün İbaresi burada tamam oldu.
Şeyh Fethullah (k.s.) risalesinde de rabıtanın çeşitlerini ve açık-
lamasını yaparken -Üstadın huzurunda: Sanki bir kürsi üzerine
oturmuş bir hükümdarın önünde duran bir fakir gibi bulunmak veya müridin kalbi keşkül "dilenci torbası" olur ve bunu açarak bizzat hükümdarın huzuruna arz eder. Bu hal hayal ile değildir. Çünkü orada üstat hazırdır ve hayale yer yoktur, üstadın vereceği şeyi bekler.
21. Şirk ve hayali rabıta cahiliyesi (S.263-265)
Şah-ı Hazne (k.s.) Şeyh Muhammed Ziyaüddin'in halifesi Mol-la Zeynüddin'e yazdığı mektubunda şöyle buyuruyor:
Dostum molla Zeynüddin:
Bize son gelişinden itibaren hayâli rabıta yapmakla sana emrettik. Hayali rabıta şöyledir: Mürid. sanki üstadı daima kendisiyle imiş gibi, hatta helaya gittiği, cinsî münasebette bulunduğu, yediği, dostlarıyla konuştuğu, başkalarıyla karşılaştığı zaman da hatırından çıkarmayıp onu anması ve ilk yatacağı ve uykudan kalktığı vakitte baş ucunda bulunduğunu talebeye ders verirken, dersi bitirirken, namaza ilk kalkarken, namazı bitirirken mürşidi mülahaza etmektir. Mümkün olduğu kadar bu mülâhazaya devam, nefsin sevdiği şeye iltifat edilmemesi gerekir.
Hazret «Şeyh Muhammed Ziyauddin» Allah bizi ve sizi onun sabrıyla kutlasın, buyurdular ki: nefsin insana düsmanlığı itibarıyla. mürşid ona evvelâ bir şeyin daha sonra ikinci birşeyin yapılmasına dair bir talimat verse, nefsin adeti şudur ki: birinci şeyin yapılmasında kendine; tam bir menfaat için onunla ilgilenip, ikinci şeyde menfaati olduğu için onun hakkındaki talimatı sevmez.
Hayali rabıta nasıl önemli olmasın: halbuki onun hakkında İmam-ı Rabbani (K.S.) ki, pirin "mürşidin" gölgesi. «hayale getirilmesi»-hakkın zikrinden efdaldir buyurdular. Yani menfaat, bakımından evlâ-dır. Gölgeden maksad rabıtadır.
Üstad-ı Azam'da dedi ki: «Pirin (mürşidin) hayalinin vasıtasın-dan başka nefsi hiç bir şeyle öldürmeye gücün yetmez.»
Ekabirden bazısı da: Rabıtanın nuru güneşin, zikrin nuru ise çıranın nuru gibidir.
Rabıta ile hasıl olacak fena «fanilik haleti» devamlı olur. Zikir ile hasıl olacak fena haleti ise zail olabilir, diye buyurdu:
Seyyid Taha'da (K.S.) buyurdular ki; zikirden mücerred olan «yalnız» rabıta ile Allah'a kavuşmak mümkündür. Fakat, rabıtadan mücerred olan zikir durumu böyle değildir.
Gavsül Azam Seyyid Sibğatullahi (Ervasi) (K.S.) buyurdular ki: Rabıtadan ayrılmayın, rabıtadan ayrılmayın, deyip onun için çok tavsiye eder ve ilk olarak en çok müride hasıl olan hallerden biri rabıtadır, derdi.
Gavs-ı Azam, bazı şeyhlerden nakletti ki; müridlerine talimat verince yalnız rabıta ile yetinirdi ve bası mürşidlerin yaptıklarını beğenirdi.
Üstad-ı Azam (k.s.) rabıtanın kalb içinde faydası dıştan kalbe gelen faidesiz düşünceleri izale eder "götürür." derdi
İmam-ı Rabbani (K.S.) rabıta. Allah'a ibadet için huzura kavuş-turucu, gaflet ve dışardan kalbe gelen düşüncelerini giderici sebeplerin cümlesindendir. Sebeplere, maksud olan şeyhlerin hükümleri vardır, diye buyurmuştur.
Yine buyurdular ki: Deneme ve tevatür, rivayetlerde muteber olan
sayısından daha çok bir cemaatten rivayetle bize kanaat hasıl oldu ki,
bizler rabıtayı tasavvur ettiğimizde Allah (C.C.)'dan başka bütün şeylerin düşüncesi kalbimizden sıyrılıp, onda yalnız mürşidin hayali kaldıktan sonra ondan da vazgeçip Allah (C.C.)'ın mânevi huzurunda baş-başa kalıyoruz.
Rabıta öyle bir insana benzer ki; birçok düşmanları olup, kendisini bazılarına sevdirir, sonra onu diğer düşmanları üzerine saldırır. Tâ ki onları helak eder, artık onlardan tek birisi vardır ki onu ortadan kaldırmaya takati vardır. Mürid için rabıta, bizatihi matlûb olmayıp belki
başka birşey içindir. Çünkü, dıştan kalbe gelen Allah'tan başka anıları, def ve gafleti yok etmeyi icabeder. Vasıtalardandır ki, insana matlubunu sağlamaktır. Vasıta olan şeylere matlûbun hükmü vardır. Va-cib olan şeyin husulüne sebep olan şeyde vacibtir. Sonra sîze söyledi-ğimiz bu sözlerden dolayı, Allah'tan af dileriz, çünki bizlerim yüce ki-şilerin alanında değiliz. Hatta bizim gibilere rabıta yapılmasının öldürücü bir zehir olacağından korkarız. Fakat bizler, rabıtaya ehil ve müstehak «layık» olan zat «kuddise sirruh» tarafından yapılmasına memur olduğumuzdan dolayı, onlardan size ve emsalinize imdat gelmesini. himmetleri sayesinde zarar gelmemesini rica ederiz. Farsça şiir:
«Ah ki biz bir milyon merhale uzaktayız, bu makamdan uzaktayız.»
Burada Şeyh Ahmed'ül Haznevi (k.s.)'nin hayali rabıtaya dair mektubu bitiyor. Allah (c.c.) ondan razı olsun.
Bazı büyüklerde demişler ki: Rabıta, sûrî ve manevî olmak üzere ikiye ayrılır.
A - Üstadın beşeri olan suretini, aydan parlak bir şekilde karşısında bulundurup, su ve duman şeklinde, feyzin onun iki kaşları arasından müntesibin kalbine gelip, umum bedenini kuşattığım tasavvur etmektir. Eğer kalbine ve diğer latifelerine gelişini tasavvur etmeye muktedir olursa bu daha faydalıdır. Bu keyfiyete rabıtay-ı ittiha ve sereyan ismi verilir. Bu keyfiyetle her zaman rabıtada bulunan daha erken muhabbetin galibiyetinden, mahviyet ve fena makamına gelir Buna sûri rabita denir. Hidayette hayalî, nihayette hakiki olur.
B — üstadını keyfiyetsiz mücerred büyük bir nur olarak tasavvur etmek ve kendinden geçinceye kadar, diğer tabirle fena buluncaya kadar tefekkür etmektir. Bir billurda su sereyan ettiği gibi, bu keyfiyet-te rabıtadan dolayı şeyhin rûhaniyeti de salikm bedeninde sereyan eder. Başlangıçta bu zordur, sonunda çok kolaydır. Ve hakiki olur. Hülasa bunu tatmayan idrâk edemez.
Şah-ı Hazne (K.S.)'den rivayet edildiğine göre, şu dört şeyle rabı-ta bozulur:
a — Mürşidi hakkında şüpheye düşmek. Bu halden kurtulmanın çaresi sık sık tövbe tazelemekle olur.
b-- Gıybet ve gaflete düşmekle rabıta bozulur. Bu halin de çaresi, hayırlı meclislere devam ve salihleri sevmek.
c — Şeyhinden başkasının etkisinde kalmak veyahut gönlünü başka birisine kaptırmak. Bu halin de tedavisi; kendisini şeyhinden uzâklaştıracak her şeyi sarfı nazar etmek. Mümkünse bilfiil şeyhinin yanına gidip gelmek, mümkün değilse hayalen şeyhi ile beraberliği tasavvur etmek.
d - Büyük günah işlemekten mütevellid. tembellik ve ümidsizlik rabıtayı bozar. Bu halin çaresi, devamlı mücahadedir. Kişi günde yet-miş defa günah işlese, yine yetmiş defa şeyhine varıp beyatını tazeler, tevbe eder.
22. “Sizler işlerinizden şaşkın ve muhayyer olduğunuz vakit kabir ehlinden yardım isteyiniz.” Yalanı, şirki ve hurafesi(S.266-267)
Peygamber (S.A.V.) buyuruyor: «Sizler iğlerinizden şaşkın ve muhayyer olduğunuz vakit kabir ehlinden vardım dileyiniz.»
Bu hadis-i şerife binaen ve başka ser'i delillerden de bildirildiğine göre nebiler ve onların varisleri olan veliler, hayatlarında olduğu gibi vefatlarında da himmet istenildiği zaman, himmet ederler.
Uzaklık ve yakınlık söz konusu olmaksızın kabiliyetli her mü'min, bühusus mürid. peygamberin kabri şerifine veyahut hakkında ümmet-i Muhammed'in ittifak ettiği büyüklerin ruhlarına kalbini rabt edebilir. Yönelmiş olup himmet istediği zattan feyz alabilir.
23. “Kabirdeki şeyh ile rabıta kurar.”şirk ve hurafesi
Yalnız edebe riayet etmek lâzımdır. Şöyle ki: Bir kabri ziyaret ede-cek olan mürid, nefsini her türlü dış etkenlerden temizler, kalbini dün-ya hallerinden temizler. Ziyaret ettiği zevatın ruhaniyetini hissi keyfiyetlerden mücerred bir nur farzeder. Kâmil velîlerin ruhaniyetleri feyz kaynağıdır. Feyiz isteklisi ziyaretçi, feyiz vericinin kabrinin ayak ucuna yakın sol tarafa durur. O zata karşı aynı hayattaki edebini muhafaza eder. Rabıta usullerinden birisi ile şeyhine rabıta kurar, bede-nine bir hareket ve canlılık geldiği zaman, sahibi kabre döner ve selâm verip, onbir ihlâs ve bir Fatiha okur. Sonra kabrin sahibine döner.
24. “İntisab eden ravza’da olsa Saadet’ül mescidin dışında mürşidine dönerek rabıta eder.”şirki ve hurafesi (S.266-267)
Müntesib ravza'da olsa bile, Saadetü'l Mescid'in dışında mürşidi-nin bulunduğu taraf a yüzünü döndürür, hayatta olan mürşide yapılan rabıtalardan biri ile mürşidinin ruhaniyetine sığınır, onu vasıta eder, hararet bedenine hakim olduktan sonra kemâli edeb, kemali ihlâs ve kemali muhabbetle kabri şerife döner. 11 kerre (Es-saletü vesselâmü aleyke Ya Rasûlellah) dedikten sonra 11 ihlâsı şerife ve bir Fatiha okur. Sonra şöyle niyazda bulunur: «Ey Allah'ın Resulü! Rabbim, kim ciddi tevbe eder, Rasûlünün huzurunda istiğfar ederken Rasîllüm de ona istiğfar ederse geçmiş bütün günahlarını afv eder, yarlığarım» buyurmuştur, işte senin ümmetinden filan oğlu filanım. Umum suçlarımı itiraf edip, ondan tevbe etmekle huzuru saadetinde istiğfar ederim» der. Kemali itina ile mücerred bir nûranı keyfiyetten ibaret Fahri Alem'in kabri şerifine yönelir, pirkaç dakika ayakta olduğu halde bu keyfiyete devam eder. Sonra mescidin içine girer, kemali edeb ve tavazu ile Fahri Alem Aleyhtesâletü Vesselam'ın penceresi karşısına gider, orda da aynı keyfiyete devam eder. Sonra döner, Hz. Eba Bekir-i Sıddîk ve Hz. Ömer'in pencerelerinden vazifeleri ifa eder. Ravza ile mimber arasında iki rekât nafile namaz kılar, o yeri gasb etmeksizin kalkar biraz uzaklaşır, müsait bir yerde oturur. Oturduktan sonra dilerse rabıtaya devam., dilerse salavat-ı şerife veya münasib ibadete devam eder.
25. “Gavs-ı Hızani(K.S): Mürid şeyhinin rabıtasına kemal-i itina gösterir , hatta Ravza’da dahi şeyhine rabıta ederdi.” Hurafesi ve şirki (S.267)
Gavs-ı Hızanî (K.S.); mürid kendi şeyhinin rabıtasına kemâli itina gösterir, hatta Ravza'da dahi kendi şeyhine rabıta eder Diğer enbiya ve evliya merkatlarında da üstadın rabıtasını terk etmemek müridliğin alâmetlerindendir. Müntesib alemül misalde, merkatlar yanında bile neyi görürse muhakkak gördüğü şey mürşidinin latifelerinden bir lâtife olarak sûretlenmiş, görülmüştür. Çünkü şeyhinden geçen mürid bile, her ne görürse görsün, hepsi şeyhinin olduğundan kalbine gelmiştir, buyurur.
26. Tassavuf dininin Cahiliye kuralları ve hurafesi (S.267-269)
Eğer bir evliya türbesini ziyaret ederse, müntesib yine mürşidinin rabjtasıyla yukardaki keyfiyetle salâvatsız olarak yapar. Sonra kabir sahibinin ruhaniyetini, şeyhinin suretinde veya nurdan beyaz bir direk olarak tefekkür eder. Onunla kuşatıldığını hayaliyle düşünür. Orda da gördüğünü şeyhinden bilmelidir.
Ziyaret olunacak kabire gider gitmez, bir Fatiha, onbir İhlâs okur, ellerini göbek üstüne bağlar, mürşidinin rabıtasından sonra içeri girer, nebini maddî unsurlardan çeker, alâkayı keser, kalbini de vesvese, il-mi meselelerden ve umûm tabii kanunlardan koparır, sonra ayak tarafından dilerse ayakta, dilerse oturur. Kabir sahibinin mücerred ruhu-nu hayalinde hıfz eder. Korkmadan bir müddet kalbinin üzerinde durur ve kabir sahibine yönelir. Eğer edebi bozmadan sâlik bu keyfiyete devam ederse, kabir sahibinden onun kalbine feyz gelir. Rabıtanın kuvvet derecesine göre, kabir sahibinin hallerinden bir hal rabıta ede-nin kalbine aks eder. Zira kâmil zevatın ruhaniyeti, Allah Teâlâ'nın feyzine menba ve oluktur. Olukların altında durup sabır edenin mut-
Kabiliyetli her mü'min, bulunduğu yerde de bu keyfiyetle istediği zevatın ruhuna rabıta kurabilir. O vefat eden zat nerede olursa olsun, bu keyfiyetle rabıtaya devam edeni irşad eder.
Ancak şu beş hususa riayet etmek şarttır, aksi takdirde zarardır. a- Hayale, evhama kapılmamak.
b— Korkmamak, kaçmamak, azimle sebat etmektir.
c — Kemali edeble rabıtada kusur etmemektir.
d — Umum gayri mesruyu terk etmekle farz ve vacibleri yerine ge-tirmek, beynamazın yemeğini yemekten sakınmak.
e — Mahremiyete son derece önem vermekle sır saklamaktır. Uveysiyul meşreb olanların hepsi bu yolla tekâmül etmişler ve bulmuşlardır.
Bu yolda yetişen ne kadar yücelirse yücelsin. zahirde bir zattan icazeti almazsa irşadı sahih değildir. Sahi Nakşibend, Hace Âbdülhâlik Gucdevani'den bu yolla kesbi kemal ettiği halde Seyyid Emir Kûl'al'-dan ayrıca irşad etmeğe izin ve icazet aldıktan sonra irşada başlamıştır.
Hem meselâ: Ebu Hasan El-Harkânî, Bayezid-i Bestami'nin ruhu ile terbiye olmuştur. Halbuki tevellüdü Bayezid-i Bestami'nin vefa-tından sonradır. Bunun gibi her zaman ve her asırda faidelenenler olmuştur.
Her mü'min, namazında Esselâmü aleyke eyyühenne biyyû demesi anında Hz. Fahri Alem'in ruhaniyetinin hazır olduğunu bilmek, Zatı Şerifin selâmı aldığına inanmaktır. Bazı ulemadan ehli huzur olanlar, musalli onun nurunu beyaz bir direk suretinde mülahaza eder, kendi huzur ve tevazu ile Es-selâmü aleyke eyyühen-nebiyyü der. İmam Gazali, İmam Sehreverdi ve benzerleri, namazın iğinde Peygamberin rabıtasını bu keyfiyetle beyan ettiler, İbn-i Hacer Heytemi'de bu rabıtanın meşruiyetini beyan etmekle, huzura çok faideli olduğunu tasrih etmiştir. Her bir zat nıhaniyetinin kabiliyetine ve müşahedesine göre bu rabıtayı tarif ettiler.
İlk asırlarda salihler Hılye-i Şerif'i lâfız ve manâsıyla ezberleyip, Hılye-i Şerifte tarif olunduğu gibi Hz. Mustafa'nın suretine rabıta ederlerdi. Ehli huzur, Peygamberin rabıtasını terk etmezlerdi. Bilahara yani son asırlarda kubbetli amel edenler azaldığından Hz. Mustâfa'ya ve cihanyari Güz'ine rabıta azalmıştır.
Seyh Süleyman Zührî; her kim kemâli edebde Hılye-i Şerifi okur, mânâsını mülâhaza ederse, iştiyak ve muhabbeti çoğalır. O zaman keşif ve rüyada o za tın görülmesi kolaylaşır. Ciharyari Güzin'in hilyeleri de aynı huzur ve nisbete vesile olur, diye tasrih etmiştir.""
İştiyak ve muhabbetin nihayetinde keşfi ya rüyada o zatın görülmesini kolaylaştırır. Ciharyari Güzin'in bilyeleri de aynı huzur ve nis-bete vesile olur, diye tasrih etmiştir.
İmam Şeyh Ekmeleddin El-Hanefi (K.S.), ayrıca «Kim beni görürse muhakkak o Hak'kı görmüştür.» mealindeki hadisin şerhinde uyku veyahut uyanıklıkta Peygamberi gören O'nun hakikatini görmüş-tür. Yoksa Allah'ın görülmesi mümkün değildir. Lakin beni gören Ce-nab-ı Hak'ta görmüş gibidir, şeklinde mânâ ettikten sonra müşarünileyhuyku veya uyanıklıkta, vefat etmiş bir şahısla buluşmak ve görüşmek mümkündür ve beş esasa dayanır:
a — Zatında tamamen iştirak,
b - - Sıfatında ittiba olarak iştirak,
c — Fiilde tamamî iştirak,
d — Halde tamamî iştirak,
e — Mertebelerde iştiraktir.
Eğer diri zatla vefat eden zat arasında bu beş iştirakle münasebet kemal bulursa, hayattaki ile vefat edenin aralarında, buluşmak mümkündür. Bu münasebet kuvvet buldukça birleşmek ve buluşmakta çoğalır. Asli muhabbet de budur, buyurmuştur.
Sevh Parisa (K.S.), iki diri arasında da aynı münasebet olsa yine birleşmek hasıl olur. Sonra aynı münasebet ikisinden hangisinde kuvvetleşirse diğerinde muhabbet çoğalır, buyurmuştur.
27. Hatme ve teveccuhteki rabıta ve büyü şirk ve hurafesi (S.273-275)
Şeyh Fethullah Verkanisi (K.S.) şöyle buyurur:
«Sohbet ve hatmelerde, eğer müntesib üstadın huzurunda, ise bir dilencinin bir sultanın huzurunda el açtığı gibi, kendisi de üstadın huzurunda kalbini açar, üstada yalvarır. Ustad tarafındân bir şey verildi ise, cezbe ve halini tutarak daha fazlasını talep eder. Verilmedi ise nefsinin kusurundan bilir ve ümitsiz olmaz. Üstadın gıyabında ise, hatme ve teveccühten sonra var gücü ile kalbine yönelir. Rabıta keyfiyetlerinden birisi ile üstadına yönelir. Hatmede okunan sadatların ismi geçerken, sadatlar o mecliste hazır olanlara, muhabbet, marifet, terki dünya, sabır., vb. manevi nimetler getirirler. Gelen hediye ve ilaçlan, kendi' mürşidi hazır olan sadatlardan alır, müridlerine dağıtır, diye inanır. Ve kalbini açar, dilekte bulunur. Kıraat ve rabıta ne kadar kuvvetli olursa, o kadar şefkat ederler inancı ile kalben yalvarır. En güzel rabıta; büyük nurâni, her tarafı kuşatmış, birbirinin içine girmiş nurlaratasavvur etmek ve ondan kalbe feyzin gelişini itikad etmek keyfiyetidir. Bunu yapamayan şöyle tasavvur eder; ismi okunan sadatlar hep hazırdırlar. Üstad yüksek bir tahta oturmuş, suretinden nur parıltıları, kıvılcımları, kalp, ruh, sır, hafi, ahfa ve nefsi natıkalarına akseder, diye tasavvur eder.
Aksam ve yatsı arasındaki rabıtalarda da. aynı keyfiyet muteberdir. Hülâsa, her zaman mürid gözünü kapattığı vakit, üstadın kemâlâtını veya suretini mücerred bir nur tasavvur eder, kendisinin de o nur ile kuşatıldığını tasavvur etmesi gerekir.
Teveccühün keyfiyeti ve rabıtası:
Tevaccühde halka halinde oturulur, halkaya sığmayanlar halkanın ortasında birbirlerine sırt vererek oturur. Hemen müntesib, günahlarını gözünün önüne getirerek, kalbinin, günahların tesiriyle parçalanmış, siyahlaşmış ve hastalanmış olduğunu tasavvur eder. Kendi kalbinin şifası için oturduğuna inanır ve şöyle tasavvur eder:
İsa (A.S.) kör, topal, sağır ve envai çeşit hastalara şifayı Allah'tan dileyip, kendisi de vesile olduğu gibi, üstadın da yanında envai çeşit dermanlar vardır. Biraz sonra gelir, hastaları muayene eder ve en faideli ilâçlarla onları tedavi eder. Ben de müflis bir hastayım; diye düşünüp müflisliğini ve hastalığını nazar-ı itibara alarak, üstada şiddetle yalvarır. Üstad içeri girerken, muazzam bir sükût halinde kalbi üzerinde durur. Gözleri kapalı olduğu halde, hastalarının İsa (A.S.)'ı görüp-te sevindikleri gibi sevinir. Kalbini ve hastalığım üstada âfzetmekle üstada mukabilinde veyahut başının .üzerinde mülâhaza eder. Kalb gözü ile de güneşten daha parlak meşale, sol memenin iki parmak aşağısın-daki kalbine nüfuz ettiğini düşünür. Yani müridin, sol memesinin iki parmak aşağısındaki kalb-i hayvanisinden başka, bir de nurani ye be-deni kuşatmış, başı kalbin üzerinde olan kalbi insaniyeyi tefekkür eder. Fakat kalbi insani çok aydın olduğundan dolayı, ancak sadatların himmetiyle ve üstadın vasıtasıyla, görülebilir. Teveccühte otururken, onun da müşahedesini mürid talep eder. Şeyhinin huzurunda ve sohbetlerde bu rabıta, son derece faideli olur. Böyle rabıtayı, Şeyh İbrahim Çokreşi (K.S.) Hazretleri, Piri Tahi'den nakletmiştir:
Şeyh Fethullah Verkanisi (K.S.)'de teveccühteki rabıtayı şöyle tarif eder: Rabıtada maksat, huzur ve istimdatı celb etmektir. Mürid teveccüh alacağı gece sekiz adabı öğrenir, istihare yapar, yatar. Tarikat tazeleyen teveccühe kadar konuşmaz. Teveccüh olacak günde, sabah namazından teveccühün sonuna kadar yemekten sakınırlar. Teveccühten biraz evvel, istihare eden veya rüya gören, imkân bulursa hallerini üstada arzeder. Teveccüh adabları öğretilir, acemiler ayrı bir halkada oturur. Onlara şu talimat verilir:
Sol memenin iki parmak altında, çam kozalağı şeklinde bir parça et var, her hayvanda olduğu gibi insanda da vardır. Üst tarafı ulvi, alt tarafı süflidir. İçi boş hatlar halindedir, aslı maddedir. Alemi emirden ona bağlı lâtif bir cevherde, kalbi insanî vardır. Kalbi insaninin ilk makamı arşdır. Allah'ın tecelli ve azametinin istilâsına mahaldir. Kalbi hayvaninin içine konulmuştur. Kendisi çok büyük ve geniştir. Hatta arşı bi1e kuşatır. Bu kalb zor riyazetler, halis ve çok amellerle müşahede edilir. Salik teveccühte, bu kalbe mukabil olan, kalbi hayvaniye'ye basiretle yönelip bakar. Bu kalbin nurunun ancak günahlardan karar-mış olduğuna, nefs ve şeytanın müdahalesinden yarıldığını tasavvur eder. Günah nisbetinde bu kalb nuraniyetten karanlığa girmiş ise de üstadın nefesiyle ve eliyle temizlenir, açılır diye inanır. Üstad teveccühe girdiğinde, beraberinde Lokman hekimin tıbbı, İsa (A.S.)'ın duası vardır. Bir gözle üstada, bir gözle kalbinin yaralarına bakar. Teveccühte oturan arkadaşlarından istimdat ister. Kendisini muhasebe ede rek, üstada yalvarır. Üstadın sesini duyduğu an ferahlayıp, lezzet duyar. Üstada karşı, kendini korku ve ümid arasında bulundurur. Kendi-ne. teselli verir. Şimdiye kadar nefsimin emri altında ve isyanda olduğum için, ben nerede Allah'ın affı nerede, fakat şimdilik nefsimin esaretinden kurtulup, Allah'ın dostlarından bir dostun tasarrufu altına girdim. Nefsimden dolayı uzağım fakat evliyanın duası en büyük sığınaktır, himmetleri hazırdır, onların ruhları, enbiya, melekler ve ashabın ruhları ile birlikte hazırdırlar. Hazır oldukları içinde, Allah'ın tecelliyeleri teveccüh mahallini kuşatmıştır. Kendi kalbi gafil olduğun-dan bu meclise lâyık olmadığını düşünür, kemâli edeble inler, feryad eder, nefsini yok eder. Var gücü ile üstadın sesini ve gelişini bekler. Hiçbir an gaflete düşmez. Üstad karşısına gelinceye kadar böylece devam eder. Üstad karşısına gelir, ellerini omuzlarına koyup yüzüne üfürür.. Bundan sonra mürid ağlar, inler. Bu devletin ve bu büyük saadetin lezzetini taleb eder. Korku ümidiyle beraber sevinir. Üstadın nefesini içine çeker, nefesinin, nur nisbetinin kalbine girdiğini tasavvur eder. Üstad nefesini aldığı zaman, üstadım, kalbimin içindeki acıyı, gafleti karanlığı nefesi ile çekdi diye sevinir. Üstad gittiği zaman, himmetini diler, ziyadesini talcb eder. Kalbinin şifa bulduğuna inanır, teveccühten sonra da bu temizlik üzerinde sebat etmeyi azmeder, diye buyurmuştur.
28. Silsile-i Ruhban sınıfı (S.344-345)
5 — Beyazıd-ı Bestami (K.S.)
6 — Ebul Hasan Harkani (K.S.)
7 — Ebu Ali Farmedi (K.S.)
8 — Yusuf Hemedani (K.S.)
9 — Abdul Halik El Gücdevani (K.S.)
10 — Arifer Revegeri (K.S.)
11 — Mahmud İnciri Fağnevi (K.S.)
12 — Ali Ramiteni (K.S.)
13 — Muhammed Baba Semmasi (K.S.)
14 — Seyyid Emir Külal (K.S.)
15 — Şah-ı Nakşibend Muhammed Bahaeddin (K.S.)
16 — Alaaddin Attar (K.S.)
17 — Yakup Cerhi (K.S.)
18 -- Ubeydullah Ahrar (K.S.)
19 — Muhammed Zahid Bedahşi (K.S.)
20 — Derviş Muhammed (K.S.)
21 — Hacegi Emkeneki (K.S.)
22 — Hace Muhammed Bakabillah (K.S.)
23 — İmam-ı Rabbani El Müceddid-i Elfi Sani Şeyh Ahmed-i l
Serhendi (K.S.)
24 — Muhammed Masum bin Ahmed Faruk (K.S.)
25 — Şeyh Seyfüddin bin Muhammed Masum (K.S.)
26 — Şeyh Seyyid Nur Muhammed Bedvani (K.S.)
27 — Şeyh Şemsüddin Habibullah Mirza Canan El Mazhar (K.S
28 — Şeyh Abdullah Dehlevi (K.S.)
29 — Mevlana Halid Bağdadi (K.S.)
30 — Şeyh Seyyid Abdullah el Nehri-1 Hakkari (K.S.)
31 — Şeyh Seyyid Taha el Nehri-1 Hakkari (K.8.)
32 — Seyyid Sıbgatullahi Ervasi (Gavs-ı Hizani) (K.3.)
33 — Hazreti Şeyh Abdurrahman-ı Taği (K.8.)
34 — Şeyh Fethullah (K.S.)
35 — Şeyh Muhammed Ziyaeddin (K.S.)
36 — Şeyh Ahmedül Haznevi (K.S.)
37 — Şeyd Seyyid Abdulhakim el Hüseyni (Gavs-ı Bilvanisi) (K.S.)